HAKKI SAYGI BABA’YLA SÜCEAATTİN VELİ OCAĞI VE CEMLERİYLE BALKANLARDAKİ ERENLERLE İLGİLİ SÖYLEŞİ

HAKKI SAYGI BABA’YLA SÜCEAATTİN VELİ OCAĞI VE CEMLERİYLE BALKANLARDAKİ ERENLERLE İLGİLİ SÖYLEŞİ

Ayhan Aydın

Otuz beş senedir Sultan Süceattin Veli Ocağı’na / Dergâhı’na hizmet eden bir babasınız. Sizinle Balkanlar’da ve Anadolu’da ortak gezilerimiz oldu. Benim de çok canlı gözlemlerim var ama siz belki bu ocağa bağlı babaları en iyi bilen kişisiniz. Bu konuda kitaplarınız, makaleleriniz, söyleşileriniz var. Dergâhın/Ocağın tarihçesiyle ilgili yazılarınız yanında şu ana kadar yayınlamadığınız aynı zamanda değerlendirmediğinizi de bildiğim çok önemli bir özelliğiniz var: Son kırk/elli yıllık süreçte Sultan Süceattin Veli Ocağı/Dergahı içindeki hemen tüm dede ve babaları tanıdınız. Onlarla yüzlerce kez cemlerde, toplantılarda, özel sohbetlerde bir araya geldiniz. Belki de birçok bağımsız babanın bu ocağa/dergâha bağlanmasını sağladınız.

Sizinle belki otuz-kırk kez söyleşi yaptım. Sayısız radyo ve televizyon programlarında bir araya geldik.

Bunların dışında evinizde ve özel mekânlarda görsel olarak arşivimde uzun saatler alan söyleşilerimiz de var.

 

Bu bağlamda aşağıdaki sorularımı yanıtlamanızı rica ediyorum.

 

 Sultan Süceattin Veli Ocağı/Dergâhı dede ve babalarının sürdürdükleri erkanın en temel özellikleri ve diğer Alevi ve Bektaşi kollarından ayrılan en önemli yönleri nelerdir?

 

Ben de birçok Babai cemine (Sultan Süceattin Veli Ocağı/Dergâhı’na bağlı insanlar kendilerini böyle nitelendiriyor) giren bir insanım. Görgü, müsahiplik, dardan indirme, yola girme erkânları var. Bunların tümünü görme şansım oldu.

 

Babai erkânını çok özetleyerek de olsa anlatma olanağınız var mı?

 

BABAİ SÜREKLERİ  ARASINDAKİ  ÂYİN-İ CEMLER

   

Bu Âyin-i Cem’ler, Üç Bölümden Oluşur:

I. İbadet  Âyin-i Cemi: Burada 12 hizmet erkânı vardır.

II. Hizmet Âyin-i Cemi: Burada, ikrar, musahip, görgü (tarik), baş okuma, dardan indirme, düşkünlükten kaldırma ve buna benzer hizmetler yer alır.

III. Sohbet Âyin-i Cemi: Zakirler eşliğinde sohbet ve muhabbet yapılır.

 

I. İbadet Âyin-i Cemleri

Bu erkân; her pazar gününün akşamı ve her perşembe gününün akşamı yapılan, umuma açık 12 hizmet adı verilen ibadet cemidir. Bu gibi ibadet cemleri, bugün Bulgaristan’ın Deliorman bölgesinde haftada iki gün olarak devam ediyor. Ancak, günümüzde bu uygulama çok zordur. Çünkü büyük şehirlerdeki dağınıklık ve insanların gece ve gündüz çalışır olması sebebiyle sadece Perşembe gününün gecesinde mümkün olmaktadır. Bu cemin bölümleri ve erkân içerisinde yer alan on iki hizmetin uygulanışı; aşağıda sırasıyla açıklanmıştır.

 

II. Hizmet Âyin-i Cemleri

Bu erkânlar, ibadet erkânının içersinde, yani on iki hizmet ceminin içersinde yer alırlar. Bunlar sırasıyla şöyledir:

 

a) İkrar (biat) erkânı: Buna “nasip” almak da denir. Bu erkân, sadece bir çift talibin, yani bir erkeğin eşiyle birlikte ikrar vererek Hakk-Muhammed-Ali yoluna girmeleri için düzenlenen bir hizmet erkânıdır. Buraya sadece ikrarlı ve musahipli kimseler katılabilir ve sadece ikrarlı veya musahipli kimseler, on iki hizmete kalkabilirler.

 

b) Musahip erkânı: İki çift canın, yani iki erkek ve iki bacının musahip kardeşliği için düzenlenen bir hizmet erkânıdır. Buraya sadece ikrarlı veya musahipli kimseler katılabilir. Yine sadece ikrarlı veya musahipli kimseler, on iki hizmete kalkabilirler.

 

c) Görgü (tarik) ve baş okuma erkânı: Yıllık görgü ve sorgudan geçecek olan kimseler için düzenlenen bir hizmet erkânıdır. Burada sadece ikrarlı ve musahipli kimselerin hizmeti görülür. Yine sadece ikrarlı veya musahipli kimseler on iki hizmete katılabilirler.

 

ç) Dardan indirme erkânı: Bu erkân, Hakk’a yürüyen ikrarlı ve musahipli bir kimsenin, varisleri tarafından yerine getirilir. Buraya Hakk’a yürüyen kimsenin tüm yakınları girebilir, ancak hizmete, sadece ikrarlı olanlar katılabilir.

 

e) Düşkünlükten kaldırma erkânı: Yol düşkünü olan bir kimsenin tekrar yola alınması için düzenlenen bir hizmet erkânıdır. Buraya da sadece ikrarlı canlar katılabilişrler.

 

f) Hızır cemi erkânı: Üç günlük Hızır orucunun sonunda yapılan bir hizmet erkanıdır. Bu uygulama daha çok Anadolu Alevileri tarafından yerine getirilir. Rumeli yöresinde ise buna doksan kurbanı denir. Bu erkâna herkes katılabilir.

 

g) Muharem cemi erkânı: On iki gün matem ve oruç tutulur, 13. günü kurban kesilir ve aşure pişirilerek yapılan erkândır. Buraya da herkes katılabilir.

 

h) Abdal Musa veya birlik cemi erkânı: Canların bir araya gelerek yaptıkları birlik lokması cemidir. Bu ceme de herkes katılabilir.

 

ı) Nevruz Cemi erkânı: Her yıl 21 Martta, düzenlenen bir erkân türüdür. Hz. Ali’nin doğum günü olarak kabul edilir ve özellikle Babailer ve Bektaşiler arasında daha çok önemsenmektedir.

 

i) Adak kurbanı veya anma kurbanları: Bir adak veya Hakk’a yürüyen bir kimsenin anılması için yapılan bir hizmet cemidir. Bu ceme, herkes katılabilir.

 

II. Muhabbet Âyin-i Cemleri

İbadet erkânı ve hizmet erkânlarından sonra baba oturan duran duası okur. İşi gücü olanlar gider, geriye kalan kimseler arasında bir muhabbet erkânı kurulur. Buna Kırklar Cemi de denebilir. Burada zakirler, Kuran’ın tevilini açıklayan nefesler söylerler ve bunların yorumu yapılır. Hakk Teala’nın hikmetlerinden ve ulihiyeti ile ilgili tasavvufi muhabbetler yapılır. Kısacası cem evlerimiz, birer ibadet yeri olduğu gibi, aynı zamanda birer “İlm-i Ledün” okuludur.

 

I. İbadet  Âyin-i Cemi:

 

Babai ve Bektaşi inancına mensup kimselerin ibadeti, evde iken başlar. Evlerinde beden temizliğini yaparlar, en temiz kıyafetlerini giyerek, ruhsal ve manevi temizlik için cem evine gelirler. Cem evi, ibadet edilen yerdir. Alevi-Bektaşi inancına göre, cem evinin “kapısı” ibadetin birinci basamağıdır ve kutsaldır. Cem evinin ortasına “Kırklar Meydanı” denir. Meydanın tam ortası “Dâr Meydanı”dır. Bu meydan, “dâr”a duran kimseleri, her maksuda ulaştıran “sırat-ı mustakim”dir (dosdoğru yoldur).

Cem evine kapıya niyaz ederek girilir. Çünkü tasavvufî anlayışa göre; “girin şu şehre; orada, dilediğiniz yerde bol bol yiyin. Kapıdan secde ederek girin ve affet bizi deyin ki, hatalarınızı bağışlayalım”[1] âyetinde söz edilen şehir, “hakikat şehridir.” Yani burası “ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır” buyuran Hz. Muhammed’in manevi makamını, kapısı ise Hazret-i Ali’yi sembolize eder. Buradaki maksat ilim şehrine, Hz. Ali’nin kapısından girip, Hz. Muhammed’in ilmine erişmektir.

Kapıdan niyaz ederek cem evine giren canlar, “Kıyam, Rüku ve Secde” hareketleri ile babanın önünde niyaza gelirler . Niyazdan sonra diz üzerinde iken; “Allahümme salli alâ seyyidina Muhammed ve âl-i seyyidina Muhammed” diyerek, Hz. Muhammed ve onun temiz Ehl-i Beyt’ine salat ve selam verilir.

Yüce Allah Kur’an’da: “Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salavât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin” buyurmuştur.[2] Yüce Allah, bu ayetle bütün mü’minlere Hz. Peygamber’e ve onun soyuna salat ve selam etmelerini ve teslimiyetle selâm vermelerini farz kılmış ve bu farzın yerine getirilmesini belirli bir zamanla sınırlandırmamıştır.[3]

Şu Kur’an ayetinde: “…Onları rükû ve secde ederken görürsün. Allah’ın lütfunu ve hoşnutluğunu kazanmayı arzularlar. Onların belirtileri yüzlerindeki secde izleridir. Onların Tevrat’taki nitelikleri budur. İncil’deki özellikleri ise; filiz veren, ardından kalınlaşan ve gövdesi üzerine dümdüz duran (kıyam) ve çiftçiler tarafından beğenilen ekine benzer…”buyuruyor.[4] Yine Kur’an’da: “Ey inananlar! Rükû edin, secde edin, Rabb’inize kulluk edin” buyuruyor.[5]

 Hiçbir varlığın önünde eğilmeyen insan, sadece ve sadece Allah’ın önünde eğilir ki (rükû), bu eğiliş; kulluğun bir göstergesidir. Ayrıca o Allah’ın kendisine sunduğu nimetler için teşekkür etmektedir. Secde ise kulluğun en güzel göstergesi ve ibadetin en önemli simgesidir. Secde insanın Allah’a en yakın olduğu andır.

 

Razılık ve Kul Hakkının Sorulması

 

Üzerinde kul hakkı bulunan bir kimsenin ceme girmesi uygun bulunmaz. Bu sebeple ibadete başlamadan önce baba, taliplere dönerek şu uyarıda bulunur: “Canlar! Hep birlikte “ibadet edeceğiz”, yolumuz rıza yoludur. Biz sizi sizden alıp Hakk’a teslim edeceğiz, özünüzdeki Hakk’la dâr ve didâr olacaksınız. Yüce Allah Kur’an’da: “Şu bir gerçek ki, müminler sadece kardeştirler. O hâlde kardeşleriniz arasında barışı sağlayın” [6] buyuruyor. Bir başka ayette de: “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabb’ine dön. Seçkin kullarımın arasına katıl ve cennetime gir!” [7] buyurmuştur. Biz de size soruyoruz, birbirinizden razı mısınız? Eğer kul kuldan razı olursa, Allah’ta o kuldan razı olur. Aranızda dargın ve küskün olanlar, üzerinde kul hakkı bulunanlar varsa dâr meydanına çıksın ve özünü dâra çeksin. Eğer yoksa “Allah eyvallah” deyiniz. Birbirinizden razı mısınız? Birbirinize haklarınızı helal ediyor musunuz? (Üç defa sorar.) Eğer ediyorsanız “edep erkân, sükutu lisan, mümine nişan gösterin” der. Taliplerin cümlesi, “Allah eyvallah” diyerek, yere niyaz ederler. Herhangi bir kul hakkı varsa, hak sahibine iade edilir ve helâllik alınır.

 

Cem İbadetinde On İki Hizmetler

 

Seccade Hizmeti:

Görevli: “Bism-i Şah Allah, Allah! (Allah’ın adıyla) Erenler meydanına seccademiz serilsin, mümin müslim dar olup secde kılsın, seccademiz cehennem nârına perde olsun, Allah, eyvallah hü dost” diyerek, dar meydanına seccadeyi serer.

İbadetin Sonunda:

Görevli: “Bism-i Şah Allah, Allah! (Allah’ın adıyla) Erenler meydanına seccademiz serildi, mümin müslim dar olup secde kıldı, seccademiz cehennem nârına perde oldu, Allah, eyvallah hü dost” diyerek, seccadeyi toplar..

 

Leğen-İbrik Hizmeti

İbadete katılan tüm canlar, evlerinde beden temizliklerini yapıp, manevi temizlik için cem evine gelirler. Yüce Allah Kur’an’da: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler” [8] buyurmuştur. Ehl-i Beyt’in yolunda bulunan kimselerin de temiz ve pak olmaları gerekir. Bunun için de sembolik olarak ceme katılanların ellerine su dökülür.

 

Süpürge Hizmeti

İbadete başlarken ve ibadetin sonunda seccade iki defa sembolik olarak süpürülür. Bunun anlamı şudur: Allah: “Ey benim habîbim! Mü’minlere söyle, gönül evini aşıklık süpürgesiyle süpürsünler. Hırsı, cimriliği, düşmanlığı, hainliği, kıskançlığı, dedikoduyu süpürüp atsınlar. Sonra kötü işlerinden dolayı pişman olsunlar. Pişmanlık suyuyla gönül evlerini sulasınlar. Sonra hakikat seccadesini sersinler. Muhabbet sofrasını döşesinler. Aşk başlarına vursun. Gizli işlerden vazgeçsinler. Sevgi sofrasını gönül evlerine döşesinler.”[9] Bu süpürme işlemi iç ve dış temizliği sembolize eder.

 

Çerağların Uyandırılması

Cem evlerinde on iki hizmetten birisi de “çerağ” uyandırma hizmetidir. Cem ibadeti veya hizmetler başlamadan önce şu ayetler okunarak çerağlar uyandırılır: Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın adıyla. Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun örneği, içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil, bir sırça içindedir. Sırça, inciden bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmazsa bile ışık saçar. Nur üzerine nurdur o. Allah, dilediğini kendi nuruna kavuşturur. [10] Kandil, Allah’ın yüceltilmesine ve içerisinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. Orada sabah-akşam O’nu tesbih ederler. [11]

Kur’an ayetlerinden sonra: “Yaratan’ın nuru aşkına Ya Allah, Ya Allah, Ya Allah, nübüvvetin nuru aşkına Ya Muhammed, Ya Muhammed, Ya Muhammed,velâyetin nuru aşkına Ya Ali, Ya Ali, Ya Ali” diyerek üç çerağ uyandırılır. Çerağlar uyandırıldıkan sonra, On İki İmamların adını zikreden bir dua okunur.Bunun ardından ibadete devam edilir.

Cem evinde uyandırılan çerağ, ışık ve nur anlamındadır. Kur’an’da: Ey insanlar!Rabbinizden size yol gösteren bir Peygamber geldi. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik” buyrulmuştur. [12] Şu ayette de: “Ey Resulüm! Sen Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir delil olarak gönderildin” buyrulmuştur. [13] Kur’an ayetlerinde, Hz. Peygamber Efendimizin ışık ve nur saçan bir delil olarak gönderildiği ifade edilmektedir. Bu açıklamalara göre “çerağ”, Allah’ın ve Hazret-i Muhammed’in nurunun bir örneği olarak gösteriliyor. Bundan dolayıdır ki, Alevi-Bektaşi ibadetlerinde bu ışık, Allah’ın, Peygamberin ve velâyetin nuru olarak kabul edilir. Bu çerağlar, hem ibadet yapılan mekânın, hem de tüm âlemin aydınlatıcısı olarak uyandırılmaktadır. Çünkü çerağ; insanı karanlıktan kurtaran, aydınlığa kavuşturan ve gideceği yolu aydınlatan bir ışıktır ve nurdur.

 

İbadet Başlar

Çerağların uyandırılmasından sonra dede veya baba: “Niyet ettik Allah rızası için ibadet etmeye” der. Fatiha ve İhlâs Sûreleri okunduktan sonra, topluca tövbe edilir, bazı ayet ve dualarla üç secde yapılır. Daha sonra da zâkirlerin bağlama eşliğinde söyledikleri “Duvaz-deh İmam, Tevhit ve Miraçlama” deyişleri ile su dağıtılır, mersiyeler okunur, beş secde ile ibadet tamamlanır. İbadetin başından sonuna kadar manevî duyguların coşmasında etkili olan bağlama eşliğinde semahlar dönülür.

 

Semah

Semah, ilâhi aşkı ruhunda duymaya, o aşkla O’nun güzel isimlerinden herhangi birisini anarak ayakta dönmeye denir. Kur’an’da: De ki: “İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini derseniz deyin. En güzel isimler O’nundur!... [14] Şu ayette de: “Saf saf dizilenlere, toplayıp sürenlere, zikir okuyanlara yemin ederim ki, ilahınız birdir” [15] denilmektedir.

Semah, Alevi-Bektaşi ve Mevlevî cemlerinde ibadete katılanların, manevî coşku halinde kendilerinden geçerek, ilâhî bir aşkla ayakta dönmeleridir. Semah, okunan ilâhilerin eşliğinde, kadın-erkek ayrımı yapmadan ellerini göğe doğru kaldırarak din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın Hakk’ın tek olduğunu, tekrar tekrar zikretmektir. Kolları yana doğru açıp, sağ el yeri gösterdiğinde ise, bir türlü önüne geçilemeyen nefsin, bencilliğin, menfaatin, savaşların, açlıkların, iki yüzlülüklerin kısacası yaşama dair tüm kötülüklerin anlamsızlığını görüp, “Hakk’tan rahmet alır, halka veririz. Kendimize hiçbir şeyi mal etmeyiz” inancını anlatmaktır. Kur’an’da buyurur ki, “Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken, hep Allah’ı anarlar.” [16]

 

Sakka Suyu

Semahlardan sonra sembolik olarak saka suyu dağıtılır. Bu suyun çok önemli iki anlamı vardır. Birincisi Allah: “İnkar edenler, göklerin ve yerin birbirine bitişik olduklarını, Bizim onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? buyurmaktadır.[17] İkinci önemi ise Hz. Peygamber Efendimizin torunu Hz. İmam Hüseyin’le birlikte 72 kişi Kerbela’da günlerce susuz bırakılarak, bir yudum suya hasret olarak şehit edilmişlerdir.

Hz. İmam Hüseyin ve yakınlarına verilmeyen bir yudum suyu, Alevi ve Bektaşiler, onların anısına cem evlerinde dağıtırlar ve Hz. İmam Hüseyin ve yakınlarından şefaat umarlar… Şah Hatâyî, Hz. Hüseyin’in dilinden şöyle sesleniyor:

 

Bir içim su vermediler ne Ekber’e ne Asğar’a

Kanıma benzer Fırat akmış dökülmüş çöllere

Kalsın artık hep şikayetim sabah-ı mahşere

Derim, derim bir yudum su ver!..

 

“Düştü Hüseyin atından sahrayı Kerbela’ya,

Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya.” Kâzım Efendi

 

Cem Evlerindeki Semboller

Alevi ve Bektaşi cem evlerinde kutsal sayılan “çerağ, seccade, post, süpürge, tarik, hırka, taç, tığ-bend ve diğer kutsal sayılan nesneler, birer maddi varlıktır. Ancak bunların manevi anlamlarını anlayan talipler, onların sembolize ettiği hakîkatin sırrını anlayabilirler.

 

II. Hizmet Erkânları

 

I. İkrar (biat) ve Musahip Erkânı

a) İkrar veya nasip alma erkânı, bu da yine on iki hizmet ceminin bir bölümüdür. Bu makam, ibadet ceminde kendisini yetiştirmiş, dört-kapının ilki olan şeriat kapısının hükümlerini yerine getirmiş olan ve ikrar vererek Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmek isteyenlerin hizmet erkânıdır. Bu erkâna sadece ikrarlı ve musahipli kimseler katılabilir. Ayrıca bu gibi erkânlarda sadece ikrarlı ve musahipli kimseler, on iki hizmet görevine kalkabilir.

b) Musahip erkânı, bu da yine on iki hizmet ceminin bir bölümüdür. Bu erkânda da aynı ikrar erkânında olduğu gibi, ibadet ceminde kendisini yetiştirmiş, kendisine bir yol kardeşi bulup musahiplik kavline girmek isteyen dört canın hizmeti görülür. Musahip erkânının, ikrar erkânından tek farkı, dört canın üzerine “Musahip Hutbesi” okunmasıdır. Musahiplik erkânının uygulaması, ikrar ve musahiplik bölümünde geniş olarak açıklanmıştır. Buraya da sadece ikrarlı ve musahipli kimseler girebilir ve on iki hizmete kalkabilir.

İkrar ve musahip erkânlarının uygulanması, en sonda verilecektir. 

 

II. Kul Hakkının Sorulması  (tarik erkânı)

Buna tarik, baş okutma veya görgü erkânı da denir. Bu erkân da yine ibadet ceminin içinde yer alan bir hizmet erkânıdır. Mürşitler ve babalar, ikrar vermiş veya musahipli olarak, Hakk-Muhammed-Ali yoluna giren talipleri, yani yol ehlini; devamlı olarak takip ederler. Her yıl bu kimseleri, cem ibadetinde, yani halkın ve Hakk’ın huzurunda “dâr-a” dikip sorgudan geçirirler. [18]

Bunun sebebi şudur. Cenab-ı Allah Kuran’da: “Nefsini kötülüklerden arındıran, kurtuluşa ermiş. Onu kötülüklere gömen ise ziyan etmiştir” [19] buyuruyor.

Bir başka ayette de: “Hiçbir günahkâr, bir başkasının günahını yüklenemez. Sen ancak Rabblerinden için için korkanları ve ibadet edenleri uyarırsın. Arınıp temizlenen, kendi benliği için arınıp temizlenir, dönüş Allah’adır” deniyor. [20]

Bu arınmanın tek yolu da vereceğimiz şu örnektedir.

Örneğin, yıllık sorgusunu yaptıracak olan kimseler, babanın huzuruna gelip dâr-a durup şu tercümanı okurlar:

 “Bism-i Şah Allah, Allah! Can-ı dilden bel bağlayıp evliyâ erkânına. Hamd-ü lillâh yine durduk pîrimin divanına. Çok kusurumuz var el aman zikrederek. Sığınıp geldik erenler lütfu ihsanına. Canımız kurban, tenimizi kıldık bu yolda tercüman. Allah eyvallah candan, pirimin fermanına” derler.

Baba darda duranlara: “Eyvallah canlar, şu anda ölmeden önce ölüp, davanızı mahşere bırakmamak için Hakk’ın ve halkın huzurunda özünüzü “dâr-a” çekmiş bulunuyorsunuz. İkrarınızda sabit kadem misiniz?” diye sorar.

Talipler: “Eyvallah” derler.

Baba: “Cenabı Allah Kuran’da: “Ey huzura kavuşmuş insan! Dön Rabbine, razı etmiş ve razı edilmiş olarak” [21] buyuruyor.

Kul kuldan razı olursa, Allah’ta o kuldan razı olur. Bunun için de bir kimse, beraber yaşadığı kimselerden, komşularından ve cem halkından razılık alması gerekir.

Şimdi ben size soruyorum: “Ey Hakk-Muhammed-Ali yolunun yolcuları!“ Bu cemden, dışarıdan veya sonradan birisi gelip sizden istekli olup, hak, hukuk talep ederse, hakkında da haklı ise helalleşmeye razı mısınız?”

Talipler: “Eyvallah pirim! Döktüğümüz varsa dolduracağız, ağlattığımız varsa güldüreceğiz, yıktığımız varsa kaldıracağız. Eğer üzerimizde kul hakkı varsa helalleşeceğiz, kulun hakkıyla ulu divana gitmek istemeyiz. Bunun için de ölmeden evvel bu meydanda öleceğiz” derler.

Baba: Cem’de bulunanlara hitaben: “Eyvallah canlar! Huzura gelmiş olan bu canlar, “mahşer” davalarını burada, bu meydanda vermek üzere şu anda seccade üzerinde özlerini “dâr-a” çektiler: “döktüğümüz varsa dolduracağız, ağlattığımız varsa güldüreceğiz, yıktığımız varsa kaldıacağız” diyorlar. Ölmeden önce ölmüş ve bütün benliklerinden geçmiş olan bu kardeşlerinizden razı mısınız? Cenabı Allah, “eğer tövbe ederseniz, ben sizin tüm günahlarınızı bağışlarım, ancak, bana kul hakkı ile gelmeyin buyurmuştur. Kul kuldan razı olursa, Allah’ta o kuldan razı olur. Evet canlar! Bu kardeşlerinizden razı mısınız?” üç defa sorar.

 Bütün talipler: “Eyvallah pirim! Bizim kendilerinde bir hakkımız, hukukumuz yoktur, bilmeyerek bir hakkımız geçti ise, helâl olsun, helâl olsun, helâl olsun” diyerek üç defa tekrar ederler.

Baba, tekrar görülecek taliplere dönerek: “Ey Hakk’a dosdoğru giden yolun yolcuları! Bu meydan Hakk’ın tecelli meydanıdır, siz kendinizi bilirsiniz, dilinizdeki bize, kalbinizdeki size, el gövdenin kaşındığı yeri bilir, dilinizle söylediğinizi kalbinizle de tasdik ediyorsanız,[22] seccadeye niyaz edin” der. Secdeye varan taliplerin üzerine beyaz bir örtü örtülür.

Yedullah Ayeti

Baba: Taliplerin ellerini eline alıp “el ele el Hakk’a olsun” diyerek, önce Kuran’dan:

“O seninle el tutuşup sözleşenler var ya, onlar gerçekte Allah ile biatleşiyorlar.

Allah’ın eli onların elinin üstündedir. Kim “ahdini” bozar, döneklik ederse kendi

aleyhine döneklik etmiş olur. Ve kim Allah’a verdiği sözde vefalı davranırsa, Allah ona

büyük ödül verecektir.” [23] ayetini, arkasından da

Nasrun minallâhi ve fethun karib ve beşşiril müminin Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali. [24] Daha sonra da: Bism-i Şah Allah Allah!

Allahümme ente samed-i min indike, meded-i bi  Hakk’ın Nad-ı Aliyy’el masharül acayibin tecidihu avnen nake fi enne vayibi hammin ve gammin seyenceli.

bi nûr-u Azmetike, Ya Allah, Ya Allah, Ya Allah!..

bi nûr-u Nübüvetike, Ya Muhammed, Ya Muhammed, Ya Muhammed!..

bi nûr-u Velâyetike, Ya Ali, Ya Ali, Ya Ali!..

bi nûr-u İsmetike Şah Hasan, Şah Hasan, Şah Hasan!..

bi nûr-u İsmetike Şah Hüseyin, Şah Hüseyin, Şah Hüseyin!.. Hatice-tü Kübra, Fatıma-tü Zehra hayrül nisa âlemin. Edrikni, Edrikni, Edrikni Ya Ali. Ya müfafili hâli hâline ahsenül hâl, lâ feta illâ Ali, lâ seyfe illâ zülfikâr.

Tarikçi: Bu arada cemin tarikçisi de önce: “Andolsun, Allah Mü’minlerden, o ağacın altında sana biat ettikleri sırada hoşnut olmuştur” [25] Kuran ayetini okur ve arkasından:

Bism-i Şah Allah, Allah! Bercemâli Muhammed-Ali, Kemâl-i Kadir, İmam Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin’i pir bilip verelim Muhammed Mustafa’ya ve Ehl-i Beyti’ne Salavât. Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ Âl-î Muhammed. Günahkârız  günahımızı affet ya ilâhi! Ali dergâhta, Hüseyin Kerbelâ’da sırrı Hakk için tövbe günahlarımıza estağfurullah, estağfurullah, estağfurullah. Hal erenler halidir, yol erenler yoludur, gafil olmayın ey canlar! İnen üstat elidir. Üstad-ı Ali, izn-i halife, destur ya pir” der.

Baba: “Pençe-i Al-i Aba” der.

Tarikçi: “ Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali, Şah İmam Hasan, Şah İmam Hüseyin” diyerek tarik çubuğunu taliplerin üzerine değdirerek çeker. [26]

Bu işlemden sonra talipler, kalkıp “Ve lillâhil maşriku vel magribu feeynemâ tüvellu fesemme vechullâh” [27] diyerek Tarik’e niyaz ederler. Daha sonra tarikçi sol başta, görgüden geçenler sağda “dâr-a” dururlar.

Baba: “Ya ilâhi! Bu tariğin altından geçenin, suyundan içenin (pişmanlık suyu) [28] dilde dileklerini, gönülde muratlarını ver. Yunmuşlar Pâk ola, yardımcısı Hakk ola, burada sorulanlar ulu divanda sorulmaya, iki cihanda Allah, Muhammed Ali’nin şefaatına nail olasınız. Gerçeğe hü mümine ya Aliyy Hü!..”.

Bunun ardından görgüsü yapılan talipler, tekrar yere niyaz edip, ayağa kalkarlar ve önce babaya/dedeye ve arkasından cemde bulunan tüm canlara niyaz ederler, cemde bulunan canlar da onlara; “miracınız kutlu olsun” diyerek kutlamada bulunurlar. Eğer cemaat çok kalabalık ise, sadece hizmet görenlere niyaz ederler ve “cümleden cümleye “ diyerek yere secde edip yerlerine otururlar.

Bu anlattığımız erkân, yukarıdada söylediğim gibi, bazı yörelerde tarik yerine “El-Pençe” çekilir. Bazı yörelerde de “Baş Okutma” şeklinde yapılmaktadır. Nasıl yapılırsa yapılsın, önemli olan insanın kendi özünü “dâr-a” çekip, helallık istemesi ve üzerinde kul hakkı bırakmamasıdır.  

Ancak, şunu unutmayalım ki, ister pençe çekilsin, ister tarik çekilsin isterse baş okutma şeklinde olsun, muhakkak Hakk’ın ve halkın huzurunda olmalıdır. Tüm canlardan helalık alınmalıdır. Bir insan, hayatı boyunca yaptıklarının hesabını ancak bu meydanda Hakk’ın ve halkın huzurunda verebilir. Yarın bu âlemden Hakk’a gittiği zaman, orada hesap verilemez. Bir ozanımız: “mümünün suali ahrete kalmaz, cevabı burada verebilirse” diyor. Evet, cevap burada verilmelidir. Eğer, sorgusuz-sualsiz, tarikten geçilirse, yine sorgusuz-sualsiz, baş (taç) okutulursa, bunun ne anlamı olur ki. Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, Hakk’ın ve halkın önünde sorgu-sual yapılmalıdır. Eğer böyle yapılırsa, senede bir defa (görgüden) tarikten geçmek yeterlidir.

 

III.  Dardan İndirme Erkânı  

Dardan indirme, bu erkân da yine ibadet erkanının içerisinde yer alan bir hizmet erkânıdır. Dardan indirme erkânı; ikrar vermiş, her sene görgüsünü yaptırarak Hakk, Muhammed, Ali yolunu süren ve zamanı gelince bu âlemden Hakk’a yürüyen kimselerin arkasından yapılan bir “razılık alma” erkânıdır.

Bu erkânı yerine getirecek olan Hakk’a yürüyen kimsenin yakınları, yani varisleri, bağlı bulunduğu cem evinin babasına müracat ederler ve gün belirlenir. Dardan indirme erkânının yapılacağı gün, Hakk’a yürüyen kimsenin ruhunu şad etmek için bir kurban kesilir. Bu erkân, genellikle Hakk’a yürüyen kimsenin kırkıncı günü yapılmaktadır. Ancak, daha önce de yapılabilir, daha sonra yapılması pek uygun görülmez. 

Hizmetin görüleceği cem evine bağlı canlar ve Hakk’a yürüyen  kimsenin varsa musahibi, yakınları, eşi dostu davet edilirler. Dardan indirme erkânının yapılacağı gün ve saat gelince bildiğimiz on iki hizmetin yer aldığı ibadet cemi başlar. Çırağlar uyandırılır, sıra razılık almaya gelince: Bu cemin “rehberi” veya gözcülük görevini yapan kimse: “Eyvallah erenler! Herhangi bir davamız yok, sadece bir müşkülümüz var” der.

Baba: Müşkülün ne olduğunu sorar. O vakit rehber, “bu erkânın bir dardan indirme erkânı” olduğunu ve Hakk’a yürüyen kimselerin yakınları, huzura gelerek Hakk’a yürüyenin dârına duracağını” söyler.

Bunun üzerine, Hakk’a yürüyen canın ikrarlı veya musahipli olan varisleri, ayrıca bu kimseyi çok seven ikrarlı dostları, kalkıp dar meydanında dâra dururlar ve içlerinden bir kişi, şu tercümanı okurlar:

“Bism-i Şah Allah, Allah!..

Can-ı dilden bel bağlayıp evliyâ erkânına. Hamd-ü lillâh yine durduk pîrimizin divanına. Çok kusurumuz var el aman zikrederek. Sığınıp geldik erenler lütf-u ihsanına. Canımız kurban, tenimiz kıldık bu yolda tercüman. Allah eyvallah candan, pirimizin fermanına.”[29]

Baba:“Eyvallah canlar, şu anda Hakk’a yürümüş olan merhum …….. ’nın “Dâr-ı”na dumuş bulunuyorsunuz. Hakk’ın ve halkın huzurunda biz size soruyoruz: Ey Hakk-Muhammed- Ali yolunun yolcuları! Bu cemden, dışarıdan veya sonradan birisi gelip, Hakk’a yürüyen bu yakınınızdan hak, hukuk talep ederse, davasında da haklı ise helalleşmeye razı mısınız?” diye sorar.

Dâr’da duranlar: “Eyvallah pirim! Eğer döktüğü varsa dolduracağız, ağlattığı varsa güldüreceğiz, yıktığı varsa kaldıracağız. Eğer üzerinde kul hakkı varsa helalleşeceğiz, bu yakınımızı kul hakkıyla ulu divanada bırakmak istemiyoruz.  Razı etmiş ve edilmiş olarak, Hakk’ın huzuruna varmasını istiyoruz.” derler.

Baba: Cem de bulunan canlara hitaben: “Eyvallah canlar! Bu canlar, Hakk’a yürüyen bu yakınlarının, “mahşer” davasını burada, bu meydanda vermek üzere şu anda seccade üzerinde özlerini “dâr”a çektiler, dâr-ı mansur oldular: “döktüğü varsa dolduracağız, ağlattığı varsa güldüreceğiz, yıktığı varsa kaldıracağız” diyorlar.

 Ben de şu anda size soruyorum. Hakk’a yürüyen bu merhumdan razı mısınız? Cenab-ı Allah Kuran’da: “Ey huzura kavuşmuş insan! Dön Rabbine, razı etmiş ve razı edilmiş olarak” [30] buyuruyor.  Buna göre, eğer kul kuldan razı olursa, Allah’ta o kuldan razı olur. Evet canlar! Bu merhumdan razı mısınız?” üç defa sorar.

Bütün talipler: “Eyvallah pirim! Bizim kendisinde bir hakkımız, hukukumuz yoktur, bilmeyerek bir hakkımız geçti ise, helâl olsun, helâl olsun, helâl olsun” diyerek üç defa tekrar ederler.

Baba, darda duranlara dönerek: “Ey Hakk’a dosdoğru giden yolun yolcuları! Bu meydan Hakk’ın tecelli meydanıdır, burada verdiğiniz söz, bir ikrardır, dilinizle söylediğinizi kalbinizle de tasdik ediyorsanız, seccadeye niyaz edin” der.

Darda duranlar, seccadeye secde ederler ve secdede kalırlar. Üzerlerine beyaz bir örtü örtülür.

Baba: Taliplerin ellerini eline alıp “el ele el Hakk’a olsun” diyerek, Kuran’dan: “O seninle el tutuşup sözleşenler var ya, onlar gerçekte Allah ile biatleşiyorlar. Allah’ın eli onların elinin üstündedir. Kim “ahdini” bozar, döneklik ederse kendi aleyhine döneklik etmiş olur. Ve kim Allah’a verdiği sözde vefalı davranırsa, Allah ona büyük ödül verecektir” [31] ayetini okur.

Daha sonra bu canların üzerine: “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali, Şah İmam Hasan, Şah İmam Hüseyin” diyerek çarşafa değdirmeden tarik veya pençe çekilir.

 

Baba: “Ya ilâhi! Bu tarikin altından geçenin, suyundan içenin (pişmanlık suyu) [32] dertlerine derman olasın. Burada sorulanlar ulu divanda sorulmaya, yunmuşlar pâk ola, yardımcısı iki cihanda Allah, Muhammed Ali ola, gerçeğe Hü!..” der.

Aslında yapılan bu hizmet, ister pençe olsun isterse tarik olsun, seccadeye yatan vekillere değil, Hakk’a yürüyen kimsenin “ruhuna” çekilmiştir, bunun için de vekillere dokundurmadan çekilir. Daha sonra kalkıp babanın önünde dar’a dururlar.

Baba: Ayakta duranlara şöyle bir gülbank okur:

Bism-i Şah Allah, Allah!..

Ya ilahi! Sevgili Peygamber’imiz Muhammed Mustafa hürmeti hakkı için, Aliyy-el Murteza hürmeti hakkı için, Hatice-tü Kübra, Fatıma-tü Zehra hürmeti hakkı için, İmam Hasan ve İmam Hüseyin hürmeti hakkı için, İmam Zeynel Abidin, İmam Muhammed Bakır, İmam Cefer-i Sadık hürmeti hakkı için, İmam Musa-i Kâzım, İmam Ali Rıza, İmam Muhammed Taki, İmam Aliy-yel Naki, İmam Hasan’ül Askeri ve İmam Muhammed Mehdi Sahibi zaman hürmeti hakkı için, gelmiş geçmiş evliyanın, enbiyanın hürmeti hakkı için, zamanın Kutb-ul Aktabı ve Hızır Nebi hürmeti hakkı için, bu canları didarından, katarından, ayırma. Bu canlara, aman dedikleri yerde yetiş, düştükleri yerden kaldır, namertlere muhtaç etme. Hastalarına şifa, dertlerine deva, borçlarına edalar nasip eyle. Onlara vücut sağlığı, gönül şenliği, sağlık, sefalık, dirlik, birlik nasip eyle. Korktuklarından emin, umduklarına nail eyle. İki cihanda Muhammed Mustafa’nın ve onun temiz Ehl-i Beyt’inin sancağı altından ayırma.

Ya ilahi! Bu canların yapmış oldukları bu hizmetlerini, dergâhında kabul et, bu canların dilde dileklerini, gönülde muradlarını ver. Rahmet ve merhametini üzerlerinden eksik etme, her şeyin hayırlısını haklısını nasip et. Ayrıca Hakk’a yüreyen ve bu gece hizmetini gördüğümüz merhumun, mekanını cennet eyle, bu erkânda yapılan hizmetlerin hürmeti hakkı için onu bağışla.

Nur-u nebi, kerameti bi Ali, gülbangı Muhammed, Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli ve tüm gerçek erenlerin, evliyaların himmetleri ve hidayetleri üzerimizde hazır ve nazır olsun. Dil bizden himmet gerçek erenlerden olsun. Tüm ibadetlerimizin kabulü için, bu âlemden gelmiş, geçmiş yakınlarımızın ruhları için, özellikle bugün hizmetini gördüğümüz merhumun ruhu için, Allah rızası için El-Fatiha… [33] Alevi-Bektaşi ibadet anlayışı, üç kademede gerçek anlamına ulaşır.[34]

 

IV. Düşkünlükten Kaldırma Erkânı

Düşkünlükten kaldırma erkânı; bu erkân da yine ibadet erkânının içinde yer alan bir hizmet bölümüdür. Alevi-Bektaşi cemlerinde bir araya gelip ibadet yapacak olan kimselerin, birbirlerinden razı olmaları, aralarında dargın, küskün kimselerin bulunmaması gerekir. Anadolu’daki ocak sisteminde Dedeler, genellikle belirli zamanlarda köylere gelirler ve bir müddet kalıp ayrılırlar. Babai ve Bektaşilerde ise bu böyle değildir. Her köyde veya mahallede yeterince baba vardır. Baba kendisini seçen veya daha sonra kendisine bağlanan taliplere hizmet verir.

Örneğin: Bir baba, talipler arasında biribirleriyle küskün olan kimseleri, dâr meydanına diker. Önce bir “Savcı” olur, bu kimselerin küskünlük sebebini sorup öğrenir. Daha sonra bir “Sulh Hakimi” olur, dargın olan bu kimseleri barıştırır. Eğer barışmazlarsa, baba bu defa “Ceza Hakimi” olur, buyrukarın emrettiği, cemaatın ileri gelenlerinin uygun gördüğü, yol ve erkâna uygun bir şekilde bu kimselere ceza verir. Bu cezalar, kısa veya uzun vadeli olmak şartıyla “yol ve erkândan” uzaklaştırma şeklinde olur. Böyle bir ceza alarak yoldan uzaklaştırılanlara, “yol düşkünü” denir.

Cem’de yol düşkünü olan kimseler, daha sonra aralarında anlaşırlar veya verilen cezayı tamamlayarak tekrar “Cem”e gelmek istediklerinde, gelip babaya bildirirler.

Cem halkı toplanır, on iki hizmet başlamadan, yani erkân başlamadan önce, cemin rehberi, düşkün talipleri içeri alır ve babanın huzurunda “dâr”a durup şu tercümanı okur:

“Bism-i Şah Allah, Allah!.. Can-ı dilden bel bağlayıp evliyâ erkânına. Hamd-ü lillâh yine durduk pîrimizin divanına. Çok kusurumuz var el aman zikrederek, Sığınıp geldik erenler lütf-u ihsanına. Canımız kurban, tenimizi kıldık bu yolda tercüman. Allah eyvallah candan, pirimizin fermanına” der.

Baba, yol düşkünü olan taliplere: “Siz Hakk, Muhammed, Ali yoluna karşı geldiniz, verdiğiniz ikrarınızı bozdunuz, sizin bu meydanda işiniz yok, siz bizim birimiz olamazsınız” diyerek dışarı çıkmalarını söyler. Talipler, kapıya kadar giderler ve dışarı çıkmadan geri dönüp, tekrar babanın huzuruna gelip aman dilerler. Ancak baba, kabul etmez ve üç defa kapıya kadar gidip tekrar geri gelip babanın huzurunda aman mürüvvet dilerler.

Bunun üzerine baba, cemde bulunan diğer canlara: “Eyvallah erenler! Biz bu canları dışarı attık, fakat onlar; bir türlü dışarı çıkıp gitmediler, aman mürüvvet dilediler, ne dersiniz? Bu canları, alalım kabul edelim mi?” diye sorar. Cemin önde gelen uluları, “Eyvallah pirimiz! Eğer bu canlar yaptıklarına pişman olmuşlarsa, bundan böyle Hakk, Muhammed, Ali yolunda daha istekli ve temkinli hareket edeceklerine dair söz verirlerse alalım, kabul edelim” derler.

Bunun üzerine talipler: “Eyvallah! Boynumuz kıldan ince, siteminiz ne ise razıyız” derler.

O vakit, hangi farz veya sünnetten düşkün olmuşlarsa, gerekli tarik çalınır ve bu kimselere uygun bir ceza verilir. [35] Daha sonra talibler dâra dururlar ve cemin zakiri üç duaz-dah  İmam okur. Bunun ardından da baba, aşağıdaki dar duasını verir.

Bism-i Şah Allah, Allah! Darlarınız, menzilleriniz kabul olsun, muradınız hasıl olsun, Hakk erenler bu yoldan, bu erkândan ayırmasın. Biz sizi bağışladık, Hakk-Muhammed-Ali de bağışlasın. Nur-u nebi, keramet-i Ali, gülbangı Muhammed, Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaşi Veli ve gerçek erenlerin himmeti hâlileri ve sâfa nazarları üzerinizde hazır ve nazır olsun. Dil bizden bağışlanma Hakk erenlerden olsun. Gerçeğe Hüü!..

Bu gülbang bir örnektir, burada herhangi bir başka gülbang okunabilir.

 

V. İkar ve Musahiplik

1. Muhahipliğin sosyal yönü:

 

Hazret-i Muhammed sallallâhü aleyhe ve sellem, efendimiz. Medine’ye hicret edişinin 7. ayında “Muhacirler ile Ensar” (Mekke halkı ile Medine halkı) arasında bir kardeşlik (musahip) bağı kurmuştur. Her Mekke’li muhaciri, bir yerli Medine’liye kardeş yaptı.

Bu kardeşlik sayesinde, çok sıkı bir yakınlaşma meydana geldi. Bir evi bölüştüler, beraber yaşadılar, beraber yediler, beraber çalıştılar. Bu kardeşik bağı, öyle kuvvetliydi ki, öz kardeşlik derecesine kadar varmıştı. Bu anlamlı ve güzel hareket üzerine, Cenab-ı Allah tarafından Enfal Süresinin 72, 73 ve 74. âyetleri nazil oldu. Bu âyetlere göre, musahip kardeşler birbirlerinin malına dahi vâris olabiliyordu. Daha sonra Enfal Süresinin 75. âyeti geldi ve bu ayet, ancak kan bağı olan  kardeşlerin birbirlerinin malına, yani mirasına vâris olabileceğini belirtiyordu.

Ensarla, yani Medine halkı ile muhacirlerin musahip olmaları neticesinde “sosyal barış” sağlanmış oldu. Bu sayede tüketici durumunda bulunan toplum, üretici toplum hâline geldi. Kısa sürede ekonomilerini güçlendirdiler. Ordu teşkilâtı kurarak, İslâmiyet’i yok olmaktan kurtardılar. Böylece Arap yarımadasına yayıldılar.[36]

 

2. Musahipliğin manevi yönü:

 

Hazret-i Ali’nin aşağıdaki sözleri, İmam Cafer-i Sadık Hazretleri tarafından nakledilmiştir. Zilhicce ayının on sekizinci günü Mekke ile Medine arasında bulunan “Gadir-Hum” denilen mahalle gelindiğinde şu ayet nazil oldu: “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.” [37]

Bir başka ayet ise şudur: “Ey iman sahipleri! Allah’a itaat edin. Resûle ve sizin içinizden olan iş ve yönetim sahiplerine de itaat edin. Sonra bir şeyde tartışmaya girdiniz mi, eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, onu Allah’a ve resûle arz edin. Böyle yapmanız hem hayırlı hem de sonuç bakımından daha güzeldir.” [38]

Hz. Peygamber’imiz, önce Maide Süresi, 67. ayeti gereğince kendisine emredileni yerine getirdi ve arkasından Nisa Suresinin 59. ayetini açıkladı. Orada hazır bulunan sahabe, “biz hangi iş ve yönetim sahibine, yani kime itaat edeceğiz” diye sordular. O vakit Hz. Peygamber’imiz, Hz. Ali’nin elini yukarı kaldırdı ve: “Bu Ali var ya! Eti etimdendir, cismi cismimdendir, kanı kanımdandır, ruhu ruhumdandır” dedi. Bunun ardından pek çok konulara açıklık getirdikten sonra, orada bulunan topluluğa şöyle seslendi: “Ey iman edenler! Bugüne kadar sizinle “Gaza-i Sağir” eyledik, yani İslâm Dini’nin yayılmasında büyük başarılar elde ettik. Bundan böyle de “Gaza-i Kebir” edelim” dedi.

Sahabeler: “Ya Resulallah! “Gaza-i Kebir” nedir” dediler. Bunun üzerine Hz. Muhammed: “Gaza-i Kebir, Şeytanla yapacağımız savaştır, yani Şeytanın verdiği vesveselerle savaşıp, nefsimizi her türlü kötülükten korumaya çalışacağız, esas büyük savaş budur” dedi.

Sahabelerin bunun nasıl olacağını sormaları üzerine Hz. Muhammed: “Biz Ali ile nasıl (eti etimden, cismi cismimden, kanı kanımdan, ruhu ruhumdan) musahip olduk ise, siz de bizim gibi birbirinizle birlik olun, bu dünyada birbirinizle kardeş (musahip) olun ki, yarın benimle birlikte âhrette de birbirinizi bulursunuz” buyurmuştur.

Burada birinci olarak: Hz. Muhammed’in, Hz. Ali için “Eti etimden, cismi cismimden, kanı kanımdan, ruhu ruhumdan” dediğini görüyoruz. Bu musahiplik, “mâna âlemindeki” musahipliktir. Böyle bir musahiplik ancak “Eti etinden, cismi cisminden, kanı kanından, ruhu ruhundan” olmalıdır.

İkinci olarak: Nisa Suresi, 59. ayette, Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin “mülk (dünya) âleminde” de birbirlerine vâris ve kardeş olduklarını görüyoruz. Ayette: “Ey iman sahipleri! Allah’a itaat edin, Resûle ve sizin içinizden iş ve yönetim sahiplerine de itaat edin” deniyor. Ayette bahsedilen yönetim sahibinin kim olduğu sorulduğunda, Hz. Peygamber’imiz, Hz. Ali olduğunu söylüyor. Görüldüğü gibi, Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin kardeşliği, hem “mana” aleminde, hem de “mülk” aleminde gerçekleşmiştir.

 

3.  Musahipliğin hukuksal yönü:

Musahiplik insana bir sorumluluk yükler, musahip olan canlar, sadace kendi nefsinden, kendi canından sorumlu olmazlar. Musahiplik dört can bir can olmak demektir. Musahiplerden birisi kusur işlese, diğer üçü de o kusura ortak olurlar ve dördü birden cezayı çekerler.

Musahip veya yol kardeşliği, “ikrar ve ahitleşme” demektir. Mürşit ve cem halkı önünde bu biat veya ahitleşmeyi yapan kimselerin, üzerlerine ayrıca bir de musahiplik hutbesi okunarak yol kardeşliği veya musahiplik tesis edilir.

4. Musahipliğin hutbesi:

 

Bismillahirrahmanirrahim; Allahümme inni eşhedüke ve kefa-bike seyyiden vel melayiketil arşike yek büke kavle musahip. [39]

Mealen: “Allah’ım! Bu kutsal olayda seni şahit tutuyorum. Senin tanıklığın yeterli ve kafidir. Buna meleklerin ve gök kubbenin altındaki her şey şahit olsun.”

Üzerlerine bu hutbe okunan kimseler, Hakk-Muhammed-Ali kavlince “musahip”, yani yol kardeşi olmuşlardır.

5. İkrar (biat) ve musahiplik hakkında Kuran ayeti ve hadisler:

 

a) İlk biat veya ikrar, Cenab-ı Allah ile ruhlar arasında gerçekleşti. Cenab-ı Allah, önce ruhları yarattı ve onlara: “Ben sizin Rabbınız değil miyim” diye sordu. Ruhlar da: “Evet sen bizim Rabbimizsin” dediler. Bu hususta şu Kuran ayeti indi: Hani Rabbin, âdemoğullarından, onların bellerinden züriyetlerini alıp onları, kendilerine şahit tutarak sormuştu: “Rabbiniz değil miyim? O’nlar: “Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz” demişlerdi. Kıyamet günü, “biz bundan habersizdik demeyesiniz”. [40]

 

b) Hani Allah, peygamberlerden: “Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde, ona mutlak inanıp yardım edeceksiniz” diye söz almış, “kabul ettiniz ve ahdimi yüklendiniz mi?” dediğimde, “kabul ettik” cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: “O hâlde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim.” [41] “Artık bundan sonra kim dönerse işte onlar, yoldan çıkanların ta kendisidir” buyurmuştur. [42]

 

c) 1. Akabe biatı: 621 yılının Haziran ayında Yesrib (Medine) halkından 12 kişi, bir yıl önce sözleştikleri “Akabe” adlı yerde Hz. Peygamber’le buluştular. Bu on iki kişi, “Tanrıya ortak koşmaktan, zinadan, hırsızlıktan, iftiradan sakınacaklarına, kız çocuklarını diri diri gömmeyeceklerine” söz verdiler. Bunun üzerine Hz. Muhammed, “Kim bu anlaşmaya uyarsa, Allah onu cennetine sokar, kim aykırı davranırsa, onun işi Allah’a kalmıştır. İsterse bağışlar, isterse cezalandırır” dedi. Böylece Hz. Muhammed ile Medine’liler arasında ilk biatleşme gerçekleşmiş oldu.

 

ç) 2. Akabe biatı: Bir yıl sonra, yani 622 yılı hac ayında yine Akabe’de ikinci biatleşme yapıldı. 622 yılında yapılan bu anlaşmaya, 73 erkek ve 2 kadın katıldılar ki bu İslam tarihinin ikinci “biatı” dır. Anlaşma gerçekleştikten sonra, Allah’ın Resulü, bu yetmiş üç erkeğin içersinden 12 kişiyi seçerek bu biatı ve anlaşmayı, Yesrib’deki (Medine) Arap kabilelerine bildirmek ve İslamiyet’i yayaymak için kendisine vekil atamıştı.

 

d) Hazret-i Peygamber efendimiz, hicretin altıncı yılının kasım ayında, beş yüz kadar sahabeyle birlikte “umre” ziyaretini yapmak üzere Medine’den Mekke’ye bir konak mesafede bulunan “Hudeybiyye mevkine” gelince, Mekke’ye haber gönderdi. Ancak Mekke’liler, buna razı olmadılar ve derhal savaş hazırlıklarına başladılar. Hatta Halit bin Velid’in emrinde iki yüz atlıyı Medine’lilerin üzerine gönderdiler. Bu haberi alan Hz. Peygamber efendimiz, bir ağacın altına oturdu, sırtını ağaca dayayarak bütün ashâbın ölünceye kadar savaşacaklarına ve kendisinden ayrılmayacaklarına dair “biat” etmelerini istedi. Bunun üzerine sâhabeler, birer birer gelip “biat” ettiler. Bu durumu öğrenen Kureyşliler, Hazret-i Peygamber’le barış yapmak zorunda kaldılar. Bu barışın adı, “Hudeybiyye” barışıdır.

O vakit mealen şu ayet nazil oldu: “O seninle el tutuşup sözleşenler var ya, onlar gerçekte Allah ile biatleşiyorlar. Allah’ın eli onların elinin üstündedir. Kim “ahdini” bozar, döneklik ederse kendi aleyhine döneklik etmiş olur. Ve kim Allah’a verdiği sözde vefalı davranırsa, Allah ona büyük ödül verecektir.” [43] Böylece Fetih Suresinin onuncu ayeti olan bu ayete, “Yedullah Ayeti” veya “Hudeybiyye biatı” denildi.

 

e) “Andolsun, Allah müminlerden, o ağacın altında sana biat ettikleri sırada hoşnut olmuştur. Onların gönüllerindekini bilmiş, üzerlerine huzur ve sükün indirmiş ve kendilerine yakın bir fetih nasip etmiştir.” [44]

Fetih Süresinin on sekizinci ayeti olan bu ayete de “Razılık Biatı” anlamına gelen “Biat’ür-Rıdvân”, o ağaca da “râzılık ağacı” anlamına gelen “Şeceret’ür Rıdvân” denmiştir. Zaman içersinde insanlar, bu ağacı kutsal saymışlar ve ziyaret etmeye başlamışlardı. Durumu öğrenen halife Ömer, bu ağacı dibinden kestirmiştir.

 

f) Ey peygamber! İnanmış kadınlar sana gelip Allah’a hiçbir ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup ortaya sürmemeleri, iyi bir işte sana isyan etmemeleri hususunda seninle bey’atleşmek isterlerse, onlarla bey’atleş ve onlar için Allah’tan af dile. Kuşkusuz, Allah Gafûr’dur, Rahim’dir. [45]

 

6. Musahip, yani yol kardeşi olan kimselerin yükümlülükleri:

 

Yukarıda musahipliğin sosyal, mülk (dünya) ve hukuksal boyutlarını gördük. Musahipliğin

esasları şöyle olmalıdır:

 

a) Musahip olacak kimseler, uzun zaman birbirini denemeli, her yönleriyle birbirleriyle anlaşabileceklerine kanaat getirmelidir.

b) Hem maddi, hem manevi olarak birbirlerine destek olacaklarına gönülden inanmalı ve özlerini birleştirmelidirler. Özde ve gönülde birleşmeyen kimseler, gerçek musahip sayılmazlar.

c) Genellikle birbirine denk aileler arasında kardeşlik kurulmalıdır. Aralarında fazla bir yaş farkı olmamalı, birisi çok zengin, diğeri çok fakir olmamalıdır. Eğer biri çok zengin, diğeri çok fakir olursa, fakir olan kardeş, her zaman zengin olan kardeşin karşısında kendisini ezilmiş olarak görür.

d) Her yönüyle geçinebileceklerine karar veren iki çift talip, önce anne ve babasından, daha sonra da bağlı bulunduğu ocağın mürşidinden izin alır. Tüm eş dost ve girecekleri cemin canlarından “razılık” alırlar.

e) Yapılacak bir ibadet cemi töreninde, musahipliğin tüm hukuksal yükümlülüklerini yerine getirirler. Örneğin: İkrar verip üzerlerine musahiplik hudbesi ve “Yedullah” âyeti okuturlar. Bugüne kadar işlemiş oldukları suçları için mürşidin önünde tövbe ederler. Can kulağı ile mürşidin öğütlerini dinlerler ve gereğini yerine getirirler.

f) Her yıl, mürşit ve cem halkı önünde senelik görgü veya sorgusunu yerine getirip, üzerinde kul hakkı bırakmazlar.

g) Eğer herhangi birisi, ahdinde durmayıp vermiş olduğu ikrarı bozarsa, hem Allah nezdinde, hem de cem halkı önünde kusur işlemiş olur ve cemden kovulur. Bu kimse ile birlikte, diğer üç can da düşkün olur.

ğ) Musahip musahibine hem malıyla hem canıyla bağlanmalıdır. Birirsinin sevinci ve mutluluğu, diğer kardeşin de sevinci ve mutluluğu olmalıdır. Bir kardeşin sıkıntısı ve kederi, diğer kardeşin de sıkıntısı ve kederi olmalıdır.

h) Musahip kardeşler, birbirlerinden habersiz hiçbir iş yapmamalıdır. Hiçbir zaman rızadan ayrılmamalıdırlar.

 

İkrar ve Musahipliğin Uygulanması

 

a) İkrar (biat) ve musahiplik arasındaki fark:

 İkrar, yani “biat”, sadece bir erkeğin eşiyle birlikte yemin ederek, Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmesidir. Musahiplik ise, iki erkeğin eşleriyle birlikte yemin ederek Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmesidir. Ayrıca bu kimselerin üzerine “Musahiplik Hutbesi” okunur.

Kendisine münasip bir musahip bulamayan veya musahipliğin yükü altına girmeye henuz hazır olmayan kimseler, sadece eşleriyle birlikte “ikrar” verirler. Daha sonra münasip birini bulurlarsa, musahiplik kavline girerler. Her ikisi için verilen ayet ve hadisler, daha önce verdiğim musahiplik bölümünde açıklanmıştır.

İkrar veya nasip alma ise sadece bir çift, yani erkek ve eşinin birlikte katıldıkları bir biat ve ahit törenidir ve karı-koca tek bir kurban keserler. Bazı yörelerde ise, kadın ve erkek ayrı ayrı kurban keserler ve ayrı ayrı biat ederler. Bu daha çok Bektaşiliğin bazı süreklerinde görülen bir uygulamadır.

 

b) İkrar (biat) merasiminin uygulaması:

Buna Bektaşiler arasında “nasip alma” denir. Uygulama genellikle şöyledir: İster tek bir çift talip ikrar versin isterse iki çift talip hem ikrar hem de musahip olmak için niyet ettikleri zaman, önce bağlı bulunduğu cemin babasına müracaat ederler. Baba bu talibe veya taliplere, önce eşleriyle, anneleri ve babaları ile barışıklı olmalarını, cem halkı ve tüm komşuları ile barışıklı olmalarını ve bu saydığımız kimselerin rızalarını almalarını tembih eder. Üzerlerine bir dua okur ve kendilerine bir rehber tayin eder.

Bazı cem evlerinin özel yetişmiş rehberi vardır. Bazı süreklerde ana-baba tutarlar, bu ana-baba yola girecek olan kimsenin rehberi olurlar. Bazı yerlerde de bu işe kabiliyetli olan bir kimse, ikarar verecek olan canlara rehberlik yapar. Ancak, tüm yol erkân usullerini bilen, dört kapı-kırk makama vakıf bir rehber, elbette ki, en uygun olanıdır. Rehber, ikrar verecek veya musahip olacak canları alır, yol erkân usullerini kendilerine öğretir, iyice yetiştiklerinden emin olduktan sonra, babaya haber verir.

Gün belirlenir, tüm hazırlıklar yapılır. Eğer bir çift talip sadece “ikrar” verecek ise, tek bir kurban keserler. Eğer iki çift talip musahip olacaksa her iki çift için birer kurban kesilir. Merasimin yapılacağı gün tüm cem halkı ve özel davetliler cem evinde hazır bulunur ve on iki hizmet başlar.

 Rehber: Çırağ uyandırıldıktan sonra ve halka namazına geçilmeden önce, ayağa kalkıp bir müşkülü olduğunu ve bir çift talibin veya taliplerin ikrar vereceğini veya musahip olacağını beyan eder.

Baba/Dede rehbere, talipleri hazırlayıp getirmesini söyler.

Rehber, babanın oturduğu postun önünde dara durup şu Kuran ayetini okuyarak göreve başlar: “Ey Rabbimiz! Öz benliklerimize zulmettik. Eğer bizi affetmez, bize acımazsan elbette ki hüsrana uğrayanlardan olacağız.” [46]

Bunun ardından dışarı çıkıp, henüz içeri alınmamış olan taliplerle birlikte eşiğe niyaz ederek içeri girer. Eğer bir çift, yani karı-koca ikrar verecekler ise rehber sağ başta erkek onun solunda, bacısı da eşinin solunda yerlerini alırlar. Eğer dört can musahip olacaklar ise, o vakit rehber sağ başta, bir erkek, bir bacı olacak şekilde rehberin solunda yerlerini alırlar. Sağ elleri kalbin üzerinde, sol elleri yana sarkıtılmış vaziyette babanın önünde dara dururlar.

Rehber: “Ey bu yolun gerçek yolcuları! İş bu mümin kardeşleriniz ayağının tozuyla gelip, bu makamda dârınıza durdular. Muradları odur ki, siz pirlerin önünde pirler silsilesine bağlanıp, evliya dergâhında, Şah-ı Velâyet Emir-el Mümin’in Aliyy’el Murteza aşıklarına hizmet etmek isterler. Bu âşıkların hakkında ne buyurursunuz?” der.

O vakit baba,  orada hazır bulunan canlara: “Evet canlar!  Duydunuz, bu canlar da Hakk-Muhammet-Ali yoluna girip bizim birimiz olmak isterler. Ne dersiniz, kendilerini alalım kabul edelim mi?” diye sorar.

Aday talipler, daha önce anneleri, babaları, tüm canlarla ve komşuları ile tek tek helalleşip rızalık aldıkları için, mevcut canlar, hiç tereddüt etmeden hep birlikte: “Eğer bizimle beraber olup, Hakk-Muhammed-Ali yoluna can-ı gönülden hizmet etmeyi kabul ediyorlarsa, alalım kabul edelim” derler.

Bunun ardından rehber, taliplerle birlikte: “Ve lillâhi maşriku vel magribu feeynemâ tüfellu fesemme vachullâh” [47] Mealen: “Doğu da Batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz, orada Allah’ın yüzü vadır” ayetini okuyarak, babanın önünde secdeye varırlar ve babanın dizine niyaz ederler. Daha sonra rehber, talipleri alıp dışarı çıkar.

Burada rehber, daha önce boy abdesti almış bulunan aday taliblere bir de İmam Cafer’i Sadık’ın içtihadı üzere abdest aldırır.

Rehber: “İnne ma yürîdillahu liyezebe ankümür ricse ehlel beyti ve yutahhireküm tathira.”[48] ayetini okur.

Mealen: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister”  ayeti okuyarak taliplerin ellerine su dökmeye başlar ve su dökerken de şu telkini yapar: “Ey hakikat yolunun yolcuları! Doğduğunuz günden bugüne kadar Allah’ın men ettiklerine el uzattınız ise hepsinden arınmak için elleri yıkamak sünnet-i şeriftir.” der ve aynı sözleri, ağzına su verirken, burnuna su verirken tekrar eder.

Yüzünü yıkarken rehber: “Ey hakikat yolunun yolcuları! Doğduğunuz günden bugüne kadar herhangi bir hayasızlık vakî oldu ise hepsinden arınmış olmak için yüzünü yıkamak farzdır.” der ve bu sözleri, kollarını yıkarken, başını mesh ederken, ayaklarını yıkarken tekrar eder.

Yüzünü silerken rehber: “Ey hakikat yolunun yolcuları! Doğduğunuz günden bugüne kadar işlemiş olduğunuz her türlü kötülüklerden arınmanız için yüzünüzü silin!..” diyerek taliplere havlu verip yüzlerini silmesini ister.

Bunun ardından rehber, taliplere: “Bu abdest mahallerini yıkamaktan ve sıvazlamaktan maksat, bu organlarınla işlemiş olduğunuz kusur ve hata varsa; bu organları onlardan temizlemektir. Bunları yapmak, hem sünnet hem de farzdır. Ve bu abdest, İmam Cafer’i Sadık efendimizin ictihadıdır. Hakk Tealâ ve evliyalar, abdestinizde sabit kadem eylesin” der. Bu telkinlerden sonra rehber şu tercemanı okur: “Bism-i Şah Allah, Allah!

Haydar’ın rahında tenim oldu pâk. Yüzümü sürüp dergâhına eyledim hâk. Kırklar meydanında pirimiz üstadımız Selman-ı Pâk. Bercemal-i Muhammed-Ali, Kemhal-i Kadir, İmam Hasan ve İmam Hüseyin, Ali’yi pir bilip verelim Muhammd’de salevat” der ve sembolik olarak taliplerin boyunlarına birer tığ-bent takar. [49] Rehber, bu tığ-bentleri taliplerin boynuna takarken de şu tercümanı okur:

“Bism-i Şah Allah, Allah! 

Hizmet-i merdan ile dil bendini. Kuşuvare kılmışım pîr bendini.

 Rehber ile ettim iktida, taktı Selman boynuma tığ-bendimi.”

Bunun ardından da rehber, erkeğin  elini tutar, bacısı da onun eteğinden tutar. Eğer musahip adayları ise, rehber yaş olarak büyük olan erkeğin elinden tutar. Diğer erkeğin bacısı ikinci, diğer erkek üçüncü ve en öndeki erkeğin bacısı ise dördüncü sırada olacak şekide cem evinin kapısının önüne gelirler ve rehber: “Açıl ey kapıların en hayırlısı” diyerek, içeri seslenir.

Bunun üzerine kapı içeriden açılır. Rehber önde talipler arkada kapının eşiğine şu tercümanını okuyarak niyaz ederler:

“Eşiğine koymuşum ben can ile ser.

Hem eşiğinden benim niyazım budur.

Lütfedip ben fakire kılasın nazar.

Allah eyvallah, Hüü Dost” diyerek,  eşiğe niyaz edilir, eşiğin sağ ve sol taraflarına niyaz edilir, üst eşikten de elle niyaz alınarak eşiğe basmadan içeri girilir.

Rehber:

“Esselâmü aleyküm ey Şeriat  erenleri!” der, bir adım atar.

“Esselâmü aleyküm ey Hakk yolunun yolcuları!” der, bir adım atar.

“Esselâmü aleyküm ey Merifet erenleri!” der, bir adım atar. 

“Esselâmü aleyküm ey Hakikat erenleri!” der, bir adım atar ve taliplerle birlikte  babanın önüne gelir.

Baba: Rehberin her selam verişine şöyle cevap verir:

“Esselâmü aleyküm ey Şeriat, kapısının muhibleri,

“Esselâmü aleyküm ey Hakk yolunun yolcuları,

“Esselâmü aleyküm ey Marifet kapısının sadıkları,

“Esselâmü aleyküm ey Hakikat kapısının bendeleri” diyerek mukabelede bulunur.

Rehber, sağ başta, diğerleri onun solunda, sağ eller göğüs üzerinde, sol eller yana sarkmış vaziyette, babanın önünde dâra dururlar.

Baba: “Eyvallah canlar, muradınız nedir?” diye sorar.

Rehber: “Muradımız odur ki, Hakk, Muhammed, Ali yoluna girip sizlerin biri olmaktır” der.

Baba: “Eyvallah! Bilirsiniz ki yolumuz dört-kapı kırk-makam[50] üzerine kurulmuştur. Dört kapının ilki olan şeriat kapısının on makamını tekmil ettiniz mi” diye sorar.

Talipler, “ eyvallah” derler. Talipler, dört kapının ilki olan şeriat kapısının on makamını sayarlar ve babanın tüm sorularına cevap verir.

Baba: Yeterli cevapları aldıktan sonra, bir de usulen cemaate sorar. Cemaat, “biz kendilerine kefiliz” derler.

Bunun ardından rehber:

“Bism-i şah Allah Allah! Eli erde, yüzü yerde, özü Dâr-ı Mansur’da Hakk-Muhammed-Ali yolunda, erenler meydanında, pir divanında, canı kurban, teni tercüman, Ehl-i Beyt ve Âl-i Aba’nın dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmak kavli ile ve Hakk erenlerin tüm nasihatini kabul edip buna göre amel etmek üzere, başı açık, yalın ayak, boynu bağlı, yüzü yerde sürünerek gelmiş olan (filân oğlu filan ile eşi ……….) Hakk’ı Hakk görmüşler, bu yolu Hakk bilmişler. Siz erenlerin izni icazeti ile Hakk-Muhammed-Ali yoluna girip, sizin biriniz olma talebinde bulunduğundan koç-kuzu kurbanımız vardır. Allah eyvallah pirim!.. .” [51]

Baba, hazır bulunan cemaata hitaben: “Ey canlar! Bu Mümin kardeşlerimiz, boynu bağlı, yalınayak ve başı açık, tüm benliklerinden geçmiş olarak huzurlarınıza gelmiş, Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmek ve bizim birimiz olmak isterler. Ne dersiniz? Bu kardeşlerimizin aramıza katılmasına izin ve rızanız var mı, alalım kabul edelim mi?” diye bir defa daha sorar.

Cemaat: “Allah eyvallar” derler.

Baba: “Allah, Allah! Özürleri kabul ola, muratları hasıl ola, Hakk erenler razı ola, Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli ve (bağlı bulunduğu ocağın piri anılır) de razı ola” der.

Baba, aday taliplere: “Ey canlar! Bugün buraya ikrar verip (veya musahip olmak) Hakk, Muhammed, Ali’nin yoluna ayak basmak üzere gelmiş bulunuyorsunuz. Geldiğiniz Ali yoludur, durduğunuz “Mansur Dâr-ı”dır, gördüğünüz Hakk didarıdır. Hakk cesedinize can verdi, gönlünüze iman verdi ve sizlere “Minhaç yolunu” , yani ışıklı ve doğru yolu gösterdi. Bu yol, çok ulu bir yoldur. Ancak, bu yolun pek çok zorlukları vardır. Bu yolda gelme gelme, dönme dönme, gelen maldan olur, gelmeyen dinden ve imandan mahrum kalır. Bu yol, demirden leblebi ve ateşten gömlektir. Ancak, bu yolda sebat eder, ikrarınızda durursanız, Hakk, Muhammed, Ali’ye yakın ve muteber birer kul olursunuz. Eğer sebat edemez, ikrarınızdan dönerseniz, Hakk, Muhammed, Ali’den şefaat göremezsiniz. Bu karara kendi isteğinizle mi razı oldunuz, yoksa sizi bir zorlayan mı oldu?” der ve şu Kuran ayetlerini okuyarak talipleri tekrar uyarır:

“Hani Allah, peygamberlerden: “Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz” diye söz almış, “kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?” dediğinde, “kabul ettik” cevabını vermişler. Bunun üzerine Allah: “ O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim” [52] buyurmuştur. Artık bundan sonra kim dönerse işte onlar yoldan çıkanların ta kendileridir. [53]

 

Bunların ardından baba taliplere şu soruları sorar:

“Ey canlar! Kuran-ı azümü-şan hak mıdır?

İkrar ve musahiplik hak mıdır?

Dört kapı, kırk makam hak mıdır?

Üç sünnet, yedi farz, hak mıdır?

Mürşit, pir, rehber kapısı hak mıdır?

Muharrem orucu hak mıdır?

Vatan borcu hak mıdır?

Ana ve baba hakkı hak mıdır?”

 

İkrar verecek talipler, “Allah eyvallah” derler.

Baba, devam eder: “Eyvallah Canlar! Şu anda ölmeden evvel ölmek üzere özünüzü dâr-a çekmiş bulunuyorsunuz. Hakk’ın ve halkın huzurunda davanızın, mahşere bırakmadan bu meydanda görülmesini istiyorsunuz. Bunun için döktüğünüz varsa dolduracağınıza, yıktığınız varsa kaldıracağınıza, ağlattığınız varsa güldüreceğinize, sizlerden ağrınmış, incinmiş, gücenmiş birileri varsa, bu cemde olsun bu cem dışında olsun sizden hak hukuk talebinde bulunursa ve davasında da haklı ise, helallaşmaya razı mısınız? Bu meydan, Hakk’ın tecelli meydanıdır. Haklı hakkını alsa gerektir. Dilinizdeki bizim, kalbinizdeki sizindir. Dilinizle söylediğinizi kalbinizle tasdik ediyorsanız, seccadeye niyaz edin ve tekrar kalkın.” der. İkrar verecek olan talipler: “Allah eyvallah” diyerek secde ederler ve tekrar ayağa kalkarlar.

Baba bu defa, “Cemde bulunanlara hitaben: “Ey Canlar! Bu kardeşlerimiz, Hakk’ın huzurunda mahşer davalarını vermek üzere gelmiş buluyorlar. Kendilerinden razı mısınız, haklarınızı helal ediyor musunuz? Kul kuldan razı olursa, Hakk erenler de o kuldan razı olur” diye üç defa sorar.

Cümle canlar: “Biz kendilerinden razıyız, haklarımızı helal ediyoruz, Hakk erenler de razı olsun” derler ve üç defa tekrar edilir.

Baba: “Cümle canlar size olan kul haklarını helal ettiler. Ancak, el gövdenin kaşındığı yeri bilir, biz sizi size teslim ediyoruz, buraya kadar söylenenleri anladığınıza ve kabul ettiğinize dair seccadeye niyaz edin ve tekrar kalkın” der.

Talipler, bu öğütleri, Kuran ayetlerini ve soruları dinledikten sonra, “Allah eyvallah, biz kendi irademizle geldik ve buraya kadar sorulanların hepsini kabul ediyoruz” diyerek yere secde edip tekrar kalkarlar.

Rehber: “Bismillahirrahmanirrahim; innallâhe ve melâiketehü yusallune alen nebiy, yâ eyyühellezine âmenu sallu aleyhi ve sellimu teslimâ.” [54] ayetini okur ve talipleri babaya teslim eder.

Rehber sağ başta olacak şekilde talipler, babanın önünde diz üzerinde otururlar. Sadece taliplerin üzerine beyaz bir örtü örtülür.

Baba: “El-ele el Hakk’a olsun” diyerek taliplerin ellerini eline alıp onlara önce tövbe ettirir. Çünkü Cenab-ı Allah, Kuran’da: “Ey iman edenler! Etkili bir tövbe ile Allah’a yönelin. Umulur ki Rabbiniz, çirkinlerinizi ve günahlarınızı örter” diyor. [55]

 

Baba: “Tövbe günahlarımıza estağfurullah, estağfurullah, estafurullah!..” der ve taliplerde baba ile birlikte tövbe ederler.

Baba: Taliplerin kulaklarına şu “telkinleri” yapar: “Ey canlar! Allah, Muhammed, Ali’ye, On iki İmama ve El-i Beyt’e iman ve ikrar ettiniz mi? Kazaya razı olup kadere bağlandınız mı? Kaza ve kaderi bir bilip, gece gündüz gönüllerinizde Allah, Muhammed, Ali’yi mürşidiniz vasıtasiyle bir bildiniz mi? Nâcilerin piri olan İmam Cafer’i Sadık’ın içtihadı üzere Hakk dediğimizi Hakk bilip, bâtıl dediğimizi bâtıl bildiniz mi? Hazret-i Muhammed’i mürşid, Hz. Ali’yi rehber tanıdınız mı? Ayrıca, Hz. Peygamber’in sevdiğini sevip “Tevellâ” ve sevmediğini sevmeyip “Teberra” ettiniz mi?

Ey canlar! Bugün burada temiz kalple ve kendi isteğinizle ikrar verip yemin ediyorsunuz. Bundan böyle daima temiz iradeyle yürüyün, annenize, babanıza iyi birer evlât olun, sizden doğan çocuklarınıza iyi birer anne ve baba olun. Yalan söylemeyin, gıybet etmeyin, şehvetten uzak durun, gördüğünüzü örtün, görmediğinizi söylemeyin. Elinizle koymadığınız şeylere el uzatmayın, sözünüzün geçmeyeceği yerde söz söylemeyin. İbretle bakın, ilimle söyleyin. Büyüklerinize hürmet, küçüklerinize izzet edin. Her kimi görürseniz Hakk bilin, kendinize yapılmasını istemediğiniz hiçbir kötülüğü, başkasına reva görmeyin. Bir müminin evine vardığınızda edeple oturun ve edeple kalkın. Her ne iş işlerseniz rıza ile işleyin, sakın rızadan ayrılmayın. Rızasız lokma yemeyin. Mürşidin yap dediğini yapın, yapma dediğini yapmayın. Kimsenin yüzüne gülüp, arkasından gıybet etmeyin. Münkir. Münafık ve cahilden mümkün olduğu kadar uzak durun” der.

Bunun ardından baba, taliplerin ellerini eline alarak: “Ben (………….) olarak bağlı bulunduğum (…………) ocağın adına sizin ikrarınızı alıyorum” veya ikrar ve musahipliğinizi tesis ediyorum” diyerek taliplerin üzerine önce: Fetih Suresi, 10, Saff Suresi, 13 ve Nad-i Ali duasını okuyarak ikrar ve biatleşmeyi gerçekleştirir. [56] Eğer musahip oluyorlarsa, ayrıca üzerlerine musahip hutbesi de okunur.

Baba’nın okuması sona erince, hazır vaziyette bekleyen tarikçi önce şu Kuran ayetini okur:“Bismillahirrahmanirrahim. Lekat radyallhüu anil müminüne ez yübayiuneke tahteş şecereti.”[57]

Mealen: “Andolsun, Allah müminlerden, o ağacın altında sana biat ettikleri sırada hoşnut olmuştur.”

Bu ayetin ardından tarikçi, şöyle devam eder:

Bism-i Şah Allah, Allah!

Bercemâli Muhammed Ali, kemâl-i Kadir, İmam Hasan, İmam Hüseyin Ali’yi pir bilip verelim Muhammed’de Salavât. Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ Âl-î Muhammed. Günahkârım günahımı affet Ya ilâhi! Ali dergâhta, Hüseyin Kerbelâ’da sırrı Hakk için tövbe günahlarımıza estağfurullah, estağfurullah, eatağfurullah. Hal erenler halidir, yol erenler yoludur, gafil olmayın ey canlar, inen üstat elidir. Üstad-ı Ali, izn-i halife, destur ya pir” der.

Baba: “Pençe-i Âl-i Aba” der.

Tarikçi: “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali, Şah İmam Hasan, Şah İmam Hüseyin” diyerek tarik çubuğunu taliplerin üzerine beş defa değdirerek çeker. [58] Bu işlemden sonra talipler, kalkıp, “Ve lillâhi maşriku vel magribu feeynemâ tüfellu fesemme vachullâh” [59] diyerek “Tarik” e niyaz ederler. Daha sonra rehber sol başta, talipler sağda dâr-a dururlar.

Baba, taliplerin üzerine şu duayı okur: “Ya İlahi Yarrabi! Bu tariğin altından geçenin, suyundan içenin (pişmanlık suyu) dilde dileklerini, gönüldeki muradlarını ver. Yunmuşlar pâk ola, yardımcısı Hakk ola, burada sorulanlar ulu divanda sorulmaya, Allah, Muhammed, Ali yardımcınız olsun, miracınız kutlu olsun.”

Ey canlar! İkrarınızı saf kılın, daima Hakk’ı üzerinizde mevcut bilin. Elinize, belinize ve dilinize sahip olun. Erenlerin her sırrına ağâh olun. Bu yolda özünüzü saf kılın, hakikat ve marifeti üzerinizde toplayıp kâmil insan olun. Mürşidiniz Muhammed, rehberiniz Ali’dir. Piriniz Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli’dir ve tüm erenler, evliyalardır. Biz sizi sizden aldık, Hakk’a teslim ettik, özünüzdeki Hakk’la dâr ve didar olun” der ve şu ayeti okuyarak talipleri rehbere teslim eder:“Bismillahirrahmanirrahim; innallâhe ve melâiketehü yusallune alen nebiy, yâ eyyühellezine âmenu sallu aleyhi ve sellimu teslimâ.”[60]

Talipleri teslim alan rehber, “Ve lillâhi maşriku vel magribu feeynemâ tüfellu fesemme vachullâh” diyerek tekrar yere ve babaya secde ettirir. Daha sonra da ayağa kalkıp cemde bulunan tüm canlara niyaz ederler, hazır bulunan canlar da onlara; “ikrarınız ve miracınız kutlu olsun” diyerek kutlamada bulunurlar. Niyaz faslı sona erince rehber tekrar ikrar veren canlarla birlikte dâr meydanında dâr-a durur ve bu defa ikrar veren canlar:

“Bism-i Şah Allah, Allah!.. Can-ü gönülden aşk ile Âl-i Abâ bendesi olduk.

Şükürler olsun ki Allah’ın has kullarından sayıldık.

Zulmet yolunu bırakıp, doğru yolu bulduk.

Can güzümüzü açıp, gaflet uykusundan uyandık.

On iki İmam ve “Gürûh-u Naci” bendesi olduk.

Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli ve tüm gerçek erenleri pir bildik.

Hakk diyerek ikrar verip erenlere bel bağladık.

Mürşidimiz oldu Muhammed, rehberimizdir Murtezâ.

Bercemâl-i Muhammed, Ali, Kemâl-i Kadir, İmam Hasan ve İmam Hüseyin, Ali’yi pir bilip verelim Muhammed’de Salavât, Allah eyvallah!.. [61]

Baba: “Bism-i Şah Allah, Allah!..

Seyidi-Sadat, Muhammed Mustafa ve evlatlarına Salavât Allahümme salli âla seyyidana Muhammed ve âla Âl-i Muhammed.

Ya ilahî! Sevgili Peygamber’imiz Muhammed Mustafa hürmeti hakkı için, Ali’yyel Murteza hürmeti hakkı için, Hatice-ü Kübra, Fatıma-tü Zehra hürmeti hakkı için, İmam Hasan ve İmam Hüseyin Hürmeti hakkı için, İmam Zeynel Abidin, İmam Muhammed Bakır, İmam Cefer-i Sadık hürmeti hakkı için, İmam Musa-i Kâzım, İmam Ali Rıza, İmam Muhammed Taki, İmam Aliyy’el Naki, İmam Hasan’ül Askeri ve İmam Muhammed Mehdi sahib-i zaman hürmeti hakkı için, gelmiş geçmiş enbiyanın ve evliyanın hürmeti hakkı için, zamanın Kutb-ul Aktabı ve Hızır Nebi hürmeti hakkı için, yeryüzünde senin adına tasarrufta bulunan velilerin hürmeti hakkı için.

Bugün bu meydanda ikrar veren canların ikrarlarını kabul eyle. Onları didarından, katarından, cemalinden ayırma. Aman dedikleri yerde yetiş, düştükleri yerden kaldır, namertlere muhtaç eyleme. Hastalarına şifa, dertlerine deva, borçlarına edalar nasip eyle. Bu canlara vücut sağlığı, gönül şenliği, sağlık, sefalık, dirlik, birlik nasip eyle. Koktuklarından emin, umduklarına nail eyle. İki cihanda Muhammed Mustafa’nın ve onun temiz Ehl-i Beyti’nin sancağı altından ayırma. Onları, anne ve babalarına itaat eden, kendilerinden doğmuş ve doğacak olan evlatlarına iyi birer anne ve baba olarak yaşamlarını sürdüren kullarından eyle Ya Rabbi!

 Başından beri yaptığımız tüm ibadetlerimizi, tevhid ve zikirlerimizi, secdelerimizi, niyazlarımızı ikrar ibadetlerimizi dergâhında kabul ve makbul eyle Ya Rabbi!

Ya İlâhi! Gökten rahmetini, yerden bereketini bizlerden esirgeme.

Devletimizi ve milletimizi payidar eyle.

Devletimizin sözünü üstün, kılıcını keskin eyle.

Ordularımızı havada, karada ve denizde muzaffer eyle.

Ülkemizi her türlü kötülükten, felaketlerden emin ve muhafaza eyle.

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının ruhlarını şad eyle.

Nur-u nebi, kerameti bi-Ali, gülbankı Muhammed, dil bizden nefes gerçek erenlerden olsun, gerçeğe hüü!”

 

Bunun ardından rehber talipleri alıp en arkada bir yere oturtur ve şöyle bir telkinde bulunur: “Ey canlar! Bugün ikrar verip veya musahip olup Hakk, Muhammed, Ali yoluna ayak bastınız. Burada oturan canlar, sizin yol kardeşinizdir. Büyüklere hürmet, küçüklere izzet edin ve biz sizi sizden aldık Hakk-Muhammed-Ali’ye teslim ettik. Bundan böyle bunun bilinciyle hareket edin ve kendinize sahip olun” der.

Rehber, tekrar babanın önüne gelip hizmet hutbesini ister:

Bism-i Şah Allah, Allah!

Hüda hakkı için hizmetimi kabul et ey gani şah!. Bi hakkı Murteza ve Âl-i dergâh. Hüseyin-i Kerbelâ nur-u hakkı için. Bizi bu dergâhtan ayırma ey gâni Şah! Erenlerden hayırlı haklı himmet, şeyhen lillâh Allah eyvallah!.. .

Baba: “Bism-i Şah Allah, Allah!..

Allah bir Muhammed, Ali, nur-u hakkı için, hizmetiniz kabul olsun, muradınız hasıl olsun. Hakk erenlerim hizmetinizden haberdar olsun. Hizmetiniz kırklar ceminde yapılan hizmetlerden sayılsın. Hakk erenlerim bu meydanlarda nice nice hizmetler yapmayı nasip ve müyesser eylesin, pirin şefaatçın olsun.” diyerek hizmet duasını okur.

Buraya kadar yapılan hizmetlerle, ikrar veya musahip erkânı son bulmuştur. Bundan itibaren on iki hizmete devam edilir, ibadet faslı sona erdiğinde lokmalar yenir. Lokmalar hazır değilse, Kurban lokmaları hazır oluncaya kadar sohbet edilir. Zakirler günün anlamını içeren anlamlı nefesler söylerler, bunların tevili yapılır. İkrar veren veya musahip olan bir talibin, o andaki düşüncelerini anlatan nefesler söylenir. Bu örnekler, muhabbet erkânı bölümünde  verilmiştir.

Daha önce de söylediğim gibi, genellikle Babagan Bektaşilerde veya bazı süreklerde sadece “ikrar” (nasip alma) vardır, musahiplik yoktur. Ancak, birlikte nasip alan canlar, birbirlerine kardeş sayılırlar. Babai Bektaşilerde musahiplik vardır, ancak bir dengini bulup musahip olamazsa, o vakit sadece ikrar verir. Bazı süreklerde ise musahiplik yerine “Ana-baba” tutarlar. Bir talibe ana-baba olan bir kimse, bunları bel evladı değil, yol evladı olarak kabul eder, ancak kesinlikle kendi çocuklarından ayırmaz. Bazı süreklerde ikrar kurbanı, her şahıs için ayrı kesilir, yani erkek için ayrı, kadın için ayrı kurban kesilir ve mürşidin huzuruna da ayrı ayrı tek olarak gelirler. Bunlara “tek menzilli” sürek denir. Bir çift için, yani sadece ikrar verecek olan karı-koca için tek kurban kesenlere ise “çift menzilli” sürek denir.

 

Babai-Bektaşi cemlerinde Çerağın kutsallığı hep dikkatimi çekmiştir. Babailer cerağa, ateşe de niyaz ederler. Bunun nedeni nedir?

 

Çerağ uyandırmak: Kâinatın karanlıktan aydınlığa, Allah’ın zâtı ile çıkacağını sembolize etmek içindir. Çerağ, Kur’anın Nur Suresi 35 ve 36. Ayetleri okunarak uyandırlır.

Çerağ, ışık ve nur anlamındadır. Kur’an’da: “Ey insanlar! Size Rabbinizden  bir delil gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik” buyrulmuştur. [62] Şu ayette de: “Ey Resûlüm! Sen Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir delil olarak gönderildin” denilmektedir. [63]

Bunu bir örnekle açıklayalım:

a) Biz elimize belirli büyüklükte bir kırmızı bez ile bir parça da beyaz bez alalım. Bu bezleri parça parça yırtıp yere atarsak, ne olur? Bu bir suç teşkil eder mi? Hayır etmez, çünkü bunlar bize aittir, kimse karışmaz.

b) Bu defa aynı kırmızı bezin üzerine diğer beyaz bezden bir ay yıldız kestirip bu kırmızı bezin üzerine dikelim. Bu defa bu bez parçasını daha önce yaptığımız gibi yırtıp atabilir miyiz? Hayır atamayız, çünkü bu pez parçası kutsallaşmış ve “Bayrak”, yani Türk Bayrağı olmuştur.

Çerağ, bidiğimiz bir mumdur, eğer biz bu mumun üzerine Nur Suresi 35 ve 36. Ayetleri okumazsak, pez parçalarında olduğu gibi bir aydınlatma aracıdır ve hiçbir kutsallığı yoktur. Eğer biz bu mumu uyarırken, Nur Suresi 35 ve 36. ayetleri okuyarak uyandırırsak (yakarsak), bu mum bu defa aynı bayrak olayında olduğu gibi kutsallaşır ve “Çerağ” olur.

Çerağı İman yönünden ele aldığımızda: Nur Suresi, 35. ayetteki “Kemişkat” (minber); Mü’minin nefsi, Züccacet (billur); mü’minin kalbi, Mişbah (çerağ); kalpteki imandır. Şeceretin mübareketün (mübarek ağaç); tevhid’tir ki, ihlâsla tutuşur.

Çerağı Ehl-i Beyt’e göre ele aldığımızda: Kemişkat (minber): Hz. İbrahim Halilullah. Misbah (çerağ): Hz. Muhammed. Zücace (billur): Hz. Ali. Kevkeb (yıldızlar): Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin. Şeceretin, mübareketin, zeytunetin (kutsal ağaç): (Hz. Fatıma.  Lâ Şarkiyyetün ve Lâ Garbiyyeth (doğuda ve batıda olmaması): Haşim soyundan gelmiş olmaları. Ateş değmeden nur saçmaları: Onlardaki ilmin eğitim ve öğretim yolu ile değil, Tanrısal bir bağış olduğuna işarettir. Nurun alâ Nur (nurların üstünde nur oluşu): Al-i Abâ’nın üstün varlık olmasıdır. (Cabir ibn-i Abdullah’ın yorumu).

Ku’an ayetlerinde görüldüğü gibi,  Hz. Muhammed’in ışık ve nur saçan bir delil olarak gönderildiği ifade edilmektedir. Ayrıca Nur Suresi, 35. ayetin tevilinde de çerağın hem iman yönünden hem de Hz. Muhammed ve Ehl-i Beyt’e teşbih edildiğini görüyoruz.

 Bu açıklamalara göre “çerağ”, Allah’ın ve Hz. Muhammed’in nurunun timsalidir. Bundan dolayıdır ki, Babai-Bektaşi ibadetlerinde bu ışık, Allah’ın nuru olarak kabul edilir. Bundan dolayıdır ki bu ışığın üzerine Nur Suresi, 35 ve 36 ayetleri ile diğer dualar okunarak, hem ibadet yapılan mekanın, hem de tüm âlemin aydınlatıcısı olarak uyandırılmaktadır. Çünkü çerağ; insanı karanlıktan kurtaran, aydınlığa kavuşturan ve gideceği yolu aydınlatan bir ışıktır, nurdur. Yine bundan dolayıdır ki, Hz. Peygamber’imiz de çerağa teşbih edilmiştir. Eğer Hz. Peygamber’imiz gelmemiş olsaydı, mevcudatın hepsi yokluk karanlığında kalır, vücut nuruna yol bulamazdı ve bundan dolayı da ilâhi feyz yoluyla farka gelemezdi.

Bu sebeptendir ki, Alevi ve Bektaşilerde dedenin oturacağı postun sol tarafında bir çeraklık vardır ki, buna “Taht-ı Muhammed’i” denir. İbadet başlamadan önce, Hz. Muhammed’in nurunu temsilen tek bir çerağ uyandırılır ki buna “Horasan Çerağı”, “Kanun Çerağı”  veya “Delil çerağı” da denir. İbadet başladığında da ayrıca üç çerak uyandırılır ki bunlardan birincisi “Allah’ın nurunu, ikincisi Hz. Muhammed’in nurunu, üçüncüsü de Hz. Ali’nin nurunu temsil eder. Bu şu demektir: âlemlerin başlangıcında Muhammed ve Ali’den, yani onların nurundan başka hiçbir şey yoktur ve ikisinin vahdeti de Ulühiyyet Makamı, yani Allah’lık sıfatıdır. Bu Ulühiyet makamının birliğinde Vahdaniyyet (Allah’ın bir oluşu),  tecelli etmiştir. Bu hal, ilk unsur, yani başlangıç olan “Gaybların Gaybı”ndan, “Lahüt Âlemi” nden zuhur etmiştir. Bütün bunlar, ezeli zuhurun bir timsalidir. Yani, ilk önce Muhammed’in nuru zuhur etmiş ve bütün varlıklar da o nurdan hasıl olmuştur ve bu nurun parçaları olan nurlar ile zuhura gelmiştir

 

Babai cemlerinde Nevzat Dede ve Nadire Ana’nın çevresini babaların ve canların dolaşıp onları omuzlarından da niyazladıklarını gördüm. Bunun manası nedir?

 

Şücaaddin Veli ocağına bağlı babalar ve onların eşleri ana bacıların senelik görgülerini Şücaaddin Veli post-nişini olan mürşit yapar. Görgüden geçen kimse, secdeden kalkıp, önce mürşidin sol omzuna, daha sonra sağ omzuna, daha sonra da göğsüne niyaz ederler. Mürşidin etrafındaki bu dönüş, “Kabe”nin etrafını tavaf etmek anlamındadır.

 

Bundan yirmi-otuz yıl önceki cemler nerelerde yapılıyordu. Hiç unutamadığınız, belleğinizde kalan dede ve babalardan ayrıntısıyla bahseder misiniz?

 

Cevap: Babai Bektaşilerde olsun diğer Bektaşi süreklerinde olsun, yirmi-otuz yıl önceki cemler, nerede yapılıyorsa, şu anda da aynıdır. Baba olan kimselerin evlerinin bir bölümü cem evi olarak kullanılmaktadır.Beraberce alan çalışması yaptığımız yıllarda pek çok dede ve  baba ile karşılaştık, karşılaştığımız tüm dede ve babalar, gerçek yol ve erkânın kendilerinin yaptığı olduğunu söylüyorlardı. Eğer bir erkânname  yazılacaksa, kendilerinin yaptığı cem ibadetlerinin örnek alınmasını istiyorlardı. Bulgaristan’da 35 babanın katıldığı bir toplantı yapmıştık. Cemlerde herkes kendi çatal kaşığı ile kendisine ait tabaktan yemek yediğini söylediğim zaman, babanın birisi, “olmaz öyle şey” diyerek,  neredeyse yumruğu ile masayı kıracaktı. Bu şekilde birlik olmazmış, herkes tek bir tabaktan yemeliymiş ki birlik ve beraberlik sağlanmış olsun.

 

Nevzat Demirtaş Dede’nin en önemli özellikleri ve karizmatik kişiliğini oluşturan yönleri nelerdir?

 

Nevzat Dede,  1975 yılında babsının yerine posta oturdu, ilk hizmet olarak da baba olarak beni posta oturttu. Nevzat Dede ile Nadire Ana Bacı, toplum tarafından çok sevildiler. Kendilerine bağlı baba ve diğer canları, kendi ailesi gibi gördüler, küçükle küçük, büyükle büyük oldular. Hakk, Muhammed, Ali yolunda gece demede gündüz demeden hizmet ettiler. Kendisine bağlı baba ve  canlar, onları gerçek bir anne ve baba olarak gördüler.

 

Nadire Ana’yı ve babaların eşlerini, diğer anaları cemlerin ayrılmaz birer parçası olarak hep gördüm. Babai cemlerinde kadının yeri, önemi nedir? Bir kadın, ve bir ana cemde neyi ifade eder?

 

Babai Bektaşiler, cift menzillidir, yani erkek ve kadın tek bir can olarak nitelendirilir. Dedenin veya babanın önüne niyaza giderken çift olarak, giderler, ikrar, görgü gibi tüm hizmetlerde tek bir can imiş gibi hareket ederler. İkrar törerenide ve mushaiplik töreninde tek kurban keserler. Kısacası, bir elmanın ikiye bölünmüş parçası gibidirler.

 

Anladığım kadarıyla Nevzat Demirtaş Dede’nin bizzat kendi talipleri yani doğrudan kendisine bağlı, kendisinin hizmetlerini bizzat yaptığı, cemler yürüttüğü bir talip kitlesi var. Ama daha önemlisi kendisine bağlı babalar üzerinde önemli bir yetki sahibi. Aynı zamanda birkaç tane de halife babası var. Günümüzdeki durumu anlayabilmemiz için şu konuları aydınlatır mısınız,

Nevzat Efendi bizzat, doğrudan kendi talip kitlesi için, hangi yörelerde, ne zamanlar, hangi tip hizmetleri bu arada cemleri yürütüyordu?

 Kendisine bağlı babalar üzerindeki yetkileri nelerdirdi? Babaların talipleri üzerindeki hak ve yetkileri nelerdir?

Kendisine bağlı halifebabalar kimlerdi? Niçin halifebabalık makamı doğmuştur? Bu halifebabbaların diğer babalardan farklı olan yönleri nelerdir?

 

Yukarıdan beri Şücaaddin Veli Dergahı’nı  Rahmetli Nevzat Dede ile özleştirdiğini görüyorum. Aslında Şücaaddin Veli Ocacağına dğorudan bağlı olan bir topluluk var, bir de şu anda Balkanlarda ve zaman zaman balkanlardan Türkiye’ye göç etmiş olan bir Babai topluluğu mevcuttur. 1911 yılında Nevzat Efendinin büyük Dedesi Nuri Dede, 1924 yılında ise Nuri Dede’nin oğlu Hakkı Dede, Balkanlarddaki topluluğu ziyaret ettiler. 1924 yılında Molla Ahmet Baba’yı Deliorman bölgesindeki taliplerin üzerine, Mihman Dede’yi de Haskova-Kırcali yöresindeki canların üzerine Halife Baba olarak görevlendirdiler. Günümüzde ise 1992 ve 2004 yıllarında olmak üzere iki defa  Nevzat Dede, Nadire Ana, ben fakir ve eşim Fahriye Ana, Deliorman bölgesini ziyaret  ettik, 1992 yılında Dulova ve çevre köyleri babalarının üzerine Abdullah Baba’yı, 2004 yılında ise yine Dolova yöresine Seyid Ali Baba’ı, Razgrad’a bağlı Mesim Mahallesine ise Mustafa Mantır Baba’yı Halife Baba olarak görevlendirdik. Bunların dışında daha önce  Razgrad bögesine bağlı Caferler köyündeki Ali Gedik Baba’ya da halifelik görevi verilmişti. Yukarıda adı geçen Halife Babalar, mümkün oldukça her yıl Şücaaddin Veli “post-nişini” tarafından görgüden geçerler, Bu halife babaların görevleri, “Hicazetname” bölümünde belirtilmiştir.

 

Birçok babanın posta oturmasında bizzat sizler de bulundunuz. Bir baba hangi ölçülere göre posta oturuyor, posta oturtma merasimi nasıl oluyor, anlatır mısınız?

 

Bektaşi Bobai süreklerinde Babalık, babadan oğula geçmez, “Liyakat” sistemine göre baba seçilir.  Baba oturtmada iki yol izlenir.

Birincisi:  Hakk’a yürüyen bir babanın yerine seçimle yeni bir baba oturtulur.

İkincisi: Cemler genellikle evlerde yapıldığı için bir babanın evi yeterli olmuyorsa ikinci bir ocak açılır. Cemaatın içersinden bir baba adayı seçilir, dileyen canlar bu babanın yanında yer alırlar. Her iki sistemde de baba adayında aranan nitelikler şunlardır. 1. İyi ahlâk sahibi olacak, 2. Halk tarafından sevilecek, 3. Oldukça bilgi sahibi olacaktır, 4.Evli ve musahipli olacaktır.

Baba olacak kimseye bağlı en az 12 çift can olması gerekir. Bu sayı, baba olacak olan kimsenin cem evi olarak tahsis edeceği yerin büyüklüğüne göre çoğalabilir. Baba adayını cemaat seçer, bunun için seçilecek olan babaya muhip olmak isteyen tüm canlar, baba adayının ve anabacı olacak olan ananın önünde secde ederek, istekli olduklarını bildirirler.

Daha sonra baba olacak olan kimsenin bağlı bulunduğu ocağın “post-nişini” olan Pir’e haber verilir. Bu ocak temsilcisi, Soyunun “Evlad-ı Resule” çıktığı bir mürşittir. Bugün için tüm Babailerin bağlı olduğu ocak, Süceaddin Veli Dergahı’dır.  Dergah’tan gelen pir, baba adayını ve tüm canları bir araya toplayıp, “….. kimseyi kendilerine baba olarak kabul ettiklerine dair söz alır. Baba adayına da bu canlara Hakk, Muhammed, Ali yolunda, Allah rızası için hizmet edeceğine dair söz aldıktan sonra yapılacak bir törenle babalık makamına oturtulur. Baba postuna oturan Baba’ya aşağıdaki Hicazetname verilir….

 

BABA HİCAZETNEMESİ

 

Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla. Alimlerin kalplerini ilim hazinesi kılan ve her şeye gücü yeten, bilgiyi kullarının derecesine göre az veya çok paylaştıran Allah’a sonsuz şükürler olsun.

Kendilerine bir ihsan ve yardım olması için, ilim sahiplerinin gözlerini manevi olarak sürmelemiştir. Sözlerinde ve hareketlerinde Allah’ı hissetmeleri için büyük küçük aşıkların hepsinin kulaklarını açmıştır. O Allah ki, insanı diğer yarattıklarında olmayan birçok özelliklerle yaratmıştır. O’nun ilmi bütün kâinatı kuşatmıştır.

Allahümme salli alâ seyyidina nûri Muhammed Mustafa, Allahümme salli alâ seyyidina nûri İmam Aliyyel Murtaza, Allahümme salli alâ seyyidina nûri Haciteti Kübra-Fatmatü-Zehra, Allahümme salli alâ seyyidina nûri İmam Hasan Hulki Rıza, Allahümme salli alâ seyyidina nûri İmam Hüseyin Şehid-i Deşti Kerbelâ, Allahümme salli alâ seyyidina nûri İmam Zeynel Abidin Çaharde-i Masum-ı Pâk, Allahümme salli alâ seyyidina nûri İmam Cafer-i Sadık, Allahümme salli alâ seyyidina nûri İmam Musa-i Kâzım, Allahümme salli alâ seyyidina nûri İmam Ali Musa Rıza Horasan-i,  Allahümme salli alâ seyyidina nûri İmam Muhammed Taki, Allahümme salli alâ seyyidina nûri İmam Aliyy’ün Naki, Allahümme salli alâ seyyidina nûri İmam Hasan’ül Askeri, Allahümme salli alâ seyyidina nûri İmam Muahammed Mehdi Sahib-ü Zaman, Kutbed’ül-Devran, Huccet’ul Burhan, salâvatullahi aleyhim ecmain, evvelin âhirin, tayibin tahirin, zâhirin bâtinin, lâ fetâ illa Ali, lâ seyfe illa zülfikâr.

Bismillahirrahmanirrahim. Nasrun minallâhi vr fethun karip ve beşeril mümininYa Allah, Ya Muhammed, Ya Ali, Lâ fetâ illâ Ali, lâ seyfe illa zülfikâr.

Ariflerin sultanı, aşıkların burhanı, Hazret-i İmam Rıza evlatlarından Sultan Şücâaddin Veli Dergâhı Post-nişini Nevzat Demirtaş Dede-Allah onun Sırrını mukaddes kılsın efendimizin dergâhaına gelen İstanbul bölgesinden Necip Saygı baba oğlu “Hakkı Saygı, babasının Hakk’a yürümesi ile boşalan babalık makamına kendisinin geçmek istediğini beyan etti.

Bendeniz Sultan Sücâaddin Veli Dergah’ı Post-nişini Nevzat Demirtaş Dede, Necip Baba’dan arta kalan muhiplerle bizzat görüşerek, Hakkı Saygı’yı babasının postuna lâyık görüp-görmediklerini sordum.

Cümlesi, “Eyvallah” dediler. Aldığım bu cevap üzerine,25 Temmuz 1975 tarihinde “Bir Ayin-i Cem” düzenleyerek, kendisini baba postuna oturttum.  Uğurlu ve kademli olsun.

 

GÖREVLERİ

1. Kendaine bağlı bulunan muhiplerin, Hakk, Muhamme, Ali yolunun gerek gördüğü şekilde bilgi seviyelerini yükseltmek için gerekli çalışmaları yapar.

2.  Kendisine bağlı bulunan taliplerin  senelik görgülerini yapacak. (Tarik Hizmeti.)

3. Kendisine bağlı bulunan taliplerin, Hakk, Muhammed, Ali yoluna ve inançlarımıza uygun düşecek her türlü isteklerini yerine getirecektir.

4.Kendisine bağlı bulunan taliplerin, Hakk’a yürümesi halinde defin anında ve daha sonraki hizmetleri görür.

5. Eğer kendisinden hizmet istenirse cenaze hizmeti verebilir. Yine kendisinden hizmet istenirse ezan okuyarak çocuk adı koyabilir, yine istenirse resmi nikahları kıyılmış olan yeni evlenen çiftlere,  dini nikah kıyabilir.

6.  Herhangi birtalip hakkında şikayet gelirse, önce sorgu hakimi olup şikayetleri araştırıp bilgi toplamalı, daha sonra sulh hakimi olup barış sağlamalı, eğer barış gerçekleşmez ise, bağlı bulunduğu Sücâaddin veli Dergahı’nın başında bulunan Post-nişine haber vererek, sorunu beraberce halederler.

7. Sücâadin Veli Dergah’ına bağlı olarak görev yapan baba, tüm hizmetlerini, bağlı bulunduğu ocak adına yapar.

 

O gün posta oturan “post-nişinin” adı soy adı

Sücâaddin Veli Dergah’ı Kaşesi        Veya Mühürü- Tarih:

 

Günümüzde Sultan Süceattin Veli Ocağı’na/Dergahına bağlı kaç baba var. Farklı Bektaşi grupları içinden baba olanlar kimler, kendisine tümüyle Babai olarak kabul ediyorlar?

 

a) Bugün için her ne kadar Babailik diye bir inanç grubu olmamakla birlikte, hala kendilerini Babai olarak kabul eden tüm kimselerin bağlı bulundukları ocak, Süceaddin Veli Dergahı’dır.  Bulgaristan’ın Silistre, Razgrad ve Haskova bölgeleri ile Türkiye’de bulunan bu inanç mensuplarının başında bulunan babaların sayısı 80 adettir. Bunların 26’sı Türkiye’de gerisi Bulgaristan’da bulunuyor.

b) Kendilerini Babai kabul eden   babalar veya onara bağlı  olan

 Babailere gelince, bunu şöyle açıklayabiliriz: Ebül Vefa’nın Anadolu’ya getirmiş olduğu inanç sistemi Vefailik’tir. Ebul Vefa’nın kısa bir zaman sonra Hakk’a yürmesi üzerine, Dede Garkın, Ebul Vefa’nın halifesi olarak,  Vefailiğin başına geçmiştir. Dede Garkın’ın Hakk’a yürümesinden sonra bu hareketin başına Ebül Vafa’ın talebesi olan Baba İlyas Horosani geçmiştir.

Baba İlyas Horasani, 1190 yılında Horasan’ın Nişabur şehrinde dünyaya geldi. Baba İlyas, Moğol baskısından dolayı,1220 yılında Celaleddin Harzemşah ve kalabalık bir Horasan Erenler grubu ile birlikte önce Azerbaycan’a  daha sonra da Anadolu’ya geldi.

Babailik denince akla ilk olarak Baba İlyas Horasani gelir. Amasya’ya yerleşen Baba İlyas,  güzel konuşan, birçok ilimlere sahip bir âlimdi. Batıniliği de iyice incelemiş olan iyi bir Aleviydi. Danişmendliler zamanında müridlerine yaptığı irşadlarla şöhret kazanan  Baba İlyas, İbrahim Bey oğlu “Yağ Basan Bey” in dikkatin çekmiş olacak ki,  onu Kayseri’ye kadı tayin etti. O sırada Anadolu Selçuklu sultanı bulunan “İzzettin Keykavus”, vefat etmiş, yerine Birinci Alâaddin Keykubad hükümdar olmuştu. Alâaddinddin Keykubat, İlmiyle şöhret yapmış olan Alevilerin en ileri gelenlerinden Baba İlyas’ı, Kayseri kadılığından alarak, Mesudiye Dergahı’nın başına getirdi.

Mesudiye Dergâhı’nı, Sultan Birinci Mesud yaptırmış ve bu tekke zamanla Alavilerin merkezi durumuna gelmişti. Baba İlyas,  Dede Garkın’dan sonra Alevilerin manevi lideri oldu ve kısa bir zaman sonra Vefailiği, Babailiğe dönüştürdü. Baba İlyas’ın başlatmış olduğu bu misyon, tamamen tasavvufa dayanan bir  inanç sistemiydi.  Baba İlyas tarafından başlatılan Babailik,  kısa bir zaman içinde Türkmenler arasında yayılarak pek çok taraftar topladı.

Mesudiye Dergahı’nın önemli isimlerinden birisi de Baba İlyas’ın halifesi Baba İshak!tır. Baba İshak,  Baba İlyas ile birlikte Babailiğin tüm Anadolu’ya yayılması için mücadele eder. Baba İshak’ın amacı, Selçuklu sarayında bulunan Sadettik Köpek lâkabıyla anılan Vezirle anlaşarak, Babailiği tüm Anadolu’ya yaymaktı. Bunda da başarılı oldu. Bu çalışmalar sonunda Anadolu’nun dörtte üçü Babailiği benimsemişti.

Ancak Baba İlyas Horasani’nin halifesi olan Baba İshak, 3 Ağustos 1239 tarihinde bir isyan başlattı. 1240 yılında bastırılan bu isyan sonunda Baba İlyas ve Baba İshak, asılarak öldürüldü ve ayaklanmacıların çoğu kılıçtan geçirildi. Babai ayaklanması, sonunda, Anadolu Selçuklu Devleti, iyice güç kaybettiği için 1243 yılında meydana gelen Kösedağ Savaşı’nda Moğollar’a teslim olmak zorunda kaldı. Fakat  buna rağmen Babailik, her tarafa yayıldı.

Babailiği, daha sonra  Barak Baba, Aybey  ve Süleyman Türkmeni Baba gibi katliamdan kurtulabilen Babai Babalar, yürüttüler. Bu kimselere, Selçuklu ve Osmanlı tarihlerinde “Işıklı Tayfası” adı verildi.[64] Babailerin çoğunluk oldukları yerler, arasında İzmir, Balıkesir, Aydın, Sivas, Çorum, Yozgat, Sinop, Konya ve Antalya gelmektedir.[65]

Buraya kadar anlatmaya çalıştığım Babilik ve Babai isyanı hakkında Aşık Paşa Zade’de aşağıdaki bilgileri vermektedir: “VIII. Alâüddin vefat itdi. Hicretin 659’unda oğlu sultan Gıyas, tahtına geçüb Padişah oldu, hükmü hükümet itdi. Amma zuIüm  itmeğe başladı. Meğer ol zamanda bir şeyh vardı, adına Baba İlyas dirlerdi. Acemden, gelmişdi. Sultan Alâüddin zamanında gelüb Amasya nahiyesinde Çat dirler bir kasabada karar itmişdi. Hazret-i Mevlânâ Celâleddin dahi ol vakitte Konya’da olurdu. Ol zamanda çok ulular ve şeyhler vardı. Zira sultan Alâüddin şeyhlere muhib olduğu için kamu onun memleketine gelmişlerdi...

Sultan Alâüddin vefat idüb oğlu Gıyasüddin kim tahta geçdi idi çok zulümler itmeğe başladı, akıbet bir sebeb ucundan Baba İlyasdan havf idüb leşker (asker) gönderdi. Babâîleri kılıçtan geçürdü. Anun dahi başka bir hikâye vardır, Âşık Paşa oğlu Elvan Çelebi menâkibinde malûm itmişdir.

Buraya kadar yapılan açıklamalar doğrultusunda, Babaliğin ortaya çıkışı ve geçirdiği evreler hakkında özet bilgiler  vermeye çalıştım. 1239-1240 yıllarında meydana gelen Babai isyanından sonra bazı tarihçilere göre 40.000 Babai kılıçtan geçirildi, bazı tarihçilere göre ise bu rakam daha fazladır. Bu katliamlar sonucu bu inanç mensupları, kitleler halinde Batı Anadolu’ya göç ettiler.

 

Sarı Saltuk Hazretleri’de  bu dönemde diğer Babai gurupları ile birlikte Batı Anadolu’ya göç etti. Batı Anadolu, Babai isyanından sonra zor durumda kalan Babai inancına mensup Türkmenlerin en önemli merkezi durumuna gelmişti.[66] Göynükte Babailer adı ile iki mahallenin bulunduğu[67] bu inanç gurupların buralara kadar gelmiş olduklarının bir kanıtıdır. Bu gurupların daha çok Batı Anadolu’da Germiyan ve Saruhan oğullarının bölgelerine yerleşmiş olduklarını görüyoruz. Babai ayaklamasına katılan Harzemlilerin, Batı Anadolu’daki eski Germiyan bölgesi olan Kütahya’ya da yerleştikleri bilinmektedir.[68]

Wittek, Batıya gelen Türkmen oymaklarının, merkezi idarenin kontrolü dışında  hareket ederek, Ege kıyılarına kadar ilerlemiş olduklarını kayıt etmektedir. Bu Türkmen akınlarını engellemek için Bizans  yönetimi,Trakya’daki Hıristiyan Türklerin bir kısmını Menderes vadisine getirmiştir.[69] Fakat Bizanssın bütün bu çabalarına rağmen, Babai Türkmenlerin buraya yerleşmesini engelleyemediği görülmektedir. Buralarda oldukça çok Babai derviş ve  halifenin yerleşmiş olduğu görülmekteddir. Buralarda beylikler döneminde yapılmış zaviye ve türbeler bulunduğu gibi Saruhanlı’lar döneminde tekkelere vakıf olarak verilen yerlerin kayıtları tahrir defterlerinde görünmektedir. Bu tarihi yapıların başında Sarı Saltuk’un kedisini özdeşleştirdiği Eskişehir’de Seyit Gazi zaviyedir.[70] Bu merkez Şeyh Şüca önderliğinde Balkanlardaki Babailiğin temel merkezi olma özeliğini günümüze kadar koruyacaktır. [71]

Babai İsyanından sonra II. İzzettin Keykavus, IV. Rüknettin Kılıçaslan ve  Kılıçarslan’a vezir olan Muinittin Süleyman Pervane, arasında büyük bir mücadele başlamıştı. Moğolların da araya girmesi sonucu, II. İzzettin Keykavus, ailesini ve hazinesini alarak, 1261 yılında Bizans’a sığındı. Bu gelişmelerden sonra Karaman oğlu Mehmet Bey, Anadolu Selçuklu sultanlığını ele geçirmek için harekete geçti. Bunun için de  II. İzzettin Keykavus’un Cimri lâkabıyla anılan oğlu Alaettin Siyavuş’u yanına alarak Selçuklu merkezi olan Konya üzerine yürüdü. Konya’yı ele geçirerek Siyavuş’u tahta oturtan Mehmet Bey, yeni hükümdarın vezirlik görevini üstlenerek bütün otoriteyi eline aldı.[72] Bu gelişmelerden sonra Moğollardan yardım alan Selçuklu kuvvetleri, Konya üzerine yürüyerek, 1277 yılında Karamanoğlu Mehmet Bey ile Cimri’yi öldürdüler. Tarihimize Cimri olayı olarak geçen bu hareket, sonunda Moğollar, Anadolu’yu işgal ederek,  bir Moğol eyaleti gibi yönetmeye başladılar.

1246 yılında II.İzzettin Keykavus’un tahta  çıkmasıyla başlayan  Moğol, müdahalesi, 1277 Cimri olayı ile daha da dayanılmaz bir hal almıştı.  Yukarıda da belirtildiği gibi, kardeşler arasındaki taht mücadelesini kaybeden II.İzzettin Keykavus, 1261 yılında ailesiyle birlikte Bizans’a sığındı ve daha sonra 1264 yılında kalabalık bir Türkmen topluluğuyla birlikte Bulgaristan’ın kuzey doğusundaki Dobruca’ya yerleşti.
Diğer taraftan Sarı Saltuk’a manevi olarak bağlı kalabalık bir Türkmen  nüfus, Moğol-Selçuklu baskısına dayanamadığı için  Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus ile birlikte 1264 yılında Bulgaristan’ın kuzey doğusunda bulunan Dobruca’ya gelip yerleştiler.Yazıcızade Ali, II. Murad’a ithaf ettiği Tarih-i Âl-i Selçuk’da ,  Rumeli’ye giden göçmenlerin bir kısmının Halil Ece ile birlikte tekrar Karesi’ye [73]  geri döndüklerini, kalanların ise Sarı Saltuk’ın etrafında toplandıklarını kaydetmiştir.[74]

Tedeusz Kowslski, Dobruca ve  Deliorman bölgesinde yaşayan Alevlerinin üzerinde yaptığı bir araştırmada, bu bölgelere gelip yerleşenlerin, birbirini izleyen üç dönemde gerçekleştiğini tespit etmiştir. İlk ikisi, Osmanlılar gelmeden önceki bir döneme ait iken üçüncüsü Osmanlı dönemine ait olarak göstermektedir. Bu Osmanlı öncesi dönemin, Sarı Saltuk ve onunla birlikte bölgeye gelen Türkmenler olduğuna şüphe yoktur. İrene Melikof, Deliorman bölgesinde yaptığı araştırmalarda Sarı Saltuk’u pir tanıyan guruplarla tanışmıştır. [75]

Buraya kadar yapılan açıklamalardan anlaşılacağına göre, Anadolu’daki Alevilerin, yüzde sekseni Babai’dir.  Babai isyanından sonra canını kurtarabilen Babailer, gruplar halinde Batı bölgelerine yarleştiler. Daha sonra da Kardeşler arasında süren uzun mücadeleden sonra Bizans’a sığınan Selçuklu Sultanı II.İzzettin Kevkaus ve Sarı Saluk ile birlikte Bulgaristan’ın kuzey doğusunda bulunan Dobruca’ye göç ettiler.

Sonuç olarak, bugün Bulgaristan’ın kuzey doğusunda, yani Razgrad, Tuturakan, Silistre, Varna, Şumnu ve Dobruca’da bulunan Babadağ gibi bölgelerde bulunan Babai Alevilerin büyük bir bölümü, Osmanlıların Balkanlara geçişinden daha önce Sarı Saltuk’la birlikte ve daha sonra bu bölgelere gelen Babai Türkmenlerdir. Bu Babai inançlı halkın Rumeli’ye geçip, bu bölgelere yerleştikleri dönemde, yani 1264’lü yıllarda bu inanç mensupları, henüz Bektaşilikle tanışmamışlardı. Bundan dolayıdır ki bu kimseler, kendilerini henüz Babai olarak nitelendirmektedirler. Önce Sarı Saltuk’la birlikte Rumeli’ye geçen bu kimseler, Daha sonraki yıllarda, kendi inançlarını devam ettiren Süceaddin Veli, Otman Baba gibi kimseleri, kutsadılar ve bu mübarek erenleri kendilerine manevi lider olarak kabul ettiler. Daha sonra yani Osmanlılar döneminde Rumeli’ye iskân edilenler, Hacı Bektaş Veli’nin getirmiş olduğu sistemi benimsemiş ve Abdal Musa, Seyyid Ali Sultan gibi Bektaşi geleneğini kabul etmiş kimseleri, manevi lider olarak kabul ettikler ve bu kimselerin etrafında toplandılar.  Bugün hala kendilerini Babai olarak nitelendiren kimselerin, ısrarla bu görüşü savunmalarının nedeni çok açık olarak anlaşılmaktadır.

 

Şu anda Sultan Süceattin Veli Dergahı/Ocağı’na bağlı kaç baba var?

 

Bugün Süceaddin Veli Dergahı’na bağlı Bulgaristan ve Türkiye’de 80 baba mevcuttur.

 

Günümüzdeki babalar hakkında neler söylersiniz? En çok temasta olduğunuz babalar kimlerdir?

 

Bildiğiniz gibi benim  araştırmacı bir kimliğim var. Şücaaddin Veli’ye  veya bir başka ocağa bağlı olan tüm babalarla her zaman görüşüyorum, fikir alış-verişinde bulunuyorum. Benim nezdimde tüm dede ve babalar birdir.

 

Bir de Balkanlar özellikle Bulgaristan konusu var. Bulgaristan’da büyük bir Babai kitlesi olduğunu biliyoruz. Bunların Anadolu’dan gittikleri biliniyor/söyleniyor. Trakya ve Batı Anadolu’daki Babai kolu babalarının diğer Bektaşi kollarının önemli bir kısmı gibi yine Balkanlar’dan buraya geldikleri de biliniyor. Bulgaristan’daki Babailerin Sultan Süceattin Veli Ocağı/Dergahı’yla doğrudan bir temasları da var. Sizin bu olayı yazıya geçirmeye çalıştığınızı biliyoruz. En azından şu soruları yanıtlar mısınız?

 

Yukarıdaki bölümlerde verdiğim cevapların içersinde bu sorunuzun cevabıda mevcuttur, umarım ki tatmin olursunuz.

 

Şu anda Bulgaristan’da başta Deliorman Bölgesi’nde uygulanan Babai erkanlarıyla, Trakya ve Anadolu’daki erkanlar arasında herhangi bir fark var mıdır?

 

Yol bir, sürek bin-bir sözünden de anlaşılacağı gibi, her yörenin kendisine özgü bir yol-erkân uygulaması olduğu gibi, babalar arasındaki uygulamalar da farklılık göstermektedir. Örneğin, benim, Rıdvan Baba’nın, Abidin Baba’nın uygulamaları dahi farklılıklar görstermektedir.Bunun da tek sebebi, elde mevcut bir erkânnamenin olamamasıdır.

 

Deliorman Babailerinin Nevzat Demirtaş Dede’ye bağlılıkları nasıldı? Onu nasıl bir inanç önderi olarak tanıyorlardı. Aynı şekilde oğlu Mehmet Demirtaş’a ilgileri nasıldır?

 

Balkanlarda olsun, Türkiye’de olsun, kendilerini Babai olarak tanımlayan tüm inanç sahipleri, Otman Baba’dan sonra Şücaaddin Veli Dergahı’nı kutsadılar, bu dergahın başında kim olursa olsun o kimsye, yani “post-nişine” büyük saygı gösterirler, isim önemli değildir.

 

Otman Baba kimdir, Otman Baba kolunun sürdüğü cemlerin özellikleri nelerdir?

 

Osmanlı Devleti’nin Anadolu ve Rumeli’de giderek güçlendiği bir sırada Asya’nın ortalarından, yani “Horasan”dan kalıp “Rum Diyarına” bir eren geldi. Tarih, Hicri, 833 Miladi, 1430 idi.

Otman Baba’nın hayatı ve faaliyetleri hakkındaki en doğru bigileri, Otman Baba’nın Hakk’a yürüyüşünden beş buçuk yıl sonra “Göğçek Abdal” (Küçük Abdal adındaki bir dervişin kaleme aldığı “Velâyetname-i Şah-i” adlı eserden öğreniyoruz. Bunun dışında Osmanlı Devleti arşiv kayıtlarında mevcut olan onunla ilgili şikayetnameler ve yargılamalardan oluşan belgelerin varlığı bilinmektedir.

Otman Baba’nın adı değişik yerlerde farklı olarak geçmektedir. Bu isimler arasında Od’man, Hüsam Şah, Hüsam Şah Gani ya da Gani Baba adları mecuttur.[76] Od’man ismi daha sonra Otman olarak söylenmeye başlamıştır. Şah Hüseyin senedinde “Osman Baba” olarak yazılıdır. Hacım Sultan Velayetnamesi’nde de Osman Baba olarak geçmektedir. Bunlar onun dünyalık adlarıdır, onun ahretlik adı ise “Hüsam Şah Gani” dir. O zamanın evliyası ona “Hüsam Şah Gani” derdi.[77]

Bu isimlerden her birinin özel bir anlamı vardır. Mesela, Od’man denmesinin anlamı: Cenab-ı Hakk’ın Celâl ve Cemâl sıfatları olduğu gibi.  Od’man Baba’nın da aynı şekilde Cemâl sıfatının yanında bir de Celâl sıfatı vardır. Hüsâm Şah Gani denmesinin anlamı ise: Hüsâm, Keskin kılıç anlamındadır.  Gani ise Kerem, mürüvvet, bereket ve bolluk anlamlarına geldiği gibi, Allah’ın Esma Sıfatlarından biridir. Bundan dolayıdır ki, kendisine “Hüsâm Şah Gani” mahlası verilmiştir.

Demir Baba Velayetnamesi’nde Otman Baba’nın atası Seyit Ali olarak gösterilmektedir.[78]

Otman Baba, uzun boylu, geniş omuzlu, kızıl yüzlü, oldukça iri yapılı ve yakışıklı biriydi. Çok güçlü olmasının yanı sıra, çok cesur biriydi. Oğuz lisanıyla konuşurdu. Bir gün Abdallarına: “Benim sırrıma ve gücüme, sultanlar dahi erişemezler. Eğer benim gücümü öğrenmek isterseniz, varın yerden göğe demir ok saplayabilen bir pehlivan bulun; o pehlivan dahi benden bir yonga (parça) koparamaz” diyerek, ne denli güçlü bir kimse olduğunu anlatmak istemişti.

Rivayet edildiğine göre; Timur, Doğu’dan Rum diyarına geldiği zaman, evliyalar şahı Otman Baba, onunla birlikte Anadolu’ya gelmiştir. Otman Baba: “Timur’la birlikte Anadolu’ya gelen o yetişkin koca (ihtiyar) bendim” derdi.

Otman Baba, Rum diyarına ayak bastığında, yörenin evliyaları ve yöre halkı, kendi yörelerine bir erenler ereninin geldiğini öğrenmişlerdi. Yöre halkı ve eşrafı, kendi bölgelerine gelen bu alp-ereni görmek için can atıyordu. Ne var ki Otman Baba’yı görenler, önce onun nasıl biri olduğunu anlayamadılar. Daha doğrusu onun da diğer insanlar gibi sıradan birisi olduğunu düşündüler. Ancak kısa bir zaman sonra onun kerametleriyle karşılaşmaya başladılar. Sık-sık onu ziyaret ediyorlar, onun adına kurbanlar kesiyorlardı.

Otman Baba, ilk Anadolu’ya ayak bastıktan sonra bir müddet İstanbul civarında dolaştı. Bir gün Boğazın karşı yakasında bir tepenin üstüne çıkıp, uzun uzun İstanbul’a baktıktan sonra: “Ben bu şehri almaya geldim ve bu şehirdeki kiliselerde nöbet beklemeye geldim” diyerek, tam kırk gün gözünü İstanbul’dan ayırmadı.

O sırada Rum ülkesine çok heybetli ve güçlü bir erenin geldiği, bu yörenin gözcüsü olan “Şahkulu Baba”ya malum olur. Daha sonra öğrenir ki: Hz. Adem’in, Hz. Muhammed’in, Hz. İsa’nın ve Hz. Musa’nın yoldaşı olan bir eren, Rum diyarına gelmiştir. Bu haberi öğrenen tüm yöre halkı, merak içinde akın-akın Otman Baba’yı görmeye gelirler.

Otman Baba, daha sonra İstanbul’dan ayrılır ve bir müddet İznik, Bura, Germiyan ve Saruhan bölgelerinde dolaşır. O sırada II. Murad’ın oğlu Fatih Sultan Mehmet, Şehzadeliği sırasında Manisa’da bulunuyordu. Şehzade Mehmet, bir gece rüyasında bir derviş görür. Heybetinden ve gücünden dolayı kimse bu dervişin yüzüne bakamaz. Bunu fark eden derviş, Şehzade Mehmet’in yanına varıp: “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye sorar. 

Şehzade Mehmet, “hayır bilmiyorum” der.

Derviş, “bana erenler arasında Hüsâm Şah Gani derler, ben seni Rum diyarına padişah yapmaya geldim. Kırk yaşına geldiğinde ben sana kendimi göstereceğim. Eğer beni bildinse bildin, eğer bilemezsen bundan dolayı da zarara uğrarsın” diyerek, kaybolur.

Otman Baba, bir müddet Balkanlarda dolaşır. O sırada II. Murad vefat etmiş, yerine oğlu II. Mehmet geçmişti. Sultan Mehmet, Karaman üzerine yürümüş, Karaman’ı ele geçirdikten sonra, tüm hazırlıklarını tamamlayarak; İstanbul’u kuşatır. O sırada Bulgaristan’ın Tırnova şehrinde bulunan Otman Baba, bir Cuma sabahı erken saatlerde “Tırnova” köprüsünün başındaki kayanın üzerine  çıkıp, “Allah’u Ekber” İstanbul’u aldık” diyerek, İstanul’un alındığını haber verir. Gerçekten de o gün kuşluk saati ile öğle arası, Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u ele geçirmiştir.

Nübüvvet sahibi peygamberler, Tanrı buyruklarını, Cebrail adı verilen bir melek tarafından “vahiy” olarak alırlar. Evliyalar ise, Tanrı buyruklarını,       ilham” olarak alır. Geçek evliya, Levh-i Mahfuz’daki, yani ezelden sonsuza dek olmuşların ve olacakların Tanrı tarafından  yazdığı levhayı okur. Bundan dolayıdır ki, Otman Baba’da İstanbul’un ele geçirildiğini, Bulgaristan’ın Tırnova kasabasında görüp haber verebilmiştir. Gerçek evliya, bir anda cihanı seyreder. Bunun için de Otman Baba, “Bu âlemde bir yaprak düşse benim ondan haberim olur” diyebiliyor.

Otman Baba, “Enel-Hak” sözünü çok kullandığı için, kendisini Fatih Sultan Mehmet’e şikayet ederler, idam edilmek üzere dervişleriyle birlikte Edirne’den İstanbul’a getirilen Otman Baba, göstermiş olduğu kerametler sonunda Fatih’in yakın ilgisini çeker ve daha sonra oğul-baba gibi geçinirler.

Otman Baba, 1378 Receb ayının 8. Günü Hakk’a yürümüştür. Otman Baba’nın Türbesi, Bulgaristan’ın güneyinde bulunan Haskova şehrindeki “Akpınar” mahallesine yakın Hızırilyas tepesinin üzerindedir.

Otman Baba’nın Türbesini, Malkoç Oğlu’nun yaptırdığı rivayet edilmektedir.

Otman Baba ve Abdallarının, yedi terekli (yedi dilimli) tac giydikleri hakkında kayıtlar mevcuttur

Terek; Tac’ın üzeindeki dilimlere verilen isimdir. İki dilimlisine Elif-i Horasani; dört dilimlisine Ademi; on iki dilimlisine “Hüseyini” tac denir. Bektaşiler, genellikle Hüseyin’i tac giyerler.

 

Akyazılı Sultan ve Demir Baba hakkında bilgi verebilir misiniz? Bir de Akyazılı süreğini duyuyoruz. Akyazı süreği nedir?

 

İbrahim-i Sani, Otman Baba’nın Hakk’a yürümesinden 18 yıl sonra, yani 1496 yılında “Akyazılı Sultan” adıyla bu âleme “Kutub” oldu. Bu bilgileri, Demir Baba velâyetnamesinden öğreniyoruz. Demek oluyor ki, Otman Baba’dan sonra Kutub’luk İbrahim Sani Hazretlerine geçmiştir.

Otman Baba’nın ölümünün ardından müridi Akyazılı İbrahim kutup olarak anıldığını, Demir Baba Velayetnamesi’nde görmekle birlikte Muhitin Abdal’ın Hızırnamesi de bu bilgiyi doğrulamaktadır.[79]

Akyazılı Sultan’ın Varna’nın Batova mevkinde kurnuş olduğu tekke ve Türbesi, günümüze kadar gelmiştir. Tekke’nin sadece duvarları mevcut iken Türbe olduğu gibi muhafaza edilmiştir.

Akyazılı Saultan Abdallarından “yemini” Efendi’nin yazmış olduğu Hz. Ali’nin Faziletleri adlı eserinde şu bilgilere yer verilmektedir.Elimde bulunan Faziletname’nin orijinal nüshasının 115.nci sayfası ile Demir Baba velâyetnamesinin 40 ve 188.nci orijinal sayfalarından faydalanarak elde ettiğim bilgilere göre : Hz. Peygamber’in Hakk’a yürümesinden sonra “Nübüvvet” devri sona erdi, Hz. Ali ile “Velâyet” devri başlamıştır. Bundan dolayıdır ki Hz. Ali’ye, “Şah-ı Velâyet” denilmektedir. Daha sonra günümüze dek ger dönemin bir velâyet sahibi “kutb-u âlem” gelmiş ve bu âleme hükmetmiştir. Belirli zamanlarda bu âleme gelip, “Enel-Hakk” davası güden bu kimseler arasında bazıları şunlardır:

1- Beyazd-ı Bistami

2- Şibli

3- Hallac-ı Manssur

4- Zünnun Mısri

5- Şeyh Basri

Saydığımız bu veliler dışında halk arasında “Otman Baba” ve evliyalar arasında “Hüsam Şah Gani” olarak bilinen büyük veli, Hicri 870/Miladi 1466 ile Hici 883/Miladi 1478 yılları arasında bu âleme “kutb-u âlem” olduğunu ve cihana hükmettiğini” bildirmektedir.

Otman Baba, 1478 yılında bu âlemden göçünce, yerine İbrahim-i Sani, 18 yıl sonra, yani Hicri 901/Miladi 1496 yılında “Akyazılı Sultan” adıyla bu âleme “kutub-u âlem” oldu. Akyazıl Baba Sultan’da “kutubluk” makamını Demir Baba’ya emanet etmiştir. Demir Baba’nın 22 yaşında iken Akyazılı Baba’dan “kutubluk” makamını aldığını, Demir Baba Velâyetnamesinden öğreniyoruz. Demir Baba Velâyetnamesinin 188.nci sayfasında Evliya Çelebi’den nakledildiğine göre, “Demir Baba” Hicri 937/Miladi 1530 yılında Bulgaristan’ın Kovancılar Köyü’nde doğmuştur. Demir Baba Veşâyetnamesinde kesin tarihlere rastlanmamasına rağmen, velâyetnamenin 188.nci sayfasında Evliya Çelebi’den nakledildiği gibi, Demir Baba, Miladi 1530 yılında dünyaya geldiği ve yine 22 yaşında iken Akyazılı Baba Sultan’dan kutupluk aldığı yazılıdır (orijinal sayfa, 40). Bu bilgilere göre Demir Baba, 1552 yılında kutupluk makamına geçmiştir. 120 yaşında bu âlemden gittiğine göre, 1650 yılında Hakk’a yürümüştür.

Bu açıklamalar ışığında Akyazılı Sultan’ın da Miladi 1496-1552 yılları arasında zamanın “kutbu” olduğu, Demir Baba’nın ise Miladi, 1552-1650 yılları arasında kutupluk yaptığı ortaya çıkmaktadır.

Aslında Demir Baba, aynı zamanda Akyazılı Sultan’ın manevi evladıdır. Akyazıl Sultan’ın Hacı Ali Dede isminde çok sadık bir dervişi vardı. Hacı Ali Dede, Akyazılı Baba’yı, devamlı olarak sırtında taşırdı. Günlerden bir gün Akyazılı Baba, “Gel ya Hacı!” diye onu çağırdı. Hacı Dede, hemen semerini alıp, efendisinin yanına geldi, “Buyur Sultanın” dedi. Akyazılı Sultan, “Hacı Dede! Şu anda gökte bir melek, sana sesleniyor, işitiyor musun” diye sordu. Hacı Dede, “Hayır Sultanım işitmiyorum, ne diye çağırıyor?” dedi.

Hakyazılı Sultan, “Hak Tealâ, gök yüzünde bir melek yaratmış ve bu melek, herkes ehlini bulup alsın diye seslenir. Şimdi de ehlini bulup alsın diye sana sesleniyor” dedi. Arkasından da, “Ya Hacı! Zamanı geldi artık, gel sen de ehlini bul ve evlen” dedi.

Hacı Dede, “Aman Sultanım! Ben yaşlı bir ihtiyarım, bundan sonra ev-bark kahrı çekemem, bir karı için pirimi terk edemem, aman mürüvvet erenler!...” diyerek, secdeye kapandı. Bunun üzerine Akyazılı Baba Sultan, “Ya Hacı! İhtiyarlık, senin elinde olmayan bir şeydir. Sen kendini yaratmaya kadir misin? Sen beni seviyor musun” diye sordu.

Hacı Dede, “Eyvallah Babacığım eyvallah! Pirimin yoluna canımı, başımı terk ederim, ben pirim varken, gayri hevesleri neylerim? Ben ar-ı, namusu yutmuşum ve bu dünya lezzetinden vazgeçmişim. Ben Hak için çalışırken, bırakayım da dünya minneti için mi çalışayım? Ancak yine de pirimin yoluna ve emrine karşı gelemem” dedi. Bunun üzerine Akyazılı Baba, Benim sülüküm ve tarikim, Allah’ın rızası değil mi? Ya bizim atalarımız Hak uğruna can vermediler mi? Müm’in olan ölmez, sadece dünyasını değiştirir” diyerek, Hacı Dede’ye dikkatle baktı. O vakit Hacı Dede, “Eyvallah Pirim, Eyvallah Pirim” diyerek, Akyazılı Sultan’ın önünde niyaza vardı. Bunun üzerine Akyazılı Sultan, derhal bir sofra hazırlanmasını söyledi. HacıAli Dede, erkân-ı tarik (usul ve kaide) üzerine sofrayı eline alıp peymençeye durdu. O vakit Akyazılı Sultan, “Kara Demir’in sofrası dolu ola, benim Hacım’ın beli pek ola, uğur ola ve akıbeti hayır ola” diyerek, bir gülbank  çekti. Arkasından da Hz. Muhammed ve Ehl-i Beyti’ne salavât getirdiler. Demir Baba’nın gerçek adı, “Kara Demir” dir.

Bu gelişmelerden kısa bir zaman sonra o yörenin saygı değer kimselerinden sayılan Kademli Baba’nın kızı Zahide Bacı ile Hacı Ali Dede’yi evlendirdiler. Bu düğüne Kanuni Sultan Süleyman dahi tebdil-i kıyafetle katılmış ve pek çok hediyeler vermişti. Bu evliliğin gerçek sebebi, yukarıda da belirtildiği gibi, Demir Baba’nın bu âleme ayak basması için özel bir evliliktir. Zamanı gelince beklenen misafir gelmiştir. Bugün Eski Cuma (Tırgoveşti) yakınında Türbessi bulunan kız ana, hem gelinin sağdıcı olmuş, hem de Demir Baba’nın doğumunde ebelik yapmıştır. Akyazılı Sultan’ın Demir Baba’nın manevi babsı olduğunu söylemiştim, yanılmadım herhalde.

 

24  Şubat  2011

 

Hakkı SAYGI  (BABA)

  

 


[1] Bakara, 2/58.

[2] Ahzap, 33/56.

[3] Hasan Basri Çantay, Kur’an-ı Hakîm ve Meal-i Kerim, s. 753 dipnot bilgisi.

[4] Fetih, 48/29.

[5] Hac, 22/77.

[6] Hucrât, 49/10.

[7] Fecr, 89/27, 28, 29.

[8] Ahzâb, 33/33.

[9]Hacı Bektaş Velî, Besmele Tefsîri, haz. Hamiye Duran, Ankara, 2007, Türkiye Diyanet Vakfı Y., s. 130-133.

[10] Nûr, 24/35.

[11] Nûr, 24/36.

[12] Nisâ, 4/174.

[13] Azhâb, 33/46.

[14] İsrâ, 17/110.

[15] Sâffât, 37/1, 2, 3, 4.

[16] Âl-i İmrân, 3/191.

[17] Enbiyâ, 21/30.

[18] Bu hizmet bazı sürekler arasında her ay veya senede birkaç defa tekrar edilir. Genelde ise senede bir defa yerine getirilir.

[19] Şems Suresi, 9, 10

[20]  Fatır Suresi, 18

[21] Fecr Suresi, 27, 28

[22] Dede veya Baba:  “El gövdenin kaşındığ yeri bilir. Dilinizle söylediğinizi, kalbinizle tasdik ediyorsanız seccadeye düşün” dediği zaman, dârda duran talipler, kusurlarını biliyorlarsa; elbette ki vardır, kul kusursuz olmaz. O vakit bundan sonraki görgüye, bu  kusurlarından arınmış olarak  Hakk’ın ve halkın önünne tertemiz geleceklerine dair içlerinden yüzbin defa tövbe ederler. Temizlenmiş olarak gelmek için çaba gösterirler. Bu belki uzun bir zaman alabilir ama, bir gün bakarsın ki analarından doğduğu günkü gibi tertemiz, bu seccadeye düşerler. İşte o zaman, kul Allah’tan, Allah’ta kuldan razı olur. Böylece hem kendileri, hem de bağlı oldukları cemin babası veya Dedesi, gerçek gayelerine ulaşmış olurlar. Eğer, sorgu-sual edilmeden, sadece alışkanlık haline getirilen tarikten geçmek, taç okutmak,  geçmek, yani görgüden geçmek,  insana pek fazla bir yarar sağlamaz. Çünkü bir ozanımız: “Mümin’in suali ahrete kalmaz, cevabı burada verebilirse” diyor. Cevap, ancak ve ancak can bedende iken verilebilir.

[23] Fetih Suresi, 10 (Yedullah Ayeti)

[24] Saff Suresi, 13

[25] Fetih Suresi, 18

[26] Bazı hallerde tarik çubuğu yerine “el-pençe” çekilir. Bazı süreklerde “taç tekbirlenir”, buna “baş okuma” da denir.

[27] Bakara Suresi, 115 :Anlamı: Siz nereye dönerseniz, orada Allah’ın yüzünü görürsünüz.

[28] Tarik hizmetine başlarken, saka görevlisi, bir miktat suyu: Bismillahirrahmanirrahim. Ve cealnâ minel mai küllü şeyh’in Hayy. Allahümme Ecelhü şifaün min küllü dai.” (Enbiya, 30) Kuran ayetini ve hadisi okuyarak, elindeki suyu babaya verir. Baba da bu suyun üzerine dua okur ve okunmuş su, görgüden geçenlere birer yudum içirilir. Buna tarik suyu veya pişmanlık suyu denir. İnsan bu suyu içip, tariğin altına yatmadan önce daha önce söylediğim gibi, binlerce tövbe eder.

[29] Bu tercümanı bilen birisi okur, bilen yoksa, rehber okur.

[30] Fecr Suresi, 27, 28

[31] Fetih Suresi, 10 (Yedullah Ayeti)

[32] Tarik hizmetine başlarken, saka görevlisi, bir miktat suyu: Bismillahirrahmanirrahim. Ve cealnâ minel mai küllü şeyh’in Hayy. Allahümme Ecelhü şifaün min küllü dai.” (Enbiya, 30) Kuran ayetini ve hadisi okuyarak, elindeki suyu babaya verir. Baba da bu suyun üzerine dua okur ve okunmuş su, görgüden geçenlere birer yudum içirilir. Buna tarik suyu veya pişmanlık suyu denir. İnsan bu suyu içip, tariğin altına yatmadan önce daha önce söylediğim gibi, binlerce tövbe eder.

[33] Not: Bunun ardından tekrar razılık alınır, gönüller bir edilir ve ibadet erkânına geçilir.

[34] Alevi ve Bektaşi ibadeti’nin özü “secde ve niyaz” dır. Allah’a ulaşmanın üç makamı vardır. 1. Namaz makamı. 2. Niyaz makamı. 3. Naz makamı’dır. Namaz, dua ve ibadettir ki, avamın ibadetidir. Burada kul; sadece cennet ister. Niyaz, tarikat ehlinin ibadetidir ki, burada kul; Allah’tan başka bir şey istemez. Naz makamı, ariflerin makamıdır ki, burada kul Hakk, olmuş ve onun dilinden konuşur ve zaman zaman onunla şakalaşabilir. Naz makamına insan, birinci ve ikinci makamları geçerek ulaşabilir. Örneğin: “Ey bana kendini büyük tanıtan! Halime bak da varlığından utan” diyen Neyzen Tevfik gibi..

[35] Bu ceza, fakir fukarayı doyurma, giydirme şeklinde olabilir veya cem evinin eksiklerini gidermek için cüzi bir miktar para alınabilir. Eğer, cem evi yönetimi varsa, bu para makbuz mukabili tahsil edilir.

[36] Sahihi Buhari, İslâm Dini’nin yayılmasında da en büyük faktör olarak musahipliği görterir.

[37]  Maide Suresi, 67

     [38] Nisa Suresi, 59

[39] Hakkı SAYGI- Şeyh Safi Buyryğu, S. 60, 1996- İstanbul

[40] A’raf Suresi, 172

[41] Al-i İmran Suresi, 81

[42] Al-i İmran Suresi, 82

[43] Fetih Suresi, 10

[44] Fetih Suresi, 18

[45] Mümtehine Süresi, 12- Not: Bu biatleşmeye 12 kişi katıldı.

[46] A’raf, 23

[47] Bakara Suresi, 115

[48] Ahzap Süresi, 33

[49]  Bu tığ-bentler daha sonra kestikleri koçun yününden yapılacak olan tığ-bentlerle değiştirilecektir.

[50] Dört kapı-Kırk makam, Hakkı Saygı’nın hazırladığı ve Cem Vakfı tarafından basılmış bulunan “Soru ve Cevaplarla, Alevi-Bektaşi İnancı” adlı kitapta, geniş ve tafsilatlı olarak verilmiştir.

[51] Eğer bu merasim, bir musahip erkânı ise burada her iki çiftin isimleri zikrdilir.

[52] Ali-i İmran Suresi 81

[53] Al-i İmran Suresi, 82

[54] Ahzap Suresi, 56

[55] Tahrim, Suresi, 8

[56] Burada her Dede veya baba, bağlı bulunduğu ocağın ismini zikreder.

[57] Fetih Suresi, 18

[58] Bazı yörelerde tarik yerine “el-pençe”, bazı yerlerde de “baş okunur”. Baş okuma, genellikle Bektaşi süreklerinde uygulanır.

[59] Bakara Suresi, 115

[60] Ahzap Suresi, 56

[61] Bu tercümanı ikrar veren canlar, hep birlikte sesli olarak okurlar. Eğer bilemezlerse, rehber okur, talipler de onunlar beraber sesli olarak ona iştirak ederler.

[62] Nisa Suresi, 174

[63] Ahzap Suresi, 46

[64] Burhan Kocadağ. Cem Dergisi, Eylül 2001,  Sayı, 113, S. 32- İstanbul

[65]  Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, Türkiye Yayın evi, S. 416-417, 1963-İstanbul

[66] Halime Doğru 16.yüzyıl. Eskişehir ve Sultan önü sancağı s.28. Afa Yay. Doğru, yöredeki tekke yapılarına ilişkin şu bilgileri verir. Seyit Gazi Afyon arasında Resul Baba tepesi bulunmakta olduğunu, Seyit Gazi köylerinden Ayvacıkta: Konakçılar tekke,Çal tekke, Ayvacık tekke,Arifler tekke, Abdal tekke.  Avdanlada: Genç Abdal, Erenler Hüsam Dede, Çamardı, Tepesikuru, Şücaddin. Karacaalide: Türkmen Baba,Evsin Baba, Tümbek Baba, Abdil Baba, Ahmet Üryan Baba, Ahmet Tarhan Baba, Kadıncık Ana. Kuyucakta: Arap Baba, Karapazarda: Tahtalı Baba. Musalarda : Koşucu Baba adlı tekkelerin bulunduğunu haber veriyor.

[67] Sema Altunan II Uluslararası Anadolu İnançları Kongre bildirileri. S42 23 28 ekim 2000 Ervak Yay..

[68] Yörede oldukça çok tekke ve zaviye bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır. Körsün baba, Çoban Baba, Etyemez baba, Ekmekçi baba Dögerler'de : Toptuk Emre türbesi, Kemal sultan,Çöğürtler türbesi.  Halime Doğru 16.yüzyıl. Eskişehir ve Sultan önü sancağı s.28.

[69] P. Wittek Menteşe beyliği s. 13 çeviri O.Ş.Gökyay. Türk Tarih Kurumu Yay. 1986

[70] Saltukname’de anlatıldığına göre Sarı Saltuk Seyit Battalgazi oğullarındandır. Sarı Saltuk Seyit Battalgaziyi rüyasında görür. Seyit ona yürümesini faaliyete geçmesini ona kimsenin dokunmayacağını söyler Fahir İz Saltuk name. Belleten Dergisi tarihsiz

[71] İbrahim Bahadır Balkanlarda Aleviliğin ilk girişi ve Sarı Saltuk Yol Dergisi Sayı 11

[72] Mehme Bey,” 13 Mayıs 127 yılında çıkardığı Türk dili kanunu çok önemlidir.

[73] Karesi İli hakkında bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Karesi Oğulları” mad. İA. Fuat Köprülü,  Osmanlı Devletinin Kuruluşu ,  Ankara 1984, s. 34.

[74] el Decei, agm.

[75] İrene Melikof Uyur İdik Uyardılar s.139. 148 Cem Yay.. 1993

[76] Bedri Noyan Bektaşilik ve Alevilik Nedir. S. 601 Ant-Can Yay..

[77] Hakkı SAYGI, Otman Baba Velâyetnamesi,  Saygı Yayınları, s. 17, 1996 -İstanbul

[78] B.Noyan Bektaşilik ve Alevilik nedir. S.602

[79] N. Birdoğan Anadolu ve Balkanlar'da Alevi yerleşmesi s.59-64 İstanbul 1992 Elev Yay.

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile