ALİ EKBER ÇİÇEK
ALİ EKBER ÇİÇEK
(1938 / 26 Nisan 2006)
AYHAN AYDIN
O yüzyılların nefesiydi.
Şaman dualarından Dedem Korkut’a; Gök Ata’dan Köroğlu’na uzanan büyük Türk ozanlık geleneğinin günümüzdeki en önemli temsilcilerinden birisi olarak sanatının edebinden, erkanından ödün vermeden yarım asır boyunca devamlı devamlı çaldı, telli kuranı.
Onun elinde dile gelen telli kuran, Orta Asya’dan, Anadolu’ya, Balkanlar’a uzanan Türk boylarının hem’i de, bu büyük coğrafyada boy veren türlü halkların, dinlerin, dillerin harman yeri olduğu, büyük nehirlerin birbirlerine bağlandıkları diyarlarda kültürleri birbirine bağlıyordu.
Barak ovalarından, Çepni, Türkmen obalarına, Yakutistan’dan, Ahmet Yesevi’nin Yesi’sinden, Bakü’ye, Tebriz’e, Beydilli Aşiretinin yaşadığı Irak Telafer’e, Suriye’ye, Bulgaristan’ın Deliorman’ından şimdi biraz da olsa bizim de sayılan bize yazgı olan “gurbet elleri” Skandinavya’ya kadar Batı Avrupa’da türkü sevenlerin gönüllerinin sultanıydı Ali Ekber Çiçek.
Yolu çok küçükken gurbete düşmüştü. Yetimliği, yalnızlığı, uzaklarda olmayı yaşamının içine demleye demleye, yedire yedire bir iyicene yerleştirmiş, tüm aşklarını, sevdalarını, hüzünlerini, dertlerini türküler söylerken dile getirmişti. Gönlü hep gamlıydı, hep gerçek bir dost aradı, gerçekten huzurlu, mutlu olacağı bir yerin keşfindeydi.
Bakmayın toplumun çoğunun çok sever göründüğüne Zeki Müren’i. Aslında okyanusun ortasında gibiydi, toplumun içinde de olsa, sahneye her çıkışında mahçuptu. Gerçekten de çok sevdiği Zeki Müren’e biraz benzemiyor muydu Ali Ekber Çiçek? Bunca seveni olmasına, bunca toplum içinde bulunmasına rağmen kaç kişi gerçekten onun dünyasına tam girebilmiş, onu anlayabilmiş, onun gerçek dostu olabilmişti? Her sahneye çıkışta daha ilk kez sahneye çıkıyormuş gibi tevazu sahibi, utangaç, alçakgönüllü bir insan, böyle insan, böyle insanlar var mıydı dünyada? Ne güzel ki bizim ülkemizde vardı.
O ince ruhlu, zarif, sanatçı unvanını tam hak eden büyük bir emektardı. Üretken bir insan olmasının ötesinde, onu eşsiz kılan sanatından ödün vermeyen, mızrabını kendi bildiği değerler dışında bir yöne çevirmeyen, ekonomik kaygılar gütmeden eserleri en iyi şekilde seslendirmekten başka gayreti olmayan yönüydü.
İnsanı seven, doğayı seven, yaşamı seven Ali Ekber Çiçek en çok deyişleri, türküleri sevdi. Türküleri hissederek, ruhunun içinden, binlerce yıllık yakarışların, haykırışların, seslenişlerin rengini onlara katarak söylüyordu. On binlerce insan için onun türkülerini dinlemek, dile getirmeye çalışmak yaşamın acımasız yönlerine bir tepkinin, hayatı bir anlığına da olsa gaile almamanın, yare perdesiz sitem edebilme, Tanrı’ya aracı olmadan seslenebilmenin bir vesilesiydi. Ama aynı zamanda Hatailerin, Pir Sultan Abdalların, Teslim Abdalların, Derviş Ali’lerin Kızılbaşlıklarını nefeslerle, demelerle, düvazde imamlarla dile getirmeleri gibi onlarla aynı inancı, aynı duyguyu paylaşmanın da, ortak benliğe, kolektif ruha da sahip olmanın da adıydı Ali Ekber Çiçek ismi.
Dedelerin içinde yetişmiş, onlardan ilham almıştı. O bir cem bülbülüydü. İmam Ali’nin, İmam Hüseyinlerin yolunu sürüyordu. Dost katarının nazlı kamberi Ali Ekber Çiçek, Alevi değerlerini büyük ozanların şiirleriyle seslendirirken, insanı tek başına da olsa, toplum içinde de olsa alıp yaşanan maddi dünyanın dışında da erenlerin, alp erenlerin, velilerin, gerçek üstü tümüyle insancıl hayatların sürdürüldüğü bir başka mana alemine de götürmesini başarırdı. Ozanların bilgece sözleri yanında, sular gibi coşkun akan, çağıldayan sesiyle yedi kat gök üzerinde olan paylaşımcı, bölüşümçü, adaletli bir dünyanın da türküsünü söylüyor, her şeyin insanca olduğu, gül alınıp, gül satılan ve nadana minnet edilmeyen bir yaşamın da varlığını hatırlatıyordu gaflette olanlara.
Derdim çoktur hangisine yanayım, derken dost elinden bulunacak çarelere bizi ulaştırıyor, bize kılavuzluk da yapıyordu.
İmam Hüseyin’in onda yeri bambaşkaydı. Haydar Haydar, derken insanın varoluş serüveni gibi, Kerbela’da yaşanan acıları da benzersiz bir şekilde seslendirmesini biliyordu.
O aslında çok çaldı, çok söyledi. Sazı ve sesi ölümsüzdü. Ölümsüzdü de ne yaşamı, ne de sanatı hakkında çok detaylı bir araştırma yapılmamıştı. Kendisiyle Aralık ayında yaptığım uzun söyleşide anladığım kadarıyla yaşama ve insanlara da biraz kırgındı büyük usta.
Dost görünen çok insan ona yaklaşmış, o da dost bildiği meydanlarda çok olmuştu ama gerçekten de bir dost bulamadım gün akşam oldu, dediği gibi ozanın biraz da yalnız ayrılıp gitti aramızdan. Ama giderken doğduğu topraklar kadar, yaşadığı, bu dünyadaki hayatının son demlerini geçirdiği toprakları çok mu çok sevmişti. Vasiyeti üzerine Tanrı dağlarının eteğine, İda/ Kaz Dağları’na yaslanıp, ne farkımız var güzelim onlarla bizim aramızda insan değil miyiz nihayetinde dediği, Yunanlılara, Yunanistan’a doğru, Edremid Körfezi’ne bakan bir yamaçta sonsuz ışıklar içinde yatarken, Türkmen töresini bin yıldır bu topraklarda yaşatan insanlara da sonsuza kadar mihman oluyordu, İmam Ali gibi.
Artık o Tahtakuşlar Köyü’nde tüm yöre insanının aşkla bağrına bastığı bir ziyaret yeri olan mezarında, başına gelip Türkçe dualar eden, türküler söyleyen insanlarıyla huzur içinde.
Bir baştan bir başa bu memleket bizim değil mi zaten? Ne güzel, erenler yatağı Doğu’dan, Erzincan’dan başlayan hayat öyküsü Şaman dualarının halen avazlandığı barışın simgelerinden zeytin ağaçları altında, Türküyle Kürdünü, Alevisiyle Sünnisini, Yunanını bile buluşturacak bir barış-kardeşlik anıtı gibi kalbimize gömüldü.
Cenazesi
26 Nisan’da Hakk’a yürüyen Ali Ekber Çiçek için aynı gün Kartal Cemevi’nde ve TRT İstanbul Radyosu’nda birer tören düzenlendi. Binlerce insanın katıldığı törende yapılan konuşmalarda Ali Ekber Çiçek’in yaşamı, sanatı ve kişiliği üzerinde durulurken, bu büyük değerin kaybının, toplumun da gerçek bir kaybı olduğu söylendi.
Birçok sanatçının ve dostunun katıldığı cenaza törenlerine ayrıca Alevi/Bektaşi kurum ve kuruluşlarının başkanları, temsilcileri, dedeler, babalar, yazarlar; Prof. Dr. İzzettin Doğan, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül gibi isimlerde katıldı.
Cenaze merasiminin aynı gün yapılması Anadolu’dan ve Avrupa’dan büyük sanatçıyı seven binlerce insanın törene katılımını imkansız kıldı.
Sevenlerinin gönlünde ölümsüz olan sanatçı için ayrıca Edremid’de de sanatçı dostlarının, yakınlarının katıldıkları bir başka merasim daha yapıldı.
Vasiyeti üzerine Ali Ekber Çiçek, Edremid Tahtakuşlar Köyü Mezarlığı’na defnedildi.
Kırk Hayrı
Büyük sanatçının defnedildiği Edremid Tahtakuşlar Köyü’nde de kırk merasimi nedeniyle …. Bir tören yapıldı. Yüzlerce insanın katıldığı etkinlikte dostları mezarı başında Ali Ekber Çiçek için dualar ettiler, çalınan sazlar eşliğinde nefesler ve türküler söylediler. Yöredeki Tahtacı Türkmen köylerinden de katılımın çok yüksek olduğu Kırk Hayrı’nda onu sevenler tarafından kazanlar kurulup lokmalar dağıtıldı. Bundan sonra Ali Ekber Çiçek için geleneksel anma etkinlikleri yapmak isteyen dostları, ayrıca bir anıt mezar yapılması için de çaba harcadıklarını belirttiler.
Ali Ekber Çiçek
1938 yılında, Erzincan / Ulalar Köyünde dünyaya geldi. Bağlama çalmaya küçük yaşlarda başladı. Yetiştiği yörenin müzik yaşantısından ve bu arada cemlerin mistik ortamından beslenerek repertuarını geliştirdi. 1949 yılında tanıştığı Muzaffer Sarısözen’in teşviki ile “Mahalli Sanatçı” sıfatı ile Ankara Radyosu halk müziği yayınlarına katılmaya başladı. 1960 yılından itibaren de kadrolu olarak girdiği İstanbul Radyosu’nda profesyonel müzik yaşamını sürdürdü ve bu kurumdan emekli oldu. Saz çalış tarzı ve bariton sesi ile karakteristik bir sanatçı ve kimliği ortaya koyan ve 400’e yakın eseri ustaca seslendiren Ali Ekber Çiçek, bilhassa “Aşık Tarzı Deyişler”, “Duvaz - Deh İmamlar”, “Semahlar”, “Coş (cûş) Havaları”, “Mersiyeler”, “Şaplak Havaları”, “Anonim Türküler” ve özellikle de “Mayalar” başta olmak üzere çeşitli uzun havaların ülke geneline yayılmasını sağladı. Sanatında gösterdiği üstün icra tarzı ile pek çok sanatçıyı etkiledi ve seslendirdiği eserler, pek çok profesyonel sanatçı tarafından seslendirildi. “Kaynak Kişi” sıfatı ile, ulusal kültür / sanat hayatına onlarca eser kazandıran Ali Ekber Çiçek, aynı zamanda “Derleyici” sıfatı ile de, pek çok eserin diskoteklerde yer almasını sağladı. Sanat hayatı boyunca Almanya ve Amerika başta olmak üzere yurt dışı ve yurt içinde 84 adet çift yüzlü plak (Ön - Arka birer eserlik / Columbia), 24 adet çift yüzlü plak (Ön - Arka ikişer eserlik / Odeon Plak), 50’yi aşkın 45’lik plak, 2 Long Play, 35 Kaset, 8 adet de CD dolduran Ali Ekber Çiçek; Amerika, Kanada ve Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa, Yunanistan başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinde ve ayrıca; Türkiye’nin hemen her şehrinde yer aldı. Onlarca kez Ulusal ve Uluslar arası Radyo ve Televizyon programlarına davet edildi. Amerika ve Kanada’da: Texas, Columbia, Michigan, Wisconsin ve Toronto Üniversitelerinde ve Türkiye genelindeki çeşitli Üniversiteler bünyesinde akademik düzeyde verdiği konserlerle bilim / sanat camiasının da büyük saygınlığını kazanarak defalarca ödüllendirildi. Usta sanatçı Ali Ekber Çiçek, ikinci defa sahne alacağı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda, bir kez daha hayranları ile buluştu.
ALİ EKBER ÇİÇEK
Bir bir devriliyor ulu çınarlar
Bunlardan biri de Ali Ekber’di
Susuzluk gidermez göze pınarlar
Nehirleri Ummanlara eklerdi
Bülbüle verirken bahçe bağları
Türküyle delerdi yüce dağları
Birleştirip eski yeni çağları
Deyişe, semaha hüzün eklerdi
Teli titretince mızrapla perde
Hasretlik kördüğüm olurdu serde
Sılası aklına geldiği yerde
Seher yellerine selam yüklerdi
Katar katar gökte turna geçerken
Kanat çırpıp sılasında uçarken
Çok titizdi türküleri seçerken
Ayıklardı, birer birer teklerdi
Dolu başak gibi eğerek
İnsanı kamilde olgunluk gerek
Söz gümüşse sükut altın diyerek
Lüzumsuz konuşmaz susar beklerdi
Bir rüzgar esti de gayret serinden
Bu ulu çınarı söktü yerinden
Nefes nefes koptu sevdiklerinden
Söylemezdi ama gizliymiş derdi
İbrahim GÜLEÇ
25.10.2006
Türkülerin, Deyişlerin Ölümsüz Sesi
Ali Ekber Çiçek’i dinlemek bir dost bahçesinin meclisine girmek gibidir; onun sazının sesi Anadolu’nun bin yıllık cemlerinin sesi gibidir; o nefes söyledikçe, o türkü söyledikçe bir çiçek bahçesinde bülbülün güle figanı duyulur; onun sesinde sevgiliye, yare, dosta, şaha, gurbet elde olana, sılaya, yitirdiklerimize, bizi öksüz koyup gidenlere, özlem vardır, sitem vardır. Onun ezgilerinde Kerbela’da şehit edilen İmamlar serdarı Şah Hüseyin’e, Evliyalar başı İmam Ali’ye gülbenkler çekilir.
“Koyun beni Hakk aşkına yanayım,
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan,
Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım,
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.
Kadılar müftüler fetva yazarsa,
İşte kement işte boynum asarsa,
İşte hançer işte kellem keserse,
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.
Ulu mahşer olur divan kurulur,
Suçlu suçsuz gelir anda derilir,
Piri olmayanlar anda dilinir,
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.
Pir Sultan’ım arşa çıkar ünümüz,
O da bizim ulumuzdur, pirimiz,
Hakk’a teslim olsun garip canımız,
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.
Yüzyıllardır Pir Sultan’ların ulumuz dediği, pirimiz dediği, yolumuzu aydınlatanlar Ehlibeyt, Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan...
Bugün 10 Muharrem yeryüzünde güzelliklere açılacak, bir çiçek gibi açılabilecek sıradan bir gün olabilecekken; bu güzel günü kana bulayanlar, ufukları daraltanlar, çocukları ağlatanlar geleceğimizin önüne barikatlar kurmaya çalışanlar, Yezit zihniyetli, insana düşman, dosta düşman, kardeşe düşman, güzelliğe düşman insanlar yüzünden bir yas günü olarak anıyoruz bu günü.
Yezit zihniyeti 1400 yıl önce Kerbela’da Peygamberimizin sevgili torunu Şah Hüseyin’i şehit etti 72 kişi ile beraber.
Bugün 10 Muharrem. Bugün karaların giyildiği gün, bugün turnaların ses vermediği gün, bugün hüznümüzün dorukta olduğu bir gün, bugün 10 Muharrem...
İnsanlık adına, barış adına kötü bir gün ama biz bu karanlıklar içerisinde aydınlıkları yaratmış bir milletiz, insanoğluyuz ve insana merhaba diyoruz.
Pir Sultanca ozanların, dedelerin, babaların, aşıkların yolunu sürenlerce bu kara günü aydınlıklara çevirmek hepimizin elinde, el ele, yürek yüreğe, dosttan dosta, gönül gönüle, dilden dile, gönülden gönüle akan ırmaklar gibi barış demeliyiz, dostluk demeliyiz, kardeşlik demeliyiz çünkü karanlıklar çok korkar aydınlıklardan ve güneşten, güneş yüzünü gösterince saklanacak yer ararlar, toprağın altına girerler ama Şah Hüseyin’in çocuklarını kesenler toprak altında bile yer bulamaz, insan gönlüne sığınmak isterler insan gönlü onlara yer vermez, dağlara sığınmak isterler dağlar bu yükü kaldırmak istemez fakat ulu mahşer olur divan kurulur.
O ulu mahşeri dünyamızda kuranlara ne mutlu, güzeli çirkinden ayıranlara ne mutlu, dostluğa barışa evet diyenlere ne mutlu!
Bugün bu yüce yolu süren bu güzel inancın içinden süzülüp gelen atalarından almış olduğu ilhamı bugüne ve geleceğe taşıyan çok değerli bir konuğum var Ali Ekber Çiçek.
Sazı ile sözü ile insanımızın gönlünde taht kuran ve o bağlamasıyla seslendirdiği Anadolu’nun içli türkülerini Amerika’ya, Kanada’ya dünyaya taşıyan ses güzel ses, Ali Ekber Çiçek...
Muharremin onuncu günü bugün, Cem Radyo’da program yapacak olan camiamızın değerli ismi aydını, sanatçısı Ali Ekber Çiçek ile kısa da olsa bir sohbet etmek, söyleşi yapmak benim için çok onurlu olacak. Biz biliyoruz ki Ali Ekber Çiçek Erzincan’da yokluklar içerisinde büyüdü, bağlamaya gönül verdi ve Türkiye’nin sevgilisi oldu. Radyolarda uzun yıllar güzel sesi ile Anadolu’nun türkülerini dillendirdi. Ben sizin çok çocuklu bir ailenin fakirlikler içerisinde büyüyen birisi olduğunuzu biliyorum, siz neler söylersiniz bakalım. Sizinle bugüne kadar çok söyleşiler yapıldı, bağlamanın ustası dendi, piri dendi Amerika’lara kadar uzanan serüveniniz nasıl başladı, Erzincan’dan başlayalım isterseniz?
Ben 1938 yılında Erzincan’ın merkeze bağlı Ulalar köyünde dünyaya gelmişim, bazen geldiğime pişman oluyorum ama sizler gibi dostları da görünce, bugün de Muharremin 10’u alanlarda 200 bin kişi vardı, demek ki biz boşuna hizmet vermemişiz o beni manevi olarak çok etkiledi, dün akşamdan beri göz yaşlarımı tutamadım, yalnız ben değil o alanda 200 bin kişi ağladı. (Halkalı’daki anma etkinliği)
Halamlar vardı İstanbul’da, 9 yaşında İstanbul’a geldim. Zaten ben 3 yaşında iken sazın benim kucağımda olduğunu söylerler. Ben 9 yaşında İstanbul’a geldim o zamanlar konservatuar yoktu, Sadi Ataman Korosu, Necati Başaran Korosu vardı. Bunlar hemen hemen Sarısözen kadar Türk Halk Müziğine hizmet etmiş hocalar, onların Cağaloğlu’nda dershaneleri vardı, oralarda elimizden geldiği kadar bir şeyler öğrenmeye çalıştık.
12 yaşımda bana dediler ki; sen artık bu sazı 50 yaşındakiler gibi çalıyorsun bir Ankara’ya git. Yolum Ankara’ya düştü benim büyük bir divan sazım vardı benim boyumda, rahmetli Muzaffer Sarısözen dedi ki; “Oğlum bu sazı sen mi çalıyorsun”, hocam bir şeyler yapıyorum dedim ve çaldım, beni konservatuara götürdü ertesi gün günlerden Cuma, şimdiki gibi Türkiye çağ atlamamış hep canlı yayın, bant yok. Ertesi gün yurttan seslerden beni misafir eden Pir Sultan’dan bir deyiş okudum ve o kadar da tesadüf oldu ki “benden selam söyle o güzel şaha, kurduğun yollara gitmiyor talip, herkes kendisine bir yol sürüyor, mürşit bu yolu tutmuyor talip” diye bir deyiş okudum.
Sarısözen bana her ay Yurttan Sesler’den bir uzun hava bir deyiş okuttururdu. O zaman ben kendimi siyasetten hep arındırırdım zaten radyo sanatçıları böyledir. Biz böyle devam ede geldik. Rahmetli Hacı Taşan vardı, dedi ki; hocam hep deyişleri Ali Ekber Çiçeğe okutturuyorsunuz, bende Aleviyim, bende okuyayım, dedi ve Sarısözen dedi ki; olmaz. Hacı sen 22 yaşındasın Ali Ekber Çiçek 12 yaşında. O zaman şimdiki gibi Kültür Bakanı yok, bir Bakan Radyoya bakıyor, sen şimdi okursan ayrım yapmış oluruz, Bakan bizden hesap sorar ama Ali Ekber Çiçeği dinlediği zaman diyeceğim ki; bu çocuk 12 yaşında cemlerden çıkmış bunu biliyor, bunu söylüyor. Sarısözen de zaten öyle bir fırsat arıyormuş ki deyişler Radyo’ya girsin, deyiş okunmayan Radyo, deyiş okunmayan televizyon şimdi bile dinlenmiyor, benim yaşımdan istifade ederek bana radyolarda deyiş ustası derler. Deyiş ustası aslında Ali Ekber Çiçek değil Muzaffer Sarısözen’di.
Ben İstanbul’a geldim Sadi Ataman’a bir mektup yazdı, Ali Ekber Çiçeği arada bir koroda okut derken bu çileleri böyle doldurduk.
1958’de asker oldum Isparta’da, 1960’ta askerliğim bitti.
Radyo bana yabancı olmadığı için 1960 yılında TRT İstanbul Radyosu’na kadrolu sanatçı olarak girdim ve 35 yıl çalıştım, 3,5 sene önce emekli oldum, halk da beni yakından görmek istiyor.
Onun için hem maddi hem manevi bir öğretmen gibi 35 yıl radyoda hep verdik hiç almadık, bizim ektiklerimizi bizim sazımızı taşıyanlar biçtiler, biçtiler ama kendileri de biçildi çünkü bir insan ne ise öyle olmalı. Ben Almanya’da çok kişiden duydum diyorlar ki “Alevi felsefesi nedir biz cebimizi doldurmaya bakalım” diyen kişiler geldiler ve bittiler.
Ama Ali Ekber Çiçek 12 yaşında yine aynı Ali Ekber Çiçek 500 yaşına girsem de yine Ali Ekber Çiçek bizim yolumuz gönül yolu. Hep mütevazı hep varın içinde yok olmaya çalıştım.
Kültür Bakanı kanalı ile 82’de ve 93’de iki kez Amerika’ya gittim, Alevi felsefesini inceliyorlardı, her milletin felsefesini inceliyorlar. Kolombiya Üniversitesi’ne davetli olarak gittim. Orada 550 profesöre, 21 yerde radyo televizyon stüdyolarında bütün dünya profesörleri her milletin felsefesini inceliyorlar, onlar Aleviliği bilmiyorlar Bektaşiliği biliyorlar. Kolombiya Üniversitesi’nin rektörü plağa ne yazacağız Bektaşi nefesleri dediler, onlar Alevi, Bektaşi, Sufi müziğini biliyorlar. Bende dedim ki, hocam müsaade ederseniz Alevi, Bektaşi, Sufi müziği diye yazın dedim. Aleviliği orada ben eklemiş oldum çünkü Bektaşiliği biliyorlar ama Aleviliği bilmiyorlar.
21 yerde yabancı milletlere konser verdim, Teksas Üniversitesi, Kanada daha isimlerini söyleyemediğim bir çok yerler var, Kanada’da 150 kişi Türk vardı diğerlerin hepsi aynı profesörler üniversitelerde konferanslar veriyorlardı. 2 kez de Amerika’ya gittim, Amerika’ya gidişimin ilk sebebi şöyle; meşhur bizim tamburi Nejdet Yaşar vardı dünya çapında bir tambur ustasıdır, o Türk müziği icra etmek için Amerika’ya gidiyor bir üniversiteye ve Nejdet Yaşar eskiden bağlama çaldığı için bana dedi ki; ben Amerika’ya gidiyorum sizin gibi bir kaset yapalım üniversitede motif olarak gösterelim, ben de uzun hava açışları, deyişler, Haydar Haydarı çaldım. Nejdet Yaşar bir de ufak bir divan curası götürdü orada profesörler dinliyorlar diyorlar ki; bu kaç saz ile çalınıyor, oradan curayı indiriyor diyor ki bunun büyüğü tamburu gösteriyor benim tambur büyüklüğünde bir sazdan çıkıyor, olamaz demişler böyle bir şey bu saz tek sesli bir ses bu kadar melodi, bu sazın içine nasıl sığar demişler, aradan 1 sene geçiyor aynı profesör İstanbul Radyosu’na geliyor biz Yurttan Sesler’e girerken rahmetli olan bizim Alevi felsefesine Muzaffer Sarısözen kadar katkısı olan Mübat Bekçi de bizim Halk Müziği müdürümüzdü o profesör Türkiye’ye gelmiş Ali Ekber Çiçek Yurttan Seslere girmesin diye, haber geldi, ben çıktım Halk müziği bürosuna gittim.
1400 senedir yalan üstüne yalan eklenip bugüne kadar gelen olayları eminim ki Alevi felsefesi, Ehlibeyt felsefesi bu riyakarlığı kaldıracak. Zaten aydın fikir bizimle beraber. 1400 senedir bugüne kadar dedelerimizin sakalı kesilmiş, bıyığı kesilmiş, üç telli curası kırılmış Hakk Adem’de deyişleri ile gözyaşını sazının teline döke döke getirmişler.
1954 - 58 yıllarından sonra da bu felsefe radyolara intikal etti, ben Radyo’da 35 yıl hep verdim... Bizim ektiğimizi geçmişte ki gibi hep bizim sazımızı taşıyanlar, bizden ilham alanlar bizim ektiğimizi biçtiler ama kendileri de biçildiler çünkü bu yol inanç yolu, bu yol, gönül yolu. Bugün hem hüzünlü, hem gözü yaşlı hem aydın bir günü yaşıyorum size bu yüzden teşekkür ediyorum.
Programımıza katıldınız, bizi onurlandırdınız ve yüz binlerce insan sizi dinlemekten büyük bir hoşnutluk duyuyor. Sizinle beraber bugün Zeynebiye Camii çevresinde gerçekleşti-rilen Evrensel Aşura Merasimi’ne katıldık. Yüz binlerce insan vardı orada, alanlara sığmadılar hep Hz. Hüseyin, Hz. Ali nidaları vardı meydanlarda ve insanlar çok önce olmuş olsa bile inançlarının kaynağı olan kişilere yöneltilen çirkin, kötü, karanlık olayları anıyorlar. 1361 yıldır Hz. Hüseyin bizlere ilham veriyor ve diyor ki; “haksızlığın, zalimin karşısın-da eğilmeyiniz, hakkınızı da, şerefinizi de, onurunuzu da kaybedersiniz” diyor ve inanç oldukça, yüreklilik oldukça, coşku oldukça Hakk / Muhammet / Ali yolu devam edecek, yüzyıllar sonrasına taşınacak. Siz bu büyük köklü kültürün değerli temsilcisi ve elbette Hz. Hüseyin için söyleyecekleriniz vardır? Yeni kaset çalışmalarım var, diyor ki; “Hüseyin meydana geçti / Yezitler başına uçtu, / peymegaha şivan düştü / ağlayalım Ehlibeyte!” Daha yirmi yıla kadar Hüseyin diyemiyorduk, Ali diyemiyorduk. Ben Radyo’da 35 yıl kimseyi kimseden ayırmadan hizmet verdim, hiçbir yönetici beni rahatsız etmedi, biz bildiğimiz gibi okuduk, hep gerçekleri dile getirdik.
1967 - 69 yılında rahmetli Nida Tüfekçi Ehlibeyt zümresine çok fedakarlıkları olmuştur “Ali’nin sırrına ereyim dersen, bir mürşit-i kamil bulanlar gelsin, / gönül bahri umman derya denizdir, / ol bahri ummana dalanlar gelsin” diye bir deyiş okudum Can Hatayi’den. Sansür yapılıyor beni çağırdılar dediler ki; bu deyişi çıkarın, Ali kelimesi geçiyor, ben buna çok üzüldüm ve dedim ki; bir Trakya türküsü var “Nazife’de hanım on dört yaşında tadına doyulmaz” sesli radyolarda, devlet radyosunda, yurttan seslerde, sololarda çalıp okutuyorsunuz da ben İmam Ali’den bahsetmişim bunun suçu nedir?
Tabi ki gönül yollarını Hz. Muhammet ile İmam Ali kurdu eğer onlar o yolu kurmasaydı İmam Hüseyin de bu meydanda serini vermeseydi biz bugünlere gelemezdik.
Ben onu şöyle düzelttim “Ali’nin sırrına ereyim dersen / bir mürşit-i kamil bulanlar gelsin / insan-ı kamile ereyim dersen bir mürşit-i kamil bulanlar gelsin”.
İnsanlık dostluk, gönül bağları, Ehlibeyt onlardan kaldı ille Ali demeye, Hüseyin demeye gerek yoktur, benim sazım her türlü Hüseyin diyor.
Ali Ekber Çiçek deyince Anadolu halkının gönlünde yer etmiş güzel bir sanatçımız akla geliyor ama aynı zamanda toplumumuzun aydın bir siması aklımıza geliyor. Çünkü yıllardan beri ilkelerinden ödün vermeyen Ali Ekber Çiçek sadece Anadolu insanına değil, yurt dışında yaşayan milyonlarca insana da sesleniyor, onların da sevgisini kazanıyor.
Fakat onların çok daha ilginç olanı bugün bazı sanatçılarımızın başlatmış olduğu kervanı ilk başlatan Ali Ekber Çiçek. Türk Halk müziğinin, Alevi - Bektaşi nefeslerinin, demelerinin, mersiyelerinin yeryüzü insanlığının ortak malı olması için ilk çaba harcayan insanlardan birisi Ali Ekber Çiçek ve Amerika’ya, Kanada’ya uzanan uzun bir yolculuğun sahibi de kendisi.
Biz bu yolculuğun ilk başına dönüp de Erzincan’a gitsek, Ulalar’a gitsek, çocukluğunuza gitsek neler anlatarak başlarsınız? Erzincan’ın Ulalar köyünde doğdum. Saz söz dedemden kalma.
Dedem eski rüştiyeyi bitirmiş çok ulema, bu işi çok iyi bilenlerden. Bir deyişin manalarını üç gün etüt eden insanlardan birisinin torunuyum. Biz de ona layık olmak için elimden geleni yaptım. 9 yaşında Erzincan’dan İstanbul’a geldim. 12 yaşında Ankara radyosunda Muzaffer Sarısözen canlı yayın yaptırdı. Çok çileler çekerek bugünlere geldik. O zamanlar konservatuar yoktu, biz bu sazı nasıl dedelerden aldık, nasıl dinledik o tohumlar bize 9 yaşına kadar ekildi ve 1400 seneden bugüne kadar göz yaşı döken dedelerin Hakk Adem’de deyip, üç telli curalarıyla getirmiş oldukları yolu biz onlardan el alarak bu güne kadar devam ettirdik geldik. Hayatım çok yokuşlu geçti... İstanbul’da arkadaşların evinde bekar evlerinde kalırdım. Hiç unutmam kendi kendime diyordum ki bu gün karanlık bastı nerede yatacağım derdim... Bu dertler içerisinde bugünlere geldik.
12 yaşımdan bu yaşıma kadar hiçbir kapı bana kapanmadı, radyolar olsun, konservatuarlar olsun, Avrupa’da konservatuarlar olsun, profesörler olsun çok yerlerde bana sormuşlardır; kültürün nedir, ben halkın içinden yetişmişim, benim kültürüm halk kültürü, halkın dertlerini çok yakından bilen insanım. Bizden öncekiler için bütün çektiğim çileleri nasıl 1400 seneden bugüne sazının teline göz yaşını dökerek getirmişler. Ben de bu asırda göz yaşımı dökerek sazımı çalmışım ve benim her çaldığım saz bir ibadettir, bir namazdır.
Ölmeden önce ölmek ve dünyada yaşamının farkına varırken öbür dünyaları cennetleri, cehennemleri bu dünyada görebilmek... Ama her şeyden önce turap olmak, insan olmak, insan gönlü yapmak. Siz bu inanç içinden geldiniz, dediniz ki, çok ızdıraplı, çok zor günlerim oldu günler boyu ve haftalar boyu bu sıkıntıları yaşadım; gönül gurbete düştü, sıla özlemi, yar özlemi, sevdalar ve türküler. Yaşarken yüzyılların getirmiş olduğu sorunları da üzerinizde hissettiniz aynen diğer dedeler, diğer aşıklar, diğer ozanlar gibi... Kolay yetişilmiyor, kolay olgun olmuyor insan, zorlukları yenmeden bir yerlere gelinmiyor. Ben baba lezzetini, baba kelimesinin anlamını kızımdan öğreniyorum. Çünkü babamı hiç görmedim, tanımıyorum. Babam 26 yaşında vefat etmiş. Ben yetim büyüdüğümden çok büyük ilhamlar aldım da, Ali Ekber Çiçek oldum.
Gönüller bugün Şah Hüseyin’e doğru yol aldı, Şah Hüseyin ruhu ile birleşti. 10 Muharrem Hz. Hüseyin’in ve çocuklarının, ailesinin şehit edildiği gündeyiz.
Bugün Müslüman’ım diyenlerin utanç günü. Ama bu utancı gelin hep beraber barışa, kardeşliğe ve dostluğa giden bir yola çevirelim bu güzelim felsefemizi, bu güzelim Anadolu kültürümüzü yaşatalım. Bir olalım, iri olalım, diri olalım, bu Türk bayrağı altında Ali Ekber Çiçekler gibi bu kültürü yaşatanlara sahip çıkalım, dedelerimize, babalarımıza sahip çıkalım. Nice insanlar çok zorluklar çekmişler Yunuslardan, Hacı Bektaşlardan, Pir Sultanlardan, Nesimi’lerden, Mevlanalardan kalmış bu yol. Mustafa Kemal Atatürk’lerle bir devlet kurulmuş, cumhuriyet kurulmuş bunun erdemine varalım.
Ali Ekber Çiçek dedelerin, ozanların, aşıkların önemini her fırsatta vurguluyor. Peki kimlerdir ozanlar, kimlerdir dedeler onlar olmasaydı acaba bu kültür bugüne gelir miydi sizce? Bugüne kadar düşündüğüm noktalara temas ediyorsunuz. Bunlar olmasaydı bu kültür bugünlere gelemezdi. Çünkü biz el ele, el Hakk’a hep geçmişi geleceğe aktaranlardan biz de el alarak bugünlere geldik, onlar olmasaydı bizler de olmazdık. Hz. Ali diyor ki; “kişi ne yaparsa yapsın af ederim fakat inkarı affetmem” bizim en güzel tarafımız Ehlibeyt zümresine hizmet eden dedeler hiçbir zaman ceddini inkar etmedi, sakalı da kesilse, bıyığı da kesilse, dövülse de, asılsa da, kesilse de gerçekten hiç dönmemişler yollarından İmam Hüseyin serini vermiş, ondan sonraki dedeler nasıl iki söze dönsün, dedelerin çok büyük hizmeti var hiçbir zaman onlar inkar edilemez. Bu felsefeye hizmet eden dedelerimiz hiçbir zaman bir öğretmen gibi vermekten başka, nasihatten başka hiçbir şey düşünmemişler. Hep gerçeği söylemişler, dede elini öptürdüğü zaman Hakk’a niyaz diyor, kendisine demiyor.
Yolumuzu aydınlatanlar dedeler, babalar, aşıklar, bilge insanlar ve onların yolunu süren siz değerli sanatçılarımız, yazarlarımız, aydınlarımız bu kültüre çok güzel katkılarda bulunuyorsunuz. Bu zengin yaşam içerisinde çok farklı simalarla karşılaştınız, yüzlerce insan yetiştirdiniz. Aşık Veysel’ler var, Muhlis Akarsular var ve günümüzdeki ozanlar var biraz da bundan söz eder misiniz? Aşık Veysel ile senede bir görüşürdük. Her geldiğinde akşamları toplanırdık 5 kişi epey sohbet ettikten sonra derdi ki; sazlar acından öldü hadi bakalım evlat, derdi.
Sazları alırdık başlardık çalmaya söylemeye.
Haydar Özdemir vardı eski Birlik Partisi’nin başkan yardımcısı, Muzaffer Sarısözen’e bir telgraf çekiyor diyor ki; “Veysel Baba ile Ali Ekber Çiçeği bana yollayın” hoca bizi gönderdi, Veysel Baba ile gidiyoruz ama hiç konuşmuyoruz arada bir sesini çıkarıyor diyor ki; Ali Ekber gidiyoruz ama çocuğun da adını koymadık, dedim ki hocam, Muzaffer Sarısözen bizi gönderiyor Avukat Haydar Özdemir bizi çağırıyor elbet bir şey düşünmüşlerdir.
Cehennemin ateşi insanın elinde, cenneti var etmek yine insanın elinde. Felek demişiz, gurbet demişiz, sıla demişiz, özlem demişiz, dostu aramışız dostu muhabbette bul-muşuz.
Siz gerçekten sohbete, konuşmaya önem veriyorsunuz, insan ancak birbirini konuşarak anlar diyorsunuz, insanlar bir araya gelse, konuşsa anlasa, sorunlarını çizse yakınlaşsa diyorsunuz ve bu felsefeye inanıyorsunuz. Bu felsefeye inanmak için de Mürşit-i Kamile talip olmak... Gerçek bir Mürşit-i Kamile talip olmayan kişi boş gelir, boş gider... Nasıl doğduğumuzu bilmiyoruz, öldüğümüzü de bilmeden geçip gideriz. İnsan ölümsüz olmalı, Mürşit-i Kamile talip olan kişi Hakk’la beraberdir. Biz Atatürk ilkelerine bağlı ve ilericiyiz, her şeyi gençliğe bırakıyoruz, ben 9 yaşıma kadar eski rüştiyeyi bitirmiş dedelerin sohbetlerinde yetiştim o günkü sözlerinden hiçbir şey anlamadım ama o tohumlar ekiliyor, yıllar sonra filiz veriyor. Mesela Allah erkek mi, dişi mi deniliyordu, rahmetli Podik dede vardı “Allah hem erkek hem dişidir” derdi. Atatürk kadın özgürlüğünü cemlerden almıştır. Bizim inancımızda Hakk müminin gönlünde.
Siz pişenlerdensiniz, insanları olgunlaştıranlardansınız çünkü sazınızın telleri dostluk, barış, kardeşlik diyor. 1400 yıldır sazı ile sözü ile bu güzel kültürü var eden insanların yolunu sürüyorsunuz, sizin okuduğunuz o güzel nefesler, demeler, deyişler hep insanları olgunlaştırmaya yönelik. Çünkü onlar cemlerden çıktılar yani kadın erkek eşitliğinin olduğu, yani sorgu sualin olduğu, yani gönül incitmişlerin giremediği demirden leblebi yenilen, ateşten gömlek giyilen cemlerden aldınız o ilhamı ve bugüne taşıdınız. Şah Hüseyin’e ve onun ailesine yapılan zulümleri Lokman Hekimler saramadı, saramayacak da ki yeryüzündeki bütün insanlar içlerindeki kini, kibiri, haseti yenene kadar... onu yendikleri an işte o yaralar sarılacak, ecelin de çaresi bulunmuş olacak. Ölümsüzlük sevgi deryasına dalmaktır. Atalarımızın bize bırakmış olduğu en büyük ulusal miraslarımızdan birisi olan bu halk kültürünü, sözlü halk edebiyatını yaşatacağız sizin gibi sanatçılarımız sayesinde. Gönül gözünü açmak gerek, görebilmek için dünya sırrını “hu diyelim erenlerin demine, erenlerin demi nurdan sayılır / On İki İmam katarına katılan Muhammet Ali yardan sayılır, ihlas ile gelen bu yoldan dönmez / ikilikten geçmeyen birliğe ermez / eri Hakk görmeyen Hakkı göremez / gözü bakar ama körden sayılır” körlerden olmayalım gönül gözümüzü açalım, insanın gönlünün Kabe olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım. Bağlamanın pirlerinden ve yolumuzu aydınlatanlardan gelecek kuşağa taşıyanlardan Ali Ekber Çiçek sağ olun ağzınıza sağlık.
Hoşgörü, dostluk bağları, kini, riyakarlığı, yalanı bir kenara bırakalım bugüne kadar yalan yalan üstüne eklendi geldi artık yalandan bıktık, doyduk önce insan olalım, herkes mukaddes, herkesin inancına saygı gösterelim.
Söyleşi: 4 Nisan 2001, Cem Radyo, “Muharrem Sohbetleri”
ALİ EKBER ÇİÇEK’E SAYGI KONSERİ
Türk Halk Müziğinin en çok sevilen ses ve saz ustalarından birisi olarak belleklerde silinmez izler bırakan ve elli yıllık sanat yaşamında kişiliğinden ve kimliğinden ödün vermeden, altın ışıltısındaki yoluna devam eden Ali Ekber Çiçek için Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan “Saygı Konseri”ne yüzlerce hayranının yanı sıra onlarca sanatçı dostu da katıldı. 8 Ocak 2003 günü yapılan Ali Ekber Çiçek’e Saygı Konseri’nde büyük sanatçıya CEM Vakfı Genel Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan ve İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı tarafından birer plaket verildi.
1938 yılında Erzincan’da başlayan hayat yolculuğunda bugüne kadar yüzlerce konserde binlerce seveniyle buluşmasının yanı sıra uzun yıllar TRT’de sanatçı olarak görev yaparak Anadolu’nun ezgilerini, türkülerini hele de deyiş ve düvazlarını kendine özgü üslubuyla seslendiren Çiçek, dile getirdiği ve birçok sanatçının da seslendirdiği onlarca türkünün de kaynak kişisi oldu. “Derlemeciliği” yanında kendi yazdığı eserler de bulunan Ali Ekber Çiçek, Anadolu’nun buram buram insan kokan, sevgi kokan, birlik, beraberlik, dirlik kokan ezgilerini yerel otantik dokusunu muhafaza ederek ama kendine özgü ses ve saz tınılarıyla, onlara yeni bir renk verip, yeni boyutlarıyla tüm dünyaya ulaştırdı.
Onlarca kasette, CD’de, yüzlerce radyo ve televizyon programında türkülerin usta yorumcusu olarak halk katında geniş bir hayran kitlesine ulaşan Ali Ekber Çiçek, özellikle seslendirdiği ve Alevi - Bektaşi edebiyatının ölümsüz eserleri olan nefesleri, deyiş ve düvazlarıyla da bu kültürün saz ve sesle yine milyonlara ulaşmasına ve milyonların hislerine tercüman olmasıyla da ayrı bir öneme sahip oldu.
Anadolu’da bir dönemin en önemli ozanları olarak İhsanilerle, Mahsunilerle, Şah Turnalarla... sözlü kültürün yaşatıcıları arasında yer alan Ali Ekber Çiçek; daha sonra da günümüzde Arif Sağ, Yavuz Top, Musa Eroğlu, Sabahat Akkiraz, Sabahat Arslan, Erdal Erzincan gibi onlarca sanatçı üzerinde de etkisi olduğu gibi yüzlerce genç halk müziği sanatçısına da ilham kaynağı olmuştur.
Ali Ekber Çiçek’i dinlemek bir dost bahçesinin meclisine girmek gibidir; onun sazının sesi Anadolu’nun bin yıllık cemlerinin sesi gibidir; o nefes söyledikçe, o türkü söyledikçe bir çiçek bahçesinde bülbülün güle figanı duyulur; onun sesinde sevgiliye, yare, dosta, şaha, gurbet elde olana, sılaya, yitirdiklerimize, bizi öksüz koyup gidenlere, özlem vardır, sitem vardır. Onun ezgilerinde Kerbela’da şehit edilen İmamlar serdarı Şah Hüseyin’e, Evliyalar başı İmam Ali’ye gülbenkler çekilir.
Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan Saygı Gecesi’nde Arif Sağ, Yavuz Top, Erdal Erzincan, Zafer Gündoğdu, Makbule Oral, Sema Yadigar, Sabahat Aslan, Yusuf Benli gibi değerli sanatçıların seslendirdiği parçalardan sonra Ali Ekber Çiçek en çok sevilen ve istenen parçalarından bir demet sunarak, hayranlarının ve geceye katılanların tümünün gönlünü bir kez daha fethetti.
Daha sonra kendisine bir plaket vermek için huzura gelen CEM Vakfı Genel Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan yaptığı konuşmada, Ali Ekber Çiçek ve Ali Ekber Çiçek gibi sanatçı ve ozanların toplumumuz adına ne ifade ettikleri üzerinde durarak, bu büyük sanatçıların, kişiliğinden, kimliğinden ödün vermeden çok uzun yıllar sahnede ve halkın gönlünde kalmayı başarmış gerçek sanatçıların, ölümsüzler arasına katıldıklarını, toplumların da Ali Ekber Çiçek gibi sanatçılar sayesinde kimliğine sahip çıkabileceğini söyledi.
İzzettin Doğan; “eğer bir gün Hakk baki olur da Ali Ekber Çiçek’in bu dünyadaki bedeni sonsuzluk alemine göçerse, aslında bunun çok fazla bir önemi yoktur; o bir mumun yanan kısmının sönmesine rağmen ışığının tüm dünyayı aydınlattığı gibi, beden değiştirse de sonsuza kadar yanmaya, toplumu aydınlatmaya ve toplumun ruhunda olmaya devam edecektir” dedi.
Gecede daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkilileri tarafından Ali Ekber Çiçek’e şehrin anahtarı takdim edildi.
Konsere katılan tüm sanatçıların bir araya gelmeleri ve Ali Ekber Çiçek’in sazına eşlik ederek türkü söylemeleriyle sona eren Ali Ekber Çiçek’e Saygı Gecesi, gerçekten de tam anlamıyla “adına ve anlamına yakışır bir şekilde” sona erdi.
Ali Ekber Çiçek
1938 yılında, Erzincan / Ulalar Köyünde dünyaya geldi. Bağlama çalmaya küçük yaşlarda başladı. Yetiştiği yörenin müzik yaşantısından ve bu arada cemlerin mistik ortamından beslenerek repertuarını geliştirdi. 1949 yılında tanıştığı Muzaffer Sarısözen’in teşviki ile “Mahalli Sanatçı” sıfatı ile Ankara Radyosu halk müziği yayınlarına katılmaya başladı. 1960 yılından itibaren de kadrolu olarak girdiği İstanbul Radyosu’nda profesyonel müzik yaşamını sürdürdü ve bu kurumdan emekli oldu. Saz çalış tarzı ve bariton sesi ile karakteristik bir sanatçı ve kimliği ortaya koyan ve 400’e yakın eseri ustaca seslendiren Ali Ekber Çiçek, bilhassa “Aşık Tarzı Deyişler”, “Duvaz - Deh İmamlar”, “Semahlar”, “Coş (cûş) Havaları”, “Mersiyeler”, “Şaplak Havaları”, “Anonim Türküler” ve özellikle de “Mayalar” başta olmak üzere çeşitli uzun havaların ülke geneline yayılmasını sağladı. Sanatında gösterdiği üstün icra tarzı ile pek çok sanatçıyı etkiledi ve seslendirdiği eserler, pek çok profesyonel sanatçı tarafından seslendirildi. “Kaynak Kişi” sıfatı ile, ulusal kültür / sanat hayatına onlarca eser kazandıran Ali Ekber Çiçek, aynı zamanda “Derleyici” sıfatı ile de, pek çok eserin diskoteklerde yer almasını sağladı. Sanat hayatı boyunca Almanya ve Amerika başta olmak üzere yurt dışı ve yurt içinde 84 adet çift yüzlü plak (Ön - Arka birer eserlik / Columbia), 24 adet çift yüzlü plak (Ön - Arka ikişer eserlik / Odeon Plak), 50’yi aşkın 45’lik plak, 2 Long Play, 35 Kaset, 8 adet de CD dolduran Ali Ekber Çiçek; Amerika, Kanada ve Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa, Yunanistan başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinde ve ayrıca; Türkiye’nin hemen her şehrinde yer aldı. Onlarca kez Ulusal ve Uluslar arası Radyo ve Televizyon programlarına davet edildi. Amerika ve Kanada’da: Texas, Columbia, Michigan, Wisconsin ve Toronto Üniversitelerinde ve Türkiye genelindeki çeşitli Üniversiteler bünyesinde akademik düzeyde verdiği konserlerle bilim / sanat camiasının da büyük saygınlığını kazanarak defalarca ödüllendirildi. Usta sanatçı Ali Ekber Çiçek, ikinci defa sahne alacağı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda, bir kez daha hayranları ile buluştu.