MEHMET AYDIN
PROF. DR. MEHMET AYDIN
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ ESKİ DEKANI / ESKİ DEVLET BAKAN
Kendisiyle bir toplantı esnasında, kısa bir zaman dilimi içinde söyleşi yapma şansına ulaştığım sayın Prof. Dr. Mehmet Aydın’ın, Alevilik ve dedelerle ilgili görüşlerini derlemeye çalıştım.
AYHAN AYDIN
İslam ve demokrasinin hangi noktalarda uyuşup uyuşamadığının tartışıldığı, İSAV tarafından düzenlenen bu uluslar arası “İslam ve Demokrasi” sempozyumu ülkemiz açısından son derece önemli. Her halde her iki kavrama da yüklenen anlamlar çerçevesinde bu iki değerin uyuşup uyuşamadığı; yakınlaşıp uzaklaştığı konusunu tartışabiliriz.
İslam’a, demokrasiye farklı kesimlerin ve insanların yaklaşımlarının farklı farklı olduğu bir gerçek ama Hocam bunların dışında bu sempozyumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sempozyumun şu ana kadar olan iki günlük kısmı başarılı oldu. Bildiriler iyi hazırlanmıştı. Bildiriler konularına hakim olan insanlara hazırlatılmış. Teknik olarak çerçeve açısından söylüyorum müzakereciler iyi seçilmiş. Bu yönüyle başarılı bir sempozyum düzenlenmiş. Vakfı tebrik ediyorum, kutluyorum. Ama bu tip sempozyumlar işin daha çok teorik yanıyla ilgililer. Sizin de söylediğiniz gibi, yani ister istemez her konuşan insanın zihninde dinle ilgili kavramlar var, demokrasiyle ilgili kavramlar var, düşünceler var. Daha çok da bildirilerini bu kavramlar ışığında oluşturmuşlar, örmüşler ve sunuyorlar. Ama insan dinledikçe ortak noktaları bulabiliyor. Demokrasi de az çok ortak noktaların olduğu böyle müzakerelerde ortaya çıkıyor. Bir bakıma din ve vicdan özgürlüğü esastır, sistemin halk reyine dayanması lazım, aynı zamanda temel hak ve özgürlüklerin merkezde olduğu bir yapının olması lazım ve hiçbir siyasi anlayışın bu evrensel hukukla güvence altına alınmak istenen insan hakları vb. oynanmaması lazım gibi. Ayrıca bir şey daha ortaya çıkıyor; o da hakikaten din nihai tahlilde insanın aklıyla iradesiyle kabul edebileceği bir şeydir zorlamayı kesinlikle reddeder. Mesela Peygamberin devlet adamı faaliyetini vahyin bir uzantısı olarak görmeyenler var. Hüseyin Hatemi Hoca söyledi; devlet başkanı olmasaydı da devlet başkanlığı Resul olmaklığı bir eksikliğe uğramazdı, o devam edip gidiyordu yani Peygamber olma vasfı. Bu tür ayrımlar Türkiye’de İslam Dini’ne çok da sık yapılmış ve ona göre düşünce geliştirilmiş ayrımlar değildir. O zaman bu yolla giderseniz, dindeki pek çok şeyin zamanla bölgesel uygulamalarla sınırlı olduğunu kabul ederseniz, ondan sizin çıkaracağınız şey bir yaklaşım felsefesidir, bir espridir. Yani niçin diyelim ki din konusunda hassas olan yöneticiler falanca zamanda şunları şunları yaptılar, o yapılan şeyleri bugün aynen uygulamak taklit etmek değil ama onları niçin yaptıklarını sorup işte mesela adalet duygusu, hakkaniyet vb. yerleştirilebilmesi için yapıldığını anlamak ve ona göre de o espriyi o yaklaşımı esas alıp çerçeveyi ve bir bakıma içeriği günün şartlarına göre doldurmak. Ayrıca yine bu İslam’i ihya hareketleri, canlanma hareketleri ile demokrasi arasında da güzel şeyler söylendi, bu da belki de en açık şekilde burada söylendi. Bunların da demokrasi arayışları olduğu üzerinde duruldu ama bu arada Batı’ya tepki olarak epeyce bir yere kadar doğan faaliyetler olduğu için de bir yandan demokrasi talebi varken, öbür yandan da bu demokrasi talebini ikna edici şekilde ortaya koyamadıkları zaman zaman zora başvurdukları bu yoluyla da kendi bindikleri dalı kendileri kestikleri mealinde görüşler serdedildi. Bence bu önemli hatta bunu daha daraltıp Türkiye’de yapmak lazım. İslam’i hareketleri, İslam’i söylemi esas alan söylemleri demokrasi açısından daha ampirik olarak incelemek lazım. Yani acaba ne kadar demokratlar bunlar, ne kadar demokrasiye katkıda bulundular ya da ne kadar demokrasi için kötü şeyler yaptılar. Bunun bilimsel olarak bir dökümünü yapılması lazım. Hatta orada da konu alt başlıklarını ayırmak lazım mesela diyelim ki çok partili parlamenter sistem hakkında çok ciddi sorunların olmadığına inanıyorum ben. Hemen hemen tümü çok partili sistemin uygun olduğunu öyle bir çerçevenin İslam’la çatışmayacağını savunuyor, ama mesela İslam – demokrasi - kadın konusuna gelindiği zaman epeyce farklı soruların sorulmasının gerektiğine inanıyorum. Bu hareketlerin kadın, hak ve hukuk konusunda ne kadar hassas olduklarını sormamız gerekir diye düşünüyorum. Belki orada da bizim tahminimizden daha iç acıcı sonuçlar çıkarılabilir, bilimsel olarak. Onu bilmiyorum. Ama her halükarda bu kadın konusu, çok önemli ölçüde demokrasi konusudur çünkü. Ama o demokrasi konusunu gündeme getirebilmenin şartı da daha önce genelde Müslümanların tavırlarının ortaya konulması açıkça bilinmesi gerekiyor. Çünkü geleneksel anlayışların, tarih içinde oluşturulmuş kavramların, hatta genelde kadın kavramının, radikal bir değişikliğe uğraması gerekir diye düşünüyorum. Orada o değişmeler olmazsa, şu veya bu niyetle yola çıkan demokrasi çabaları da başarılı olmayabilir. Burada belki eksiklik, nihayet bu üç günlük bir toplantı ayrıntıya inemedi, ama öyle bir bildirinin İslam - kadın ve demokrasi konusunun olduğu bir bildirinin olmasını isterdim. Onun da tartışılmasını isterdim. Ama bu konunun önemine binaen ayrı sempozyum konusu yapmakta fayda var.
Hocam, siz de bildirinizde dile getirdiniz, en yalın anlamıyla İslam ve Demokrasinin uyuşabilirliliği görülüyor herhalde?
Kesinlikle. Çünkü biri dindir. Tümüyle özgür iradeye dayalıdır. Bütünüyle kabul edersiniz veya etmezsiniz. Öbürü bir siyasal yöntemdir, büyük ölçüde bir prosedürdür. Ama yine de arkasında tazammum ettiği eski tabirle, içerdiği, toplumla ilgili, insanla ilgili görüşler elbette vardır. O kadar ayırt etmek istemiyorum. Ama her halükarda insanlar kendilerini kim yönetecektir o konuda karar verme hakkına sahiptirler. O yönetenleri değiştirmeye karar verme hakkına sahiptirler. Hukukunu, evrensel insan haklarını ve evrensel hukuku dikkate almak şartıyla hukukla ilgili değişikliklere gitme hakkına sahiptirler. Ve böyle bir irade kullanımı karşısında kendi ilkelerine ters düşse dahi dinin bir zorlama niyeti yoktur. Kendi ahlaki boyutuna bazı şeyler ters düşebilir ama der ki benim boyutuma ters düşse de insanlar onu istiyorlarsa din onun zıddını empoze etmek diye bir şey düşünmez. O yönüyle de bağdaşır hiçbir sorun yok o bakımdan da.
Gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet döneminde devletin ne kadar demokratik anlayış ve sistemler dairesinde olduğu her zaman tartışılmıştır. En azından insan inanç ve özgür-lüklerinin, insan düşüncesinin, varlığının, en iyi şekilde korunması geliştirilmesine yönelik çalışmaları kastedecek olursak bunda bazı şüpheler var. Fakat şunu söyleyebilir miyiz, Anadolu coğrafyasında, Türkiye coğrafyasında açıkça ismini koyalım Aleviler Sünniler içerisinde, kendini İslam olarak yorumlayan insan toplulukları arasında demokrasi içerisindeki kavramların, terimlerin karşılığı olan kimi değerlerin rahat var olmasını sağlayan etmenler var mıydı / var mıdır? Anadolu coğrafyası kendi içerisinde demokrasi zenginliğini taşımış mıydı / taşıyor mu? Bizim bir avantajımız var mı diğer İslam ülkelerine göre demokrasi karşısında?
Bu soru çok zor bir soru. Çünkü teorik bir soru değil. Doğrudan doğruya ampirik bir soru. Bu soru hakkında rahatlıkla konuşabilmek için yeterli ölçüde bilgiye sahip olmak lazım. Ben şahsen bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadığımıza, olmadığıma değil olmadığımıza, inanıyorum. O bakımdan Türkiye’nin her şeyden önce bu sorduğunuz soru açısından kendi tarihini çok detaylı bir şekilde derin bir şekilde incelemesi, işlemesi lazım. Bir kere Sünnilik de zannedildiği gibi çoğu kez homojen değil. Yani şu anda Türkiye’de yaşayan Sünniliğe bakarsanız orada da çok farklı yorumlar var, çok farklı anlayışlar var. Ama yine de genelde bakıldığında şu insanlar şunları şunları yapıyorlar dolayısıyla diğerleri şunları yapmıyorlar yapanlarla yapmayanlar arasın fark var mı? Var. Zaten hepimizin gördüğü, yaşadığı şeyler bunlar. Ama bu ayrı bir şeydir. Bunun evvela temellendirilmesi lazım. Şahsen konuşmak gibi zorlukla karşı karşıya kalmasaydım, akıllıca konuşma endişem olmasıydı, diyebilirdim ki, hakikaten Alevilik hiç bilinmiyor. Aleviliği Alevilerin de bildiğine inanmıyorum. Detaylı olarak, ayrıntılı olarak, tarihsel bakımdan, doküman edilmiş bir şekilde onların da bu konuyu bildiğine inanmıyorum.
Alevilik hakkında konuşalım da benimle beraber evvela nedir senin inandığın diye, sormam gerekir. Onu uzun uzadıya anlattıktan sonra; peki arkadaşım gel bir İslam’i çerçeve diyelim, o çerçeve içinde nereye giriyor, nereye girmiyor? Hatta demokrasi açısından nereye giriyor, nereye girmiyor? Biraz bilgim fazla olsaydı, daha fazla konuşurdum belki. Demokrasi evvela düşünce özgürlüğüne dayanıyor ve bu düşünce özgürlüğü bir bütündür. Sadece siyasette düşünce özgürlüğü olsun ama dinde olmasın, demek olmaz. Bu haklar da, bu ödevler de bütünlük içinde ele alınır. Tipik bir Alevi geleneği, siyaset bakımından, kadın–erkek eşitliği bakımından sorun yok ama diyelim dede–cemaat ilişkisi bakımından ne kadar bağlayıcı, veyahut da soydan gelme meselesi ne kadar demokrasiyle bağdaşır, veyahut da kendilerini manevi bir şecereyle bir yere kadar götürme bu içinizde bir duygu olarak güzeldir ama sosyalleştirdiğiniz zaman ne anlam ifade ediyor bu, eğer bir anlam ifade ediyorsa. Çok enteresan şeyler var mesela hem Türklükle bazı Alevi kardeşlerimiz övünürler hem de soylarını soplarını Hz. Peygamber’e kadar götürürler, Hz. Ali’ye kadar götürürler biraz zorlanınca da, bu manevi şeydir, derler. Ne demek bir insanın manevi şeceresi. O zaman hiç farkımız yok. Manen biz de, Sünni de Hz. Peygamber’e kadar gidiyor. Ondan öğrendik İslam’ı. Alevi de oraya kadar gidiyor. Yani orada da açıklanmamış, açıklanması zor olan problemler var. Hatta bana sorarsanız, cemaatin dışa açık olup olmaması meselesini hem bugünkü gerçekler hem de tarihi gelenek açısından düşüneceksiniz. Açık olmayı sadece turistlik çerçeve içerisinde düşünürseniz o ayrıdır, ama felsefede içe kapanma dediğimiz şey ayrıdır. Mesela biraz zorlanırsa geleneksel Alevi’de tarihsel şartların ortaya çıkardığı bir sonuç olarak, meydan buldular da oynamadılar mı insanlar, bunlar ayrı şeyler. Ama her halükarda meydan bulamazsınız oynayamazsınız, oynayamama bir nitelik haline gelir. Cemaat anlayışında cemaat felsefesinde bir nitelik haline gelir ha o niteliği bugün yeniden yorumlamazsanız ve kırmazsanız demokrasi açısından bir sıkıntı doğurabilir. Bir insanın bir insana söylediği söz ne kadar bağlayıcıdır. Yahut da dediğim gibi, soydan gelmenin rasyonel yanı nedir? Bugün mesela biz genel demokraside saltanatı eleştiriyoruz. Diyoruz ki saltanat Emevilik’ten itibaren soya sopa dayanıyor diyoruz. İslam’a karşıdır diyoruz. İslam’ın esprisine, manasına karşıdır diyoruz. Şimdi burada bunu söylüyorsak açıkçası dini hiyerarşi içinde de bunu söylememiz lazım. Yani bir dedenin oğlunun dede olmasını savunacaksınız, hem de diyeceksiniz ki, cemaat önderi olarak manevi mürşidi olarak onu seçer ve onun peşinde gider bunlar iyice tartışmadan öyle kolaya kaçıp falan cemaat böyledir, falan cemaat şöyledir demek kolay değildir. Benim kanaatimce özellikle rasyonalite açısından Aleviliğin umdelerinin gözden geçirilmesi lazım. Felsefi açıdan gözden geçirilmesi lazım. Dayandığı temel felsefi ilkeler nelerdir, bu ülkeler hakikaten ne kadar ne kadar rasyoneldir? Bunları sormak lazım. Hatemi Hoca konuşmasında Şiiliği epeyce yumuşattı. Fakat uygulamaya döndüğünüz zaman Humeyni’nin sözü bağlayıcıydı, adı cumhuriyet dahi olsa (İran İslam Cumhuriyeti olsa da) Eğer bir adamın söylediği kanun gibi ele alınacaksa orada demokrasiden söz edemezsiniz. Demokrasi olmaz. Bunu biraz daha küçültün, mikro düzeye getirin, benzer şeyler tarikatlarda oluyor. Tarikatlarda gönül bağı vardır. O da demokrasiye daha uygundur. Yani hukuki çerçeve açısından düşünenler daha fazla zorluk çekerler. Oysa Müslümanlığa gönül işi dediğiniz zaman siyasete karışmazsınız. Siyaset kendi başına gider ve siz ona bir mana bir ruh vermeye çalışırsınız. Ama bugünkü İslam ülkelerindeki uygulamalara geldiğiniz zaman, tarikatların da önemli ölçüde siyasetin içinde olduğunu görüyoruz. Olsun diyelim ki, zararı yok. Tarikatın başındaki adamın söylediği eğer, müridin oy vermesini doğrudan doğruya etkiliyorsa, mürit kafasını kullanmadan, şeyhi hangi partiye oy vermemiz gerekir sorusuna şu partiye oy vereceksiniz diyorsa, o da hiçbir rasyonel süzgeçten geçirmeden, madem bunu şeyhim söyledi bunda bir hikmet vardır, diyorsa o zaman demokrasi olmaz. Şu anlamda olmaz, yani orada demokrasi bir zihin yapısını da gerekli kılıyor. Yani kendiniz, sorumluluğunuzu bileceksiniz, kendiniz onu ölçeceksiniz. Şeyh gerekli bilgiye sahip, veya kendisine bildiriyor, elbette onun söylediği doğrudur derseniz, o mantık içerisinde o doğru olabilir ama doğrusunu söylerseniz, ben bunun demokratik bir haleti ruhiyeye, gireceğini inanmıyorum. Böyle, bir demokrasi kültürünün gelişebileceğini inanmıyorum. Bu konuda açıkçası kendimi daha objektif, rasyonel, pozitif çizgide görüyorum. Böyle hikmetlerle vb. problemlerin halledilebileceğine inanmıyorum. Bunu niye söyledim. O tarikat anlayışının önemli bir yere kadar Alevi anlayışını da içine aldığını biliyorum ben.
Peki bu objektivitenin sahibi Mehmet Aydın Hocamız, neler önerir insanlarımıza, yazarlara, ilahiyatçılara. Sizce bu konular akademisyenler tarafından yeterince araştırılıyor mu tartışılıyor mu, çaba sarf ediliyor mu? Demokrasi, İslam, Devlet, Alevilik, Şeriat, Sünniler, kadın, insan hakları televizyonlara, gazetelere bakacak ve onlarla yetinecek olursak sonumuz felaket? Üniversitelerimize ise baktığımızda ya yetersizlik var ya da insanlarla buluşmuyor bu çabalar? Sempozyumlar, kitaplar, dergiler sınırlı ve dinlenmiyor, okunmuyor.
Doğru. Ama tabii birtakım şeyler yapılıyor Türkiye’de. Son birkaç senedir siyasal bakımdan çok iyi bir konumda olmamamıza rağmen çeşitli sebeplerden dolayı. Duygusal ve entelektüel olarak bir açılma gösterdiğimiz doğru. Bugün Türkiye’de milyonlarca insan Alevilik konusunda eskisinden farklı düşünüyor. Ben biliyorum en azından bunu. En azından insanlar Alevilik hakkında daha toleranslı düşünüyor. Birisi ben Aleviyim dediği zaman tepki görmüyor. Eskiden bu daha zordu. Şimdi toplum bunu yavaş yavaş aşmaya çalışıyor. Özellikle son 15-20 seneyi düşünürsek, bazı anlayışlarla, bazı siyasi ideolojik anlayışların birleşmesi zayıfladı. Mesela Alevi toplum büyük ölçüde kendisini dini bir toplum olarak kendisini siyasi şeylerden ayırıyor. Diyor ki beni kullanma. diyor. Solcu olacaksan ol, Marksist olacaksan ol ama beni kullanma diyor. Yani bununla Alevilik arasında organik bağ kurma diyor. Bu son derece önemli. İşte o zaman bu cemaatın dışında olan diyor ki, onla o farklı diyor. Sünni’nin de Marksist’i var, Alevinin de Marksist’i var diyor. Son on, on beş yıl içinde işler o kadar karıştı ki, o kadar kötüye kullanıldı ki, bir sürü yanlış imaj var. Korkutucu yanıltıcı imajlar ortaya çıktı. Şimdi asıl yapılması gereken şey, Türkiye bunu yapabilir mi bilmiyorum. Bir Alevinin bir Sünni’ye; bir Sünni’nin de bir Aleviye “Gel bakalım kardeşim sen nelere inanıyorsun?” demesi gerekir. Bunu bir Hıristiyan’a sormayabiliriz. Bunun Türkiye’de çok entelektüel boyutta tartışılması gerektiğine inanıyorum. Bir kişinin bir şeye İslam’i demesine bir başkasının inanma zorunluluğu yoktur. Öyle bir mecburiyet olmayabilir. Öyle bir mecburiyet olmayabilir. Ama tartışırsanız, (teslisi benim tartışmaya ihtiyacım yok) Hz. Ali’ye bağlı olma felsefesinin evvela genel din anlayışı felsefesi, sonra demokrasi vs. anlayışı için müzakere etmemiz lazım. Gerçekten Hz. Ali’ye bağlılık ne kadar irrasyonel unsurlar içeriyor. Demokrasiye inanıyorsanız gerçekten bugün Hz. Ali gelse de demokrat olmak zorundasınız. Diyeceksiniz ki, ya Ali programın ne kardeşim? Bunu istemezseniz işte o demokrasi değildir. Belki zor ama, kolay değil bunlar. Eğer Peygamber gelip siyaset yapacaksa (vahiy ayrı konu), siyaset yapacaksa, siz bu soruyu sormak zorundasınız. Ben bu soruyu nasıl sorarım! dediğiniz zaman o demokrasi değildir. Siz Hz. Ali’ye soramıyorsunuz, öbürü şeyhine soramıyor böyle böyle aşağı kadar geliyor. Benim irrasyonellik dediğim bu. Evvela neye inanıyor insanlar, ilkeleri neler, umdeleri neler onları bilmem lazım benim. Öyle naif şeylere inanıyorlar ki insanlar. Mesela bir Aleviye soruyorum, neye inanıyorsun diye, hocam diyor, Sünnilikte namaz vardır bizde niyaz vardır. Peki nedir bu niyaz, eğilmez diyor, canım bu bizde de var, Sünnilikte de var. Altı, üstü var, secdesi var vb. bunu tartışmazsanız içi dolu zannediyorlar, bir şey var zannediyorlar. Benim dostlarım var, diyorlar ki, işte hocam bu mescitler fitne fesat yeridir. Oturup konuşmamız lazım bunu. Böyle inanıyor çünkü. Falanca zamanda fitne fesat yeri oldu diye, şimdi bu benim hayatımı niye ilgilendiriyor. O nedenle Sünniliğin de demokrasi açısından kendi kendini yenileyebilmesi lazım, kavramlarıyla vs. birlikte, umarım bununla yanlış anlaşılmam, Aleviliğin ve Şiiliğin de, daha fazla ruhaniliğe dayandıkları için, daha fazla kendilerini gözden geçirmeleri lazım. Bunu yapmadan derine inemeyiz, kabukta kalırız. Hakikaten ben Aleviliği biliyorum, bunu arkadaşlarıma dostlarıma anlatabilirim diyenlerin, oturup çok ilmi bir seviyede, öyle çok halka da açık değil (alkışı beklersek ondan bir şey çıkmaz) bunları tartışmamız lazım. CEM Vakfı’nın düzenlediği ilk toplantıya katılmıştım, çok enteresan, üç dört Alevi kardeşim beni bir köşede sıkıştırdılar, yahu hocam Alevi olduğunu niye söylemiyorsun, niye saklıyorsun, dediler. Yahu niye gizleyim, nerden çıkarıyorsunuz bunu dedim. Cevapları o kadar tatlı ki, hocam bir Sünni bu kadar tatlı olamaz diyorlar. Bunu değiştirmemiz lazım. Ben Sünni’yim ve tatlıyım. Bunu değiştirmemiz lazım.
Hocam burada kayıttayız, sizden söz istiyorum. Uzun soluklu geniş bir söyleşi için söz istiyorum.
İnşallah. Şu idari işlerim hafiflesin, sözüm söz.
İSAV’IN “İSLAM VE DEMOKRASİ” SEMPOZYUMU
Ayhan Aydın
Değişen dünyamızda ve ülkemizde: İslami ilimlerin her dalında araştırma yapmak ve yaptırmak, araştırmacılar yetiştirmek gayesiyle araştırma merkezleri oluşturmak, paneller, sempozyumlar düzenlemek; kitaplar basmak, bu alanlarda araştırma yapan yerli ve yabancı bilim adamlarıyla ilahiyatçılarla, kuruluşlarla işbirliği içine girmek amaçlarıyla kurulmuş olan İslami İlimler Araştırma Vakfı; tarihi bir etkinliği daha başarıyla organize etti.
İSAV tarafından 27 - 29 Kasım l998 tarihleri arasında Topkapı Eresin Otel’de düzenlenen “İslam ve Demokrasi” isimli uluslararası sempoyumda; onlarca bilim adamı, ilahiyatçı, araştırmacı, gazeteci; VI. oturumda İslam ve Demokrasi kavramlarını, bunların birbirleriyle olan iletişimlerini, bağlantılarını, uyuşum ve uyuşumsuzluk noktalarını tartıştılar.
Sempozyumun açılışında bir konuşma yapan İSAV Başkanı Prof. Dr. Ali Özek, böyle bir sempozyumu düzenlemelerinin ülkemiz insanının ortak yararı için hayırlı olmasını dilerken şunlara değindi; “İslam’da şura vardır, şurada da seçim vardır. İslam’da tam bir inanç ve düşünce özgürlüğü vardır. İslam’da mülkiyet hakkı vardır. Din, dil, ırk ayrımı yapmayan İslam’da hakça bölüşüm esastır. Her şeyde dinin insan yaşamına karışması doğru değildir. İran, Pakistan gibi ülkelerde gördüğümüz İslam Cumhuriyetleri isimlendirmeleri yanlıştır. Demokrasi ve İslam uyuşmaması diye bir şey söz konusu değildir. “Açılışta bir konuşma yapan FP Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş da bazılarının İslam adına demokrasi düşmanlığı yaptığını bunun yanlış olduğunu söyledi. Yalçıntaş, “İslam ilahi bir nizam, itikat, ibadet, ahlak yoludur, anlayışıdır, İslam’ın demokrasiye aykırı olduğu görüşü yanlıştır” dedi. Ayrıca BBP Genel Sekreteri Recep Kılıçbay ve YDP Genel Başkanı Hasan Celal Güzel de birer konuşma yaptılar.
Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun başkanlığındaki ilk oturumda; Ülkemizin gerçek bir değeri, güzel insan Prof. Dr. Mehmet Aydın’ın sunduğu “Din, Siyaset ve Demokrasi” isimli tebliğ tam bir düşünce, sağduyu, felsefe ürünü niteliğindeydi. Prof. Dr. Mehmet Aydın, dini siyaseti demokrasiyi İslamiyet’i nesnel, tarihi gerçeklikleriyle ele alıp birbirine karıştırmadan incelemek gerektiğini, spekülatif, önyargılı yaklaşımların kavram ve terimlerin anlaşılmasında; birbiriyle ilişkilerinin incelenmesinde bizleri yanlışlıklara sevk edeceklerini söyledi.
Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın başkanlığındaki II. Oturumda tebliğini sunan Prof. D. Hans Koechler, “Batı Demokrasisinin Oluşumu ve Felsefi Temelleri”ni anlatırken, Batı Demokrasi ve köklerini, bunun Yunan Medeniyeti’ndeki esinlenme kaynaklarını, Avrupa’da ki demokrasi anlayışının oluşmasında Batılı elitlerin çabalarını ve Batı demokrasisinde yaşanan sorunları dile getirdi.
Başkanlığını Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez’in yaptığı III. Oturum’da; “İslam Siyasi Düşüncesinde Siyasi Katılım, Meşruiyet ve Çoğulculuk” isimli tebliğinde daha çok Mısır’daki uygulamaları anlatan Prof. Dr. Tarık el - Bişri, İslam’ı kabul eden insanların demokrasiyi de kabul ettiklerini bunun doğal olduğunu, 120 yıldır modern sistemleri, bazı kültürel birikimleri çağdaş Batı’dan, aldıklarını söyledi. Bişri, yalnız Batı’dan alınan her tecrübenin her bölgede ve yerde aynı etkiyi yapmadığını konuşmasında belirtti. Tebliğdeki müzakerecilerden Prof. Hümayun Himmeti ise demokrasinin İslam’la tam bir uyum içinde olmadığını, fakat yine de İslamiyet’in ve demokrasinin belli seviyelerde buluşabildiklerini / bileceklerini, demokrasiye alternatif aramak için erken olduğunu söyledi.
“Uluslar arası İlişkilerde Demokrasi; İdealler ve Uygulamalar” isimli bir tebliğle Sempozyuma katılan ABD’den Prof. Dr. Richard Falk; özellikle ABD’deki demokrasi anlayışına değindiği konuşmasında, din–siyaset ayrımında kamusal alanda devletin din hakkında nötr olması gerektiğini, aynı şekilde demokrasi ve siyasi kültürün de birbirinden ayrılması gerektiğine değindi.
“Çağdaş Arap Dünyasında İslam ve Demokrasi: Teori ve Uygulama” isimli tebliğle sempozyuma Lübnan’dan katılan Prof. Dr. Es’ad es–Sahmerani ise sözlerine İslam hakkında bazı yanlış anlayışların düzeltilmesi gerektiği yönündeki açıklamalarıyla başladı. Sahmerani, İslam devleti, İslam cumhuriyeti, İslam fuarı vb. tabirlerinin terk edilmesi gerektiğini bunların dinde yeri olmadığını söyledi. “İslam halklar arasın bir kültürel alış veriştir. Bizler, İslam Şeriatı ve fıkıhını birbirine karıştırıyoruz. İslam dindir ve bu ifade yeterlidir. Dünya işlerini din karşıtı görmek yanlıştır. İslam Allah’ın koyduğu esasların dinidir. Demokrasi adına Allah’ın kimi hükümlerini görmezlikten gelemeyiz. Demokrasi ithal ederken aynen almamalıyız. Bize uyduğunca kimi değerlerini alabiliriz. Her coğrafyanın şartları başka başkadır. İslam’da şura vardır. Şura hayattır. Demokrasiden daha kapsamlıdır. Demokrasi siyasi yönetme sistemidir. Bizim toplumumuza uygun demokrasi şura ile elde edilebilir. Marksist devletçiliği, ABD liberalizmini ben reddediyorum. Kimi araştırmacılar fil kulelerinde oturuyor, halktan haberleri yok. Biz dinin emirlerini ve toplumun sorunlarını görmezsek gerçekçi olamayız” şeklinde konuştu.
Müzakerecilerden Prof. Dr. İbrahim Dakuki Batı demokrasinin sosyal yaşama önem verdiğini, toplumu bireyden daha üstün gördüğünü söyledi BBC Ortadoğu Bölümü Muhabiri Dr. Hüsnü Mahalli ise Ortadoğu’daki İslam ülkeleri yönetimlerinin demokrasi ve insan hakları ile ilgisi bulunmayan yönetim anlayışlarını eleştiren bir konuşma yaptı. Mahalli konuşmasında, demokrasinin bir sonuç değil bir süreç olduğunu, medyanın günümüzün en önem verilmesi gereken araçların başında yer aldığını söyledi.
“Liberalizm ve Demokrasi” isimli tebliğle sempozyuma katılan Liberal Düşünce Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Attilla Yayla, totaliter, insan iradesine ters yönetim anlayışlarının hiç kimseye bir yarar getirmediğini, getiremeyeceğini söylediği konuşmasında, “bütün güzellikler İslam’dadır, şuradadır, buradadır vb. ifadelerin yanlış olduğunu, düşünce çoğulculuğuna, çeşitliliğine dayalı fikirlerin önemine değindi.
Sempozyumda ayrıca Prof. Dr. Hüseyin Hatemi “Demokrasi ve Hukuk Devleti”, Prof. Dr. Ermi Eraslan “Türkiye’de Demokrasi Tecrübesi: Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Çok Partili Döneme Geçiş”; Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay” “Demokrasi İslam Arasında Çok Partili Hayata Geçiş ve Sonrası” isimli tebliğlerini sundular. Ayrıca gazeteci yazarlar; Taha Akyol, Nazlı Ilıcak, Etyen Mahçupyan da konuyla ilgili görüşlerini açıkladılar.
Üç gün boyunca onlarca ilahiyatçıyı, bilim adamı, araştırmacı –gazeteci - yazarı bir araya getiren sempozyumda çok önemli konularda konuşmalar yapıldı, tebliğler sunuldu. İSAV “İslam ve Demokrasi” isimli sempozyumun tüm tebliğlerini kitaplaştırarak ilgililere sunacak.