MUHARREM YAZICIOĞLU - I

 

- YAZICIOĞLU -

 

Haksızlığa Karşı Duran bir ozan Muharrem Yazıcıoğlu  ve

Haykıran Yürek

 

AYHAN AYDIN

 

Yazıcıoğlu yoğrulsam da pişmedim

Öleceğim abu hayat içmedin

Senin ile mahkemeden kaçmadım

Felek senden davacıyım bilesin

Yiğit isen mahkemeye gelesin.

 

Tarihler boyunca hep güzelin, iyinin, doğrunun yanında yer almış, sevgi için saz çalmış, zalime, bozguncuya karşı çıkmış ozanlar bu ülkenin, bu toprakların öz sahipleridirler.

Onlar dost illerinin bülbülleridir. Yaraları saran, dertlilere derman olan ozanlar, aşıklar toplumsal bilincin ve direncin de sembolü olmuşlardır.

Türklerde çok büyük bir gelenek olarak yaşayan Halk Ozanlığı günümüzde de devam etmektedir. Bu yiğit damar kurumamış, bu büyük pınardan beslenen ozanlar, günümüzde de şiir söylemeye, saz çalmaya, bulut olup toplumları üzerine yağmaya devam etmektedirler.

Bu büyük geleneğin günümüzdeki önemli temsilcilerinden birisi olan Muharrem Yazıcıoğlu, en çok okuyan, en çok araştıran, en çok sorgulayan ozanlardan birisidir. Zengin kütüphanesindeki kitapların ötesinde asıl hayat okulunda okuyup, kendine büyük bir dünya kurabilmiş dost bir ses, dost bir nefestir, Muharrem Yazıcıoğlu’nun şiirleri.

O insanı sevmiş, insana inanmış, insanın dalında açıp gülmüş büyük bir yürektir.

Araştırmacıdır, okuyandır, inceleyendir, gezendir, halkın dertleriyle dolup taşandır. Malatya Arguvan’dan başlayan hayat öyküsü hep çilelerle, dertlerle bezelidir, örülüdür. Hayat kavgası, geçim derdi tüm insanlarımızın, tüm ozanlarımızın olduğu gibi Yazıcıoğlu’nun da başında olan bir durumdur.

Birçok işte çalıştıktan sonra, Almanya’ya kadar uzandıktan sonra, şimdi yaşamını, kışları Antalya’da, yazları Ankara’da sürdüren Yazıcıoğlu gerçek bir emekçidir. Yozlaşmamış, bozulmamış, dürüst, onurlu, çağdaş bir insanın ve insanlığın peşinde olan Yazıcıoğlu, hemen her alanda yüzlerce şiir yazmış, bu şiirlerini birçok kitapta toplamıştır.

Bir Antalya sevdalısı olan Muharrem Yazıcıoğlu, ozanların birliğinden, beraberliğinden yana, Atatürk Devrimlerine içten bağlı, Anadolu’nun kültürel yapısına bu arada Alevi inanç ve felsefesine de içten bağlı, dayandığı ve beslendiği bu alanı dışlamadan ürün vermeye devam etmektedir.

Kendisiyle birçok kez söyleşi yaptığım, 2000 haziranında yanlarında kaldığım üç hafta boyunca eşiyle beraber bana bir evladıymışım gibi davranan, yaşamı, görüş ve düşünceleri hakkında detaylı bilgiler edindiğim, kimilerine göre asabi bu “huysuz” Anadolu çınarı, Anadolu bilgesi yayınladığı ve sürekli yanımda olan, dinlemekten bıkmadığım kasetiyle de haykırıyor insanlığa; dostluk diyor, barış diyor, aşk diyor, yalnızlık diyor, arıyorum bulamadım ben beni diyor, çok acılar çektim gurbet ellerde diyor, zamanlar düşüncemi elimden aldı diyor, Cephelerde mehmetçiğiz /Dar günlerde nöbetçiyiz/ Hem üreten hem aşçıyız / sofradan kovarlar bizi diyor, Dertle aşkı karıştırdım/ dertler bende aşk koymadı diyor... Haykıran  Yürek isimli kasetinde.

Evet haykıran bir yürek Muharrem Yazıcıoğlu. Karanlıklar içinde, zindanlar içinde, umutsuzluklar içinde ozanca bir haykırışı var, umut tarlasından gelincikler toplamaya çağırıyor bizleri, dertli dertli söylediği parçalarla.

Sizi de bu sese kulak vermeye davet ediyoruz.

 

“Bağrımda hasretin ateşi tüter, / Ana hasret, bacı hasret, el hasret, / Güzel varlıkların özlemi yatar, / Komşu hasret, dostum hasret, yol hasret. ” Ozanlık her şeyden önce duygu işi herhalde. Ozanlar, şairler bitmez tükenmez bir hasret denizindeler sanki?

Halk kültürüne eğilerek, geleceğe gerçek halk ozanlığı geleneğinin aktarılmasında, gerekli yayın organları ile kalıcı olmasına yardımcı olmasından dolayı sizleri kutlar, teşekkür eder, gözlerinizden öperim.

Sorularınıza girmeden evvel kısaca düşünce yapımı tanıtmayı uygun buldum.

Malatya / Arguvan Alevi yöresinde doğmuş, Hacı Bektaşi Veli ile Pir Sultan Abdal’ın felsefesini, barışı, kardeşliği, laikliği, Atatürk ilkelerini yüreğinde duyan ve onunla yoğrulan, her dalda 1500’e yakın şiiri ile halkına sunduğu 8 kitabı olup (Uyandık, Göze, Kaynağını Kurutma, Anadolunun Meyvaları, Birbirinden Kaçar Oldu İnsanlar, Kitaplar Ağlıyor, Yeni Dünya Yaratalım Birlikte ve Sevdalıyım.) haksızlığın karşısında yer alarak halkının yanında olan, birliğe beraberliğe kalem çalarak kırk yılını bu yola veren, hem bir araştırmacı, hem bir halk ozanıyım.

Değerlendirmemi bu açıdan yola çıkarak, sorularınızı cevaplandırmaya çalışacağım.

Sevgili Yazıcıoğlu, günümüzün önde gelen halk ozanlarından birisi olarak; halk ozanlığını nasıl tanımlıyorsunuz? Sizce halk ozanlığı nasıl doğmuş? Halk ozanları yüzyıllar boyunca hangi hizmetleri görmüşlerdir topluma karşı?

Halk ozanlığını üç boyutta ele alıyorum:

  1. A.   Ozanın yapısı: Ozanın yapısı (kişiliği) halkının yanında, halkının arasında, davranışı, oturduğu meclislerde verdiği mesajlar her yönü ile inandırıcı olmalıdır.
  2. B.   Ozanın duygusu: Ozan duyarlıdır. Haksızlığa karşı çıkarak yazdığı eseri ustalıkla yazmalı hem verimli hem de yol gösterici olmalıdır.
  3. C.   Ozanın sanatı: Ozan icraatında; şiirini yazarak, müziğini yaparak, sazı ve sesi ile pişirip halkına sunmalıdır.

Halk ozanlığı nasıl doğmuştur sorusuna gelince;

Halk ozanlığı haksızlıkları, acıları, sevincini, ölümünü, zaman zaman başkaldırı türküleriyle dile getirmiştir. halkının derdini söyleyen, halkının ozanı olmuştur.

Halkının haksızlıklara başkaldırmasını hazmedemeyen ve müsaade etmeyen idareler, halk ozanlığını kötüleyerek saray müziğine saray şarkılarına değer vermiş sarayı metheden sanatçıları yanına almış, böylece halk ozanlığı halkının içinde haksızlıklara ağıt yakmış, yönetimlerin karşısında gittikçe de gelişmiştir.

Örnek verecek olursak: Kerbela olayında gerçek erenler, haksızlık uğruna baş vermişlerdir. Nesimi’nin yüzülmesi, Mansur’un asılması, Pir Sultan’ın asılması, Şeyh Bedrettin olayı, Hacı Bektaş’lar, Yunus Emre’ler, Pir Sultan’lar, nice ismini veremediğimiz halk ozanları, mağaralarda, köylerde, dağlarda canları pahasına ezilen halkın yanında olmuşlar, sevgi, hasret, acı, isyan gibi geleceğe ışık tutan eserler söylemişler. Unutulmayan bayraklaşan bu halk ozanları halen halkın yüreğinde yatmaktadırlar. Gelip geçen hiçbir idare ile barışık olmamışlardır.

Halkın gözü, kulağı, dili olan bu halk ozanlarının dertleri söylediği için gelen idareler hep sesini kesmeye çalışmışlardır.

2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta gericilerin ozanları, yazarları yaktıkları gibi. Mevcut iktidarın göz yumduğu, yine günümüzde İstanbul Gaziosmanpaşa’da Alevi toplumuna saldırılıp da 16 kişinin ölümü ile yüzlercesinin yaralanması gibi.

Ülkemiz ne zaman darda kalmış ise, ne zaman dağılmaya başlamış ise halk ozanlarımız birleştirici, öncü olmuş birliği beraberliği savunmuş, düşmana karşı sazını silah, deyişlerini mermi olarak kullanarak halkına moral vermiştir.

“Sen bir Daimiydin ülke çapında / Neslin temiz ilim vardı yapında / Ömür biter figan bitmez kapında / Neden oldu bulamadın o zaman ” Halk ozanları Aşık Veysel, Ali İzzet Özkan ve Aşık Daimi ile çok yakın dostluklarınız olduğunu biliyoruz. Hatta Ali İzzet Özkan ile beraber olduğunuz zamanların anısına bir de kitap hazırlığınız var, sanırım.

Sevgili Yazıcıoğlu, Aşık Veysel’in, Ali İzzet Özkan’ın, Aşık Daimi’nin halk ozanlığı geleneğindeki yerleri nelerdir. Onlarla dostluğunuzdan ve ortak çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

Aşık Veysel’e her ne kadar, haksızlıklara değinmemiş, toprak aşığı deseler de onun kendi döneminde gözü olmayan, yoksul bir köylü olarak imkansızlıklar içinde yine de ölmez eserlerin ustası olduğunu düşünmeden konuşuyorlar. Eserin birinde bu Alevi / Sünni nedir, gelin bir kardeş olalım demesi ve yine Atatürk’e ağıtı çeşitli eserinde kavgayı değil, barışı, sevgiyi işlemiştir.

Aşık Veysel’e “Anadolu’nun Meyveleri” adlı kitabımda Malatya’da birlikte çektirdiğimiz fotoğrafımız vardır. Her ozan devrinin Pir Sultan’ıdır.

Aşık Veysel içinde bulunduğu dönemde Aşıklara daha güzel bir güvence bırakabilirdi. Kaldı ki kendisi zaten sesinin duyurmaya gücü yetmiyordu. Milli Eğitim’in okullarda halk türküleri dersi verdirmesi ile İş Bankası’nın eserini bastırması kendisini daha kalıcı olarak duyurmuştur. Bunda da Ümut Yaşar Oğuzcan ile Ahmet Kutsi Tecer’in çok yardımları olmuştur. Aşık Veysel’le birkaç hatıramız ve beraberliğimiz olmuştur. Bir gün benim doğduğum köyüme geldi. Lakabı Kör Mehmet olan, birinin evine misafir oldu. Çilingir sofrasını kuruldu. Benim de küçük bir curam vardı yanındaydım.

“Kör Mehmet’e, haydi ben körüm de Kör Veysel diyorlar, senin gözün olduğu halde sana neden kör diyorlar” dedi. Mehmet amca “Bilmiyorum, aşık” dedi. Sonradan dedi ki demek ki, gözü görenler benden daha çok körmüş dedi ve gülüştüler.

Aşık İsmail Daimi’ye gelince: Hem Ankara’da hem de Hacıbektaş’ta buluşurduk. Dürüstlüğü, kişiliği, sanatı ve dolu oluşu bende çok etki yaptı. Çok güzel izler bıraktı. Turnalar Semahı Daimi’nin eseridir.

Oğlunun ölümü ile ani olarak Hakk’a giden Daimi’de ozanda tüm aranan vasıflar mevcuttu.

Ali İzzet Özkan’a gelince, 1974 / 75 yıllarında Kültür Bakanlığı, bizi birlikte Almanya’ya, Türk işçilerine konserler vermeye göndermişti. Birçok hatıralarımız olduğu gibi 165 sayfa gezi notum vardır. Yalnız onun anlattıklarından bir tanesini örnek vereyim. Bizim köyde evimiz yol kenarındadır. Herkes buradan gelir geçer. Ben de damın üzerine çıkar otururum. Şakalaştığım bir komşu var. Bu kapıdan geçerken damın üzerinden ayağımı uzatırım bunu taşıyan eşek ürker düşer. Ertesi gün yine aynısı olur. Oraya geldi mi eşek ürker, kendi düşer, ben başlarım gülmeye. Sonradan yanıma gelir yahu: “Ali İzzet senin bu kapıda ne var da bizim eşek her zaman ürküp beni burada düşürüyor” der, gülerim, “Yani çocuklar hayvan neyin ne olduğunu görüyor da üzerinde ki insan göremiyor. Bu kadar dalgın milletiz” diye anlattı. Hep de gülüştük. 7 ay dolaştık, pasaportlar bitti. Ben geldim, kendisi hemşehrilerinde kaldı. Sonradan geldi kısa süre sonra Ankara Belediye Hastanesi’nde hayata veda etti. Çok hatıralar var, hepsini anlatmaya gerek yok. Kişiliği ve sanatı Veysel’den ve Daimi’den daha üstün değildi maddiyata da düşkün idi, bencildi. Eserlerinde kendisinden evvel İzzeti diye ölen aşığın şiirlerine sahip çıktığını söylerler.

Yine de içinde bulunduğu dönemlerde halkın derdini dile getiren şiirleri vardır bir şeyler vermiştir.

Aşık Veysel Şatıroğlu’na Toprak Ozanı, Aşık Ali İzzet’e de Güzeller Ozanı, Aşık Daimi’ye de Yumuşak Lisanlı Gönül Ozanı, derler.

Şimdi bazı ozanları dile getiren yeni yazdığım bir eseri burada sunacağım.

 

Anadolu’ya

 

 

Lokman Perende’den öğrenim gören,

Hoşgörü getirdi Anadolu’ya

Urum illerine postunu seren

Türkçe’yi getirdi Anadolu’ya

Erenlerle kaynatırdı kazanı

İstemedi halkı ezen düzeni

Hizmet verdi müritleri gezeni

Felsefe getirdi Anadolu’ya

 

Koca Mevlana’yı irşad eyledi

Abdal Musa Sultan hizmet ver dedi

Pir Sultan Abdal da himmet istedi

Düşünce getirdi Anadolu’ya

 

Pir Sultan’la Hızır Paşa kavgası

Veysel’de uyandı toprak havası

Ali İzzet’te Aşık Veysel sevdası

Sevgiler getirdi Anadolu’ya

 

Bir Mahzuni çıktı Maraş ilinden

Sanki dolu içmiş Kızıl Deli’den

Halka sesleniyor fakir dilinden

Sesini duyurdu Anadolu’ya

 

Yazıcıoğlu Çırakman’la birlikte

Düzen ile geçinemez dirlikte

Çok aşıklar yağ çekiyor körlükte

Birliği öğütler Anadolu’ya

 

 

Bu eser kitaplarımda yoktur. 04.12.1994 tarihinde yazılmıştır.

“Yardımcı halkımı severim dersin / Erenleri candan överim dersin / Geçmiş ustalara saygı duyarsan, / Ozansan örgütlü birleşmeye gel. ” Siz, halk ozanları derneklerinde kurucu ve yönetici olarak da çalıştınız, çalışıyorsunuz. Küserek, bencillikle ve çıkar maksadıyla dağılan halk ozanlarına birleşme çağrıları yapıyorsunuz. Sayın Yazıcıoğlu, halk ozanlığının, ozanlarının günümüzdeki durumu nedir? Halk ozanları genelde şu anda neler yapıyorlar?

Halk ozanları bazı ufak işlerde çalışan, bazıları sosyal güvencesi olmayan, dağınık, perişan, yoksul insanlardır.

Nedenini sorarsanız: Halk ozanları her yöreden olup, yöresel kültürlerle beslenmişler, okuyamadıkları için çoğunun genel kültürleri yetersizdir.

Buna sebep hem maddiyat, hem de bugüne kadar yanlış gözlüklerle bakan Kültür Bakanlığı’nın ozanları ayrıcalıklı görmesidir. “Kültür erleri” derler. Kültür erlerinin sosyal ve kültürel konularından bugüne kadar haberleri olmadı. Bu da gelip geçen ve mevcut iktidarların yanlış politikasından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda bakanlık olarak Alevi / Sünni, sağcı / solcu Atatürkçü ve dinci gibi gözlerle bakmıştır. Halbuki halk ozanı sorunları dile getiren, barışa ve birliğe kalem çalan halkın ozanıdır.

İşte bu yanlış gözlüklerle ufak tefek menfaatler için ozanların suskun durumda olmasını sağladılar, ozanlardaki bazı bencillikler ile yetersizlikler dağılmamıza neden oldu. Birleşim, diye seslensek de, ne belli bir dernek, ne de belli bir yönetim ve yerimiz oldu. Bazı kuruluşlar da inandırıcı olmamışlardır.

Bunlardan bazıları şahsi varlıklarını sürdürme çabasında, bazıları neyin ne olduğunu bilmeden halen bakanlıktan fayda beklemektedirler. Bazıları da Atatürk ilkelerinden koparak aşırı dinci sağ eğilimi seçerek halkından uzaklaşıyorlar. Halbuki halk ozanının yeri halkının yanıdır. Görevi halkının sorunlarını dile getirmektedir.

Geçmişte, genellikle demokrat, laik, ilerici kanatta gördüğümüz halk ozanları yanında; günümüzde gerici ozanların artmasını, itibar görmelerini neye bağlıyorsunuz?

Geçmişte genellikle demokrat, laik ve ilerici ozanlarımızın iktidarın sosyal kanadı sahip çıkmadığı gibi kendi içindeki hırsızlıklar ve tutarsızlıklar ve bu arada zamlar halkımızı ve halk ozanlarımızı perişan, amaçsız, muhtaç duruma düşürmüştür. Pahalılık okumayı ve düşünmeyi bizden almıştır.

Diğer taraftan dine ve İslamlığa gereğinden fazla önem veren yazıda sözü edilen milliyetçi ozanlar aşırı dincilerden ve gericilerden yeteri kadar maddi ve manevi yardım görmektedirler. Geçmiş iktidarlar Atatürk ilkelerine sahip çıkmayıp, toplumu din yolu ile geriye gitmeye heveslendirmiş ve örgütlemişlerdir.

“Tanışmak isterdim mutfak tamtakır, / Zamla tencerede yanıyor bakır, / Zengini gülüyor fakiri şükür, / Birbirinden kaçar oldu insanlar”. Bir halk ozanı olarak günümüz sosyal ekonomik yapısını nasıl değerlendiriyorsunuz. İnsanlar niçin birbirinden kaçar oldu, insanlardaki değişiklikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu bölümde ben insanları iki yönden değerlendiriyorum:

Birinci bakışım; iktidar halkımıza laik olduğu hakları tanımakta zorluk çekiyor. Gerekli yasalar çıkmalı. İnsanlara insanca yaklaşım öğretilmelidir. Bu hususta yeterli kültür verilmeli, konuşulanlar da konuşmada kalmayıp harekete dönüştürmelidir,

İkinci bakışım; bakışım da işsizlik, yoksulluk ve zam elinden insanlar cebini yoklayınca bir dostuna yanaşmadan korkuyor. Çünkü onu memnun edecek gücü yoktur. Bu nedenle rastladı mı görmemezlikten geliyor. Bir komşuyu, bir hastayı ziyaret etme gücü kalmamıştır insanların.

Mevcut düzen sistemin bozukluğu insanları zamlardan usandırmış doğduğuna pişman etmiştir.

“Aşkım sürükledi beni belaya, / Her adım attıkça zarar bendedir, / Elli yıldır alışveriş ederim, / Hesap ettim yine zarar bendedir” Sayın Yazıcıoğlu, hayat karşısında hep zarar mı ettiniz? Hayata yenik mi düştünüz?

Yine iki açıdan ele almak gerekir:

Birinci açı; dış devletlerde kazanan işçilerimiz yurdundan, ailesinden, töresinden, ülkenin güzel mevsimlerinden, yakınlarının sorunlarından uzaklarda kalışından kazansa da mutlu olmayıp hep keder ve zarar içinde.

İkinci açı; ömür açısından gençliğini yaşayamayan, yoksullukla günü geçen insanlar her gün ölüme yaklaştıkça zarar etmektedir. Ömrüm oldukça da mücadeleden yılmış olsa da, bu mücadeleyi bırakmış değilim.

“Toplanarak kitap olduk ellerde, / Çok söylendik mahkemelerde dillerde, / Yırtıldık rezil olduk yollarda, / Kütüphanelere dolmalı artık”

Sizin çok zengin bir kütüphaneniz olduğunu biliyoruz. Sürekli okuyan araştıran bir ozanımızsınız. Kitabın, kütüphanelerin toplum yaşamındaki yeri sizce nedir? Türkiye’de uygulanan yasak ve baskıların ortadan kalkması için insanlar ne tip mücadeleler vermelidirler?

12 Eylül dahil 15-20 yıldır halka kitap okumayı unutturdular. Kitapları yasakladılar, aradılar, yaktılar depolara doldurdular. Bu gibi kitaplar yasak dediler. Zoraki demokrasinin bazı yasaları değiştirmesi neticesinde Kültür Bakanı Sayın Fikri SAĞLAR bu yasakları kaldırıp depolardaki kitapları boşaltarak okurlara ulaştırdı. Artık bu gibi yasakların bir daha gelmemesi için halkımız bilgi veren kitapları okusun. Okuyacak ama şimdi de pahalılıktan alma gücü kalmadı.

Ülkeyi yönetenlerin hangi yönde menfaati yoksa o yönde duyarsız kalıyorlar. Bizi yönetenler ya uzun yılları göremiyorlar ya da işlerine gelmiyor, görmemezlikten geliyorlar. Bozuk düzende çevremizi, dünyamızı, denizlerimizi kirletenlere ses çıkaramıyorlar bu hususta yasaları çıkarmıyorlar, yasalar varsa da uygulamıyorlar. Çoğunluk adına çıkacak yasalarda samimi değiller. Seçim ve oy hatırı için ülkede halk olarak türlü haksızlıklara uğruyoruz. Sadece bir kısım azınlık mutlu oluyor. Artık bu alışkanlığı bırakmalıdırlar, gözlüğü değiştirmelidirler. Geleceğe, çocuklarımıza güzel bir ülke bırakmak zorundayız.

“Hesapsız ölçüsüz harcamalarla, / Çok israf edildi çevre kirlendi, / Menfaat uğruna yatırımlarla, / Çok israf edildi çevre kirlendi” Siz çevre sorunlarıyla ilgilenen duyarlı bir kişisiniz. Peki ama sizce insanoğlu, devletler, hükümetler niçin çevre sorunları karşısında bu kadar vurdumduymazlar?

Tarihi olaylara göre meseleye temelden bakarsak, temelde haklının haksız, haksızın haklı olduğunu görürüz, temeldeki bu yanlışlığı şu şiirimizle örnekleyebiliriz:

 

 

Temelde haksıza haklı diyenler

İnsanlığa büyük yaralar açtı

Menfaat uğruna fetva verenler

İnsanlığa büyük yaralar açtı

 

Yanlışlar üstüne binalar kurdular

Fatıma’nın evladına vurdular

Kayıtlarda gerçekleri sildiler

İnsanlığa büyük yaralar açtı

 

Her devirde iftiralar gelişti

Hakla batıl savaşlara dönüştü

Mazlum ağlar iken zalim gülüştü

İnsanlığa büyük yaralar açtı

 

Yazıcıoğlu neden dünya durulmaz

Haklı ölür haksız yaşar sorulmaz

Temeldeki bu yanlışlık görülmez

İnsanlığa büyük yaralar açtı

 

Ben Hacıbektaş felsefesi ile Atatürk ilkelerinden başka dinin karanlığına, korkutucu kurallarına, mezheplere, cennete ve cehenneme, huriye, gılmana, Tanrı’nın insandan uzak olduğuna, Tanrı’nın insana ceza verecek şekilde korkutucu olduğuna inanmıyorum. Çünkü türlü düşünceleri örnek alınca akıl ve mantık öne çıkıyor. Kaynaklara göre şöyle ki:

Birincisi; Alevi düşüncesi evvela akıl sonra da din kabul eder. Sünni düşüncesi ise evvela din sonra akıl-mantık kabul eder bu nedenle her şeyi yasaklar tartışmaya yer bırakmaz bu yanlıştır.

İkincisi; Alevi düşüncesi Tanrı’yı insanda evrende görür bilir. Hakk ademdedir, kim bilir ki kimdedir? Bunun için insana aşırı saygı duyulur, bu doğrudur. Tanrı’nın mekanı yoktur. Tanrı’nın mekanı insanın gönlüdür.

Sünni inancı ise Tanrı’yı korkutucu, ceza verici, bu nedenle de her şeyi yasaklayıcı ve Tanrı’yı yer altında ve gök yüzünde arar, cennet cehennemle bunun için çok ilgilenir, çeşitli kayıtlara göre bu yanlıştır.

 

Ben Tanrıyı Sende Buldum

 

Aşkına düştüm düşeli

Ben Tanrıyı sende buldum

Derdinden yanıp pişeli

Ben Tanrıyı sende buldum

 

Girmiş insanın içine

Ne güzel uymuş biçime

Bunda insanın suçu ne

Ben Tanrıyı sende buldum

 

Yazıcıoğlu aşktır Allah

Kaşları yazar bismillah

Cemali sanki Beytullah

Ben Tanrıyı sende buldum

Mantıktan geçmeyen din makbul değildir. Çünkü İslam dini mantık dinidir. İşte bunun için dinin korkutucu hurafe yanları cahil toplumda barınır. Bütün varlık insandadır. İnsanı sevmek, sevdiğinle muhabbet etmek aşığın en güzel dinidir.

“Asırlardır düzen dinle korkuttu, / Cehennemden korkma, cennet bekleme, / Gerçek bilim dünyayı uyandırdı, / Cehennemden korkma, cennet bekleme” Muharrem Yazıcıoğlu, sizce nedir cennet, cehennem. Huri, gılman, melek, mezhep, vs. kavramlarının bu denli yaygın olmasını nelere bağlıyorsunuz?

Dini, İslamiyet’i gericilik yorumu olarak yayan, aydınlığın da bürokrasi benimsemiyorsa, ülkeyi karanlığa götürmek isteyenlere hoşgörü ile bakılıyorsa o ülkede demokrasi uygulanamaz. Bizim ülkede de bu gibi hazırlıklar her yönüyle bellidir. Atatürk’ün laiklik halkaları çatır çatır kırılıyor. Kimse ses çıkarmıyor. Ne imiş, demokrasi varmış! Beyler! Ülkenin ve milletin aleyhine olan işlemler demokrasi ilkelerini ve anlayışını aşıyor. Bunun adına hoşgörü denmez. Karşıdakinin zorbalığına vurdumduymazlık ve korkaklık denir. İşte böyle düşünenler laikliği ve demokrasiyi zedelemişlerdir.

Hz. Ali diyor ki: “Zalime iltifat etmek mazlumlara hakarettir. ”

Demokrasi sözlerinden dem vuran yönetimler halka – topluma gerçek bilgiyi vermiyorlar. Çünkü halk uyanırsa rahatımız kaçar diyorlar ve bu güne kadar da dediler. Yetkililerin beyni, yüreği ve sözleri birbirleriyle barışık değildir. Hep çelişki içindeler, nedeni de menfaattir.

“Elli yıldır yasalardan uzaktı, / Demokrasi Türkiye’ye sığmadı. / Yasalarla hazırlanmış tuzaktı. / Demokrasi Türkiye’ye sığmadı” Şiirlerinizde derin bir demokrasi sevgisi görüyoruz. Ama demokrasinin bir türlü uygulanamamasından yakınıyorsunuz. Sizce demokrasi nedir, niçin uygulanamıyor tam anlamıyla Türkiye’de?

Ülkemizin insanları yurdunda iş bulamayınca, bir dilim ekmek için komşu ülkelerde zor şartlar altında işçi olarak, vatanından evinden uzakta her türlü hasretliğin acısını çekiyorlar. Aynı acıları ben de çektim. Aynı zamanda şehrinde, köyünde, yöresinde tanıdıklarıyla dertleşmeyi konuşmayı, sorunlarını, sevgilerini dile getirme olanağını bulamıyorlar. Bundan dolayı da gönül hasreti de çekmektedirler. Bu da şahsın hayatında türlü dertlere sebep olmaktadır. Ozanların eserlerinin çoğu hasret üzerine söylenmiştir.

Şiirlerinizdeki çok yoğun Atatürk sevgisinin nedeni nedir? Atatürk niçin sizi bu kadar etkiliyor?

Atatürk’ü ben size kısa başlıklarla anlatamam. Çok zaman çok yazmak gerekir. Bu da benden istenen cevap dilimine sığmaz.

Ben Atatürk çocuğuyum. İlkokulda, köyümde sabahtan kara bayrağı okulda asılmış görünce okuldan öğrendik ki Atatürk ölmüş. O günden, bugüne yüreğime hançer çakılmıştır. Ve hayatımın çeşitli yaşlarında Atatürk’ü okudukça, tanıdıkça yaptıklarına baktıkça hayran olmamak elde değil. Atatürk dünyanın ezilen halklarına da hak getirmiştir.

Atatürk olmasaydı Türkiye olmazdı. Türk Devleti olmazdı. Menfaatçi hain padişahların yurdu, milleti geri bıraktığı yetmezmiş gibi, sonradan da yurdumuzu komşu devletlere bölüştürmeye kalktılar. Şimdi de gerici zihniyet bu insana doya doya küfrediyor, büstlerini kırıyorlar, koyduğu yasaları hükmü geçmiştir diye değiştiriyorlar.

Sayın boynu kravatlılara ve kendini aydın kabul edenlere sesleniyorum; Atatürk’ü tanısalardı ilkelerine sahip çıksalardı ülkemiz bu gün karanlığın kucağına düşmezdi. Atatürkçüyüm diyen aydınlar bundan utanmalıdırlar. Atatürk’ü her yönü ile anlamak insana büyük servettir.

Üyesi bulunduğum Atatürkçü Düşünce Derneği’nin çıkardığı derginin 3. sayısında Atatürk Kokar başlıklı bir eserim vardır. Ondan buraya bir dörtlük alıyorum:

 


Yazıcıoğlu Ata ekmeğim aşım

Her zaman fedadır yoluna başım

Düşe kalka geldi yetmişe yaşım

Ölünce sallarım Atatürk kokar

 

“Güçlü kalem yiğit yürek, demokrasi şehidi; gazeteci – yazar Uğur Mumcu” için yazdığınız şiirde “Gizli örgütlerle yurda gelenler, / Gerici örgütle bizi bölenler, / Halkımızı düşman etti namertler, / Yobazın bendini yakarak gittin” diyorsunuz. Uğur Mumcu ve tüm aydınların öldürülmelerinden derin ıstırap duyuyorsunuz?

Güçlü kalem, güzel insan Uğur MUMCU’nun gazeteciliği; gerçekleri araştırıp yazması karanlık işlerle uğraşan, gericiliğe prim verenler, ülkemizin geri gitmesi için gayret gösterenler, menfaati için bu ülkeyi türlü oyunlara alet edenlere ve bunu az çok sezip de kayıtsız kalan bürokrasiye karşı verdiği mücadele emsalsizdir. Uğur MUMCU, Bahriye ÜÇOK, Muammer AKSOY, Turan DURSUN demokrasi uğruna nasıl ki kalemleri uğruna perişan oldular demokrasinin yerleşmesini isteyen bu insanların ölümünden ülke zarar etmiştir; kaldı ki öldürenler de bulunmamaktadır. Bunun sebebini gizli örgütlere ve Meclis’e sormak gerekir.

“Aklım yetti Şah Hüseyin’e yanarım, / Mazlumun yanında zalime karşı. / Ehlibeyt’i sevenlere kanarım, / Mazlumun yanında zalime karşı” Sizdeki ve birçok halk ozanındaki “Şah Hüseyin” sevgisinin nedeni nedir?

Şah Hüseyin ta ki kendi gününün devrimcisiydi. Çünkü zalime karşı çıkmak, haklının davasını kendi üzerine almak, zalimin kendisine vaat ettiği mevkii ve serveti reddederek kelleyi koltuğa almak öyle her insanın harcı değildir. İslamiyeti Arap dini olarak algılayanların dışında ben Hz. Hüseyin o günkü aile efradıyla bir haksızlığın bir zalimliğin karşısına çıkmıştır. O zamanın halifesi ve de Muhammed’i seviyoruz, diye bugüne kadar kuru iddiada bulunanlar Muhammed’in torununun haklarını ellerinden almışlardır. Zalime biat etmesini istemiştir. Bütün insanlık adına karşı çıkarak zalime boyun eğmemiştir, ölümü seçmiştir. İşte benim anlayışıma göre Hz. Hüseyin hayran olunmayacak bir zat değildir. Aklı başında olan kitap karıştıranlar Hz. Hüseyin’e bu gözle değil de, bir Arabın torunu gözüyle bakanların ben insanlığından kuşku duyarım. Ve de cahil gözüyle bakarım. Bu davanın içinde bugünkü laiklik, demokrasi, haksızlığa karşı çıkma davası vardır. Bunu göremeyen gençler bunu küçümsediler başka şeylere sarıldılar. Gerçeği seçip omuzlamak her yerde her zaman zor olur. İşte o büyük insan bu zoru seçmiştir.

Bir halk ozanımızın şöyle bir şiiri var: “Gönül kelamını kamile söyle / Müşteri olmayınca açma dükkanı / Arifler makamını sor sual eyle / Müşterisiz yerde açma dükkanı gönül dükkanı”. Hemen her ozanın kullandığı bu dükkan kavramı bambaşka bir dükkan değil mi? Nedir bu dükkan?

Bu soruda sözü geçen dükkan açıkta bir bakkal dükkanı değildir. Bu gönül dükkanıdır orada her çeşit sermaye vardır. Bundan ancak ehli dil yani kendisini bilen anlar. Kendini tanıyan anlar; kendini tanımak için de ömür boyu hayatındaki geçen kışlardan, rüzgarlardan, acıdan tatlıdan örnek alarak kendini ikinci defa doğurmalısın.

İnsanlar iki defa doğar mı? Diyeceksiniz, evet iki defa doğmayandan zaten lezzet alınmaz, insanı kamil olamaz. Bazı insanlar 15 – 20 yaşında ikinci defa doğar. Bazı insanlar da 80 yaşında bile ikinci doğumunu yapamaz. İşte böylesi kör gelir, kör gider. Varlığı kendinde görmeden uzaklarda arar. Ben bu hususu iki dörtlükte anlatmak istiyorum.

 

 

Varlığı kendinde görmeyen insan

Aynada kendini görse nafile

Çarık giyip tarla sürmeyen insan

Yetişmiş mahsulü derse nafile

 

Sevda çekip yar yoluna bakmayan

Mevsimlerde boz bulanık akmayan

İnsanlığın madalyasını takmayan

Gazi olup savaş verse nafile

 

Bu soruyu da iki dörtlükle cevaplandırdık nafile.

“Allı turnam gitme bizim bu ellerden, / Yad avcı bilmeden yaralar seni / Sen gidersen bizim gatar bozulur / İsterler içinde göreler seni” Oğlunuzun ölümü üzerine bir ağıt yaktınız. Ozanlar içleri yandığı zaman dertlerini ağıtlara döküyorlar değil mi?

Oğlumun ölümü ile ve ozanların dertleri ile bu konuyu müsadenizle biraz açmak istiyorum.

Ozanların ozanlığı ağıtla başlar. Çünkü haksızlıklara, ölümlere, zulümlere her zaman içi yanmıştır ozanların. Oğlum Hüseyin Tahir Yazıcıoğlu: Yıldız Teknik Üniversitesi’ni elektrik mühendisi olarak bitirdi. Eve gelince babanın dar bütçesinde bunaldı. Nereye baş vurdu ise iş bulamadı. En sonunda elektrik kurumuna müracaat etti. Adresine göre o kurum soruşturma bahanesi ile, bu kişi Alevi mi? Sünni mi? Sağcı mı? Solcu mu? Kaç sabıkası var, diye aramayı sürdürüyoruz diye, uzattıkça uzattılar, bu soruşturmaları tam üç yıl sürdü. Oğlum da bu sıkıntının bitmesi için PTT’yi almış olan özel elektrik şirketine girince bu genç yeni görev alan tecrübesiz oğlumu Erzurum’a gönderdiler. İşini kontrole giderken uzun yolda bindiği araba ile 110 metre yükseklikten uçuyor. Erzurum Hastanesi gerekli ilgiyi göstermiyor. Zaman kaybı ile Ankara’ya koma halinde getiriyorlar. Verilen çaba boşa gidiyor kurtarılamıyor. 28 yaşındaki genç bir mühendis, vatana hizmet etmeden gidiyor. Bunun sebebi o zamanın iktidarı ve bürokrasisi, ki karanlık gözlük takmış insanlardır. Bunun gibi nice gençlerimiz vatana yararlı olmadan gidiyor, kendini de ana-babayı da mahvediyor. Sebebi düzendir, sebebi sistemdir, sebebi Osmanlı’nın kalıntılarıdır. Sebebi gericiliği getirmek isteyenlerdir. Pırıl pırıl gençlere aslı olmayan olayları yükleyerek ölümle, işkenceyle sürüm sürüm süründürdüler. Suçlu varsa cezasını çeksin. Fakat en büyük suçlu ise suçsuz insanlarda suçlu arayanlardır.

Onun için diyorum ki bu ülkenin bütünlüğü için iyi düşünen insanları örgütlü şekilde birleşelim. Karanlık gizli elleri açığa çıkarıp başımızdan def edelim. Bu insanların bu zamana kadar zulmüne, soygununa daha ne kadar susacaklar.

“Yükledi çiçek dağına, / Yörük kızı nerde kaldı yurdumuz/ Çadırlar sökülmüş tezgah bozulmuş, / Ağlar oldu gelinimiz kızımız.” Folklor gelenek ve göreneklerimizin tümü yok olmanın eşiğinde mi sizce?

Bu soruda sözü edilen eseri Antalya’da oturduğum zaman Akdeniz yörüklerini inceleyince yazmıştım. Temelde Alevi olan Yörük topluluğu evvelki varlıklarıyla yaylalara çıkarlar, davarlarıyla, yağı, peyniri, halısı, kilimi, çadırı, devesiyle, mevsimlere göre güzel bir hayat sürdüklerini, şimdi ise bu gibi varlıkları kalmadığı, şehirlerde birer gecekonduya sıkıştıklarını, düzenin kendilerine getirdiği perişanlıkları, pahalılıkları, geçinemediklerini, evvelki yaşamın tadını samimiyetini, ürettikleri değerlerin kaybolduğunu hep dile getirip yakınırlardı.

O günkü folklorik giyim ve oyunlar, barış ve kardeşlikler kalmadığında haklı idiler. Güzel değerlerimiz hep zayi olup unutulup gidiyor.

Ozanlarımız yanıyor, kesiliyor, denizlerimiz kirleniyor, sanki bu ülkeye düşmanız gibi hareketler sergileniyor. Bu durum insanlarımıza usanç ve acı veriyor. Okumayı unutan bu toplum kendisine çekidüzen vermeleri için başımızda olanlar artık uyanmalıdırlar. Yanlış bilgilerle adam sendeciliklerle, ülkeye zarar veren katmanlar görmemezlikten gelmekle bu ülke yönetilemez. Heeey mesuliyet taşıyan makamlar nerdesiniz?

“Sınıflar deyince ezeni yerir, / İkilik gütmeden yiğitler yürür, / Geleceğe dönük bir şeyler verir, / Her ozan devrinin Pir Sultanı’dır.” Türk halk ozanlığının gelişmesinde Pir Sultan’ın yeri nedir? Siz Pir Sultan’dan nasıl etkilendiniz?

Hızır Paşa ile ikisi de bir köyde doğan Pir Sultan Abdal büyüyünce köylerini terk ederek ayrı ayrı fikirlerle ayrı ayrı yerlerde gelişmişlerdir.

Hızır Paşa devrinin padişahının yanında saray eğitimini tercih etmiş o eğitimle yönetiminde yer almış. Pir Sultan Abdal halkının dertleriyle gönüllerle birleşmiş, bir zaman Hacı Bektaşta, bir zaman da Hacı Bektaşin amca çocuğu olan Elmalı’daki Abdal Musa’da hizmet etmiş. Sonunda gönül adamı olarak Sivas’a gelmiş, Hızır Paşa da padişahın tayini ile Sivas’ta vali olarak bulunmaktadır.

Pir Sultan Abdal halkının birleşerek Hızır Paşa’nın emrine karşı çıkanlar çoğaldıkça Sivas Müftüsü Pir Sultan Hızır Paşa’ya şikayet ediyor. Halk Pir Sultan’dan yana olunca Hızır Paşa Pir Sultan’ı zindana atıyor. Pir Sultan zindanda Yıkılın Kaleler Şaha Gidelim türkülerinden İran Şahı’nı kastettiği için, Hızır Paşa rahatsız oluyor ve Şah kelimesi geçmeden bana bir şiir oku seni serbest bırakayım, diyor. Pir Sultan daha da kızarak yine okuyor. Buradaki incelik enteresandır. Şöyle ki, Hızır Paşa İran Şahı’nı kasdediyor. Pir Sultan ise Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’i amaçlayarak diretince Hızır Paşa asılmasına karar veriyor.

Hz. Hüseyin’le, Sivas’ta Pir Sultan Abdal; Halkları adına kendilerini adayan büyük önderlerdir. Binlerce güzel yiğitlikleriyle insanlığımızı öğretmişlerdir. Ta öteden beri halk halka düşman değildir, daima yöneticiler halkı birbirine düşürmüştür.

Pir Sultan’ın yeri halkının yanıdır. 40 yıldır sürdürdüğüm halk ozanı geleneğinde Pir Sultan beni şiirleriyle hakkındaki edindiğim bilgilerle beni çok etkilemiştir. Benim gibi düşünenlere çok şeyler katmıştır, önderimiz olmuştur, çocukluğumuzda kulaklarımızda ninnileriyle büyüdük.

Hacı Bektaşi Veli, Pir Sultan Abdal, Abdal Musa Sultan, Yunus Emre, Atatürk ve Aşık Veysel gibi unutulmayanlar bu ülkenin yüz akı iftihar kaynağıdır. Bizler onlarla var olduk. Ahlak ve bilgi mayamızı onlardan aldık. Burada 18 sorunun cevabı elimden geldiği kadar son bulmuştur.

 

Söyleşi; 1995, Ankara

Cem Dergisi, Mayıs 1998, Sayı 78, sayfa 44 / 46

 

ESERLERİ

·         Uyandık, 2. Baskı, Özbilgi Matbaası, Ankara, 1974.

  • Göze, Çağ Matbaası, Ankara, 1980.
  • Kaynağımı Kurutma, Şafak Matbaası, Ankara, 1990.
  • Anadolu’nun Meyvaları, Göze Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 1993.
  • Kitaplar Ağlıyor, Eko Yayınları, Ankara, 1994.
  • Birbirinden Kaçar Oldu İnsanlar, Eko Yayınları, Ankara, 1994.
  • Sevdalıyım, Görüşü ve Şiirleri, Ürün Yayınları, Ankara, 1998.

·         Ayrıca Ozanlar Vakfı Kültür Serisi’nden Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle yayınlanmış; Haykıran Yürek isimli bir kaseti vardır.

MUHARREM YAZICIOĞLU - II

- YAZICIOĞLU -

 

Antalya’dayım şimdi. Öyle güzel bir şehir ki burası büyüledi beni. Zaman oldukça gene ayağımızı atacağız bu şehre. Çünkü doğal güzelliğinin yanında insanları da güzel bu şehrin. Bir de biraz eşelediğimiz zaman Anadolu kültür mozaiğinin önemli bir parçası olduğunu gördük, buranın. Abartmasız ülkemizdeki, her ili seviyorum ben. Ama Antalya’da başka bir zenginlik gördüm. Herhalde milattan önce 5000 yıllara, 10.000 yıllara uzanan bir tarihi olmasından ötürüdür biraz da bu kadar güzel olması. Çünkü her uygarlığın bir başka uygarlığa aktaracağı güzel şeyler var.

Doğası güzel, insanı güzel bir şehir ama bir başka yönünü yeni yeni görmeye başladık. Bayağı güzel değerleri var, şairleri, ozanları var bu ilin. Böyle bir şehre gelinmez mi, oturulmaz mı, konuşulmaz mı?

1995 yılında değerli ozanımızın evine gitmiştik, fotoğraflar çekmiştik ve sorularımızı yazılı hazırlayıp vermiştik. Şiirlerinden çok etkilenmiştim, beni büyülemişti eserleri. Muharrem Yazıcıoğlu’ndan bahsediyorum. Şiirlerinde, yurt sevgisi, insan sevgisi, Atatürk sevgisi, Alevîlik, Hacı Bektaş sevgisi kokan bu Anadolu sevdalısı halk ozanımızın o kadar güzel dizeleri vardı ki onunla yeniden bir söyleşi yapmamak büyük bir eksiklik olacaktı.

Teşekkür ederim.

İlk çalışmamızda yazılı olarak soruları verdik, kendisi de bizi kırmadı onlara yazılı cevaplar verdi. Fakat epey bir süre geçtikten sonra 1998 yılında bir bölümü Cem’de yayımlandı. İnşallah ozanlar kitabımda tüm metni sevgili okurlara ulaşacak.

Nereden nereye? Ankara’dan, Antalya’ya. O zaman gelmiştim, ziyaret etmiştim. Ankara’daki Türk-İş Blokları’ndaki evinizi, şimdi de Antalya’da buluştuk. Böyle bir güzellik var. Antalya’nın yerel değerlerinin ötesinde bir de sonradan buraya yerleşen değerlerimiz var ama yerel değerlerle de bütünleşen değerlerimiz var.

Antalya’nın sorunlarını da kendine sorun edinen buradaki ozanları, yazarları, çizerleri de birleştirme çabasında olan bir değerimiz Muharrem Yazıcıoğlu. Her şeyden önce çok geçmiş olsun.

Teşekkür ederim.

Rahatsızlık görüyorum ama bu büyük ölçüde geçici... Sizi yine elinizde sazınızla, sözünüzle gene Abdal Musa’larda, Kafi Babalarda görmek istiyoruz artık. Bu yaz da size müsaade ediyoruz ama bu kıştan itibaren artık müsaade kalkıyor. Halk adına bunu istiyorum bir an önce, sevgili Ana Sultanımız da size iyi hizmet ediyor, inşallah en kısa sürede iyileşirsiniz ve artık yine beraber oluruz.

Her şeyden önce Antalya’da merhaba.

Merhaba efendim.

Çok sevinçliyim dedim. Sizlerle buluştuk, bir de kitabınızla buluştuk. Evet daha önceden başlanmış bir kitap çalışmanız vardı. İlk önce bu kitaptan bahsedelim isterseniz “Sevdalıyım” diyorsunuz, kitabınızda. Çok da güzel bir kapağı var. Kitabın öyküsünü alalım sizden ilkin?

Şimdi sevgili Ayhan Aydın, kendi mesleğinizin başarısıyla, bunun haricinde de bir dostumuz, can kardeşimiz olarak seni biliyoruz. Ondan beri de seviyoruz, tanıştığımız günden beri. Ve çalışmalarınızda da başarılar diliyoruz, buraya kadar zahmetinize de ayrıca teşekkür ediyoruz. Sizin de, bizim de, hepimizin de halk dediğimiz insanlara bir şeyler verebilmek, meselelerin doğrusunu verebilmek. Onun içinde karınca kararınca bazı üretkenliğimizi devam ettiriyoruz, son eserim olarak “Sevdalıyım” diye 286 sayfa bir kitabım çıktı. Görüşü ve şiirleri diye bunun içerisinde Ali İzzet ile birlikte Almanya gezimiz de var. Ondan da hatıralarımız var. Bunun haricinde dediği gibi Antalya’da bulunduğum sürece gerek Belediye Başkanlarına gerek radyodaki konuşmalarım da Antalya’nın sorunlarından da etkileniyorum ve bahsediyorum. Şurada bir Antalya ile ilgili eseri okuyacağım:

 

Kızıyoruz Akdeniz

 

Düşündükçe derinleşir yaralar

Üzülerek yazıyoruz Akdeniz

Beton oldu Antalya’da yöreler

Kirleterek geziyoruz Akdeniz

 

Güneş vurmuş pırıl pırıl kaynaşır

Güzel gelin gibi güler oynaşır

Kıyıları bozuk paylaşır

Haksızlığa kızıyoruz Akdeniz

 

Doğa güzelliği kara dönüştü

Konyaaltı’nda beton yığın oluştu

Ülkelerden gelen bize gülüştü

Gün geçtikçe ölüyoruz Akdeniz

 

Nerde kaldı seni seven aşıklar

Karanlık çoğaldı yansın ışıklar

Bir gün senin için eğilir başlar

Şimdi bakıp gülüyoruz Akdeniz

 

Yazıcıoğlu Akdeniz’e hayranım

Seni seyredince olur bayramım

Gelecek adına yok kayıranım

Hep duygusuz kalıyor Akdeniz.

Akdeniz’de, Antalya Türkiye’nin vitrinidir. Eski, sakin Antalya kalmadı, gittikçe insanlar çoğaldı, büyük şehir oldu, kalabalıklaştı. Bu nedenle de Akdeniz’de de denize girmeler zorlaştı sanıyorum. Yabancılar şehrimizin Akdeniz’in, Akdeniz kıyılarının tadını bizden daha güzel alıyorlar.

Şimdi burada enteresan güzel bir konuya değiniyorsunuz. Sizi artık o kadar benimsiyorum ki böyle bir yakın konuşma, sohbet havasında geçireceğim söyleşiyi. Bu ne iştir, bu ne iştir... Anadolum... Anadolum... Anadolu artık derlesinler, toplasınlar, ya da kaçırsınlar tüketsinler tümden, yağmalasınlar her şeyimizi!... Bir avuç azınlık diyoruz doğru, bir avuç azınlık veyahut da yurt dışından geliyorlar onlar, Anadolu’nun kültürünü kaçırıyorlar, kaymağını yiyorlar, balını yiyorlar, Anadolu’da üreten halk, tüketen başkaları. Bu zulüm, bu işkence, bu kahır bize yetmez mi?

Bu kahır bize yetiyor, fazla da geliyor, artık çekemiyoruz da bu kahrı. Bugüne kadar oy uğruna haksızlıklara sesini çıkarmayan politikacıların derdini, acısını çekiyoruz. Artık bunlar bitmelidir, sona ermelidir, gerçeğe dönmelilerdir. Kendi çıkardığı yasaları kendi halkına ters düşmemelidir. Kendi ülkesindeki insanları sen Alevîsin, sen Sünnîsin, sen Karadenizlisin, sen Akdenizlisin diye ayırmamalıdır, hepsi bu ülkenin vatandaşı, Türk evladı. Yabancılardan gelenler dediğim gibi bizlerden daha güzel, daha geniş haklara sahipler, bizler kendi vatanımızda el gibiyiz.

Kendi vatanımızda el gibiyiz, kendi yurdumuzda.

El gibiyiz. Kendi vatanımızda el gibiyiz.

Şimdi bu toplumsal bilinç ve toplumsal duyarlılık sevgiyle birleşmiş yüzyıllardır dile gelmiş. Halk ozanlarımız, halkın ozanı zaten. Ozan ve halk ozanları tabiri arasında bir fark var. Çağdaş şairlerimize de ozan deniyor; fakat halk ozanı, aşık dediğimiz insanlar halkın duygu ve düşüncelerini halkın diliyle, dile getiren insanlar.

Onların duyarlılıkları daha bir başka değil mi? Halk ozanının duyarlılığı bazı şairlerin duyarlılığından daha fazla?

Sayın Ayhancığım, ta ki padişahlar devrinden bu bugüne kadar Anadolu’ya akın eden Türkler zamanından süre gelen 600 yıllık bir hükümdarlıkta bazı şairler hep padişahın yanında yer almıştır. Bunlar padişahın yanında yer aldığı için bunların adı saray şairidir. Ama halk ozanları olarak halkın çeşitli kültürleriyle bu ülkeye yerleşen halkın içinden çıkan, halkın adına, halkın derdini, acısını, güzelliğini, kederini söyleyen halk aşıklarını bu saray şairleri arkaya itmiştir. Daha doğrusu hor görmüştür. Onun için bugün saray şairleri hala aynı tutumunu devam ettiriyor. Fakat inanıyorum ki, toplum olarak, halk olarak halkın bunlardan haberi yok. Sadece belli bir kesimin haberi var ama halkın derdini söyleyen, dilini söyleyen, halkın gözüyle gören, halkın içinden yoğrularak yetişen halk ozanlarını halk biliyor, halk tanıyor. Hangi konsere gitse diyor ki benim ozanım gelsin, benim aşığım gelsin ve halk bunu biliyor fakat yönetim buna kulaklarını tıkıyor. Yönetim halk ozanlarına gerektiği değeri vermemiştir, vermiyor da. Biz diyor Kültür Bakanlığıyız sizler de kültür erisiniz, diyor. Kültür eri olarak bize bir el uzatmamışlardır. Ne maddi ne manevi, onun için biz halk ozanları ufak işlerde çalışarak kendi çabamızla, kendi bütçemizle üretmeye çalışıyoruz.

Kendi varlığınızı zorlayarak her türlü varlığınızı, sağlığınızı, ortaya koyarak, Sivas’ta olduğu gibi ve beynimi yararak, ufak bütçemizle yazıp, çalıp söyleyerek halkımıza bir şey vermeye çalıştık. Ve buna devam edeceğiz. Her şeyimizi halkımız için vereceğiz ölünceye dek.

Maddiyatınızı, zamanı, her şeyi.

Kendi kesemizden taksit, taksit çıkarırız kitaplarımızı, satın alacağım, diye söz verir Kültür Bakanlığı, gidersin, gene almaz. Kültür Bakanlığı bakanlık olarak hangi kültüre hizmet ediyor? Bu sadece bir tiyatroyla olmaz, sinemayla olmaz, opera, baleyle olmaz. Halka kültür vereceksen halkın içinde gezen halk ozanlarıyla bütünleş ki halka daya iyi bir şey veresin.

Yani demek istiyorum ki, gerçekleri gizleyerek sahtelikleri, aslı olmayanları gerçekmiş gibi kabul ettirmeye çalışıyorlar. Gerçek olanların da üstünü kapatıyorlar, ses yok. Benim 7 yıldır hala Kültür Bakanlığı’nda bekleyen kitabım var. Şimdiye kadar basmadıkları gibi şimdi arşivlerinde dosyamı bulamıyorlar, ama istediklerinin kitaplarını 9 yılda değil bir günde yapıyorlar.

9 yıldır?

9 yıldır, evet. Yani o dosya 1992’den beri hala bekliyor. Geçen gün gittim dosyayı alayım diye, bulamıyorlar. Yani şunu demek istiyorum, işi bilenler kenarda kalmış; ilgisizler önde, işin başında olanlar da bilgisiz.

Çok güzel özetlediniz. Sayın Yazıcıoğlu, geldiğimde özel bir sohbete daldık güzel bir sohbetti, özeleştiri de yaptınız, ozanlar ve dedelere özellikle. Okumadan, araştırmadan da bu işler olmuyor, sadece içinden gelen duyguları seslendirmek yetmiyor. Ozanlar da bilgisiz, dedeler de bilgisiz düzeye geliyorlar, halka zamanla bir şey de veremiyorlar. Kendilerini yetiştiremiyorlar da, demiştiniz değil mi? Onu biraz açalım.

Şimdi efendim durum şöyle; dedeler çağın gereği elbette ki tahsilsiz insanlar. Bugüne kadar herhangi bir ocaktan olan dedeler kendi bilgilerini soydan soya, birbirine devrederek gelmişler. Ben şu ocak evladıyım, bu ocak evladıyım. Ama gerçek, ama yalan bunu bilemem. Fakat bu dedeliğine güvenerek, halkın hürmetine güvenerek kendisini yetiştirmemiş, kendisini tazelememiş. Çağın gidişatıyla, bilgisiyle, kendi kendinde bir yenilik yaratamamış, hala eski dedeliğini devam ettiriyor.

Halk ozanlarına gelince: Köyünden kalkmış gelmiş ufak bir iş bulmuş, sazıyla sözüyle. Ama ya okuma fırsatı bulamamış okuyamamış ya da fırsatı var okumuyor.

Halk ozanlarının bazıları da böyle. Onun için ben şu kitabın başına şöyle bir şey koydum, diyorum ki: “Düşünen inanmaz, inanan düşünmez. Bu haksızlıklar, bu efendim geçim sıkıntısı, bu yasalardaki yanlışlıklar, bu halkı düşünmeye müsaade etmiyor. Çünkü düşünse yalanları bulacak, düşünse düşünen insan gerçekleri bulacak. Onun için düşünen inanmaz diyoruz, inanan da düşünmez.

Ya sen bir defa kendini bilmiyorsun, yeraltından daima o vaatlerle cennet alınacak huriler gelecek bilmem gılmanlar şöyle olacak, bilmem ırmaklar akacak... bana çeşitli şaraplar verilecek diye bu milleti kandıra kandıra yerin yüzündeki enerjisini sıfıra indiriyor, yerin altına güveniyor kime sorsan Allah’a çok şükür, Allah’a çok şükür... ben de diyorum ki, ulan, be ahmak adam, neyin var da sen Allah’a şükür ediyorsun? Sırtında giyeceğin yok, hanımın da giyeceği yok, önünde yiyeceğin yok, her şeye şükür, şükür, şükür ananı ağlattılar, şükür diyorsun işte. Çünkü bakıyor ki adam dalı kolu kırık. Şükür, kendinin umudu olmuş başka bir şeyi yok. Onun için ben şuraya da bir yenilik getirmek istiyorum. Yerin altında sen cennet arayana kadar sen içinde bulunduğun hayatı cennetleştir, sen içinde bulunduğun hayatı güzelleştir, kültürünü tamamla, Tanrı’yla senin ne hesaplaşacağın var. Tanrı benden ne istiyor, benden bir alacağı yok, borcu yok bende.

Efendim kendine husumet değilim, benimle bir kavgası yok. Onun için insan olmak her şeyin başında kendini yetiştirmek güzel bir şey kendini tanımak. Bir gün de radyoevinde, kulakları çınlasın hala Ankara’da, Ahmet Mortaş’la röportaj yapıyoruz, dedi ki bana; Aşık Veysel hakkında ne söylersin? Dedim Aşık Veysel hakkında bir şey söylemek bizim haddimiz değil, o bizim ustamız, kendisini kabul ettirmiş. Onun yıllar önce yazdıklarını biz daha yeni yeni anlıyoruz dedim. Sonra insanlar dedim, iki defa doğmayınca olmaz. Ne demek, bunu biraz açar mısın? dedi. Dedim efendim insanlar iki defa doğar. Nasıl? Bir anadan doğar, yer, içer, büyür bir de sonradan kendisini tanır, kafa yapısı değişir, atacağı adımı bilir, söyleyeceği sözü bilir.

İkinci defa doğmayan insandan ne komşuluk olur, ne yolculuk olur, ne de alışveriş olur. Çünkü zarar gelir. Onun için bu insanları Tanrı’yı öcü ederek, korkuta korkuta, yerin altındaki umutlara bağlaya bağlaya gerek yaşantısındaki güzellikleri haram ediyorlar gerekse adamda yaşama sevinci bırakmıyorlar. Onun için ben şöyle bir şey diyorum; bu gerek dünya genelinde gerekse Türkiye genelinde herhangi bir sınıfı da kastetmiyorum, diyorum ki:

 

Körler Tanrı arıyorlar

Tabiat Tanrıyla dolu

Boşa kendini yoruyorlar

Tabiat Tanrıyla dolu

 

Her mevsim bir dünya bana

Hiç mi görünmüyor sana

Cennet arar yana yana

Tabiat Tanrıyla dolu.

Yazıcıoğlu bir hoşum ben

Bazen olur bomboşum ben

Tabiatla sarhoşum ben

Tabiat Tanrıyla dolu

 

Çünkü biz halk ozanları olarak Tanrı’ya üç kanaldan bakıyoruz. Bir tabiat, iki kamil insan, üç bunların varlığından da Tanrı’nın kendisi. Çünkü merkez kamil insandır, ben sana şah damarından yakınım diyor. Ne demek bu, ben seninleyim demek, kendime benzettim demek. Kalkıp da sen yerin altında, yerin üstünde, havada, gökte, şurada, burada Tanrı ne arıyorsun. Bir defa kendi kendini ara kendi kendine gelirsen, her şeyi bulursun. Bunları vermeye çalışıyoruz biz. Ama almıyorlar ayrı dava ne yapalım. Kulak sağır, göz kör.

Almıyorlar ayrı dava ama siz söylemeye devam edeceksiniz.

Şu ana kadar halk ozanlarıyla ilgili dernek ve vakıflarda Alevî / Bektaşi inanç ve kültürüyle ilgili dernek ve vakıflarda, Atatürk adına kurulan örgütlerde hep duygu ve düşüncelerinizi dile getirdiniz, öyle bir dile getirdiniz ki bazılarının hoşuna gitmedi belki, ama bunlar gerekliydi. Çünkü halk ozanı çağından sorumluysa eleştirme yeteneği olan insandır. Çünkü eleştirmeye eleştirmeye bir de baktık ki ne halk var, ne halk ozanlığı var, ne millet var, ne devlet var, ne bir şey var. Her şey kokuşmuş, her şey yozlaşmış talan almış yürümüş, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtekarlık, sağcısı, solcusu, Alevîsi, Sünnisi bir batağın içine doğru gömülmüş durumda.

Maalesef.

Türkiye’nin çirkin fotoğrafı bu. Akdeniz’in sahilleri güzel ama o sahillere gelen insanlar çirkinleşmiş, ahlaksızlaşmış. O yüzden bu damar hiçbir zaman kurumayacaktır. Sizleri gördükçe seviniyorum, umutlanıyorum... O yüzden bir an önce diyorum ki inşallah bu yazın sağlığınıza tekrar kavuşursunuz.

O büyük damar kurumayacak. Saz, söz biterse dünya da biter.

Evet. Ayhancığım şunu da söylemek istiyorum: Geçenlerde, çok genç çocuk benim elimde bu kitabı gördü. Kitabın başına baktı, “Sevdalıyım” yahu dedi. “Sen bu yaşta, kime sevdalı oldun? Ne sevdası bu?” dedi. Dedim “Ya şunun kapağını aç da içine bir bak; kime sevdalı olduğuma. Şimdi ben sevdalıyım ama neye sevdalıyım doğaya, ülkeme, Mustafa Kemal’in ilkelerine, gerçek demokrasiye, güzellere ve tüm güzelliklere sevdalıyım.” Adam burayı açmadan ben bir kadına, kıza sevdalıymışım gibi beni kınamaya başladı.

Şuna da kızıyorum Ayhancığım; gerek sanatçılar, gerek şarkıcılar, gerekse bazı halk ozanlarımız, gerekse sunucularımız yazdığı, bulduğu eserlerin sahibini söylemiyorlar. Sahibi gizliyorlar, bazıları da bazı yerlerini değiştiriyor, hırsızlıyor eseri kendine mal ediyor. Onun için kitabımın başında da o gibilerini yuhlamışım, red etmişim.

Evet çok güzel şiirleriniz var gerçekten.

Teşekkür ederim.

Az şeyler değil bunlar, hele hele de özeleştiri. Dedim ya sol ve sosyalist devrimci insanlar var ama maalesef birçok hata da onlardan geldi. Ben dün kitabı okudum hemen verir vermez.

Çok teşekkür ederim.

Kitabınızdan işaretlemiştim:

Bizim sahte devrimciler / Kendinizi devirdiniz / Halkımızın sevgisini / Düşmanlığa çevirdiniz.

Burada büyük bir eleştiri var.

Şimdi ben şunu söylemek istiyorum, bir halk ozanı, Yazıcıoğlu olarak gerek şiirlerimle, gerek hareketlerimle, gerek yaşantımla birbirine ters düşüyorsam ben halk ozanı değilim.

Tabii; yobazlıklar, mücadele edeceğimiz en büyük karanlıklar. Yani bu karanlıkları, bu yobazlık karanlığıyla mücadele etmedikçe huzurlu da yaşayamayız, ölürken de huzurlu ölemeyeceğiz duyarlı insanlar.

 

Yalancı fetvayla yobaz diliyle

Bize leke sürenler tü derim

Hidayetten beri yanar çırağım

Karanlıkta kalanlara tü derim

 

Yalan yanlış anlatırlar ayeti

Her fırsatta düşman olmak niyeti

Sevmediler Ali’yi Ehlibeyt’i

Mum söndürme yalanlarına tü derim

 

Bu sorun hala bu yıllarda, bu çağda, bu devirde devam ediyor.

Şimdi dünya ülkelerini karşılaştıracak olursak, dünya nerelere gitmiş? Aya yeni dünya kuruyorlar. Herkes neler yapıyor, biz hala cennet-cehennem sevdası, Alevî / Sünni kavgası içindeyiz. Politikacıların doğru dürüst görünümü yerine sahte bir görünüm, oy uğruna, avcılığını böyle bir kayıtsızlıkla bu milleti buraya kadar getirdiler. Şimdi de içinden çıkamıyorlar ve bu beğenmedikleri kafası şapkalı, yüzü tıraşlı o zayıf, daima hakkı yenen o köylü dediğimiz toplum bu seçimde, mevcutlara çok güzel ders verdi. Fakat hala bu bundan ders çıkaramıyorlar. Onun için umarım ki gireceğimiz 21. yüzyılda bu gibi zorluklar ortadan kalkar, herkesin değeri bilinir.

Değer verileceklerin değeri bilinir tabii ki değer verilmeyeceklerin değeri bilinmese de olur. Kaç yıldır Antalya’dasınız?

Antalya’da ilk geldiğim zaman 8 yıl kaldım. 8 yıl sonra sıcağa dayanamadık geri gittik, o zaman da Ankara’nın bu doğal gaz ile dumanı çekilmişti. Orayı tercih ettik. Baktık ki orada da kışın duramıyoruz. Efendim doğal gazına, masrafına katlanamıyoruz, burada kötü bir evciğimiz vardı, işte 2-3 yıldır yaz aylarını Ankara’da geçiriyoruz, kış aylarını da Antalya’da geçiriyoruz.

İki büyük şehri karşılaştırdığınız zaman yaşam nasıl, insanları nasıl?

Şimdi kültürel yönden Ankara daha güzel tabii ama coğrafi yönden halkın gözünde olan Antalya, Türkiye’nin vitrini. Deniziyle, güzellikleriyle, havasıyla, doğasıyla. Ama ben halk ozanı olarak görebildiğim kadarıyla Antalya’nın yerlilerinde gerekli kültürü göremedim. Antalya’ya yakışacak ilerlemeyi, yakışacak yenilikleri göremedim. Öyle inanıyorum ki hala Antalya’da olup da Akdeniz’i görmeyenler var. Ve Antalya’yı da Antalya eden iyisiyle, kötüsüyle dışardan gelen insanlar. Hem büyüklüğüyle, hem zenginliğiyle, alışverişiyle her taraftan gelen insanlar. İstanbul, Ankara, Kayseri çoğunlukta yerleşmişler. Maddiyat para kültürden ön planda tutulmaktadır.

Demokratik bir yapısı var Antalya’nın. Alevî/Bektaşi yerleşim sıklığına rağmen bu kültürel varlık neden yaşanmıyor? Yani demokratik yapısı olması bu Alevî / Bektaşi inancının yaşanmasını gerektiriyor. Antalya’daki Alevîler / Bektaşiler kendi inanç ve kültürlerini niye yaşamıyorlar?

Şimdi efendim Antalya’daki yöre olarak Tahtacı dedikleri Alevî kültürü Antalya’nın merkezinden daha ziyade köylerinde mevcut. İkincisi de Antalya’daki bu insanlar daha evvelden derneklerde, halk ozanları da, konserlerde bu gibi eğilimleri görmemişler. Daha yeni yeni beş on senedir bir şeyler oluyor. Buna da halkın dağınık olması nedeniyle belli yerdeki dernek ve vakıflara yetişemiyorlar, ihmallik oluyor, efendim bütçe darlığı oluyor, zaman darlığı oluyor. Daha doğrusu şunu demek istiyorum içinde bulunduğumuz yaşam, ortam, mücadele, pahalılık, insanlardaki kültürel özü zayıflatmıştır, kültürel özü kaybetmiştir. Ama derneklerdeki insanlar daha yetenekli, daha özverili, halkı anlayan, çekmesini bilen olursa sanırım ki birlik beraberlik gittikçe gelişir diyorum.

Peki kimler var ozanlardan Antalya’da yerli olanlar. Sevdiğiniz, görüştüğünüz, sanatçılar, yazarlar, gazeteciler kimler var, böyle bir ortamınız var mı?

TRT Ankara, TRT Antalya yetkilileri ile tanışıyorum. Radyo Umut’la tanışıyorum, Kültür Müdürlüğüyle tanışıyorum. Bu arada benim evvelki çalışmalarımdan dolayı 8-10 halk ozanıyla bir dernek kurmayı çalıştık. İsimleri gerekirse mesela; Hasan Akın, Rıza Hasgül, Hasan Şimşek, Haydari, efendim birkaç daha ismi aklımda kalmayan 13 eseriyle, kısa geçmişlerini topladık verdikti; güya Antalya Büyükşehir Belediyesi Antalya’da Yaşayan Halk Ozanları Antolojisi çıkaracak. Tabii olamadı, anlaşamadık, ödenek sorunu oldu. Hala o dosyalarımız bekliyor, umarım ki seçimden sonra yeni gelen başkanlık altında belki onu gerçekleştirirler.

Peki Ankara’daki dostluklarınız devam ediyor elbette ki halk ozanlarıyla. Yani hem Antalya’da, hem Ankara’daki ilişkilerinizi sıcak tutuyorsunuz, topluma hizmet vermeye çalışıyorsunuz.

Mümkün mertebe tabii.

Çarpıklıkları dile getiriyorsunuz, elinizden geldiğince büyük bir mücadele verdiniz. Halk ozanları içerisinde de müstesna bir yeriniz var.

Teşekkür ederim.

Bundan sonra da genel olarak ne söylersiniz, ne özetlersiniz?

Şimdi bundan sonraki söyleyeceğim, Alevî kitlesi olarak konuşuyorum, Alevî kitlesinin gerek dedelerle, babalar arasındaki gerek çeşitli çıkan dernekler arasındaki dergiler mücadelesinin bitmesini; gerekse Atatürkçü Düşünce Derneği’yle, Atatürk düşüncesiyle bütünleşmelerini istiyorum. Buradaki ayrılıkların ben kalkmasını diliyorum. Kalkmasını umuyorum. Buna da yetenekli yöneticiler lazım. Yani bir yerde halk bir konsere geleceği zaman belli bir kişiler varsa geliyor, diğer sıradan kişilere gelmiyor. Bize ne verecek ki ne gidelim diyorlar onun için ben bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla gerek Ankara gerekse Antalya dernek olarak, vakıf olarak, kuruluş olarak yetenekli kişiler başta olması gerekiyor, toplayıcı kişiler başta olması gerekiyor. Halk ozanlarını, halk kitlesini bütünleştirecek seminerler, toplantılar efendim cemler diyeyim yapmaları gerekiyor sık sık. Bu da işte halkın imkanı nispetinde toplanabiliyor. Sizin bu Anadolu’yu dolaşma programınız çok güzel, sizleri kutluyorum. İnanıyorum ki bunu başaracaksınız, çünkü sizleri yıllardır tanıyorum. Kişiliğinizle, yüreğinizle aynen göründüğünüz gibisiniz. Efendim buna özveri gerekiyor. İşte bütün bu işle uğraşan kişilerin halkın dilini anlaması gerekiyor. Nasıl diyeyim artık?

 

Söyleşi; 2-6-1999, Antalya

Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Merkezi, Hacı Bektaşi Veli araştırma Dergisi, Kış 2003 - 28

Ozanımızla birçok kez söyleşi yaptım. Birden çok kamere çekimlerimle gerek görüşlerini, gerekse sazıyla sözüyle ozanlığını sergilediği sohbetlerini kayıt altına aldım. Çok sevdiğim ozanla daha önce de derli toplu bir söyleşi yapmıştım.

Bakınız; Söyleşi; 1995, Ankara, Cem Dergisi, Mayıs 1998, Sayı 78, sayfa 44 / 46

 

ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER

 

Kitaplar Ağlıyordu

 

Beyinlerde üretildik çoğaldık

Herkese yararlı olmalı artık

Otuz beş yıl yasaklardan bunaldık

Biz de beraat ettik gülmeli artık

 

Toplanarak kitap olduk ellerde

Çok söylendik mahkemede dillerde

Yırtılarak rezil olduk yollarda

Kütüphanelere dolmalı artık

 

Toplanarak torbalarda ezildik

Saklanmaya topraklara kazıldık

Anlamazın ellerinde üzüldük

Yobazlık büyük dert bilmeli artık

 

Yasalar suç dedi yıldırdı hep

Üretken beyinler öldürüldü hep

Kitap okuyana saldırıldı hep

Ezilenden yana olmalı artık

 

İktidarlar yasaklarla kaldırıldı

İte-kaka depolara dolduruldu

Haksızlığa direneni öldürüldü

Karanlık günleri silmeli artık

 

Suçluluktan berat ettik hepimiz

Ülkemize yararlıdır yapımız

Okurlara açık bütün kapımız

Düşünce de mahsul vermeli artık

 

Dağılalım yurdun dört bucağına

Işık girsin karanlık ocağına

Yirminci asrın yoz kuşağına

Dost olup onlara gülmeli artık

 

Yurda demokrasi yerleştiğinde

Ülke insanları birleştiğinde

Bizi okumaya sözleştiğinde

Duymayana haber salmalı artık

 

Yazıcıoğlu okuyana taktılar

Yığın yığın hepimizi yaktılar

Yeni dünya yeni tohum ektiler

Yasaklar bitmiştir bilmeli artık

Çevre Kirlendi

 

Hesapsız ölçüsüz harcamalarla

Çok israf edildi çevre kirlendi

Menfaat uğruna yatırımlarla

Çok israf edildi çevre kirlendi

 

İzmir-İzmit-Bursa Bandırmaları

Gökova’ya termik kondurmaları

İnatla sürüyor kandırmaları

Çok israf edildi çevre kirlendi

 

Kirli Ege Akdeniz’e dökülür

Adana’da tarım yeri sökülür

Çevre çıkarcıya peşkeş çekilir

Çok israf edildi çevre kirlendi

 

Körfezler hastadır medet bekliyor

Her geçen yıl kirlenmeler ekliyor

Sanayici halen bunu saklıyor

Çok israf edildi çevre kirlendi

 

Doğa ağlayarak düşküne döndü

Balıklar martılar şaşkına döndü

Ölmeyen canlılar kaçkına döndü

Çok israf edildi çevre kirlendi

 

Yazıcıoğlu çevremize yazıktır

Yeşil azaldıkça yürek eziktir

Sanayici yüzünden doğa bozuktur

Çok israf edildi çevre kirlendi

 

Şükreden Camiye İşsiz Kahveye

 

Ülke zam elinden çaresiz kaldı

Şükreden camiye işsiz kahveye

Ümitler tükendi hayale daldı

Şükreden camiye işsiz kahveye

 

Gelir azdır gider bizi boğuyor

Geçinemez baba evladı kovuyor

Rahmetin yerine zamlar yağıyor

Şükreden camiye işsiz kahveye

 

Sıkıştıkça şükür oldu sermayem

İnsanı karnı tok yaşamak gayem

Zengin değilim ki sofrada doyam

Şükreden camiye işsiz kahveye

Partiler değişti zihniyet bozuk

Paylaşım dengesiz ülkeye yazık

Ne yana dönersem yetmiyor azık

Şükreden camiye işsiz kahveye

 

Ahretin korkusu uyuttu beni

Benim cehaletim büyüttü seni

Haksızlar keyfedir adalet hani?

Şükreden camiye işsiz kahveye

 

Nüfus çoğaldıkça sorun bitmiyor

Düzenbazlık çöreklenmiş gitmiyor

Çiftçi kan ağlıyor mahsul yetmiyor

Şükreden camiye işsiz kahveye

 

Çocuğu okula salamaz olduk

Günde bir gazete alamaz olduk

Zamın korkusundan gülemez olduk

Şükreden camiye işsiz kahveye

 

Yazıcıoğlu çalışmaktır görevim

Düzenbaza dayanmıyor yüreğim

Bir kalemim bir de kazma küreğim

Şükreden camiye işsiz kahveye

 

 

Cehennemden Korkma! Cennet Bekleme!

 

Asırlardır düzen dinle korkuttu

Cehennemden korkma cennet bekleme

Gerçek bilim dünyayı uyandırdı

Cehennemden korkma cennet bekleme

 

Cehaleti yayanlara inandık

Oniki ay oruçlu cennete kandık

Sömürü elinde oyuncak olduk

Cehennemden korkma cennet bekleme

 

Dinde uydurmayı okuduk ardık

Şükür dileyenlerin hep üstü yırtık

Kabe sıvasız duvar siyahla örtük

Cehennemden korkma cennet bekleme

 

Cennet rahat ise zengine versin

Cehennem zor ise zalim girsin

Halkı seviyorsa eşitlik gelsin

Cehennemden korkma cennet bekleme

 

Yazıcıoğlu kandırmadan vazgeçin

Cehennemden korkmam yoktur ki suçum

İlim gerçeğinden bir tas su için

Cehennemden korkma cennet bekleme

 

Zalime Karşı

 

Aklım yetti Şah Hüseyin’e yanarım

Mazlumun yanında zalime karşı

Ehlibeyt’i sevenlere kanarım

Mazlumun yanında zalime karşı

 

İnsanlık adına başı verenler

Utanmadı bu gerçeği görenler

Müslümanım diye medet umanlar

Zalimin yanında mazluma karşı

 

Ehlibeyt iz bıraktı yarına

Zalim kafir güvenmişti varına

Acımadı erenlerin zarına

Zalimin yanında mazluma karşı

 

Ayıramam o canları birinden

Medet umma şöhret hırsı köründen

İnsanlığı yaraladı derinden

Mazlumun yanında zalime karşı

 

Yazıcıoğlu Kerbela’dır ülkemiz

Hacı Bektaş düşüncemiz ilkemiz

Kapmayacak demokrasi halkamız

Mazlumun yanında zalime karşı

 

Sığmadı

 

Elli yıldır yasalardan uzaktı

Demokrasi Türkiye’ye sığmadı

Yasalarla hazırlanmış tuzaktı

Demokrasi Türkiye’ye sığmadı

 

Şeriatçı din adına kandırır

Gericiler çok ocaklar söndürür

Atatürkçü düşünceyi sindirir

Demokrasi Türkiye’ye sığmadı

 

Doğu-Batı kan içinde hey yarab

Ülkeyi karanlığa sürükler Arap

Laiklik giderse olacak harap

Demokrasi Türkiye’ye sığmadı

Atatürk’ün sözleriyle ilkesi

Teker teker koparıldı halkası

Karanlığa gömülüyor ülkesi

Demokrasi Türkiye’ye sığmadı

 

Kerbela olayı yaralar açtı

Çorum Maraş Sivas onu da geçti

Bu nasıl İslamlık duyanlar şaştı

Demokrasi Türkiye’ye sığmadı

 

Cennet hevesiyle insan yakanlar

Utanmadı seyreyledi bakanlar

Unutulmaz Sivas’ta bu yanan canlar

Demokrasi Türkiye’ye sığmadı

 

Yazıcıoğlu yobaz dinci dilinden

Ülke çeker gericinin elinden

Şaşmayalım laikliğin yolundan

Demokrasi Türkiye’ye sığmadı

 

 

Hasret

 

Bağrımda hasretin ateşi tüter

Ana hasret bacı hasret el hasret

Güzel varlıkların özlemi yatar

Komşu hasret dostum hasret yol hasret

 

Vatanımın güzelliğine hasretim

Yıllar oldu hasret geçti bayramım

Ne iktidar ne hazine kayıranım

Eşim hasret doğan hasret döl hasret

 

Gönül kırık ufak sözden alınır

Sevdiğim köyümde nasıl salınır

Her yörede sazlarımız çalınır

Çalan hasret düzen hasret tel hasret

 

Özledikçe bulamadım özümü

Arzularım kör eyledi gözümü

Geçim derdi güldürmedi yüzümü

Vatan hasret kalan hasret ölü hasret

 

Düzensizlik düzen alma öldürür

Sürüyü bölünce kurtlar saldırır

Acep kimler cenazemi kaldırır

Dağlar hasret deniz hasret çöl hasret

 

Yazıcıoğlu bilmem neden hoyratım

Boşa gitti emeklerim gayretim

Tabiata insanlığa hasretim

Tatlı güne muhabbete kul hasret

 

 

Birleşmeye Gel

 

Umutlu menfaat dağıttı bizi

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

Herkes dernekleşti biz perişanız

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Uzun yıllar sürtüşerek dağıldık

Makamlardan kapılardan kovulduk

Bilir bilmez çıkar için sağıldık

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Yurdumu halkımı severim dersen

Erenleri candan överim dersen

Geçmiş ustalara saygı duyarsan

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Sivas’ta Maraş’ta kaç kere yandık

Kim canım dediyse onlara kandık

Umutlar uğruna yem olduk yendik

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Arif Musa Yavuz Talip dostumuz

Sivas’ta yobazlar kırdı destimiz

Birleşip yararlı olmak kastımız

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Ustaları verdik ateşe sele

Mahzuni Çırakman çekmişler çile

Bazısı paraya şöhrete köle

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Ozan Yalçın Ozan Der’i duyurdu

Gölgesinde kendisini kayırdı

Sürtüşmeler ozanları ayırdı

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Müslüm Sümbül ile Emini Düştü

Doğup-Ölen Çağdaş bir dernek açtı

İsmail Narı da musahip seçti

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Mortaş Hüsnü yoruldular birlikte

Gün geçtikçe çatlak verdi dirlikte

Bu asırda keramet yok körlükte

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Kul Hasan Kul Ahmet bir de Haşimi

Hüda versin Hüdai’ye nasibi

Gültekin Akarsu yandı Nesimi

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Ozanlıkta Aşık Yener ustadır

Hüdai sarhoş gezer gönül yastadır

Ali Cemal antikaya hastadır

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Sayılır Şahbudak Kamber Nar ile

Karagülle sakin Kaplani ile

Bir Aşık Arabi görünmez bile

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Dündar’la Şah Müslüm koşar işine

Selimi Sivas’ta burda işi ne

Yoksul Derviş Afyon’da yalnız başına

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

İpek’le Coşkun güzel yazar şiiri

Çalışıyor göremiyor şehiri

Reyhani kaçırmaz gece söhürü

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Merdanoğlu daim merttir işinde

Yalpe vermez ozanlık gidişinde

Ali sevgisiyle Cem’in peşinde

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Kızıltuğ Kızıltürk Baştuğ nerede

Şekip bazı Çorum bazı burada

4-5 aşık Antalya’da yörede

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Ozan Gazi Metin ile Balıktaş

Naçari’yle Yüzübenli delikbaş

Hepsini tanıyamam gitti yaş

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Ozanların künyesini bilen yok

Ekberi Canseven uzak gören yok

Sefil Rıza çoktan öldü soran yok

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Çok ozan var Ankara’nın dışında

Geçim derdi ekmeğinin peşinde

Kültür eri rahat değil işinde

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Çoğu öldü yandı neyimiz kaldı

Kalanın da düzen tüyünü yoldu

Devrani Minneti Rabia yakında öldü

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Plansız binalar yıkılıyor bak

Örgütsüz toplumlar dökülüyor bak

Gerici tohumu ekiliyor bak

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Çoban Hüseyin’le Hüseyin Kara

Bakanlık güldükçe açıyor yara

Çok para ayrılır oyunculara

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Benlik duvarını aşmamız gerek

Bulanık selleri geçmemiz gerek

Dünyadan ders alıp pişmemiz gerek

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Uyanalım artık laiklik için

Vatanda sorun çok yanıyor içim

Sokaklar şamata sürüyor seçim

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Ozan Dursun Doğanay’ın derdi çok

İçlerinde dürüstleri merdi çok

Birleşmeden gayri başka çare yok

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Ozan-Der’in adresini sorarsın

Adakale Sokağı’ndan görürsün

Gördüğün ozana haber verirsin

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Emri vaki habersizce seçimle

Ozanlar kızıyor böyle biçimle

Bunlar doğru değil benim açımla

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

 

Yazıcıoğlu geleceği sezerim

Ustalarım gibi güzel yazarım

Ankara’ya kazılacak mezarım

Ozansan örgütlü birleşmeye gel

Gittin

 

Yüreği kalemi yiğit Kemalist

Yüce düşünceni ekerek gittin

Gaflet uykusunda duymadı gençler

Bunun acısını çekerek gittin

 

Gizli örgütlerle yurda gelenler

Gerici örgütle bizi bölenler

Halkımızı düşman etti namertler

Yobazın bendini yıkarak gittin

 

Zalimle savaştın bir oldun halkla

Yıldıramadılar tehditle okla

Cumhuriyet dendi sen geldin akla

Terör yuvaları bozarak gittin

 

Yağmurla karıştı göz yaşlarımız

Haykırdı türkünü candaşlarımız

Düşünceni yaşatmaktır işimiz

Sevgi gözyaşını dökerek gittin

 

Yurtta zararlıya vermedin aman

Laiklik düşmanı dedi eleman

Artık uyanmalı gelmiştir zaman

Çıranı vatana yakarak gittin

 

Dünya düşüncenden payını aldı

Cenazen çiçekli kükreyen seldi

İsminle kalemin abide kaldı

Deryadan denize taşarak gittin

 

Kayıtsızdı şahsi hırslı liderler

Şöhret için koltuk derdi güderler

Gençler öldü çok ağladı pederler

Bizimle boynunu bükerek gittin

 

Laiklik düşünen yerleşmelidir

Liderler ant içip sözleşmelidir

Gerçekler yanında birleşmelidir

Ayrılığı kızıp bakar gittin

 

Demokrasi için öz bıraktın sen

Doğru düşüncenle söz bıraktın sen

Pir Sultanlar gibi iz bıraktın sen

Laiklik sancağını çekerek gittin

 

Yazıcıoğlu Mumcu için yanarız

Ölene dek düşüncesini anarız

Sana öldü diyenleri kınarız

Bu toprağa kanın akarak gittin

 

Dağılan Töreler

 

Yükledi göçünü çiçek dağına

Yörük kızı nerde kaldı yurdumuz

Çadırlar sökülmüş tezgah bozulmuş

Ağlar oldu gelinimiz kızımız

 

Laleler sümbüller karıştı hep

Kuzular oynaşır barışırdı hep

Kızlar halı dokur yarışırdı hep

Bundan sonra gülmez oldu yüzümüz

 

Ne develer kaldı ne halı kilim

Ne yağım peynirim perişan halim

Artık o dağlardan aşmıyor yolum

Nerde kaldı baharımız yazımız

 

Bir koca katardan bir deve kaldı

Ona da borçlarım elimden aldı

Adetler töreler nerede kaldı

Teli yoktur çalmaz oldu sazımız

 

Yazıcıoğlu yörüklerin özü var

Sohbet bilir konuşacak sözü var

Doğadan aldığı güler yüzü var

Sevgi acı duymaz oldu özümüz

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile