RIZA GÜNEŞ

(KEÇECİ BABA SULTAN OCAĞI / KEÇEÇİ KÖYÜ  / ERBAA KASABAS-(KEÇECİ KASABASI-) /TOKAT (1941))

 

AYHAN AYDIN

 

Sevgili Dedem yaşam öykünüzü bizimle paylaşır mısınız, nerede, hangi şartlarda yaşam mücadelesini verdiniz?

 

1941 yılında Tokat Erbaa Kasabası’nın Keçeci Köyü’nde dünyaya geldim. Küçük yaştan beri, hatta bir şiirim de var;

 

Bir ana rahminde geldim cihana

Kundaklara dolanmışım bir zaman

Dahi üç beş yaşta çilem başladı

Kayıp olup dağda gezdim o zaman

 

O gecede başa geldi çok haller

Karanlık gecede yol vermez dağlar

Annem geyik olmuş yolumu gözler

Bir oduncu buldu beni o zaman

 

Değirmene koyup bıraktı beni

Arayıp gezerler bilirsin bunu

Dahi küçük idim bilmem yolumu

Dilim dönmez diyemedim o zaman

 

Kara çoban derler komşumuz idi

Yolculuk halinde tesadüf buldu

Oradan alıp da köye getirdi

Koyuna kuzuya kattık o zaman

 

Yedi yaşta ilkokula başladım

Çoban olup dağda davar kışladım

Asker olup annem babam boşladım.

Dostlarımdan ayrı kaldım o zaman

 

.........

 

İlkokuldan sonra çobancılığa başladım. Askerlik çağına gelene kadar çobancılık yaptım. Askerde jandarma çavuşu oldum. Askerliğimi Antep Oğuzeli kazasında tamamladım. Ve orada bir Elif ba cüzü (Arapça eski yazı) elime geçti. Ve orada o Elif ba’dan eski yazıyı öğrendim. Askerliğim bittikten sonra babam vefat etmiş askerde, gelince evliliğe yöneldik. Ondan sonra tabii biz orada hem bu ilmin üzerine; hem geçim hayatıyla hem de büyüklerimden ilim almaya büyük alimleriden kayınpederim olan Aşık Haydar (Haydar Şahin) isminde özellikle ders aldım. Yine bir şiirimde geçer “bana dediler ki kimden ders aldın- ustam Aşık Haydar ceddim Keçeci- Bir bahri hikmete ummana daldım – Ustam Aşık Haydar ceddim Keçeci.” 1993 yılına kadar köyümde ikamet ettim. Sonrasında İstanbul’a taşındım. İstanbul’da serbest meslek inşaatlarda çalıştım. Ama boş durmadım, hem kendimi geliştirdim, şiirler yazdım ve de Kocali CEM Vakfı Şubesi’ni kuruculuğunu ve başkanlığını yaptım. Halende şu ana kadar CEM Vakfı Kocaeli Abdal Musa Cemevi’nde yönetim kurulunda ikinci başkan görevini yapmaktayım.

 

Tekrar geriye dönelim. Köy yaşantısını ve dedelik hizmetini nasıl yerine geterdiğinizi anlatınınız?

 

Ben ilkokulda dedelik konumuna başladım. Çırak yakmalar, delil yakmalar, cem meydanlarında hizmet etmelerini o zamandan devam ettim. Ve tabii dedelik ünvanını askerden geldikten sonra köyümüzde hocalık yaparak başladım. Cenaze namazlarını kıldırarak başladım.

 

Köydeki yaşam nasıldı, gelenekler görenekler hakkında bilgi verir misiniz?

 

Köyümüz normalde yetiştiğim zamanlarda yüz yirmi yüz elli arasında hane vardı. Çok taşındılar. Şu anda yüz hane vardır. Küyümüzün yaşantısı dedelik konuları devam ediyor. Birlik kurbanı keserler, mutlak bir araya gelip birlik kurbanı kesmeden köyde cem yapılmaz.

 

 

Köyünüz ziyaret köyü her yerden geliyorlar?

 

Köyümüz kuduz, deli şifasını almak Keçeci Baba’ya gelirler. Hastası olanlar, (sahra bayılanlar (sera)), insanlar bazen adak yapıyorlar, şu menzilime, şu muradıma nail olursam Keçeçi Baba’ya ziyaret edilir. Hiçbir zaman kurban azalmaz, her yerden kurban kesmek için niyet edenler gelirler. Her sene etkinlikler var. Çok kalabalık oluyor.

 

Talip köyleriniz?

 

Tokat, Amasya, Çorum bölgelerinde sayamayacağım kadar çok köy var. Samsun’da var. Ben aslında köyün dışana pek çıkmadım, talip üzerine gitmedik. Zile Emiören Köyü’ne daha çok gittim.

 

Köydeki tüm dedeler akraba mı?

 

Evet. Talip köyleri onlar arasında taksim edilmiş. Bazı dedeler bu köylere gidiyorlar Keçeci Baba’nın aşağı yukarı yüz talip köyü vardır. Buraya bizim köyün dedeleri dedeliğe giderler. Bir de ayrıca kuduz olaraktan bizim köyümüzden Alevisine Sünnisine Ahsun  yaparlar yani oradaki sudan kendi sularına katarlar. Evlere, mallar, insanlara o sudan dua edip serperler. Orada kuduz olmaz. Bu Alevi Sünni her yere olur. Orada kuduz olmaz.

 

Kurbanı nasıl keserler?

 

Hep birlikte tek veya iki kurban olabilir. Ortaklaşa kurban kesilir, paraya göre değişir. Abdal Musa Kurbanı vardır, Muharram Kurbanı, Hızır Kurbanı vardır.

 

Muharrem Kurbanını ne zaman kesiyor sunuz?

 

On iki gün bitiyor, on üçüncü günde keseriz. Birlik cemini güzün, ağustostan sonra kesilir. Sonra nevruz kurbanı da vardır. Nevruz kurbanı mart nisan aralarında olabilir havanın durumuna göre değişir. Yağış olduğu zaman çıkamıyoruz, çünkü yazıya kıra çıkıyoruz nevruz Kurbanı için.

 

Bu da mı ortak?

 

Bu kurbanların hepisi ortak kesilir. Ancak şahsi olarak görgü kurbanları, talip pençeden, görgüden geçtiği zaman kesilir. Bir de Müsahip Kurbanı vardır. Müsahip Kurbanı da ayrıyetten kesilir.

 

Görgü ne demektir?

 

Görgü talibin pençeden geçmesi, sorgudan çıkmasıdır.

 

Sorgu?

 

İmam Cafera Buyuruğu’nda olduğu gibi bir dede talibi meydana alır, talipten sorar; (ilk önce talip niyet eder kurban kesmesi için) dedesini çağırır ben görgüden, pençeden geçeceğim, der. Dede de onu ilk önce onu bir halktan sorar. Bu kurbanı kesebilir mi, herhangi bir aksaklığı var mı, diye sorar. Ondan sonra onu dede toplanılacak bir yerde (evde, köyde cemevleri yeni yapılıyor) veya kendi evi de olabilir. Dedeyi çağırır ve köy halkına haber eder. Ben görgü için kurban kesiyorum, herkes davetlidir, buyurun der, bir peyik dolaştırır, herkese haber gönderir, çağırır. Cemaat toplandığında zaten talip hazırlıklıdır, yemekleri pişmiştir, evvela bir can ekmeği olarak yemek verilir, bir Kuran okunur. Bunun manası ölüpte dirilmektir. Bu her görgüde olur. Yemekten sonra dede taliplerin abdestlerini alırlar, zaten boy abdestini alıp gelirler. Onları meydana çeker, seccaye (posta) geçer onları halktan sorar. Ey cemaat bunlar pençeye germek istiyorlar (Ali Aba pençesi’ne) alacağımız varsa, alacağız; vereceğimiz varsa, vereceğiz; bu yol Hakk Muhammed Ali Yolu. Burada Allah eyvallah dedik, canımızı bu yol üzerine koyduk, diyorlar. Bu canlardan razı mısınız, alacağı verceği var mı diye, halktan sorar. Halkta da varsa uzlaştırır, yoksa halk, razıyız, der. Tekrar kendilerine döner bu cemaat sizden razı mısınız dediler, onlar da razıyız derseler. Kendilerine döner, razı olmayan varsa o razı edilir. Alacak verecek meselesi ortadan kalkar. Tekrar o canlara döner der ki, bu halk sizden razı oldu, siz de kendinizden, evinizde, ayalinizle, eşinizle, dostunuzla, çoluk ve çocuğunuzla birbirinizden razı mısınız? Razı olduklarına dair nişan verirler, yemin edebilirler. Ve dede bunları dara kaldırır. Dar’da Araf Suresi’nin 23. ayetini okur: (bilirse talip okur, bilmezse dede okur) onlar ki, tövbe ettik pişman olduk; Hakk didarına durduk canımız kurban malımız tercüman Hakk Muhammed Ali Yolu’nda. Ve dede onlara Hakk Muhammed Ali Yolu’na ikrar veren canlar, a(e)şk ola der çökerler, başlar yerde başlarını kaldırmazlar. Dede sorar; ey canlar özünüz darda, yüzünüz yerde Hakk Muhammed Mustafa’nın Hakk Aliyel Murteza’nın kurduğu yolun, er meydanındasınız, Cenabı Allah, cesedinize can verdi, göğsünüze iman verdi, çeneniz mürşit, diliniz talip, ne görüp ne işittiniz. Canlar,  Talipler; Hakk gördük, Hakk eşittik, er (dede için) geldi meydana geldik, Pir yamacına geçtik, Allah Allah eyvallah, derler. Dede; Eyvallah kapısı ikrar iman dara gelin doğru söyleyin, dedi Şahı Velayet, Allah, Allah, der. Allah, Allah’ın manası ikrar i(ı)man’dır. Yani “ikrar iman ettik”tir. İkrarınız imanınıza yoldaş olsun, canlı başlısınız, ayıbınızı dizininizin altına alıp oturmayın dar gelip doğru söyleyin. Başlarını secdeden kaldırıp çöküp otururlar. Ve dede onlara; üç sünnetten, yedi farzdan, Mahı Muharrem’den, Hızır Orucu’ndan, Eline Beline, Diline Sadık olmaktan, nasihatlarda (öğütlerde) bulunur. Bu buyruklara boyun eğip tutacağınıza yemin eder misiniz, der. Ve onlar da niyaz ederler, yemin etmiş olurlar. Ve tekraren dede sorar; buradaki cemaat sizden razı oldu, buyruntulara da razı oldunuz, fakat burada olmayıpta başka bir yerden sizden birisi sizden bir hak talep ederse, (ben bunların görgüsüne yetişemedim, onlarda hakkım var derse) siz ne diyeceksiniz, buna ne diyonuz? Onlar da bizden herhangi bir hak taleb eden olursa onu da ödemeye söz ve ikrar veriyoruz, bu ikrar üzerine alır, dualarını eder, pençelerini çalar. Fetih Suresi’nin onuncu ayetini okur. Meali şu ki; Eğer Habibim, o hudeybiyede sana beyat eden bana beyat etmiştir. Hz. Resulluh’ta benim elim evladımın elindedir, demekle evladına (eli evladının) üzerine bırakmıştır.

 

Pençe bu mudur?

 

Evet. Hz. Peyganber burada sorulan ahirette sorulmasa gerek demektir. Yani dünyadayken helalleşerek gittiği için ahirette de sorulmasa gerektir, manasındadır. Kuran’da yazar ki; Ey kulum bana dön razı olmuş ve razı olmuş kullardan olaraktan gel. Kul olaraktan insanlar birbirlerine haklarını helal ederlerse Allah –ü Teala da o kulun günahından geçse gerektir. Yine Kuran’da buyuruyor ki; Ben Alemlerin Rahmet Tanrısı’yım, eğer kul hakkıyla gelmezse benim üzerime olan günahını affederim. Cem hizmetleri devam eder. On iki hizmet, erkan devam eder. Bu görgü ceminde olur. Pençeler bittikten sonra da on iki hizmet devam eder.

 

Dar’a durmak var, dar var, bunun manası nedir?

 

Dar geçmiş meyit için yapılan bir duadır. Dar cenaze defnolduktan sonra o cenaze evinde niyet edilir, müsahipli ise ölen kişi meyit, on iki kişi divana geçer, dedenin önünde yani dar meydan olur. Post serilir, meydana geçerler. O kişiler zaten abdestli olurlar. O kişileri dede halktan sorar ve kendilerinden sorar razı olup olmadıklarını. Varsa dargın küskün barıştırır, veya dargın kişi dara duramaz. Darda yapılan hizmet; çerak uyanır, dede duasını yapar (estağfurullah duası yapar) o kişileri dara kaldırır, sorar; kimin darına durdunuz? Meyitin annesi ve kendi ismiyle Fatma’nın kızı Ayşe’nin darına durduk, gibi, Allah şehadetinizi kabul eylesin der, orada okunacak duayı dede veya bir hoca da okur. Çok uzun olan dar duası bittikten sonra onlara dua eder, otururlar, diz çökerler meydanda. Saka suyu duaları yapılır. Sakka Suyu duaları yapıldıktan sonra, bunların helalliğinin alınması için bunlara da bir ücret verilir. (dara durduğunuzun hakkını helal edin, diye az bir ücret (para, üç beş kuruşta olsa) bir niyettir, verilir. Ve dede sorar; aldığınız akçeyle, duduğunuz darı dar sahibine bağış ettiniz mi? Onlar da bağış ettik, der, helallik verirler. Ve bir dua ile bitirmiş olurlar. Darda mutlaka kurban vardır. Dardan kurban gelir, yenir.

 

Hallac-ı Marsur’un darı deyince ne anlıyoruz, yani darın felsefi manası nedir?

 

Dar-ı Mansur gibi doğru durmak, Nesimi gibi yüzülmek, Fazlı gibi asılmak ve Hz. Fatimanı’nın atasına yapmış olduğu kıyam gibi özünü pak edip varlığını varlığından geçerekten kendini Hakk didarında görmek Muhammed Ali’nin Yolu’nda can baş vermek gibi.

 

Sizler Çelebilere bağlısınız? Bu yol nasıl yürüyor? Çelebileri ne olarak görüyorsunuz?

 

Mürşit kapısı olaraktan görüyoruz. Hünkar’ın Mürşit kapısı olaraktan biz oraya bağlıyız.

 

Onlara karşı sorumluluğunuz nedir?

 

Onlar yılda bir bizim köye geliyorlar, kurban kesiyoruz. Ve onların huzurunda naz niyazda bulunuyoruz, yani cem yapıyoruz. Veya köy içinde dedelerin halletmediği (sorunları) onlara arz edip, onlarla çözülmüş oluyor.

 

Nasıl bir cem oluyor?

 

Normal tarikat cemi, on iki hizmet yürüyor yani.

 

Görgü cemi değil?

 

Hayır.

 

Peki dede siz nasıl görülüyorusunuz?

 

Yukarda anlattığım şekilde bizim de dedelerimiz bizi görüyorlar.

 

Sizin dedeleriniz kim?

 

Aynı köyümüzün içinde dedelerdir. Benim dedem Nurettin Eraslan Dede’dir.

 

Peki aynı ocaktan mı?

 

Evet.

 

Bu nasıl yürüyor?

 

O da aynı bir dede olarak bizim hizmetlerimizi yapıyor. Biz de aynı taliplik görevini yerine getiriyoruz. Bizleri pençei Ali Aba’ya alıyorlar, küskünsek barıştırıyorlar. Müsahip kurbanlarımız da mutluka bulunurlar.

 

Her dedenin bir dedesi var mıdır?

 

Evet. Hepsi birbirine dede diyor. Diyelim ki aynı köylüyüz, ben sana pençeleniyorum, sen bana pençeleniyorsun.

 

Çelebiler, köyde sizinle başka neler yapıyorlar?

 

Onların görevi mürşitlir. Onlar sene de bir sefer bize gelmeliler. Ama bu bazen aksıyor. Onlar gelince bizde kalırlar, yani dedelerde. Bir veya iki gün kalırlar. Köyün sorunlarını sorarlar; halledemediğiniz, dargın kırgın kimseler var mı, diye sorarlar. Onları bir araya getirirler, halolmadık işlerimizi onlar barıştırırlar. Böylece birbirimizedeki adaveti ortadan kaldırmış olurlar.

 

Hacı Bektaş Veli kimdir?

 

Musa’yı Kazım evlatlarından Musa’yi Sani’nin oğlu İbrahim Sani’nin oğludur. Bizim ocağımıza göre Hacı Bektaş Veli bir mürşittir ve seyyidtir. Koca Ahmet’i Yesevi Dergahı’nda Lokman Perende’den ders almış, kendini tasavvufla, ilimle yetiştirmiş, bir Bektaşi Dedesidir. O bir Mürşit kapısıdır. Bir serçeşme başı olaraktan görmekteyiz.

 

Çelebiler size geldiği gibi, siz onlara gidiyor munuz?

 

Hayır, bu bir kural değil, illa ki oraya gideceğiz diye bir şey yok. Ama tabii ki ziyaretimizi  yaparız.

 

Ziyaretiniz de kurban keser misiniz?

 

Bu bir şart değildir.

 

Size hüccet veriyorlar mı?

 

Aslında bize hüccet gerekmez. İsteyen olursa verebiliyorlar. Alan dedeler var. Birkaç dede aldı, o da kendini birkaç yerlere tanıtmak için.

 

Sizin yok?

 

Yok.

 

 

Cenaze namazının dışında neler yaptınız?

 

Cenaze yıkaması, dar çekmeleri, cemlerimizi yürütmede hizmetlerde bulundum.

 

Başka dedeler var mıydı?

 

Evet vardı. Ama ben de küçüklükten beri bu işin içindeydim. Çekirdekten yetiştim. Sahlih Gözgöz, =Hacı Ahmet Eraslan, Eset Eralan, Aşık Haydar Şahin, Halil Kaya bunlar büyük yaşlı5larımızdı. Zakir olarak Ali Çam ve Kazım Kaya vardı.

 

Bu dedelerin, aşıkların hallerinden bahsedin, nasıl insanlardı, cemler nasıldı, talipler nasıldı?

 

Taliplerde bir ölgünlük, dedelerde bir sükunetle hizmet vardı. Kimse kimsenin hatırını kırmaz, o meydanda da sözden çıkmazlardı. Ve hatta bazı ufak tefek kırkınlıkları mahkemeye dökmezler cem meydanlarında hallederlerdi. Kimse de o dedelerin hatırını kırıp, ben burada barışmam, olmaz, demezdi. Böyle bir ölgünlük (turaplık-hazır sayma ) vardı.

 

Dedelerin hangi yönlerini hatırlıyorsunuz?

 

Benim aynı zamanda en yakın komşum olan Halil Kaya’yı iyi tanıyorum. Şöyle ki köyümüzde en barışçı sevgi saygı, huzur içinde yaşayan ve yaşatan bir insan olarak tanıyorum. Hiçbir kimseyle dargınlık kırgınlık yapmamıştır. Ve hatta köyün en fazla kavga yapanlaını, kibirli olanlarını o bir araya getirir barıştırırdı. Hiçbir zaman kendinde dargınlık kırgınlık olmaz, kimseye küs tutmaz, sevgi ve saygıyı bilen bir kişi olduğunu biliyorum. Kitapları okuyorlardı, onlar ilim sahibiydiler.

 

Acaba o dedeler kimden etkilenmişler, yetişmişler?

 

Onlar Deruni Baba gibi, Fedai Baba gibi, Kurban Ali gibi, Arifoğlu, Suzi gibi ozanlardan yetişmişlerdi, feyz almışlardı.

 

Eski dedelirin yaşantısını biraz daha anlatın?

 

Onlar ilme meyl etmişler, cem çok sıkıydı. Onlar tasavvuf ilminden okumuşlar. Özellikle tarikatın üzerinde çok dikkatli hareket etmişler, cemlerimizi bizlere kadar süre getirmişlerdir. Ve bizim günümüzde de onların cemi gibi daha güzel cem olmadığını görüyoruz.

 

Bağlı olduğunuz ocak hangisi?

 

Keçeci Baba İmam Rıza Ocağı.

 

Keçeci Baba kimdir?

 

Musayı Kazım evlatlarından, Musayı Sani evladı Şah Mahmudu Veli lakabı Keçeci Baba’dır. Başka lakapları da vardır; Gül Ahi Baba, Ergani Mahmut, Ahi Mahmut Veli gibi.

Keçici Baba İran’ın Kum Kentinden geçerek masumane Ehlibeyt evlatlarını ziyarete edip İran’ın Meşhet Horasan kentinde bulunan İmam Rıza’nın kabirini ziyare edip sonra Nişabur’a gelmiştir. (eski ismi Sora’ymış) İran Hoy kentinden 952 yılında dünyaya gelmiştir. Babası Musayi Sani, Annesi Zeynep Hatun’dur. Kendi ismi Hayrani Mahmut olarak bilinmektedir. Keçeciye 1012 yılında Cuma akşamı aşure günü gelmiştir.

Keçici Baba İran’da ilim ve irfan tahsili görmüş, ilmi ledün’e mahzar olmuş, ilmi tasavvuf görmüş tasavvufçu zahir ve batın ilminden haberdar olup ledün ilmini tamamlamıştır. Bir Anadolu Evliyasıdır. Kuduz, deli ve çocuğu olmayan bayanlara şifa veren evliyadır. Horasan pirlerinden Musayı Kazım evlatlarından on birinci göbekten geldiği Musayı Sani’nin oğludur. Hacı Bektaş’ın amcazadesidir. Kendi ismi Seyyid Şah Mahmut Veli’dir, hamı Huma hatun, çocukları Altın Bıyık, (hanımı Şehriban), onun oğlu İmam Ali’nin sulbünden Keçeci Köyü dedeleri gelmektedir. Diğer çocukları Ali Haydar, (çocukları Medet Mürvet, Ümmü Gülsüm, Zeynep, bir oğlu Turhal’ın Kargın Köyü’nde Seyit Süleyman (Lakabı Aziz Baba olarak geçer) Seyyid Şah Mahmut’un bir diğer oğlu  da Seyyid Memet Amasya Taşova Zuday’dır. Köyü’ndedir. Onun oğlu Gani Baba Amasya Çat köyü’ndedir. Bir oğlu da Gümüşhacıköy’de Sarıyüzün Köyü’nde Ali Pir Civan’dır.

 

Keçeci’nin manası nedir?

 

Keçeci ünvanını kervancılardan şeker ismetşti. Onlar da şeker değil şap vermişler kendisine. Şekeriniz şap olsun diyor, kervancılar gelip kervanlarını açınca şekerlerin şap olduğunu görüyorlar. Onlar da padişaha şikayette bulunuyorlar. Tokat ilinde bir dervişe rastladık bizim şekeremizi şap yaptı, demişler. O zaman padişah iki Tatar (asker) gönderiyor celbettirip padişahlığa getirttiriyor. Ve padişahlığa geldiğde askerler padişaha diyorlar ki bu adam tekin birisi değil. Bizim atla yetişemediğimiz yere o yayan geldi. Padişah denemek üzere saraya davet ederken, kapının iç eşiğini Kuran’ı Kerim, dış  kapısına ekmek gömdürüyor. Buyur ya derviş deyip, kendisi geri durup dervişi öne sürüyor. Keçeci Baba ya padişahım kapının eşikte emanetler var, amanetleri al öyle geçeyim diyor. Yok diye itaraz açıyor. Müsaade et, ben alayım öyleyse diyor. Ve emanetleri alıyor. İçeriye geçtiklerinde ikram olaraktan iki kadef (bardak) kahve geliyor. Bunun birisine zehir koydurtturuyor, diğeri sade olaraktan hizmetçi getirirken tepsiyi döndermiş, zehirli kahve padişaha isabet ediyor. Ve padişah içeceği zaman dur ya padişahım, o bana kısmet geldi diyor. Ve elinden o zehirli kahveyi kendisi alıyor. Ve içiyor. İçtiğiynen kolunu sıvazlayıp parmaklarından o zehiri fincanın içerisine geri döküyor. Padişah bunda bir keramet olduğunu görüyor. Ya bunun beratını verin, diyor. Dokunulmaz beratını verin, diyor. Ya padişahım benim de size bir hatıram kalsın, ne yapacaksın diyor. Bana bir avuç yün getir, diyor. Getiriyor. Bir dua ettiğiyle saray keçeyle bezeniyor. Sen de amma Keçeciymissin demeyle, Keçeci ünvanı padişahtan verilmiştir.

Padişah bunu fırına atıyor, kızgın fırına atıyor, fırından ellerinde Kur’an okuyaraktan sakalı buz tutmuş olaraktan çıkıyor.

Bundan sonra dokunulmazlığını alıyor. Siyasetle bir ilgisi olmadığı anlaşılıyor.

Keçeci Baba Horasan’dan gelirken, yolda bir eşkıya onun önünü kesiyor. Soyun ya derviş, diyor. Gülüyor. Ne gülüyororsun, soyun diyorum diyor. Senin de çilen bitti get oraya yatta derdi belayı keseğen ol, diye hitap ediyor. Şu anda Keseğem diye bir türbe vardır. Günahını afettiği için o eşkıya doğru yola getiriyor, onu yetiştiriyor. Şu anda türbesi vardır. Erbaa’nın Canpolat Köyü’nde türbesi vardır.

Gene yolculuğa devam ederken Ayak Bastığı Yer diye bir anılan yer var. Orası bir Rum Şehri’ymiş. Orada bacılardan su isteyip, abdest almak istiyor. Ve gözün görmüyor mu çayı, git ordan alsana demeleriyle biribirizi defnetmeye nasip olmayın diye beddua ediyor. O şehir yok oluyor. Halen o yerde taş üzerinde ibadet ettiğinin delili izler var.

 

Alevi İslam yolu diyince özetle ne dersin?

 

Allah Muhammed Ali’nin ve Kuran’ın hükümleri üzerinde Muhammed’ina gösterdiği doğru ve gerçek bir yoldur. Hiçbir zaman Alevilik İslam dışı olmamıştır. İslam dışı da olamaz. İslamiyet Alevilik’ten yayılmıştır. Çünkü Muhammed ve Ali’nin yoludur.

 

Bu yolun kuralları nelerdir?

 

Bu yolun kuralları tasavvuf ilim, ilmi ledün manalarıyla varlığını varlığından terk edip Hakk yoluna yönelip, Hakk’ı kendi özünde ve Hakk’ı da insanda görerekten insanı insandan ayırmayan ve insana Hakk gözeyle bakan gerçek Kuran’ın insanda olduğunu insan canlı Kuran, Kuran’ı Natık’tır, Hakk Ademde, Adem Hakk’ta olduğunu bilen gerçek bir yoldur. Bu Kuran’ı Kerim’in Kaf Suresi 16. Ayette beyan ettiği gibi Türkçe Meal, insanı biz yarattık, biz ona şah damarından yakınız, bize bizden yakın olan bizim tüm damarımızda dolaşan Hakk’sa Hakk’ı bir ilah olaraktan tanıyıp, Hakk yolunda “eline, diline, beline sahip olmak”, insan sevgisini kalbinde taşımak, sevgi saygı, barış ve huzuru bir arada yürütmek Alevi İslam yolunda tam bir kural olaraktan bulunmaktadır. İslam’ın özeti de, bu gibi olması gerekmektedir.

 

Gerçek bir dedenin özellikleri nelerdir?

 

Gerçek bir dedenin özellikleri; başta ilim sahibi olmak, ama ilmine de sahip olmak, ilmiyle herkese aynı bir şekilde görünmek, ilmine amel etmek kendine ağır geleni başka birisine yapmamak tasavvufta bilgi sahibi olmak, madde aleminden mana alemine geçmesi gerekir. Hiçbir kimsenin hak ve hukukuna geçmemesi gerekir. Kuran’ı Kerim’in ayette tespit ettiği gibi emaneti ehline verin, ola ki aranızda bir kargaşalık olduğunda onlar ki, adaletle önlerler, dedeler adaletli önder olmaları ve herkesi bir gözle bir sevgiyle kucaklamaları gerekir.

Eğer dede adaletli olursa insanlar birbirine kardeş olur, ve dedelere de hörmet sevgi ile bağlanır. Yine Kur’an’ı Kerim Nisa Suresi 59 ayette, buyurduğu gibi üstünlükleri dolayısıyla Allahü Taala onlara itaat etmesini emir buyurmuştur. Dedeler üstün dereceye sahip olmaları gerekmektedir.

 

Dedelerin dedelik yapmak için belli yaşları var mıdır?

 

Dedelikte yaş sınırı olamaz. Yeter ki dede olan kendini bilmesi gerekir. Fakat kendinden yaşlı veya alim bir dedenin bulunduğu yerde genç dedeler o dedelerden himmet ve hizmet alması gerekir. Himmet almadan hizmete başlamaması gerekir. Bu da saygıdan ve sevgiden ileri gelmektedir.

 

Hangi aşamalardan geçiyor dedeler?

 

Dedelik evvela seyyid evladı olması gerekir. Dedelik bir kuruluş değildir. Kuruluş olmadığı gibi ancak Muhammed Ali neslinden ve İmam Hüseyin İmam Zeynel On İki İmam sulbunden nesli ali Resul evladı olması gerekir. Bu da kendini tanıyan, kendini bilen, ve kendini yetiştüirip o yola adamış varlığından geçmiş, elline beline diline sahip olup her insanı bir gözle gözleyerek hiçbir kimseyi birbirinden ayırt etmeden, yetmiş iki milleti bir gözle gözleyen kusuru yakasında gözleyip elde ayıp aramaması ve adaletle hüküm etmesi yine Kuran’ı Kerim’de buyrulduğu gibi Allah’tan başkası şafaata müstehak değildir ama Allah’ın da izin ve müsaade ettiği kişiler şefate müstahaktır, buyrultusu itibariyle dede de o şefaata müstahak olmak için ilmi ledün ve tasavvuf’u bilmesi ve insanları adaletle hükmetmesi gerekmektedir. Gereken talibe doğru yol üzerine ve Hakk Muhammed Ali yolu üzerine hükmetmesi ve onları Allah’ın birliğine ve Muhammed Ali’nin Yolu’na teşvik etmesi ; Muhammed Ali’nin yolundan gidilmeyen yolun da sonunun karanlık olduğunu bildirmesi gerekmektedir.

 

İyi bir talip nasıl bir insandır?

 

Talip de bir dedeye nasıl hizmet ettiğini ve nasıl hizmet edeceğini bilmesi gerekmektedir. Eğer bir talip gerçek bir dedenin elinden elenirse onun söz ve sohbetlerini canı gönülden dinleyerek dedenin buyurduğu doğru yol üzerine hareket edip onun emirlerinden çıkmazsa Hakk bildiğine Hakk, Batıl dediğine Batıl derse, onun göstermiş olduğu doğru yolda hareket ederekten kimsenin hak ve hukukuna el atmayaraktan Allah’ın birliğini tanıması Muhammed’in Hakk Resul olduğunu, Ali’nin Veliyullah, Veli’nin de Aliyullah olduğunu bilmesi gerekmektedir.

Bir talip her ne kadar bilgi sahibi dahi olsa, dedenin önüne geçmemesi, dinleyici olması, dede ile bir dilalog içerisinde yaşaması. Dede bahçıvandır, talip ise bahçedir. Birbirine ne kadar sahip çıkarsalar o kadar da birbirlerinden ürün almış ve yetişmiş olurlar. Eğer dede bahçeye ne kadar bakarsa elbette bahçeden o kadar ürün elde edebilir. Taliple dede birbiriyle el ele ele vermiş birbirinden kopmaz bir parçadır. Talibe dedesinden bacılara ise kocasından şefaat vardır, deniliri.

 

Ozanlar hakkında neler söylersiniz?

 

Ozanlarımız hepsi Allah Muhammed Ali yolunda, gönüllerini aşmış, bağırlarını meydana sermiş, ve onların vasıflarını dile getirerekten esas Kuran’ın özü olarak bizlere Türkçe kelimeyle lisana dökmüşlerdir. Kuran’an Arapça olduğuna nedeniyle herkes o dilden anlayamaz. Ama aşıklarımız tasavvuf ilimine inmiş ilmi ledun’ü haber almış, Hakk ile Hakk olmuş, Hakk’ın o gizli sırlarını bizlere bir Türkçe olaraktan lisana getirmiş ama o aşıklarımızın ellerini kesmişler, boyunlarını kesmişler fakat dillerini durduramışlardır. Onlar Muhammed Ali Yolu’nda gerçeği gerçek olaraktan batını da batın olaraktan; doğru ve yanlışı bizlere tam öz anlayacak dilimizle bizlere doğruları göstermişlerdir. Onların dilleri kıyamete kadar devam edecektir.

 

Sizin şiir tecrübeniz oldu?

 

Bizim şiir tecrübemiz, ariflerden almış olduğumuz ilimler doğrultusunda bir olayların, okuduğumuz kitapların özetle netini çıkararak o sözleri saz üzerine söze dökmeye çalışıyoruz. Bu da bir ilmi tasavvuf olaraktan bir hal olaraktan gelmektedir. Her an için kendimde böyle bir yazma hissi hissedemiyorum fakat bazen de bir his geldiği zaman bestelerimde de söylemiş olduğu gibi o ilimleri söz üzerine dökmeye, bir eser geldiği zaman yazıp lisana döküyorum. Bundan bir Hikmet-i İlahi, bende ne olduğunu bilemiyorum.

 

Farklı konularda şiirleriniz var?

 

Bunlar da bazen köyden göçtükten sonra yar üzeri diye veya güzel diye geçtiğim sözlerin hepsi ecdadım olan Keçeci Baba’nın güzelliğine ve sevgisine bağlanaraktan özümü ondan ve Hakk’tan ayırmayaraktan onun güzelliğene, onun yar olduğuna dile

 

 

Söyleşi: 26 Ocak 2011, İstanbul

 

Yayınlanan Eseri:

Bahçenin Gülü, Dost Bülbülü, Can Yayınları, 2007, İstanbul

 

Şiirlerinden Örnekler

 

Derdimin Dermanı Sen Ahi Baba’m

 

Bugün bir güzele meyil bağladım

Derdimin dermanı sen Ahi Baba’m

Methini yapmaya niyet eyledim

Gönlümün sultanı sen Ahi Baba’m

 

Yerin göğün arşın kürsün ulusu

Şarktan garptan gelir hasta delisi

Kuduz ocağının hem de kendisi

Yetişirsin medet gül Ahi Baba’m

 

İman ehli olan eyledi ikrar

Güman ehli olan gezer derbeder

Tövbekar kapında eyledim karar

Affet günahları gül Ahi Baba’m

 

Çok kurusum vardır el aman gani

Mümin olanların hem yari gari

Gel göster cemalin göreyim bari

Gönlümün sultanı sen Ahi Baba’m

 

Nesli piygamberden beri geliyor

Çelik taşı muratları veriyor

Bunca mucizeler belli oluyor

Bir aciz Kul Rıza’n var Ahi Baba’m

 

 

Almazsan Selamı Gönder Geriye

 

Bir selam yolladım sevdiğim sana

Almazsan selamı gönder geriye

Bu aşkın ateşi kül etti beni

Almassan selamı gönder geriye

 

Dilerim Allah’tan gelsin ilhamlar

Kapansın yaralar çalsın merhemler

Hani sohbetimiz hani o günler

Almazsan selamı gönder geriye

 

Yetemedim şu dünyanın varına

Elim ulaşmıyor kavli karına

Kısmet olmadı ki varmak yanına

Almazsan selamı gönder geriye

 

Açılmış bahçende gülün olsaydım

Gelip gelip dallarına konsaydım

Ayda değil yılda selam alsaydım

Almazsan selamı gönder geriye

 

Rıza düşmeyesin ah ile zara

Dilerim Allah’tan şifalar bula

Bozuldu benzim de gülmedi yine

Almazsan selam gönder geriye

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile