SAİT KÜÇÜK
(SADIK MİSKİNİ)
AYHAN AYDIN
Sevgili Sait Küçük, sizi birçok sanatçının okuduğu “Sevenlere gönül verdim / Yola çevirdiler beni” dizeleriyle başlayan deyişinizle tanıdık. Bize kendinizden bahsedebilir misiniz?
1964 yılanda Kars’ın Kağızman İlçesi Şahindere Mahallesi’ndeki kerpiç bir evde doğmurmuş anam beni. 1981 yılında Kağızman Lisesi’nden mezun oldum. Öğrenimimi yıllar sonra AÖF. Sosyal Bilimler Bölümü’ne kayıt yaptırarak sürdürdüm. Son sınıfta iki dersten takıntım var. Bu iki dersi verdiğimde Yüksek Okul diplomamı almış olacağım. Serbest ticaretle uğraşıyorum. Evli ve iki çocuk babasıyım. Şiire ortaokul yıllarında başladım. Kars, halk ozanlarının harmanlandığı bir il olduğu için ben de bu ozanlar gibi dörtlükler yazmaya başladım. Yine aynı yıllarda Babacan Mahlaslı şair ve saz öğreticisi Mücahit Önal’dan pratik saz çalma tekniğini öğrendim. Halk Edebiyatı’na büyük bir merak saldım. Hemen hemen gelmiş geçmiş bütün halk ozanlarının hayatını ve şiirlerini inceledim. Erenlerden öğüt aldım, ders aldım. Hoca Ahmet Yeseviler’in, Hacı Bektaşı Veliler’in, Yunuslar’ın, Mevlanalar’ın yetmiş üç milleti sevdiğini gördüm ve duygulandım. Duygularımı kaleme şöyle döktüm:
Sevenlere gönül verdim
Yola çevirdiler beni
Damla bile değil idim
Göle çevirdiler beni
Tohumu döl eylediler
Dikeni gül eylediler
Yari bülbül eylediler
Güle çevirdiler beni
Miskini’yi eğittiler
Dane dane öğüttüler
Dil bilmezdim öğrettiler
Dile çevirdiler beni
“Cahil meclisine gireyim deme
Manasız sözlerden yaralanırsın
Hoyratın gülünü dereyim deme
Adın lekelenir karalanırsın”
Yeni kuşaklar için örnek, bizim için umut olan, Halk ozanlığı geleneğini sürdüren, Sait Küçük bu arifler, ozanlar meclisine nasıl girdi? Kimlerle tanıştı, dost oldu, kimlerden etkilendi, şiir dünyasını nasıl kuruyor?
Öteden beri ozanların harmanlandığı Anadolu’nun Serhat Şehri Kars’ta halk şiirlerinin içinde doğmuş sayıyorum kendimi. Mevlana’yla, Yunus’la, Pir Sultan Abdal’la, Karacaoğlan’la, Dadaloğlu’yla, Köroğlu’yla tanışmam, bütünleşmem kitaplar aracılığıyla olmuştur. Pir Sultan’ı, Yunus’u defalarca okudum. Mevlana’nın Mesnevisi’ni, Divan’ı Kebir’ini bütün ciltleriyle okudum. Bu büyük insanların hayat felsefelerinden, hoşgörülerinden etkilendim. Şiir dünyamı güzelliklerle, dostluklarla, barışla, sevgiyle kurmaya çalıştım.
“Benim dilim muhabbetin dilidir
Benim gülüm has bahçenin gülüdür
Benim yolum insanlığın yoludur
Kesseler başımı dönen değilim”
Sizin sürdüğünüz insanlık yolu nasıl bir yol? Ne gibi ilkeleri var? Anadolu ve dünya insanlığı için neyi hedefliyor?
Sürdüğüm insanlık yolunu şu dizelerimle ifade etmek istiyorum:
Sevgi ile yola çıktım
İnsanlığa yürüyorum
Nefret kalesini yıktım
İnsanlığa yürüyorum
Bir güzellik var yolumda
Dostluk türküsü dilimde
Barış bayrağı elimde
İnsanlığa yürüyorum
Saygı kanun sevgi yasa
Ne bir elem ne bir tasa
Dikenlere basa basa
İnsanlığa yürüyorum
Yari aldım yakınıma
Eşlik ettik akınıma
Aşık doldurdum çıkınıma
İnsanlığa yürüyorum
Sadık Miskini’diradım
Muhabbete doyamadım
Hızlı tempo koşar adım
İnsanlığa yürüyorum
Hep arifler meslisinden, sevgi, dostluk, dürüstlükten bahsediyorsunuz. Dünya malının değersizliğini, aşka bağlanmanın Sırat Köprüsü’nden geçmekten daha önemli olduğunu işliyorsunuz şiirlerinizde. Bu sizin yaşam şekliniz oldu herhalde?
Arif insanlar anlayışlı insanlardır. Anlayışlı insanların yüreği sevgi dolu, dünyası dostluklarla kuruludur. Arif insanlar için dünya malı değil dostluklar değerlidir. Aşk’a gelince bir kıtamızda şöyle diyoruz:
Aşıktadır aşk herkeste değildir
Sevmeyende, kinperestte değildir
Aşk ile yaşayan hasta değildir
Aşk aşık insana lokman sayılır
Demokrasi, laiklik, özgürlük, bağımsızlık, insanlık, eşitlik, sevgi, duygu, dostluk, yardımlaşma, bilim, teknik hep idealler, hep duyduğumuz güzel sözler, kavramlar, terimler... Sizin de şiirlerinizde bu konular çok işleniyor. Peki ama niçin bir türlü bu kelimeler sözcük olmaktan çıkıpta gerçeklik bulmuyor da hep hayallerde, düşlerde kalıyor? Sadece devletin kötü yöneticilerimi suçlu bunların gelişmemesinde?
Demokrasinin, laikliğin, özgürlüğün, insanlığın, eşitliğin, sevginin, dostluğun, yardımlaşmanın hakim olduğu bir ülkede insanların mutlu olacakların bütün yüreğimle inanıyorum. Ne yazıkki bu kavramlar, terimler sözcüklerde kalmaktan öteye gidemiyor. Sıraldığımız bu güzellikleri ruhu güzel, düşüncesi güzel, yüreği güzel insanlar hayata geçirebilir ancak. Yoksa bu iş çıkarcıların, duygu sümürücülerinin, koltuk sevdalarının işi değil.
Sünni kökenli bir şairimizsiniz. Fakat sizin şiirlerinizde Alevi / Bektaşi Kültürü’nün, inancının geleneklerinin etkileri var. Şiirlerinizde çok yoğun olarak bu köklü geleneğin izlerini görüyoruz. Nedir Alevilik / Bektaşilik, felsefi derinliği, kültürel zenginliği nereden kaynaklanıyor, sizce?
Anadolu Kültürü bizim kimliğimizdir. İnancımızdır, düşüncemizdir. Yaşama biçimimizdir. Tabiki her ozan şiirlerinde, içinde doğup büyüdüğü kültürden izler taşıyacaktır. Sünnilik, Alevilik, Bektaşilik felsefi ve kültürel olarak yaşamamızın her devresinde yer almışladır. Ama ben ozan yüreğimle bu üç inançsal değeri bütünleştiriyor ve bir şiirimin son iki kıtasında diyorum ki:
Ayrı mezheplere olmuşuz malik
Bu ayrım yüzünden bağrımız delik
Nedir bu Sünnilik bu Alevilik
Tanrı’ya imanda dost olalım
Miskini gönülün kabesi birdir
O kabe içinde aşk sevgi vardır
İnsanı insandan ayırmak kirdir
Fikirde vicdanda dost olalım dost
Miskini mahlasını nasıl aldınız?
İlk şiirlerimi Evrensel mahlasıyla yazmayı denedim. Evrenselliğe ulaşamayacağımdan korkarak Yunus Emre’nin bazı dörtlüklerinde geçen Miskin sözcüğünü Miskini olarak mahlas edindim. Miskini’nin başına da asıl adım olan Sait’ten esinlenerek Sadık sözcüğünü koydum. Şiirlerimi bu mahlasla yazmaya başladım. Bir ara “Fani” mahlasını da kullandım. Yine şiirlerimi Sadık Miskini mahlasıyla yazıyorum.
Halk ozanlığınızın yanında çok ayırt edici bir yönünüz de var. Siz aynı zamanda serbest nazımla şiirler yazan bir şairimizsiniz. 1984‘de Milliyet Sanat Dergisi’nde şiirleriniz yayınlanmaya başlandı. Kıyı, Damar gibi kültür sanat dergilerinde de şiirleriniz yayınlandı. Niçin hem halk ozanlığı geleneği hem de çağdaş şiir örnekleri?
Lise yıllarımda Orhan Veli, Melih Cevdet, Cahit Külebi, Dağlarca, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Neruda, Eluard, Lorka, Aragon, Mayakovski gibi adlarını sayamıyacağım birçok şairi okumaya başladım. İlçemize gelen sanat dergilerinin takipcisi oldum. Bu dergiler serbest nazımla yazılan şiirler yayınlıyordu. Halk şiirine yer vermiyorlardı. Serbest nazımla yazdığım şiirleri bu dergilere göndermeye başladım. Halk şiir tarzındaki şiirlerimi 1993 yılından itibaren Cem’de yayınlıyorum. Nefes’te de şiirlerim yayımlandı. Divriği Harman’da da. Önemle belirtmek isteğim bir husus var burada. Cem Dergisi’nin halk şiiri tarzında yazdığım şiirlerime büyük katkıları olmuştur. Cem’e emek vermiş ve verecek olan canlara candan teşekkürlerimi iletirim.
Sizce halk ozanlığı nasıl doğmuştur. Kimlerdir halk ozanları. Geçmişten günümüze ne gibi değişiklikler geçirmiştir bu gelenek. Şu andaki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizce halk ozanlığı Oğuzlar’a kadar uzanmaktadır. Ozanların piri Dede Korkut’tur. Oğuzlar içinde akılcı insan ozanlar, yol göstericidirler. Uyarandır. Kahramanlık destanları söyleyen, halkın sevincini, acısını, ak ve kara gününü türküleştirendir. Halk ozanları ölçülü, uyaklı, ahenkli şiirler yazan, türküler, destanlar okuyan halk edebiyatı temsilcileridirler. Bu gelenek geçmişten günümüze önemli değişikler göstermişlerdir. Halk şiiri Osmanlı döneminde Divan Şiiri’nin etkisiyle şekillenmeye yüz tutmuştur. Halk dilinin egemen olduğu şiir belleklere yerleşirken Divan üsluplu şiirler kitap sayfalarında unutulmuştur. Halk ozanlığının günümüzdeki durumu hiç de içaçıcı değil. Genelde yavan, kuru şiirler yazılıyor. Taklikçilik, nazirecilik, basitlik almış yürümüş. Çoğu kelime yığınından ibaret. Kelimeleri yan yana dizmeyle, ölçüğü uyağı yerine oturtmayla şiir yazıyorum sananlar yanılıyorlar. Herşeyden önce şiirde imge, estetik, duyarlılık olmalı. Şiir içi boş bir davul değil susamışın susuzluğunu giderecek su dolu bir desti olmalı. Günümüz halk ozanlarının kitap okumadıkları kanaatindeyim. Yunus Emre’yi, Kaygusuz Abdal’ı, Kazak Abdal’ı, Kul Himmet’i, Hatayi’yi, Nesimi’yi, Mevlana’yı, okumayan anlayamayan bir ozan ne yazabilir, ne üretebilir ki? Günümüz aşık edebiyatı geçmiş yüzyıllardaki halk edebiyatının güneşi karşısında kararmış küçük bir yıldız gibi kalmıştır.
Halk ozanlarının geleceği hakkındaki fikirleriniz nelerdir?
Okuyan, değerlendiren, kendi kendini eleştirebilen, yaratıcı halk ozanları varolduğu müddetce bu gelenek sürecektir. Yaratıcılıktan noksan, aşırmacı, taklitci, söz yığınını şiir sanan halk ozanlarının geleceği hakkında pek umutlu değilim.
CEM, NİSAN 1999, SAYI; 89, SAYFA 54 / 55
ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER
YOL KABUL EYLE
Hakikat şehrine girmek istersen
Edebi erkanı yol kabul eyle
İlmin menziline ermek istersen
Mürşidi kılavuz bil kabul eyle
Ben yüceyim diye kurulup durma
Kimsenin kalbini incitip kırma
Nefret derya olsa soyunup girme
Aşkın damlasını göl kabul eyle
Kesme ayağını yar otağından
Mecnun vazgeçer mi Leyla dağından
Gonca gül devşirme hoyrat bağından
Dostun dikenini gül kabul eyle
Kavgadan uzak dur sev muhabbeti
Eşine dostuna verme zahmeti
Namerdin elinden içme şerbeti
Merdin zehirini bal kabul eyle
Gönlünden kibiri sildiğin zaman
İnsanlık aşkıyla dolduğun zaman
Alemin sultanı olduğun zaman
Sadık Miskini’yikul kabul eyle
CAHİL MECLİSİNE GİREYİM DEME
Cahil meclisine gireyim deme
Manasız sözlerden yaralanırsın
Hoyratın gülünü dereyim deme
Adın lekelenir karalanırsın
İrfan meclisine gönüllü katıl
İlim öğrenmek için ileri atıl
Eğer altın isen sarrafa satıl
Nadanın elinde parelenirsin
Kasacık ömrümde bak neler gördüm
Yediğim ekmeği alıyla kardım
Öyle her kişiden esteme yardım
Var git dost yanına çarelenirsin
Aynı değerde tut yoksulu bayı
Lokman isen derde eyle devayı
Sadık Miskini der olma havayı
Birgün toprak olur kürelenirsin
KEVSER IRMAĞINDAN BİR KATRE KANSAM
Kevser ırmağından bir katre kansam
Sanki dolu dolu içmiş olurum
Aşka iman etsem dosta bağlansam
Sırat Köprüsünü geçmiş olurum
Öldürsem nefsimi yensem hırsımı
Dergah-ı alimden görsem kursumu
Mürşid-i Kamilden alsam dersimi
İlmin kapısını açmış olurum
Sadık Miskini’yim adım çekerler
Ozan oldum diye dudak bükerler
Birgün benim heykelimi dikerler
O zaman dünyadan göçmüş olurum
DÖNEN DEĞİLİM
Yandırdım canımı aşk ataşına
Gayri cehenneme yanan değilim
Yalan sofrasında riya aşına
Hakikat lokmasın banan değilim
Benim dilim muhabbetin dilidir
Benim gülüm bas bahçenin gülüdür
Benim yolun insanlığın yoludur
Kesseler başımı dönen değilim
Ak ile karayı ayırıp seçtim
Bu sevda uğruna canımdan geçtim
Birlik şerbetini zevk ile içtim
İkilik şerbetin kanan değilim
Sadık Miskini’yim geldiğim için
Dost ile ağlayıp güldüğüm için
Gerçeğin ışığı olduğun için
Tüm cihan üflese sönen değilim
İNSANI TAVAF EYLERİM
Hakikatın huzurunda
Her azamı saf eyelerim
Zalimlere isyan gerek
Mazluma insaf eylerim
Yanırım aşk ataşına
Ekmek banarım aşına
Yüz sürmem kabe taşına
İnsanı tavaf eylerim
Kötülüğü terkedeni
İyilik yoluna gideni
Suçunu kabul edeni
Yüzbin kere af eylerim
Miskini yanadır Haktan
Ayırır karayı aktan
Yüreğimi insanlıktan
Dönmeyen taraf eylerim
BİLİM GERÇEĞİDİR BİLDİĞİM BENİM
Bana derler niçin namaz kılmazsın
Aşkın namazıdır kıldığım benim
Kuru lafa dogma söze inanmam
Bilim gerçeğidir bildiğim benim
Bana gönül kabe aşk ibadettir
Dostlar bal arısı bal muhabbettir
Boşandığım kibir ile nefrettir
İnsan sevgisidir dolduğum benim
Miskini’yi yakan aşk ataşıdır
Aşk ile görmeyen kördür şaşıdır
Benim yitirdiğim benlik taşıdır
Birlik gevheridir bulduğum benim
BEN SEVGİYİ SERVET BİLDİM
Ben sevgiyi servet bildim
Dünya malı sizin olsun
Dost yüzünü tavaf kıldım
Kabe yolu sizin olsun
Boyladım aşkın bahrini
Onardım gönül şehrini
İçtim muhabbet zehrini
Yağı balı sizin olsun
Dostun yoluna sailim
Güzel yüzüne mailim
Dane buğdaya gailim
Dolu dolu sizin olsun
MİSKİNİ metahın tutar
Tutar da alana satar
Dost dikeni bana yeter
Gonca gülü sizin olsun
AŞIĞIZ AŞ DİVANINDA
Aşığız aşk divanında
Bülbülüz dost gül şanında
Muhabbetin maydanında
Canımızı pazarlarız
Aşık olan aşka yeter
Yüreğimde sevgi tüter
Ne zalime alkış tutar
Ne mazlumu azarlarız
MİSKİNİ söyler kelamı
Herkese verir selamı
Ayırmayız biz alemi
Bir göz ile nazarlarız
HER TÜRLÜ KURUSU ÖZÜMDE GÖRDÜM
İbret aynasına baktığı zaman
Eşkimiş sirkeyi yüzümde gördüm
Alemin gözünde çöpü ararken
Ben keranı kendi gözümde gördüm
Çirkinlik bulunmaz güzel cananda
Adavat aranmaz ilim irfanda
Noksanlık olur mu kamil insanda
Her türlü kurusu özümde gördüm
MİSKİNİ istemez kemlik gütmeyi
Gönül binasını harap etmeyi
Hatırlar yıkarak dost incitmeyi
Sürçü lisanımda sözümde gördüm
KABRİSTAN
Bugün yolum düştü bir kabristana
Gördüm ki nicesi ölmüş yatıyor
Nicesinin otlar bitmiş üstünde
Niceleri toprak olmuş yatıyor
Ecel pençesini vurmuş yüzlere
Acımamış gelinlere kızlara
Sürmeler çekilen ela gözlere
Kara karıncalar dolmuş yatıyor
Yaylalarda koyun kuzu yayanlar
Malın mülküm hesap edip sayanlar
Ben falanım ben filanım diyenler
Uyanmaz uykuya dalmış yatıyor
Ölümün eline geçmiş canları
Toprağa karışmış nazik tenleri
Nice yiğitleri pehlivanları
Kara yeraltında almış yatıyor
Ufacık mezarlar sanki yok olmuş
Toprağı erimiş taşı yıkılmış
Analar atalar bir bir çekilmiş
Sıra MİSKİNİ’ye gelmiş yatıyor
BOŞ GELİR GİDER
İlim öğrenmekle gözü olmayan
İrfan meclisine boş gelir gider
Ariflerin verdiğini almayan
Duygusuz sezgisiz taş gelir gider
Talip olmayanlar dosta eremez
Muhabbetin goncasını deremez
Yol ehli olmayan yolu süremez
Her işi hayaldir düş gelir gider
Aşkın meydanında çalınır sazlar
Dökülür nağmeler bal olur sözler
Güzeli çirkini seçmeyen gözler
Bakar olsa bile şaş gelir gider
MİSKİNİ gerçeği aşık olmazsa
İnsan-ı kamilden dersin almazsa
Tanıyıp da kend’özünü bilmezse
Kara cahillere eş gelir gider
DOSTUN DERGAHI
Dostun dergahına tövbeye giren
Doğru iman eyler mümin sayılır
Körletip nefsini zincire vuran
Eline beline emin sayılır
Bulunmaz değeri gevher taşının
Tadına doyulmaz dostluk aşının
İyilik nişanı iyi kişinin
Kötülük nişanı kemin sayılır
SADIK MİSKİNİ der dostu zikreyle
Yediğine içtiğine şükreyle
Derin düşün hele bir yol fikreyle
Yaradan kim bu yer kimin sayılır
KAĞIZMAN’A IRMARLADIM NAR GELE
-Gerçek öyküsü ve sözüyle-
Kağızman’ın kuzey köyleriden Paslı civarında bir gelin ölümcül bir hastalıa yakalanır. Yatağa düşer. Ömrünün son günlerini yaşayan gelinin gönlü nar ister. Mevsim kıştır. Kocası hanımının son isteğini yerine getirmek için atına binerek, nar temin etip götürmek için ilçe merkezine gelir. Hasta yatağındaki gelin nar gecikince “nar nar” diye inlemeye başlar. Başucunda bulunun yakınları teselli amacıyla “az sabreyle ısmarladık, Kağızman’dan nar ha geldi ha gelecek” der. Gelin, nar ona ulaşamadan son nefesini verir. Gelinin ardından ağlayan yakınları aşağıdaki ağıtı yakarlar.
Kağızman’a ısmarladım na gele
Gümüş kemer ince bele dar gele
Baharda yayılır kuzu yan yana
Benim yarim inci takar gerdana
Kağızman’ın yaylaları yokuştur
Fistan giymiş etekler nakışlıdır
Benim yarim güzellerden bir dane
İçlerinde sarı saçlı gül dane
Kağızman’da kalayladım kazanı
Ben severim okuyanı yazanı
Kağızman’a ısmarladım fesimi
Ben ölürsem kimler tutar yasımı