ABİDİN ÖZGÜNAY

ABİDİN ÖZGÜNAY

CEM DERGISI KURUCUSU VE ESKİ GENEL YAYIN YÖNETMENI

 (1934 / 14 Mart 2005)

 

AYHAN AYDIN

 

Abidin Özgünay 1966’da çıkardığı Cem Dergisi’yle özdeşleşmiş bir isim aslında. Birlik Partisi’nin kuruluşunda aktif rol oynamasının yanında uzun yıllar belli bir çizgide benimsediği ve savunduğu Alevilik anlayışıyla da dikkat çekmiş bir aydın o. Aynı zamanda CEM Vakfı kurucularından ve bu kurumun bilim/araştırma kollarının oluşmasında da çaba harcamasının yanında onun asıl belirleyici yanı kendine has eleştirel yönüyle Aleviler ve Alevilik konusunda bir kanaat önderi hüviyetine sahip olmasıdır.

Abidin Özgünay Alevi toplumunun önde gelen bir temsilcisi olarak bu toplumun sorunlarıyla yakından ilgilenmiş, çözüm yolları önermiş, Cem Dergisi’nin çıkarılması yönünde verdiği tarihi görevin yanı sıra yazılarıyla, söyleşileriyle de toplumu aydınlatma görevini üstlenmeye çalışmış bir isimdi.

Yaşamının son bir kaç yılında ise birikimlerini, Alevi/Bektaşi inanç ve kültür dünyasının en önemli mekanlarından birisi olan Şahkulu Sultan Dergahı’nda/Cemevi’nde insanlara aktarırken yine örnek bir davranış göstermişti. Aynı zamanda tevazu sahibi birisi olduğu için de, piyasayı dolduran binlerce kitap içinde, onun yayınlanmış bir kitabı yoktu.

Yaşadığı talihsizlik sonucu hazırladığı bir eser de bilgisayırından silinmiş bir emaktara saygı olması açısından, aşağıdaki haricinde, geniş  soluklu iki uzun söyleşimi bir bağımsız kitap halinde halka ulaştırıp, hiç değilse görüş ve düşüncelerini toplu halde halka sunmak istediğim, bir vefa borcunu yerine getirmek arzusunda olduğum, bu önemli insanın hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.

 

 

 

Sayın Abidin Özgünay, bir Alevi araştırmacısı olarak Aleviliği nasıl tanımlıyorsunuz? Sizce Alevilik-Bektaşilik nedir?

 

Alevilik, Resmi Din'in yorum ve dayatmalarında dinin asıl mesajını ve Resul'ün bıraktığı emaneti bulamayanların "Şiayı Ali" kimliğiyle Hz. Muhammed'in dinine yönelişidir. Bu yönelişin ilk kuşağı "Ashabı Ali" adını alır. Daha sonralan bu olgu "Şiayı Ali" adıyla İslamiyet'in ikinci büyük dilimini oluşturmuştur.

Bizim "Anadolu Aleviliği" dediğimiz ve dinin asıl mesajı ve ruhuyla örtüşen aşama ise, Şiayı Ali denilen İslami yorumun tasavvuf!, akli ve atavi ilkelerle bütünleşmesidir.

Bu genel bilgilerin ışığında Anadolu Aleviliği'nin tanım ve tarifine şöylece yaklaşılabilinir: Alevilik, Hz. Muhammed'in Di-ni'ndeki mesajın özünü kavrayan; Hz. Ali'nin düşünce ve ahlakının yolunu işleyen, tevella ve teberra ile Al-i Resule yönelen, hamurunda hem İlahiliğin hem irfanıliğin mayası bulunan; dini şekil ve biçimi olarak değil özü ve ruhu ile algılayan, tasavvufi, felsefi, ahlaki, paganist (semavi din öncesi inanç ve geleneklere), panteist (yaradan-yaradılan birliği inancı) ve şuubi (Arap asalet dayatmasına karşı direnme) ilke ve değerlerle evrimci bir sentez oluşturan özgün bir İslami yorum ve yetkin bir "iman-akıl-yaşam" bütünlüğüdür.

"Anadolu Aleviliği"nin bu bütünlüğünde "Bektaşilik" ayn bir öz olarak değil, temel ilkeler itibariyle Aleviliğin bir başka özdeş adı olarak yer almaktadır.

 

Alevi ismi nereden geliyor. Alevilik ne zaman ve nasıl doğmuştur?

 

Alevi, Ali'ye ait, Ali'ye mensup demektir. Sözcük "Ali" ve "i" mensubiyet ekinde oluşmuştur. Osmanlıca'da sonu d-e-i sesli harfleri ile biten kelimeler "i" mensubiyet ekim aldığında ama kelimenin son harfini etkilemekte, "i" eki de "vi" haline dönüşmektedir. Örneğin İsa İsevi, Musa Müsavi, dünya dünyevi, bünye bünyevi olmaktadır. Bu yazın kuralı gereği Ali sözcüğü de "i" ekini aldığında Alevi yazımına dönüşmektedir.

Ali'ye mensubiyet nesebe ve sebebe dayalı iki temel anlamı içerir. Ali-Fatma sulbünden gelenlere ad olan Alevilik nesebi Alevilik'tir. Seyyid'lik ve Şeriflik bununla ilgilidir. Sebebe dayalı Alevilik, soy olarak değil, Ali'ye taraftar olmakla doğar. Ancak bu Ali yandaşlığı, son zamanlarda Sünni inançlı yurttaşlarımızın dilinde yer aldığına tanık olduğumuz kuru bir Ali sevgisi ve takdirine dayalı olan taraftarlık değildir. Ali Şiası'ndan olmanın ilk senedi tevella ve teberra ilkesiyle Ali'den yana olmaktır.

Bu ilkeye dayalı Aleviliğin doğuşu İslam'ın ilk yüzyılına kadar uzanır. Temel dayanakları; Ali'nin-diğer halifelere kıyasla-yetkinliğine, Ali'nin ilmine, Ali'nin vahdet ve şeriat anlayışına, Ali'nin hakkının gaspına, Kerbela ve Fahh katliamına, İmamlara reva görülen akibetlere ve nihayet dininin asıl amacına, tasav-vufi, felsefi, ahlaki, panteist, paganist ve şuubi değerlerle dini yorumlamaya ve algılamaya dayanır.

 

Alevilerde Hz. Ali'ye karşı inanılmaz bir sevgi var. Bir insan, bir din ulusu olarak Hz. Ali (Ali Veliyyullah) kimdir? Ali'yi Ali yapan özellikleri sizce nelerdir? Niçin Aleviler Ali'yi bu kadar çok seviyorlar. İnanç yönünden Hz. Ali'nin Aleviliğe etkisi ne olmuştur?

Risalet ve Velayet Alevi kurgusunun iki temel direğidir. Muhammet ve Ali ile temsil edilir. Hz. Ali'ye yönelik ayrıcalıklı değerlendirme öncelikle bu tanrısal tebliğ ve takdirden kaynak lanır. Bunun ötesinde Hz. Ali ilmiyle, erdemleriyle, din anlayı­şıyla, insanlığa bakışıyla, adaletiyle, farklı yetkinlikleriyle beşe-rüstü olmanın unsurlarını kişiliğinde toplamış olan ve nihayet tanrısallığın en yetkin tecelligahı kabul edilen bir ideal kişilik, sembolleşen bir ilahiliktir. Bu nedenlerle Hz. Ali Aleviliğin hem ilhamı, hem mimarı hem varlık sebebidir.

 

Sizce Hz. Ali ve İlk Üç Halife arasındaki görüş-fikir-eylem farklılıklarının temel nedeni nedir?

 

Hz. Muhammed'den sonra Hz. Ali ile diğerleri arasında tev-hid ve fıkıh konusunda görüş farklılığı en büyük ayıraç olmuş­tur. Zaten Aleviliği Sünnilik'ten ayıran bu konulardır. Hilafet kavgasının Aleviliğin doğuşu ile değil tarihi bir olayla ilgisi var­dır. Hz. Ali, sorunlan çözen akıldır savında diretirken, diğerleri nakle ve kıyasa dayanmayı yeğlemişlerdir. Halife Ömer'in ölü­münden sonra; Hz. Ali öncelikle kendisine teklif edilen halifeli­ği aklı kıyasa feda etmediği için kabullenmemiştir. Bu olay farklılığın en çarpıcı örneğidir. Bu nedenle Sünni usuli fıkhında deliller sırası ile, Kur'an-Sünnet-İcmai Ümmet ve Kıyası Fuku-ha olduğu halde Alevi Fıkhı'nda Kıyas'ın yerini İçtihat almıştır.

 

Aleviler'in hiç sevmedikleri kişilerin başında "Muaviye" gel­mektedir. Hz. Ali ile Muaviye arasındaki zıtlaşmanın temel ne­denleri nelerdir?

 

Emevi iktidarı İslam'a hizmetin değil, İslam'a karşı direnir­ken ölen Ümeyye Oğullan'nın ve saltanatı çöken bir ailenin Al-i Resul'den öç alma hareketidir. Bu nedenle Emevi saltanatı dini dejenere etmiş, Muhammet-Ali soyundan gelenleri de gücü yet­tiğince budamıştır. Bu niyet ve eylemin elbette sevilecek yanı değil lanetlenecek yanı ağır basmaktadır.

 

Bir Alevi için Hz. Ali ve O'nun oğulları Hz. Hüseyin, Hz. Ha­sanla bağlılık inancın gereğidir. Aleviler'de, Hasan ve "Kerbela Şehidi" İmam Hüseyin kadar gönüllere taht kurmuş bir başka isim bulmak olanaksızdır. Hz. Hüseyin, Aleviler için 1300 yıldır gönüllerde yanan bir ateştir.

Sayın Özgünay, Ali'de olduğu gibi Hz. Hasan ve Hüseyin'e Aleviler niçin bu kadar bağlı? 12 İmamlar niçin kutsal kişiler?

 

Ehlibeyt, Alevi geleneğinde ve Kur'an hükmünde kutsanmış tır. Resulullah'ın da daima övdüğü, yücelttiği, cennet ile müjde­lediği kişilerdir. Hz. Hüseyin'in ise daha da özgün bir yeri var­dır. O, kötüye biat etmemek, hakkı batıla boğdurmamak, halkı zalime teslim etmemek uğruna yalnız kendi canından değil, ci­ğerparesi yavrularının, kardeşlerinin ve yakınlarının da canın­dan vazgeçip ölüme pervasız giden eşine rastlanılmaz bir Şehit­ler Şahı'dır. Alevilik bir bakıma Hüseyin'in yemini, Hüseyin'in hayatı pahasına insanlığa bıraktığı mirasın eğilmeyen, bükülme­yen dik başıdır. Bu nedenle Anadolu Aleviliği; Hüseyini Alevi­liği benimsemiş, daima Hüseyn'e çağırmıştır. Rahmetti babamın ne zaman hüzünlense "Ya Hüseyn!" diye inlediğine hep şahit olmuşumdur. O bir şefaat köprüsüdür.

 

Aleviler kendilerini Cafer'i Mezhebinden sayarlar. Sizce İmam Cafer'i Sadık nasıl bir din adamıydı. Gerçekten bugünkü Aleviliğin temel kurallarını O mu koymuştu? Aleviler için çok önemli olan "Buyruk" nasıl bir eserdir?

 

Evet, Alevilik kayet ve katarda Caferi Mezhebi'ndendir. An­cak bu kaydendir. Mezhepler dini yorumlamış, içtihat kapısını kapatmıştır. Oysa Anadolu Aleviliği iman-akıl sentezine daya­nır. Akıl özgür olduğu sürece, aklın egemenliğinin sınırlı oldu­ğu mezhep ile amel etmek çelişkidir. Bu nedenle Anadolu Ale­viliği, dinin zahirine ve korku veren yoluna değil, dinin batınma ve sevgiye yönelen tariki-tasavvufi yoluna yönelmiştir.

 

"İmam, akıl ile bütünleşince hayat ile özdeşleşir, bu Alevilik­tir." (Cem 2. sayı, Temmuz 1991, s. 32-33) diyorsunuz.

Bunu biraz daha açar mısınız? Bu bütünleşme ve özdeşleşme nasıl oluyor. Alevilikle Sünnilik arasındaki temel fark nereden geliyor?

 

Resmi din-Sünnilik-salt imana dayanır ve kolu uzundur. Yal­nız Müslüman bireyi değil, devleti ve toplumu da yönetmek is­ter. Kurallar konulmuş, dondurulmuş, zaman adeta durdurul­muştur. Şeriatın değişmez ve değiştirilemez hükümleri herşeye hakimdir. Akıl hapiste, hayat ahireti kazanmak uğruna kalıpta­dır. Devlet iktidarının kaynağı ise toplumun dışındadır. Bütün bunlar insan aklına da, realitelere de, dinin özüne ve ruhuna da aykırıdır. Anadolu Aleviliği, insanın iradesini elinden alan bu tür bir dayatmaya Hz. Ali'den miras aldığı irade ve akıl özgürlü­ğü adına direnmiş ve imanın yanına aklını da seferber ederek hem tannsallığı hem de doğasallığı kucaklamıştır. Bu iman ve akıl bütünlüğünde meydana gelen senteze göre de yaşamını dü­zenlemiştir. İşte bu nedenle Alevilik, İman akıl bütünlüğünün hayat ile özdeşleşmesine dönüşmüştür.

 

Alevi Felsefesi'ndeki insanın konumu ile Sünnilik'teki insa­nın konumu arasındaki farklılıklar nelerdir?

 

İnanç açısından insanın değeri yaradılış teorisinden ilham alır. Sünni gelenekte insan Tann'nın yoktan yarattığı, Tann'nın gücününün ve sanatının ürünüdür. Aralannda kesin bir aynlık vardır. Tann'nın yanındaki yeri süfli bir kulluktan ibarettir.

Alevilikte ise, insan, Tann'nın sanat ve kudretinin değil, özü­nün ürünüdür. Bir Tanrı tecelligahı, bir sudur ürünüdür. Özü iti-banyle süfli değil, ulvidir. Bir nüshayı kübra, bir küçük alemdir. Kısaca, Alevilik'te insan tannsaldır.

 

Alevilerin Tanrı'ya algılayışında "Enel Hak" Kavramı çok önemli bir yer tutuyor. Aleviler Tanrı'yı nasıl görüyor, Sün­ni'lerden farklı olarak?

 

"Enel Hak", yaradan-yaradılan birliğinin cezbeli bir nidası-dır. İnsan tannsallıktan ayn değildir. Tannsal özden bir fışkır­madır. Bu nedenle insanın özünde ve varlığın gerisinde Tann-sallık vardır. Enel Hakk! ben Tannyım demek değil, bir yara­dan-yaradılan bütünlüğü ifadesidir. Hallaç, idam sehpasında, ölümünden evvel kendine değil Tann'ya seslenmiştir. Bu tür cezbeli avazlar kendi atmosferi içinde değerlendirilmelidir. Ale­vi Felsefesi insana elbette "Enel na Hakk" değil "Enel Hakk" dedirtecektir. Zira, Aleviliğin "Vahdeti Vücut" ve "panteist" dü­şüncelerine dayalı söyleminde Halkta Hakk'ı, Hakk'da Halkı görmek geleneği vardır.

 

"Cem, aynı zamanda bir "İkrar" ve "İtiraf meclisidir. Kusur ve kabahatlar gizlenerek değil, açıklanarak, rızıklar alınarak, Cem'de cem olunur. Anadolu Alevileri'nin -son 40-50 yıl hariç-yaklaşık bin yıldan bu yana kadı ve yargıç önüne çıkmadan ya­şantılarını sürdürmeleri de bu geleneği korumalarıyla mümkün olmuştur." (Cem, sayı 2, Temmuz 1991, s. 2) diyorsunuz.

Bunu biraz daha açmanızı dilesek, ayini Cem'in Alevi inancında ve toplumsal yaşamındaki önemi nedir?

 

Alevilik Tann'ya beden ile değil ruh ve temiz niyetle yaklaşır. Alevi ibadetinde önemli olan Tann'yı yüceltmek değil talibin kendini Tann'ya yüceltmesidir. Tann'yı kandırmak hafsala-ya sığdırılamaz. O halde, ibadette akid Tann'nın huzuruna günahsız çıkmalı, günahı ve noksanı varsa onu ikrar etmeli, maddi veya manevi zarar verdiğinin nzalığını alarak kendini anndır-malıdır. İkrar, Alevilik'te kişi ile kendi özü arasındaki daimi muhasebeleşmenin kaçınılmaz sonucu, dürüsüüğünün temel kaynağıdır.

Yıllardan beri çözümlenemeyen "İslam'da Reform", "Dinde Reform" diye bir düşünce var. Daha çok Sünni İslamı ilgilendiren bu reform artık bir zorunluluk mu? Niçin İslam'da bir reform gerekiyor. Bunda izlenecek yol sizce ne olmalıdır?

Şeriat aşılmadan, değişmez naslann dayatmalanndan kurtulmadan İslam'a bağlı yaşayan toplumları çağlara taşımak olası değildir. Dinimizin özünde, inanmanın yanında akıl kullanmakta vardır. Resmi din öncelikle kapattığı içtihat kapısını kırmalı, insanları ahiret adına kalıba sokan kalıplan ve dine sokulan hurafe ve bid'atlan parçalamayı içine sindirmelidir.

 

Çok tartışıldı, kitaplar bile yazıldı bu konuda, ama sizden özetle "Alevilik ve Diyanet" konusundaki fikirlerinizi alabilir miyiz?

 

Atatürk, bu tür bir din anlayışının tahribatını ve getireceği karanlığı önlemek için dinin kontrol altında tutulmasını zorunlu görerek Diyanet Teşkilatı'nı kurmuştur. Ama, acı ile görmekteyiz ki, günümüzdeki Diyanet, Atatürk'ün düşündüğü fonksiyonu ifa eden bir kurum olmaktan çıkmış, tam tersine, bilerek veya bilmeyerek Atatürk'ün esirgediği çağdaş değerleri dinamitlemek isteyen şariatçı hücrelerin besleyici olmuştur. Atatürkçülük, Atatürk gibi düşünmeyi gerektirir... Öz evladını dine kurban edebilecek kadar şuurdan yoksun ölçülerde dindarlık edenlerin, Laik Cumhuriyet Devletini, Atatürkçü ve çağdaş düşünceyi devirip yerine -hergün yeni bir marifetini görüp irkildiğimiz-şeriat düzenini dikmeyi amaçlayanlann, dinin gerçek manasın dan habersiz, ağzından akıttığı salyalarla beraber din ve dindar­lık adına halka zehir saçanların kol gezdiği günümüz Türki­ye'sinde dini kontrolden çıkartılıp cemaat işidir diye yobazlığı İslamiyet gibi kullananların eline verilemez. Bu nedenle bilinçli ve meşru bir otorite tarafından yobazlığın özünden saptırmaya çalıştığı dinsel faaliyetlerin Laik Cumhuriyet düzeni, insan hak­lan ve inanç özgürlüğü adına -dinin bir ideoloji olmaktan çıka­cağı süreye kadar- kontrol altında tutulmasından yanayız. Bu­nun gerçekleştirilmesi için de, ülkemizdeki İslami veya gayri İs-ami dinlerin bütün kollarını özerk bir biçimde, şimdiki Diyanet Teşkilatı'nın ayıbından ve yozlaşmış tavrından kurtarılmasını, bağımsız yeni bir Diyanet Teşkilatı'nda Aleviliğin de özerk ola­rak yer almasını ve her kesimin nüfusu oranında -eğer devlet vermeye devam edecekse- bütçeden pay alarak mensuplarına meşru hizmetler vermesini makul ve özellikle Aleviler açışın­dan yararlı görüyoruz.

Bir başka deyişle Alevilere düşen görev, ütopik ve teorik söylenceler uğruna laf üretmek; din'i aşın dincilerin eline ver­mek değil, dinsel düzeni ülkeye egemen kılmak isteyenlerin yol-lanndaki bankadan güçlendirmektir. Diyanet kalksın diyen Ale­viler (!) teori ve ütopyalannı tarihsel, rasyonel ve reel gerçekle­re değil, gösterişe, yararlanmaya, pragmatist tavırlara dayandır-maktalar. Bu tutum ülke ve Alevilere yarar değil zarar verecek bir tutumdur. Ve nihayet, Diyanet'in reorganizasyonu yerine kalkmasını savunmak Türkiye şartlannda bir kıyası fukuha, bir icmaı ümmet söylemidir. Alevilik ise verilecek son hükme bun­larla değil, akılla ulaşmaktır.

 

Söyleşiye zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

 

Ben teşekkür ederim. Kolaylıklar dilerim.

 

Söyleşi: 1995, İstanbul.

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile