Halk Ozanı Hüseyin Çeker İle Söyleşi

Geleneği Yaşatanlar Konuşuyor…

HALK OZANI HÜSEYİN ÇEKER
(OZAN ŞAH HÜSEYİN) İLE SÖYLEŞİ

Ayhan Aydın

Ozanım bana yaşamınızdan bahseder misiniz? Nerede ve ne zaman doğdunuz?

Kahramanmaraş’ın Elbistan İlçesine bağlı Körcek Köyü’nde, 1961’de dünyaya gelmişim. 
Annemin babası Hüseyin Yılmaz Dede idi. Tunceli Ovacık’ın Çilhoruz Köyü’nde doğmuş, aynı zamanda o köyün sahibiymiş, farklı yerlerde yaşamış en son Afşin’e bağlı Çomudüz Köyü’nde yaşayıp, vefat etmiş, mezarı oradadır. 
Bu Hüseyin Dedem, Mahzuni’yle, Âşık Meçhuli, Perişan Güzel, Davut Sulari, Kul Ahmet ile içli dışlıydı. Benim dayım Süleyman Dede Ankara Natayolu’nda oturuyordu, çok sevilen bir dedeydi. Âşık Emekçi de onlarda kalıyordu, öğrencilik dönemlerinde. Dayımın vasıtasıyla bazı ozanlarımızı daha iyi tanıma fırsatım oldu. Âşık Mahzuni’yle, Emekçi’yle, Viçdani’yle, Ali Hayrani’yle, Kul Ahmet’le, hepsiyle tanıştım. Âşık Hüdai ve Abdullah Papur’la arkadaşlığım oldu. Bu şiir yazma, bu ozanlık onlardan bana geçen bir erdemliliktir. 
İlkokulu bitirdikten sonra köyden ayrıldım, 1970’de İstanbul’a geldim.

Köyde ne kadar kaldınız?

Köyde benim babam çobanlık yapıyordu. Durumumuz zayıftı bizim. Mecbur kaldığım için İstanbul’a, Ali abimle birlikte geldik. Beni abim getirdi. Birlikte Eminönü’de işportacılık yapıyorduk. İşportacılık yaptığım dönemlerde Âşık Hüdayi’yle tanışma fırsatımız oldu. Âşık Yener’le tanışma fırsatımız oldu. Zaman zaman Ankara’ya da gittim. Dayımda kalıyordum. O da dede olduğu için çevresi genişti. Ben de onun çevresindeki dedelerle, ozanlarla tanıştım. Ama İstanbul’da yaşıyordum.

Köyünüzü biraz anlatın?

Köyümüz kırsal bir alandadır. Fazla bir özelliği yok; karım, hayvancılık yapılır. Âşık Meçhuli’nin köyü Kaşanlı bizim köye çok yakındır, yayan kırk dakikada gidiyorduk.

 

Köyde ocak, ziyaret var mıydı? Cem oluyor muydu?

Köyümüzde cem olmuyordu.

Yakın köylerde cem cemaat oluyor muydu?

Yok, olmazdı.

Köye ozanlar gelir miydi?

Gelirlerdi, köy köy gezerlerdi. Aşık Meçhuli gelirdi, Aşık Perişan Ali gelirdi, Mehmet Ali Güzel gelirdi. Ozanlar gelip gezerlerdi.

Kalırlar mıydı?

Bazen kalıyorlardı.

Sohbet muhabbet oluyor muydu?

Yıl 1970’ler başı… Aşık Mechuli kış gününde, bir atla geldi. Bizim Mustafa Yüksel’de, amcaoğlunda misafir kaldı. Tabii sabah atı yularından tutarak götürdü. Başka bir köye gitti. Aradan yirmi sene geçti. Ankara’da, tesadüfen amcaoğluyla yine yüz yüze geldiler, ben de ordaydım. Amacaoğlu dedi ki, sen ne yapıyorsun, ne işle meşgulsün? “O da dedi ki”, yirmi yıl önce elimde gördüğün yuları halen çekiyorum, halen çekiyorum, dedi.

Annemin babası Kureyşan’lıydı. Hüseyin Yılmaz Dedem, (yani Kureyşanlı, denilen dedem) on yedi yıl Rusya’da esir kalmış. Orada da evermişler, bilgi birikiminden dolayı. On yedi yıl sonra Dersim’e kaçıp geliyor. Dersim’de bakıyor ki, oğulları Hasan ve Hüseyin öldürülmüş. Komşulara sora sora Kayseri’den Maraş’a geliyor. Sora sora bizi buluyor. Annem Gülüstan’ı tanımış. Ve Emine isminde bir teyzem, Süleyman Dayım, Musa Dayım var. Musa dayımı göremiyor. Süleyman, Gülüstan ve Emine… Kalan çocuklarını görüyor. Veli Yılmaz Dedemin babası, oğlum bizim memlekete yani Dersim’e dön, diyor. O da dönmüyor. Çomudüzü’nde Hakk’a yürüyor. 
 Ben Dersim’deki köyümüzü de arıyorum, Çilhoruz Köyü’ymüş bizim eski köyümüz. 
Babamın babası Ali dedeyi tanıyamadım, görmedim. Malatya Kürecik’te sanırım vefat etmiş.

Babamın bir kardeşi varmış, adı İbrahim’miş. Adana Kadirli’de bir bayan tarafından zehir verilerek öldürülüyor. Babam da kimsesi olmadığı için, yıllarca çobanlık yapmış. Bütün köy ağalarına hizmet etmiş. Ama babam rahmetli, çok onurlu, gururlu bir insandı. Hayatta hiç kimseye boyun bükmezdi. 
Annem Dersim’den bir akrabasına sözlüymüş. Annem onu sevmiyormuş. Benim amcam da “neden senin gönlün yok, ben sizin aranızı bulurum”, diyor. Köyde ev damına gidiyor, annemle konuşmak için. İçeri girince kapıyı arkadan kilitliyor. Damın üstündeki delikten, annemi bir arkadaşıyla kaçırıp babama götürüyorlar. Dışardakiler “ne yaptın, İbrahim, kızın gönlünü aldın mı”, deyince? Gülüyor, aldım diyor. Annemle babam buluşuyor. Sabaha kadar kimse durumu bilmiyor. Sabah deniyor ki, İbrahim kardeşi Musto’ya Gülistan’ı kaçırmış! Bu 1947’de oluyor.

Kaç kardeşsiniz?
2 kız, 4 erkek; 6 kardeşiz.

Dedenizden bahsediyordunuz?

Hüseyin Kureyşi Dedem, Afşin’de bir tartışmaya giriyor. Karşısındaki tartıştığı insanlar buna yanıt veremeyince, zorla bunun makasla sakallarını kesiyorlar. Bu Çomudüz Köyü’ne geliyor, evinde yatarken, kırk gün hastalanıyor. Köy halkını topluyor, dua okuyarak, beyit söyleyerek kendi ölümünü ortaya koyuyor. Koco diye bir dostu varmış. O kemençe çalıyor, millete sigara dağıtılıyor, milletle helalleşiyor, vefat ediyor. Kendisi de cura çalarmış. Biz ona “Telli Kuran”, deriz. 
Çomudüz Köyü’nde halen anlatılıyor, Hüseyin Dede gibi bir insan daha dünyaya gelmedi, deniyor.

Tanıdığınız ozanlardan bahsedin birazda?

Mahzuni’yle, baba, dede dostu olduğu için birlikte konserlere de çıktık. Sohbetimiz vardı, Âşık Nurşani’yle aynı şekilde. Âşık Meçhuli’yle bayağı beraberliğimiz oldu.

Turneye, gezilere, köylere gider miydiniz?

Bazen ozanlarla köylere giderdik ama ben fazla gitmiyordum, ön plana da çıkmazdım. Abdullah Papur’la samimiyetimiz vardı.

Sizce ozanlar kimlerdir?

Ozanlar din, dil, ırk, mezhep gözetmeyen insanlardır. Geçmişi geleceğe taşıyan köprülerdir. Toplumun gözüdür, dilidir. 
Gerçek bir ozan nasıl olmalıdır?

Gönülden; Hakk’kı, Halkı bir görmelidir. Hakk da halktan ayrı değildir, halk Hakk’tan ayrı değildir. Bu bir ateşten gömlektir, eğer bunu giyebilirse ozandır, yoksa ozan değildir.

Ozanlar gönül insanlarıdır. Peki sizce nedir gönül?

Gönül demek yaratıcı demektir, ileriyi gören demektir.
Üç çeşit âşıklık vardır: Para aşığı, nefis aşığı, Hakk aşığı vardır. 
Önemli olan, Hakk aşığı olabilmektir. İnsanlar bir boncuğa benzer. Ozanlar da aynıdır. Boncuklar renkli renklidir, çok güzeldir. Ama bence önemli olan her birini birbirinden ayırabilmektir; tahtayı, demiri, elması, her birini birbirinden ayırabilmektir. Önemli olan ozanlıkta da, hayatta da, gerçek bir elmas olabilmektir. 
Ozanlık erdemliliktir, güzelliktir, toplumun derdine dert edinendir, ama ozan tüm dünyanın insanıdır. Ben bu inanca mensubum.

Yaşam, ölüm, aşk hakkında neler söylersiniz?

Bir bitki, havayla suya zarar verebilir. Bir hayvan hem suya, hem havaya, hem bitkiye zarar verebilir. Bir insansa neyi görürse ona zarar verir. Burada işte bir düşünce devreye girer, Hacı Bektaş pirimin düşüncesi devreye girer: bu düşünce insan olmak, düşüncesidir. Bütün olay budur. İnsan olmak en büyük erdemdir.

Aşk nedir?

Gerçeği yaşayabilmektir. O güzelliği kendinde görebilmektir. Sevgiyi paylaşabilmektir, cemal cemale kalabilmek, ileriyi görebilmektir.

Pir Sultan, Kul Himmet, Şah Hatayia gibi ulu ozanlar var… Bunlara niçin ulu ozan deniyor?

Onlar hakikati insanlık adına yaydıkları, bedel ödedikleri, gerçekleri gördükleri, Hakk’ı kendinde bulduları için ulu ozan olmuşlardır. O Hakk benim kalbimdeyse, ben isem sorun yok, O Hakk’ı başkasında arıyorsam, sorun çoktur.

Hz. Ali Kimdir, en önemli özellikleri nelerdir?

İslamiyet yeryüzünde yoğ iken, dört bin yıl öncesinde tutulan Hıdırellez Orucu vardı. Bu Hıdırellez Orucu’nda Hz. Ali Efendimiz üçünü tutmuş. Üçüncü günde etrafına nur gelmişti. Bezim büyüklerimizden, ozanlarımdan duyduklarımız bunlardı. Dört bin yıl öncesinden bugünü bu olayı yaşıyoruz. Hz. Ali Efendimiz ölmüş değildir, halen bizimle beraberdir. Bizim Bektaşi felsefemize göre ölüm yoktur, don değişimi vardır. Biz de o donun soylarındanız.

Bütün milletler tarafından kutlanan Bahar Bayramı (Nevruz derler), Hz. Ali Efendimizin doğum günüdür. Hz. Ali mazlumdan yana, zalimin karşısında olan bir insandır.

Hz. Hüseyin sizin için ne ifade ediyor? Kerbela’da yaşanan neydi?

Hz. Hüseyin boyun bükmeyen, zalime karşı duran, zalime biat etmeyen, kendi yoluna sahip çıkan Hakk tarafından insanlığa sunulan bir nimettir. 
Kerbela’da Yezit orduyla savaşan İmam Hüseyin, zalime boyun bükmediği için şehitlik mertebesine ulaşmıştır. Hz. Hüseyin, insanlık adına bir duruş sergilemiştir. 
Horasan’dan gelen 24 boy Türkiye’ye dağılıyor. Bu Ahmet Yesevi’den öncedir. Bu 24 boyun 16 boyu Bektaşi-Alevi Ehlibeyt soyundandır. 8 Boy da Sünni kökenliydi. Bu 20. Asrın yirmisine geldiğimizde bu guruplar yer değişmiş. Bu da üzücü bir olaydır. 
Osmanlı döneminden Hünkâr Hacı Bektaş Pirim’le birlikte dedeler, babalar gönderildi. Kan dökerek değil, bu insanları oraya göndererek, onları ikna ederek, Osmanlı o kadar gelişmiştir.

Hacı Bektaş Veli sizce kimdir?

İyi ki Hacı Bektaş pirimiz varmış, bugün Anadolu Aleviliğini yayan, geliştiren, Pir Hacı Bektaş Veli Pirimizdir. Ben daha önce Hacı Bektaş Veli Pirimi tanımadan önce bir siyasi görüşüm vardı. Hacı Bektaş Veli Pirimi tanıdıktan sonra her şeyin orada mevcut olduğunu gördüm. O, benim için bir ışıktır.

Sizi en çok hangi yönü etkiledi?

Paylaşım. İnsanlara bakışı, hümanist dünya görüşü beni en çok etkiledi.

Alevilik’le ilgili neler söylersiniz?

Ben bir kez daha dünyaya gelirsem, Alevi olarak dünyaya gelirim. Alevilikte din, dil, ırk, mezhep ayrımı yoktur. Alevilikte insan olmak vardır. Her insan Alevi olamaz. Alevilik ateşten bir gömlektir, eğer giymesini bilebilirsen. Alevilik bir felsefedir, düşüncedir. Yeryüzünde toprağın olmadığı bir yer var mı? İşte nasıl ki her yerde toprak varsa, her yerde Alevilik’te, Bektaşilik’te vardır. Çünkü bu bir felsefedir, her yerde vardır.

Sanatçılar öne çıktı, ozanlar geride kaldı? Bu konuda ne dersiniz?

Ben onu kabul etmiyorum. Ozanlar asla ölmezler, onlar yaratıcıdırlar. Nerede son buldu dediğinde ortaya bir şey çıkarırlar. 
Bazı sanatçılarımız bitirim (vitrin) sanatçıları, bazıları hırsız. Ozanların ürünlerini alıp kendilerine mal eden bir sürü “sanatçıyım”, diyen insan var.

Siz saz çalmaya ne zaman başladınız?

Hüseyin Kureyşi Dedemden bir cura kalmıştı. Yıllarca evde duvarda asılıydı. Telleri yoktu. Atkuyruğundaki kıllardan saz teli olacağını duymuştum. Ben de komşu atın kuyruğundan kılları kopararak, üç tane tel yaptırdım birbirine bağlayarak. O beni tatmin etmedi. Bu zaman zarfında Elbistan’dan alınan süpürgelerinin tellerini (kalın telleri) alıyordum saza takıyordum. Orda içimde bir yara olarak, İstanbul’a ilk geldiğimde, Ozan Temeli (Âşık Ali Temel)’nin bir sazı vardı. O sazı bana sattı. Ondan sonra üç beş kez saz değiştirdim, hiç kursa gitmedim. Çünkü benim okuduğum mektep farklı bir mektepti.

Nasıl bir mektepti?

Bireysel bir mekteptir. Ben ozanlarla birlikte kaldığımda çaldığım beyitlerle, onlardan ilham alarak kendimi yetiştirdim. Ben notadan anlamam. Eğitimli değil alaylımı.

Hiç belli bir ustanız olmadı mı?

Ozanların hepsi benim ustam oldu.

Şu anda Hacı Bektaş Tat, Börgenekli Yusuf, Ali Nurşani, Celal Şenocak (Gümüş Dede), Mazlum Zengin, Hüseyin İpek’le dostluğumuz devam ediyor.

 

Söyleşi: Ayhan Aydın

14 ARALIK 2016, ŞAHKULU SULTAN DERGÂHI, GÖZTEPE, İSTANBUL

 

Eserlerinden Örnekler

 

Bir Gün Geleceğim Sana 
Toprak Ana Toprak Ana

 

Açmışsın bağrını bana
Arıyorsun yana yana
Doymuyorsun sen insana
Toprak Ana Toprak Ana

Bir gün geleceğim sana 
Toprak Ana Toprak Ana

Gündüzün geceye düşman
Sana gelip giden pişman
Su ile havanı aşmam
Toprak Ana Toprak Ana

Bir gün geleceğim sana 
Toprak Ana Toprak Ana

Güneşle ay sana yarar
Kar örter yağmurun yarar
Bir gün Şah Hüseyin’i sarar
Toprak Ana Toprak Ana

Bir gün geleceğim sana 
Toprak Ana Toprak Ana

 

Gel Otur Yanıma Canım Sırdaşım

 

Gel otur yanıma canım sırdaşım
Senin dizlerine koyayım başım
Çileye katlanmış o güzel eşim
Ela gözlerine kurban olduğum

Hilal kaşlarını boşuna çatma
Kara gözlerinden yaşlar akıtma
İntizar eyleyip yuvamı yıkma
Ela gözlerine kurban olduğum

Şah Hüseyin sana mehlim vermişim
Yaradan biliyor sadık kalmışım
Ben ayağın sen de başım olmuşsun
Ela gözlerine kurban olduğum

Atatürk

Gökyüzüne benzer gözün
Nurdan aydınlıktır yüzün
Dünyaya hükmeder sözün
Benim ulu Atatürk’üm

Bu ne şanstır ne de kader
Sonsuza kadar devam eder
Temel sağlam yoktur keder
Benim ulu Atatürk’üm

Bütün dünya sana hayran
İlham veren Şahı Merdan
Şah Hüseyin der canım kurban
Benim ulu Atatürk’üm

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile