Suriye Gezi Notları... (2009)

Suriye Gezi Notları... (2009)

AYHAN AYDIN

Gaziantep’te, Suriye’de bizlere rehberlik daha doğrusu ‘pirlik’ edecek Büyükşahinlerle, Suriye Konsolosluğu yanında buluştuk. Ali Büyükşahin ve amcası Rıza Dede’yle birlikte yola gönül vermiş iki canımız Abuzer Acıpayam ve Ali Bilgiç ile beraber, beşimizi de alan bir taksiye binmemizle yola koyulmamız bir oldu. Gaziantep’ten Kilis’e uzanırken yol boyu buraların bu kadar yeşil ve ağaçlık olmasına şaşıyorum doğrusu.

Dümdüz yolları kısa zamanda kat ettikten sonra sınıra ulaşıyoruz. Suriye plakalı arabamızla sınırı geçmemiz kolay oluyor. Bu yörede eskiden beri duyup kimi zaman unutup göz ardı ettiğimiz bir gerçekle yüz yüze geliyoruz. Gerçekten de Türkiye ve Suriye arasında sınır bölgelerinde ilişkiler çok sıcak. Gidiş-gelişler, alış-verişler oldukça yoğun...

Ama şimdilerde yaşanan savaşla yurtların yuvaların dağıldığını, ziyaret mekanlarının bombalandığını, ailelerin darmadağın olduğunu, izledikçe, gelen ziyaretçilerden duydukça üzüntüler girdabına kapılıyorum.

Bu güzel ülkeye de kıydılar sonunda zalimler, emperyalistler, satılmışlar, aşağlık mahluklar... Sonurda çocukların, kadınların kanına da girdiler ciğeri üç kuruş etmezler...

Vah bana, vah bana...

O güzelim yurdu talan ettiler,  birlik beraberlik, dirlik yok edildi.

Gittiğimde tüm türbelerde, camiilerde yeşil kandiller yanıyordu. Ne Alevisi, ne Sünnisi, ne Şiisi bir sorun, ayrılık görülmüyordu. Bir birlik beraberlik yurduydu Suriye... Bir güzellik beldesiydi Suriye... Halep’i ayrı güzel, Hama’sı ayrı güzel, Şam’ı ayrı güzel... Afrin’i, Muhabbetlisi ayrı güzel dostluklar bağına şimdi hoyrat eller girdi, savaş çizmeleriyle gül bahçelerini dağıttılar, çocukları, anaları yine ağlattılar...

Vah bana, vah bana...

Birileri de Suriye’deki Alevilerin Sünnilere baskı yaptığını, bir avuç Alevinin Suriye’deki Sünnileri demir çizmelerle ezdiklerini söylüyorlar. Basının bazı satılmış uşakları bunu yazıp çiziyor. Bir satılmış, nasıl olur efendim, yargıyı ülkenin bir avuç mezhebine dahil olanlar ele geçirdi, Suriye’deki gibi azınlıktakiler çoğunluğa mı hükmedecekler, diye yazmıştı.

Sevgili dostlar; Suriye’deki Alevi nüfus çok azdır, binbir türlü dertlerle iç içededirler. Değil onların başkalarına hükmetmeleri, ezmeleri, o masumlar, mazlumlar kendi inanç ve kültürlerini yaşatmanın gayreti içindeler, binbir türlü zorluklara rağmen.

Arap, Türk, Kürt hangi kökenden olursa olsun onların zalimlikle, kan dökmekle bir ilgileri yoktur, olamaz da.

Alevileri katiller gibi göstermek, demokrasi düşmanı, ordu taraftarı göstermek, inançsız göstermek dünyanın dört bir tarafında olduğu gibi Suriye’de de devam eden aşağılık bir oyundan başka bir şey değildir.

Bin dört yüzyıldır Alevileri ezdikleri yetmiyormuş gibi, suç isnat edilerek, iftira atılarak şimdi de aynı şekilde baskılar devam etmektedir. Dünya insanlığına “fitne – fesat” artıkları olarak lanse edilmek isteyen Aleviler bu zilletlere rağmen ayaklanmıyorlar, kan dökmüyorlarsa bu onların inançlarından gelen hoşgörülerinden kaynaklanmaktadır, bu asla unutulmamalıdır.

 

26 Mayıs 2009, Salı

Kaptan zorlanmadan ‘Aziz-Azez’ beldesinden geçip Halep ve bölge yerleşim birimleri arasındaki bir kavşaktan arabamızı Afrin’e yöneltiyor. Yaklaşık yarım saat sonra Afrin’deyiz. Burası bir ilçe. İlçe’den yine yarım saatlik bir yolculuktan sonra Muhabbetli köyüne, daha doğrusu belediyesine ulaşıyoruz. Yollar oldukça iyi. Şaşırtıcı olan ise Gaziantep’ten itibaren tüm yol boyunca düz veya tepelik olsun, tümüyle ağaçlar içindeki arazilerden geçmemizdi. Her taraf zeytin, nar, ceviz, kayısı ağaçlarıyla dolu. Daha sonradan öğrendiğimize göreyse zaten Suriye bir zeytin cennetiymiş. Hele de Afrin, Muhabbetli Köyü’nün geçimi önemli ölçüde zeytinciliğe dayanıyormuş. Narenciye de oldukça bol. Yüksek bir yayla ve tepelik alan üzerine kurulu Muhabbetli Köyü’ne varmamızla, canımızdan, kanımızdan, kültürümüzden bir parçamıza kavuşmamız bir oluyor.

İlk önce ‘pirlerin’ aşığı, dedelerin geldiğinde mihman oldukları, yolu gerçek sahiplerinden Birim ailesine konuk oluyoruz.

Muhabbet Birim, eşi, çocukları, damadı, komşuları ve diğer yola gönül vermişler, bizi sarıp sarmalıyorlar. Bir sevgi çağlayanın içine düşüyoruz. Dedelere gösterilen ilgi ve alaka, birçok yörede gördüğümden çok daha yoğun. ‘Pirimiz’ dedikçe ağızlarından bin kez daha pir ve dede sözcükleri çıkıyor. Kapıdan, eşikten içeri girenler niyazlarını yapıp pirlerin ellerine, eteklerine düşüyorlar. Çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı benzersiz bir sevgi ve özlemle dedelerine ve bu arada bizlere sarılıyorlar.

Duygulanmamak mümkün mü? Dede kıpardansa onlar da hareket ediyor. Gönüllerden gelen hürmet, saygı, sevgi… Sohbetler, sorular, gözü dolanlar…

Hayır dualarıyla açılan yer sofraları, çok bol kepçe lokmalar, Allah Allah!.. dualarıyla kalkan yerine bol bol konulan meyvelerle yemekler…

Türkiye’deki gibi çay ikramları yanında kendilerinin topladıkları otlarla yaptıkları ‘zuhurat’ yani bitki çayları, kahveler, şekerler…

Saatler bu muhabbet bağında nasıl geçiyor anlayamıyoruz. Yanımıza gelenler, gidenler, sıra sıra, saf saf olmuş gencecik insanların saygısı ve niyazları, duvarda Hüseyin Doğan Dede’nin, Büyükşahin ailesinden dedelerin resimleri (Hüseyin Dede ve Hamo Dede’nin resimleri) bulunuyor…

Bir Türkiye sevgisi, bir nefes, düvaz aşkı… Sormayın gitsin. Bir sarhoşlukla o gece yatıyoruz. Bir dost diyarında olmanın, eksik bir parçamıza daha kavuşmanın verdiği hazla, bir başka dünyanın rüya alemine dalıyoruz. Sana bin şükür diyorum, Yarabbi, sana bin şükür, bu günüme de bin şükür, Kızılbaş olmama da bin şükür!..

Yine gizli bir hazinenin kapısını açtım bugün de, sana bin şükür!.

 

27 Mayıs 2009, Çarşamba

Sabah bahçeye çıkıyoruz, hava sıcak olsa da burası serin. Çatısız, taş duvar evlerin avluları hayatın akıp gittiği ana mekânlardan. Hemen hemen her avluda bir kuyu, kuyuda yağmur sularının biriktiği bir sarnıç... Ana su kanalları olsa da halk içme suyu olarak kuyularda biriken yağmur sularını kullanmayı tercih ediyorlar. Tadı oldukça güzel. Yine dualarla başlanılan, birçok çeşit peynirin, peksimetin, zeytin ve zeytinyağının, yoğurdun olduğu kahvaltı. Özellikle yoğurttan bahsetmeliyim, peynirden de… Bambaşka bir tattalar. Ne Rumeli’de ne de Anadolu’da, Avrupa’da böyle peynir ve yoğurt yememiştim. Havasından mı, suyundan mı, otundan mıdır bilemiyorum. Yemeğe doyum olmuyor. Yine sohbetler… Daha sonra hep birlikte kalkıp köydeki bir cenazeye katılıyoruz. Cenaze namazını köyün Alevi İmamı Şeyh Cömert Sitto kıldırıyor. Mezarlığa beraber gidiyoruz. Aile yakınlarına baş sağlığı diliyoruz. Köylüler dedelere büyük saygı gösteriyorlar. Birim ailesinin dükkânına uğruyoruz. Buradaki bakkallar, bizim köylerimizde, kasabalarımızda otuz kırk yıl önce olan bakkallara benziyorlar. Teraziler, açıktan satılan mallar…

Muhabbetli

Muhabbetli aslında bir köy olarak anılmakla birlikte çevrede birçok köyün bağlı olduğu belediyelik bir yerleşim birimi. Buranın yaklaşık dört bin nüfusu varmış. Hemen hemen tümü Alevi olan bu köy dili, kültürü, rengi Kürt olan canlarımızın köyü. Afrin İlçesi’nde 366 köy varmış. Bunlardan üç tanesi Yezidi köyüymüş. Sadece Muhabbetli Kürt Alevi köyüymüş (belediyesi, beldesiymiş). Köyün nüfusu kadar bir oran da başta Halep olmak üzere, Şam ve diğer illerde yaşıyormuş. Temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılığa dayanan bölgede zeytincilik geçimde çok önemli bir yer tutuyor. İnsanlar geçim sıkıntısı çekseler de, Suriye’de milli gelir çok düşük olsa da, bu topraklarda hayata bağlılığı, mutluluğu, sevinci görmek her daim mümkün. Aslında tepelik bir alan üzerinde olan Muhabbetli’nin bu konumu bir ölçüde avantaj da sağlıyor.

Tüm Suriye sıcaklardan kavrulurken, burası sabah akşam serin olabiliyor. Türkiye sınırına yakın olan Muhabbetli Köyü’nün insanları Türkiye’ye bir dost toprağı olarak bakıyorlar, Türkiye’yi çok seviyorlar. Hacı Bektaş-ı Veli törenleri başta olmak üzere etkinliklere katılanlar, gezme niyetiyle ülkemize gelenlerin sayısı da hayli fazla. Evler geniş salon ve odalardan oluşuyor. Genellikle tek katlı, bazen iki katlı evlerle çevrili Muhabbetli Köyü temizliğe de önem veriyor.

Köyde Hüseyin (Keko) Dede’nin ismini koyduğu Yağmur Dede ziyareti bulunmaktadır. Köylülerce sevgi ve saygıyla ziyaret edilmektedir.

 

Birim Ailesinin “Görgüsü”

Akşam bizler tekrar Muhabbet Birim’in evine gidiyoruz. Burada çok önemli bir anı yaşayacağız. Evine misafir olduğumuz Birim ailesinin ‘Tercümanları (Görgüleri)’ var akşama.

Aile bireyleri, musahip çiftler, konu komşu, akraba toplanmaya başlıyorlar.

Ali Büyükşahin Dede, Üryan Hızır Ocağı’nda şu anda Adıyaman, Çelikhan Bulam (Pınarbaşı Belediyesi) Köyü merkezli olarak bu ailenin şu andaki post dedesi, yani ‘piri’. En yetkili dedesi konumundaki kişi. Çünkü aynı aileden birçok ‘dede’ daha doğrusu ocakzade olsa da nihayetinde onlar sohbet, cem yapmış olsalar da, ‘görgü, dar, musahip vb...’ cemleri yapmaya en yetkili kişi ‘pir’ Ali Büyükşahin Dede’dir. Aile bireyleri böyle bir karar almışlar. Bu da şu anda uygulanmaktadır.

Muhabbetli Köyü de, Üryan Hızar Ocağı’na bağlı taliplerin ağırlıklı olarak yaşadıkları ve Büyükşahin ailesinden dedelerin birçok kuşaktan beri gelip dedelik yaptıkları, yola erkâna bağlı bir yerleşim birimi. Büyükşahin ailesinde asıl olarak ‘tarik’ olmakla birlikte, onun taşınamadığı durumlarda ‘pençe’ de cemlerde uygulanıyor.

Ali Büyükşahin Dede ve Rıza Dedeler, Abuzer Efendi oradaki canlarla sohbet ediyorlar, özlem gideriyorlar, soruları varsa cevaplıyorlar. Burada konuşulan dil Kürtçe. Türkçe bilen hemen hemen kimse yok. İbadette de Kürtçe kullanılıyor. Ali Büyükşahin Dede duaları bazen Türkçe veriyor, Kürtçe tekrarını veya özetini sunuyor.

Daha önce dualarla tercüman (görgü) kurbanı kesilmişti. Musahip çiftler duası verilen seccadenin üzerine gelip, dara duruyorlar. Dede onlara ve cemaate sorular sorarak, yolun ululuğunu, düşkünlüğün, şaşkınlığın bu yolda olmadığını, ana baba hakkı, konu komşu hakkını konu ediniyor. Komşuların, akrabaların bu canlardan razı olup olmadığını soruyor. Yol üzerine sorular, nasihatler, dualar devam ediliyor. Rehber bu canlardan sorumlu kişi olarak onları hem meydana getiriyor ve her zaman da onların yanında ayakta duruyor. Toplanan cemaatin huzurunda çerağların yanmasıyla, ibriklerden dökülen sularla abdest alınmasıyla, pirlere niyazlar, posta niyazla, darla, didarla, sırtlara vurulan ‘peçelerle’, bu dört can görgüden, sorgudan geçiriliyor.

Hazır olan tercüman kurbanından bir lokma dedenin huzuruna getiriliyor. Dede lokmaya dua verdikten sonra o lokma diğer lokmalara katılmak üzere dışarı götürülüyor. Hakk aşkına, Kırklar aşkına semahlar dönülüyor, Allah! Allah! nidalarıyla, göz yaşlarıyla meydanlar Hakk Muhammet Ali meydanı oluyor…

Rehberliği de çok güzel yerine getirin köyün imamı Cömert’in yolun kurallarını çok iyi bilen, bir inanç önderi olduğunu kısa sürede anlıyorum. Genç yaşına rağmen bu yol için, bu köydeki çok önemli bir kişi köyün imamı Şeyh Cömert’tir.

Daha sonra yine her şeyin çok bol ve çeşitli olduğu yer sofraları kuruluyor. Yine dualarla oturulan sofralardan dualarla kalkılıyor. Ali Büyükşahin Dede hem Türkçe dua veriyor, sonrasında ise aynen ve özetle duanın Kürtçe’sini de yapıyor.

Sohbetler yine uzuyor. Bıkıp usanmadan dedelerinin yanında kalmak, onlarla aynı havayı teneffüs etmek isteyen birçok insan bu arada gençlerin ilgisi çok önemli, onlar sürekli gelip gidiyor. Bir ara yine avluya çıkıyoruz. Bu sırada da pirlerin geldiğini duyan bir aile de Muhabbetli Köyü’nün bağlı olduğu ve gelirken içinden geçtiğimiz Afrin’den çıkıp geliyorlar. Meğerse burada da bir başka amaç varmış. Bir ‘dar cemi’ için buraya gelinmiş. Cem için hemen bir koç alınmış, onun duası verilip, kesiliyor. Yarınki gün içinse Afrin’e gideceğimiz anlaşılıyor.

 

28 Mayıs 2009, Perşembe

Bizler kahvaltımızı yaptıktan sonra Afrin’e hareket ediyoruz.

Afrin’de yine Muhabbetli Köyü’nden gidip oraya yerleşmiş birkaç aile varmış. Bunun dışında bu yörede bir Alevi varlığı yokmuş. Bu sefer dudaklarında her zaman mevcut olan tebessümüyle, haleli gözünün içinde gittikçe büyüyen bir duyguyla, başından beline inen ve Urfa’daki giyenlerden hatırladığımız ‘poşu’ şeklinde kumaşı, şalvarıyla yörenin tipik candan bir insanına Hacı Bilal’ın evine mihman oluyoruz. Sanki bu hanede daha başka bir hava var. Bunlar sanki Türkiye’ye daha yakınlar gibi bir his doğuyor bende. İnsanların özellikle bana ilgisinin nedenini biraz sonra daha iyi anlıyorum. Şu televizyon apayrı bir şey. Cem TV’de yaptığım programların etkilerini Avrupa’da, Balkanlar’da, hemen her yerde görmüştüm. Yani bizi ilgiyle izleyen canlarımın sayısının kabarık olduğunu biliyordum. Ama buralarda sevildiğimi, daha önce Halk Ozanı Ali Sağlam söylese de pek bilmiyordum. Meğerse buralarda ‘meşhur’ olmuşum! Bir film aktörü gibi herkes benimle fotoğraf çektirmek istiyor. Buna fazla alışık olmadığım için şaşırsam da açıkçası bu da çok hoşuma gidiyor. Abartısız otuz kadar çoluk çocuk çevremi sarıyor. Gençlerin ilgisi bir başka…

İçerde ise yine sohbetler, sorular, cevaplar, dede ve talip arasındaki tılsım... Bu büyü başka bir şeye benzemez. Artık orada sizler inanç önderlerinizin karşısındasınızdır. Ehlibeyt’ten olan, temiz, dürüst, yolu süren bu değerler hanenize gelmişlerdir. ‘Kerem kani’ laflarını onların ağzından duyarsınız. Sevgiyle niyaz etmek değil sadece, onların sözlerini ibadetmiş gibi saygıyla dinlersiniz. O anlar, o dakikalar bitmese dersiniz. Bir dakikası bin dakikaya bedeldir. Zaman durmuş, azalarınız bir başka coşmuştur. Ne sevdiceğinizin aşkına, ne yavrunuzun kokusuna benzer bu aşk ve koku. Muhammet Ali’nin kokusudur bu koku vallah ve billah! Sizin pirlerinizdirler, mürşitlerinizdirler, dedelerinizdirler onlar! Zaman dursa, bu sohbetler bin saat sürse derdiniz. Bir masal alemindesinizdir, bir rüyadasınızdır.

Allah gerçek dedeleri, babaları, ozanları, pirleri, mürşitleri başımızdan eksik etmesin, Allah, Allah!

Ve O pirler…

Onlar da çok uzun bir zamandan beri görmek isteyip de, kavuşamadıkları evlatlarına, akrabalarına kavuşmuşlardır artık. İçlerinden inceden inceye bir alev alazlanır. Tüm bedenlerini yakar. Saf, arı, duru bir varlık olurlar, sudan, oddan, yelden ve topraktan yoğrulmuş, insanı kâmil olma yolunda olmalarını öğütledikleri insanoğlu insan Ehlibeyt bendelerinin yanındadırlar, karşısındadırlar, aynı havayı soluyorlardır. İşte o pirler de, o dedeler de bir gerçeğe ulaşmanın mutluluğu içinde erir akarlar toprağa, ağarlar göğe. Onların da mutluluğuna diyecek yoktur. Aşık maşukuyla buluşmuştur. Talip olmazsa dede, dede olmazsa talip neye yarar? Boş bir kovana benzer. Eşek arısına benzer. Kurumuş bir ağaca benzer. Ruhsuz bir bedene benzer. Kuzusuz bir koyuna benzer.  İşte bu aşklarla, bu duygularla insanlar bir araya geldiler. Orada naçizane bana da birkaç söz söyleme hakkı tanıdılar ama keşke söylediklerimi onlar anlayabilselerdi. Fakat gönülden gönüle bir yol vardır. Dokuz gün boyunca beni sarıp sarmalarından anladım ki, konuştuğumuz dil çok önemli bir iletişim aracı olsa da, birbirimizin düşüncelerini anlamak için bir araç olsa da, gönül dilimiz hepsinden yücedir. Beni de kendilerinden birisi olarak çoktan kabul edip benimsemişlerdi. Ne mutlu bana ki böyle ulu bir inancın mensubuyum. Dillerimiz ayrı, yaşadığımız yöreler ayrı ama inancımız bir, gönül dilimiz bir. Makedonya’ya gidince de aynı şey olmamış mıydı… Ben Arnavutça, Makedonca bilmesem de oradaki Bektaşilerle çok güzel anlaşmamış mıydım? Bizi birleştiren, buluşturan Hakk Muhammed Ali aşkıydı, pirlerin, erenlerin, ozanların, sazın coşkusuydu, cemin birliğiydi.

 

Sevgili Dostlar,

Evine misafir olduğumuz Hacı Bilal’in babası Kamber Ali uzun yıllar önce Kerbela’ya gitmiş ama dönmemiş, dönememiş, oralarda Hakk’a yürüyüp kalmış. Yine babasının musahibi Selman Musa da Hakk’a yürümüş. Hacı Bilal’in içine bir ateş düşmüş. Bu köz onu yakmış. İnancımızın temellerinden olan, Hakk’a yürümüş insanların ruhu için bir kurban, bir dua, bir darımız vardır. İşte inancına bağlı olan Hacı Bilal hep bugünün düşünü kurmuş kaç yıllardır. Benim pirlerim gelse de bir kurban kessem, atam için, musahip babam için, demiş. İşte o niyetin gerçekleşmesi bugüne kısmetmiş. Yine seccade serildi dualarla. Hacı Bilal meydana geldi rehber eşliğinde, konu komşu toplanmıştı, akrabalar toplanmıştı. Ölen canlar adına ‘razılık’ alındı. Herkes onlardan razıydı. Oradaki herkes haklarını helal ettiler. Alacak, verecek durumu yoktu. Herkes birbirlerinden de haklarını helal edip rızalaştılar. Secdeye indi başlar. Okunan dualarla yer gök inledi. Muhammed Mustafa’nın, Aliyel Mürteza’nın adı semalara yükseldi.

Aynı aileden bir genç saz çaldı, diğeri ise ona eşlik edip nefesler söylediler. Türkçe söylenen bu nefeslerle inanç köprüleri tekrar tekrar kuruldu. Semahlar dönüldü, lokmalar yenildi, sohbetler edildi. Saatler nasıl geçti bilemedik.

 

Cem Vakfı Kafilesi

Üç beş ay “Hava değişimi” için Şahkulu Sultan Dergahı’na gitmiştim. Dilimin sivri olması belki de benim yeni keşifler yapmama için bana yaramıştı! Bu nedenle şahsi olanaklarımla yaptığım bu gezide yine “Eski Yuvadakilerle” buluşacaktım.

Öğleden sonra CEM Vakfı’yla Suriye’ye İstanbul’dan hareket eden kafileyi karşılamak üzere, bir grup dostla sınır kapısına hareket ettik. Epey bekledikten sonra iki otobüslük kafilemize rehberlik yapıp onları Muhabbetli Köyü’ne getirdik. Yollarda oldukça yorulan, perişan olan canlarımızı nihayet sınırdan geçmişler, bir dostluk şehrine doğru yolculuğa başlamışlardır. Geç vakitte olsa köye vardık. Bu sefer köyün imamı Şeyh Cömert’in evi lokma ve cem için hazırlanmıştı.

Köylülerin marifetleriyle doksan kişilik kafile lokmalarını yedikten sonra, Türkiye’den gelenler ve köyde bulunanlar ilk kez bir cemde bir araya geldiler. Posta Ali Büyükşahin Dede oturmuştu. Benim niyetim Afrin’de saz çalıp nefes söyleyen gençlere de yer vermekti. Bu kabul edildi. Aynı zamanda Garipdede Türbesi Cemevi’nde zakirlik yapan Hüseyin Çetin Aydoğdu (kendisi coşkun bir şekilde yola bağlı ve sazıyla, gönlüyle duygusal bu zakirimiz tüm gönlü deyişlerden oluşuyor) ve on iki hizmeti yapacak canların da katılımıyla kısa bir cem yapıldı. Önemli olan buradaki kaynaşmaydı. Hem köydekilerin, hem de İstanbul’dan gelenlerin ortamdan çok memnun kaldıkları her haliyle belli oluyordu. Kafile geceyi geçirmek üzere yaklaşık bir saat uzaktaki Halep’e doğru yola koyuldu. Bizler de o geceyi Şeyh Cömert’in evinde geçirdik. Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra Muhabbet Birim’in kardeşinin taksisiyle Halep’e doğru hareket ettik.

 

29 Mayıs 2009, Cuma

Ekiple Büyük Camii denilen ve Zekeriya Peygamber’in kabrinin bulunduğu camii avlusunda tekrar buluştuk. Birlikte Ehlibeyt aşkıyla yanıp tutuşan ve Hallacı Mansur’un, Fazlı’nın yolundan giden, büyük ozanımız, 1417 yılında Halep çarşısında zalimlerin verdiği karar sonrasında ‘Enel Hakk’ dediği için, görüş ve düşüncelerinden, Batini tasavvuf yolunun derinliklerine dalan, dara çekilip sonsuz bir ışık kaynağı olarak inancımızın temellerine giren, derisi yüzülerek öldürülen, Seyyid Nesimi’nin ‘Nesimi Sokağı’ndaki kabrini ziyaret ediyoruz. Büyük Cami’ye yakın, Büyük Halep Kalesi’nin karşısındaki bu ziyaret başında ben ve Ali Büyükşahin Dede birer kısa konuşmayla bu ölümsüz düşünürümüzü aynı zamanda dualarla, çalınan saz eşliğinde nefeslerle anıyoruz.

Sonrasında dünyada bir eşi ve benzeri olmayan devasa büyüklükte sadece kale olarak nitelendirilemeyecek oranda büyük, tarihi bir ören yerin olan Halep Kalesi’ni geziyoruz. Burası bir antik şehir görünümünde. Kale duvarları, surlar oldukça muntazam. Burçlar ve kale içindeki yapılar, zindanlar, Kalenin kapısı, türlü işlemeler olan bu yerdeki her taraf doya doya gezilmeyi hak ediyor.

Bizleri bir dakika yalnız bırakmayan Muhabbetli köylüler Muhammed Birim’in Halep’teki oğlu Ali Birim ve diğer can dostlar alıp bizi evlerine yemeğe götürüyorlar. Yine çok büyük bir saygı ve sevgi çağlayanıyla karşılaşıyoruz. Bu sefer de Halep’de dedelerin geldiğini duyan Muhabbetli Köyü’nden buraya gelip yerleşenler çevremizi sarıyorlar. Gidenin gelenin haddi hesabı yok. Niyazlar, karşılıklı sevgi gösterileri gerçekten söylemeye, dile getirmeye değer. Kafile Hz. Hüseyin Efendimizin zalimler tarafından kesilen mübarek başının bir süre konulduğu taşın bulunduğu makamı ziyaret ederken onlarla buluşuyoruz. Ben de otobüse binerek canlarla Şam’a hareket ediyorum. Dedeler bir sonraki gün sabah yakını kalkacak bir trene binerek bizlerle buluşacaklar. Onları gönlüm buruk Halep’te bırakıyorum. Otobüste canlarla sohbet edip, Suriye, buradaki yaşam, genelde de erenler, Ehlibeyt hakkında bazı bilgiler aktarıyorum. Bu arada yine bizleri Cem TV programlarından tanıyan canlarla birebir de sohbetlerle dört saatlik yol tez bitiyor. Yolda ise Hama ve Humus şehirlerine uğruyoruz.

Şam’da bir otelde kaldıktan sonra en yoğun günümüzü birlikte geçirmek için sabah erkenden hep birlikte canlarla hareket ediyoruz.

 

30 Mayıs 2009, Cumartesi

Şam’ın merkezinde ‘Kırklar Tepesi/Mağarası’ olarak bilinen ve dört yüz merdivenle çıkılan, bir tepenin eteğindeki makamı ziyaret ediyoruz. İnanışa göre Kırkların buluştuğu ve cem yaptığı bu kutsal makamda Ali Büyükşahin Dede Kırklar ve Kırklar Cemi hakkında bilgi aktarıyor. Bu arada Trakya’dan geziye katılan iki canımız burada coşa gelip semah dönüyorlar.

Selahattin Eyyübü Camii yakınlarındaki Hz. Hüseyin’in kızı Hz. Rukiye Ana’nın türbesini ziyaret ediyoruz. Sonrasında Hz. Hüseyin’in mübarek başlarının olduğuna inanılan, en azından mübarek başının bir süre kaldığı ve camii içinde kalmış makamı, Hz. Yahya Peygamber’in türbesini hep birlikte dualarla ziyaret ediyoruz. Ali Büyükşahin Dede her gidilen yerde insanlara bilgi veriyor. Yaşı oldukça ilerlemiş olmasına rağmen Üryan Hızır Dedelerinden Rıza Büyükşahin Dede de vakur duruşuyla kafilenin içinde, onlardan geri kalmadan ziyaretlerini yapıyor. Rıza Dede daha önce de buraları gezmiş bir isim. Sonrasında on altı Kerbela Şehidinin başlarının bulunduğu söylenen mekânın yakınlarındaki çok önemli türbeye ziyaretlerimizi yapıyoruz. Hz. Hüseyin Efendimizin Kızı Ümmü Gülsüm (Gülsün), Hz. Hüseyin’in kızı Sakine Ana (Bunlar yan yana yatıyorlar), bir büyük ‘eski mezarlık’ta, Hz. Hüseyin Efendimizin kızı Küçük Fatma türbelerini ziyaret ediyoruz. Bilal Habeşi türbesinin de bu mezarlıkta olduğunu öğreniyoruz. İnsanlar ise bir yerden geçerken “yuh sana, lanet sana, lanetullah” ünlemeleriyle yeri göğü inletiyorlar. Melun olarak nitelendirilen zalim Muaviye’nin mezarıymış meğer geçilen yer. Tüm camları kırılmış, insanların tükürdüğü mezar bakımsızlık içinde. Demek ki bazen aksi söylense de, zalim Muaviye’yi sevenlerin oranı pek az.

Daha sonra ise Hz. Ali Efendimizin Kızı Sıttı Zeynep Ana’nın türbesini ziyaret ediyoruz. Bu türbe tüm türbeler içinde en muazzam olanı. Binlerce insanın ziyaret ettiği türbe’nin kubbesi tonlarca altından yapılmış. İçi ise tümüyle kristal. Şii ziyaretçiler dua edip, namaz kılıyor.

Ayrıca Hz.Ali’nin ağabeyi Cafer TAYYAR’ın eşinin türbesini de ziyaret ettik.

Aynı akşam hep birlikte Halep’e hareket ediyoruz. Bizler Halep’te iniyoruz. İstanbul’dan Cem Vakfı’nin önderliğinde gelen Suriye’deki Kutsal Ehlibeyt Makamlarını ziyaret eden yolcularını uğurluyoruz.

Halep’de Ali Birim’in evinde kalıyoruz. Muhammed Birim’in çocukları yol için canını verecek cinsten insanlar. Ali Birim, Halil Birim, Hüseyin Birim, Hacı Bektaş, Sakine ve Fatma. Damatları Hüseyin (aynı zamanda Muhabbet Birim’in yeğeni, bizlerden hiç ayrılmayan can), akıl almaz bir aşkla yola bağlılar, hizmet ehli insanlar. Birim’in kardeşi Mehmet bizi taksisiyle her tarafa götüren güler yüzlü bir dost insan. Dokuz gün boyunca bizlerle en fazla ilgilenip, çevremizde pervane gibi dolanan bu insanlara can kurban.

 

31 Mayıs 2009, Pazar

Hz. Zeynel Abidin Makamı, Hama

Bugün ise uzun bir yola koyuluyoruz. Aslında kafilenin de ziyaret etmesi gereken önemli bir mekânı görmek için tekrar Şam yönüne doğru gidiyoruz. Hz. İmam Zeynel Abidin Makamı’nı ziyaret için Hama’ya gidiyoruz. Kesme taşlardan yapılmış usta ellerin hünerinden hasıl olmuş bir ‘Eski Halep’ var. Bir de dört bir yana doğru büyüyen ‘Yeni Halep’ var. Dünya yerinde duracak değil ya, her yerde bir yenilik, bir değişim olacak, bundan kaçış yok. Suriye de, Halep de böyle. Yeniyle eski iç içe. Modern binalarıyla da Suriye kentleri göz dolduruyor. Hama’ya üç kilometre uzaklıkta, bir yüksek tepelik alandaki Hz. Zeynel Abidin Makamı var. Anlatılana göre, zalimlerin katlettiği Ehlibeyt kervanı Kerbela’dan yola çıkarılıyor. Nusaybin’den geçip Halep üzerinden Şam’a götürülürken, çevreden Ehlibeyt dostları dünyada eşi olmayan yüzyıllardır gönülleri yakan bu olaydan sağ kurtulanları ziyaret etmek için toplanıyorlar. İşte kendisini görmek isteyenleri bu ‘Zeynel Abidin Dağı’nda karşılayan Hz. Zeynel Abidin onlara nasihatlerde bulunuyor, onların sakin olmalarını, bu zalimliklerin hesabının bir gün görüleceğini söylüyor. Bir süre bu tepede (dağ) dinlenen Ehlibeyt kervanı buradan tekrar Şam’a hareket ediyor. İşte kutsal bir ziyaret yerine dönüşen ve her yerden, yöreden insanın ziyaret ettiği bu kutsal alanda gelenlere dua okuyan, onların kurbanlarını kesen bir de imam var orada. Söylenceye göre İmam Zeynel Abidin kendilerine gösterilen ilgiden dolayı, çevrelerine toplanan insanlara “toprağınız verimli, suyunuz bol olsun” diye bir duada bulunuyor. Gerçekten de tepeden bakınca burasının dümdüz tarıma elverişli ve sulak bir yer olduğunu görüyoruz.

Bizler ziyaretlerimizi tamamladıktan sonra, Halep üzerinden tekrar Afrin Muhabbetli Köyü’ne gidiyoruz. Burada Şeyh Cömert’in evinde kalıyoruz.

 

1 Haziran 2009, Pazartesi

Bugün köyde durumu oldukça kötü olan bir hastayı ziyaret ediyoruz. Hasta dedelere bağlı bir canmış. Dedelerin geldiği söylenince, iki kişinin yardımıyla biraz doğrularak, onlara sevgisini göstermeye çalışıyor… Ama adamcağızın mecali kalmamış, hastadan ve bu durumdan etkilenen hane sahipleri ağlıyorlar.

Bugün de bir kurban var. Yolun sürdürümcülerinden ve Türkiye’ye de gelip giden, dedelerin aşkıyla yanan canlardan Abduh’un (Abdullah) kurbanı var. Abdullah Zeyno’nun musahibi ise Muhammed Hamocu. Burada yine tercüman (görgü) kurbanı var. Aynı şekilde konu komşu, akrabalar bir araya toplanıyorlar. İçerde bayıltıcı bir sıcak olsa da saatler süren sohbetler, soru ve cevaplar nihayetinde serilen postun üstünde, rehberin eşliğinde bir araya gelen musahip çiftler oradakilerden helallik alıyorlar, herkes birbirine razılık veriyor. Hizmetler yürüyor. Sazlar çalınıp semahlar dönülüyor.

 

2 Haziran 2009, Salı

Kahvaltılardan, sohbetlerden sonra Muhammet Birim’in evine tekrar gidiyoruz. Hayırlı bir iş var bu sefer. Muhammed Birim’in kızı Fatma aynı köyden, şu anda Halep’te oturan bir delikanlıyla evleniyor. Gelenler gidenler, sohbetler... Bir anda davul zurna çalmaya başlıyor. Derken gelin baba evinden çıkarılıyor. Bir neşe, bir şamata…

Akşam ise bizler de Halep merkezinde bir düğün salonunda yapılan düğüne katılıyoruz. Türkiye’den gelen bizlerin isimleri özellikle anons ediliyor. Misafir olarak bizlere özel bir ilgi gösteriliyor. İki ileri bir geri, şeklinde oldukça yavaş ritimli ve yaklaşık yüz kişinin katıldığı bir oyuna ısrarlar sonucu bizler de dahil oluyoruz. Bir büyük neşeyi bizler de paylaşıyoruz.

Biraz erken ayrılıp Şeyh Cömert’in babası Yusuf’un Halep’teki evine yatıya gidiyoruz.

Şeyh Cömert’in çocukları ayrı birer dünya özellikle Yusuf bizlerden ayrılmıyor, çok inançlı bir çocuk. Kardeş Ali ise afacan mı afacan… Derdi zoru bakkala gidip abur cubur bir şeyler almak, oyun oynamak, tüm çocuklar gibi.

Yusuf amcanın kardeşi Hüseyin ise Nuri Dersimi’ye Suriye’ye sığındıktan sonra yardım edenlerden birisi. Nuri Dersimi iki yıl Muhabbetli Köyü’nde kalmış.

 

Halep, Kapalı Çarşı

Bugün ise Halep’in bir başka yüzünü görüyoruz. Büyük Halep Kapalı Çarşısı’nı ziyaret ediyoruz. Burası tümüyle taştan bir muazzam yapı. Tarihin içine, eski çağlara bir yolculuğa çıkıyoruz dersek abartı sanmayın. Tümüyle yerel, otantik kıyafetleriyle her kökenden Suriyeli zaman zaman turistlerin de eşlik ettikleri bir kalabalığın içinde upuzun kapalı sokaklarda bir seyahate çıkıyorlar, bizleri de kendilerine dahil ederek. Gözlerimizi kamaştıran rengârenk kumaşlar yüzlerce dükkânın kepenklerinden içinize giriyor. Bir başka sokakta yerel tekniklerle elde edilen sabunların kokusu diğer sokakta sizleri bayıltan esans kokularına, çiçek, tarçın kokularına karışıyor. Yine çarşısın içinde seyyar satıcılar… Zaman zaman tavandan vuran ışık loşlukları aydınlatırken, satıcılar bir şeyler almanız için yolunuzu kesiyorlar. Sizin pazarlık yapmanıza gerek yok, zaten kendileri fiyatları beşte bir oranına kadar indiriyorlar, yeter ki Türkiye’den gelen siz değerli misafirler bir şeyler alsınlar. İnsan burada biraz kalsa akşamın ne vakit gelip geçtiğini unutabilir… Bir anlık sessizliğe aldanmayın, bütün büyük çarşılar gibi bir şehrin yaşamı akar bu daracık sokaklarda, küçücük dükkânlarda. Saatlerce o insanlara baksanız, bıkıp usanmadan… Her bir dükkanda da bir şeyler alsanız ne iyi olurdu!

Bu arada bu kapalı çarşı bir de türbeyi bağrında saklıyormuş. İmam Cafer Sadık oğlu İsmail oğlu Cömert oğlu Maruf’un türbesi. Burayı da ziyaret edip, fotoğraf çekiliyoruz.

Aynı gün Afrin’den Muhabbetli Köyü’ne dönerken ‘Ziyareti Hanna’ya, Hanna Mezarlığı’na da uğruyoruz. Burada 1973’de ölen Nuri Dersimi ve eşinin mezarları var.

Bu mezarlıkta Cafer Tayyar’ın bir makamını da ziyaret ediyoruz. Hz. Ali’nin abisi olan ve Ehlibeyt taraftarı olarak çok sevilen, hatta Kırklar’dan birisi olarak sayılan Cafer Sadık’ın küçük bir türbe şeklinde yapılan yanında Türkiye’deki gibi bez bağlanmış, siyah tut ağacı bulunan bir yer. 

Buralardan edindiğimiz birkaç bilgi; Halep içinde Türkmen Aleviler varmış. Akdeniz boyunca Arap Aleviler yaşıyormuş.

Humus’ta yaşayan Şeyh Dips’in Muhabbetli Köyü’nde müritleri varmış. Kendisi çok iyi, aydın bir insanmış, Arap Alevisiymiş.

‘Zalim’ Yavuz Sultan Selim Suriye’ye, Halep’e girdiği zaman buralar hep Aleviymiş, çoğunu döndürmüş.

 

3 Haziran 2009, Çarşamba

Muhabbetli Köyü’nde bir büyük bayrama da tanıklık etmek varmış kaderde. Bir bayram günü bugün, bir büyük inanç dayanağımız ‘musahiplik’ yürüyor. Musahip olan çiftler var.

Velat ve Valit ile sevgili eşleri musahip (gardaş) oluyorlar.Valit, rehber ocağına mensup olduğundan ötürü rehberlik için ikrar verdi.Yine kurban kesiliyor. Lokmalar hazırlanıyor. Bizler yine saatler boyunca gelen ‘taliplerin’ saygıları karşısında tatlı bir sarhoşluk halindeyiz. Yine akın akın insanlar geliyorlar. Bu sefer Ali Büyükşahin Dede’nin dedesini hatırlayan çok yaşlı canlar gözyaşları içinde o eski cemleri, sohbetleri hatırlayıp, bunu paylaşıyorlar.

Muhasip olacak canlar yine rehber Şeyh Cömert’in eşliğinde posta getiriliyorlar. Dede musahiplik hakkında Kürtçe bilgiler veriyor, Alevi yolunun ilkelerini, erkanlarını, inceliklerini, insani boyutunu oradaki canlara anlatıyor. Hizmetler yürüyüp, darda musahip olmak için yan yana gelenlere yine dualar ediyor, nasihatlerde bulunuyor. Herkesten rızalık alınıyor. Bu sefer çalan sazlar üçe çıkıyor. Abduh, Hüseyin ve Velit sazlara döşeniyorlar. Onlara çoğu Türkçe okunan nefeslerde İdris, Rumet, Lokman eşlik ediyorlar. Öyle bir olağanüstü bir atmosfer doğuyor ki bu kelimelerle anlatılmaz. İnancımız burada, bu topraklarda, musahiplik kavline giren canlarımızın hanesinde yaşıyor… Türkçe nefesler söyleniyor, Allah, Allah nidalarıyla bir birlik denizine dalıyoruz. Bu genç arkadaşlarımızın sazları da, niyazları da, nefesleri de, alçak gönüllükleri de, inançları da çok etkileyici.

Bu sabahtan akşama kadar aralıksız süren ibadetten etkilenmemek, bundan duygulanmamak mümkün mü?

 

Rumet Hamato (23): Halep’de yaşayan Muhabbetli Köyü’nden Rumet, Halep’te bir otelde çalışıyormuş. Halep’te Hıristiyanların, Müslümanlarla birlikte mutlu bir şekilde yaşadığını, burada Ermenilerin de var olduğunu söylüyor. Onun ifadesine göre Halep’te ‘Abdallar’ çokmuş. Bunlar Türkiye’ye çok gidip geliyorlarmış. Halep yakınlarındaki ‘Haydariye’ isimli bir köyde veya bir mahallede Abdallar yaşıyorlarmış. Bu Abdallar Şam’ı, Hama’yı, Humus’u geziyorlarmış. Şeyhleri ise ‘Şıh Salih’miş. Halep’teki Muhabbetli Köylülerle buradaki Abdallar iyi anlaşıyorlarmış. Abdalların Türkiye’den dedeleri geliyormuş.

Rumet Hamato türkü de söyleyen çok cana yakın bir genç. Onun ifadesine göre Suriye’de geçinmek çok zor. İnsanların aldıkları aylıklar yüz dolar civarında. Bunun üzerinde aylık alanların oranı gittikçe azalıyor. Bin dolar burada çok büyük bir para olarak görülüyor. Gençlerin en büyük sorunu işsizlik. Kendileri Türkiye’ye çok iyi bakıyorlar. Türkiye gelişmiş bir ülke. Gezmeye, yaşamaya, çalışmaya değer bir ülke. Halep Kalesi’nin içinde aslında bir de Hz. Hıdır Makamı da varmış. 

 

4 Haziran 2009, Perşembe

Bizi bırakmak istemeyen, Muhabbetli Beldesi’nin güzel insanlarından ayrılma zamanı malesef geldi çattı. Bir hüzün var hem onlarda, hem de bizde. Bizden ayrılmak istemiyorlar hatta öyle ki, Muhammet Birim’in damadı Hüseyin can bize taa sınıra kadar eşlik ediyor. Yüreklerimizde şimdiden bir özlemle, hasretle, bir buruklukla dostlarımızın yanından, Suriye’den ayrılıyoruz. Sınır kapıları insanları birbirlerine kavuşturduğu gibi, koparıyor da. Sonradan telefonlarla Kürtçe ve Arapça bilenler aracılığıyla konuştuğumuz gibi bu dostluk meclisinin gülleriyle irtibatlarımız hep sürüp gidecek. Sonsuz sabaha kadar; her kimle dostluk kurmuş, tanışmışsak, ara ara da görüşmüş olsak, birbirimizden yıllarca ayrı kalsak da bazen, günlümüz hep bir söyleşide, sohbette birlikte olacak.

Bizleri Gaziantep’e getirip otogara bırakan taksiden sonra şimdi de, her zaman bulmak olanaklı olan Adıyaman minibüslerine biniyoruz. Kısa sürede de Adıyaman’a ulaşıyoruz. Dokuz gün bir arada olduğumuz Abuzer Acıpayam ve Ali Bilgiç’ten ayrılıyoruz. Ali Büyükşahin Dede’nin evine üç günlük misafirlik için giriyorum. Ali Dede’nin sevgili eşi ve sevgili oğlu, kızı beni sevgiyle ve muhabbetle karşılıyorlar. Geziyle ilgili izlenimlerimizi, duygularımızı onlarla paylaşıyoruz. Ananın maharetli ellerinden hazırlanan lokmalarımızı yiyoruz.

 

Bir Önceki Gezi

 

Sevgili Dostlar,

Aslında bu ikinci seyahatim geçen senekini hatırlattı. O muazzam geziyi Şam Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Mehmet Yuva’nın da teşvikiyle yapmıştık. Özel bir şirketin Türkiye’deki basın yayın kuruluşlarında görevli gazetecileri davet ettikleri bu Suriye Gezisi’ne birçok gazeteciyle birlikte Sayın Rıza Zelyut ve Halk Ozanı Ali Sağlam da katılmıştı. Ali Sağlam’la katıldığımız bu gezide Şam’ın tarihi ve turistlik yerlerini ziyaret etmiş, Şam’daki Büyükelçiliği’mize gitmiş, lüks restoranlarda Suriye mutfağını tanımış ve bizlerle daha fazla yakınlaşmak, aradaki sorunları aşmak için çaba gösteren devlet yöneticileriyle bir araya gelmiştik. Her kesimden gazeteci ve yazarın olduğu bu geziyle üç güne çok şey sığdırıp bana ikinci geziyi yapma aşkını veren Suriye topraklarına bir daha bir daha gitmek, kutlu yerlere yüzler sürmek, yaşamın doğallığını burada solumak isterim.

DOSTLAR BAĞINDA GÖNÜL SEYYAHI (Alevilik - Bektaşilik / Denemeler, Yurtdışı Gezi Notları), ÜRÜN YAYINLARI, 2013, ANKARA (ÖNSÖZ), SAYFA: 267-279

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile