İZZETTİN DOĞAN'LA SEKİZİNCİ SÖYLEŞİ CEM RADYO’DA MUHARREM PROGRAMLARI (3) (2009)

İZZETTİN DOĞAN’LA CEM RADYO’DA MUHARREM PROGRAMLARI (3) (2009)

 

Geleneği Yaşatanlar.. Alevi İslam inancına hizmet edenler ... Aleviliğin, Bektaşiliğin, Mevleviliğin, Nusayriliğin bir başka söyleyişle Arap Alevilerinin günümüzde yaşatıcıları, önderleri yani dedeler, babalar, ozanlar, aşıklar, bilim adamı ve araştırmacılarla sohbetlerimizi söyleşilerimizi sürdürüyoruz.

Fakat geleneği yaşatanların bugünkü programı muharrem ayının ilk gününe denk geldi. Muharrem orucunun ilk gününe denk geldi. Dolayısıyla bugünümüzü özellikle muharrem konusuna ayırdık. Saatler ilerledikçe konunun detaylarına gireceğiz.

Bugünkü konu ise Alevi İslam dünyasının önderi pozisyonunda olan AVF Onursal Başkanı Cem Vakfı’nın Genel Başkanı değerli toplum önderimiz Sn. Prof. Dr. İzzettin Doğan.

Bir büyük matemi hüznü yaşıyoruz. Öyle bir gündeyiz ki öyle bir aydayız ki değil Müslümanların inananıyla inanmayanıyla Hıristiyan’ıyla, Yahudi’siyle insanım diyen ve bu olaydan haberdar olan herkesin hüzünlendiği, üzüldüğü ve ders çıkarması gereken günlerdeyiz. Yani muharrem günlerindeyiz.

Hz Peygamber efendimizin sevgili torunu Hz. Hüseyin Efendimiz ve onun en yakınında bulunan aile yakınları, dostları, sevenleri Kerbela çöllerinde şehit edilmişlerdi.

Hz Hüseyin şehitler serdarı olarak anılıyordu. Hz Hüseyin ki Hz Muhammed’in öpüp kokladığı gözünden sakındığı bir büyük toplum adamı, bir büyük dava adamı, inanç adamı daha doğrusu bir abideydi o.

Ve o muharrem ayının onunda, Hicri 68 yılında miladi takvime göre de; yani 10 Ekim 680 tarihinde bizleri sonsuz bir hüzne boğarak zalimler elinde şehit oldu.

18 yaşındaki Ali Ekber’i çocuk yaştaki Ali Asker’i de şehit verdi. Ve Abbas da şehit oldu Zeynep Ana’nın göz yaşları dinmedi bu güne kadar geldi.

Evet. Muharrem deyince Kerbela, Hz. Hüseyin deyince biz istisnasız tüm Alevi İslam inancına sahip topluluğun birleştiği bir yürek olduğu bir günden bahsediyoruz. Sadece Alevi İslam değil; Caferileriyle, Şiileriyle, Sünnileriyle üzülmemek elde değil denen bir gündeyiz.

 

Evet hocam Hz Hüseyin bize büyük bir miras bıraktı diyoruz sadece göz yaşı dökerek değil bunun arkasındaki manayı anlamalıyız, dediniz daha önce sizinle yaptığımız söyleşilerde ve artık Kerbela’yı farklı yorumlamalıyız, ondan farklı dersler çıkarmalıyız, demiştiniz.

İnancın sembolü olan Hz Hüseyin’i günümüzde farklı algılamalıyız demiştiniz.

Bugün yine bu mikrofonların başındayız, bugün yine neler söylersiniz bu günle ilgili olarak?

 

Teşekkürler Ayhan bey ben de Cem Radyo aracılığıyla bizi dinleyen tüm dostlarımıza inançları ne olursa olsun, dinleri renkleri ne olursa olsun, ırkları ne olursa olsun, hepsine en içten sevgilerimi sunarak, böylesine mana yüklü bir günde bu programa sizin sorduğunuz sorulara yanıt vereceğim. Onları sevgiyle selamlıyorum. Dediğiniz doğrudur. Benim Kerbela‘ya bakış açım farklı. Bize itibar edenler, inananlar Hz Hüseyin’in Kerbela’da şehitli şehadeti artık 1500 yıla yakın bir zaman sonra bir matem günü olarak algılamasınlar. Tam tersine böylesine büyük bir hüznü yüzyıllar boyu yaşatmış olan bir sahneyi artık başka bir biçimde yorumlasınlar. Artık gerçek anlama yüklesinler. O gün ağlamaktan çok düşünmeyi yeğ tutarak vede Hz Hüseyin bile bile yanında tüm ailesi sevenleri olduğu halde Kerbela‘da şehadeti göze aldı. Neden? Zaten o nedeni bulamasak 1400 yılı aşkındır her yıl muharrem ayında göz yaşı dökülen böylesine bir şehadet olayının anlamını da izah edemezler. Onun arkasında çok büyük bir mana yatıyor. Çünkü dedesi Hz Muhammed onu omuzlarına alıp onun sakallarını yolmasına kucağına alıp da müsaade ettiği zaman içinde sadece sevgi yoktu. Onun içinde aynı zamanda o küçücük yavrunun Kerbela denen bir yerde şehit olacağını bile bile kucaklayıp okşayıp kokladığı o koku içerisinde Hz Muhammed’in ona duymuş olduğu acı da yatıyor. Hz. Ali’nin babasının yani bile bile kendisinin bir gün Kerbela‘da şehit olduğunu bilmesine rağmen onu yüreklendirmesi ve hayatın manasını ifade etmeye çalışarak, hangi amaçlar için bir gün Kerbela‘da şehit edileceğini ona ifade etmeye çalışması da çok önemliydi. Hz. Hüseyin’in de babasının yolundan giderek onun söylediklerine ve Tanrı’nın iradesine hiçbir şekilde itiraz etmeksizin bütün ailesiyle birlikte gidip orda şehadete boyun eğmesi de yine bir amaç içindi. Ne diyordu Hz. Ali babası “zalime boyun eğmeyin” diyordu. Yani hayatın manası özgür haysiyetli yaşamaktır. Onun için size zulmedene zalime boyun eğmeyin. Yalnız haklarınızı kaybetmekle kalmasınız, ondan daha da önemlisi haysiyetinizi de kaybedebilirsiniz diyordu. Yani ilk defa insanlık bir başka değer yargılamasına tanık oluyordu. Neydi bu bakış farklı değer yargısı ve yargılama? O da insan haysiyetinin insan haklarından daha önemli olduğuydu, onun ötesine gitmesiydi. Yani  biz sizlerin haklarınızı ihlal etmesi önemli bir olaydır. Ama ondan daha önemlisi demek istiyor haysiyetinizin ihlal edilmesidir. Acaba bu niye. Yani Kerbela’da bunun sembolü olarak bütün ailesiyle beraber kabul eden Hüseyin için hangi değer için hangi soylu hayat biçimi hayat anlayışı için o şehadeti kabul ettiğinin biraz analizinin yapılması lazım. Yani Hz Ali babasının söylediği sözü Hz Hüseyin nasıl yerine getirecekti ve nasıl bir meşale yakacaktı ki bu meşale yüzyıllar bin yıllar boyu insanların gözünde yaş olarak aksa bile aslında o göz yaşlarının arkasında saklanan gizlenen büyük mesaj budur. Yani haysiyetiniz sizin haklarınızdan daha önemlidir. Peki o niye ? Yani Hz ali niye böyle bir yoruma gitmiş ? Çünkü Kuran diyordu ki “ben seni kendi özümden yarattım”. Öyleyse her insan Tanrısal bir özden bir parçacıktan bir zerrecikten oluşmuştur. Burada Tanrı yatıyor. Ona binaenaleyh onun haysiyetini oluşturan o kendi içindeki insanı yaratan o Tanrısal öze, o özün doğurmuş olduğu özün bulunmuş olmasından kaynaklanan bir haysiyet, insanı haysiyetli kılan bir nesne vardı o tanrısal bir nesneydi, o haklardan çok daha önemli çünkü haklar sizin dışınızdaydı ama haysiyet sizin içinizde. Siz onun kendisisiniz ve bu da tanrısal zerreciktir. Yani tasavvufi manada Kuran’a yaklaştığınız zaman Hz Ali’nin beyan ettiği “Zalime boyun eğmeyin çünkü yalnız haklarınızı kaybetmekle kalmasınız haysiyetinizi de kaybedersiniz” Yani haklarınızı kaybetmekten daha vahimi var daha önemlisi var, o nedir haysiyetiniz.. Haysiyetinizi de kaybedersiniz. İşte Hz Hüseyin’in şehadeti bu düşünceyi sembolize eden yansıtan ve tüm dünyaya sadece Müslümanlara değil insanoğlunun kendisini dini rengi ırkı cinsi ne olursa olsun insanın kendisine verdiği insanlığı varolduğundan bugüne kadar geçen zaman dilimindeki en büyük semboldür Hz. Hüseyin. Ve onu sembolize eden de Kerbela’dır. Bütün aile efradıyla birlikte şehit olmayı göze almak, niçin, zalime boyun eğmemek için, riayet etmemek için. Zalime ben boyun eğmem riayet etmem. E peki hayatını alırım senin, kelleni alırım. Kellemi alabilirsin ama haysiyetimi vermem sana. Zaten kellemi aldığın zaman mesele yok. Ben geldiğim yere dönmüş olurum. Orda da ben ölmüş olmuyorum ben asıl o zaman yaşanmaya ve bütün müminlerin kalbinde yaşamaya devam ediyorum. Bunun doğru olduğunu şuradan anlıyoruz. Aradan 1400 küsür yıl geçmiş yuvarlak 1500 yıl diyelim. 1500 yıla yakın zaman geçmiş ve bu zaman dilimi içerisinde Hz Hüseyin sevgisi en ufak bir şekilde azalmamış tam aksine her gün daha da artıyor. Onun bu soylu davranışını, bu insanüstü bu tanrısal davranışını görenler işin özüne doğru inenler ister Musevi olsun ister.. olsun Yahudi, Hıristiyan ister semavi dinlere mensup olsun ya da olmasın insanoğlunun tümü böylesine bir davranış karşısında saygıyla eğiliyorlar sevgiyle eğiliyorlar. Çocuklarına Hüseyin ismini takıyorlar. Müslüman olmayanlar da takmaya başladı. Yani uzağa gitmek istemiyorum ama şu anda aklıma geldiği için söylüyorum çarpıcı olur diye, Hüseyin Barack Obama diye bir zenci kökenli birisi bugün Amerika devlet başkanı tesadüfen bakıyorum onun da ismi Hüseyin. Hüseyin ismini takmışlar. Tahmin ediyorum biraz araştırsa helalde görecektir ki o ismi almasının nedeni bir Hıristiyan olarak Hz Hüseyin’ sembolize ettiği için yada ondan esinlenerek Hüseyin ismini babası takmış olabilir diye düşünüyorum. Yani böyle bir isimdir. İnsanlar hangi dinden olursa olsun böylesine bir davranışı benimsemiş olan, bu dünyadaki tüm nimetleri eliyle iterek bütün aile halkı dahil kendisini sevenler dahil onlarla birlikte gidip Kerbela denen bir yerde susuz bir biçimde en ağır şartlar altında en ağır işkencelerle başının kesilmesini göze alarak gidip o meşaleyi yakmayı göze aldı. Yani bu modern çağların, modern çağlar derken yani yine birkaç bin yıl öncesinin prometheuslarından (!) çok daha önemli, prometheus bilirsin bugünkü 7Avrupa uygarlığının temelindeki efsanelerden mitolojilerinden bir tanesi, mitolojik bir figür, Kafkas dağlarına ışığı çalıp insanoğluna verdiği için adeta çivilenmiştir ve her gün bir kartal gelinceye bir parçasını alıp yer onunla beslenir ona işkence eder. Ama bunu göze almıştır prometheus. Neden, ışığı insanlara çalıp verebilmek için. Şimdi bu efsane yalandan. Hz Hüseyin gibi somut bir örneği bir varlığı ortaya çıkarıp çoluk çocuk efradı ile ailesiyle birlikte başının kesilmesine bilerek rıza göstermesi sırf insanlığın haysiyetini yüksekte tutmak ve zalime boyun eğmemek için de bunu yapabileceğini insana gösterebilmek için kendisini ortaya koyması yeterli, sözünü dinleyerek, dedesi Hz Muhammed’in yolundan giderek, insanları aydınlatarak bunu yapmış olmasıdır Kerbela Olayı’nın önemi. Bunun üzerinde durulmalıdır. Bu açıdan meseleye yaklaşılmalı. Buna yaklaşırken bu kadar büyük bir zulmün kendisine reva görülmüş olması insanoğlunun vicdanında yaratacağı yankılar yok mu tabi ki var ve o yankıların gereği sonucu olarak da insanların göz yaşı dökmesi, dökerek huzur bulabilmeleri noktasına varması insanların kendisine karşı duymaları gereken sevginin saygının gereğini tamam eyvallah gereğidir ama asıl görülmesi gereken o. Eğer Kerbela’da Hz Hüseyin’in yaptıklarının ne kadar önemli olduğunun farkına varmak istiyorsanız vardığınız iddiasındaysanız o zaman yapmanız gereken onun gibi davranmaya çalışmaktır. Davranmaktır demiyorum o biraz fazla bir beklenti olur ama onu gerçekleştirene de eyvallah, gönülden eyvallah. Ama gerçekleştiremiyorsa bile ona çalışmak yani zalime boyun eğmemek, insan haysiyetini her şeyin üstünde tutmak. Mustafa Kemal’in de yaptığı gibi. Bana bazen soruyorlar Mustafa Kemal’i niye severiz. M.K. dikkat edilmeyen bir yanı var, hiç söz edilmeyen bir yanı var. MK şöyle yaptı böyle yaptı işte şurayı kurtardı tamam çok güzel. Ama Mustafa Kemal’in yaptığı nedir özü itibariyle Hz Hüseyin’in yolundan gitmesidir. Düşmanların seni ülkeni ezerek orayı işgal ederek senin haysiyetini ayaklar altına almasına karşı koymasıdır. Bunun için Hz Hüseyin ’in yolundan gitmesidir. Ben bir Alevi kimlikli vatandaş olarak onun için Mustafa Kemal’i severim. Yoksa her savaşa giren askerin biraz kahraman yanı vardır. Asker derken subaydan söz etmek istiyorum. Yani her subayda vardır kahramanlık duygusu, düşmanı yenme duygusu. Ama aslolan insan haysiyeti her şeyin üstünde tutma duygusu. Nutuk’un birinci sayfasında bunu söyler zaten. Ahvali umumiyeti tasvir ettikten sonra der ki işte her tarafı her taraf işgal edilmiş, ordusunun silahları alınmış, terhis edilmiş, halk sefalet içinde, padişah kendi saltanatından başka bir şeyi düşünmüyor.. Bu ahval ve şerait içerisinde yapılacak bir şey vardır: “Ya istiklal ya ölüm !” Neden “ya istiklal ya ölüm” ? Haysiyetli bir ulus olarak yaşamayacaksan o ulus ölsün daha iyi, cümlesi aynen odur. Budur manası söylediklerinin. Onun için ben Kerbela olayını bir üzüntü kaynağı olmaktan çok insanlara başlarını dik tutmayı hatırlatan ve için de insanların Hz Hüseyin ‘e daha çok sevgi göstermesi gereken illa da göz yaşı dökerek değil, göz yaşı da döküyorsa o da onun tercihi, çok da güzel. Ama asıl arkasındaki felsefi yaklaşımı görmesini istiyorum.

 

Evet büyük Alevi ozanlarından Virani bakın ne söylemiş:

 

Bir ulu şehirde tellallığım var,

Ben tellalım Pazar başım Ali’dir

Eksik alsam satsam gene kâr

Ben tellalım Pazar başım Ali’dir.

 

Mezarda vermişim küllü bağrımı,

Tellala  çıkardım şirin canımı,

Nadı mercan ile cevher kanımı,

Ben tellalım Pazar başım Ali’dir.

 

Viraniyem her dem hakka yeterim,

Tellal olup şu alemi gezerim,

Kudretten dükkanım kendi pazarım,

Ben tellalım Pazar başım Ali’dir.

 

Evet, biz bu ilhamı, bu aşkı Hz Muhammed’den, Hz Ali’den, Oniki İmamlar’dan aldık. Dostlar sizler de şu anda bizleri iş yerlerinizde arabalarınızda Türkiye’de Balkanlar’da dinliyorsunuz. Eğer ki Muharrem’le ilgili Alevilikle ilgili sorularınız olursa bunları bize canlı yayında iletebilirsiniz.

 

Sevgili hocam siz dediniz ki Musevisiyle ..siyle Hz Hüseyin ‘in davasını kendi davası olarak algılayan ve onu insanlık yolunda vermiş olduğu mücadeleyi takdirle karşılayanlar bugün çoğalıyor. Çoğalıyor da ben Hür Şehit örneğini vermek istiyorum, Hür Şehit önce Yezid ordusunun tarafındayken yaptığı hatayı çok kısa sürede anlıyor ve Hz Hüseyin’in tarafına geçiyor. İlk şehit olan da kendisi oluyor. İşte insanlık tarihi bu tür şehitlerin de tarihi aslında, yani yanlıştan dönenlerin de tarihi, hatayı kabul edenlerin de tarihi, kendini feda edenlerin de tarihi.. Ama gönül ister ki Hür Şehitler gibi olmayalım, yani şu manada, yanlış tarafı tutmayalım başta doğruyu tutalım. Ozanlarımızın da söylediği gibi, buradaki pazarımız buradaki Kırkların pazarı buradaki İmam Caferi Sadık’ın dükkanı, Ehlibeyt’in dükkanı yani hakkın dükkanıdır, hakkın varlık alemidir. Ve dolayısıyla Ehlibeyt’in yolundan gidenler yanılmazlar, onun ışığından yararlananlar doğru yoldan sapmazlar. Hz Hüseyin ‘in davasına sahip çıkanlar oldu hatta sevgili hocam şöyle de bir şey söylenir bildiğiniz gibi Hz Hüseyin ‘in şehit olacağı Hz Peygamber Efendimize malum olduğu zaman, Hz Fatma anamıza malum olduğu zaman, gözyaşı dökmüşler; Cebrail de onlara sormuş, “Niye böyle ağlarsınız, bu son bizim kaderimizdir, onu yaşayacağız.” Hz Fatma ana da şunu söylemiş, “Benim üzüntüm şudur, bu olay yaşanacak, ben görmeyeceğim, benden sonra olacak bu olay. Acaba Hz Hüseyin için, onun Ehlibeyt’i için göz yaşı dökecek bir toplum olacak mı?”. Cebrail de bunun müjdesini, “Elbette olacak, öyle bir toplum olacak ki sonsuza kadar O’nun sevgisiyle yanıp tutuşacak bir toplum olacak” demiştir.

Evet siz de dediniz sadece göz yaşı değil, O’nun verdiği insanlık mücadelesini algılayabilmek çok önemlidir, Ehlibeyt’in yolundan gitmek çok önemlidir. Hocam o Ehlibeyt’in ışığı Arabistan’dan Türk illerine nasıl yayıldı? Yani o aşk, o sevgi, o bağlılık, o Hüseyin’e benzersiz aşk hali nasıl geldi bugüne damla damla?

 

Tabi bu önemli bir soru, tarihin derinliklerine iyice inmek gerekiyor. Ve yazık ki bugüne kadar cevabı aranmış bir soru değil. Neden? Çünkü devlet, Türkiye’de eğitim politikasını yürürlüğe koyduğunda tek taraflı davranmış. Özellikle laik cumhuriyetin yavaş yavaş örselenmeye başladığı 1960 – 65’lerden itibaren, devlet Sünni bir yapıya büründüğü için, Hz. Hüseyin’in, Hz. Ali’nin, Oniki İmamlar’ın üretmiş olduğu değerleri, bu değerlerin Türk kavimleri arasında nasıl yayıldığı nasıl benimsendiği Hz. Muhammed soyunun Mavireü Nehir (!) dediğimiz coğrafyada yani Türk kavimlerinin yaşadığı bölgede nasıl korunmaya alındığını adeta ve Arap coğrafyasında Hz. Muhammed soyuna yaşama hakkı tanınmadığında ve hepsi istinasız öldürüldüğünde kaçabilenlerin ya da gelip götürülebilenlerin,hani asker gibi Türk kavimleri tarafından oraya götürüldüklerinde Hz. Muhammed soyuyla birlikte hani bu değerleri savunan, üreten ve savunan Kuran’a dayalı olarak savunan kişileri yani Ehlibeyt’in soyunu orada nasıl kucakladığını zaman, zaman içerisinde onlara nasıl itibar ettiklerini saygı

gösterdiklerini tarihi tarafsız olarak inceleyenler bilirler. Ve bugün de baktığınız zaman toplu bir biçimde peygamber soyuna mensup olanların mezarlarının Arap ülkelerinde değil ama halen Türkiyelilerin elinde. Bu arada Semerkant’ta Taşkentin bulunduğunu görürüz. Yani o bölgenin insanları İslam’ı kabul ettikten sonra İslam’ın nasıl algılanması gerektiğini, Kuran’ın ayetlerinin nasıl yorumlanması gerektiğini, çünkü bunlar Tanrı kelamı sembollerle daha çok ifade edilmiş. Bunların manasının ne olduğunu ve insanoğlunun hayatını nasıl geçirmesi gerektiğini peygamber soyu mürşitlik yapmış. Yani mürşit, hoca yani peygamber soyunu oluşturanlar daha çok Türklerde .. olmuş. Yani o Türkler misafir etmiş onları bağırlarına basmışlar. Onlar da Tanrı kelamının manasını önemini bu halklara anlatmaya çalışmış. Ve onları tanıdıkça da onlara saygı duymuşlar oradaki kavimler, onlara sevgi göstermişler, onlara saraylar yaptırmışlar. Oysa onların saraylarla falan işi yok. Ama duydukları saygı sevginin gereği olarak, onların çektikleri ızdırapların karşılığı gibi düşünerek, ama ondan çok duydukları saygının karşılığı olarak saraylar yaptırdıklarını biliyoruz. Özellikle Timur döneminde mesela saraylar en güzide köşelerini odalarını sarayın önemli odalarını Peygamber soyundan olanlara ayırmış. Onları orda misafir etmişlerdir. Böylesine bir sevgi yumağı oluşmuştur. İslamiyet’in Türklerle tanışması, Türkler tarafından sevilmesi, Peygamber soyunun kendilerine doğru gelemsinde ve orada yerleşmesinden kaynaklanmış. Bu da zamanla göçler yoluyla, buradaki kavimler bir takım tarihsel bir takım fiziki olaylar nedeniyle, suyun yok olmaya başlaması, kuraklığın meydana gelmesi, hayvancılıkla geçinen kavimlerin hayvanlarını kaybetmeye başlamaları ve bunu uzun yıllar devam etmesi sonucunda da yeni bir yurt bulma zorunluluğu ortaya çıkması bu kavimleri Anadolu’ya ya da Hazar’ın kuzeyinden gelenleri Azerbaycan’a, Orta Kırım üzerinden Balkanlar’a kadar gelmeye zorlamış o değerlerle beraber Anadolu’ya Kafkaslar’a ve bugünkü Balkanlar’a kadar taşımıştır. Tarihsel gelişim süreç bu şekilde oluşmuştur.

 

Evet hocam telefonlar gelmeye başladı. Mehmet Çiçekverdi’yi alalım..

 

Mehmet Çiçekverdi: İyi yayınlar, saygılar sunuyorum, selamlıyorum sizleri.

 

Teşekkür ederim hoş geldiniz programımıza.

 

Mehmet Çiçekverdi: Böyle bir program için hakikaten bu mübarek günde çok güzel bir şey olmuş oldu, dedemin ellerinden öpüyorum… Sorum şu: Muharrem ayı niçin her yıl 10 geri geliyor ? Aynı kalsaydı daha faydalı olabileceğini düşünüyorum. Onun nedenini öğrenmek istiyorum. Atatürk’ün ölüm yıl dönümü 10 Kasım neden o da öyle değil, onu öğrenmek istiyorum.

 

Teşekkür ederim. Aslında tabi bu daha çok ayların deplasmanıyla ilgili her yıl geride ya da ilerde olması olayı. Genel olarak sana verebileceğim cevap bu. Bu tür konuları artık benim ağzımdan dinlemekten çok, herkesin bir doğruyu aynı istikamette öğrenmesi için Alevi İslam Din Hizmetleri Teşkilatını kurduk, Cem Vakfı bünyesinde. Şu anda da AVF bünyesinde de aynı hizmetleri veriyor. Onlar bu konuda daha doğru cevap verirler diyorum.

 

Ayhan Aydın: Hocam izniniz olursa Alev İslam Din Hizmetleri Başkanlığının dedeleriyle de yaptığımız görüşmede ve bu konuyla ilgilenen diğer dostların yorumları, günlerin birbirinin tutmaması, yani Miladi ve Hicri takvimler arasındaki farklılığın ötesinde de bir nedeni var benim bildiğim kadarıyla. Bilindiği gibi Muharrem orucunun yanında Ramazan orucu da vardır, Üç Aylar oruçları var, dini bayramlar var, kurban bayramı, ramazan, şeker bayramı gibi bayramlar.. Eğer bir günlerimizi sabitlersek, mesela bu daha önce denenmiş, bu görüşü ileri süren dostlarımız da oldu, kitaplar da yazıldı, tartışmalar da oldu, diyelim ki 10 ekim veyahut bir görüşe göre mart ayını alanlar oldu, bunu nerden çıkardılar bilemiyoruz, çünkü tarihçilerin hesaplamalarına göre o Muharrem 68 tarihi 10 Ekim 680 tarihine denk geliyor takvimsel tarihe göre. Eğer biz aynı güne sabitlemiş olursak, aylar yine döneceği devredeceği için biz yas çekerken, Muharrem orucun dolayı belki de ayların dönmesinden dolayı, bayrama denk gelecek başka günler gelecek, iki bayram yaşayacağız. Dolayısıyla birbirine karışacaktı veyahut Muharrem orucu tutulurken Ramazan orucu tutulacaktı. Hangi orucu tutuyor, sorusu söz konusu olacaktı. Bu nedenle Hicri takvimde aylar nasıl dönüyorsa, Muharrem orucunun da dönmesi kabul ediliyor dedeler tarafından. Ama daha detaylı kalıcı yorumları da Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığındaki dedelerimiz sizlere yanıtlayacaktır. Ayrıca televizyon programları da olacak. Oradan da konuyla ilgili yayınlar yapılacak.

 

Evet sevgili Hocam, Anadolu’ya geliş var, Balkanlar’a gidiş var, seyitlerimiz dedelerimiz öncülüğünde bu büyük inanç yaşamış. Siz sürekli vurguluyorsunuz, önemini dile getiriyorsunuz, bir de bir hatayı her zaman da düzeltiyorsunuz. İşte büyük ulu ozanlar var, Alevi İslam inancının büyük değerleri var diyoruz ama bunu sayıyla sınırlıyoruz maalesef. Siz diyorsunuz ki,hayır Alevi İslam inancını var eden, yaşatan, onu besleyen, onu yansıtan sadece yedi ulu ozan yoktur, ozanlar vardır.

 

Hoca: Bu tamamen bir yanılgıdır, tamamen yanlış bir olaydır, yani uzaktan yakından ilgisi yoktur. Yani garibanın teki çıkmış, Alevi’lerin yedi ulu ozanı vardır, demiştir, hiçbir gerekçesi olmadan, hiçbir esasa dayanmadan atmış yani daha doğrusu. Ondan sonra da bazı insanların da hoşuna gitmiş. Halbuki Alevilerin yedi yüz tane yedi bin tane yetmiş bin tane ozanı ulu vardır. Ve hepsi uludur. Bunun ayrımını yapan kişinin bir kere ehliyeti nedir ? Hangi ehliyetli bilgisiyle şunlar uludur bunlar daha az uludur yetkisini eline alıyor ? Nasıl alıyor ? Ben size sayayım bunlardan hangi ozanı birbirinden ayıracaksın ? Fuzuli’yi hangi kategoride sayacaksın, Yunus Emre’yi, İkrari’yi, Virani’yi, Kul Himmet’i, Reyhani’yi, Aşık Veysel’i, Mahsuni’yi bunlar ulu değil mi yani ? Ölçüsü ne ? Pir Sultan’ı hangi tarafa koyacaksınız ? Namık Kemal’i hangi kategoriye sokacaksınız ? Ya da Yakup Kadri Sadi sadece roman yazmazdı, şiir de yazardı, hangi kategoriye ? Ya da Tevfik Fikret’i ? Yani böyle ipe sapa gelmez ayrımlara şairlerimizi rencide eden ayrımlara gitmek yanlıştır, bilgisizlikten kaynaklanıyor. Aleviler kadar şiir ve şair konusunda zengin başka bir toplum kesimi yoktur. Ben hiç unutmuyorum, İzmir’e gittim. Bir toplantıda konuşmak için. Yüzlerce aydın insan vardı. Bana bir takım sormak istediler benim konuşmamla ilgili olarak bir de yorum getirmek istediler. Sanki söz birliği yapmışçasına 16-17 kişi konuştu. Hepsi şiirli konuşuyor, inanamadım. Hocam, şey yapacağız ama acaba şiirle ifade etsek derdimizi müsaade eder misiniz ? Niye dedim ? Dedi ki bizim için daha kolay. Dedim mahsus sordum.Biliyorum o cevabın geleceğini ve o hakikaten o cevabı verdi. Ve hepsi harika şiirler dizmişler, hemen oradaki notlarıyla. Ya bu kesim böyle bir kesim. Ruhsal olarak, gerçekten soylu, eğitilmiş, ruhu eğitilmiş insanlar. İşte o eğitimin altında da inancı yatıyor. Hz Hüseyin aşkı sevgisi yatıyor, Hz Ali sevgisi, Hz Muhammed sevgisi aşkı yatıyor. Odur onlara onu söyleten, çünkü aşk olmasa şiir olmaz ve onunla da iyiden iyiye hem hal olmuş olanlar, haşır neşir olmuş olanlar için şiirle adeta konuşmak çok da daha kolay oluyor. Hz Ali’nin de özelliklerinden birisi odur. Yazdığı Kuran’ı şiirle yazmıştır, yani şiirseldir.

 

Ayhan Aydın: Teşekkürler Hocam.. Kısa bir ara…

 

Biraz önce Hasan Alp aradı ve kendisinin sorusu: Kerbela Olayı bir kader miydi? Bu sık sık soruluyordu, ne dersiniz?

 

Hoca: Kader miydi? Kaderden anladığınız anlama bağlı. Yani O’nun kendi iradesinde önceden tespit edilmiş bir yol biçimi, icra biçimi sonucu tayin edilmiş olan ilahi bir kudret bir olay mıydı? Eğer kaderi böyle anlarsanız evet. Bunu Hz Muhammed ‘e inananlar için tabi bir vahiy yoluyla kendisine iletildiği hatta kendisinin Hz Hüseyin ‘i severken okşarken kucağındayken geldiği söylenir öyle bilinir. Bir gün işte falan yerde Kerbela denen yerde Hz Hüseyin şehit olacaktır. Kucağımda oynadığım sevdiğim torunum şehit olacaktır. Babası da biliyor tabi böyle olacağını, annesi de biliyor. Bu bir manada yani daha böyle biraz da felsefik boyutlarıyla izaha kalktığın zaman, Tanrı’nın insanlara bir hediyesi bir lütfu olarak görmek gerekiyor. Hangi manada, kurban olayında da Tanrı’nın bir lütfu vardır. Oğlunu boğazlamak için kucağına yatıran kişi Tanrı’nın bir koçu hediye ettiğini yolladığını, olduğu yerde İsmail Peygamber’in kesmedi oğlunu, kurban etmedi; yerine bir koçu kurban ettiğini yani o kurban nasıl tanrısal bir lütuf ise onun aksi bir biçimde Hz Hüseyin’in bir kurban gibi seçilerek, insanlığa birtakım değerler için ışık olması, bir deniz feneri gibi… sembolü olarak Hz Hüseyin seçilmiş olması aslında inanan kesim için söylüyorum büyük lütuftur. Ve böylesine bir lütfun önceden tayin edilmiş olması da eğer kaderi böyle anlıyorsak evet kaderdir. Onun kaderi oydu öyle tayin edilmişti diyebilirsin.

 

Ayhan Aydın: Sorudan önce bir konuya girmiştik. Bir konuya girmiştik. Yedi Ulu Ozan yoktur ama ozanlar vardır. Viraniler, Nesimiler, Hatayiler, Pir Sultan Abdallar bu aşkı şiirlerinde nasıl ölümsüzleştirmişlerdir ve yaşatmışlardır ve bize kadar ulaşmıştır bu aşk ? Yani bu ozanları büyük yapan neydi, bu yapan neydi, özellikleri neydi, diğerlerinden ayrılan neydi?

 

Hoca: Şimdi bu Tanrı’nın verdiği bir güç, onu kabul etmek lazım. Bu gerçekten de şair olmak yani bir şeyin görünen kısmını değil, görünen de tamam ama o görünenin sende ilham ettiği ve ruhunun derinliklerine kadar yolladığı birtakım mesajları senin kendi dilinle şair dilini kullanarak ifade etmek ayrı bir yetenek, yani bunu da Tanrı’nın bir lütfu olarak düşünmek lazım. Şairi diğerlerinden ayıran kısım şairin çok daha duyarlı olması, birtakım şeyleri çok daha derinlemesine analizleri, bazen aklıyla bazen gönlüyle yapabilmesi yeteneğidir. Yani şair sıradan birinden ayıran budur. Birisi hiçbir şey ifade etmeyen kedinin miyavlaması şair ruhlu birisinde bir açlığın çığlığı olarak kendini gösterebilir. Ve onun üzerine yazacağı şeylere şaşarsın, o kedi bir miyavlamıştı ne var ki bunda diyebilecekken birisi, bir şair için o belki de aç kalan bir canlının nasıl çığlığa dönüştürdüğünü ifade için kullanabileceği bir olaydır bir olgudur. Bu açıdan baktığında şair normal kişinin görmediğini gören kişi olarak da tanımlanabilir.

 

Ayhan Aydın: Hocam Mehmet Tat biraz önce de aramıştı. Hattan düşmüştü. Teknik masadaki arkadaşlar onun notunun almışlar. Alevilerin samimi dürüst olması, kaynağını buralardan bir özelliktir diyoruz. Hz Hüseyin oradaki mücadelesiyle, yani hayatını zalimlerin atları altında feda ederken gururunu namusunu ayakta tutarken, Aleviliğin de en önemli değerlerinden birisinin vücuda gelmesini sağlamıştır, haksızlığın karşısında eğilmeyip.

 

Hoca: Sadece Alevilerin değil insanın. Tırnak içinde insanın. Yani onun için insanlığın tümü için önemli bir sembol olarak karşımıza çıkıyor.

 

Ayhan Aydın : Telefon bağlantısı. Mehmet Fırat hatta.

 

Mehmet Fırat : İlk önce İzzettin Dedeme teşekkür ederim. Ben onun duruşuna, onun inancına, onun güzelliğine kalpten inanıyorum. Ben bir Sünni’yim ama Alevilerin içerisinde 3 sene kaldım. Tunceli’de … okurken orada benim bir sürü arkadaşlarım vardı Alevi. Ben bu Aleviler’ in bu kadar gerçekçi bu kadar kültürlü bu kadar gerçek inanç. Ben 60 yaşında bir insanım. İnanın aşağı yukarı Cuma’lara gidiyorum, yani diğer namaz vakitlerini kılamıyorum, bayağı kılmıyorum. Her neyse önemli değil. İnanın bir camilere gidin, laf aramızda, 60 sene, 100 sene, 150 sene önceki şeylerin hepsi tekrar ediliyor. İçi boş, tamamen boş. Ben şunu söylemek istiyorum ilk önce. Alevilerin gerçekten gerçekçi olduğunu, gerçek bir şekilde inandıklarını ve bunların cem günleri o dedelerin dediği şekilde … karı koca birbiriyle helalleşip gelecek. Ben öyle insan biliyorum ki hem kadın hem erkek, hem kocası af edersiniz, bunların birbiriyle helalleşmesi mümkün değil. Ayrı ayrı odalarda yatıyorlar. Bir deneyin, bir bayram, bir Cuma namazına gidin, bir hocanın söylediklerinin içi tamamen bomboş. Vallahi billahi ben isterim ki bu alemi dedelerimiz yönetsinler. Ben Almanya’da 14 sene kaldım. Hüseyin Abim vardı benim. O çok yaşlıydı o zaman da yaşlıydı. İnşallah yaşıyordur. Yaşamıyorsa da Allah rahmet eylesin. Ben onun komşuluğuna hiç doymadım. O da Aleviydi. Hiç doymadım. Misafirperverdi. Bunlar gerçekten Peygamberimiz için, Peygamberimizin torunu için, Peygamberimizin suları için gözyaşı döken insanlar. Ben bir gün canlı kahvede (?) bir camiye gittim. Caferi belki tahmin ederim. İzzet Hocam beni affetsin. Bu Alevilerin inancı ile Caferilerin inancı belki biraz yakındır, belki diyorum. Yani ben alim olmadığı için söylemiyorum . Şimdi orda ben bir Cuma namazını kılarken, vaiz, Hz Fatima’ dan hepsine Ehlibeyt’i anlatıyordu. İnanın var ya  … bu ağlayanlarla beraber ağladım (ağlıyor) ve çıktıktan sonra o zaman ben araba alıp satıyordum, yurt dışında 14 sene kaldım, dedi ki bizim bir Hasan ağabeymiz vardı, yaşlı bir adam, çok çok yaşlı hacca gitmiş, dedi Mehmet ben camide seni görmedim neredeydin. Ya dedim sorma aşağıda bir camiye gittim, minareleri minyatür küçük aşağıda dedim, fakat öyle bir namaz kıldım ki o kadar mest  oldum bittim yok oldum. Ya sen dedi oralarda ne işin var. Şimdi bunların hepsi önemli değil, önemli olan, bu Alevi kardeşim kurban olayım ben onlara. Ben 3 sene Tunceli’de içlerinde kaldım. Bayılıyorum kendilerine. Şimdi bunlarda sadakat, bunların insanlığa ve inanca karşı olan sadakati. Ben şöyle bir şey söylemek istiyorum. Şimdi bu Alevilerle Sünniler arasındaki farkı şöyle dile getirmek istiyorum. Alevi ailelerinde acaba ne kadar boşanma davaları oluyor, Sünni ailelerinde ne kadar boşanma oluyor. İşte bundan sadakat, bundan insaniyet meydana çıkar. Ben sizlere hayırlı akşamlar diliyorum. Muharrem orucunuz mübarek olsun. Cenabı Allah kabul etsin. Ben bu dünyada Alevileri tanıdım, öbür dünyada da tanımak isterim, beni kabul ederlerse arkadaş olmak isterim. Yaşım geç olmasaydı ben Aleviliğe geçerdim. Dinimiz bir, İslam dini. Ama mezhepte biraz değişiklik olmuş ama gerçek mezhep sizin mezhebiniz. Kurban olayım ben sizin mezhebinize, saygılarımı sunuyorum efendim.

 

Ayhan Aydın: Eyvallah, varolun sağ olun..

 

Hoca: Mehmet Bey gözlerinden öperim. Teşekkür ederim. İnşallah Sünni kardeşlerimizin sayısı arttıkça Alevilik Sünnilik gibi yapay ayrımlar da ortadan kalkacaktır, ona inanıyorum. Çok teşekkür ederiz katıldığınız için.

 

Ayhan Aydın: Tam burada Hocam, sorumuzu yöneltelim Kerbela Olayı bazılarınca Alevilerle Sünniler arasındaki ayrımın miladı olarak kabul ediliyor. Kendiliğinden gelişen bir diyalog, bir sevgili dinleyicimizin bizi araması ki, on binlerce yüz binlerce dinleyicimiz var böylesine kökeni Sünni olan, Alevi olmuş olmamış önemli değil. İşte Hz Hüseyin ‘in davasının ve Kerbela Olayı’nın değil ki Alevi Sünni ayrımının miladı olarak kabul edilsin, Alevi Sünni kardeşliğinin bir miladı olarak kabul edilmesi gerekir. Dolayısıyla bu toplumsal değerlerimiz, toplumsal değer dinamiklerimiz bizi yaklaştırmalıdır. İşte eğer Alevi’siyle Sünni’siyle çocuklarının ismini Yezit koymuyorsa Muaviye koymuyorsa elbette ki bunda bir hikmet aramak gerekir. Öyle değil mi Hocam ?

 

Hoca: Aynen öyle. Yani sizin masaya oturduğum zaman aklıma geldi. Yani durup dururken bir zencinin Hıristiyan bir ailenin Hüseyin ismini koyacağını bunun bir gün Barack Hüseyin Obama olarak ABD‘nin başkanı olacak, bunlar kimin aklında gelir. Ama ilginç bir rastlantıdır bu şunu ifade ediyor. Hz Hüseyin’in savunduğu değerler, insanoğluna ilişkin, Kuran’ın ruhunu belki yansıtan değerleri ifade ettiği için fevkalade önemlidir. İster Sünni, ister Alevi, ister Hıristiyan, ister Musevi, ister Budist, ister putperest olsun. Yani tümünün insan olarak ete kemiğe bürünmüş, kişi olarak görünmüş herkes Hz Hüseyin ‘in o sembol niteliğini taşıyan değerlerini Kuran’ın ifade etmek istediği ve o ifadeyi de tüm insanlığa duyurmak için Hz Hüseyin’i seçmiş olması, o açıdan diyorum, Tanrı’nın bir lütfudur. Bize ne kadar acı bir olay gibi görünse de ne kadar bizi yüzyıllarca yüz binlerce yıl gözyaşına boğarsa boğsun, bu onun Tanrı tarafından seçilmiş olması bir lütufu olması niteliğini ortadan kaldırmaz ve insanların görmesi gereken de Hz Hüseyin’in bunu, Tanrı’nın o anda hangi mesajı vermek istediğinin ve bunun için Hz Hüseyin’i nasıl seçtiğini, hangi değerler için seçtiğinin bilincine varmalarını şahsen istedi. İnsanoğlu onu görmeli. Dini, mezhebi, rengi, ırkı ne olursa olsun zalime itaat etmeyeceksin, zalime boyun eğmeyeceksin, -Hz Ali’nin ifadesiyle- yalnız haklarını değil haysiyetini de yitirebilirsin. Yani o haysiyet dediğimiz görünmeyen ama insanın bütünlüğü içerisinde davranışlarının tümüne yansıyan bir manayı da ifade ettiğinin bilincine varmak, yani Kerbela Olayının her yıl tekrarlanması insanları bu yönde aydınlatmaya vesile olmalı. Sadece ağlamaya vesile olmamalıdır. Ağlamanın önemi yok mudur? Tabi ki vardır. .Hangi manada vardır ? Alevilerde Kerbela Olayı nasıl bir sonuçta olmuştur, inanç itibariyle ? İşte biraz önce bahsettiği, Mehmet Fırat kardeşimizin, bir Sünni olarak, nasıl bir tipi yaratmıştır insan tipini? Merhametli bir tipin yaratılmasında Hz Hüseyin olayının çok büyük bir rolü vardır. Alevi cemlerinde Hz Hüseyin’e dizilen mersiyelerin, yakılan ağıtların, orada okunması,  onların ışığında insanların gözyaşı dökmesi, başkalarına karşı insanların zalim davranmaması, insanların daha … daha şefkatle yaklaşması, başkalarının hatalarına büyük bir hırsla, hınçla yüklenmek ya da onları yaralamak yerine daha merhametli bir biçimde yaklaşmaları ve hepsinden çok daha önemlisi merhametli, yumuşak kalpli insanın üretilmesinde, yaratılmasında Kerbela Olayı’nın çok büyük bir rolü var Aleviler açısından. Yani siz her Muharrem ayında Hz Hüseyin ‘e yapılan bu zulmün, insan yüreğinde açtığı yaralar nedeniyle gözyaşı döktükten sonra zalim olabileceğini düşünebilir misiniz ? Düşünemezsiniz. Peki nasıl olacak? Daha yumuşak kalpli olacak. Ulan kafir, Hz Hüseyin’e yapar gibi mi yapıyorsun, dedirtiyorlar insana. Bu ne demek? Yani daha yumuşak daha merhametli ol, zalim olma. Olayın Hacı Bektaş Veli’deki ifade biçimi nedir: Düşmanının dahi insan olduğunu unutma. Yani ona zulüm ile işkenceyle yanaşma, ona da merhametle yaklaş. Çünkü o da insandır. Yunus’taki ifadesi nedir: İster bin kez Hacca git, ister bin kez namaz kıl; eğer bir kez gönül kırdıysan var git yollarda ol. Şimdi sen böyle bir düşünceyi yani, bin kez namaz kılsan bile bin kez Hacca gitsen bile, eğer bir kez gönül kırmak çok daha vahim ise bu inanç terbiyesiyle büyüyen bir çocuğu, bir insanı katı kalpli yapamasın, mümkün değildir. Ne olacak, insanları kırmamak için, kırmamaya çalışan bir insan tipini yaratıyor. Onun için bana göre, bunu böyle Alevi kimliğimle falan söylemedim, ben Alevilikle ilgili tüm konuştuklarımı, Alevi bir ailenin çocuğu olmaktan kendimi sıyırarak, tümüyle tarafsız olarak baktığımda, insanoğlunun varacağı son nokta Aleviliktir. Hangi açıdan diyorum bunu ? Tüm kabuklarından sıyrılıp, renklerinden, cinslerinden, ırklarından, siyasi karakterinden düşüncesinden sıyrılıp, ete kemiğe bürünen Yunus diye görünen herkesi Yunus diye kabul eden bir düşünce insanlığın varağı son noktadır. Onun için Evrensel Dünya Teşkilatı yani  Birleşmiş Milletler sembol olarak, Yunus’un bana göre bu deyimini sembolü logosu olarak seçmiştir. Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin, Universal Declaration of Human Rights diye bir branşla ifade edilen o büyük muhteşem 1948’de ilan edilen beyannamenin sembolü cinsiyeti belli olmayan metalden yaratılmış bir insan figürü olarak karşımıza geçmiştir. Ne diyordu: “Ete kemiğe büründüm, Yunus gibi göründüm.” Yani Yunus kadın mı erkek mi belli değil; şu ya da bu niteliklerim var belli değil, yalın cinsiyeti belli olmayan metal bir heykel olarak koyuyor. Bu nedir? Bu Yunus’un ifadesidir ve Aleviliğin İslam’ı algılama, tanımlama biçimidir. Kuran’ın o evrenselliğinin somutlaşmış biçimidir. O da sanatçı bir gözle baktığın zaman ya da bir dille anlatmaya çalıştığın zaman ortaya çıkan sembol odur.

 

Nihat Bey’in sorusu: Aleviliğe mensup farklı adlarla anılan guruplar arasındaki farklar?

 

Hoca: Nihat Bey teşekkür ederim. Şimdi babanız doğru söylemiş. Kaynağında ayrımlar yok. Düşüncede birlik var aslında. Yani bu bahsettiğiniz grupların tümü aynı felsefeyi benimsemişlerdir, aynı düşünceyi paylaşırlar. Sadece bunlara önderlik yapan kişilerin isimlerine atfen bazı ayrılıklar varmış gibi gösteriliyor. Ama özünde herhangi bir ayrılık yoktur. Yani Ehlibeyt’e bağlıdırlar. Ehlibeyt’in Kuran yorumuyla iştigal ederler ve o şekilde kendi inançlarını icra ederler. Ama her bölgenin kendi özelliklerine göre gruptan çıkan çok değerli bir isim bazen peygamber soyundan olabilir. Ama aynı düşünceyi güçlü bir biçimde ifade ettiklerinde daha büyük bir prestije sahip olduklarında sosyolojik olarak da onların ismiyle anıldıklarını biliyoruz. Mesela Arap Alevisi kardeşlerimizin çok önemli bir bölümünde Arap Alevsi olarak anılmayı isterler ama bir kısmı, bana geçen gün Adana’da bir toplantıda söylendiğine göre Arap Alevisi kardeşlerimin bir toplantısıydı. %10 ile 15 arasında bir kesim Nusayri denilmesini istemezler dedi. Neden ? Çünkü İmam Nusayri’nin yolundan gidenler Nusayri olarak anılmayı istiyorlar ama bir kısmı buranın bir bölücülük manasını taşıyabileceğini  ya da içerebileceğini ya da istismar edilebileceğini bunun yerine Arap Alevileri deyimini kullanılmasının tercih edildiğini söyleyenler de oldu. Bu tipik bir örneğidir. İran’daki Alevilerin 12 ile 14 milyon arasında olduğu söyleniyor. Ehlihaklar… Bunların da uygulamalarında mesela Anadolu Alevileriyle hemen hemen hiçbir farkları yok. Onların da cemlerinde semahlar dönülüyor, sazlar çalınıyor ve o sazlarla da Tanrı’ya, Hz Muhammed’e, O’nun soyuna, Ehlibeyt’e duyulan sevgi ifade ediliyor. Yani bütün bunlar bölgesel özelliklerden kaynaklanan belki ufak tefek ayrıntılardır ama özünü değiştirmiyor. Özünde Aleviler Alevilerdir. Yani Kuran’ı, Hz Muhammed’i ve O’nun sözlerini, Hz Ali ve soyunun anladığı gibi anlayanlar ve icra edenlerdir. Kuran ahlakını o şekilde hayatlarına geçirmiş olanlardır.

 

Ayhan Aydın: Evet. Sorunuz için teşekkürler sevgili Hocam, çok teşekkür ediyoruz. İran’la ilgili özellikle gerçekten bilgimiz çok sınırlı. Umarız Balkanlar’ı Cem Vakfı’nın öncülüğünde Türkiye’ye taşıdık. Türk insanıyla, Anadolu insanıyla Balkanlar buluştu Cem Vakfı sayesinde. Ama bundan sonra başta Suriye, İran, Irak olmak üzere bu yörelerde yaşayan Alevi İslam inancına mensup insanlarımız da tanınmış olurlar. Radyolarımız televizyonlarımız onları yansıtır. Yine bir dinleyicimiz var: Mehmet Dilmeç.

 

Dinleyici Mehmet Dilmeç: Hocayı biz Anadolu Aleviliğinin yumuşak yüzü olarak biliyoruz … ifade etmişti yazısında. Ben Trabzonluyum bu arada. Sünni bakış açısında Anadolu Aleviliğinin, Anadolu Sünniliğinin süreç içerisinde diğer yerlerden farklı olduğuyla ilgili bir yazıydı bu. Dışarıdan baktıkları arasında Pakistan’da, Suriye’de, İran ya da Irak ya da Arap Sünni inancından bakıldığında Anadolu’daki Sünniliğin aslında Aleviliğe yakın olduğunu, Ehlibeyt’i sevmenin bir yansıması olarak farklı olduğuyla ilgili bir yazıydı bu. Benim Hocaya sormak istediğim şu: Alisiz Muhammedsiz ve Kuransız bir Alevilik sorunu var son yıllarda dayatılan… bizim kardeşliğimize de.. Hoca bu konuda ne düşünüyor İslam’dan kurtarılmış Alevilikle konumla ilgili ?

 

Hoca: Mehmet Bey. Teşekkür ederim aradığınız için. Hemen söyleyeyim ki bu tamamen bir safsatadır. Yani yurttaşları bölüştürmek sonradan da çatıştırmak için ortaya atılan, hiçbir esası olmayan yaklaşımlardır yani ciddiye alınacak tarafı yoktur. Bunları muhatap alıp cevap vermek zaman kaybıdır. Ama siz sorduğunuz için söyleyeyim. Alevilik, Kuran’sız, Muhammed’siz, Ali’siz olmaz; yani öyle bir şey söz konusu değildir. Eğer cehaletten kaynaklanmıyorsa bu tamamen iblislikle ilgili bir olaydır. Yani yurttaşlar arasında acaba bir nifak saçabilir miyiz, bu nifak tohumunu da ilerde geliştirebilir miyiz, zamanı geldiğinde de onu bir kıvılcıma dönüştürüp halkı birbiriyle kapıştırabilir miyiz projelerinin teorik zeminin hazırlanması olayıdır. Ama ne tarihsel, ne sosyolojik hiçbir gerçeğe dayanmıyor; dayanmadığı için de tutmaz. Mesela görüyorum epeydir görüyorum, işte Alevilik İslam dışıdır falan, diye bir de yeni iblisler çıktı ortaya. Yani bin küsür yıllık Aleviliği kendi küçücük aklıyla insanları kandırabileceğini anasının babasının binlerce yıllık gelen sülalesinin yanlış yaptığını, onların akılsız olduğunu, yalnız kendisinin iki kelime marstan okumakla çok zeki bir hale geldiğini kabul edip, Alevilik İslam dışıdır demeye kalkmışlardır. Ama halk bunları ciddiye almıyor, ciddiye aldığı gün bunlar halkın yanına dahi gidemezler. Yani halkın inançlarıyla alay ediyorlar. Halkın aklıyla alay ediyorlar. Bunları ciddiye almayın, yani Aleviliğin ne mana taşıdığını, Anadolu Sünniliğinin Aleviliğe daha yakın olduğu doğrudur. Ve tarihi bir gerçektir. Çünkü Anadolu Aleviliğinin Sünniliğe yakın olmasının izahını yapmak da çok zor değildir. Onlar Anadolu, çünkü hepimiz biliyoruz Anadolu Hıristiyan’dı,  Anadolu Müslüman değildi bir tek Müslüman yoktu, bir tek Türk yoktu ama bugün Müslüman ve Türk olarak görünüyor. Türk derken ırki manada demiyorum ama aynı değerleri taşıyan, aynı yaşam biçimini taşıyanlar göçebe kavimlerinin Anadolu’ya göç etmiş olanlarıdır Orta Asya’da. Yani aşağı yukarı aynı gelenekleri ve  o geleneklerde aynı değer yargılarını beraberinde getiriyor. Onun için de birbirine daha yakındır. Yani Türkiye’deki bir Sünni’nin, Suudi Arabistanlı bir Sünni ile ne gibi bir ilgisi yakınlığı olabilir. Görüyorum benim Sünni dostlarımdan kardeşlerimden, hacca gittikleri zaman geri döndüklerinde, ya hoca diyorlar bizim Alevilerle yakınlığımız çok daha fazla, yani bizim bu Arap Yarımadası’ndaki, Suudi Arabistan’daki Sünnilerle hiçbir ilişkimiz yok, hiçbir benzerliğimiz yok,hiçbir değer yargıda ortaklığımız görünmüyor. Şimdi bunlar gayet doğaldır da ama bunun anlatılması belki uzun sürer, inşallah başka bir programda başka bir vesile ile sadece bu konuların açıklamasına tahsis ederiz ve daha çok görüşürüz. Çok teşekkür ederim ayrıca aradığınız için.

 

Ayhan Aydın: Evet biz de çok teşekkür ederiz programımıza katıldığınız için. Hocam son birkaç soruyu alalım, sizi oldukça yorduk.

 

Hoca: Evet son sorunu sor Ayhan Aydın. Çünkü ben inisiyatif almasam sen beni sabahlatacaksın burada.

 

Ayhan Aydın: Sizi bulmuşken bırakamıyoruz. Erdal Zeki Aslan şu anda telefonda ama Ali Düker de aramıştı kendisine selamlar sevgiler gönderelim. İnşallah başka bir programda alırız. Evet Erdal Zeki Aslan hatta.

 

Erdal Zeki Aslan: Merhabalar Ayhan Bey. Çok mutlu oldum uzun süredir görüşememiştik. Hocama da sağlık diliyorum. Ben tabi ki İran’daki Alevi topluluklar gibi ….. Biliyorsunuz yakından ilgileniyorum o yörelerle. İran’da malumunuz 15 ile 17 milyon arasında bir Alevi topluluğu var. Onu da belirtmek isterim. 5 milyon civarında Şahseven topluluğu var. Bunlar da Kızılbaş. Başka topluluklar da var. 15-17 milyon arasında hatta daha fazla fakat şu anda malumunuz oranın boşlukları gereği bunlar açıklanamıyor. Size büyük görev düşüyor. Hocama da … ayrıca Irak ve Suriye’deki Türkmen nüfusta yoğun bir Alevi varlığı var ve Azerbaycan’da da … taraflarında da. Onları takip etmenizi izlemenizi canı gönülden diliyorum. Eminim ki Hocam bunu başarıyla yapacaktır. Hocama da muharrem ayı dolayısıyla matemine, matem ayı dolayısıyla o acı nedeniyle 1400 yıl da geçse 1329 yıl da geçse … diliyorum ve bütün Alevi Bektaşi toplumuna.

 

Hoca: Sağ olun Ender Bey çok teşekkür ediyorum. Ben de size sevgilerimi sunuyorum.

 

Ender.. :  Ben de size sağlıklar diliyorum.

 

Hoca: Sağ olun.

 

Ayhan Aydın: Biz de çok teşekkür ediyoruz. Kendisiyle görüşmek istiyoruz. Kendisi gerçekten konuyu bilen araştıran bir arkadaşımız. Evet sevgili hocam çok teşekkür ediyoruz programımıza katıldığınız için, sağ olun var olun iyi ki varsınız, iyi ki sizin gibi bir öndere sahibiz, sizin değerinizi belki bilemiyoruz ama biz toplum olarak göz bebeğimiz olan insanlarımızın yorulmaması için,bize çok daha faydalı olması için gerekli alt yapıyı da sağlayamıyoruz. Keşke bu değeriniz tüm dünyayı aydınlatan Türkiye’yi aydınlatan Alevi yakınlaşması ve dostluğunu toplumsal barışımızı güven altına alan İzzettin Doğan değerimizin Hocamızın değeri gerçek anlamıyla anlaşılsa Türkiye’deki sorunlar da ortadan kalkar hallolur.

 

Evet sevgili dostlar bir programın daha sonuna geldik. Muharremin 1’iydi bugün. Kerbela Çöllerinde en yakın akrabalarıyla dostlarıyla sevenleriyle birlikte haksızlığın karşısında haklının yanında olmak adına feda eden ve ölümsüzleşen Şehitler Serdarı İmam Hüseyin ve onun Ehlibeytine onun yasını tutanlara ne mutlu diyoruz. Alevilikle ilgili sorularınızı Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığındaki dedelerimiz yanıtlayacaklardır. Ayrıca Cem Radyo’da Cem Tv’de de programlarımız var, konuyla ilgili soracağınız tüm sorular dedelerimiz babalarımız yazarlarımız tarafından yanıtlanacaktır. Artık ne mutlu ki radyolarımız var, televizyonlarımız var, bilgi kaynaklarına ulaşabiliyoruz, aklınızda hiçbir soru kalmasın. Tüm sorularınızı bize getirebilirsiniz. Bizler Alevisiyle Sünnisiyle bu ülkenin aydınlık geleceği için çalışan insanlarız. Cem Radyo, Cem TV ve Cem Vakfı sizin hizmetinizdedir. Her zaman 24 saat sizin hizmetinizdeyiz, her konuda bizi arayabilirsiniz. Başka programlarda görüşmek üzere hoşçakalın dostçakalın.

 

Hoca: İyi akşamlar. Sevgiler diliyorum. Ayhan Aydın size de teşekkür ediyorum.

 

 

SÖYLEŞİ; Ayhan Aydın, Cem Radyo, Geleneği Yaşatanlar

Muharrem ÖZel Programı, Prof Dr İzzettin Doğan,

17 Aralık 2009 

 

Çözümleme: İpek KUTSAL

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile