HAKKI SAYGI

HAKKI SAYGI

(BEKTAŞİ BABASI, YAYINCI, YAZAR)

Hakkı Saygı, Bektaşi (Babai) babaları içinde ayrı bir yeri, ayrı bir rengi olan değerli bir insanımız.

Kendisine özel yarattığı düşünce dünyasında, kültürel ve felsefi derinliği barındıran bir yapısı da var.

Çok köklü Alevi ocaklarından Seyyid Sultan Süceattin Veli Ocağı / Dergahı’na bağlı olarak, bu ocağın bir rehberi olarak, babası olarak otuz yıldır posta oturup, cemler yürüten; aynı zamanda Alevi/Bektaşi inancıyla ilgili bilgileri bir araya getirip bir sentez yapma uğraşısında olan Hakkı Saygı’yla söyleşimin yararlı olacağını umarım.

 

AYHAN AYDIN

 

Kendinizden, yaşamınızdan bize kısaca bahseder misiniz? 24 Şubat 1932 yılında Bulgaristan’ın, Silistre kasabasına bağlı Dulova yakınlarında ki, Kolobina Köyü’nde doğdum.1935 yılında ailemle birlikte Türkiye’ye göç ettim. 1935-1951 yılları arasında Tekirdağ’a bağlı Hayrabolu’nun Duğcalı köyünde yaşadım. 1951 yılında ailemle birlikte İstanbul’a göç ettik. Köyümüzde okul çok geç açıldığı için, okuyamadım. Ancak, İstanbul’a geldiğimde, okul dışından imtihana girerek ilkokul diploması aldım.Askerlikten sonra, özel bir kursu bitirerek, uluslararası telsizci olarak önce Yeşilköy Meteoroloji memurluğuna, daha sonra da Devlet Hava Meydanlarına telsizci olarak girdim. Daha sonra bir yıl içinde ortaokulu, iki yılda da liseyi bitirerek üniversiteye girdim. Edebiyat okumayı arzu etmeme rağmen Ticari İlimleri seçtim. Memuriyetimin 4 yılı İzmir’de, 7 yılı Trabzon’da geçti. 1968’den 1979’a kadar hava trafik kontrolörü olarak Yeşilköy Hava Limanı’nda görev yaptım.

1979’da emekli olarak görevden ayrıldım ve kendi işimi kurdum. Ticari hayata matbaacılık ve yayıncılıkla başladım. İşimin gereği olarak yayın ve yazma fırsatını buldum. Şu anda okullarda okutulan bir Tarih, bir İlköğretim, bir Ortaöğretim ve bir de Büyük Dünya Atlasım bulunuyor. Lise 1. ve Lise 2. sınıflar için Osmanlı Tarihi kitaplarını yazdım, fakat kredili sistemin tedrisattan kaldırılmış olması nedeniyle, yayınlama imkânım olmadı. Bu merakım devam etti ve önce Rumeli’de, özellikle Deliorman yöresinde bir erkânname niteliğinde olan “Şeyh Safi Buyruğu”nu Türkçeleştirerek, yeni yazıyla yayınladım.

Sonra Otman Baba ve Demir Baba Velâyetnamelerini yeni yazıya çevirerek yayınladım.

Bu merakım devam etti. Daha sonraki yıllarda  Akyazılı Sultan dergahı dervişlerinden Hafız Yemini Hazretlerinin kaleme aldığı Hazret-i Ali Faziletnâmesi’ni özetleyerek Türkçe olarak yayınladım.

Onun ardından da “Allah- İnsan ve Sırları adlı tasavvufi kitabımı yayınladım. (Kitap ikinci baskı yaptı.)

(Son olarak Hakkı Saygı’nın CEM Vakfı Yayınları arasından Soru ve Cevaplarla Alevilik Bektaşi İnancı isimli kitabı yayınlandı. CEM Vakfı Yayınları: 11, İstanbul, 2005. A. Aydın)

Uzun zaman Cem Dergisi’nde Tasavvuf ve Felsefe konulu yazılar yazdım.

 

Siz, Bulgaristan Alevi-Bektaşilerindensiniz. Hangi dergâha ya da ocağa bağlısınız? Köyünüzün en karakteristik özellikleri nelerdir? Babalarınızdan, yörenizde yürüyen erkânlardan hatırladığınız izler nelerdir? Biz, Baba İlyas Horasani’nin Amasya Dergâhı’nda başlattığı Babai tarikatına mensup kimselerin soyundan geliyoruz. Dedelerimiz, Karaman yöresinden Rumeli’ye gönderilmişler.

Daha önce dedelerimiz, Bulgaristan’nın Haskova yöresinde dergâhı bulunan  Otman Baba’ya bağlı imişler. Ancak Otman Baba mücerret olduğu ve yerine kendi soyundan birisini bırakamadığı için, Otman Baba ile çağdaş olan ve Otman Baba’nın da rehberliğini yapmış bulunan Süceadin Veli Ocağı’na bağlanmışlardır.

Bunun sebebi ise, bugün Otman Baba Ocağı’nın başında Seyyid soyundan gelen birisi yoktur. El-ele, el-Hakk’a prensibine göre tüm Otman Baba muhipleri, bugün Süceaddin Veli’ye bağlıdırlar ve bu ocağı kutsarlar.

Ben de babalık icazetimi bugün hâlâ dergâhın Mürşidi olarak posta oturan Nevzat Demirtaş Dede’den aldım, beni posta o oturttu.

Aslında Otman Baba, Süceaddin Veli ve Karpuzu Büyük Hasan Dede, Kalenderi kökenlidirler, bundan dolayı da bir zincirin halkaları sayılırlar. Buna bağlı olarak, Süceaddin Veli Ocağı’ndan Şeyh Nuri Efendi ve yardımcıları, 1911 yılında Bulgaristan’ı ziyaret etmişler ve pek çok Babai kökenli Aleviyi, kendi ocaklarına bağlamışlardır. Bunun ardından Deliorman yöresinden Molla Ahmet Baba ve Otman Baba’nın dergâhının bulunduğu Haskova ve Kırcali yöresinden de Mihman Dede (Çorlu’da bulunan Avukat Faik Güldere’nin dedesi), Eskişehir yakınlarında bulunan Seyidgazi ilçesine bağlı Aslanbeyli köyünde bulunan Süceaddin Veli Dergâhı’na gelip, uzun süre hizmet etmişler ve kurbanlarını keserek buradan icazet almışlardır. Bu iki zât, uzun yıllar Bulgaristan’da Süceaddin Veli Halifesi olarak görev yaptılar ve bugün hâlâ bu sistem orada devam etmektedir.

1924 yılında da Şeyh Nuri Efendi’nin oğlu Şeyh Hakkı Efendi, Bu yöreyi ziyaret etmiş, Bulgaristan’da bulunan tüm muhiplerin teker teker kaydını yapmıştır. Bugün bu belgeler hâlâ Süceaddin dergahında mevcuttur ve benim elimde de birer kopyası vardır.

1992 yılında kendi arabamla bugün Süceaddin Veli Dergâhı Şeyhi Nevzat Demirtaş Dede, eşi Nadire Anabacı, benim eşim Fahriye Anabacı, dördümüz bir ay Bulgaristan ve bu  yörelerde cemlere katıldık. Bu vesile ile yukarıda bahsettiğim kayıtların doğruluğunu da gördük. Kırktan fazla babanın cemine misafir olduk. Cemlerde daha çok Şeyh Safi Buyruğu izleri görülmektedir.

1992’de, kendi arabamla Süceattin Veli Dergahı Şeyhi Nevzat Efendi, Nadire Anabacı ve eşim Fahriye Anabacı, dördümüz bir ay Bulgaristan’a gittik ve bu yörelerde cemlere katıldık. Bu vesileyle yukarıda bahsettiğim kayıtların gerçek olduğunu da gördük. Kırktan fazla babanın cemine misafir olduk. Cemlerde daha çok Şeyh Safi Buyruğu izleri görülmektedir. Bütün yöre cemlerinde olduğu gibi, gizlilik en öndedir. Ayrıca musahibi olmayanlar cemlere giremezler.

 

Bulgaristan’daki cem-cemaatlerle Anadolu’daki erkânlar arasında ne gibi farklar vardır? Anadolu cemlerini çok iyi bilemiyorum. Değişik yörelerde bazı cemlerde bulundum, bir de Şahkulu, Karacaahmet ve Yenibosna’da gördüğüm cemler var. Anadolu cemlerinin gerçek karakteristiğini yansıtmıyordur herhalde bu cemler.

Ben, bizim cemlerin özelliğini anlatayım; Baba ve anabacı postta beraber oturur ve birlikte temsil edilir. Muhipler kesinlikle ceme eşleriyle birlikte gelirler (Eşi vefat etmiş erkek ve bacı hariç).

Babai, yani Otman Baba koluna bağlı olanlar (Sonradan Sücaeddin Veli Dergâhına bağlı), çift ve tek menzilli olarak ikiye ayrılırlar.

Çift menzilli olanlar, niyaza eşleriyle birlikte gelirler. İkrar merasimi sırasında tek bir kurban keserler.

Tek menzilli olanlar erkek ve bacı ayrı ayrı niyaza gelir ve ikrar verirken erkek için ayrı, kadın için ayrı kurban kesilir ve mürşidin huzuruna tek tek geliyorlar. Çift menzillilerde musahiplik, tek menzillilerde ise musahiplik yerine ana, baba tutmak vardır. Bu şu demektir, bir talibe ana-baba olan kimse, onun rehberidir, mürşidin huzuruna talibi o götürür. Daha sonra da ömür boyu bu kimse yola soktuğu ve rehberliğini yaptığu bu kimseleri, kendi öz evlatlarından ayırmaz, talip canlar da bu rehber çifte “ana-baba” derler.

 

Yörenizdeki cem, cemaat, erkân yürütme şekillerini anlatır mısınız? Bildiğim kadarıyla, Rumeli yöresinde babalar saz çalarak erkân yürütmezler. Sazı genellikle yerine göre cemin zakirleri çalar. Bizlerde ve genellikle Rumeli yöresi Alevi-Bektaşi cemleri, ibadet, hizmet ve sohbet bölümü olarak, üç bölümden oluşur. Deliorman yöresi cemlerinde, önce tüm muhipler, eşleriyle birlikte niyaza gelirler. Niyaz faslı bitince, gözcü, çerağcı, ve saka huzura gelip, meydanı açarlar. Çerağcı çerağları uyandırır, gözcü erkânı başlatır. Babalar, Türkçe dualar ve gülbanklar okuyarak, muhiplere halka namazı kıldırırlar. Namaz faslı bitince, hizmet bölümü başlar.

Hizmetler çeşitlidir. Örneğin; ikrar, musahiplik, görgü, dârdan indirme, düşkünlükten kaldırma ve herhangi bir adak hizmeti olabilir. Hizmet erkânı bitince, sohbet erkânı başlar. Zakirler, yerine göre deyiş ve duazlar söyleyerek, muhabbete yön verirler. Yeri geldikçe bacılar da anlamlı nefesler ve duazlar söyleyerek muhabbete anlam kazandırırlar. Zakirler genellikle Tanrısal anlamları içeren nefesler ve duazlar söylerler ve bunların manalarının açıklanmasını isterler. Örneğin; Edip Harabi’den;

 

Daha Allah ile cihan yok iken,

Biz anı var edip ilân eyledik.

Hakk’a hiçbir lâyık mekân yok iken,

Hânemize aldık mihmân eyledik.

 

Kendisinin henüz ismi yok idi,

İsmi şöyle dursun, cismi yok idi.

Hiçbir kıyafeti resmi yok idi,

Şekil verip, tıpkı insan eyledik.

 

Kul Himmet’ten de bir başka örnek;

 

Tâ kaalûbelâdan sevdik, seviştik,

Bizim ile ezelden yârdır muhabbet,

Üstâd nazârında ikrar konuştuk

Mü’mine kadim ikrardır muhabbet.

 

Sohbet erkânı, bu gibi Tanrısal içerikli nefeslerin söylenmesi ve bunların bâtıni anlamlarının açıklanması şeklinde geçer.

 

Türkiye’de sizin yöreye en yakın ibadet şekilleri nerelerde, kimler tarafından uygulanmaktadır? Anlatmaya çalıştığım erkân usullerine uygun olarak, Bulgaristan’ın Deliorman, Razgrad ve Varna yörelerinden gelmiş İstanbul, Çorlu, Edirne, İzmit ve Karamürsel yörelerinde bulunan babalar, çok az nüans farklılıklarıyla yürütmektedirler.

Yine Otman Baba ve Kızıldeli Sultan’a bağlı bulunan babalar da anlattığıma yakın erkân yürütmektedirler. Bunlar da yine İstanbul, Çorlu, Edirne, Uzunköprü, Kırklareli gibi yerlerde bulunuyorlar.

Bu saydığım yörelerdeki genellikle Kızıldeli Sultana bağlı Bektaşi Babalarıyla aramızda sadece niyaz farklılıkları bulunuyor. İstanbul’da Firuzköy, Ortaköy, Edirne’de Musulca, Yeniköy ve Nasuhbey köyleri bu saydıklarıma dahildir.

 

Siz bir Bektaşi olarak kime bağlısınız, yada kimler size bağlı? Sizin de, bizim de çok sevdiğimiz Nevzat Demirtaş bir ocakzâde olmasına rağmen, Bulgaristan’da da birçok baba ve Türkiye’deki bazı babalar onu çok seviyorlar. Bu konuda bizi nasıl aydınlatabilirsiniz? Önce sizin babalığınız nasıl oldu? Yukarıda da söylediğim gibi, biz önceleri Otman Baba Ocağına bağlı olmamıza rağmen, şu anda Sücaeddin Veli Ocağına bağlıyız. Çünkü, yukarıda anlattığım gibi, el ele, el Hakk’a prensibi içinde, birer dikme baba olmamıza rağmen, soyunun Evlâd-ı Resule dayandığını bildiğimiz bir ocağa bağlı olmamız gereklidir. Bu sebeple, Bulgaristan’da bulunan Abdullah Baba da, Sücaeddin Veli Ocağının halifesi olarak Bulgaristan’daki babaların hizmetini görmektedir. Türkiye’de Nevzat Efendiye bağlı bulunan babaların onu sevmesi, sayması bu sebeptendir.

Nevzat Efendi, “Evlâdiyedir”, yani soyu bir ocağa bağlıdır. Bizler ise “Erbabiyeyiz”, yani bu işi en iyi kim yaparsa, o posta oturur. Erbabiye babaları muhipler seçer, evlâdiye baba veya dedelerse soydan gelirler. Onların bu işi yapıp yapamayacağı aranmaz.

Sücaeddin Veli Ocağı postnîşini olan Nevzat Efendi, kendine bağlı babaların senelik görgülerini yapar, Hakk’a yürüyen babaların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlere taliplerin uygun gördüğü kimseyi baba olarak görevlendirir.

Benim posta oturmam şöyle oldu: 1975 yılında babamın Hakk’a yürümesinden sonra, babama bağlı canlar, benim baba olmamı istediler. Onların bu isteklerini kıramadım ve Sücaeddin Veli Ocağına bağlı olarak, bu yörede hizmet görmeye başladım.  Şu anda bana bağlı elli çifte yakın muhip bulunuyor ve ben de gücümün yettiğince onların yol, erkân, cem cemaat hizmetlerini yerine getirmeye çalışıyorum.

 

Yukardaki soruya bağlı olarak bir tartışmayı gündeme getirmek istiyorum; dedebabalığa bağlı halifebaba, baba, dervişlik mertebelerinin yürüdüğü sistem dışında, farklı Bektaşi uygulamaları var. Örneğin; dedebabalığa bağlı halifebabalar, babalar, Balkanlar ve Rumeli’deki babalık sistemine karşı çıkıyorlar. Onları resmen tanımıyorlar. Bu uygulamayı kabul etmeyen babalara ne diyeceksiniz? Bu ayrımların nedenleri nelerdir sizce? Siz,  şu andaki baba, halifebabaları ve dedebabayı tanıyor musunuz? Rumeli ve Balkanlar’daki babalık sistemine karşı çıkan kimselere, diyeceğim hiçbir şey yok. Buyruklarda yazıldığına göre, Evlâd-ı Resul soyundan gelmeyen hiç kimse baba dikemez, talibi ikrara getiremez. Bizim babalık sistemini kabul etmeyen kimseler, hiçbir ocağa bağlı olmayan kimselerdir. Ancak bu kimseler, dedebabalık sistemini kabul ederler, 1520-27 yılları arasında bir Kalender Çelebi isyanı olmuştur. O günün Padişahı Kanun’i kayınbiraderi olan Server Paşa’yı Hacı Bektaş Dergâh’ının başına getirmişti. Çelebileri devre dışı bırakmak isteyen Kanuni, bunda da başarılı olmuştur. Sersem Ali namı ile ilk Dedebaba olan Server Paşa’dan bu yana bu sistem günümüze kadar devam etmektedir.

Bugün bu sisteme bağlı olan yukarıda adını saydığınız kimseler, benim de içersinde bulunduğum sistemi beğenmeyebilirler. Herkes inandığı yoldan yürüyecektir.

Rahmetli Turgut Koca ve yine Rahmetli Avni Baba, bize bağlı canlara erkân göstermiyorlardı. Buna karşıyım ve mantığım bunu kabul etmiyor. Evet, bir gizleme var, ancak bu gizlilik nedir, niçin gizlenmiştir? Biz, bunların üzerinde durmalıyız. 1826’da, II. Mahmut Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmadan önce Bektaşi dergâh ve ocaklarını kapattı. Bu toplum üzerinde çok baskı uyguladı, tüm kitaplar yok edildi. Bu tarihten itibaren, yol-erkân yürütmek çok güçleşti. Cem, cemaat ve erkânlar, kendi çocuklarından dahi gizli yürütüldü. Bugün, bu sorunlar ortadan kalkmıştır. İstanbul ve dışında pek çok cem ve kültür evleri açılmıştır. Anayasada resmen serbest olmamasına rağmen, devletin ileri gelenleri bizlere destek vermektedirler. Televizyonlarda, radyolarda, panellerde rahatlıkla Alevilik-Bektaşilik tartışılabiliyor. Hâl böyle iken, bizim birbirimizden cem, cemaat gizlememiz doğru mudur?

Ben diyorum ki, Rumeli ve Balkanlardaki Alevi-Bektaşi babaları, gelin bir araya toplanalım. Farklı olan cem ayinlerini kamerayla tespit edelim. Sonra bunların benzer yönlerini birleştirelim. Farklılık gösteren tarafların da uygun yanlarını alarak, müşterek bir erkânname hazırlayalım. Bütün babaların bu erkânnameyi uygulamasını mecbur kılalım. Aksini yapanları yol düşkünü ilân edelim. En azından Rumeli ve Balkan Bektaşileri arasında bunu uygulayalım.

 

Bektaşi babaları arasındaki ayrım ve farklılıklar gibi, babalar ve ocakzâde dedeler arasında bazı görüş ayrılıkları var. Siz, insanları kaynaştırma taraftarı bir kişi, tarafsız bir insan olarak bu farklılığın nedenlerini neye bağlıyorsunuz? Bektaşi babaları ne düşünüyorlar bu konuda?Ben biraz önce fikirlerimi söyledim. Tüm cem ve erkânların, şeriatta olduğu gibi tek düzen içinde yürütülmesinden yanayım. Fakat, bu çeşitlilik içinde o kadar güzellik var ki, görmezlikten gelemeyiz. Bizlere düşen, bu güzelliklerin en iyilerini bulup, bir araya getirmektir. En iyileri derken, ibadet değeri olan, ikiliği ortadan kaldıran ve insanları Allah’la birleştiren (Vahdete sokan) güzelliklerden söz ediyorum.

Babalar arasında olduğu gibi, ocakzâde dedelerle babalar arasında da ayrılıklar var, dediniz. Evet, doğrudur. Öteden beri söyleriz ki; bu yol, bu erkân bize dedelerimizden miras kaldı. Dedeler ve ozanlar, iki telli sazla bu yolu, bu erkânı sözlü gelenek olarak bugüne taşıdılar ve bu doğrudur. Bütün bu ayrılıklar, değişik erkân uygulamaları bundan kaynaklanıyor.

Düşünün bir kere; iletişim yok, ulaşım yok, insanlar bir yöreden bir yöreye gidebilmek için günlerce, aylarca at ve katır sırtında yolculuk yapmışlar. Bir köyün dedesi, kendi köyünden başka bir cem ve erkân görmemiş, akılcılık yerine nakilcilik ön plâna geçmiş. Herkes kendi yöresindekini görmüş ve onu gerçek yol ve erkân bilmiş. İnsanlar, küçük yaştan itibaren aldıkları bilgileri, ileri yaşlarda değiştiremezler. Çünkü, eski bilgi, sonradan gelecek olan yeni bilgiyi belleğine alamaz, onu reddeder. İşte bütün zorluklar buradan kaynaklanıyor.

Ocakzâde dede, “Bana bu yol dedelerimden kaldı” deyip, kendisinin oraya lâyık olup olmadığını düşünmeden, ailesinin mezar taşları ile kendisine bir pâye çıkarıyor.

Dikme babalar da, “Biz bu yere bilgimiz sayesinde geldik ve bizi halk seçti” diye kendisini haklı görüyor. Meselenin altında aydınlanamama, cehalet yatıyor.

Bizim insanımız aslında zeki ve akıllı, aynı zamanda inançlıdır. Fakat. Emeviler, Abbasiler ve daha sonra iktidarı elinde bulunduranlar, hep Sünni tarafı kollamışlar. İnsanımız devamlı ikinci ve üçüncü sınıf insan muamelesi görmüş, ezilmiş, okuyamamış, kırsal bölgelerde yaşamaya zorlanmıştır. Çok zor olmasına rağmen, en azından Anadolu insanı bir çatı altında, Rumeli ve Balkanlar da bir çatı altında toplanıp, bugün en azı lise mezunu olan ve çoğunluğu yüksek okul mezunu olan gençlerimizi, pırıl pırıl, zeki yetişmiş baba ve dedelerin eline teslim etme zamanı gelmiştir ve bunu başarmalıyız.

 

Hz. Ali kimdir? Bir din ulusu olarak, temel vasıfları nelerdir? Bu soru hem çok zor, hem de çok kolay. Hazreti Ali’yi anlatmak imkânsızdır. Ama dilimin döndüğünce cevaplamaya çalışayım.

Hz. Peygamberimiz şöyle diyor; “Ya Ali! Allah’ı tam olarak seninle benden başka bilen olmadı.”devam ediyor: “Ya Al! Beni tam olarak Allah’la senden başka bilen olmadı.” Yine devam ediyor: “Ya Ali! Seni Allah’la benden başka bilen olmadı.” Hz. Peygamberimiz, Hz. Ali için: “Biz bir ruhun ikiye bölünmüş parçalarıyız” demiştir. Bir başka hadiste de: “Ben ilmin şehriyim Ali de onun kapısıdır” demiştir. Hz. Ali, Hz. Peygamberimizin amcası, Ebu Talib’in oğludur. Kendisini Kadir Hum denen yerde vasi ve vekil olarak ilân etmiştir. Fakat, Peygamberimizin vefatından sonra, insanların çoğu bu vasiyeti unutarak, Hz. Peygamber’in yerine Ebu Bekir’i halife seçmişlerdir. Hz. Muhammet, Peygamber olarak nübüvvet sahibidir ve kâinatın son peygamberidir.

Hz. Ali ise velâyet sahibidir, yani tüm evliya ve velilerin en ulusudur. Hz. Muhammet, zâhiri ibadetin uygulanmasından, Hz. Ali de bâtıni ibadetlerin yürütülmesinden sorumludur.

Yol ve erkân, Hz. Ali ve O’nun Ehlibeytinden bizlere emanettir.

 

Sizce Bektaşilik nedir? Ne zaman ve nasıl doğmuştur? Alevilik; geniş anlamıyla Hz. Peygamber, Hz. Ali ve Ehlibeyt taraftarı, yani Hz. Peygamber, Hz. Ali ve onların soyundan gelenlere büyük bir muhabbet ve saygı ile bağlanan kimse demektir.

Biraz daha açacak olursak, Alevi-Bektaşi: Dini İslam, kitabı Kuran, Allah’a kul, Hz. Muhammed’e ümmet, Hz. Ali’ye talip, Hz. Hüseyin’in yolundan giden, Güruh-u Naci ve Tarik-i Nazenin’dir.

Bektaşilik ise, yukarıda açıkladığım vasıflara sahip olmak ve Hacı Bektaşi Veli’nin eline, beline ve diline sahip olma felsefesini benimseyerek, günümüz şartlarına göre bu yolu izleyen kimse demektir.

Baba İlyas Horasani’nin kurmuş olduğu Babailik, Babai isyanından sonra dağılmıştır. Anadolu’ya gelen Hacı Bektaşi Veli, kendi adı ile yeni bir tarikat kurarak, dağılmış bulunan Babai, Işıklı, Torlak ve bunlara benzer toplulukları, kurmuş olduğu bu tarikatın etrafına toplamayı başarmıştır. Bektaşilik, bu tarikatın adıdır.

 

Hacı Bektaşi Veli’nin en ayırt edici yönleri nelerdir? Babai isyanından sonra Aleviler; Vefailik, Çepni, Tahtacı, Babai, Işıklı, Kalenderi, Torlak, Sımavnalı gibi muhtelif isimler altında inançlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Anadolu’da büyük bir boşluk meydana gelmişti. Horasan’ın Nişabur şehrinde Hacı Bektaşi Veli dünyaya geldi. Babası Seyit İbrahim, annesi ise Nişaburlu Şeyh Ahmet’in kızı Hatem Hatun’du. Hacı Bektaşi Veli, büyüdü ve ünlü Türk mutasavvıfı Ahmet Yesevi’nin halifelerinden Horasanlı “Şeyh Lokman Perande”den tasavvuf dersleri aldı. Anadolu’ya gelerek Sulucakarahöyük’e yerleşip, kendi adıyla “Bektaşi Dergâhı”nı kurdu. Hacı Bektaşi Veli’nin Güvercin donunda Anadolu’ya geldiği söylenmektedir. Bu sıfat, onun en ayırt edici özelliğidir. Güvercin, barışın temsilcisidir. Hacı Bektaşi Veli, Anadolu’ya barış getirmiştir. Dağılmış olan Alevi süreklerini, etrafında toplamıştır. Yüksek ilmi sayesinde, insanlara kendi inancını yani, eline, diline, beline sahip olma felsefesini anlatmıştır. Hacı Bektaş Veli, daha çok eğitime önem vermiş, dergâhta topladığı, pek çok inanç önderini, eğitmiş, kendi felsefesini onlara öğretmiştir. Bu kurumda yetişen dede, baba ve dervişler vasıtasıyla Anadolu, Rumeli ve Balkanlarda felsefesini benimsetmiştir. Daha sonra Balım Sultan, bu kurumu “Tarikat”a dönüştürmüştür.

 

Bulgaristan’da, özellikle Deliorman’daki büyük Alevi- Bektaşi uluları kimlerdir?Bu bölgelerde pek çok evliya ve ulunun türbesi bulunmaktadır. Bunların içinde, Haskova-Kırcali bölgesinde Otman Baba, Razgrad yakınlarında Demir Baba, Şumnu yakınlarında Musa Baba ve Varna yakınlarında Batova’da Akyazılı Sultan, Rusçuk yakınlarında Hekim Ali Baba, Alvanlar’da (Yablanova), Ali Koç Baba en iyi bilinenleridir.

 

Otman Baba ve Demir Baba Velâyetnamelerini yayınladınız. Otman Baba ve Demir Baba kimdir? Özellikleri, görüş ve düşünceleri nasıldır? Velâyetnamelerinin özellikleri ve içerikleri nasıldır? Otman Baba, Osmanlı Devleti’nin Anadolu ve Rumeli’de giderek güçlendiği bir sırada, Hicri 833/ Miladi 1430 yılında Asya’nın ortalarından, yani Horasan’dan Anadolu’ya gelmiştir. Evliyalar arasında onun adı, “Hüssam Şah Gani” idi. Halk arasında ise O’nun lakabı “Otman Baba” idi.

Otman Baba, Üsküdar yakınlarında bir tepenin üzerinde durup, uzun uzun İstanbul’u seyreder ve “Ben bu şehri almaya geldim” der. Kırk gün o tepeden ayrılmaz. O sırada Rum diyarına çok heybetli bir “Eren”in geldiği, bu yörenin gözcüsü olan “Şahkulu Baba”ya malûm olur. Hz. Muhammet’in, Hz. İsa’nın, Hz. Musa’nın ve Hz. Adem’in yoldaşı, eşsiz bir erenin gökten Rum’a indiğini haber verir.

Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşamış, sonraları Rumeli’ye geçmiştir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldığı zaman Otman Baba, Bulgaristan’daki “Tırnova” köprüsünün üstüne çıkıp, “Allahu Ekber, İstanbul kurtuldu” diye yüksek sesle bağırmıştır. Otman Baba, “Enel Hakk” dediği için Fatih Sultan Mehmet tarafından öldürülmek istenmiş ise de, görmüş olduğu bazı kerametler sonucu bundan vazgeçmiş ve oğul-baba gibi geçinmişlerdir. Otman Baba, Hicri 870/ Miladi 1466 ve Hicri /883 Miladi 1478 yılları arasında bu cihana “Kutb-u âlem” olduğunu ve hükmettiğini bildirmektedir.

Demir Baba’yı anlatabilmek için, Akyazılı Sultan hakkında da kısa bilgi vermek gerekir.

O, Demir Baba’nın manevi babasıdır. Akyazılı Baba’nın Hacı Ali Dede isminde çok sadık bir dervişi vardı. Hacı Ali Dede, Akyazılı Baba’yı devamlı sırtında taşırdı.

Bir gün Akyazılı Baba, “Gel, ya Hacı!” diye onu çağırdı. Hacı dede, hemen semerini alıp, taşımak için efendisinin yanına geldi; “Buyur Sultanım” dedi. Akyazılı Baba, “Hacı Dede! Şu anda gökte bir melek, sana sesleniyor işitiyor musun”diye sordu. Hacı Dede, “Hayır Sultanım, işitmiyorum. Ne diye çağırdı?” dedi.

Akyazılı Baba, “Hak Tealâ, gökyüzünde bir melek yaratmış ve bu melek, herkes ehlini bulup alsın, diye seslenir. Şimdi de ehlini bulup alsın, diye sana sesleniyor” dedi ve ilâve etti; “Ya Hacı! Zamanı geldi artık, gel sen de ehlini bul ve evlen” dedi.

Hacı dede, “Aman Sultanım! Ben yaşlı bir ihtiyarım, bundan sonra ev bark kahrı çekemem, karı için pîrimi terk edemem. Aman, mürüvvet erenler!” diyerek secdeye kapandı.

O vakit Akyazılı Baba, “Ya Hacı! İhtiyarlık, senin elinde olmayan bir şeydir. Sen kendini yaratmaya kadir misin? Sen ne söylüyorsun ey aşık? Beni seviyor musun?” diye sordu.

Hacı Dede, “Eyvallah Babacığım, pîrimin yoluna canımı, başımı terk ederim. Ben Pîrim varken, gayri hevesleri ne yapayım? Ben ârı, namusu yutmuşum ve bu dünya lezzetinden vazgeçmişim. Ben Hak için çalışırken, bırakayım da dünya nimeti için mi çalışayım? Ancak yine de pîrimin yoluna ve emrine karşı gelemem” dedi.

O zaman Akyazılı Baba, “Benim sülûküm ve tarikim Allah’ın rızası değil mi? Ya bizim atalarımız Hak uğruna can vermediler mi? Mü’min olan ölmez, sadece dünyasını değiştirir” diyerek, Hacı Dedeye dikkatle baktı.

O vakit Hacı Dede, “Eyvallah Pîrim, Eyvallah Pirim” diyerek, Akyazılı Baba’nın önünde niyaza vardı. Bunun üzerine Akyazılı Baba, derhal bir sofra hazırlanmasını söyledi. Hacı Dede, erkân-ı tarik (usul ve kaide) üzere, sofrayı eline alıp peymençeye durdu.

O vakit Akyazılı Baba, “Kara Demir’in sofrası dolu, benim Hacımın beli pek ola, uğur ola ve akıbeti hayr ola” diye bir gülbank çekti ve Hz. Muhammed ve O’nun ehline salâvat verildi. Demir Babanın gerçek adı, “Kara Demir”dir, ayrıca güçlü bir pehlivandır.

Kısı bir zaman sonra o yörenin saygı değer babalarından Kademli Baba’nın kızı Zahide Bacı ile Hacı Dede’yi evlendirdiler. Bu düğüne Kanuni Sultan Süleyman dahi tebdili kıyafetle katılmış ve pek çok hediyeler vermişti. Bu evliliğin gerçek sebebi yukarıda anlattığım gibi Demir Baba’nın bu âleme ayak basması için özel bir evliliktir. Zamanı gelince beklenen misafir gelmiştir.

Bugün Eski Cuma yakınlarında Türbesi bulunan Kız Ana, Demir Baba’nın doğumunda ebelik yapmıştır. Sayın Ayhan Bey, bu konuyu biraz uzattım, ama bunları söylemeden Akyazılı Baba’nın Demir Baba’nın ne şekilde manevi babası olduğunu ve Akyazılı Sultan’ın da kim olduğunu anlayamazdık.

Otman Baba bu âlemden Hakk’a yürüyünce, yerine “İbrahim-i Sani”, 18 yıl sonra, yani Hicri 901/ Miladi 1496 yılında “Akyazılı Sultan” adıyla bu âleme “Kutb” oldu.

Bu bilgileri, Demir Baba Velayetnamesi’nden öğreniyoruz. 120 yıl yaşayan Demir Baba, bu âlemde 98 yıl kutupluk yapmıştır. Demir Baba Velâyetnamesi’nin (Orijinal sayfa) 188. sayfasında Evliya Çelebi, Demir Baba’yı şöyle anlatıyor; “Bulgaristan’ın Kemaller Kazasına tâbi Mumcular Kariyesi civarında, orman içinde, dağlık ve kayalıklar arasında el-yevm muhteşem tekke ve türbesi olan merhum Demir Baba Hazretleri, Miladi 1530 senesinde Kovancılar Kariyesinde dünyaya gelmiştir. Babası Turanoğlu Hacı Ali Dede olup, anası Zahide Bacı’dır. Osmanlı Padişahlarından Kanuni Süleyman zamanında yaşamış olan bu zat, Babai tarikine mensuptur.”

 

Balkanlar’da, özellikle Bulgaristan’da Türk Kültürü içinde Alevi-Bektaşi inanç ve kültürel varlığının günümüzdeki durumu nasıldır? Cem-erkânlar hâlâ yürüyor mu? Evet, Bulgaristan’da hâlâ cem ve erkânlar yürüyor. Bulgaristan, 40 yıla yakın bir zaman komünist rejim altında yaşadı. Tüm insanlıkları ayak altına alındı, ancak buna rağmen buradaki Alevi-Bektaşiler kendi kültür ve inançlarından vazgeçmediler. Bu zor şartlar altında cemlerini yürüttüler ve hâlâ yürütüyorlar.

 

Günümüzde erkân yürüten babalar, dedeler kimlerdir? Bu sorunuzu tam olarak anlayamadım, fakat bu husustaki düşüncelerimi anlatayım. Bulgaristan’da olsun, Türkiye’de olsun pek çok baba ve dede erkân yürütüyor. Ancak yukarıda uzun uzun anlatmaya çalıştığım gibi, kim kendi yöresinde ne gördü ise onun üzerine erkan yürütüyor. Benim özlemini çektiğim bir husus şudur ki; tüm dede ve babalar bir araya gelip, bir konsensüs sağlamalıdır. Bunun sonunda hurafelerden arınmış gerçek Ehlibeyt sevgisi ve Kuran’a dayalı Alevi-Bektaşi inancını tam olarak yansıtabilecek ibadet ve Tanrısal yönü yüksek olan bir “Erkânname” hazırlanıp, tüm Alevi-Bektaşileri bir inanç altında toplamaktır.

Söyleşi: 2002, İstanbul

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile