ALİ EKBER GÜLBAŞ

- EKBERİ -

AYHAN AYDIN

Sevgili ozanımız Ali Ekber Gülbaş, sizin uzun yıllar yazıcı olarak fabrikalarda işçi olarak çalışan bir emekçi, gönül adamı olduğunuzu biliyoruz. Şimdiye kadarki yaşam öykünüzden bize bahsedebilir misiniz?

l940 yılında şu an Arguvan Kazası’na bağlı Çavuş Köyü’nde dünyaya gelmişim (Önce Hekimhan’a bağlı idi). İlkokulu köyümde bitirdim. Malatya’ da Atatürk Okulu’ndan okulu bitirmeden ayrıldım. Ver elini gurbet diyerek, İstanbul’a geldim. Malatya’dan sonra ikinci gurbet İstanbul olmuştu.

İşte aşk ve gurbet böylece başlamış oldu. 1962’de askere gittim. 1964’te köyüme döndüm. Bu arada şiir yazmaya devam ediyordum. Malatya’da Gayret ve Sebat gazeteleri gibi yerel basın organlarında şiir ve yazılarım yayımlanıyordu.

1969’da İstanbul Maltepe Tekel ambarlarında işbaşı yaptım. l970’te Malatya Tekel Başmüdürlüğü’ne naklen gittim. 1986’da bu kuruluştan emekli oldum. 1990’da tekrar İstanbul’a dönüş yaptım. 1991’de yine ver elini İstanbul, diyerek yine gurbet ile kaldık başbaşa. Burada, 1966’da Ehlibeyt Yolu Gazetesi’nde çalışmaya başladım. Aynı zamanda Cem Dergisi de yayına girmişti. Bu dergide şiirler yazıyordum. Aşk ve Gurbet isimli ilk şiir kitabımı 1966’da yayımlattım.

Deli Gönül adlı şiirim ilk kitabımdan alınıp bestelenerek dilden dile söylenmeye başlamıştı. 1969 yılına kadar gazetecilikle uğraştım. Daha önce belirttiğim gibi aynı sene Tekel kuruluşuna geçtim. 1986 yılında emekli oldum. Aynı sene Aşk ve Gurbet adlı ikinci kitabım çıktı yayımlandı. Bu arada Kültür Bakanlığı’nın açmış olduğu şiir yarışmalarında birinci mansiyon, ikinci mansiyon ve kitaplarda yayımlanmaya değer bulunan şiirlerim yayımlandı. Ikinci kitabımdaki birçok şiirim bestelenerek kaset, radyo ve televizyonlarda okunur hale geldi. Şu anda kasetçilikle uğraşmaktayım.

Çocukluk döneminizdeki ailesel ve çevresel şartlarınız nasıldı?

Bir abim ve bir ablam vardı, köyde. Kendi tarlalarımız az olduğu için başkasının da tarlalarına yarıya ekip biçerdik. Köyün yüzde doksanı zaten yoksuldu. Zor şartlarda bir çocukluğum oldu.

Bir Alevi ocağına bağlı mısınız?

Şeyh İbrahim Ocağı’na bağlıyım.

Küçüklüğünüzde ve gençliğinizde ayin-i cemlerde bulundunuz mu? Dedeler, zakirler, mürşitlerle bir arada yaşadınız mı?

Küçüklüğüm tamamen cemde, cemaatte geçti. Bizim ev baba evi idi, cemler bizim evde olurdu. Buralardaki yaşamdan çok şey öğrendim. Dedeler, zakirler bilgileriyle, bilgi kültürleriyle, inançlarıyla halka birşeyler verme çabasında insanlardı. Dürsütlük, mertlik, çalışkanlık bu cemlerde halka aşılanırdı. İnsan ilişkilerine çok önem veriliyordu. Cemlerde zakirler ve dedelerle büyüdüğüm için adları, şiirleri, okunan, duvazimamları okunan ozanlar beni çok etkilemişti. Cemde çok iyi yetiştim. İlk eğitimimi orada aldım diyebilirim. İçim dolu dolu oluyordu cemlerde. Kendi öz duygularımla yetiştim, diyebilirim cemler sayesinde. Artık ben bendim, kimseye benzemek durumunda değildim. Kendi değerlerimi seviyordum. Kendi ekolümü yaratmıştım. Hiç kimseye benzemek zorunda değildim. Bazen Pir Sultan, bazen Karacoğlan, bazen Kerem olur, bazen Köroğlu’nun şiirleriyle dolardı içim.

En çok hangi ozanların şiirlerinden etkilendiniz?

Pir Sultan Abdal, Şah İsmail (Hatayi), Kul Himmet, Nesimi, Karacaoğlan, Emrah ve şu anda aklıma gelmeyen birçok değerli ozanımız etkilemiştir beni.

En çok okuduğunuz kitaplar hangileridir?

Çoğunlukla şiir kitapları okurum. Birçok roman da okudum.

Dünyaya bakışınız, insan, tabiat hakkındaki fikirleriniz nelerdir?

Dünyaya bakış açım hümanist bir bakıştır. İnsan ve tabiat birbirini yaratan, birlikte yaşamaya mahkum iki tutkulu misalidir. Ben tabiat ve insan aşığıyım.

Size ait bir kaset çıkardınız mı?

Yok.

Anadolu Aleviliği hakkındaki fikirleriniz, bilgileriniz nelerdir?

Anadolu Aleviliği Tanrı sevgisiyle birleşmiş, Tanrı’nın ademde olduğunu kabullenmiş, tüm insanlara bir gözle bakmayı, hoşgörüyü, daima haklının yanında olmayı öğütleyen bir ulu yoldur. Eline, diline, beline sahip çıkarsan tüm kötülüklerden beri olacağına inanmışlık vardır, Alevilikte. Birlik dirlik içinde yaşamayı öğütleyen Alevi Bektaşi yolu, Tanrı’nın Kuran’da buyurduğu gibi, tüm insanları aynı anadan, aynı babadan saydığı için hiçbir ayrımı kabul etmez.

Sizce Hz. Ali nasıl bir insandı en önemli özellikleri nelerdir?

Hz. Ali, şeriatı ve tarikatı birlikte uygulayan ilk insandır, bence. En önemli özellikleri Tanrı’nın kulundan isteklerini en iyi şekilde, harfiyen yerine getirmesidir. Hayatı pahasına da olsa hak bildiği yoldan ayrılmamış, kendi çıkarını hiçbir zaman halkın çıkarından üstün tutmamıştır. Adaletlidir ve cömertlerin en büyüğüdür ki, Tanrı ona, aslanım demiştir. “Ali gibi yiğit, Zülfikar gibi kılıç bir daha dünyaya gelmemiştir” sözleri bunun ispatıdır.

Kerbela ve Hz. Hüseyin için neler söyleyeceksiniz? Niçin tüm Alevi-Bektaşi ozanları sizce Kerbela için matem şiirleri yazmışlardır? Kerbela Olayı size ne ifade ediyor?

Kerbela Olayı Hakk’la batılın, zalimle mazlumun, inananla inanmayanın, şerefli ile şerefsizin, imanlı ile imansızın savaşıdır. Hakk uğruna verilen bir savaştır. Dünyada, Hz. Hüseyin’e kadar hiçbir insan inancı uğrunda bu kadar acı çekmemiştir. Hakk’ı ve şerefini korumak uğruna tüm aile efradını ve çocuklarını çekinmeden Hakk yolunda şehit veren ve şehit olan bir insan daha dünyaya gelmemiştir.

Alevi/Sünni farklılaşması ve Alevilerle Sünniler arasındaki kaynaşma hakkında neler düşünüyorsunuz?

Alevi/Sünni farklılığının ortadan kalkması için tüm siyasi çıkarlardan uzak durulmalı, Müslümanlık birdir diyerek mezhep ayrımını ortadan kaldırmalı (zaten Peygamber zamanında mezhep yoktu), geçmişte siyasilerin iki taraf için çıkardıkları iftira ve isnatların gerçekte hiçbir doğru yanının olmadığı bu halka anlatılmalıdır.

Tasavvuf hakkında neler söyleyeceksiniz?

“Dini duygular içinde, Tanrı sevgisine bir an önce sahip olmak için gidilen yol” olarak ben yorumluyorum. Çok önemli, kutsal bir yoldur, tasavvuf.

Yunus Emre, Seyyid Nesimi, Hatayi, Pir Sultan Abdal gibi ozanların şiirlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu isimler neden ölümsüzler arasına katılmışlardır?

Bu ozanlarımızın bütün amaçları; Tanrı sevgisi ve Tanrı’yla bir olma. Bu arada Tanrı’nın eşit yarattığı kulları arasında mazlumları bir zalim ezdiği zaman, bunlar zalime karşı çıkarak bu Hakk yolda şehit olmuşlardır. Duygu ve düşünceleri bir, ancak anlatım tarzları ayrıdır.

Hakk ve halk yolunda gerçekçiliği savunmuş, doğru bildiği yoldan ödün vermemişlerdir. Daha sonraları onların fikirlerinin doğru olduğu anlaşılmış, onlar insanlık için birer meşale, her yeri aydınlatan ışıklar haline gelmişlerdir.

Atatürk ismi size neyi ifade ediyor? Atatürk’ün Türk insanına getirdikleri nelerdir?

Atatürk bana, bağımsızlığı, inancı, birliği, özgürlüğü, cumhuriyeti, laikliği ve tarafsızlığı hatırlatıyor. Atatürk Türk milletine birliği, dirliği, cumhuriyeti, medeniyeti getirmiştir.

Türkiye’nin geri kalmışlığını nelere bağlıyorsunuz?

Geri kalmışlığımızın nedenleri; zamanı iyi değerlendirip birlik beraberlik içinde eğitim sorununu halledemeyişimiz; çağına uyum sağlayamayışımız, gereksiz bağnazlıklarımız. Ülkenin her yöresine yatırım yapılmaması, teknolojinin zamanında ülkeye getirilmeyişi, sanayinin zamınında kurulmayışı bir sürü siyasi oyunların oynanmasına bağlıyorum.

Sizce bu toplumu neler değiştirebilir?

Bu toplumu önce eğitim, hakça bir düzen, namuslu siyasetçi, halka güven verici yönetim, birlik ve bareberlik değiştirebilir.

Sizce halk ozanları toplumsal olarak ne gibi işlevleri yerine getirmişlerdir?

Halk ozanları önce insanlara birbirlerine karşı sevgi ve saygıyı öğütlemiş ve öğretmişlerdir. Birlik beraberliği, haksızlıklara karşı gelmeyi, haklarını alma mücadelesini halka öğretmişlerdir.

Halk ozanlarının en genel sorunları sizce nelerdir?

En büyüğü ilgisizlik. Devletin ve halkın ilgisizliği. Herhangi bir sosyal güvencelerinin olmaması.

Halk ozanlığında ne gibi değişmeler yaşanmıştır?

Halk ozanlığına da siyaset karışmıştır. Yazılan şiirler halk çıkarı için değil, belli bir siyasi çıkar uğruna yazılmaya başlamıştır.

Toplumun ve devletin halk ozanlarına bakışını, yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Toplum her zaman olduğu gibi yine ozanlarını bağrına basmaya devam ediyor. Devlet her ne kadar ilgilenir gibi görünse de yine ozanları kendi sorunlarıyla başbaşa bırakmaya devam ediyor.

Halk ozanlığının ve ozanlarının sorunlarının çözümlenebilmesi için sizce neler yapılmalıdır?

Halk ozanları okullarda şiir konusunda ders verebilmeli, halk ozanlarının sosyal hayatı güvence altına alınmalı, şiirleri kitaplaştırılmalı, seyahatlarda devlet araçlarından indirimli faydalanabilmeli, duygu ve fikirlerinden dolayı suçlanmamalıdırlar.

İçinizde bir şeyler kıpırdayıp duygularınızın söze dönüşmesi nasıl oldu? Yazmaya, söylemeye ne zaman başladınız?

İlkokul çağlarında çocuksu duyguların verdiği etkilerle şiirler yazdım. Ortaokulda şu anki şiir anlayışıma uygun ilk şiirlerim yayımlanmaya başlamıştı.

Sevgiliniz peşinden perişan bir halde yürürken bazen de bakıyoruz, ona sitem yerine kargış (gargış-ilenme) ediyorsunuz.. “İntizar edeyim sevdiğim sana / Geceyi gündüzü bilmez olasın / Şurda birkaç günü çok gördün bana / Ağlaya göz yaşın silmez olasın. ”

Bu da çok derin bir sevginin yansımasından başka birşey değil, sanırım.

İki kelimeyle adlandırılan duyguların, aşıklara neler yaptırabileceğini yaşayarak gözler önüne seren binlerce olay vardır. Acı ve tatlı günleri bedeninde ve ruhunda hissederek dile getirmesidir, gerçek sevgi.

Şiirlerinizde çok derin bir hüznün izleri var. Bir gariplik, bir ezilmişlik var. Karlı, bulutlu dağlar, bilinmez uzaklıkta çöller, vahalar, göçmen kuşlar, ırmaklar... Peki niye gurbet? Bu sonsuz gurbetin, gurbet özleminin, acısının nedeni nedir?

Gurbete niye gelinir? Geliş sebeplerine göre, değerlendireceksin. Bir ozanın iç duygularına yenik düşerek çareyi gurbette araması geldiği bu yadellerde çaresiz, naçar, ara yerlerde kalması; işte burada sıla hasreti başlar. Oradaki acıya bir de gurbet acısı ilave edilmiştir. Çocukluk günlerinin geçtiği köyünün dağları, taşları, kuşları, bahçeleri -bağları, tozlu yolları birer birer burnunda tüter. Hani Karacaoğlan’ın dediği gibi: “Anamın atamın acı sözleri / Bal oldu, gidelim bizim ellere”. İşte her ozanın ruhunda duyduğu bu acılar bende de yerini almıştı, kaynak buradan başlıyordu.

Yaşama karşı bir kırgınlığınız var. Bülbül hep intizarda, türlü engeller gülmenizi önlüyor. Peki bu durumdan yoksa biraz da zevk mi alıyorsunuz?

Yaşama karşı kırgınlığımız var ama biz biliyoruz ki, bu acı ve ayrılıklar olmasa bu eserler meydana gelmezdi. Biraz olsun sevincimiz varsa, böyle bir eseri meydana getirmemizdendir.

Şiirlerinizde bir de yergi var. Devletin, yaşamın çarpıklıklarını eleştiriyorsunuz. “Şu işim olacak ama / Ah bir torpil bulabilsem / Hem de sormazlar diploma / Ah bir torpil bulabilsem” Rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtekarlık artık genel kabul görüyor öyle mi? Ahlaksızlık aldı yürüdü yani. “Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar”’a mı geldik?

Ozan tek kendi hayatını yaşamaz. Tüm canlıların ve cansızların hislerini kendinde barındırır. Acılarıyla acı duyar, sevinçleriyle şenlenir. Hani Hz. Muhammed’in dediği gibi, komşusu aç yatarken ona yardım etmeyen Müslüman sayılmaz, sözleri gibi bizde de halkın dert ve sorunlarını o ülkenin yetkililerine açık sözle, hayatı pahasına da olsa bildirmeyen ozan ozan sayılmaz.

“Ziyarete geldim be tımarhane / Senin ev sahibin deliler imiş / Seyrettim alemi şöyle mestane / Dışarıya göre veliler imiş. ” Demek ki insan insanın kurdu olmuş, her türlü çürüyüş hızlanmış dışarıda...

Tabii ki insan insanın aynasıdır. Hastanedeki insanlar sadece kendilerine zarar veriyorlar, bilmeden. Ama dışarıdaki deliler insan canına, malına kıydıkları gibi vatanı satmaya kalkacak kadar namussuzlaşabiliyorlar.

Çok ünlenen bir şiirinizde: “Deli gönül hangi dala konarsın / Tutunacak senin dalın mı kaldı / Ahu feryat ile niçin yanarsın / Şu dünyada senin malın mı kaldı?....... Ateşlere yanan ey dertli Ekber / Bu dünyanın sonu yalanmış meğer / Bir yarin varidi almış yadeller / Candan başka senin varın mı kaldı” Bu şiiriniz nasıl doğdu? Tek gerçek “can ın” tüm evreni içinde hisseden sonsuz çırpınışı mı?

Deli gönül şiiri hem bir sosyal yaşamı, hem ozanın gönül duygularıyla beraber canını verecek kadar sevdiğinin vefasızlığını anlatırken bir yerde sana senden başka kimsenin yar olmadığını dile getiriyor.

 

Cem, Şubat 1999, Sayı 87, sayfa 48 - 49

 

ESERLERİ

Aşk ve Gurbet, Birinci Kitap, Yeni Savaş Matbaası, İstanbul 1966.

Aşk ve Gurbet, İkinci Kitap, Gayret Matbaası, Malatya 1986.

Aşk ve Gurbet, Üçüncü Kitap, Karar Matbacılık, İstanbul 2000.

ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER

 

Gülmez Olasın

 

İntizar edeyim sevdiğim sana

Geceyi gündüzü bilmez olasın

Şurda birkaç günü çok gördün bana

Ağlaya gözyaşın silmez olasın

 

Hazan vura sararıp da solasın

Verem ola köşelerde kalasın

Ağlaya sızlaya saçın yolasın

Hayatın boyunca gülmez olasın

 

Başıma bıraktın kara sevdayı

Sen getirdin bana türlü belayı

Tabip tabip dolaşasın dünyayı

Araya dermanın bulmaz olasın

 

Çiçeğim soldurdun solarsın bir gün

Ağlaya sızlaya yanasın her gün

İlden ile geze kalasın sürgün

Eğlenip bir yerde durmaz olasın

 

Ekberi'yem der ki haremi ditebr

O tatlı sözlerin yalanmış meğer

Yana yakılasın sızlasın ciğer

Ellerin tutup da sarmaz olasın

 

 

Aşk ve Gurbet

 

Kara bağrıma el saldı

Yaktı beni aşk ve gurbet

Sanki beni benden aldı

Sattı beni aşk ve gurbet

 

Dert başımda tipi bora

Sinem dönderdi kalbura

Toza toprağa çamura

Kattı beni aşk ve gurbet

 

Gönül verdim birisine

Alev alev yandı sine

Bir kör kuyunun içine

Attı beni aşk ve gurbet

Kara talih kör kaderi

Ah çeker ağlarEkberi

Ne bir cindi ne de peri

Çarptı beni aşk ve gurbet

 

 

İnlese Gökler

 

Doğruluk rehberim yalan bilmezem

İkrarım var ben yolumdan dönmezem

Ser vermişim bu yolda sır vermezem

Daimiyim Hak yolunda daimi

 

Virane gönlüme baykuşlar konsa

Yareli sineme hançerler vursa

İster dünya alem düşmanım olsa

Daimiyim Hak yolunda daimi

 

Günden güne sızlasa da yareler

Ahu figanımdan inlese gökler

Dünyalar başıma dönse der Ekber

Daimiyim Hak yolunda daimi

 

 

Bir Zaman

 

Dertli dertli öten garip kuş gibi

Dolaşırım daldan dala bir zaman

Zemheri ayında kara kış gibi

Dolaşırım çölden çöle bir zaman

 

Hayatım geçiyor ıstırap çile

Bırakın gideyim bulanık sele

Garip bülbül gibi sevdiği güle

Dolaşırım gülden güle bir zaman

 

Bilmem ne isterler dertli Ekber’den

Dertli başım kurtulmadı kederden

Ölsem de kurtulmam bir zalim dilden

Dolaşırım dilden dile bir zaman

 

 

Bölelim Dertleri

 

Şöyle biraz gel beriye

Bölelim dertleri kardeş

Gayen dönmekse geriye

Bilelim dertleri kardeş

Nasihatım çağrı değil

Ceddimiz bir gayrı değil

Anam babam ayrı değil

Serelim dertleri kardeş

 

Kapılmayak yad ellere

Düşmeyek adu dillere

Savrulup giden yellere

Verelim dertleri kardeş

 

Allah bilir Hakk Muhammed

Dost kalalım ilelebet

Kefil Kuran ve Ehlibeyt

Sürelim dertleri kardeş

 

Ekberi’yem der gel beri

Al getir kalem defteri

Şimdi bura hesap yeri

Derelim dertleri kardeş

 

Bu Yol

 

Bu yol sırlar ile dolu

Bilemedin bilemezsin

Pir elinden gelir dolu

İçemedin içemezsin

 

Bülbül gibi aşk narına

Muhammed nebi darına

Hazreti Ali sırrına

Eremedin eremezsin

 

Açamadın can gözünü

Teslim etmedin özünü

Bir post ehline yüzünü

Süremedin süremezsin

 

Ekberi’yem yana yana

Aşk içmişim kana kana

Sen bir yana ben bir yana

Gelemedin gelemezsin

 

Dostluğa Davettir

 

Yirminci asırda geldi dayandı

Günden güne artar kaygımız bizim

Kimimiz asıldı kimimiz yandı

Suçumuz insana saygımız bizim

Doğruyu söylemek geleneğimiz

Ustamıza saygı göreneğimiz

Zincirle bağlı olsa bileğimiz

Dost yarasın sarar sargımız bizim

 

İyiye güzele gönlünü bağlar

Sanmayın kendine halkına ağlar

Halkın acıları sinesin dağlar

Onun için yanık bağrımız bizim

 

Bahçıvan misali güller bitirir

Eğitir onları keyfin yetirir

Bilirler ayrılık zarar getirir

Ondan eksik olmaz ağrımız bizim

 

Ham sözleri yoktur süzekten süzer

Altıncı hissiyle önceden sezer

Alınları açık yüzü ak gezer

Yoktur gocunacak yağrımız bizim

 

Tanrının ihsanı biz ozanlara

Bir gözle bakarlar tüm insanlara

Ekberiden selam bütün canlara

Dostluğa davettir çağrımız bizim

 

Yunus Emre

 

Köyün bir gariban Yunusu vardı

Hep kendi halinde gezer dururdu

Dağdan alıç toplar alıç satardı

Geçim derdi kendin üzer dururdu

 

Sırtında heybesi alıçla dolu

Pir Hacı Bektaş’a uğradı yolu

O zat ki Tanrının evliya kulu

Her kulun halini sezer dururdu

 

Ulu Pir Yunus’a sorar o anda

İster bir nefes der istersen buğday

Yunus buğday olsun dedi o anda

Açlık yüreğini ezer dururdu

 

Buğday aldığına yunus pişmandı

Bir ahlar çekti ki ciğeri yandı

Döndü pirin kapısına dayandı

Hata yaptım diye kızar dururdu

 

 

Bir nefesçik diye Pir’e yalvardı

İki gözü sanki iki pınardı

Bir ok yemiş gibi yürek yanardı

Gözlerinden yaşlar sızar dururdu

 

O Pir bizim ile işin zor dedi

Gece gündüz işin gücün zar dedi

Kısmetin Taptuk’ta yürü var dedi

Yürüdükçe yollar uzar dururdu

 

Enginli yokuşlu çok dağlar aştı

Kendi nefsi ile hayli uğraştı

Baba Taptuk Dergahına ulaştı

Gözünü kapıdan süzer dururdu

 

Birlik Kuralım

 

Bir birlik kuralım sevgiden yana

Ayın etrafında bir hale gibi

El ele gönül gönüle can cana

Zulmün etrafında bir kale gibi

 

Aşılmaz güçleri birlik aşalım

Birlik eğlenelim birlik koşalım

Sevgi halkasıyla kucaklaşalım

Karanlık içinde bir şule gibi

 

Tüm benlikler kalksın tarafsız olsun

Ne vurguncu olsun ne hırsız olsun

Bir sevgi bağımız sınırsız olsun

Burcu göğe varan bir kule gibi

 

Ne bir içilendir ne de yenilen

Sevgiyle haklaşır kendini bilen

Bir kutsal duygudur sevgi denilen

Ekberi onunla bir köle gibi

 

Küçük Gelin

 

Garip garip ne ağlarsın

Gel ağlama küçük gelin

Yaralı sinem dağlarsın

GüI ağlama küçük gelin

 

Öksüzüm boynum bükülür

Kapanan yaram sökülür

Ah çektikçe yaş dökülür

Sil ağlama küçük gelin

Tel tel olmuş züIüflerin

Yakar beni her sözlerin

Kıymet biçilmez gözleri

Bil ağlama küçük gelin

 

Ben bir dertli Ekberi’yem

Bütün derde sabrediyem

Senin gibi kederliyem

Gel ağlama küçük gelin

 

Hasta Düştüm

 

Hasta düştüm yar yanıma gelmedin

Ölüyüm sevdiğim ölmeden gel gel

Ne hallere düştüm halım sormadın

Ölüyüm sevdiğim ölmeden gel gel

 

Ölmeden sevdiğim yetiş bu cana

Sızlar yaram dönemiyim bir yana

Ömür geçer hayat döner zindana

Ölüyüm sevdiğim ölmeden gel gel

 

Yalnız kaldım soran olmaz halimi

Bu zalim dert büktü benim belimi

Ekberi der çoğaltma göz selimi

Ölüyüm sevdiğim ölmeden gel gel

 

Deli Gönül

 

Deli gönül hangi dala konarsın

Tutunacak senin dalın mı kaldı

Ahu feryat ile niçin yanarsın

Şu dünyada senin malın mı kaldı

 

Felek seni gafletinden uyuttu

Eşin dostun ne var ise unuttu

Esti sam yelleri gülün kuruttu

Bülbüller ötecek gülün mü kaldı

 

Yerin yok yurdun yok nerde kalırsın

Her yüze güleni dostun sanırsın

Bunca derdi sen üstüne alırsın

Dert çekecek senin halın mı kaldı

 

Ateşlere yanan ey dertli Ekber

Bu dünyanın sonu yalanmış meğer

Bir yarin var idi almış yadeller

Candan başka senin varın mı kaldı

Belki Dönemem

 

Helal et hakkını gül yüzlüm bana

Gideyim gurbete belki dönemem

Benden helal olsun sevdiğim sana

Gideyim gurbete belki dönemem

 

Bilmezsin sen gurbet ilde olanı

Anasız babasız yetim kalanı

Kim soracak öleni kaybolanı

Gideyim gurbete belki dönemem

 

Yansam ateşlere bilenim olamaz

Aksa göz yaşlarım silenim olmaz

Ölürsem üstüme gelenim olmaz

Gideyim gurbete belki dönemem

 

Ekberi’de yare ayrı nasihat eyler

Aşık olan sözü aşikar söyler

Korkarım ki bu yer beni çok eğler

Gidiyim gurbete belki dönemem

 

Bakma Anam Bakma

 

Ellerim boş döndüm köye gardaşım

İş vermezler bize şehirde gardaş

Köylüyüz dedik ya belalı başım

İş vermezler bize şehirde gardaş

 

Param yoktu size şeker almaya

Posta gitmiyordu haber salmaya

Niyetlendik amma orda kalmaya

İş vermezler bize şehirde gardaş

 

Telefonla haber alır verirler

Bize şöyle bakar bakar gülerler

Birbirine göz kırparak kim derler

İş vermezler bize şehirde gardaş

 

Bakma anam bakma yüzüme benim

Kulak asmadılar sözüme benim

Düşmanca bakarlar gözüme benim

İş vermezler bize şehirde gardaş

 

Ekberi'yem dedim ama kim dinler

Sürünen bir ben değil binler binler

Çarptılar bizi gardaş cin oğlu cinler

İş vermezler bize şehirde gardaş

Gelemezsin

 

Bu yol sırlar ile dolu

Bilemedin bilemezsin

Pir elinden gelir dolu

İçemedin içemezsin

 

Bülbül gibi aşk narına

Muhammet Nebi darına

Hazreti Ali sırrına

Eremedin eremezsin

 

Açamadın can gözünü

Teslim etmedin özünü

Bir post ehline yüzünü

Süremedim süremezsin

 

Ekberiyem yana yana

Aşk içmişim kana kana

Sen bir yana ben bir yana

Gelemedim gelemezsin

 

Sızılar

 

Mevsim kışa döndü dağda duman var

Dökülür yapraklar dallar sızılar

Hasbahçe içinde acı figan var

Bülbül figan eder güller sızılar

 

Ciğer ateşlenmiş köz tutmuş üstü

Dost ayrılmış yoldan toz tutmuş üstü

Yaz bahar ayında buz tutmuş üstü

Ördek konmaz olmuş göller sızılar

 

Tat kalmamış ekmeğinde aşında

Bilmem ne yazılır mezar taşında

Ölü havası eser başında

Dudaklar çatlamış diller sızılar

 

Bu ne biçim iştir akıl ermiyor

Yüz çevirmiş dostlar beri gelmiyor

Başın kaşımaya fırsat vermiyor

Kol omuzdan kesik eller sızılar

 

Hançer olmuş dostun kirpiği kaşı

Parça parça oldu sinemin başı

Ekberiyem taştı gözümün yaşı

Taşa taşa çarpar seller sızılar

Tımarhane

 

Ziyarete geldim be tımarhane

Senin ev sahibin deliler imiş

Seyrettim alemi şöyle mestanı?

Dışarıya göre veliler imiş

 

Koğuşu dolaştım hep birer birer

Sevgilerle bakar saygılar diler

Niçin derdim kendi kendine güler

Meğer halimize gülerler imiş

 

Ekberi'yem dertli oldum sarardım

Fırsat diye hatırların sorardım

Görmeden evvel deli sanardım

Meğer esas deli bizimkilermiş

 

 

Benim Şahım

 

Benim şahım Kerbela’da eğlenir

Mah’ı Muharrem’de şehit olan yar

Ceddi Muhammed atası Ali’dir

Mah’ı Muharrem’de şehit olan yar

 

Dini yok imansız zalim buyruksuz

Edep yok erkan yok Hakk’tan korkusuz

Su vermeyip şehit ettiler susuz

Mah’ı Muharrem’de şehit olan yar

 

Bir kavmi zalim ki bütün melanet

Hakk Teala onlara eyledi lanet

Ekberi kulunam eyle inayet

Mah’ı Muharrem’de şehit olan yar

 

Pir Sultan Abdal’a İthaf

 

Dudakta dilde kitapta

Gelen Pir Sultan Abdaldır

Beyanda telde hitapta

Olan Pir Sultan Abdaldır

 

Öz dilinde halk tahtına

Zulümlerin öz bahtına

Hakikatle Hakk katına

Eren Pir Sultan Abdaldır

 

Aşk nağmesin tellerini

Bülbüllerin dillerini

Gülistanın güllerini

Deren Pir Sultan Abdaldır

 

Bülbül gibi gül dalında

Şalı hırkası salında

Tatlı canı Hakk yolunda

Veren Pir Sultan Abdaldır

 

Ekberiyem bak Dergaha

Benziyor gökteki maha

Döndermiş katarı şaha

Çeken Pir Sultan Abdaldır

 

 

Yaş Dediler

 

Çok kapılara başvurdum

Olur olmaz iş dediler

Çok çalıştım kafa yordum

Rüşvet yoktur boş dediler

 

El koymadık bir tapuya

Taş olmadık bir yapıya

Vardımsa hangi kapıya

Bir ağaya düş dediler

 

Kimsem yok haber salayım

Başım taşlara çalayım

Dedim nasıl iş bulayım

Bir partiye koş dediler

 

Hak adalet varsa birdir

Döner isem gözüm kördür

Ekberi'yem dedim hürdür

Şair işin yaş dediler

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile