MAKSUT AYGÜN (Cevher)
AYHAN AYDIN
Sivas Divriği Olukman Köyünden Maksut Aygün ile birlikteyiz, mahlası Cevher. Maksut Aygün, şiirler yazan, düşüncelerini yazıya döken, eserleri olan bir insan. 73 yaşında, dertlerle, kederlerle örülü bir dünyadan bize seslenecek. Neler söyleyecek, neler anlatacak, hangi düşünce dünyasına bizi götürecek beraber tanık olacağız. Evet sevgili Maksut Aygün bakalım bize nasıl bir pencere açacak.
Efendim Sivas’tan, elinizde yazılarla, dosyalarla, şiirlerle geldiniz İstanbul’a, hoş geldiniz, güzellikler getirdiniz. İnsan hakları, sevgi, barış, dostluk diyorsunuz şiirlerinizde biz de bu dileklere katılıyoruz. Bakalım bu şiirleri yaratan, Maksut Aygün kimmiş, bize ne anlatacak? Eskiye dönelim bakalım nasıl bir köyde doğdunuz, ne şekilde yaşam tarzı sürdünüz, babanız, anneniz, kardeşiniz, bacınız kimlerdi, bunlardan bize biraz anlatın. Teşekkür ederim Ayhan Bey.
Ben Divriği’nin Olukman Köyünde fakir bir çiftçinin oğluyum. Babam harpten kalma malül bir kişi, çalışamıyordu. Çalıştığı zaman böbrekleri şişiyordu, çok üşümüş zamanında. Ben beşinci evladıyım. Babam daha ben doğmadan evvel bir rüya görüyor. Rüyasında göbeğinde bir ekin bitmiş yedi kalem belirmiş, altın başlı bir kalem kendisine doğru eğilmiş, bunu da defterine yazmış. Aynen böyle acaba bu kim, diye düşünmüş? Anneme diyor ki, böyle böyle diyor ben böyle bir rüya gördüm benim oğullarımdan bir tanesi ünlü olacak ama kim olacak? Ama kız ama oğlan tabi onu bilmiyor. Ben resme de meraklıyım, sanata da meraklıyım, her şeye meraklı bir insanım. Dağda sığır yaylarken bir harman makinesi yaptım, harman makinesini ağaçtan yaptım. Alıcın kökü yumuşak ya hani alıcın kökünden çarkını yaptım, kolunu yaptım… velhasıl tam bir makine yaptım çantaya koydum akşam aldım geldim. Geldim ki babamın harp arkadaşı İsmail Efendi diye bir kişi babamla oturuyor, konuşuyor. Babam da hastaydı gezemiyordu, dolaşamıyordu. Önlerine koydum babamın arkadaşı İsmail amca aldı baktı oğlum sen muazzam bir usta olacaksın ama sakın ele çalışmayasın, aynen böyle dedi. Ben alt katın direğini çektim mi koparırdım şimdi bak ele çalıştım para beni çekti çalıştım düştüm şimdi yola yürüyemiyorum, dedi aynen böyle konuşuyoruz. Babam rahmetli uzak oldu mu Maksut diye çağırırdı, yakın oldu mu Kara oğlan, diye çağırırdı. Yanıma gel Kara oğlan, dedi. Yanına vardım babamın elini öptüm nereden düşündün bunları? Dedi baba boş duramıyorum dağda mal yayarken işte bunlarla uğraşıyorum, dedim. “Oğlum oğlum vallahi bu vatanı en az bizim kadar sevin ki, bu memleket yaşasın. Biz ekmek yemedik çarık yedik çarık, kemikleri yakarak taşa sürüp un ettik, öğüttük yedik aynen böyle. Ondan sonra efendime söyleyeyim at eti, it eti, kedi eti bize kuzu eti gibi geliyordu. Nerede leş bulsak onu yiyorduk.” Tabi ben ufaktım, küçüktüm de daha biraz öfkelendim, o amca rahmetlik bana dedi ki nasihatimi iyi dinle, bunu başarman için ne olman lazımsa onu yap, dedi o da aynen böyle konuştu.
Zaman geldi ben artık okumaya daha yeni başlayacağım. Köyde okul yok, kışın okula gidiyoruz üç ay ondan sonra yazın işte birer teneke buğday verip o okulun borcunu ödemiş oluyoruz. Kışın üç ayda ben eski yazıyı da öğrendim, yeni yazıyı da öğrendim. Üç ay hem dağda okuyup hem gelip babamın önünde ders alıyordum. Benim bir de büyük abim vardı o da hiç okumazdı, biraz haylazdı daha doğrusu dedi ki “oğlum aha bak senden küçük olan okudu sen daha okuyamadın”.
Geldi geçti zaman artık dağda şiir yazmaya başladım. Bazısını beğeniyorum, bazısını da beğenmiyorum. Beğenirsem babama gösteriyorum, beğenmezsem göstermiyorum. Oğlum daha iyisini yaz, diyordu. Ama hemen yukarıda anlattığım rüyası aklına gelmiş demek ki benim gördüğüm rüya buydu, demek ki, demiş.
Efendim gün be gün derken sonradan türkü oldu benim için şiir yazmak; bir dakika da iki tane üç tane şiir yazabilirdim.
Ben de ekseriyetle şiirlerimi gece yazarım. Başıma kalemi koyarım, kağıdı koyarım akşamdan aklımda ne varsa gece kalkarım yazarım. Hemen şöyle yazarım mesela yerini belli ediyorum sabahleyin kalkıp düzeltiyorum. Hanımla çekişiyoruz, hanım da şunu diyor, hangi şair gülmüş ki sen gülesin.
Ufaktık daha evlenmemiştik. Meraklanmıştık birbirimize, dağda taşta görüştüğümüz zaman bunu söylerdim, sen ne edeceksin sen bana meyil veriyorsan tamamıyla ver, yalandan verme gerçekten ver. İstedim sonra baktım ki vermediler kaçırdım onu bir ton da sopa yedim. Vermediler çünkü ben fakirim ya sığır yayıyorum ya, bana vermediler. Dedim ki seni kaçıracağım, ben de kaçmam, dedi. Kaçmazsan ben de almam çünkü fakirim, vermiyorlar. Nihayet gönlü oldu kaçtık, bir ton da sopa yedik kız tarafından; dayısından, abisinden kafamda bazı kırıklar da vardır yani.
O kadar ki çok dayak yediniz? Çok dövdüler daha da bir de elimden almaya çalıştılar bir ay, iki ay geçmiş daha da elimden almaya çalışıyorlar. Ama babası olgun adamdı rahmetli kayınbabam olgun adamdı bırakın, dedi. Benim babam da hiç kimsenin kalbini kırmayan bir insandı, köylüyü topladı o zaman 50 lira barış parası verdik. O zaman 50 lira çok para 1950 senesinde, 19-04-1950’sinde hiç aklımdan çıkmıyor. O gün geldi mi, Sultan bugün evlenme yıl dönümümüz, kaçma sopa yeme yılımız, derdim gülerdi tabi bazı da ağlardı yani öyle. Ne diyeyim işte böyle başladık yaşama.
Durun hemen öyle başladık dertler, tasalar hemen döküldü. Sözün en başında ne dedik kederliyiz, dertliyiz, çileliyiz hayatımız zorluklar içerisinde geçiyor. Gerçekten de sizin anlattıklarınızdan da anlıyoruz ki Anadolu’da yaşamak ta, evlenmek te, hemen her şey de bir dram. Çoban çünkü çalışamazdı rahmetli babam mal yayardı ancak ben de peşi sıra giderdim. İşte çocuk iken sağa koşardım, sola koşardım. Bir gün koşarken taştan aşağı kaydım gittim. Aşağı da çay, saydan aşağı kaydım. Babam rahmetli peşimden kaydı tutacağım, diye. Taştan kaydım gittim. Hele şükür ki taş böyle cıbılmış cıbıl da aynı parkta çocuklar sıyrılıyorlar ya öyle sıyrıldım ta çaya indim. Ondan sonra kalktım babam haber etti rahmetli “bir şey oldu mu yavrum.” “Yok ağa, biz babamıza o zaman ağa derdik, ağa bir şey olmadı dedim, “dolan da gel ki ekmeğimizi yiyelim.” Geldim, boynuma sarıldı bir ağladı. Babam beni çok severdi. Yine o sözü tekrarlardı; oğlum bu vatanı en az bizim kadar sevin ki bu vatan, bu millet yaşasın. Biz neler gördük. Sonra ben her şehit adama şehit de demiyorum babamın dediğine göre. Cephe de çarpışıyoruz bir top geldi çavuşun tekini parçaladı, diyor. Hem çırpınıyor, hem de Eyüp Çavuş benim askerim sana emanet, diyor. O sanki hala daha gözümün önünde duruyor, diyor. Mehmet isminde bir arkadaşıymış, dedim ki Mehmet ne oldu sana “daha ne olacağı var mı gidiyorum askerim sana emanet”. İşte ben ona şehit diyorum ağamın dediğine göre. Öyle gidip de Fazıl Ahmet Paşa gibi öne atılıp da şehit olayım, diye bir şey yok. Şehit kendi bahlıya mal edeceksin şehit o zaman olacaksın. Öyle vara yoğa şehit olmayı ben kabul etmiyorum yalan yok.
Babanız kaç yılında vefat etti? 1953.
Kaç yaşında vardı? O da benim yaşımdaydı.
70 yaşlarında. Zaten yine de iyi yaşadı o şeye göre telafete (teleflik, aşırı fakirlik ve olumsuz yaşam koşullarına göre) göre. Çünkü ekmek vardı katıksız yiyordu, affedersiniz bir eşeğimiz vardı onu küçük çingenelerden almışlar o da Süleyman oldu. Eşeğin darında eşeğin Süleymanı çıkıyor derler hani dağladı eşek iyi olmadı öldü. Ondan sonra bir eşek daha aldık onu da dağda kurt yedi. Bir tane de ineğimiz var, 6-7 kuzu ebem de var büyük anaya bizde ebe diyorduk, o da var o da bize bir keçi aldı. Eski köstekli saatler var ya onu verdi eski saat kösteği var ya kocasının kösteğiymiş onu verdi bir keçi aldı. Bir inekle bir keçiyle 7-8 baş nüfus öyle idare ettik.
Toprak verimsiz miydi, yok muydu toprak? Toprağımız yok.
Sizin yok. Var da bizim yok. Ayrılmışlar, bir ev 19-20 ev olmuş arazi ne edecek sürülmeye gelmedikten sonra ne edecek bölüne, bölüne öküz bile dönmüyor.
Peki, köyün arazisi güzel mi? Bizim köy dağın dibine yaslı dağ tarafı iyi değil de aşağı taraflar iyi. Herkese muazzam veriyor ama bizim yok.
Oluyor yani verimli bir yer. Ağacınız var mı? Verimli ağacımız çok. Hele şimdi de ceviz, elma, kayısı, haddi hesabı yok. Ben gurbetten gelenden sonra bir bahçe yaptım benim tarlam vardı bana düştü yani beş kardeş içinden. Ben de orayı bahçe ve yoncalık yaptım, ağaç diktim kayısıları muazzam, cevizleri muazzam ama ayı bırakmıyor. Bu sene kayısılarımın başlarını hep kırdı.
Ayı? Ayı. Cevizi de kırıyor. Hiç ben görmedim ki ayı ceviz yiye, daha yeni duyuyorum vallahi billahi.
Bal filan oluyor sizin orada? Üzüm de oluyor, eken yok. Yoksa benim kapımın önünde üzüm var, dediğim yerde üzüm var muazzam üzüm oluyor.
Peki kaç hane köyünüz? Yazın çoğalıyor da kışın 16 hane kalıyor. Yazın da 45-50 hane oluyor gurbetten gelenler ev yapmışlar hani yazın geliyorlar ya köylere emekli olanlar, bunlar geliyorlar köylere işte yazın çoğalıyoruz. Sonra bizim Körüşte Çalgın diye bir mevkii var, suyumuz köyün suyu ona bağlı bir dağdan bend kaldırmışlar zamanında ama biz kaldırmadık zannetmiyorum Ermenilerin işi bizim köyü yeri Ermeni yeri. Daha eski kurunler, çaylar, çeşmeler duruyor. Çünkü bizim Türkler çalışmıyorlar, inanmıyorum yani adamlar iki hark açmışlar biri mezireye vermişler Üçpınar diye bir mezire var, bir de bizim köye iki hark dağdan getirmişler zamanın Ermenileri. Şimdi o hark halen kullanılıyor. İşte her sene açıp açıp su getiriyoruz dağdan. Köyün önünden su geçiyor, çay da zaten bizim köyden çıkıyor, Anzahar diye bir köy var şimdi Eğrisu oldu ismi.
Meşhur köy, Anzahar. Bu dedeler köyü değil mi? Babaların, dedelerin köyü. Şimdi isimlerini değiştiler o köy Eğrisu oldu.
Yakın mı o köy size? Ben o köyde okudum, bizim köyde okul yoktu. Orada işte 4’e gitmedim de 5’e gittim. Ben iyi bildiğim için Bekir Gülten isminde bir hocamız beni imtihana soktu dedi bu da diplomasız kalmasın fakirim ya.
Dünya adaletsizliklerine biraz da böyle şeyler gerekiyor. Bu kadar adaletsiz düzende ne yapabileceksin? Hem de nasıl adaletsiz nasıl.
Şimdi gül yüzlü canım ciğerim, ozanım, çok duygulandınız, gözlerinizden yaşlar boşaldı babanızı anınca. Çünkü babam beni çok seviyor, koruyordu diyordunuz ama çektiği fakirlikler aklınıza geliyor anladığım kadarıyla. Çünkü çok çile çekmiş, yokluklar içerisinde büyümüş olsanız da şimdi hiç değilse diyorsunuz bir parça da olsa rahatladık ama o dönem daha zordu. Yani bundan 50 yıl öncesi daha da zordu hayat. Olanaksızlıklar vardı, çocuklar çoktu, nüfus çoktu böyle oldu. Şimdi biraz Anzahar’dan bahsedin. Şimdi ismi Eğrisu. Benim daha dramatik şeylerim var onları anlatayım da ondan sonra orayı anlatayım.
Ben okumaya meraklı olduğum için öğretmen olmak istiyordum. Sivas Yıldızeli’nde okul vardı. Evlenmişken bile tarlada ekini ağustosta bırakıp, oraya kaçtım, nüfus kağıdımı aldım kaçtım. Cebimde para yok. Divriği’ye gider bağlarda bahçelerde çalışırım para ederim Yıldızeli’ne giderim okula yazılırım okurum, dedim kendi kendime. Babam rahmetli, kaçtığımı anneme söylemiş tabi şimdiki kayınbabam olacak kişiye de, Sadık Çavuş Maksut kaçtı, enişten yani damadın kaçtı, demiş. Nereye gitti? Sivas’a. Oradan ata biniyor koşup geliyor bana yarı yolda kavuştu, çevirdi. Dedi “sen nereye gidiyorsun?”. Dedim “ben okuyacağım gidip okuyacağım” dedim. “Aha çok öğretmen olursun, öğretmen olacağın” dedi. Dedim, Sadık emmi, kayınbabama Sadık emmi diyorum tabi köyde olduğumuz için “Sadık emmi benim yolumu engelleme gidip kendimi kurtarayım. 5-6 kardeşiz arazimiz yok”, “baban evde ağlasın sen de koş ki zevke sefaya gidesin” diyor. Tabi ben kıramadım ata bindi beni terkisine aldı geldik.
Geldim ki babam rahmetli, elinde maşa çaydanlığın kenarına kor koyuyor bizim bir kırmızı çaydanlığımız vardı, ki çaydanlık kaynaya beni görünce ağladı. “Nereye gittin yavrum, nereye gittin dedi, ben çalışamıyorum bunlar hep ufak, sen gidersen biz ne edeceğiz?” Dedim “Ağa ben gideceğim aha ben kaldım burada hangi birinin karnını doyuracağım ben bugün, yarın” dedim. “Kendimi kurtarayım hiç olmazsa ben de yarın senin gibi baba olacağım” dedim, daha çocuğum olmamıştı. Tamam oğlum kabul ediyorum edeyim ama bunları ne edeceğim aha çalışamıyorum. Annen bir kadın, annem de tabi yaşlı o yaşta bir kadın ne yapsın? O sırada annem geldi. Dedi, “yürü yürü git okula git te kendini kurtar bizden kaçıyorsun de mi?” dedi. Tabi onun düşüncesi de öyle. Halbuki ne kaçayım, ben kendimi kurtarmaya çalışıyorum, sonra öğretmenliği de çok seviyorum. Ondan sonra tabi kaldım.
Anzahar’da okuduğum zaman da tabi ufaktım, daha bekardım, yalnız şunu söyleyeceğim ben iyi nutuk çekerdim, biliyor musun? Böyle masaya çıktım Aslan Mehmetçik diye o zaman bir şiir verdiler bana 23 Nisan piyesinde, demek masa çürük müydü artık, kuvvetli mi vurdum artık bilemiyorum, nasıl vurdumsa masaya vurdumsa içine geçti ayağım. Benim hanımım da, o da daha talebe 3. sınıfta okuyor, bir de köyümüzden Muhtar Murtaza Amca benim kirvem oluyor, bunlar çok etkinmişler, çok sevinmişler. Herkes şaşırdı tabii, etkilendiler. Belki de bu ilgi o zaman başladı.
Şimdi Anzahar dedeler, babalar köyü olarak çok ünlü onu biliyoruz, türbeler var içinde. Peki siz nasıl hatırlıyorsunuz Anzahar’ı, tabii o zaman oldukça küçük de olsanız, aklınızda ne kaldı? Nasıldı orada dedeler, cemler, cemaatler? Şimdi bizim orada her zaman kışın, yazın bir hata işlesen bile yani bir haksızlık yapsan bile, siz durun siz durun elbet dedeler kışın gelirler, denirdi. Birbirimizi böyle keyiflerdik yani barışmasalar bile yani kavga eden kişiler barışmasalar bile kış geldi mi dedeler gelirdi, insanlar görülürdü. Esas dedeler Mineyik’ten gelirdi.
Sizin kendi köyünüze mi? Kendi köyümüze de, o köye de. Hepsine de.
Bölgeye Mineyik’ten gelirdi dedeler? Mineyik’ten, bir de Yellice’den gelirdi, Kangal’ın Yellice köyünden gelirdi.
Oradan işte Anzahar’dan (Eğrisi) yine aynı bizim rehberimiz de oradandı hani pir yol gösteren rehber mürşit, mürşit işte Mineyik’ten, Pir Yellice’den, rehber de Anzahar’dan yani Eğrisu’dan gelirdi. Şimdi Allah var onlar geldi mi di bizim millet kuzu gibi olurdu. Kim bir haksızlık etmişse çekerlerdi dara haklı haksız kim haklıysa kim haksızsa onun hakkını alırdı. Mahkeme yoktu bizde. Yani mahkememiz buydu. Efendime söyleyeyim haklı haksız orada ayrılır herkes yine barışır yoluna devam ederdi, böyle.
Ziyaretler çok olur muydu, türbe var sanırım orada. Türbe işi ayrı, görgü işi ayrı cem işi ayrı yani.
Türbeyi ziyaretler olur muydu başka köylerden? Olurdu ta Arguvan’dan geliyorlar. Esas o adam Muhammed dediğimiz Tekkeli Muhammed o zat, soyadını unuttum onun da bir soy adı var, esas Arguvan’lıymış, Eğrisu’yu seçmiş orada kalmış oraya gide gele orada kışlarmış. Bir de Babalar diye bir kişi var. Rahmetli Gani Baba, Gani Baba da çok büyük bir zat, onların dağda otuz kırk dönüm yerleri yani 7 tarlaları varmış dağda Eğrisu’da, o tarlaları eker biçer dağda kalırlarmış, 40 tane dervişi varmış bunun. Bu dervişleri eker, biçer, yer fakir kim gelir kim yer gelen gidiyor giden geliyor. Böyle bir büyük bir tekke gibi bir şey aynı buraya benziyor.
Geçen gün geldim geçen Pazar burada yemek vardı. Ondan sonra onlar arazilerini köye bıraktı geldiler köyün üstünde bir yer almışlar yapmışlar o zaman ben onu bilmiyorum da yapılmış.
Gani Baba’nın oğlu Ahmet Baba var o dağda şimdi türbesi var, onun da türbesi var bir de işte Muhammed, o da peygamber sülalesinden gelen bir kişi. O da Peygamber, İmam Rıza sülalesinden geliyor Horasan’dan. Aslında bakarsan benim annem de Seyit Ali’lerden. Benim annem göçmen, İran’dan kaçmışlar zamanında gelmişler Tunceli’nin Ovacık Turnagölü yaylasına. Oradan geçmişler Kemah’ın Kuruçay nahiyesinin Tutunük köyüne, oradan da tutunamadan gelmişler Sivas’ın İmranlı kazasının Nergizler’e. Orada da tutunamıyorlar oradan kalkıyorlar Zara’ya bağlı Guvaz’da Elmaseke’ye geliyorlar. Ondan sonra da annem babası 4 kız, bir oğlan köyden göçüp Divriği’ye geliyorlar. Divriği’ye gelirken yollar kışa tutuluyor bunlar dedem, kar fırtına yapmış, keçeyi bir o yana tutuyor, bir bu yana tutuyor bunlar altında kalıyor, biraz da ekmek varmış ben gideyim de köyden hayvan getireyim, diyor. Gidiyor daha da gelmiyor orada yukarı da donmuş. Dedem kıştan donmuş tabi köylü ne bilsin ne oluyor o yollarda? Yoldan gelirken bakıyor ki orada bir değnek dikili eşiyorlar ki çocuklar altında. Ondan sonra ebemle rahmetli birlikte 4 kız bir oğlan bir de kendisi 6’sı da oradan alıyorlar getiriyorlar Divriği’ye.
Divriği’de Uzunlar diye bir aile var zenginler işte onların ahırını siliyorlar, süpürüyorlar işte öyle geçiniyorlarmış.
Dedem rahmetli onlarla dostmuş, o zaman bizim zenginlik zamanıymış ev birleşikmiş kocaman bir evmiş. Demiş ki ya Haskarı, adı da lakabı Haskarı’ymış, Haskarı kim demiş bunu ben bir kere göreyim. Çağırmışlar gelmiş, ne kurban, onun konuşması böyle, ne kurban beni niye göreceksin kurban.” Demiş ki “seni Olukman’a götürsem gider misin?” “Çocuklarım var kurban.” Demiş “çocukları da götürsem”, “o zaman giderim kurban” demiş. Dedem rahmetli çocuklarını annesini almış bize getirmiş köye.
Köyde işte kızların birini babam almış, birini de emmime vermiş, biri de Erzincan’a gitmiş, biri de Malatya’ya gitmiş oğlanları da köyde dama sokmuşlar. Yani hep köyde dağılma olmuş.
Annemin esas adı Fatma da güzelliğiyle annesi altınım, altınım dermiş, biz Altın söylüyoruz biz bile bilmiyoruz annemin gerçek adını. Neyse Fatma’ymış nüfusta baktık ki Fatma.
Rahmetli Naci Demirağ var belki duydun, Divriği’nin en iyi insanlarından Abdurrahman Naci Demirağ, altı çocuklulara para verirdi bu adam. Babam da yazıldı altı çocukla yazıldı ama lakin biz yedi çocuğuz şimdi üçünü Altın’a yazmışlar, dördünü Fatma’ya yazmışlar iki isim olduğu için. Şimdi onu düzeltemediği tam para alamadı. Adamı Sivas’ta zehirlediler, o kişiyi öyle iyi bir kişiyi. Neymiş Divriği kalkınacak diye Sivaslılar zehirledi kahveyle bunları iyi biliyorum. Çünkü o zamanlar epey büyüktüm ben.
Peki o dönemdeki dedelerden, aşıklardan, ozanlardan kimleri hatırlıyorsunuz? Küçüklüğünüz de, kendi bölgenizde Anzahar olsun, sizin köy olsun, çevreden olsun, gelenler ne tip insanlardı, nasıl insanlardı, ya da sizi etkileyen insanlar, bilgili dedeler, ozanlar, aşıklar var mıydı? Ya da diğer insanların çok sevdiği? Öyle bir kişi gelmemiştir. Çünkü bizim köy biraz sapa olduğu için fazla insan gelmezdi. Köy değil her yer sapa oralarda. Yavuz’un korkusundan hep dağlara çekilmişler Aleviler, biraz gelecek yerleri zor. Yalnız Karacaoğlan kitabını okudum ekseriyetle ondan sonra Sürmeli Bey diye Sivaslı bir ozan vardı onu okurduk, ondan sonra Erzurumlu Emrah’ı okurduk bunları dağda sığır yayarken okurduk.
Onları nasıl elde ettiniz, yani size nasıl ulaştı? Kimden istediniz, kimden aldınız? Şehirde satılıyordu.
Aldınız? Şimdi yevmiyeler kaç kuruştu bilmiyorum ama üç gün çift sürdüm 60 kuruş aldım. Abim askerdeydi ta güzde mektup yazdım atamadım yaza kadar, çifte gittim 60 kuruş aldım. 10 kuruşa abimin mektubunu attım, 40 kuruşa da o kitapları aldım o zamanın varıyla. Çünkü kitabın teki 10 kuruştu aklıma geliyor ama hangisi bilmiyorum ama Karaca oğlan’ın kitabı pahalıydı biraz, velhasıl 40 kuruşa kitabı aldım ekmek yemek yemeden geri geldim köye.
O dönemin yaşantısını biraz anlayabiliyoruz sizin anlattıklarınızdan da. Mesela Divriği kasabaydı tabi siz oradan alış-veriş yapıyordunuz, köyünüze uzak mı? Yok köyle 15 km. 2-3 saatte gidiyorduk.
Yürüyerek. Lakin bize ufakken yol mu dayanır?! Biz cırıt ettik mi ta şehre varıyorduk, düz biliyor musun bir tepe var aramızda, çocukluk koşa koşa ta şehre tut yemeğe giderdik tut zamanı. Köyden çocuklar toplanırdık yarışarak Fırat’tan Divriği’ye tut yemeğe giderdik. Divriği’de tut çoktu, hayrat tutları böyle caddelerde şurada burada çok tut vardı. Şimdi hiç kalmamış.
Hayrat yani insan yiyebiliyordu, bir şey diyen yoktu. Yok kim yerse yesin hayrattır. Şimdi kalmamış hiç, kesmişler hep kocamış demek ki.
Peki, biz Sivas Divriği Alevi olarak biliyoruz. Çoğunluklu köyler Aleviymiş. Gerçekten de öyle mi, Divriği’nin çoğu köyleri Alevi mi? Divriği’nin köylerinde hiçbir tane Sünni kesim bulunmaz. Yalnız Kesme var, Dimara var onlar göçmen, oralar da karışık yine. Orada Hornogul diye bir yer var şimdi ismi değişmiş olabilir bilmiyorum orası da karışıktı. Bir de Tekgüresin var o da yine karışıktır. Yani tamamen Sünni diye bir şey yok.
Alevi. 135 tane köyü var bundan çıksa çıksa 5-6 Sünni köyü çıkar. Aslında tamda yine çıkmaz, karışıktır. Ama biz bunlarla iyi geçiniyoruz. Çünkü bizim görüşümüz onlara ters düşse de biz onların hiç birine ters düşmüyoruz. Çünkü onlar neyse bizi küçümsüyorlar namaz kılmıyor, bilmem ne ediyorlar diye bizi küçümsüyorlar. Ama biz onları hoş görüyoruz.
Öyle bir hoş görü var. Evet bizde öyle.
Peki daha sonra nasıl oldu yani sevdiğiniz birisiyle kaçtınız, evlilik çok zordu para yönünden. Para yönünden değil bir de tarlası olmayana kız vermiyorlardı. Maddiyat.
Fakirdiniz size vermek istemiyorlardı? Vermediler de.
Vermediler de zorla oldu. Yani bir nevi gönül ferman dinlemedi. Dinlemedi, işte bir ton sopa yedik o yanımıza kaldı.
Ama çok dövdüler öyle mi? Kafanızda filan bir izler. Çok dövdüler. Kırdılar ağzımı burnumu kırdılar dünyanın kanı aktı görsen. Emmimin kızı yanımda ama bir türlü girişemedi. Emmimin kızı da vardı, esas emmimin kızının kocası bu hem benim kayınbiraderim oluyor hem de emmimim kızının kocası o da onu mal için aldı. Bize kalmasın diye malı emmimin karısı kızı onlara verdi.
Bir çekememezlik var zaten amca zaten kardeşler arasında hepbunlar oluyor. Yok emmim iyiydi de karısı fitne makinesiydi, iyi değildi. Yani abim bilir kalmasın diye ayırdı abim nişanlıyken ayırdı onlara verdi. Ben de o nispette kızı kaçırdım. Şimdi her şey doğru konuşacağız ki.
Peki kaç çocuğunuz var? İki kız, iki erkek.
Allah uzun ömür versin. Peki siz şimdi yaşantınızı köyde mi sürdürüyorsunuz? Şimdi köydeyim ben yalnız daha köye gitmeden evvelini söyleyeceğim. Ben tek başıma 7 tane ev yaptım. Her gittiğim yere bir ev yaptım, Ankara’ya gittim ev yaptım onu sattım, Divriği’ye gittim ev yaptım 2 katlı bahçe aldım. Köye gittim iki defa altlı üstlü ev yaptım. Ondan sonra tekrar gurbete gittik, yıkıldı. Tekrar geldim yine iki katlı ev yaptım.
Yani köyde sürekli kalmadınız. Siz ne zaman köyden çıktınız? 1967’de çıktım, 1988’de geldim. Gittim geldim, gittim geldim. 1991’de evimiz yapıldı, 1991’den bu yana köydeyim.
Nelere gittiniz, Ankara? Ankara, Karabük, ondan sonra Seydişehir, fabrikaları olan yer.
İşçi olarak mı gittiniz gurbete? Elektrik oksijen kaynakçısıydım. Tabi geçim için bir şeyimiz yok ki.
Tarla olmadığı için gurbet yaşadınız? Bir de çocukları okutayım da kurtarayım ben okuyamadım onları okutayım kurtarayım, dedim. Onlar da okumadılar. Okumadılar merak etmediler.
Ne yaptılar, evlendiler mi ne oldu? Evlendiler şimdi çocukları var oğlanlar İskenderun’da, kızlar Ankara’da hepsi de evlendiler. Oğlanlar İskenderun’da oturuyorlar orada yerimiz var, kızlar da Ankara’dalar.
Şimdi eşinizle yaşıyorsunuz? Eşimle yaşıyorum.
Emeklisiniz, bir parça arazi alabildiniz mi? Yok ne alayım arazi, araziyi ne yapayım, eken yok, biçen yok. Zaten ikimiz de yaşlanmışız. Ben bir yoncalık yaptım tırpanlıyorum işte ineğin kışın yiyebileceği kadar.
Emeklilikten gelen maaşla idare ediyorsunuz? Onunla idare ediyoruz. Köyde yetiyor yalnız iki tane talebe var. Ben torunlarıma para gönderiyorum. Biri Eskişehir’de okuyor, biri Ankara’da okuyor. Biri büyük oğlanın, biri küçük oğlanın. Şimdi Eskişehir’de ki diyor ki dede bu ay borçlandım biraz fazla para gönder ki borcumu vereyim.
Yok öyle yok, dedeyi rahat bıraksınlar biraz da gençler çırpınsın. Şimdi göndermeye gönderirsiniz de biraz daha kendinize bakın, hayatın en tatlı zamanları bu zamanlar. Torun sevgisi de başka oluyor ama biraz insanlar ayakları üstünde dursunlar, nice çilelerle okuyan insanlar var, siz çileyle yaşadınız. Gelelim şimdi bu şiir dünyasına, eserlerinize bunlar nasıl başladı? Bir sevdayla, bir aşkla, bu şiirleri, bu eserler meydana getirmişsiniz. Yani bu kadar fakirlik, okuyamamanın içinde çok güzel şiirler üretmişsiniz ki bunların yayınlanamaması çok acı.
Bunlar nasıl başladı bu yazma işi, yazma uğraşı, aşkı diyelim? Şimdi askerdeyken de tabi vardı daha evvelde de vardı. Askerde biraz daha çoğalttım. Benim bir kumandanım vardı onun kızları okula gidiyordu. “İçinizde şiir yazan var mı?” dedi şiir yarışması varmış okulda, Mardin’in Kızıltepe’de. Tabi benim haberim yoktur arkadaşlar demişler bizim Sivaslı hem şehrimiz var o yazıyor şiir demişler. Yüzbaşının soy adı Temel ismini unuttum. İki kızı da ortaokula gidiyorlarmış. Geldi beni buldu dedi ki “oğlum sen şiir yazıyor musun?”, “Yazıyorum kumandanım”, dedim. “Benim kızlarım okula yarışa girecekler bunlara birer tane şiir yaz” dedi. Dedim “komutanım aşk üzerine yazayım, yoksa dedim böyle yarışma şeklinde ona mı yazayım.”, “Yaz da nasıl yazarsan yaz” dedi. Şimdi ben de tuttum aşk şiiri yazdım, kız bu şiirden bana meraklanmış. Acaba bu kimdir diye. Tabi şiiri ben el yazımla yazdım götürdü daktiloya çekti karargahta götürmüş kıza vermişler yarışmaya katılmış. Yarışma katılmış yarışma da aşk şiiri yazdığım kız birinci olmuş. Ondan sonra diğeri benim ki kötü oldu diye bana kızıyormuş. Bu adamı görelim baba demiş gelsin ki demiş bana. Bir gün baktım dedi ki “evladım Maksut akşam bize geleceksin” dedi. “Niye komutanım” dedim. “Geleceksin dedi seni davet ediyorum” dedi. Ben korkuyorum da tabi askerlik. Dedim “komutanım yoksa bir şey mi oldu?”. Ben şimdi aşk şiiri yazdım ya ondan şüphelendim. Acaba bana kızacak mı?, diye. Neyse vardım akşam gittik beraber jipe, o zaman jip vardı öyle şeyler yoktu, jipe bindik eve gittik. Selamı aleyküm, aleyküm selam oturduk, kızım işte şiiri yazan bu adamdı, dedi. Kalktı kız elime sarıldı amca dedi senin sayende, asker abi senin sayende birinci oldum, dedi. Dedim bir de kendin yaz, benim şiirimle niye övünüyorsun ki, dedim. Kendin yazda kendin birinci ol dedim. Yazmaya da çalışacağım asker abi, dedi. Öteki kız şöyle bakıyor yanıma gelmedi şöyle bakıyor. Dedim o niye öyle bakıyor yani öyle elimi gösterdim. Onun şiiri kazanmadı da onun için kızıyor sana dedi.
Daha sonra ilerletmişsiniz ama tabi yani hayat boyunca anılarınızı, roman tarzında da şeyiniz var.
Şimdi romanlarım çok kıymetli çünkü Cevher Diyarı dediğim roman Türkiye’deki köylerde olan cevherleri diri diri toprağa gömüyoruz anlıyor musun? Buna diyorum devlet sahip olsun ne koyayım ismini dedim, düşündüm, Cevher Diyarı koydum. Hem kendi ismimi söylüyorum hem de Türkiye’yi kastediyorum. Bunu bizim orada bir edebiyat öğretmeni vardı ona gösterdim, ulan okumuyor köyde sığır yayıyorsun, sen bunları nasıl yazıyorsun? diyor. Bunun bir tane kelimesini yazamam, şuna bak, diyor. Öğretmen evine giderdim İskenderun’da Pazar günleri orada karşılaşırdık, o efendim okuyamıyorum köyde sığır yayan şunların okuduğu şeye, yazdığı şeylere bak diyor. Öbürlerini çağırıyordu gösteriyordu.
Gerçekten de öyle. Yani şiirleriniz çok değişik konuları işliyor. Yani bir eğitim almadan bu şiirleri üretmek, yazmak büyük bir maharet işi. Mesela kaç tane şiiriniz oldu sayısını biliyor musunuz? 1774.
Elinizde daktilo var, siz mi yazıyorsunuz daktiloya. Evet daktilom var. Ben yazıyorum. Ben askerde yazıcılık yaptım.
Askerde yazıcıydım orada diplomamı aldım sivil de geçmedi. Tekrar Ankara’da bilmem ne federasyonuna gittim, daktilo kursuna birincilik kazandım, iki dakikada 230 harf vurdum birinci geldim Ziraat Bankasına girecektim. Benim ismim başta birinciydi, işe alacak kişi dedi ki “oğlum işte şunu şunu yapta gel” dedi. Gittim Pazartesi günü hep aldım karakoldan, şuradan buradan işte talimatları aldım götürdüm, Ziraat Bankasına gittim ki benim ismim yoktur. Neyse tabi gene gideyim müdürün yanına, dedim. Müdürün yanına gittim, kapıyı çaldım, elimde bir de askeriyeden daktilo sertifikası var, onu da altına takmıştım, bir de o federasyondan aldığım şeyi altına takmıştım, işte o evrakların hepsini aldım götürdüm dosya halinde. Götürdüm “müdür bey getirdim senin dediklerini her şeyi yaptım getirdim” dedim. “Kimsin sen” dedi. “Ben Maksut Aygün” dedim. Önünde liste var camın altında. “Hani oğlum senin ismin yok burada” dedi. Dedim “müdür bey burada birinciydim başta birinci bendim iki dakikada 232 harf vurmuşum iki tane yanlışım var. Birini fazla vurmuşum birini eksik vurmuşum” dedim. “Senin önündeydi” dedim.
Bir daha baktı sanki görmez gibi bir daha baktı “yok oğlum senin ismin burada” dedi.
Allah şahittir ayakta kağıtları yırttım aha böyle yüzüne attım adam hiçbir şey demedi kapıdan çıkarken baktım ki peşime bakıyor. Yırttım hepsini vallahi billahi bu memleket ne kalkına.
Bu memleketin kalkınması isabet.
Bu milletin son umudu
Sende kaldı Kemal Derviş
Yeşil dallar hep kurudu
Buna can ver Kemal Derviş
Gemi rotasını bozdu
Namertler bizleri yüzdü
Çeteler milleti ezdi
Yolda kaldık Kemal Derviş
Hortumcular bizi yuttu
Ekonomi çöktü battı
Vurguncular çekti gitti
Yurt dışına Kemal Derviş
Meclis de yok hiçbir çaba
Herkes birbirine gebe
Çocuk doğar borcu hibe
Adı soygun Kemal Derviş
Ülke vurguncu cenneti
Helal haramdır serveti
Meydan bulan çeker atı
Yarış yapar Kemal Derviş
Ne yasa var ne bir düzen
İşte böyle kaynar kazan
Doğru çizip doğru yazan
Damda çürür Kemal Derviş
Bu vatan bu millet bizim
Sefil düştü oğlum kızım
Teli kırık çalmaz sazım
Bir düzen ver Kemal Derviş
Cevheriyem terim döker
Birisi yer biri bakar
Kavga dövüş burdan kopar
Nebal alma Kemal Derviş
Şimdi bu bir yergi, bu ülkeyi soyanlara, soyup ta kaçanlara, kaçmak isteyenlere bir uyarı, çok güzel yazmışsınız. Yani bazı şeyler var ki tamamen duyarlılık en üst noktaya geliyor. Ne yasa var, ne bir düzen… Şimdi doğruları söylemek suç oldu bize değil mi? Hem de nasıl, köyde bile beni istemiyorlar, köyümde. Ben köye gidince önerdiler, muhtarlığı istemedim çünkü ihtiyacım yoktu birinci aza oldum. Baktım köyde de aynı adaletsizlikler, haksızlıklar oluyor. Ona da isyan ettim. Bu sefer beni bazıları istemediler.
Vatan aşkı sizde sonsuz ve sınırsız. Vatan aşkı ve Atatürk aşkı.
Kimdir Atatürk, neler yapmıştır? Türkiye deyince Atatürk, diyorum ben. Atatürk olmasaydı şimdi her tarafta çanlar çalıyordu. Babam rahmetli İstiklal Savaşı’na katılmış, İsmet Paşa’nın önünde, 1950 seçiminde Demokrat Parti’yle, Halk Parti’si vardı. Emim geldi emim biraz zenginleşti ya hani değirmenden şundan bundan Eyüp dedi, babamın adı Eyüp, oyunu kime vereceksin? Babam İsmet İnönü’ye paşa derdi, Paşa’ya İsmail, dedi. Adam paşa devri geçti, yok İsmail, ben önüne savaş ettik adamın ne yaptığı, ne ettiğini gördük, adamın nasıl çalıştığını da biliyoruz, buna nasıl ben sırtımı dönerim, paşadan gayri kime oy verinim, dedi. Neyse Altun versin dedi, annemden için. Hemen annem de babama lakap taktı, eskiden adlarını söyleyemezlerdi ya Lolo derdi, Lolo nerede ben oradayım. Hemen annem lafını yapıştırdı. Lolo nerede ben oradayım, deyince emim kızdı gitti. Sabahtan yine geldi, Eyüp dedi adam başı yirmişer lira veriyorlar dedi iki tanesiniz kırk lira ikinizde bir borcu verirsiniz eline para öde vereyim, dedi öyleyse Altun versin, dedi yine. “Ben alamam veremem, Lolo nerede ben oradayım” dedi. Emim kızdı gitti. Neyse seçim oldu.
14 Mayıs 1950 seçiminin fakat biz oy kullanamıyorduk, seçim oldu Demokrat Parti kazandı geldi emim, ne oldu Eyüp dedi kırk lira alsan gözüne mi dururdu dedi. Şimdi düşünüyorum demek ki o zaman da ta köylere kadar rüşvet gelmiş. Türkiye’ye yabancı sermaye giremiyordu İnönü korkusundan demek ki ta köylere Amerika’dan para gelmiş. Anlıyor musun?
Şimdi bir daha anlatır mısınız mahlasınızın öyküsünü, bunu size kim vermişti? İşte İskenderun’a yapılan fabrika Divriği’ye yapmak istiyorduk. Kaymakam bey dedi ki, “oğlum, şair, aşık dedi bir şiir yaz da köylülere gönderde, şu istasyon mevkisini satın alalım, orada Ermeni malı da vardı karışık, o fabrikayı orayı kurduralım dedi, yerini alırsak belki fabrikayı yaparlar” dedi. Ben tuttum şiir yazdım o da ufak teksirle çoğalttık, teksir makinesiyle çoğalttı köylülere gönderdi. Önümüzde kurban bayramı, “senin kurban bayramına gelmeni istiyorum” dedi, işten gelirken rast geldik. Dedim “ne zaman kurban bayramı tebriği dedim, falan belediyenin salonunda”, “olur” dedim. Ben tabi yine bir şiir yazdım hazırladım selam mahiyetinde bir bayramın kutlu olsun mahiyetinde. Vardım oraya ki gelmişler oturuyorlar, hemen oraya girdim, üstüm başım da tabi değişmiştim, işçi elbisesini değişmiştim. Girince baş köşede kaymakam, demir çeliğin avukatı, bir de bizim demir çeliğin müdürü. Ondan sonra içeriye girdim “aşık şiir yazdın mı bize?” dedi. “Yazdım kaymakam bey” dedim. “Ne yazdın şuraya çık da bir oku bakalım” deyip, yerini bana verdi. Oraya çıktım ben de notasına göre iyi şiir okurdum, okudum “sen nerede çalışıyorsun?” dedi. Ben bir şey demeden bizim müdür “cevherde çalışıyor” dedi. Ben eskiden Maksut diye yazardım, “tamam bundan sonra senin mahlasın cevher kalsın dedi kitabın kalemin benden” dedi. Ondan sonra herkes alkışlayınca “ne diyeyim” dedi bana tekrar sordu. Kaymakam bey “sen bilirsin dedim ben desem ki şu olur olmaz sen madem bunu bana uygun gördüm kabul ediyorum” dedim.
1970’den bu yana hatta 1969’un son aylarıydı herhalde, ondan bu yanı devamlı Cevher diye yazıyorum. Daha evvelden Maksudum diye yazardım, veyahut Çoban diye yazardım.
Peki romanlar nasıl meydana geldi? Benim ilgilendiğim şeyler, insanlığa dayanan şeyler. Cevher Diyarı işte bu köylerde yetişen gençlerin, çocukların okumayışı, devletin onlara sahip çıkmayışı, o cevherlerin toprağa diri diri gömülmesini işledim. Buna müsaade etmemek için onu yazmayı kafama koydum. Hem kendi adımı koydum hem Türkiye’yi cevher diyarı diye kastettim, ikisini birden anlatmış oldum. Yazardım, çizerdim o edebiyat öğretmenine gösterirdim. Onlar da şaşar kalırlardı.
Peki dergilere, gazetelere gönderdiniz mi eserlerinizi? Yok, göndermedim. Divriği’de gazete var yazmıyor, ters düşüyor hani partimiz ayrı ya.
Şimdi içinize bazen doğuyor, yürürken, yatarken ekseriyet yatarken diyorsunuz, yazıyorsunuz. Onun dışında da işte İsmail Cem, Kemal Derviş yani günümüzdeki olaylarla ilgili, kişileriyle ilgili yazıyorsunuz. Veyahut da Dünya Su Günü demişsiniz yazmışsınız. Dünya Su Günü şiiri var mesela nasıl etkilendiniz, ne hissettiniz de yazdınız öyle bir şiiri? Dünyanın bir çok yerinde çöller var, artık Türkiye’nin de çöl olma ihtimali var. Suyun bir damlasını dahi boşa salmamak için halka bir uyarı şeklinde yazdım o şiiri. Ben yarışmaya katılmıştım, Ankara’da Kültür Bakanlığı’nda yarışmaya katılmıştım israfla ilgili derece aldım.
Suyun damlası bile bize ihtiyaç yani adam diyor ki akıyor, akıyor ama peki nereden geliyor membası? Zaten memleketin memba suları kuruyor, zaten bizim orada çoğu sular kurudu, çeşmeler kurudu, ondan da biliyorum ki memlekette su kıtlığı olacak ama bugün ama yarın bunun şekli yok. Kırk sene, elli sene sonra Türkiye bayağı bir değişme yaşayacak, çöle dönecek öyle tahmin ediyorum. Neden mi? Çünkü suya sahip çıkmıyoruz, sular hep boşa gidiyor. Köyde bile gittim adam suyu açmış akıyor su. Niye akıyor bu su? Bir de yukarılarda ki evlere su çıkmıyor. Su amiri mi oldun? Dedi birisi. Sen bunu dersen yaşlı kadınsın öteki cahil ne der? Suyu bitirdin mi kes, ne olur kessen boşa akmasın bak yukarıda ki yüksek evlere su çıkmıyor, günah değil mi? O da köyümüzün adamı. Onu duyanlar sonradan bana tebriğe geldiler. Onlar sanıyorlar ki ben herkese düşmanım hayır kimseye düşman değilim ben. Herkes benim için en az benim kadar iyi insandır, herkesin en az benim kadar yaşama hakkı vardır. Ama sen onu düşünüyorsun ama öteki onu düşünemiyor ki neymiş gelmişte aşıklık mertebesi almış, gelmişte köyün düzenini bozuyor. Ne etmiş, ne demişim bu düzen bozmak mıdır?
Peki insan hakları demiştiniz, o şiiriniz çok güzel. Türkiye’de insan hakları yok, göremiyorum. Neden?, hiçbir tane doğru konuşan yok. Mesela benim kardeşim Almanya’da çalışıyor küçük kardeşim bugün mesela imtihana mı girdin, girdin kaç kişi alınmış 30 kişi, geride kaç kişi alınacak mesela 10 kişi aynı sıradakilerini alıyorlar. Burada kim para veriyorsa o giriyor, bu adalet mi? İşte gördük imtihanları o çeliğin zamanında kendi adamlarını doldurdu, ötekilerini çıkardı. Peki o da vatandaş, peki bunun sonu nereye varacak adam ayırmanın, adam kayırmanın sonu nereye varacak. Onun için insan haklarına değindim. İnsan hakları eğer yerini bulmazsa orada felaket hazır, kavga hazır, savaş hazır. İnsan haklarına saygı duyacaksın kim olursa olsun isterse cuhut olsun bana ne ya. Allah yaratmasın diyorum mesela bana ne. Dava ki insan hakkına sahip olsun ne olursa olsun. Ne diyor Cenabı hak, her şeyle gel de karşıma insan hakkıyla gelme diyor. Değil mi?
Çok güzel peki daha sonra devamlı okudunuz mu, gazeteler, dergi, kitaplar okudunuz mu? Köylerde ne olacak köyde yok öyle bir şeyim yok.
Yok sonradan gittiğiniz yerlerde okudunuz mu? Gazete okuyorum, Cumhuriyet alır okurum devamlı her zaman. Demir çelikte bizi mahkemeye verdiler Cumhuriyet okuyor, diye bazı kişiler. Efendim bizi disiplin kuruluna verdiler neymiş, gazete okuyor. 7-8 kişi atölyede bizi disiplin kuruluna verdiler. Dedi ya gazeteyi al da eve götür evde oku onlar niye burada okuyorlar. Anlıyor musun? Şuna bak şu baskıya, gözle sen davayı. Ne yapmışız? Gazete okumuşuz. Vallahi ben de inatlarına aldım gazeteyi, 33 üniteyi gezdim beni hep sürdüler üç ay bir yerden maaş alamadım. Oradan oraya oradan oraya sürdüler. Ben oksijen elektrik kaynakçısıyım beni çöpçülüğe sürdüler ki çıkayım gideyim, tabi günüm azalmış. 15 ay çöpçülük yaptım, 15 ay, demir çeliğin sitelerinde. Benim işim bakım, onarımda orada beni bir araba çiğnese efendim işten kaçmış araba da vurmuş öldürmüş diyecekler; güle güle bay bay burası böyle bir memleket.
Sonra orada şunu diyeceğim her yerde yolsuzluk haksızlık var. Bunun da haddi hesabı yok.
Peki, kimleri çok seviyorsunuz, sanatçılardan, yazarlardan, ozanlardan? Mahzuni’yi seviyordum en çok dürüst bir insan diyordum. Ondan sonra Mersinli Musa Eroğlu’nu.
Ben şimdi şiirlere bakmıyorum şiirin notasına bakıyorum. Sesi iyi olsa bile ben onu dinlemiyorum ben kapattım mı hanım gelip açıyor. Ya işte iyi söylüyor, sen ne anlıyorsun, iyi söylüyor diyor. Halbuki bir şey yok. Efendim neymiş harman yeli, yaş yeli, yavaş yürü bilmem ne bu hiç uyuyor mu yalnız kafiye uydurmuş hiçbir anlamı yok.
Şiirin bütün şeyi eğitici, öğretici olacak. Ne olursa olsun milletimiz olsun, toprağı daha iyi eğiteceksin çünkü toprak kendiliğinden canlanmaz, eğiteceksin ki canlansın. Ne demiş Bektaşi; “amca bana bir armut ver, deyince Allah yapısından mı vereyim, kul yapısından mı vereyim. Demiş ki Allah yapısından ver demiş. Gitmiş bir ham (çiğ) armut getirmiş adama vermiş yiyememiş, demiş ki bir de kul yapısından ver. Gitmiş güzel bir armut, aşılı bir armut getirmiş vermiş yemiş. Bakmış ki güzel, bundan bir daha ver demiş, bir daha vermiş, bir daha ver demiş bir daha vermiş. Ne oldu demiş sana ne oldu? Ya kul yapısı bu kadar mı tatlı demiş.
Demiş ki işte Allah her şeyi, insanları dahi ham yaratır bunu insanlar olgunlaştırır, kemale getirir, eriştirir.
Dava insandan insan olması. Ben Allah’ı başka yerde aramıyorum, sende de arıyorum, bende de arıyorum.
Tabi son sözlerinizi alacağım. Ankara’da Aşıklar Derneği var orada bizim Aşık Sinemi var o da benden şiir istedi, fotoğraf istedi. Dedim fotoğrafım üstümde yok ama şiirlerimi vereyim. 9 tane şiir de oraya verdim. Baş yazılarını aldım şu, şu, şu bir de orada adam vardı sen de şahit ol dedim. O nasıl ya dedi, bana güvenmiyor musun? Dedi. Adam tanıdığım kişi yani Aşıklar Derneği’nin başkanı. Dedim güvenmeme meselesi değil sen almazsan öbürleri çalar hırsız çok memlekette dedim. Kimse alamaz dedi senin adına çıkmazsa, ben sana kitap göndereceğim çıkmazsa sen beni mahkemeye ver Maksut efendi dedi. O zaman yazıdan vazgeçtim. Ondan sonra Aşık Veysel Derneği’ne verdim birkaç tane şiir orada çıktı, kitapları gönderdiler bana.
Sonuçta şiirlerimin, eserlerimin basılması en büyük hayalim ve isteğim.
Söyleşi: 18-09-2002
(26 Şubat 2007’de ozanla yüz yüze görüşmemizde de şu bilgileri derledik.)
Sevgili Ozanım, halk ozanlığı konusunda ne düşünüyorsunuz. Ozanlık ne zaman, nasıl ortaya çıkmıştır?
Halk ozanlığı halkın sesidir. İnsan oğlu var olduktan bu yana ozanlık vardır. Çünkü ozanlık halkın arzusunu, dileğini dile getiren bir organdır.
Aslında Hz. Ali de halk tutkusu olan bir ozandır. İmam Cafer de bir ozandır. İmam Cafer efendimiz sazı icat etmiştir, o da gerçek bir ozandır.
Ozanlar zalime, zulme karşı gelen, canı pahasına olsa bile İmam Hüseyin gibi yolundan geri dönmeyen mert ve engin insanlardır.
Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Fuzuli… bu ozanlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Pir Sultan Abdal bir eylem ozanıdır. Taviz vermeyen bir halk ozanıdır. Yunus Emre hem insan sevgisi, hem Hakk sevgisiyle şiirler yazmıştır. En çok saygı duyduğum ozan Yunus Emre’dir. Ayrıca Köroğlu’nu severim. Kahramanlık şiirleriyle ünlenen bu ozanımızın da ozanlık geleneğinde yeri ayrıdır. Bu ozanlar beni etkilemiştir. Ayrıca vatan şairimiz Namık Kemal’i çok severim. O da beni çok etkilemiştir. Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, kurtaracak yok mu bu bahtı kara maberini demiştir. K. Atatürk Bolayır’da Namık Kemal’in mezarına uğramış o kitabeyi okuyunca “düşman vatanın bağrına dayasın hançerini kurtaracak bulunur bu bahtı kara maberini” demiştir. Ve kurtarmıştır da.
Dünyaya bakışınız, insan, tabiat hakkındaki fikirleriniz nelerdir? Herkes doğuştan eşittir. Bunu sonraki politikacılar çıkarları doğrultusunda değiştirmişler, halkı bölüp parçalamışlar, halk arasında ikilik yaratmışlardır. En büyük değer insandır, insana büyük değer veririm. Tabiat olmazsa yaşam da olmaz, hayat ta olmaz.
Şimdiye kadar katıldığınız yarışmalar hangileridir? İskenderun’da, Ankara’da, Hacı Bektaş’ta, Kars’ta yarışmalara katıldım.
Anadolu Aleviliği hakkındaki fikirleriniz, bilgileriniz nelerdir? Anadolu Aleviliği insan sevgisiyle dolu, daima adaleti aramakta, yedi yüz seneden beri adaleti aradığı için ezilip bozulmaktadır. Suçu da budur. Ozanların derin tasavvufa dayanan şiirleri, görüşleri vardır.
Sizce Hz. Ali nasıl bir insandı, en önemli özellikleri nelerdir? Hz. Ali insana sevgi duyan, İslamiyet’i doğru yorumlayan, daima adaletten yana olan bir önderdir.
Kerbelâ ve Hz. Hüseyin için neler söyleyeceksiniz? Niçin tüm Alevi - Bektaşi ozanları Kerbelâ için matem şiirleri yazmışlardır? Kerbelâ Olayı size ne ifade ediyor? Ben de bu konuda çok şiirler yazdım. Hz. Hüseyin Yezit’e boyun eğmeyen, gerçek İslamiyet’in temsilcisidir.
Alevi - Sünni farklılaşması ve Alevilerle Sünniler arasındaki kaynaşma hakkında neler düşünüyorsunuz? Her iki tarafta da hata olabilir. Önemli olan birbirimizi hoş görmek, hatalarımızı kabul etmek, eskiyi bir tarafa bırakıp, kaynaşıp, barış içinde yaşamaktır. Bundan başka çaremiz de yoktur. Bu sorunları bazı bölücüler, menfaat perestler büyütmüştür. Bunları bir tarafa bırakmalıyız. Bu konuda dedelere, hocalara, ozanlara, aydınlara çok görev düşmektedir. Hem de şimdi televizyonlar çoğaldı, gerçekler halka anlatılmalıdır. Çünkü hepimiz bir bayrak altında, bir vatan toprağı üzerinde yaşıyoruz. Ayrı gayrı görmeye bir lüzum yoktur.
Bu ayrı gayriyi görenler gitsinler, Çanakkale’ye mezarları yoklasınlar, ahmeti, mehmedi görsünler, aliyi, veliyi görsünler. Onlardan ibret alsınlar. Hepimiz gerekirse bu vatan için şehit oluyoruz da, neden hala ayrı gayrı davası yapıyoruz?
Halk Ozanlığı geleneğinin günümüzde devam ettiğine inanıyor musunuz? Ediyor ve edecek. Dünyanın sonuna kadar da devam edecektir. Bu sönmez bir güneştir.
Hangi ozan ve ses sanatçılarıyla dostluğunuz var? Aşık Veysel’le dostluğum vardı. Ali Kızıltuğ’la tanışıklığım var.
Halk ozanlarının geleceği hakkındaki fikirleriniz nelerdir? Pek umutlu değilim. Ozanları taşlayanlar çok.
Dedeler, babalarla, ozanlar arasındaki ilişkilerin daha yoğun olabilmesi için neler yapılabilir? Arada bir bilgi iletişimi olmalıdır. Bunda bir noksanlık görüyorum. Çünkü dedeler de, babalar da, ozanlar da toplum için mücadele veriyorlar. Ama aralarında bir kopukluk görüyorum.
(Ozanın son notu: 65 seneden beri yazmış olduğum şiir ve romanlarımı aşağıya sıralıyorum. En büyük isteğim bunların yayınlanmasıdır. İlgililere saygıyla duyururum: Sivas, Divriği, Olukman Köyü: 0 346 42541 11; 0 536 797 2382)
- 1. Bir Çobanın Dağarcığından
- 2. Cevher Diyarı
- 3. Mektupla Övgü ve Taşlamalar
- 4. Yunus Emre ve Ben
- 5. Bir Selam Bir Dost Kazanır
- 6. Sözde Barış Güvercini
- 7. Şah Sultan İle Hayatım ve Şiirlerim
- 8. İşte İnsan Buna Derler (Romanı Yazmaya Devam Ediyorum)
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
KANIM KATLİM
Kanım katlim helal olsun
Kadir kıymet bilenlere
Evine buğdaylar yağsın
Nefsin yenip ölenlere
Nefsinin kulu olmayan
Gönül dalını kırmayan
Dünyaya meyil vermeyen
Örnek olsun görenlere
Avare gezeni sevmem
Namertlere kıymet vermem
Cehaleti asla övmem
Lanet olsun övenlere
Gece gündüz çalışırım
Günden güne gelişirim
Toprak ile güreşirim
Karışırım çimenlere
Sakın kimseyi taşlama
Dedikoduyu işleme
Ham bir meyveyi dişleme
Saygı göster yarenlere
Beni taşlan öldürmeyin
Adileri güldürmeyin
Yolu taşla doldurmayın
Yol ver Hakk’a gidenlere
Sevgi saygı benim işim
Bahar olur yazım kışım
Cevheri bir kara taşım
Verin duvar örenlere
TUTMADI
Birçok kimselere yalvardım durdum,
Hiç bir kimse bir elimden tutmadı,
Derviş gibi sallar giyip dolaştım,
Hiç bir kimse elimden tutmadı.
Ben başım çaldım taştan taşlara,
Çok yalvardım gökte uçan kuşlara,
Serim düştü hayal mayal düşlere,
Hiçbir kimse bir elimden tutmadı.
Kimi diyor kimden ilham aldınız,
Kimi diyor kime âşık oldunuz,
Kimi diyor hangi dağdan geldiniz,
Hiçbir kimse bir elimden tutmadı.
İnsan olan bir halimi sormadı.
Şaka olsa bir yüzüme gülmedi
Duvarıma bir taş koyup örmedi
Hiçbir kimse bir elimden tutmadı.
Fakirlik özümü yaktı kavurdu,
Yele verdi dağdan dağa savurdu
İşçi oldum işverenler sömürdü
Hiç birisi bir elimden tutmadı.
Nesimi’yim diri diri yüzdüler
Hayatımın sol bendini bozdular
Bana ölüm fermanları yazdılar
Hiçbir kimse elimden tutmadı
Kime derdim anlattıysam taşlandım
Kapı kapı gezmeyinen yaşlandım
Doğru dürüst konuştuysam dışlandım
Hiçbir kimse elimden tutmadı.
NE MUTLU
İslamiyet Hıristiyan âlemi,
Bir araya getirene ne mutlu,
Güzel dünyamızın çağdaş insanı,
Kör düğümü çözenlere ne mutlu.
Asırlar boyunca savaştık durduk
Zararından gayrı ne fayda gördük
Hep boşu boşuna vurulduk öldük
Gözyaşımızı silenlere ne mutlu
Kardeş kavgasına paydos dediler
Hepsi bir sofra’da yemek yediler
Dünyamıza çeki düzen verdiler
Sevgi saygı duyanlara ne mutlu
Üç günlük dünyayı çok mu görürsün
Ömrün biter sende bir gün ölürsün
Yeraltında on gün kalsan çürürsün
Çürümeyen o İnsan’a ne mutlu
(ADEM) atamızdır. (HAVVA) anamız
(CEVHERİ) der ayrı gayrı neremiz
Hoşgörüden gayrı yoktur çaremiz
Bu gerçeği görenlere ne mutlu
ON İKİ MAYIS HEMŞİRELER GÜNÜ
OLMASI NEDENİYLE
On İki Mayıs’ta beyaz melekler
Kar çiçeği gibi coşar mı coşar
Kimi navruz kimi nergiz misali
Taş yığın ardında yaşar mı yaşar
Hastayla kaynaşır güler coşarlar
Bir pota içinde kaynar pişerler
Hastalar asa öne düşerler
Herkese yardıma koşar mı koşar
Kimi beyaz giyer kimisi tacı
Kimi ana olur kimisi bacı
Kimi zekâsıyla bulur ilacı
Görev bilincini aşar mı aşar
Kimisi ilkbahar ayına benzer
Kimi göğel ördek göllerde yüzer
Kimi tavus kuşu gönülde gezer
Gönül defterini açar mı açar
Kimi sevdalanır uçar kuş gibi
Göğsünde memeler olmuş taş gibi
Başında duman var sanki kış gibi
Sevgisiz insandan kaçar mı kaçar
Kimisi tek insanlığa çalışır
Kimi çiçek açar güle karışır
Kimi dudu kuşu gibi konuşur
Kimi kör düğümü çözer mi çözer
Kimisi süt gibi tatlı budala
Kimi meyil vermez paraya pula
(CEVHER) i aşığıyım asil insana
Aşkın şerbetini içer mi içer
OLUKMAN
Arkasını vermiş yüce dağlara
Yaslanmış oturur, dağa OLUKMAN
Meyve yüklü bahçeleri bağları
Serilmiş oturur, bağa OLUKMAN
Bahçelerde yeşil bülbül ötüşür
Dallarında türlü çiçek yetişir
Gökteki bulutlar, halka tutuşur
Seyredip bakarlar sağa OLUKMAN
Önünde akan çay, ninniler seni
Cıvıl cıvıl akar, Çalganın suyu
Uzaktan görünür Selvinaz boyu
Salınıp gezersin, şaha OLUKMAN
Ninni çektin kucağında uyudum
Düşe Kalka, ben koynunda büyüdüm
Gece gündüz üzerinde yürüdüm
Beni düşürmedim, dara OLUKMAN
Kalenin başında duman görünür
Güzellerin ipeklere bürünür
Genç kızların saçı yerde sürünür
Bunları yürütme, yaya OLUKMAN
İçime nakşettim senin adını
Hiçbir çiçek vermez senin kokunu
Derdimin dermanın lokman Hekimi
Her Derdime deva, şifa OLUKMAN
(CEVHER) dir toprağın yakuttur taşın
Aydın yıldıza değer o mutlu başın
Tükenmez nimetin ekmeğin aşın
Ben sana biçemem paha OLUKMAN
NAZLI YAR
Ömrümün baharı geçti güz oldu
Dökülür yaprağım topla nazlı yar
Kış gelir kıyamet koparsa bir gün
Otur başucuna ağla nazlı yar
Bir gün yerim yurdum boşalır gider
Beraber gezdiğim düş olur gider
Kara toprak doymaz geleni yutar
Ölürsem bir daha sorma nazlı yar
İçime düğümü kalem çözerdi
Ben söylerim o da yazar çizerdi
Yad el’i değerse yarem azardı
Eli’nle yaremi bağla nazlı yar
Bilirsin dedikoduyu sevmem
Kibirli insana metanet vermem
İnsan’a taparım gönlünü kırmam
Her gelene bunu söyle nazlı yar
Kimsenim kalbi’ni kırma ha sakın
Giyinme kara’yı alları takın
Mezarım üstüne çiçekler ekin
Her tarafı beze güle nazlı yar
Al bayrağı sarın kefenim olsun
Yeraltında naşım şad olsun gülsün
Soru melekleri üstüme gelsin
Ne günahım varsa söyle nazlı yar
CEVHERİ toprağı sardı saracak
Mezarı’ma eşim dostum gelecek
Şah Sultan’ım bana yemek verecek
Gelen yiyip içmek için nazlı yar
EFENDİM
Bir ağaç dalıyla gürler diyorlar
Güzelin gülleri solmaz diyorlar
Yalancı ebedi gülmez diyorlar
Nidem benim gülüm soldu efendim
Uzaktan atılan taş bana değmez
Eller düşman olur gözümü oymaz
Dostun acı sözü bir yerde durmaz
Durdukça içime doldu efendim
Kime can dediysem bana güldüler
Geri dönüp saçlarımı yoldular
Ok ile geriden beni vurdular
Öldürmedi ama koydu efendim
Yumurta’ya kulp takar mı takarlar
İnsanı ip gibi eğrir bükerler
Yuları başıma takıp çekerler
Sırtıma bir semer vurdu efendim
Kime yardım ettiysem taş geldi
Kişi akrep gibi elimi vurdu
Ummadığım taşlar başımı yardı
Gözyaşım içime aktı efendim
Kader benim midir yoksa eşimin
Bir fark yoktur bahar ile kışımın
Bilmem ki tuzu mu aşımın
Her gelen saçımı yolar efendim
(KADİR MEVLAM) benim yolumu bağlama
Dert verip de şu sinemi dağlama
Beni muhannete muhtaç eyleme
Yoksullukla sinemi deldi efendim
Her insanı canım gibi severim
Kimseyi ayırmam selam veririm
En sonunda zararını görürüm
Bu halimi gören güldü efendim
Yeter ey (CEVHER) i üzülüp durma
Her olup olmaza başımı yormaz
Oğluna kızına, yâre güvenme
Onlar bile beni sildi efendim
İNSANLIĞI
İnsanlığı fırka fırka bölenler
Kim olursa olsun, İslam değildir
İnsanlığın omzuna binenler
Kim olursa olsun, İslam değildir
Sinsi sinsi insanlıktan dem vuran
Palavrayla bu milleti sömüren
Etin yiyip kemiğini kemiren
Kim olursa olsun, İslam değildir.
İnsan çalıştırıp hakkın vermeyen,
Ağlayanın gözyaşını silmeyen
Adaleti bize layık görmeyen
Kim olursa olsun, İslam değildir
Fitne tohumu yere saçanlar
Ar’ı namusunu pula satanlar
Ekmeği aşını çöpe dökenler
Kim olursa olsun, İslam değildir
Vurguncular satmak isten vatanı
Bu fakir milletin çilesi
Sızılıyor için için yaresi
Merhem olmaz namertlerin olmaz parası
Kim olursa olsun, İslam değildir.
Yurdumuzun düzenini bozanlar
Çıkarı’na yalan yanlış yazanlar
(CEVHER) i insana silah dizenler
Kim olursa olsun, İslam değildir.
DÜNYA
Dünya gam denizi olmuş
Dolar dolar taşar bir gün
Göğde uçan huma kuşu
Uçar uçar düşer bir gün
Gelen ağlar giden ağlar
Fakir zengin kara bağlar
Gün be gün yıkılır köyler
Gelir baykuş konar bir gün
Kimi eker kimi biçer
Kimi gelir kimi göçer
Türlü türlü çiçek açar
Düşer yere solar bir gün
Kimi ağlar kimi güler
Dünya bir değirmen döner
Dünya bizim diyen beyler
Toprak olur tozar bir gün
Dünya döner bir gün çöle
İnsan oğlu düşer yere
Toprak emer kana kana
Mezarımı kazar bir gün
(CEVHER)iyem hara düştüm
İnce uzun yola düştüm
Sağa sola boşa koştum
Gönül bana kızar bir gün
EFENDİM
Ay dolanır gün dolanır havada
Biri doğar biri batar efendim
İnsi cinsi geçiniyor kürede
Her canlı bir yola sapar efendim
Her insanı kendi gibi görürsün
Bilinmez mekânın nerde kalırsın
Abdal insanları arar bulursun
İnsan pazarında satan efendim
Nerede ararsam bende serin var
Her mahlûkun yüreğinde yerin var
Her bitkinin damarında kanın var
Bitkiyle reyhanı saçan efendim
Bin bir ismin vardır bir adın (HAK)tır
Dünya’da ortağın bir eşin yoktur
Sayılmaz nimetin ihsanın çoktur
Cennet’i kullara açan efendim
Derviş gibi sallar giyip gezerim
Kendi efkârınca okur yazarım
Sadık erenlerde kaldı nazarım
Ben severim onlar kaçar efendim
Gelen gider bu dünyadan ayrılır
Yârin mahşer günü divan kurulur
İğneden ipliğe bir gün sorulur
Ecel şerbetini içen efendim
Emir senin yağmur senin yel senin
Derya senin deniz senin göl senin
(CEVHER) i der bu söylenen kul senin
Ne olur günahımdan geçen efendim
YALAN DÜNYA
Şu yalan dünyada ben de var mıydım?
Ot gibi göverdim toz oldum gittim
Ağaç gibi yaprak açtım dal verdim
Sarardı yaprağım döküldüm gittim
Bahçe oldum kucak kucak gül verdim
Arı oldum petek petek bal verdim
Yazın yağmur kışın estim kar yağdım
Gün vurdu kar gibi eridim gittim
Güzellere âşık oldum sarıldım
Bahar seli gibi aktım duruldum
Hep boşu boşuna koştum yoruldum
Ölmeden ayakta çürüdüm gittim
(CEVHER)i az yaşa ister çok yaşa
Daha neler gelir sağ olan başa
Ne doğmuşa döndüm ne de gelmişe
Yakasız gömleğe sarıldım gittim
HACI BEKTAŞ
Horasan’dan cüş eyleyip geldiniz
Pirim Hünkar Hacı Bektaş’ı Veli
Güvercin donunda taşa kondunuz
Pirim Hünkar Hacı Bektaş’ı Veli
Şüphem yoktur hem (ALİ)’sin velisin
Hem çiçekten ballar yapan arısın
Bülbüle yuvasın gülün dalısın
Pirim Hünkar Hacı Bektaş’i Veli
Hoş görüyle mihrap oldun aleme
Sözlerin hep uygun gelir (KUR’AN)’a
Senden feyiz aldı ulu (MEVLANA)
Pirim Hünkar Hacı Bektaş’i Veli
Güneş gibi ışığını saçarsın
Ummanları tayfun gibi geçersin
Fakir fukaraya hülle biçersin
Pirim Hünkar Hacı Bektaş’i Veli
Gelen senden feyiz alıp gidiyor
(CEVHER) deryasında dalıp gidiyor
Kendi kendisini görüp gidiyor
Pirim Hünkar Hacı Bektaş’ı Veli
ŞEHİTLERİMİZ
Bu vatanın bu milletin mihrabı
Kim diye sorarsan şehitlerimiz
Toprağa haşr’olup kefensiz yatan
Kim diye sorarsan şehitlerimiz
Doğudan batıya akın edenler
Vatan millet devasını güdenler
Cepheden cepheye koşup gidenler
Kim diye sorarsan şehitlerimiz
Kan ile toprağa yoğurup yapan,
Bu kutsal vatana millete tapan
Bayrağı en yüce yerlere diken
Kim diye sorarsan şehitlerimiz
Dünya sulhu için koşar yorulmaz
Bahar seli gibi coşar durulmaz
Ahirette asla sival sorulmaz
Kim diye sorarsan şehitlerimiz
Bir gün toprak coşar hava gürüler
Her gün düğün bayram bize erenler
(PEYGAMBERİN) hırkasını giyenler
Kim diye sorarsan şehitlerimiz
Dünya barışına imza koyanlar
İnsanlık adına ferman yazanlar
Don değişip oya koyak gezenler
Kim diye sorarsan şehitlerimiz
Kuşlar gibi yerde göğde uçanlar
Ol cennette abu zemzem içenler
Kıl köprüsün güldür güldür geçenler
Kim diye sorarsan şehitlerimiz
Anam beni vatan için doğurdu
Hamurumu bu toprakla yoğurdu
Al bayrağa kutsallığı kim verdi
Kim diye sorarsan şehitlerimiz
Gazi olsam şehit olsam cephede
İki cihan bana olur gül pembe
Gönülden gönülle gezer her yerde
Kim diye sorarsan şehitlerimiz
Ne mutlu (CEVHER)i şehit olana
Minnettarın vatan için ölene
Günde türlü türlü libas giyene
Kim diye sorarsan şehitlerimiz.
DERGÂH
Ben bir ulu dergâh olsam
Her gelene yer var bende
Rengi ne olursa olsun
Her insana yer var bende
Tövbe kapısın açarım
Günahlıysa vaz geçerim
Herkese hülle biçerim
(HAKKA) giden yol var bende
Hem kilise hem camiyim
Hem ölüyüm hem diriyim
İnsanlığın bir eriyim
İki kapı han var bende
Ne bir sorgu ne bir sival
Ne arasan insanda var
İnsan insana olur yar
Düşkünlere yer var bende
Hem kerim hem biçerim
Ben doldurur ben içerim
Birgün kendimden geçerim
Cana şifa bal bar bende
İnsanlığa selam verin
Her insanı kardeş bilin
Hayatının mamur kılın
Kötülüğe yer yok bende
(CEVHER)i yem kaşık olam
Çocuklara beşik olam
Her gelene eşik olam
Husumete yer yok bende
Hrant Dink
Güvercin donunda takla atarken
Bir cani akladı vurdu Dink seni
Sırat Köprüsü’nden yaya geçerken
Hoyrat yolun kesti vurdu Dink seni
Ülke cehaletin gölünde yüzer
Değirmen kurarsın bendini bozar
Kendini bilmeyen fermanlar yazar
Kör cahil caniler vurdu Dink seni
Kaleme can verip yazı dizerken
Barış için sağa sola koşarken
Sevgi ağacını yere dikerken
Çaldı kılıcını vurdu Dink seni
Bunlar Türkiye’nin çakalı, kurdu
Vatanın milletin etrafın sardı
Örümcek kafalı ebedi kördü
Ne yediğin bilmez vurdu Dink seni
Gerçek insan hiç kimseyi taşlamaz
Ehli kamil olan günah işlemez
İnsan seven kötü emel beslemez
Müsvete insanlar verdu Dink seni
Hemi kiliseyim, hemi camiyim
Hemi sinegokum, hemi veliyim
Hemi cemeviyim sevgi doluyum
Kendini bilmeyen vurdu Dink seni
(CEVHER)i der Türk milleti sağ olsun
Kötü zihniyetler batsın kahrolsun
Bize yan bakanlar yansın kavrulsun
Ülkenin düşmanı vurdu Dink seni