GÜNEYDOĞU ANADOLU’DA ALEVİ-BEKTAŞİ İNANÇ ÖNDERLERİ ARASINDA...
GÜNEYDOĞU ANADOLU’DA
ALEVİ-BEKTAŞİ İNANÇ ÖNDERLERİ ARASINDA...
(2002)
AYHAN AYDIN
Kaleden Kaleye şahin uçurdum
Ahilen vahilen günüm geçirdim
Yare şeker ezdim şerbet içirdim
Öylolur, böylolur Türkmen güzeli
Edası hoş olur Türkmen gelini
Kaleden kaleye taş ben olaydım
Ela göz üstüne kaş ben olaydım
Yalınız kalana eş ben olaydım
Adıyaman Türküsü
Kaynak Kişi: Abdül Kadir
Derleyen: Muzaffer Sarısözen
ADIYAMAN
12 Ekim 2002
Can dostlar!
Anadolu Gezimize Güneydoğu Anadolu Bölgesi’yle devam ediyoruz.
Yine zorlu yollar aşarak indim Adıyaman Gölbaşı’na, sabahın erken saatlerinde. Can dost Niyazi Arslan ve oğlu beni karşılayarak ana yola yakın evlerine götürüyorlar. Tüm ev halkı ayaklanıyor. Ben içeri girer girmez bir şey dikkatimi çekiyor, sabahın köründe bu insanlar radyoyu niye açmışlar? diye düşünüyorum. Biraz dikkatli dinleyince Cem Radyo olduğunu anladığım bu türkü kutusunu sonradan öğreneceğim ki, meğerse tam 24 saat hiç kapatmıyorlarmış Aslan ailesi! Kendisi de zaten saza, söze, şiire, müziğe ilgili olan CEM Vakfı Gölbaşı Şube başkanı, dede Niyazi Arslan ve ailesiyle uzun uzun sohbet ediyoruz. İki yıl önce cemevi açılışına katıldığımda da bu evde kalmıştım. Hemen Ballı Pektaş Dede hatırıma geldi. Şu an oturduğum koltukta oturmuş, güzel bir söyleşinin yapılmasına fırsat vermişti. Ne yazık ki onu bu söyleşiden birkaç ay sonra kaybetmiştik. İçim ve gözlerim doldu o an.
Kendisi gibi çocuklarının da gözlerinin içi gülen Niyazi Arslan Gölbaşı’nda fazla değişen bir şey olmadığını yalnız duyarlı insanların sayesinde cemevi inşaatında bir ilerleme kaydettiklerini söylüyor. Sohbetten, kahvaltıdan sonra hemen cemevi inşaatını görmek için Aslan’ın evine de çok yakın olan cemevi inşaat alanına gidiyoruz.
Öyle sağlam bir temel ve temel direkleri var ki, yirmi katlı binayı taşıyacak güçte betonlar. Sadece ellerini değil gönüllerindeki sevgiyi de harç ederek çalışan işçilerle sohbet ediyoruz.
Daha sonra ise Gölbaşı’na yakın, Besni’ye bağlı Beşkoz köyünü ziyaret ediyoruz. Hedef aynı zamanda muhtar olan Cuma Pektaş’la söyleşmek, köydeki bilgili insanları bulmak, ayrıca Ballı Pektaş’ın mezarını ve yakınlarını ziyaret etmek.
Beşkoz Köyü
Bir zamanların cem merkezi olan, sazların, semahların birbirine karıştığı köy, haliyle tenhalaşmış. Dağlık bir alanda kurulan köyde halk tarım ve hayvancılıkla uğraşıyor. Cuma Dede iki günlüğüne bir başka köye gitmiş, aradığımız bilgili insanları ise evlerinde bulamıyoruz. Ballı Dede’yle birlikte diğer dedelerin de mezarlarının bulunduğu mezarlık ziyaretinden sonra, Ballı Dede’nin evine gidiyoruz. Evde oğlu ve geliniyle konuşuyoruz, eşi ise Mersin’e gitmiş. Öyle güzel evler yapmış ki dede görülmeye değer. Sazların seslerinin hiç durmadığı bu binalar kimleri kimleri ağırlamamış ki, birçok farklı yöreden gelen dedeler, ozanlar, aşıklar... Niyazi Arslan nihayet bu gezide ziyaret etme şansını bulduğumuz Urfa Kısas köylü aşıkları bu arada Dertli Divani’yi de günlerce bu köylülerin ağırladığını söylüyor. Ballı ve Cuma dedeler öyle güzel bağ ve bostanlar yapmışlar ki insan şaşıyor... Ziyarete gelip canlar yesinler diye hurması, narı, cevizi, üzümü yetişen yeşil vahalar yaratmışlar bu dağlar başında. Daha sonra tekrar gelip söyleşiler, çekimler yaptığım köyden ayrılıp Gölbaşı’na iniyoruz Niyazi Arslan’la.
Niyazi Arslan tüm Güneydoğu gezisi boyunca benim en büyük yardımcım oluyor. Bir gözü arkada cemevi inşatında olsa da, bu da ibadettir, diyor ve birlikte yüzlerce kilometre yol kat ederek Güneydoğu’yu geziyoruz. Niyazi Arslan cem içinde büyümüş bir ozan. Sık sık sorularımı yanıtlayarak eski insanları, dedeleri, aşıkları anlatıyor, tüm detaylarıyla. Ben de bir fikir gelişiyor, yazsana bunları dede diyorum, yaz bunları Cem’e. Beşkoz dedelerini, cemlerini yaz, Gölbaşı’ndaki, Adıyaman’daki geleneğin tanığısın, bunları bize bir bir anlat, diyorum. O da söz veriyor, yöreyle ilgili anıları, belgeleri toplayıp bize göndermeye.
Akşam şube yöneticileriyle uzun uzun dertleşiyoruz. Özellikle Mehmet Toparlak yılların deneyimiyle öyle ilginç konulara giriyor ki şaşarsınız! İşleri dolayısıyla bir çok ülkeyi gezen Toparlak Amca, hep iyi niyetli, yapıcı, olumlu bakıyor dünyaya. Ne gam, ne kasavet hiçbir şey engel değil yapılacak işlere, ilerleyen yaşına rağmen gönüllü olarak cemevi inşaatına yardımcı oluyor. Elinden gelen her türlü maddi, manevi çabayı göstererek, tüm yaşam birikimini çimentolarla birleyip cemevi temeline koyuyor.
13 Ekim 2002, Adıyaman, Merkez, Ali Büyükşahin
Sabah çok erken saatlerde kalkıp yola koyuluyoruz. Daha önce görüştüğümüz Ali Büyükşahin’in yardımıyla gün içinde öyle bir iş yapıyoruz ki sormayın. Beş güne bedel bir çalışmayla birçok dedeyle görüşme olanağımız doğuyor. Yine iki yıl önce bir söyleşi gerçekleştirdiğim ve bilgisi, deneyimi, hoşgörüsüyle Adıyaman’ın aydın simalarından Ali Büyükşahin gerçekten de bir dede olarak meziyetlerini gösteriyor. Hemen büyük bir koordinasyonla birçok dedeyle görüşmemizi ve onları kendi bürosunda toplamayı başarıyor.
Ama her şeyden önce kendisiyle yine yeni bir söyleşi daha yapıyorum. Aleviliğin özü inançtır, diyen Büyükşahin, Aleviliğin İslamiyet içinde ondan soyutlanmayacak büyük bir inanç mozaiyiği olduğunu, başlı başlına bir hazine olan bu kültürün gerçek değerinin yöneticiler tarafından hiçbir zaman tam anlaşılmadığını söylüyor. 1948 yılında yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan hükümlerin bundan yüzlerce yıl önce Anadolu’da Aleviler/Bektaşiler tarafından hayata geçirildiğini söyleyen Büyükşahin, bu inançta haksızlığa boyun eğmemek vardır, Hz. Ali’den gelen bu inançta düşünce vardır, felsefe vardır, edebiyat vardır, yetmiş iki milleti bir nazarda görmek vardır, diyor.
Dedelik kurumu yeniden yapılandırılmalı, dedelere gereken önem verilmelidir, diyen Ali Büyükşahin; Alevilere, dedelere devletin sahip çıkmasından daha doğal bir şey olmayacağını, dedelik kurumunun Aleviliğin temel yapı taşlarından birisi olduğunu söylüyor. Dedelik yeniden toparlandıktan sonra yeni çağa göre, yeni sorunların doğmasından kaynaklanan problemlerin de halledilmesi gerektiğini söyleyen Büyükşahin, Alevilikle ilgili okullarda, derslerde konular aktarılmalıdır, Alevilik her zaman kendisini yenileyebilen bir inanç kurumudur, diyor.
Oluşturulacak bir Dedeler Babalar Meclisi’nde her ocaktan yetkin dedelerin yer alması, bölgesel olarak bir oranın belirlenmesi gerektiğini, bu meclisin ya bağımsız ya da devlet içinde yer alacaksa Diyanet İşleri’nin yeniden yapılandırılması durumunda burada, yoksa Kültür Bakanlığı gibi bir bakanlık içinde yer alabileceğini söyleyen Ali Büyükşahin, bu konuda yapılacak çok iş olduğunu söylüyor.
Üryan Hızır evlatlarından olan Ali Büyükşahin bu sene içinde taliplerinin isteği üzerine Suriye’ye gitmiş. Afrin Kazası (Halep’te), Muhabbet Köyü’nde kendisine gösterilen ilgiyi, bu arada yaptığı seyahatleri de anlatan Büyükşahin insanların kendisine gösterdikleri olağanüstü ilgiyi bol bol anlatıyor. Siz sevgili okurların merakını gidermenin en iyi yolunu yine kısa yoldan buldum. Önerim üzerine Ali Büyükşahin Suriye’deki talipleriyle ilgili izlenimlerini yazılı olarak bizlere iletecek.
Mehmet Ali Tutal Dede
Emekli bir bankacı olan dede, bugüne kadar dedelik görevini yerine getirin insanların büyük sıkıntılar çektiklerini, görevlerini çok zor koşullarda yerine getirebildiklerini, artık değişen dünya koşullarında onların da daha rahat hizmet etmelerine olanak sağlayacak koşulların yaratılması gerektiğini söylüyor. Dedelerin sosyal haklarının devlet tarafından tanınması gerektiğini söyleyen Ali Tutal, dedeler devlet katında resmiyet kazanmalılardır, onlara gereken ilgi ve sevginin yanında, gerekli kolaylıklar ve haklar bizzat devleti yönetenler tarafından verilmelidir, diyor.
Mahmut Dolaş Dede, (Musa-i Kazım Evlatlarından)
Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı Adıyaman Şube başkanı olan Dolaş Dede, İmam Musa-i Kazım evlatlarından olduğunu söylüyor. Mürşitlerimiz Ağuçanlı dedelerdir diyen Dolaş, görüşlerini şöyle özetliyor; benim en büyük isteğim Alevi/Bektaşi kurum ve kuruluşlarının birleşmesi, bütünleşmesidir. Dedelerin yetersiz, eğitimsiz oldukları söyleniyor, bu doğru olabilir ama suç onların mı? Bir de hala eski tartışmalar devam edip duruyor, dedeler eğitilmeli mi, yetiştirilmeli mi, bir bilim heyeti kurulmalı mı? gibi bence anlamsız sorular sorulup duruluyor. Bunlar elbette olmalıdır, bu bizim inancımızda vardır. Dünyadan haberi olmayan, bilgisi olmayan dede kime ne verebilecektir? Aleviliğin evrenselliği, özgürlüğü, güzelliği eğitimde, araştırma incelemede, hoşgörüde saklı değil midir? İyi kötü bir müftü okuyor, bilgi sahibi oluyor, bir Sünni kardeşimiz kendi inancı hakkında bilgi sahibi oluyor da bir dedemiz, bir Alevi vatandaşımız niçin gerekli bilgileri almasın, okumasın, eğitimden geçmesin, araştırmasın ki? Bir dedenin en az bir müftü kadar bilgisinin olması şarttır. Ocaklar, dedeler canlanmalıdır, dede/talip arasındaki ilişkiler tümden kopmuştur, bu yeniden onarılmalıdır. Dernekler, vakıflar dedeye gereken önemi vermelidir, her bölgede, cemevinde bilgili dedeler mutlaka görev almalıdır. Bölge bölge araştırma yapılıp, ocaktan ziyade her bölgedeki bilgili dede o bölgede görev yapmalıdır. Bir dede cenaze, nikah, tüm dini konularda vatandaşlara hizmet vermelidir. Tüm dünyanın Aleviliğe ihtiyacı vardır, bunu bilerek davranırsak çok yararlı bir iş yapmış oluruz. Alevilikte hoşgörü, yol kardeşliği vardır. Bizim inancımız güzelliktir, Hakk’ı insanda görmektir. Biz de ucuz kahramanlıklara yer yoktur, Alevilik varsayım kabul etmez, gerçeklerle hareket eder. Alevilik bir hayal değildir, şu anda örgütlülüğünün dağınık olduğuna bakılmamalıdır.
Bizim yolumuzun başı İmam Hüseyin’dir. Bizler İslamiyet’ten ayrılmayız, çünkü İslam’ın içindeyiz. Özümüz yola bağlıdır. Yol Muhammed Ali’nin yoludur.
Siz soruyorsunuz ben de yanıtlıyorum; efendim elbette biz de devlete bağlı olacağız. Bizim de sosyal haklarımız olacak, devlet bütçeden bize de elbette kaynak ayırmak zorundadır. Bizim de resmiyetimizin olması gereklidir.
Tükiye’de Aleviler/Bektaşiler olmasaydı, Türkiye bir İran’dan, bir Afganistan’dan farklı olmazdı.
Adıyaman kent merkezinde %30-%40 civarında Alevi vardır. Kenar mahalleler fakir insanlardan oluşmaktadır. Biraz arazi sahibi olanlar vardır. Burada Alevilerle Sünniler arasında bir kaynaşma vardır. Biz bir cemevi inşaatı yükseltiyoruz, insanlarımızın katkılarıyla 1125 metre kare alanlı olan cemevi inşaatını gezerseniz göreceksiniz ki burası için bir kültür ve inanç merkezi olacak. Şimdiden herkes bu merkezi kabullendi, benimsedi ve destekliyor. Belediye Başkanı Abdülkadir Kırmızı beş milyarlık bir destekte bulundu. Cem salonu yanında, cenaze, lokma ve diğer inanç hizmetleri yanında tiyatro ve düğün salonu olarak da kullanacağımız birimleriyle, bu merkez tüm Adıyaman’a hizmet edecek bir bina olacak. Ben de sizlere çalışmalarınızda kolaylıklar ve başarılar diliyorum, çok sağ olun.
Bu arada Ali Büyükşahin görüş ve düşüncelerini bizimle paylaştı, Hayri Doğan da büroya geldi.
Mehmet Ali Tutal Dede, Hacı Kureyşan
Aynı zamanda Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı Denetleme Kurulu Başkanı olan Dede, emekli bir devlet memuru. 1953 yılında Gaziantep’in Araban’a bağlı Başpınar Köyü’nde doğan ve 1975 yılından itibaren Adıyaman merkezde memur olarak çalışıp hayatını kazanan dedenin dedesi olan Kureyşan Mulla Ali Dede’nin Başpınar Köyü’nde bir türbesinin olduğunu öğreniyoruz. Kamber Dede’nin oğlu olan Mehmet Ali Tutal, bizlerin yasal güvencesi yok. Zorluklar içinde yaşadık, ne tür perişanlıklar çektiklerimizi anlatsak saatler sürer. Bizler çektiğimiz sıkıntılara rağmen, manevi yapımızı hiçbir zaman bozmadık. Bizler Alevi kitlesi olarak saz ve sözümüzle varlığımızı en güç koşullarda dahi sürdürmeyi başarmışız.
Bizler sistem içinde, devlet içinde yer almak zorundayız. Bizler birbirimizden kopuk olursak, dağılır gideriz. Bugüne kadar devlet bizi dışlamış, ama bence sizlerin çalışmaları tarihi çalışmalar, ne yapıp edip, yasal haklarımızı almalı, resmileşmeliyiz.
Enver Doğan, Ağucan
Söyleşiye fazla katılmasa da bu inanç içinde, ocakzadeliğin vermiş olduğu alçakgönüllülükle, tüm konuşmaları dinleyen Enver Doğan Bey, buradaki tüm çalışmalarda bizlere yardımcı olmak istediklerini, ulaşılması gereken yerler varsa aracıyla yardımcı olmak için geldiğini söylüyor.
Ali Akgündüz, Talip
1954 Diyarbakır, Bismil Türkmenacı Köyü’nde doğan Ali Akgündüz’den daha sonra seyahat edeceğimiz Diyarbakır yöresiyle ilgili bilgiler derliyorum. Pirim Zeynel Abidin’den gelir diyen Ali Akgündüz’e göre Babasorlular (Baba Mansur (?)) varmış, onlara berat verilmiş, hatta Mardin’deki Babasor Kapısı’nın bu ocaktan kaynaklandığını söylüyor. Kendi köylerinin 500 hanelik bir köy olmasına rağmen 200 hanesinin İzmir’e yerleştiğini söyleyen Akgündüz’e göre kendi köylerinde dedeler olmasına rağmen aynı zamanda Maraş ve Malatya’dan da kendi köylerine dedeler geldiğini söyledi. Köylerinde hala her Perşembe cem yapıldığını söyleyen Akgündüz’den köylerinde Beyazıdı Bestami Ocağı’na bağlı Hasan Baykut Dede’nin varlığını da öğreniyoruz.
Naci Tutal Dede
1962 Araban Başpınar doğumlu olan Naci Tutal, 18 yıldır eczacılık yaptığını söylüyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı yeniden yapılandırılmalıdır, diyen Naci Tutal, Alevilerin parçalı yapıda olmalarının kendilerine büyük zararlar verdiğini, bunu gidermedikleri takdirde daha da zararlı sonuçlarla karşılaşacaklarını söylüyor. Aleviler Bektaşiler bir ve bütün olmadıkları için büyük kayıplara uğruyorlar, diyen Tutal, Aleviliğin İslamiyet’ten ayrı düşünülemeyeceğini söylüyor. Aleviliğin din kültürü derslerinde okutulmasının yararlı olacağını söyleyen Naci Tutal görüşlerini şöyle özetliyor; günümüzde cemlerin yürümediğini, bunun zayıfladığını görüyoruz. Cem yürütebilecek dedelere sahip çıkılarak, görev yürütmeleri sağlanmalıdır. Yeteneği olanlara sahip çıkmak zorundayız. Bugün cenaze hizmetlerimizi bile yapamayacak durumdayız. Gençlerimize sahip çıktığımızı söyleyemeyiz. Bana göre bu konuda birinci öncelik eğitim meselesidir. Eğiteme önem verilmeden, bu işlerin toparlanacağını sanmıyorum.
Bence Diyanet yeniden yapılandırılırsa Aleviler ve dedeler burada yer alabilirler.
Dedeler kendi aralarında, kendileri seçim yaparak, kimlerin görev yürütebileceğini saptayabilirler.
Görev yapmada, hizmet götürmede, cemevi yapımı, dedelerin görev yapması vb. durumlarda bölgenin nüfus yoğunluğu önemlidir.
Hüseyin Dedeoğlu Dede, Kureyşan
1938 Adıyaman Merkez Kındırali Köyü doğumlu Hüseyin Dedeoğlu, Kamber ve Zeynep (Siti) oğlu. Dedelik kurumu çok önemli ama bunu yapan dede azaldı, cemler, görgü ve sorgular azaldı diyen Hüseyin Dedeoğlu Dede, eskiden dar vardı şimdi dar nerde, niyaz nerde, cem nerde? Diye soruyor.
Elbette dedeler devlete bağlanmalıdır, onlara sahip çıkılmalıdır, diyen Dedeye göre işi layık olan yapmalı, herkes dedelik yapamaz, soydan gelmek yetmez.
Babası Kamber Dede’nin çevrede çok sevilen birisi olduğunu söyleyen Hüseyin Dedeoğlu’na göre hizmet en önemli ibadettir. Dedeoğlu, taliplerin de en az dede kadar önemli olduğunu zaten talip olmadan ne Aleviliğin, ne dedeliğin, ne de cemin anlamı olmadığını söylüyor.
Dedeler Babalar Meclisi konusunda da; bölgesel toplantılar yapılmalı her ilin, her bölgenin konuda en yetkin kişileri saptanmalı o insanlardan yararlanılmalı diyen Dede, Dedeler Babalar Meclisi’nde kaç post varsa ki biliyorsunuz bu 12’dir, o kadar, yolu yürütmeye yetkisi olanlar kadar temsilci bulunmalıdır, diyor. Dedeler devletten maaş alsın, Diyanet İşleri Başkanlığı içinde yer almalıyız, diyen Dede işe layık olanların her yerde iş yapması gerektiğini söylüyor.
Antep’in Zarar’da Yavuzeli’ne bağlı Ziyaretbaşı Köyü’nde Hacı Kureyş’in Türbesi varmış. Hacı Kureyş’le ilgili sayısız anlatılar var.
Bunların da toparlanması hepimizin yararınadır, aslında. Dedeler arasında bir alt üst ilişkisinden ziyade, görev bölüşümü vardır, öyle de olmalıdır. Burada rehberlik çok önemlidir.
Kındırali Köyü vardır, orada Kamber Dede’nin Türbesi vardır.
Kültür ve Cemevi
Daha sonra hep birlikte Adıyaman merkeze yakın geniş bir arazi içinde yükselen Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı Adıyaman Kültür ve Cemevi binasını geziyoruz. Gönlüm coşuyor, Alevisiyle Sünnisiyle Adıyamanlılar bir araya gelmişler, tüm illere örnek bir dayanışma örneği içinde bir kültür ve inanç merkezi yükseltiyorlar... Tarlalar oylum oylum, türküye durmuşlar da bu kahverengi renk içinde bir inci sunulmuş Adıyaman’a, namuslu insan evlatlarının sayesinde. Şalvarlı amcalarım çalışıyor, aşkla, şevkle... Şimdi cemevi önünde duran dedeleri, cemevi tamamlandıktan sonra açılışta bir cem erkanında bulmak dileğiyle deyip, yine çok hızlı bir şekilde hareket edip, merkezdeki söyleşilere devam edip, sonra hızla iki yıl önce uzun bir söyleşi yaptığım Rıza Bozkurt Dede’ye ulaşıyoruz.
Rıza Bozkurt
Oğlu Garip Bozkurt’u bir başka köy ziyaretinde olduğu için bulamadığımız Rıza Bozkurt’la sohbet ediyoruz. İki yıl önce evinin önünde sazı ve sözleriyle ne güzel şeyler anlatmıştı bana Rıza Dede.
Merkez Börgenek Köyü, Hayri Doğan ve Canlar
Daha sonra Niyazi Arslan’la birlikte merkeze bağlı Börgenek Köyü’ne ulaşıyoruz. Enver ve Hayri Doğan’ların ve Doğan Dedelerin Ağucan kollarının aşkı bizi buraya ulaştırıyor. Tüm söyleşiler boyunca bizleri sadece dinleyen, bu konulara yoğun bir şekilde bugüne kadar giremedim diyen Hayri Doğan; aslında konuyu, olayı çok iyi bilen birisi. Çok köklü bir ailenin, çok köklü bir ocağın temsilcileri olan Doğanlar bizi sarıp sarmalıyorlar. Kısa zamanda köyden canlar toplanıp, geliyorlar. Sohbetler, muhabbetler ballı, şerbetli... İçten, candan yaklaşımlar, yürekten kavrayışlar... Sorular, meraklar, ilgi alaka yine ince bir yerlerimden yakalıyor insanlık hasleti. Bitmemiş, bitmeyecek de diyorum bu aşk, bu inanç, bu topraklarda... İnsanlık, dostluk, mutluluk türküsü çalıyordu, ben konuştukça, insanlar dinledikçe... Aleviliğin yeniden derlenip toparlanması, dedelere sahip çıkılması, cemlerinin yapılması, araştırma gezileri insanları umutlandırıyor, mutlu ediyor...
Saatler gece yarısını gösterirken bizler tekrar Adıyaman Gölbaşı’na dönüyoruz.
14 Ekim 2002, Gölbaşı
Bugün Gölbaşı merkezde birtakım işlerimizi hallediyoruz. Aynı zamanda Gölbaşı Kaymakamını, Emniyet Müdürünü, Askerlik Şube Başkanı olan komutanımızı, Halk Eğitim Merkezi Müdürünü ziyaret ediyoruz. Bunu yanı sıra yine cemevi inşaatıyla ilgili birçok işi de hallediyoruz. İkili görüşmeler çok yararlı oluyor. Niyazi Arslan’ın burada çok sevildiğini, kurduğu ikili diyaloglar sayesinde hedefine hızla koştuğuna tanık oluyorum. İnsan elbette konuşa konuşa anlaşır. Kabadayılıkla, ukalalıkla hiçbir yere varılamaz. Devleti yönetenler de nihayetinde Ankara’ya kazık çakmış gorgor başlarından ibaret değildir. Devlet her yerdedir, devlet insandır, insan olmalıdır. Yurdumun her karışında devlet insan olmalıdır. Devletin insan olması için de, en düşük rütbeli subayından, en alt kademedeki memuruna kadar tüm yönetici kadroların kökten değişmesi gerekir. Bu birden bire olmuyor elbette. Bir de devletle sorunların konuşarak halledilmesi felsefesinin kabul edilip/edilmemesi meselesi var. Konuşarak halledilmeyeceğine yüzde yüz emin olunun konularda bile ilerleme oluyor. Buzullar, demirler eriyecek, yüreklerdeki sıcaklık karanlıkları, soğuklukları, katılıkları aşacak... İnsandan yana, demokrasiden yana, özgürlükten yana, eşitlikten yana bir devrim olacak.
Alevilerin/Bektaşilerin de hakları verilecek günün birinde; konuştukça, anlattıkça, haklar eninde sonunda alınacak. Bunu şu küçük beldede yaşamak, görmek bile insanı heyecanlandırıyor, umutlandırıyor. Öyle ya bu devlet, bu vatan Alevilerin de, Bektaşilerin de devleti ve vatanı değil mi? Elbette devleti, elbette vatanı. Öyleyse en doğal vatandaşlık hakları ne zaman ve nasıl verilecek? Konuşarak, en kısa zamanda. İşi inşallaha bırakmadan top yekün çalışmalıyız. Çalışmalıyız ki kuruş kuruş, bir çimento, bir tuğla vs. bağışlarıyla iki yıl önce temeli atılan ama bir türlü birinci katı bile yapılamayan Adıyaman Gölbaşı’ndaki kültür ve cemevi, Adıyaman’daki, Gaziantep’teki... Yurdumun dört bir yanındaki inanç ve kültür merkezleri bir an önce bitebilsin. Bu iyi niyetli çalışmalar iyi de, güzel de niye bu çile? Birkaç kavak ağacını alıp, kesip kereste yapmak için onlarca kilometre yol kat eden Niyazi Arslan’ın, bu “aslanların” çalışmaları nereye kadar gider? Dedeler, babalar darmadağınık bir şekilde ne yapacaklar? Okullarda ne zamana kadar tek yanlı, ayrımcı politikalarla İslamiyet’in sadece bir tek inanç boyutu anlatılıp diğerleri inkar edilecek? Ne zamana kadar vatandaşların vergileri sayesinde yayın yapabilme olanağına sahip TRT sadece Sünni vatandaşların inanç dünyalarına seslenmeye devam edecekler?
Devletten bir umut, bir ümit var mı? Elbette olması gereken budur ama bazı umutların da doğmaması için de bir neden yok. Belki yetkileri yok, bize de çok şey vaad edip, çok şey yapmıyorlar ama Gölbaşı’ndaki mülki erkanla yaptığım görüşmelerde içime umut doğdu. Görüştüğüm insanlar Alevi/Bektaşi değildiler ama aydın insanlardı, yurdunu, vatanını seven insanlardı; vatanına, halkına tarafsız bir şekilde hizmet aşkıyla yanan hizmet erleriydi. Herkes bu kafada olsa sorunlar öyle azalacak ki yurdumuzda. Alevi/Sünni ayrımı yapmayan, tüm vatandaşlarına eşitlik ilkesini gözeterek hizmet götürmek için çaba harcayan insanlar... Bunları gördükçe insanın daha çok çalışma azmi kamçılanıyor doğrusu.
Ver elini Diyarbakır...
Telli Turna
Dün mü buradaydın bugün mü geldin
Ötme garip garip sinemi deldin
Eşimden ayrıldım ben burada kaldım (şaştım)
Yad avcılar vurmuş telli durnamı
Aşk sevdası geldi kaynadım coştum
Yüksekten uçarken engine düştüm
Eşimden ayrıldım ben burada kaldım (şaştım)
Yad avcılar vurmuş telli durnamı
Kaynak Kişi: Aşık Hasan Hüseyin
Derleyen ve Notaya Alan: Muzaffer Sarısözen
DİYARBAKIR
15 Ekim 2002
Yöredeki dedelerin, nereden çıkarıyorsunuz Aydın Bey bu lafı, bir daha hiç duymamış olalım, dedikleri Diyarbekir’deyiz; af edersiniz Diyarbakır’dayız. Zengin bakır madenlerinden ötürü bu ismi almış, yoksa buranın bekirliği falan yokmuş, öyle tarihi haritalardaki uydurma isimleri de yüksek sesle seslendirmek pek manalı da değilmiş, bunu bir iyice anladık.
Bir şehri ilk gördüğünde neler hissederse insan, artık o his hiç eksik olmaz insanın içinden ve hep öyle kalır. Bilmiyorum, bu söylediklerime kaç kişi katılacak. Her neyse uzun ama çok güzel bir yolculuktan sonra Diyarbakır’a vardığımda adete çarpılıyorum. Bir Batılının Doğu hakkında çok şey duyduktan sonra, ilk kez gerçeklerle karşılaşınca içinde duyduğu hisse benzer duygulara kapıldım. Gerçi ben her zaman böyleyimdir. Yeni bir köy mü, yeni bir ilçe mi, nehir mi, yeni bir kitap mı, yeni bir tatlı mı, yeni bir insan mı gördüm? Her şey sıfırdan başlar, yeni bir dünya kurulur karşımda. Eşsiz bir tablo gibi, ne bileyim bir Van Gogh tablosu gibi baktıkça bakasın gelir, yeni bir şey yakalarsın tabloda.
Diyarbakır, Doğunun bu arada tabii Güneydoğu’nun kalelerinden birisi ama öyle bir kale ki dünyanın en uzun surlarından birisiyle çevrilmiş, yeşile batmış bir kale. Camiler, ahşap evler, nasırlı elleriyle insanlar, nehirler şehri. İki günlük ziyarette ne kadar gezilip, ne kadar anlatılabilir şehir. Bizimkisi mi? Bir gezi değil canım, geçerken uğrama aslında. Öyle ya gezimizin amacı o kadar farklı ki, inşallah bu eşsiz topraklara sadece ve sadece gezmek, görmek için de günün birinde gelebilirim. Tek kelimeyle çarpıldım. Bu apayrı bir duygu, eksik bir parçanızı arayıp bulmak gibi bir şey bu. Lezzetini tam tadamadığınız bir meyve gibi hani, gün doğumunu, gün batımını, sokak aralarını, çocukların oyunlarını göremediğiniz, gezemediğimiz bir yer hakkında ne söyleyebilirsiniz ki !
Ve Aşık İhsani!..
Aşık İhsani
Günümüzde yaşan en ünlü halk ozanı olan Aşık İhsani’yle öyle kucaklaşıp, öpüşüyoruz ki sanki kırk yıllık dostluğumuz var. Halbu ki bizimkisi telefonla başlayan bir tanışmışlık. Yo, yo öyle değil. Bizimkisi çiçeklerin derlenmesi, nehirlerin buluşması. Ölümsüz sesi ve eserleriyle bir büyük İhsanimiz var. Aşık İhsanimiz var yani. Büyük bir özlemle sarılıp, kucaklaşıyoruz; ilk kez birbirini gören, iki gönüldaş, olarak. Hasretimizi giderdikten, derin bir sohbetten sonra, bu yüreği, gözleri ışıl ışıl büyük ozanımızdan bir gün sonra görüşmek şartıyla ayrılıyoruz.
Hidayet Ulugerçek’i daha önce aramış hatta, yöreye yapacağım geziden söz etmiştim. Kendisi de bize her konuda yardımcı olacağını söylemişti. Buluşmak için aradığımda Türkmenacı Köyü’nde bir cenazeden bahsediyor, İzmir’de genç bir kardeşimizin öldürülmesi olayı varmış, cenazesini köyüne getirmişler, O da oradaymış, daha sonra görüşelim o zaman diyorum. Fakat daha sonra aklıma Hasan Dede geliyor, tekrar Hidayet Ulugerçek’i arıyorum, biz de gelsek olmaz mı diyorum? Neden olmasın diyor yolu tarif ediyor. Biz de Bismil’e hareket ediyoruz. Hem Hidayet Dede’yle, hem de Hasan Dede’yle köyde görüşmemiz belki de daha uygun olur, diyoruz.
Birgün sonra tekrar buluşmak dileğiyle Aşık İhsani’ye doyamadan ayrılıyoruz, oradan.
Diyarbakır, Bismil, Türkmenacı Köyü
Yine kimisi yeni çiçek açmış, kimisi köpüğe kesmiş, bir doğal serinlik kaynağı olan pamuk tarlaları içinde, dolambaçlı dağ ve tarla yollarından geçerek varıyoruz Türkmenacı Köyü’ne. Niyazi Arslan Dede’nin arabası bayağı zorlanıyor, yıpranıyor bu yoğun çamurdan, tümseklerin oluştuğu kötü yolda. Burada Hasan Baykut Dede’nin evini arıyoruz. Nihayetinde yardımlarla eve varıyoruz. Dede Hidayet Dede’yle birlikte mezarlıktaymış. Yiğit bir delikanlı İzmir’de çalıştığı restorantta olay çıkaran haydut kılıklı adamlara direndiği için öldürülmüş. Cenazesi kendi köyü olan Türkmenacı’ya getirilmiş. Köyde bir yas havası var. Bizleri dedenin annesi ve eşi büyük bir misafirperverlikle karşılıyorlar. Her zaman olduğu gibi kaç/göçün olmadığını, Aleviliğin erdemlerini burada görüyoruz. Bizimle sohbet eden analar, dedeler gelene kadar bizi yalnız bırakmıyorlar.
Derken dedeler ve diğer canlar geliyorlar. Hoşsohbetten sonra, ziyaret sebebimizi anlatıyoruz. Daha bir ilgiyle bizi dinleyen dostlarla dedenin evine bitişik yüzlerce yıllık tarihi cemevine geçiyoruz. Her cemevinde gördüğümüz İmam Ali’nin, Hacı Bektaş’ın, Atatürk’ün, 12 İmamların resimleri karşılıyor bizi. Asırlık ağaçlarla, direklerle tutulmuş damıyla bu cemevinde olmak ayrı bir sevinç kaynağımız.
İlk önce şehir merkezine gitmek isteyen Hidayet Ulugerçek’le de burada söyleşi yapmayı uygun buluyoruz. Söyleşiden sonra bir sonraki gün buluşmak dileğiyle bizden ayrılacak olan Ulugerçek görüş ve düşüncelerini bize şöyle aktarıyor.
Hidayet Ulugerçek Dede, Ağuçan
Daha önce İstanbul’da tanıştığımız Hidayet Ulugerçek aslen Diyarbakır Merkeze bağlı Şarabi köyünden. (Nahırkıracı/ Havacılar) 17 Nisan 1947 tarihinde Şarabi köyünde doğan Ulugerçek şehirde büyümüş. Diyarbakır Öğretmen Okulu’nden okuyup 32 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra 1999 yılında emekli olmuş. Ağucan Ocağı’na bağlı olan Ulugerçek, 1960 yılında vefat eden dedesi Hacı Abdullah (Abo Dede)’den ve 1978 yılında vefat eden babası Ali Ulugerçek’ten çok şeyler öğrendiğini anlatıyor. Dini konulara küçüklükten ilgi duyduğunu anlatan Ulugerçek, Kur’an’ı 3 kez hatim ettiğini söyledi. Yöredeki belli başlı 7 Alevi köyündeki dağınıkları ortadan kaldırmak için çaba harcadıklarını anlatan Ulugerçek, eski cemleri, görgüleri, dedeleri sohbetleri özlediğini, kendisinin de bu hizmetleri yerine getirmek için elinden geleni yaptığını söylüyor.
Köylerinde bulunan ‘Kuyu Damı’nın çok yoğun bir şekilde ziyaret edildiğini, özellikle hasta insanların, çocuğu olmayanların bu ziyarete çok önem verdiklerini söylüyor.
Seyyid Mençek’in yattığına inanılan ‘Boş Oda’nın ise çok kutsal bir yer olduğunu söylüyor. Şarabi Köyü’nün bir zamanlar 70/80 hanelik bir köy olduğunu zamanla yapılan baskılar sonucunda bu köyün boşaldığını anlatan Hidayet Ulugerçek, bir sonraki gün ziyaret ettiğimiz köyün neredeyse Sünnileşmiş bir köy olduğunu gizleyemiyor.
Burada yoğun göç, baskı, ilgisizlik nedeniyle arazilerin Sünni vatandaşlara satılması sonucunda sadece iki hane Alevi vatandaş kalmış.
Köyümüzün eğitim ve gelir düzeyi yüksekti, bölgenin sebze ihtiyacını bizim köyün arazileri karşılardı, fakat 1970/80 yılları arasındaki terör olayları sonucunda büyük darbe yedik diyen Ulugerçek, olumsuz durumu düzeltmek istediklerini söylüyor.
Bölgedeki Alevilik’le ilgili inanç uygulamalarının, cemlerin tümüyle birbirine benzediğini söyleyen Ulugerçek, bölgedeki Ağuçan dedelerin düşkünleri kaldıran ocak statüsünde olduklarını belirtirken, oluşturulması gereken Dedeler/Babalar Meclisi’nin günümüzün, çağımızın koşullarına göre şekillenmiş olması gerektiğini, Türkçe’nin çok önemli olduğunu, Kur’ansız bir yere gidilemeyeceğini, edebiyle erkanıyla toplumda ağırlığı ve bilgisi olan dedelerin bu mecliste yer alması gerektiğini söylüyor.
Annemiz de Şükürlü Köyü’nden Güzelşah Evlatları denilen inancı kuvvetli ailelerdenmiş diyen Ulugerçek, Diyarbakır’da özellikle Bismil civarında yoğun Türkmen Alevi nüfusunun zaman içinde Sünnileştiğini buralarda neredeyse 30/40 köy Aleviymiş eskiden diyor.
Diyarbakır’daki Alevi köyler:
Bismil’de; Aşağı Darlı (şu anda Ulu Türk Mahallesi ismini almış), Türkmenacı Köyü (200/250, tümü Alevi olan köy), Seyyid Hasan (Bakacak, 70 hane), Yukarı Darlı (Şu anda Alevi yok, Sünniler hakim olmuş),
Diyarbakır Merkez; Büyükkadı (En büyük Alevi köyüymüş, 300 haneymiş, okuma yazma oranı çok yüksekmiş), Cumhuriyet.
Çınar İlçesi; Şükürlü (Şu anda köyün çoğu Sünnileşmiş veya Sünniler yerleşmiş.)
Dicle Nehri boyundaki köylerin çoğu zamanında Aleviymiş. (Hüseyinenik, Dervişhasan, Pirhüseyin, Alibardak, Sarıhüseyin, Kamberli gibi) Yakın zamana kadar Alevi olan köyler ise Köseli, Karacalı (Telli Ali), Korukcu, Babahaki.
Hasan Baykut Dede, Beyazıdi Bestami Ocağı
1983 yılının 7. Ayının 21’in de, 57 yaşında Hakk’a yürüyen Hasan Dede’nin oğlu olan Hasan Baykut Dede’nin dedesinin ismi de Hasan’mış. O da 1956 yılında vefat etmiş. Onlar öyle alçakgönüllü, öyle iyi niyetli, öyle güzel insanlardı ki abartısız onları her gün yad ediyor, her gün onların yokluğunu hissediyorum, diyen Hasan Baykut Dede, Aleviliğin insanlığın tüm güzelliklerini kucaklayan bir inanç olduğunu söylüyor.
Bizim bu evimiz neredeyse bir ziyaret yeriydi. Kurbanlar, cemler, sazlar, sözler, semahlar... hiç durmadan aylar boyunca devam ederdi, şimdi de bizler bu katarı sürdürmeye devam ediyoruz diyen Hasan Baykut gerçekten de oldukça bilgi yüklü bir genç dede olarak karşımıza çıkıyor.
Kitap okuyup, araştırmalar da yaptığı anlaşılan Hasan Dede, Kur’an’a da oldukça hakim birisi. Hele bize okuduğu dualarla sesinin de çok güzel olduğunu anladıktan sonra, her Perşembe cemlerini aksatmadan sürdüren bu dedeye, bu köye ve yöreye ilgim daha da çok artıyor.
Hepinizin bildiği gibi bilgeliğiyle, tasavvufa hakimiyetiyle tüm inananların kalbinde silinmez yerler edinmiş Bayazıdi Bestami’ye bağlı olmaktan, o ocağın mensubu, dedesi olmaktan gurur ve kıvanç duyuyorum, diyen Hasan Dede, 7 köyde taliplerinin olduğunu söylüyor. Bu köyde ayrıca Er Sefil, Bozkur ve Baba Mansur Ocağı da var, diyen Dede; köyde şimdi sadece kendilerinin cem yürüttüklerini, dedelik yapan bir başka kişinin ise bulunmadığını aktarıyor.
Hasan Dede inançla ilgili bilgilerini ise bize şöyle aktardı;
Cem; birlik, beraberlik, toplanma, bir araya gelme anlamına gelir. Burada küskünler barışır, sorunlar halledilir. Bu temel ibadetimizdir. Musahiplik; insanların ahret kardeşi olmasıdır. Bizim burada musahiplik çok ağırdır. İnsanlar birbirlerini 7 yıl sınarlar, denerler. Bir kuzu alırlar, koç oluncaya kadar beslerler, büyütürler. O kuzuya gözü gibi bakar, her şeyden sakınırlar. Nihayetinde çiftler anlaşırsa her ocaktan bir dede çağrılır. 12 seyyid posta oturur, kesin kararlılık görüldükten sonra musahiplik cemi yapılır. Bizim burada inanın ki öz kardeşten daha önde gelir müsahip kardeşi. Senenin 48 haftası da her Perşembe cem yapılır bizim yöremizde. Şu anda da olan budur. Görgü sorgu inancımızın temelidir. Bizde üç kurban vardır, muhabbetlerde Cebrail Kurbanı vardır (tavuk, horoz vb. şeyler kesilir). Görgüde İsmail Kurbanı kesilir (koyun). Düşkünlerin kaldırılmasında ise Adem Ata Kurbanı kesilir (Sığır).
Rehber 12 hizmetin tümünü yapar. Rehberin görevi çok önemlidir. Dedenin baş yardımcısıdır. Biz de 12 post, 12 hizmet anlayışı vardır. Pir ve mürşit seyyit olmalıdır, rehberse talipten de olabilir. Beyazıdi Bestami İmam Musayı Kazım’ı kendine mürşit seçmiştir. Bizde genel anlayış şudur; herhangi görgüden geçmiş birisi beni de görebilir. Hz. Ali her yönüyle önder bir kişiliktir. Kur’an’ı Kerim’e saygımız sonsuzdur. Ben Türkçe ibadet edilmesi anlayışını benimsiyorum.
Bayram Cemini bizler çoktan yapıyoruz. Bu cemde sorgu sual yoktur. Halk gelir, birlikte halka namazı kılarız. Cem namazı kılınır. Kurban kesilir. İnsanlar kaynaşır, bayramlaşırlar. Muharrem kurban bayramından 20 gün sonra başlar. Muharremin 10. Günü aşure kaynatılır, kurban kesilir. Her aile kurban keser, fakirler cebrail kurbanı keserler. Hızır’da, Hızır İlyas aşkına Şubatta insanlar 6 gün oruç tutarlar, oğlak kesilir. Buna Esrafil Kurbanı denir.
Cemlerimizde en çok Pir Sultan’dan, Fuzuli’den, Yemini’den, Genç Abdal’dan, Kazak Abdal’dan, Seyyid Nizamoğlu’ndan, Mahzuni’den, Aşık Veysel’den, Harabi’den şiirler, deyişler okuruz.
Cemlerde Pençe-i Ali Aba vardır.
Aşk rıza, gönül sultan, diyen dede diğer konulardaki görüşlerini de iki saat boyunca bana anlattı.
Şu anda İzmir Karşıyaka’da Türkmenacı Köyü Derneği Başkanlığı yapan Cumali Kahraman da söyleşimize zaman zaman katılarak konuyla ilgili görüşlerini aktarırken, İzmir’de Türkmenacı köylü birçok insanı bir araya getirmeyi başardıklarını söyledi.
O gece büyük maneviyat içinde cemevinde yatıyor, sabah erkenden hazırlanan kahvaltımızı yaptıktan sonra Diyarbakır Merkez’e hareket ediyoruz.
Aşık İhsani
Bir döneme damgasını vurmuş bir isim Aşık İhsani. O sahnelerde devleşen, devrimcilerin sesi olmuş bir fırtınaydı. Uzun saçları ve göğsünü döven sakalıyla, şalvarı, kuşağı, çizmeleri ve uzun yün çorapları, büyük tespihiyle köyden geldiğini hiçbir zaman inkar edip bir tarafa bırakmadan, çalıp söyleyen bir uslanmayan usta ozan. “Sorumluyum ben çağımdan/ düz ovamdan dik dağımdan/ Sömürüyü toprağımdan/Kovana dek yazacağım” diyen nihayetinde 72 yaşına rağmen hala insanın insana kulluğunu kınayıp, yok etmek için çabalayan, şiirler yazıp, sazını çalan bu büyük ozanla üç saatlik söyleşimde onun bilgi birikimine, dostluğuna, sıcaklığına, direncine hayran oluyorum.
Evet o Aşık İhsani... Bir dönemin sahnelerin büyük ismi, Balta’nın yazarı yani o, onlarca köyü ağalık düzenine karşı çıkmaları için atı üstünde sazı eşliğinde yürüyüşe geçiren, birçok ülkede yüzlerce konser veren büyük ses.
Bugün belki bazıları sadece magazin malzemesi olarak ozanlara yöneliyorlar, bu arada Aşık İhsani’ye de. Fakat ozanlık, Anadolu toprağında üretmeye, eleştirmeye, yermeye, doğruyu göstermeye bir pusula gibi devam ediyor.
Aşık İhsani Sivas kıyımı için yazdığı şiirleri bana okuyor, İmam Ali’nin yiğitliğini yazdığı, İmam Hüseyin’in yüceliğini yazdığı son şiirlerini bana sazı eşliğinde okuyor. Coşku hala o eski coşku, sevgi insanlık sevgisi, sömürüye, ağalık düzenine karşı çıkan; Vur Ağanın Başına derken, din dil ırk ayrımı yapmadan tüm insanları aynı gözle gören bir hümanizmanın ozanı Aşık İhsani.
Şahsıma armağan ettiği çerçeveli o yetmişli yılların halini gösteren resmi, 1960 yıllarda hazırladığı kitapların ilk baskılarından...
YAZACAĞIM
Yazacağım, bu can tende
Durana dek yazacağım
Eşitsizlik zincirini
Kırana dek yazacağım.
Günüm çıkasıya dardan
Haber gelesiye yardan
Vurguncuyu şahdamarından
Vurana dek yazacağım.
Ağalığın çöküşünü,
Gür suların akışını,
Fakirliğin kalkışını
Görene dek yazacağım
Sorumluyum ben çağımdan,
Düz ovamdan dik dağımdan,
Sömergeyi toprağımdan
Sürene dek yazacağım.
Halkım uyanmasın diye
Gerçekler gizlenir, niye?
Anayasa’m raftan köye
Girene dek yazacağım.
Aşık İhsani
Daha sonra Hidayet Ulugerçek’le merkeze bağlı Şarabi Köyü’ne gidip, ziyaret ediyoruz. Ayrıca bölgeyle ilgili araştırma ve incelemeleriyle tanınan Dr. Teslim Töre’yle buluşup sohbet ediyoruz. Bilinçsizlik yüzünden Alevi köylerinin dağıldığını belirten Teslim Töre, bu alanda ciddi manada çalışacak araştırmalara ihtiyaç olduğunu söylüyor.
Bu ziyaretlerden sonra zaman kaybetmeden Urfa’ya doğru hareket ediyoruz.
ŞANLIURFA
Tektek Dağlar
Bahar olur lale sümbül açılır
Koyun kuzu birbirinden seçilir
Mart ayında yaylalara göçülür
Al yeşil giyinmiş dağı Tektek’in
Çadırları sıra sıra kurarlar
Koyunları kuzuları salarlar
Yurt değişir sulak yerler ararlar
Sarınçın’da suyu yoktur Tektek’in
Kara çadırlardan çıkıyor duman
Çadırlardan çıktı bir nazlı civan
Civan değil altı aylık bir ceylan
Güzleri sevgi dolu Tektek’in
Sefai’yim Tektek’lerde göçerim
Sıcak soğuk Sarıncı’ndan içerim
Dert elinden diyar diyar göçerim
Tükenmez çilesi derdi Tektek’in
Aşık Sefai
Bir akşam vakti vardığımız Urfa’nın gerçekten de büyük bir şehir olduğu ilk bakışta anlaşılıyor. Çok katlı bir apartmanın üst katında oturan Niyazi Arslan’ın bir akrabasına konuk oluyoruz. Buradan şehir daha da net görülüyor. Sohbetler esnasında daha önce ismini duyduğum Mehmet Acet’in, yani Sefai’nin kasetini dinliyoruz. Kısas Köyü’nden olan ozanı ziyaretimiz zaten planlarımız içindeydi. Nihayet telefonla bir gün sonra kendisini ziyaret edeceğimizi belirtiyorum.
17 Ekim 2002, Kısas
İsmini hep duyup merak ettiğim Kısas Beldesi, Şanlıurfa merkeze oldukça yakın. Tipik bir Güneydoğu Anadolu yerleşim alanı; her yan toprak evler, ahırlar, binalar, yollar... Çatısız yapılar... Bu arada tüm bölgeye hakim olan pamuk tarlaları... Daha önce Murat Küçük buraya gelip söyleşiler yapmış, konuyla ilgili yazısı Cem Dergisi’nde yayınlanmıştı.
Güneydoğu’da bir Türkmen Alevi köyüyken, büyüyen nüfusuyla belde olan Kısas’ta 1/5 oranında da Sünni vatandaşımız yaşıyor. Yüzlerce yıllık çok köklü bir geçmişi olan Kısas’ta sazlar çalıyor, cemler yürüyor, hem de hiç aksamadan, aksattırılmadan. Burası ozanlar diyarı. Onlarca ünlü aşık yetişmiş bu topraklardan. Şimdi de ünleri şehirlerinin dışına çıkan birçok ozan/aşık var.
Aramalar sonucu Mehmet Acet’in (Sefai)’nin evini buluyoruz.
Mehmet Acet (Sefai)
Hoşgörü
Pirim incinsen de incitme dedi
Pir’den aldık hoşgörüyü sevgiyi
Hünkar sen de ara sen de bul dedi
Pir’den aldık hoşgörüyü sevgiyi
Bizim düşüncemiz insanı sevmek
Rengi ırkı ne olursa hoş görmek
Büyüklüktür kendi kusurun bilmek
Pir’den aldık hoşgörüyü sevgiyi
Hünkar Hacı Bektaş Veli Pir’imiz
Ehlibeyitiy’le başlar yolumuz
Hoşgörü bahçede açan gülümüz
Pir’den aldık hoşgörüyü sevgiyi
Yedi yüz senedir duyuna sesi
Elin dilin belin öz felsefesi
Her şeyin üstünde insan sevgisi
Pir’den aldık hoşgörüyü sevgiyi
Eleste bezminde ulu divanda
Ne arasan hepsi mevcut insanda
Hünkar Hacı Bektaş sevgisi canda
Pir’den aldık hoşgörüyü sevgiyi
İsterim dünyada hoşgörü olsun
Silah patlamasın savaşlar dursun
Özgürlük mutluluk barışla gelsin
Pir’den aldık hoşgörüyü sevgiyi
Hoşgörü barışa giden bir yoldur
Sevgi bahçesinde açılan güldür
Aşık Sefai’yem bir edna kuldur
Pir’den aldık hoşgörüyü sevgiyi
Aşık Sefai
Usta çekici yemeden insan olgunlaşmazmış, diyen Aşık Mehmet Acet, hem bilgi birikimi, hem de sazıyla bizi doyuruyor. Zaten Halil Atılgan’la birlikte hazırladıkları ve Kültür Bakanlığı yayınlarından çıkan “Kısas Diye Bir Deryaya Düştüm/Kısaslı Aşıklar” kitabındaki anlatımlarını bize tekrarlamasından konuya hakimiyetini sezebiliyoruz.
Bölgenin tarihi hakkında bilgi veren Aşık Sefai, Urfa’daki diğer Alevi köyü olan Akpınar’ın da Kısas’tan ayrılmış bir köy olduğunu söylüyor. Şu anda Urfa’nın bir mahallesi gibi kalan Sırınköy’ün de zamanında bir Alevi köyü olduğunu, burada da cemlerin yapıldığını şu anda da Halil Baba’nın burada hizmet yürüttüğünü söyledi.
Kısas’la ilgili olmak üzere Çukurova Üniversitesi’nden Fatma Seygin’in bir tez hazırladığını, Harran Üniversitesi’nden Prof. Dr. Zuhal Kara’nın, Urfa merkezde Abuzer Akbıyık ve Sabri Kürtçüoğlu’nun da burayla ilgili çalışmalar yapıp kitaplar hazırladıklarını öğreniyoruz.
Burada hizmet yürüten babalar Hacı Bektaş Dergahı’na, şu anda da Veliyettin Ulusoy’a bağlıdırlar, diyen Aşık Sefai, burada babayı halk seçer, görev yürütebilecek insanlar
Daha sonra Belediye Başkanı İsa Demir’i ziyaret etmemize rağmen kendisine ulaşamıyoruz. Belediyede çalışan Ahmet Aykut’tan bilgiler derliyorum.
2006’da Kısas’a yaptığım bir başka gezide de sevgili ozanımızla tekrar buluşup görüşüyoruz ve kendisine yönelttiğim şu sorunun yanıtını ozan daha sonra bana yazılı olarak ulaştırıyor.
Sizin Kısas’taki dedeler ve ocaklar hakkında bilgileriniz olduğunu biliyorum. Bunlar hakkında bilgi verebilir misiniz?
KISASTA DEDE VE BABALAR (OCAK DEDELERİ)
1650 yıllarında Kısas’ın kurucusu ve mülk olarak ta tek sahibi ayrıca Seyid Ahmet/İmam Zeynel Abidin soyundandır. Uzun zamandır cem dedeliği ve sahipliğini yapmıştır. Hacı Bektaş Veli’ye bağlıdır. Daha sonra 1800 yıllarında İran Horasan’dan gelen Seyid İbrahim ve oğlu Seyid Mustafa bu seyidler de İran’dan önce Diyarbakır’ın merkezine bağlı Kadı Köyüne gelirler oradan da Kısas’a yerleşirler, Seyit Mustafa’nın ve babasının Seyid İbrahim talipleri İran’dadır. Oraya kendi taliplerinin üzerine görgü sorduğu cemlerine giderlermiş. Ocakları (Sarı İsmail) postudur.
HASAN DEDE: Hasan Dede Türkmen’dir. Kısas’ta ikamet etmektedir. Şimdi ise nesli tükenmiştir. Hasan Dede’nin kızı kalır var. O da kendi akrabalarından Gaziantep’te birisi ile evlenir. Kısas’ta kimsesi kalmaz. Hasan Dede de seyitti. Suriye‘ye Türkmen Culabı denilen yerde (Rakka) şehrinde kendi taliplerinin üzerine görgü cemlerine gidermiş 1900 yıllarda.
VEYİS OĞULLARI: 1830 yıllardan 1850 yıllarına kadar Dedelik yapmıştır. Veyisoğulları olarak bilinen aile de Seyittir. Kısas’ta uzun yıllar cemi kendi evinde yaptırmıştır. Kısas’ın birlik cem kurbanlarını, görgü cemlerini ve 48 cumayı kendi evine cem evi olarak hizmete açmıştır. Deli Veyis de derlermiş kendisine, Seyit bir ailedendir. Karamet ve Mücizat sahibi bir kişidir.
AK OĞULLARI: Akoğlu Methi ve Seyit Veli İbo Kısas’ta cem deldiği yapmışlardır uzun yıllar. Karamet ve Mücizat sahibi insanlardır. Ak Oğulları Kısas’sa Suriye’den gelmişlerdir. Dilleri Türk’tür Türk Seyitlerindendirler.
DEDE KARGIN EYÜP: Dede Kargın Eyüp ve amcası çocukları büyük Mustafa Küçük Mustafa Kısas’ın Ocak Dedeleridir. Dede Kargınlar Diyarbakır’ın merkeze Kadı Köyündendirler. Ancak Kısas Alevilerinin yarısı Dede Kargın talibidirler, Dede Kargın Eyüp Cumhuriyet öncesi Diyarbakır’dan Kısas’sa gelip uzun yıllar kalmıştır. Sonra tekrar Diyarbakır’a gitmiştir. Büyük Mustafa, Küçük Mustafa da 1950 yıllarına kadar kendi taliplerinin yanına gidip gelirlerdi.
Bir de bizim ocak dedemiz vardır. Kısas’ta sadece dört aile talipleri varmış. İran’ın Horasan’dan geldikleri bilinir, biz yani Mehmet Acet Safai (İbrahim Sani) taliplerindeniz. İran’dan gelen dedelerimiz en son 1913 yılında gelmişler bir daha da gelmemişler sınırlar çekilince cumhuriyet döneminde gelmemişler Kısas’a dedelerimizin adları Kalender Hüseyin ve oğlu Kanber Dede olarak bilinmektedir. İbrahim Sani evlatlarındandırlar.
Hacı Bektaş’taki mürşit tarafından Kısas’taki Dikme Balar, 1850 yıllardan sonra Kısas’taki Seyit dedeler bu işi bırakmışlar. Dikme Babalık Müessesesi Cemalettin Çelebi tarafından görev verilmiş, ilk dikme Baba, Culha İbrahim daha sonra kardeşi Cülha Bakır daha sonra, Cülhan Bakır’ın oğlu Cülha Yahya ve Cülha Yahya’nın oğlu Mustafa Doğan, Mustafa’dan sonra Kısa bir dönem Hamdullah Aykut, ondan sonra Bakır Kondu, Bakır Kondu’dan sonra, İsmail Kondu, şu andaki Kısas’ın dikme babasıdır.
Burada devam ediyoruz. Culha Yahya Döneminden evvel Babası Cülha Bakırdan sonra. Rızvan Kelo diye bilinen birisi de Kısas’ta kısa bir dönem Babalık yapmıştır. Ayrıca 1850 yıllarda Babalık görevi ile cem yapan Babalar zamanında, görgü, sorgu cemlerini yapmak için Hacı Bektaş’tan Cemalettin Çelebi tarafından Kısas’a dedeler gönderilmiş sadece birlik cemini yapar bir kaç gün kalır gidermiş. Birlik cemini Dikme Balara yaptırmazlarmış. Çok önemlidir burası çünkü Dikme Babın asıl Seyit değil onun için, görgü cemini yapan şahıs Aslı Seyit evladı olması lazımdır.
KISAS’A BİRLİK CEMLERİNİ YAPMAYA GELEN DEDELERİN ADLARI
1- Kaba Abdal Ocağından Bir Dede adı bilinmiyor.
2- Malatya’nın Karca Köyü’nden (Topal İbrahim) Hacım Sultan Ocağından, aynı zamanda Aşıktır..
3- Sivas Şarkışla Orta Köyü’nden Hasan Dede ve oğlu Derviş Dede Garip Musa evlatlarından.
4- Yine Malatya’dan Ali Onbaşı adıyla bilinen bir dede Hacım Sultan evlatlarındandır, Ali Onbaşı en son 1980 yılında gelmiştir.
Yukarıda yazılan dedelerin Hasan Dede Garip Musa’nın Kısas’ta az sayıda talipleri vardır. Diğerlerinin Kısas’ta talipleri yoktur. Sadece görgü sorgu cemlerini yapar giderler.
İsmail Kondu (Doksandaon Baba) (65)
Ayrı Ayrı
Yedi derya yedi dünya üstüne
Aynı güneş doğar burç ayrı ayrı
Kimi doğru gider kimi tersine
Alemi dinlerim hurç ayrı ayrı
Gelmişim kapına ey ismi yüce
Kusurum çok aman bu halim nice
Kimi hafta sene kimi ömürce
Kesilmiş cezalar suç ayrı ayrı
Bu dünyayı insan ile düzenler
Adem’i Havva’dan zuhur edenler
Kimi nur-u vilayete kasteyler
Birbirine uymaz piç ayrı ayrı
Doksandaon akar gider engine
Hakk’ın sevgisini koymuş gönlüne
Bunca alem ermek için menzile
Kimi aksak kimi topal uç ayrı ayrı
Aşık Doksandaon
Şu anda beldede cemleri yürüten, sazıyla, çok güzel şiirleriyle önemli bir isim olan İsmail Kondu’nun sazına, sohbetine doyamıyoruz. Doğma büyüme Kısas’lı olan İsmail Kondu, Hacı Bektaş’ta bulunan Çelebilerin kendilerine icazet verdiklerini onların görev vermeleriyle bu hizmetleri aksatmadan sürdürmeye çalıştıklarını söylüyor. Kısa süre sonra çocukları ve sevenleri de eve gelince kendi çok anlamlı şiirlerini yine kendi sazıyla seslendiren İsmail Kondu Baba’ya ilginin nedenini daha iyi anlıyoruz. Ağır ağır ama çok manalı konuşan Baba, tasavvuf ehli bir insan.
Bizler birleşir birlik kurbanı keseriz, yolumuzu doğruluk üzerine yürütürüz, burada her şey edep/erkan üzerine yürür, diyen Baba eğer çok ağır bir suç işlenirse onun üzerinden yükünü, ancak Dergah’taki mürşitler kaldırabilir, eğer daha hafif suçlar işlenmişse görgüde bunlar giderilir, diyor. Bizde 48 Cuma farzdır, diyen İsmail Kondu Baba, Muharrem Orucunu aksatmadan tuttuklarını, Gaziantep yöresinde Muharremde saz varken, Kısas’ta bunun olmadığını, Hızır’da Cebrail Kurbanı (iki ayaklı küçük hayvanların kesimi tavuk, horuz vb.) kestiklerini, 4 yıl önce Bakır Kondu’nun vefatı üzerine Veliyettin Ulusoy’un buraya gelerek, halka sorup, onay aldıktan sonra, kendisini posta oturttuğunu söylüyor. Posta otururken Hacı Bektaş’ta kurban kestiklerini anlatıyor.
Baba’yı da çok seven çok inançlı ve türbeleri dergahları sürekli ziyaret eden Gaziantep’ten (daha sonra misafir olacağımız haneden) Naile Uğur’un anlattığına göre, Harran’da Keşiş Türbesi ve İmam Bakır Türbesi var. Buralar insanlar tarafından ziyaret edilip, kurbanlar kesiliyor.
Bu arada cemlerde süpürgeci hizmetini gören 22 yaşındaki Ali Ersöz bize Kısas’ı gezdiriyor. Ara sokaklarda insanlarla görüşüyoruz, sohbet ediyoruz.
Aşık Halit Aşan
Seksen yaşının üstünde olan Halit Aşan bölgede aşıklık geleneğini yaşatan isimlerden birisi. Bizi evine mihman eden Halit Aşan, benim size vereceğim en güzel şey sazımdır deyip, tadına doyulmaz ezgileriyle bizi saza ve söze doyuruyor.
Mevcut şartları zorlamama rağmen imkanlar buradan hareket etmeye bizi zorluyor. Ama Urfa’ya gelip de tarihi eski Urfa’ya, Balıklıgöl’e uğramadan gitmek elbette olamaz. Yüzyıllardır tüm Ortadoğu’dan, dünyadan on binlerce insanın gelip ziyaret ettiği kutsal Balıklıgöl’de binlerce balık, tutulup yenilmeyeceğini bilmenin rahatlığıyla ziyaretçilerin ikramlarını kabul edip; bir aşağı, bir yukarı seyrü sefer yapıyorlar. Gerçekten burası büyüleyici bir mekan. Tarihi surlar, kale, eski evler, sokaklar... Buraya gelip tüm bölgeyi gezemeden, içinizde bir buruklukla buradan ayrılmak ne acı... Tabii biz bir görev bilinciyle ve çalışma aşkıyla buraya geldik, daha önce bir dedeyle yaptığımız Erzincan gezisini hatırlayınca, Niyazi Arslan’a daha çok hayran oluyorum, elbette burası olağanüstü güzel bir yer ama gerçekten gitmemiz gereken daha çok yer var, zaten burada bir gün daha kalacak paramız yok. Hüzünle arabayı akşam Gaziantep’e doğru sürüyoruz.
Olur
Çiçek sarar engin yerin yaylasın
Yüksek kalkmış dağlar başı kar olur
Sordum gonca güle nedir ahvalin
El uzattım her tarafın har olur
Kayıp etme elden insanlığını
Sakın dosttan kesme bağlılığını
Haram ile kale yapma malını
Bir yel kalkar akıbeti tar olur
Söyler Doksandaon sözü alanın
Temelimi olur yalan binanın
Arife söyleme bilir kemalin
Buyhudeye söz anlatmak zor olur
Aşık Doksandaon
Not: 2006’da yöreye yaptığım diğer bir gezide de Kısas’tanm Cuma Aran’la bir görüşme yaptım. Bunun notlarını da sizlere aktarıyorum:
Aşık 1944 Kısas doğumluymuş. Babası Abit, annesi Medine olan aşık ilkokul mezunu. İki yüzün üzerinde şiiri bulunan ozan 23 Mayıs’ta Kısas’ta yaptığım görüşmede şu bilgileri bizimle paylaştı.
Mahlasım Fedai. 2 yaşında yetim kalmışım. Dedem Aziz Kahya’ydı. Bizlerin o zaman ayaklarında ayakkabı yoktu. Perişan bir haydeydik. Zorluklar içinde büyüdüm. 9 yaşında cemlere gitmeye başladım. 1963 yılında bir cemde bana şerbet (dolu, bade) vermek istediler. Bana bir kişi kala “dem kalmadı” dediler. Aynı yıl cemde hayat kapısında bade içtim. Postta Feyzullah Efendi vardı. 1971 yılında Dergah-ı Ali’de 56 gün çile çektim. Feyzullah Efendi’nin evinde çalıştım. Giden gelen misafirleri ağırladım, yataklarını yaptım. Eskiden çok misafir geliyordu. Fitnat Ana beni çok seviyordu.
1971 yılında Hacı Bakır ölünce cenaze, nikah hizmetileri bana geçti. Şimdi de köyde cenaze yıkıyor, namaz kıldırıyor, talkın veriyorum.
Ali Demirkol (Çavuş Ali) Sefai’nin dedesi bana eski yazıyı öğretti. Kürtçe (Kırmance) Viranşehir’de yevmiyeci olarak çalıştığım zaman öğrendim. Bizler o zaman deve ile ekin toplardık. Yevmiye 15 lira idi. Biz beş arkadaş Viranşehir’de 3 saat öte gittik. İş bulamadık. Bir Kürt köyüne gittik. 7 kapı çaldık, 2 ekmek aldık. Arapça çevremizde yaygın, bizler biliyoruz.
Ben burada birçok çalışmalar yapmaya gayret ettim. Bir semah gurubu kurduk. 1982, 83, 84’de başkanlık yaptım.
GAZİANTEP
Yaşam Öyküsü
Özlemlerimin mutlu çağrısı çocukluğum
Aydınlık türküler memleketi
İçimde kalan tek yeşil dal
Götürmek istediğim tek şey
Hey Nizipli küçük Hüseyin hey
Sen böyle mi çıktındı yola
Bir ömre değer miydi bu sürekli gurbet
Bu boş yolculuk
Fıstık ağaçlarının alaca gölgesinde
Ak hayallere dalan mavi gözlü çocuk.
Vay sen ey
Başında kavak yelleri esen
Rüzgarlı gençliğim
Atılgan yiğit ve tedirgin
Büyük umutların ardında tükettiğin
O coşkun mavi yıllar
Kapandı birer birer
Eşin dostun arkadaşın
Bir siyah ufka çekildiler
Umutsuzlukları kaldı sende miras
Dalgalandırmıyor artık
Ne özlem ne anı ne yas
İçinde uyuyan ölü denizi
Ve öyle bir yere getirdiler ki bizi
Olmak yada olmamak değil önemli
Gaye insanca özgür
Gaye insanca yaşamak
O da halimizden belli
Toprak çorak kök çürümüş
Gövde ölü neylersin
Bitmiş atılımların o dolu dizgin gürlüğü
Boşuna taban teptiğimiz bu dünyada
Bize kaldı sadece ölmek özgürlüğü
Geçmiş gelecek ve şimdiki an
Umutlar anılar ortasında
Bir buruk çağıltıdır içimizde zaman
Gelmiş gideriz
Kaderin bize çizdiği izde
Heder olmuş yılların pişmanlığı
Bir yoğun tortudur içimizde
Ne kitap ne yazı ne düşünce
Yalana pey sürülen bir ülkede
Bitmez gece
Anladık sonunda cümlesi boş
Karamsar yorgun korkak
Kapansın artık üstümüze
Doğup büyüdüğümüz
Ve mutlu olmadığımız toprak
(Cahit Tanyol, Düş Yorgunu, Gendaş Yayınları, 2000)
MERKEZ
Akşam geç vakit şehre girdiğimizde yine bu şehri ilk kez gören birisi olarak hayret ediyorum; meğerse Gaziantep anlattıklarından da daha büyük bir şehirmiş. Daha önceden haber verdiğimiz için bizi Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Derneği Merkezi’nde bekler bulduk dedeleri.
Şehre hakim yüksekçe bir mevkide kurulmaya başlayan ve belki de şu anda Türkiye’deki en büyük kültür ve cemevi binası inşaatı olan, bu büyük yapıyı görünce hem hayret ediyorum, hem de çok seviniyorum. İnsanlar çalışınca neler neler yaparmış meğer. Bir sonraki gün gezdiğimizde daha iyi anlıyoruz ki, büyük cem salonuyla, yemekhanesiyle, gasılhanesiyle, toplantı salonuyla, odalarıyla, düğün salonuyla, hatta ve hatta sıkı durun bir tiyatro salonuyla tam bir inanç ve kültür merkezi binası... Bir uçtan bir uca gezmek bile bir heyecan işi.
Mühendis olan Başkan Zekeriya Gökpınar bize büyük ilgi gösteriyor. Binayı gezdiriyor, sorularımızı yanıtlıyor. Çok aktif çalışmalar içinde görünen Gökpınar, arkadaşlarıyla büyük, zor ama onurlu bir yükün altına girmiş. Gökpınar’ın ifadesine göre Gaziantep çok yoğun bir Alevi yerleşim bölgesi. Merkez’de ilçe ve ilçe köylerinde on binlerce Alevinin yaşadığını söyleyen Başkan Gökpınar, bugüne kadar çok yoğun çabalarla Kültür ve Cemevi inşaatını belli bir aşamaya getirmelerine rağmen, binanın büyüklüğü bakımından kendi olanaklarıyla bitirilmesinin çok zor olduğunu belirtti. Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşları arasındaki soğukluğun ve zaman zaman yaşanan zıtlaşmaların Anadolu’da kendilerini çok üzüp çalışmalarını olumsuz etkilediğini söyleyen Gökpınar her şeyin diyalog ve karşılıklı anlayışla çözülmesinin şart olduğunu belirtti.
Daha sonra söyleştiğimiz dedelerden de çeşitli bilgiler derliyorum.
İsmail Karani Dede (1946)
Veysel Karani Ocağı’ndan olan dede ben ocağımla, soyumla övünmem ama 17 Kemerbesten 5. ’si olan Veysel Karani gibi bir ulu zatın ismini alan bir ocaktan olmak da önemli ve sorumluluğu olan bir şey, diyor. Bizde asıl olan Peygamber sevgisidir, diyen Karani Dede büyüklere, özellikle anneye saygı ve sevginin kendisi için çok anlamlı olduğunu, belirtiyor. Cemlerinde “Veysel Karani Eli” diye taliplerinin sırtına pençe vurduklarını bu nedenle kendilerinin “Pençeliler/Pençei Ali Abalılar” olduğunu söyleyen Karani Dede, Veysel Karani’nin bir büyük İslam önderi olduğunu, iyiliği, dürüstlüğüyle kendilerine rehber olduğunu, kendilerinde zamanında atalardan kalma bir Demir Asa olduğunu şimdi ise ellerinde kutsal iki pabucun bulunduğunu söylüyor. (Birisi kendisinde, birisi kayınpederindeymiş). Yusuf Ulusoy’dan icazet alıp hizmet yürütmeye başladığını söyleyen İsmail Karani Dede cemleri aksatmadan yürütmeye çalıştıklarını söylüyor.
Dar; varlık divanına durmaktır, diyen İsmail Karani, Dar meydanının Muhammed/Ali Divanı olduğunu bu yüzden Dar’ın kendileri için çok önemli olduğunu söylüyor.
Dedeler Babalar Meclisi konusundaki fikirlerini de açıklayan İsmail Karani Dede, dedelerin devlete bağlı olmasından yana değil. Ayrıca eğitici kimliği olmayan dedelerin meclise girmesinin yararlı olmayacağını, devletten bağımsız, devletten maaş almayan, bağımsız çalışacak bir Dedeler Babalar Meclisi’nin topluma yararlı olacağını söylüyor.
Hüseyin Koca
Hacım Sultan Sarı İsmail Ocağı’ndan olan Dede, İsmail Karani’yle musahip. Hacı Bektaş’taki, Sır Katibi, Meydancı Postu olan 6. Post sahibi, Sarı İsmail’e bağlı olduklarını söyleyen dede 25 yıl önce musahip olduklarını, bundan çok memnun olduğunu belirtiyor. Hüseyin Koca Dede, eskiden Kayseri’ye gidip geldiklerini, kardeşinin musahibinin de Kayseri Sarız’da olduğunu, eskiden dedelerinin Barak Ovası’ndan hakkullah aldıklarını, her Barak obasında mutlaka bir sazın bulunduğunu, bundan yüz, yüz elli yıl önce Barakların tümüyle bu kültüre bağlı olduklarını söylüyor.
Şu anda Gaziantep’teki Şehitkamil Belediye Başkanı Mehmet Bozgeyik’in de aslında atalarının dede, ve Bozgeyik’in Dedeler Soyu olduğunu zaman içinde, insanların inanç kimliklerinde farklılaşmalar dolayısıyla Sünnileşmenin bu bölgede çok yaşandığını söylüyor dede.
Sarı İsmail’in Emir Sultan ve Hoca Ali isimlerinde iki oğlunun olduğu kendilerinin Hoca Ali soyundan geldiğini söyleyen Hüseyin Koca Oğuzeli ilçesinde Doğanpınar Köyü’nün Barak köyü olduğunu söylüyor.
Haydar Dede
Fazla sohbet edemediğimiz Haydar Dede de Dernek’te başkan yardımcısı olarak görev yapıyor. Gezi sonrasında telefonla da sohbet ettiğimiz Dede, cemevinin yapımı için yoğun çabalarının devam ettiğini söyledi.
İsa Uğur (Rehber)
Dede olmamasına rağmen yörede çok sevildiği için zakirlerle birlikte, yörede cem yürütmeyen dedeleri posta oturtarak insanları bir araya getirip muhabbet, sohbet toplantıları yapan Uğur ve özellikle babası Halil Uğur gerçekten bu yola gönül vermiş, burada önemli isimler.
Nihayetinde ihmal etmeden sürekli sohbet toplantıları yapan bu canların, kendi imkanlarıyla kendi evlerinin altında cem yapılması için ayırdıkları bölümde canları muhabbette yakalıyoruz. Sazlar çalıyor, nefesler, düvazlar birbirini takip ediyor. Daha sonra sohbetler açılıyor, saatler süren konuşmalarla insanlar birbirlerine açılıyorlar. Biz de bu tertemiz ve onlarca kişiyi de ağırlayacak kadar bol tertemiz yastığı ve yorganı olan bu mekanda yatıyoruz.
18 Ekim 2002
Daha önceden bilgilendirmemize, dostların bizlere yardımcı olmalarına rağmen Muhtar Dede ve Hüseyin Dede’ye ulaşamıyoruz. Ben özellikle Hüseyin Kazımoğlu Dede’yle görüşmeyi çok istiyordum. Köse Süleyman Ocağı’ndan Dede’nin yazı dizisinin başlarında belirttiğim, sevgili okurların hatırlayacağı gibi Edremit’e, Balıkesir’e gidip Çepni boylarında cem yapması oldukça ilginçti. Ama maalesef şehir dışında olan dedenin iki kere evlerine gidilmesine rağmen bulamıyoruz. Her ne kadar başka dedeler de olsa yine zaman problemiyle karşı karşıya olduğumuz için, kent merkezini gezip, alış veriş yapıyoruz. Niyazi Arslan, arabasını kontrolden geçiriyor. Bu arada oldukça ucuz olan ses kayıt için kasetlerden elimde olan para kadar alıp, yola revan oluyoruz.
AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma Gezi Notları, 2002/2006), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008, SAYFA: 442-480