İZZETTİN DOĞAN'LA DÖRDÜNCÜ SÖYLEŞİ

İzzettin Doğan;

 

Aleviler Türkiye’de Demokrasinin Ve Ulusal Birliğin Teminatıdırlar

 

Ayhan Aydın

 

Alevi-Bektaşi ulularını anma etkinlikleri çerçevesinde ülkemizin bir çok yerinde  artık maalesef şenlik havasına büründürülen bir takım anma etkinlikleri yapılıyor. Bunların en önemlisi Hacı Bektaş Veli Anma Etkinlikleri’dir. Bu sene Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in de katıldığı etkinliklerde görebildiğimiz kadarıyla Alevi-Bektaşi inancını burada tam manası ile yansıtmayan davranışlara tanık olduk. Ali’siz Alevilik vardır diyebilen, Aleviliğe açıktan hakaret eden, küfreden bir yazar oraya konuşmacı olarak davet edilebiliyordu. Veya Alevi-Bektaşi kitlesini temsil ettiği söylenerek ön plana çıkarılan bazı insanların kesinlikle bu pozisyondan çok uzak olduklarını yine Alevi kamuoyu çok yakından biliyor. Bu planlı bir politika sonucunda  uygulanan bir strateji mi, neye hizmet edilmek isteniyor, orada sergilenen tutumların manası nedir? Bunu  araştırmak, algılamak, anlatmak aslında bir görev. Halk bunu anlamakta güçlük çekiyor ve bu tutumlara da yine tepki gösteriyor. Bu davranışların  arkasında yatan etmenler neler olabilir? İnsan  bu sorunun cevabını merak ediyor.

Ülke gündeminde olan Alevilik’le ilgili zaman zaman çok ayrık görüşlerin kamuoyuna yansıması, aslında demokratik gibi görünse de bazen yalan yanlış fikirlerin ortaya konması sebebi ile de kafa karıştırıcı oluyor.  Alevi Bektaşi Mevlevi inancına sahip milyonlarca insanın merak ettiği bazı gerçeklerin de açığa çıkartılması gerekiyor. Son olarak yaptıkları açıklamalarla geniş tepki toplayan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz ve Diyanet İşleri Eski Başmüfettişi Abdülkadir Sezgin’in yanlış, çarpık görüşlerinin arkasındaki gerçeklerin dile getirilmesi gerekiyor.

Hacı Bektaşı Veli Anma Etkinlikleri sonrasında, bu etkinliklerde sergilenen kimi tutumlarla ilgili ve Diyanet İşleri Başkanı’nın, Sezgin’in açıklamaları ve Başbakan Bülent Ecevit nezdinde hükümetin Aleviliğe bakışı hakkında son gelişmeler çerçevesinde CEM Vakfı Genel Başkanı  Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın görüşlerini almak istedik.

 

Sayın Doğan,  Hacı Bektaş’ta yaşananlar konusunda fikirleriniz nedir?

 

Bu konuda büyük teoriler düşünmeye gerek yok. Çünkü burayı organize eden, Hacı Bektaş Belediye Başkanlığı yapan, Mustafa Özcivan ismindeki bir zat. Bu kişi yıllardan beri Alevilik’te ne yoksa onu ortaya koymaya adeta ant içmiş bir görünüm içinde. Alevilik’le uzaktan yakından ilgisi olmayan ve Aleviler için adeta kutsal sayılan bir yeri dilediği şekilde küçücük siyasi çıkarları için, belki de başka çıkarları için, onu bilemiyorum, kötü biçimde kullanan bir kişi. Ve orada Alevi İslam’ın manevi boyutunu inceleyen, halka anlatan, halkı aydınlatan, halkı Alevi’si ile Sünni’si ile birliğe, bütünlüğe teşvik edecek, analizler yapacak bilim adamları yerine ipini sapını koparmış kimi yazar denen; işte Alevilik zaten Ali olmasa da olur diyebilen, Alevilik beş on bin sene önce de vardı diyebilen, kendisi de Alevi olmadığı halde, Sünni olmadığı halde yani dini inancı olmadığı halde bu sözleri söyleyebilenleri getirip öncelikle orada konuşturuyor. Ne adına konuşturuyor? demokrasi adına ve çağdaşlık adına, düşünce özgürlüğü adına. Buna soytarılık derler, bilimdeki ismi soytarılıktır. Demokrasi adına seçimlerden sonra gelip 1950’de, Beyoğlu’nda adamın biri nasıl Galatasaray Lisesi önünde pantolonunu indirip işemiş ise, demokrasiyi böyle tanımlıyor ise oradaki belediye başkanının tanımı da buna benziyor. 1950’yi geçmesine rağmen demek ki demokrasi kavramında bir değişiklik olmamış Türkiye’de. Demokrasi sorumluluk rejimidir. Yani herkesin pantolonunu çıkarıp istediği yerde pisleyebileceği ve buna da özgürlük denebilecek bir rejimin adı değildir. Bu çarpıtmadır, tamamen demokrasiyi anlamamak demektir. Yani nerede özgürlük varsa orada sorumluluk vardır, sorumluluğun olmadığı yerde özgürlük de olmaz. Bu nedenledir ki siyaset biliminde ünlü bir söz vardır; “Bir yerdeki herkes özgürdür, orada hiç kimse özgür değildir”. Neden? Çünkü orada anarşi vardır, kaos vardır. Özgürlük düzen ister, özgürlük belli kurallar içerisinde sorumluluğunu yerine getirme duygusunu beraberinde getirmeyi gerektirir. Hacı Bektaş’ta da gördüğümüz  budur. Yıllardan beri aynı şey yapılıyor.

Bu konuda devleti yönetenlerin tutumların siyasi amaçlı da olsa iyi niyetli olarak yorumlamak gerekiyor. Geliyorlar, Sayın Cumhurbaşkanları düzeyinde, Başbakanlar düzeyinde orada ziyarette bulunuyorlar. Ve en azında halka saygı duyduklarını, inançlarına, düşüncelerine saygı duyduklarını  gösteriyorlar. Ama maksada uygunluk açısından kendilerine göre siyasi sebeplerden dolayı bunu henüz yasal bir güvenceye kavuşturma cesaretini gösterememektedirler. O çok ağır bir biçimde eleştirilmesi gereken hadise ama o Türkiye’de genel demokrasinin eleştirisi ile ilgili bir konudur. Yani bir şeyin doğru olduğunu biliyor da onun gereğini yapmıyorsanız ve onun için dünya standartlarında büyük demokrasinin oluşmasına katkıda bulunmuyorsanız, ondan kaçınıyorsanız o büyük bir günahtır, büyük bir basiretsizliktir. Bu Türkiye’yi yönetenlerin büyük bir acizliğidir, şeklindeki bir görüntü Türkiye açısından iyi değildir, ama o işin başka bir yanı. Fakat oradaki Alevi kökenli olduğunu söyleyen bir Belediye Başkanı özellikle Aleviliğin İslami yönünü vurgulayan, İslami yönünü inceleyen, Hacı Bektaş Veli’nin çeşitli yanlarını araştırma konusu yapıp halkına ve dünyaya tanıtan insanları konuşturmak yerine böyle ne idüğü belirsiz, hiç bir birikimleri ve hiç bir bilimsel tutarlıkları olmayan sıradan insanları getirip, özellikle de Alevi’nin İslam’la bağlantısının olmadığını ispata çalışan, bu konuda çaba sarf eden, ateist yapılı insanları orada konuşturmaya çalışma gayretleri zaten Hacı Bektaş Belediye Başkanı kimliği hakkında da çok açık ip uçları vermektedir.

 Aslında mensup olduğu siyasal partinin de ne yazık ki eleştirilerimizi hak ettiği görülüyor. Çünkü bu güne kadar  bu konuda her hangi bir uyarıda bulunmamışlardır. Yani milyonlarca insanın ziyaretgahı olan bir Hacı Bektaş’ın böyle birisinin başkanlığında yürütülmesinin partisi için çok önemli nakiseler getireceğinin farkında değiller, bu da işin başka yanı. Ama ümit ediyorum ki halk artık uyanmıştır, halk bundan sonra böyle bir belediye başkanına itibar dahi göstermeyecektir, geçitte vermeyecektir ve benim de şahsi düşüncem İzzettin Doğan olarak, Alevi İslam anlayışını benimseyen, yaşayan, savunan bir yurttaş olarak, bu zat orada belediye başkanı olduğu sürece, ben de bir daha Hacı Bektaş’a gitmeyeceğim. Hacı Bektaş da böyle birisini görmek benim gibi sakin bir adamın dahi tahammül sınırlarını aşmıştır. O zatı orada belediye başkanı görüyorsam demek ki mensup olduğum kitle halen böyle bir adamı belediye başkanı olarak görmekten sıkıntı, rahatsızlık duymuyorsa, ben de demokratik hakkımı kullanacağım ve o orada belediye başkanı olduğu sürece oraya gitmeyeceğim.

 

 

 

Belediye Başkanı ile iş bitmiyor tabii. Şimdi Abdal Musa Anma Etkinlikleri’ne Sayın Devlet Bahçeli’nin davet edilmesini protesto eden kimi  Alevi kurum ve kuruluş temsilcileri, Hacı Bektaş Anma Etkinlikleri çerçevesinde Sayın Devlet Bahçeli’nin mesajının okunmasına, Belediye Başkanının ona teşekkür etmesine, hatta bir bakanın orada konuşmasına hiç bir tepki göstermediler.  Her halde bir çelişki var burada, çelişki de o kişilerin kafasında.

 

Doğrudur, apaçık bir çelişki var.

 

Anma etkinliklerinde gördüğüm şekli ile inançtan ve o felsefeden kopuldukça insanların tepkileri aynı anda geliyor. Mesela etkinliklere katılan onlarca dede de o genel gidişten son derece hoşnutsuzdu ve bunu da açık açık dile getirdiler. Halk aslında duyarsız ve bilinçsiz değil, inancına karşı girişilecek çalışmalara aynı anda da tepki gösterir.

 

Ama çok zayıf kalıyor artık o tepkiler. O zayıf kaldığı sürece diğerleri de aynı yanlışlığı yapmaya devam ediyor öyle anlaşılıyor ki bu tepki yetersiz kalıyor, bu tepki zayıf kalıyor. Tepkilerin daha şiddetli ve sonuç doğuracak şiddette olması gerekiyor.

 

Hacı Bektaş Anma Etkinlikleri sırasında Sayın Başbakana medya mensupları karşısında yönelttiğim soruya  başbakanın vermiş olduğu yanıt kayda değerdi doğrusu. Diyanet İşleri Teşkilatı’nın yeniden yapılandırılması ve Aleviler’e hükümet tarafından söz verildiği halde bütçeden hak ettikleri oranın kendilerine verilmesi konusunda koalisyon hükümetinin bir çalışma yapmadığı yönündeki sorumuza karşın Sayın Başbakan elimizden geleni yapıyoruz, Diyanet İşleri Teşkilatı’nda da bize itirazlar var bu konularda, şeklindeki görüşünü tüm medya karşısında itiraf etmiş oldu. Gerçekten de büyük bir tutarsızlık var, basiretsizlik var bu konuda. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Başbakanı kendisine bağlı bir teşkilatta aklın mantığın getirdiği gerekli düzenlemeleri yaptıramıyor, bunu da itiraf ediyor?

 

Acizliğini ifade ediyor sayın Başbakan. Maalesef Başbakan o konuda samimi görünüyor, ben acz içindeyim, yapamıyorum, çünkü Diyanet’e söz geçiremiyorum demesi bir samimiyettir. Bugün Türkiye’yi Başbakan veya Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti yönetmiyor, Türkiye’yi bugün Diyanet İşleri Başkanı yönetiyor ve bu da Sayın Başbakanın açık itirafıdır, sorun da oradadır, yani Türkiye’de çok önemli bir ulusal güvenlik boyutunun ortaya çıkması, Milli Güvenlik Kurulu’nun askeri kanadının özellikle sürekli olarak Türkiye’de ki birinci tehdidin irtica olduğunu söylemesi boşuna değildir ve bu konuda askerler yerden göğe kadar haklıdırlar. Düşünün ki bir sivil Başbakan kendi emrindeki bir idari birimi gereği gibi kanunlar karşısında hizaya getiremiyor ve acizliğini ifade ediyor.

Böyle bir ülkede askerin de müdahale etmediğini ya da gerekirse müdahale edebileceğini söylemediğini düşünün, tamamen Türkiye çukurun dibine kadar gider. Çünkü zaten kurulması düşünülen din devletini Diyanet İşleri Başkanlığı zaten kendisi yüz bin camide gerçekleştirmeye çalışıyor. Türkiye’de sadece göz ardı edilen şu olmuştur, Hizbullah sebebi ile; Hizbullah gayet açık net gerekirse silah yoluyla yönetimi değiştirmeyi hedef alan samimi bir dini hareket, dini eylem. Siyasal iktidarı silah yolu ile elde etmeyi amaçlayan bir olay. Ama Diyanet İşleri Teşkilatı devletin kendi kuruluşu olarak, yanlışları himaye ederek kendi bünyesinde kilerini, şeffaflığı sağlamaksızın yanlışlarını devam ettirmek sureti ile el altında adeta o filizlenmenin giderek büyümesine destek veriyor ve bunu da Genel Kurmay görüyor, istihbaratı da var. O zaman ister istemez Genel Kurmay ile Sivil Ekip karşı karşıya geliyor. Çünkü yasalara göre Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi orduya verilmiştir ve ordu aslında yasal olarak kendisine verilen bir görevi yerine getiriyor. Oysa siviller Anayasaya bağlılık yemini yapan siyasetçiler, milletvekilleri, hükümetin üyeleri onların Cumhuriyeti ayakta tutmaları gerekir ve onun gerekli önlemlerini alması gerekir ki, askere gerek kalmasın. Oysa görüyoruz, Başbakan halkın önünde açıkça acizliğini itiraf ediyor. Biz Diyanet’e söz geçiremiyoruz diyor, Diyanet’in itirazları var, diyor. Bunu söyleyen bir Başbakan ülkede yasal otoriteyi nasıl sağlar, devlet otoritesini nasıl sağlar? Nasıl bu ülkede barışı bozmanın adeta şimdi bir önemli unsuru haline gelmiş olan Diyanet İşleri Teşkilatı gibi bir teşkilatı gözden geçirip ülkenin birliği bütünlüğü için, gerekirse tasfiyesi de dahil olmak üzere tedbirleri almaya cesaret gösteremez? Böyle bir hükümet olamaz. Bunu söyleyen öyle bir eylemi gerçekleştiremez ya da yasal düzenlemeler yolu ile Avrupa Birliği’ne girebilecek bir devlet yapısını yani laik bir yapıyı iyiden iyiye gerçekleştirmek üzere tüm inanç gruplarının temsil edilebileceği, tüm inanç gruplarına hizmetin gidebileceği bu hizmeti götürebilecek bir din teşkilatını kurmayı böyle bir hükümet nasıl başarabilir, başaramaz. Eğer diyorsa ki Diyanet’in itirazları var, onların üzerinden gelemiyoruz, diyorsa nasıl yapacaklar bu reformları. Esasen umutsuzluk getiren de budur, yani açıkça ortaya çıkıyor ve bizim sözlerimizi teyit ediyor. Sivil otoritenin böylesine radikal köklü bir reformu yapabilme şansı yoktur, hele hele Başbakanlar düzeyinde bu acizlik itiraf ediliyorsa o zaman çok yazık. Yani demokratik yoldan bu reformların gerçekleşmesi çok zor demektir.

 

Zaten ondan aldığı cesaretle, hükümetin acizliğini de çok iyi gördüğü için Diyanet İşleri Teşkilatı’nın başında bulunan zat Türkiye’deki  ulusal birliği de bozabilecek konuşmalarıyla, eski hastalıklarını yeniden sürdürmeye devam ettiklerini de gösteriyor. Bir şeyhülislam edasıyla fetvalar yayınlıyor, açıklamalar yapıyor. Bir gazete de çıkan açıklamasında da cem evini reddediyor, Aleviliği reddediyor, herkese Sünni Hanefi ilkelerini göstererek,  buyurun camiye diyor?

 

Tabi, niye; çünkü çoğunluğa dayanıyor, bu çoğunluğun azınlığa tahakkümüdür. Siyasetçilerin göremediği odur, bugün esasen aba altında sopayı gösteriyorlar. Yani siz Diyanet’e dokunursanız bizden zor oy alırsınız, sizi deviririz, demek istiyorlar. Mehmet Nuri Yılmaz’ın söylemek istediği budur. Bu arada da kendi baş müfettişi ile söz birliği yaparak; efendim Aleviler eğer Diyanet İşleri Teşkilatı’nda temsil edecek olursa, Türkiye’de ulusal birlik tehlikeye girer, diyor. Aslında tehlikeye girecek olan ulusal birlik değil, ulusal birlik o manada pekişir, bütünleşir. Çünkü devlet tümden Alevi’nin, Sünni’nin, Şafinin, Hıristiyan’ın, Musevi’nin... herkesin devleti haline geleceği için hiç kimse devletine toz kondurmayacaktır o zaman ve ulusal birlik pekişecektir. Ama tehlikeye girecek bir şey varsa o da bunların parasal çıkarlarıdır. Çünkü Diyanet’te çok güzel, her türlü oyunların döndüğünü televizyonlar açıkça söylüyor. Zaten benim dışımdaki insanlar yani o bünyenin eskiden Başkanlığını yapmış olanlar tartıştı. O kadar tartıştı ki hepinize bu imkan tanındığı için ve burada çok ağır kelimeler kullanıldığı ve dendi ki siz burada hırsızlığa göz yumuyorsunuz, hırsızlığa göz yumduğunuzu herkes biliyor ve bunun için de “eğer bunun korunmasına bir nebze katkıda bulunmuşsam ruz-i mahşerde cayır cayır yanacağım” demiştir, çok değerli eski Diyanet İşleri Başkanı. Bunlar halkın önünde cereyan eden olaylar. Şimdi halen gazetelerde Alevilik bir meşreptir deyip duruyorlar.

 

Ondan da ileri gitmeye başladılar hiç gündemde olmayan, tamamen hayal ürünü senaryolar kurmaya başladılar.  Şimdiye kadar kimsenin telaffuz etmediği, hatta düşünmediği bir görüşü ileri sürerek asıl bölücülüğü de Diyanet İşleri eski Başmüfettişi Abdülkadir Sezgin yaptı. Bazı Aleviler Alevistan kuracaklarmış, böyle düşünenler varmış !?

 

Halkın aklına getirtiyor kendisi, belki Alevi şapkası altında üç-beş tane soytarı varsa onlara da Alevistan dedirtsin diye; buna ajan provokatör diyorlar. 12 Eylül öncesi bir Mahir Kaynak vardı, sol bayrağını alıp vatandaşı arkasına sürükleyen, tahrik edip sonra ihbar edip içeri attıran. Bu da aynı şekilde bir acem provokatörü olarak kullanılıyor ve ben bu sözleri bu zatın söylemesine ihtimal vermedim çünkü, akıllı, zeki bir insandır. Gerçekten söylemişse çünkü gazetecinin de yalan söylemesi için bir neden yok, eğer gerçekten bunu söylemişse tamamen provokasyon yapmak üzere halkı tahrik edip, halkı bölünmeye doğru söylenmiş fevkalade haince sözlerdir. Böyle birisi halen görevde ise hakkında mutlaka soruşturma açılmalı ve hesap sorulmalıdır ama göreceğiz hep beraber izleyeceğiz ve zaten size de düşen odur.

 

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, Abdülkadir Sezgin vb. kişiler öne çıkıyor ama belli ki çok bilinçli, programlı, birçok akıl hocalarıyla bunların  ortak çalışmaları oldu ve oluyor. Zaten daha önceden bir rapor yayınlamışlardı. Şimdi bunların marifetleri iyice meydana çıkıyor. Alevi-Bektaşi- Mevlevi camiası içerisinde de bunların ekmeğine yağ sürecek şekilde yazılar yazıp, açıklamalar yapan  kimi kendini bilmez kişiler ve  bozguncu  bazı hareketler de var. Bu konuda hayli dikkatli olmak gerekir. Yüzyılların insanlık tarihinde yarattığı büyük bir inanç ve kültür birikimi olan güzelim Aleviliği yozlaştırmak isteyenler yoğun bir çaba içindeler.

 

Son zamanlarda daha çok tartışılır konuma gelen bir konu da Ulusal Güvenlik meselesi. Bu konunun Alevilik ile ilgili bağlantısı nedir, sizce?

 

Alevilik, Ulusal Güvenlik açısından pozitif manada bağlantılıdır. Aleviliği bugün sivil siyasetçiler, Alevileri sevsinler sevmesinler, Atatürkçü Cumhuriyetin sigortası olarak niteliyorlar. Bu cumhuriyetin güvencesi olarak görüyorlar, haklarını reddetseler bile bunu söylüyorlar. Askeri kesimden de Alevileri Ulusal Güvenliğe tehdit unsuru gören yok. Tam tersine onlar da Alevileri, Atatürk’e ve ilkelerine içten bağlı olan en önemli toplum kesiti olarak nitelendiriyorlar. Bu manada, pozitif manada Aleviler bu ülkenin, Atatürkçü Cumhuriyetin büyük güvencesini oluşturuyorlar. Ama eğer böyle ise son zamanlarda Diyanet niye çıkıp tam tersini savunmaya başladı. Yani Aleviler’e haklarının verilmesi Ulusal Birliği bozar, tehdit eder, kimileri Alevistanı kurmak istiyor, gibi yersiz sözler söylemeye başladılar? sebebi şudur; Türkiye’de Sünni kesim de, asker kesim de, siyasal kesim de gördü ki Aleviler ve Alevilik olmadan Türkiye Cumhuriyetini demokratik bir biçimde askeri yönetim olmaksızın yaşatma imkanı kalmamıştır. Bunun arkasından gelecek olan, Aleviler’in  de din hizmetlerinin yürütülmesinde herkes kadar eşit haklara sahip kılınmasını sağlamak gelecektir, bu din hizmetlerinin yürütülmesinin de yapısının değiştirilmesini gerektirecektir. Aleviler de, diğer kesimler de din hizmetlerinin yürütülmesinde yerlerini alacaklardır, bunu önlemeye çalışıyorlar. Genelkurmay’ı, ya da çok yakından ilgisi ve bilgisi olmayanları başka türlü bilgilendirmek sureti ile gerçeklerin meydana çıkmasını önlemeye çalışıyorlar. Bunu yaparak da din hizmetlerine ayrılması gereken ama nereye gittiği belli olmayan trilyonlarca liranın, başka gruplar da geldiği taktirde, hesabının sorulabileceğini gördükleri için Aleviliği tam tersine Ulusal Güvenliği tehdit unsuru gibi takdim etmeye çalışıyorlar ki bu alçaklıktır, ihanettir bu ülkeye. Ne Genelkurmay bunu yutar, ne de Milli Güvenlik Kurulu bunu yutar, ne de sivil siyasi partiler yutar. Çünkü 20-25 milyon Alevi var. Herkes Aleviler’den de oy bekliyor haklı olarak, her siyasi parti Aleviler’den oylarını almaya gayret edeceklerdir. Ulusal Güvenlik boyutu itibarı ile söz etmek gerekiyorsa; Alevi yurttaşların sürekli din hizmetlerinin dışında tutulması ve yokmuş gibi muamele görmeleri Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından zaman içinde tehdit oluşturabilir. Neden oluşturabilir? Çünkü dışında tuta tuta, insanlar kırgın hale geliyor, insanlar küskün hale gelebiliyor, kırgın ve küskün bir kitle üzerinde de yabancı güçler, dış güçler çok daha rahat oyunlar oynayıp halkı tahrik edebiliyor. O tahriklere bugüne kadar Aleviler dayanmıştır bundan sonra da dayanırlar ama yine de sinek bir şey olmasa bile mide bulandırır, herkes Aleviler üzerinde oynamaya kalkabilir ve bu da ulusal güvenlik açısından bir sakınca oluşturabilir. Onun için tahmin ediyorum ki Milli Güvenlik Kurulu’nda, bu konu böyle değerlendirilir. Zaten biz de doğrudan oraya bir müracaatta bulunacağız. Halka verdiğimiz bir söz var. Meseleyi Ulusal Güvenlik boyutu ile hem de temel hak ve özgürlükler açısından sivil siyasetçiler madem ki bu işi beceremiyor, çeşitli nedenlerden dolayı bu işten kaçınıyorlar o zaman Milli Güvenlik Kuruluna bu konuda Hükümete tavsiye niteliğinde bir kararla gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını istemelerini talep edeceğiz. Önümüzdeki günlerde hazırlığını yapıp Milli Güvenlik Kurulu genel sekreterine dileklerimizi sunacağız.

 

Teşekkür ediyoruz, yeni gelişmelerle ilgili bir başka söyleşide buluşmak üzere sağ olun.

 

 

Cem Dergisi, Eylül 2001

CEM RADYO

DOSTTAN DOSTA PROGRAMI

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile