Ahmet Hezarfen’in Çalışmaları - Ayhan Aydın

Ahmet Hezarfen’in Çalışmaları - Ayhan Aydın

 

Ahmet Hezarfen’in yayımlanan kitapları birbirinden önemli ve gerçekten zevkle okunan, okunduğunda da önemli bilgiler edinilen eserlerdir.

Temel olarak İstanbul Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden edinip üzerinde çalışma yapmış olduğu belgeler; Osmanlı Devleti’nin daha çok toplumsal, siyasal yapısına ilişkin metinlerin transkripsiyonu ve açıklamalarının verildiği orijinal eserler olup bunlar gerçekten de kaynak metinler niteliğindedir.

Kitaplarında söz konusu Osmanlı belgelerinin özüne hiçbir şekilde müdahale edilmeden, olduğu gibi aktarılarak, bilimsel bir yöntem izlenmiştir.

Tarihi çok eskilere giden belgelerin bir araya getirilmesinden oluşan eserlerde; Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yaşamla ilgili çok değişik bilgilerin yer aldığı çok önemli kararlara ilişkin belgeler gün yüzüne çıkmış olmaktadır.

Tarihçilere, sosyologlara, araştırmacı ve gazetecilere de çok bol malzeme sunan bu çalışmalarda fermanlar, ilamlar, mühimme defterleri, irade, evkaf defterleri, hüccetlerle... Osmanlı yönetiminin halkla ilgili, toplumsal olaylarla ilgili, inançlar ve inanç mekanlarıyla ilgili kararları yer almaktadır.

Bu belgeler içinde Alevi/Bektaşi toplumunu önemli ölçüde ilgilendiren hükümler, yorumlar yanında, esnafları, gayri müslümleri, hatta görevini kötüye kullanan kamu görevlilerini, askerleri, farklı meslek sahiplerini çok yakından ilgilendiren kararların mevcudiyeti dikkat çekmektedir.

Bizler Ahmet Hazarfen’in belgeleriyle doğrudan ve çok bol örnekleriyle Osmanlı toplumunda ve devlete sıkıntı veren “ayan ve eşkıyaların” yaptıklarını, verdiği zararları, etkilerini, sonuçlarını görebiliyoruz.

Temelde dört cilt olarak yayımlanması planlanan ve şu ana kadar iki cildi Kaynak Yayınları’ndan yayınlansa da, benim dört cildini de okuma olanağına sahip olduğum bu belgeler, gerçekten de eserlere kaynaklık edecek temel metinler niteliğindedir. Çünkü Ahmet Hezarfen, uzun yıllar emek vererek, büyük güçlükleri aşarak bu belgeleri orijinalleriyle birlikte ilk kez bir kitapta toplanmış oluyor.

Esnaf ve zanaatkarlara, çiftçi, ırgat ve vergi toplayanlara ilişkin belgeleriyse yine hem toplumu, hem de Osmanlı devlet yapısındaki ticari anlayışı çok iyi yansıtan eserler niteliğindedir.

Geçim kaynağı olan meslekler, meslek sahipleri, onların yaşadıkları sıkıntılar, esnafla halk, esnafla devlet arasındaki münasebetler, üretim, üretim kaynakları, bu tarihi belgelerle çok güzel gözler önüne serilmektedir.

Ahmet Hezarfen’in bugüne kadar çok farklı dergilerde yayımlanmış hemen tüm yazılarını okuyan birisi olarak da bu dergi ve gazete yazılarının, bir an önce basılmasını umut etmekteydim.

Çünkü Osmanlı’da su değirmenlerinden, lale yetiştirilmesine, fırınlardan, bir çavuşun Yemen anılarına... kadar oldukça farklı alanlarda, zevkli ama aynı zamanda öğretici bilgilerin yer aldığı bu dergi ve gazete yazıları, Türkiye’nin en önemli ve ciddi dergilerinde yayımlanmış eserler olup, kıymet arz etmektedir.

Hem de Ahmet Hezarfen’in yazıları, bazıları için oldukça sıkıcı olabilen tarihi ve sosyal konuları zevkli hale getirecek bir dile ve anlatıma sahiptir.

İlginç olduğu kadar yitip gitmiş, bir köşede kalmış konuları da gündeme getirirek aynı zamanda tarih araştırmacılığına da hizmet etmektedir Ahmet Hezarfen.

Bunun yanı sıra yazarın bir halkbilimci yönünün de bulunduğu söylemeliyiz.

Belki amatör bir ruhla ama oldukça önemli sayılacak, ender bir aşkla yerel araştırmalar da yapmıştır Ahmet Hezarfen.

Bu konuda Yunus Abdal Köyü başta olmak üzere, Razgrat, Deliorman gibi kimi yörelerin etnik, coğrafi vd. özelliklerini derinden araştırdığı yazıları kitap boyutundadır.

Türküler, maniler, gelenekler, yemekler, oyunlar, lakaplar, yer isimleri, bitki isimleri, hayvan yetiştiriciliği gibi onlarca konuya eğilen Ahmet Hezarfen’in bir halkbilimci yönü de bulunmaktadır. Civan Aliş Destanı başlı başına bir kitap çalışmasıdır. Ahmet Hezarfen en son Civan Aliş Destanı’nı kitaplaştırmak için çalışıyordu. Civan Aliş’in kimliğinde kendi yöresindeki toplumsal yaşamı da çok canlı bir şekilde aktarmaktadır.

Bulgaristan Razgrat Yunus Abdal (Yonkovo) Köyü çıkışlı olan bu anlatıda, yüz/yüz elli yılık bir geçmişi olan bir ünlü eşkıya olan Civan Aliş’in yaşamı, yaptıkları, ona yazılan şiirler, destanlar yer alıyor. Sadece kendi yöresinde değil, Türkiye’de bile, Alişimin Kaşları Kara... gibi türkülerle anılıp sevilen Civan Aliş’in destanlaşan hayat öyküsünün derlendiği bu eserin basılmasını yazar çok arzu ediyordu.

Hatta Bulgaristan’daki bitki adlarını derlediği bir kitap çalışması da vardır.

Alevilik-Bektaşilik’le ilgili araştırmaları sadece arşiv veya yazılı bazı belgelerin çevirilerinden ibaret değildi.

Ahmet Hazarfen bizzat ilgili söyleşilerde de göreceğiniz gibi, bu büyük inanç ve kültürün içinden gelen birisi olarak bu inanç sisteminin hem bütünü, hem ritüelleri, hem inanç önderleri, hem inanç merkezleri hakkında da önemli bir bilgi birikimine sahipti.

Diğer inanç sistemleriyle Alevilik-Bektaşilik arasındaki ilişkileri de oldukça iyi bir şekilde ortaya koyan Ahmet Hezarfen çok iyi bir gözlemci olduğunu da göstermiş oluyordu, yorumlalarıyla.

 

Bunların dışında çevirileriyle de dikkat çekiyor Ahmet Hezarfen.

 

Ho Amca (Ho Chi Minh), Esperanto’dan Çeviri (Muhsin Yürük’le), Habora Yay.,  İstanbul, 1969;

Faşizmin Zindanlarında, Bulgarca’dan Çeviri (“Zad Jeleznite Reşetki – Bulgaristan’da Faşist Cezaevleri Tarihi”,Ninko Kosaşki), Bilim Yay., İstanbul, 1980;

Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi’nin 1. Cildi, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999;

Japonya (Tarih Tezi Işığında), Dr. Hikmet Kıvılcımlı, (Osmanlıca’dan Çeviri), Tarih Bilimi Kitapları, 2000

 

Çevirisini yaptığı eserlerdir.

Ahmet Hezarfen’in arşivlerdeki veya eldeki bazı Osmanlıca metinleri çevirmesinin ve Osmanlıca’dan kitap boyutunda yaptığı çevirilerinin yanı sıra Bulgarca’dan ve Esperantoca’dan da çevirileri vardır.

Devrimci bir kimliğe sahip olarak, Türkiye’deki emekçi kitlelerin yanında yer alan Ahmet Hezarfen’in bu uğurda çok çileler çektiğini, hatta hapis yattığını biliyoruz.

Ayrıca aydınlanmacı birisi olarak; bir dönem büyük kitlelerin önderlerinden Ho Chi Minh’le ilgili yaptığı çeviri, Dr. Hikmet Kıvılcım’lının Japonya kitabı çevirisi, kendisinin de uzantılarını çok iyi gördüğü Bulgaristan’da faşist zihniyetçe mahkumlara en büyük işkencelerin uygulandığı faşist cezaevlerini ve bunların tarihini anlatan çok önemli bir kitap çevirisiyle de, komşu ülkedeki insan hakları ihlalleri gözler önüne sermiş bulunmaktadır.

Ne acı ki ülkemiz de zaman zaman aynı sancılı, sıkıntılı dönemleri yaşamış, benzer işkence tezgahları ülkemizde de kurulmuştur.

Bir diğer çalışmasında da Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi’nden birinci cildi çevirip kültür dünyamıza kazandırmıştır.

Osmanlı tarih yazıcılığının en önemli temsilcilerinden birisi sayılan Ahmet Lütfi Efendi’nin eseri, Osmanlı’nın son dönemine ilişkin önemli bilgiler veren, bu konuda tarihçilerin de yararlandıkları bir çalışmadır. Ahmet Hezarfen, üç yüz sayfadan oluşan bu eseri günümüz Türçesi’ne çevirerek önemli bir boşluğu da doldurmuştur.

Tüm bunların dışında,  kişi ve kurumlara, özel  olarak sayısız belge de çevirmiş olan Hezarfen, bu konuda da  çok emek vermiş önemli bir isimdi.

Çoğu zaman belli bir mali karşılık beklemeden yaptığı bu çalışmalar karşılığında zaman zaman emeğinin hakkı verilmiş olsa da, genel anlamda tüm bu çalışmalarının maddi anlamda hiçbir zaman tam karşılığını alamayan yazar bu konuda da önemli oranda sömürülmüş, hakları gaspetilmiştir.

Tüm bunların dışında alçakgönüllü olması,  kimilerini göklere çıkaran genel manada kamuoyunun, basının, yayın dünyasının onun sesini, çalışmalarını görmezlikten gelmesi, Hezarfen’i hak ettiği yerde gömemezi engellemiştir.

Uzun yıllar hiçbir karşılık beklemeksizin emek verdiği Alevi-Bektaşi toplumu bile ne sağlığında, ne öldüğünde, son yolculuğunda bile, ona gereken ilgiyi göstermemiştir.

Bunların dışında ne acıdır ki, onun çevrilmiş ve yayımlanmış  eserleri kadar; çevrildiği halde yayımlanamayan ve uzun yılların emeğini içermesine rağmen değerlendirelemeyen belgeler de vardır.

 

Biz çalışan yığınlarız

Yalandan severler bizi

Hile bilmez yiğitleriz

Gülerek överler bizi

Bizi bizi gardaş bizi

Divane sayarlar bizi

 

Cephelerde Mehmetçiğiz

Dar günlerde nöbetçiyiz

Hem üreten hem aşçıyız

Sofradan kovarlar bizi

Bizi bizi gardaş bizi

Nedendir sevmezler bizi

 

Yazıcıoğlu hep çalıştım

Hem gocadım hem geliştim

Artık ortama alıştım

Serseri sayarlar bizi

Bizi bizi gardaş bizi

Divane sayarlar bizi

 

Muharrem Yazıcıoğlu

 

Osmanlı Arşiv Belgeleri’nde Aleviler-Bektaşiler:

Ahmet Hezarfen’in Alevilik-Bektaşilik konusunda  çevirisini yapmış olduğu yüzlerce belge ise bugüne kadar bu alanda yapılmış en geniş kapsamlı ve önemli eserlerdir.

Balkanlar ve Anadolu’da, Alevi-Bektaşi topluluğunun tarihsel olarak geçirdiği seyri göstermesi bakımından olduğu kadar; Alevi-Bektaşilerin demografik (nüfusa) ilişkin bilgilerinin de tarihi belgeler ışığında ortaya çıkmasına katkıda bulunan bu eserler sayesinde, yüzyıllar içinde değişen Osmanlı devlet yönetiminin, Alevi-Bektaşi inancına ve bu inancın insan topluluğuna bakışındaki farklılaşmaları da çok net bir şekilde görebiliyoruz.

Hacı Bektaş Dergahı’na, Abdal Musa Dergahı’na, Kızıldeli (Seyyid Ali Sultan) Dergahı’na önemli ölçüde maddi, manevi destek veren Osmanlı İmparatorluğu, ilk kuruluş döneminde yine alperenler, dede-baba dediğimiz inanç önderlerine çok büyük bir hürmet göstermektedir.

Neredeyse devletin ana kurucu unsuru olarak Rum/Horasan erenlerininin varlığını birinci derecede kabul eden Osmanlı yönetimi, aynı zamanda halkın manevi önderi oldukları gibi, gönül fetheden bu büyük alperenlere saygıda asla kusur etmemektedir.

Geyikli Baba’ya öyle büyük bir sevgi ve ilgisi vardır ki, ona önemli hediyeler göndermektedir, Osmanlı Beyliği önderi Orhan Gazi.

Abdal Musa’ya Bursa’nın fethindeki yararlılığından dolayı dilediği yerde dergah kurma hakkı tanıyan Osmanlı yönetimi, aynı davranışı yüzlerce Alevi/Bektaşi ulusuna/önderine göstermiştir.

Aynı zamanda sürekli inanç ve ibadet mekanları desteklenmiş, oralardaki kazanın kaynaması için bütçesinden belli oranda payı, yıkılışına kadar ayırmasını bilmiştir.

Ahmet Hezarfen’in bizatihi çevirdiği belgelerin yorumu başlı başına bir kitap hacminde olur.

Yalnız şunu belirtmek gerekir ki, Osmanlı, Viyana kapılarına kadar gidişinin, tasaavvufun hoşgörüsüyle pişmiş olan erenler sayesinde olduğunu aslında hiçbir zaman unutmamıştır.

Gerileyişinin gerçek nedenlerini iyi tahlil edemeyen, içerideki ve dışarıdaki gelişmeleri gerçekten de iyi değerlendiremeyen Osmanlı yönetimi, maalesef kendisini var eden, ana kurucu unsuru olan öğeleri kesip biçmeye başladıkça, halkından koptukça, Aleviliği, Bektaşiliği, kültür ve inanç, iman merkezleri Bektaşi tekkelerini yok etmeye yöneldikçe, kapatıp yağmalattıkça kendi  yok oluş sürecini daha da hızlandırmıştır.

Ahmet Hezarfen’in belgelerinde de bol miktarda gördüğümüz gibi, özellikle Osmanlı’nın son döneminde Bektaşi Dergahları, taş üstünde taş kalmayacak şekilde yıkılıp tüm mal varlıkları insanın yüreğini burkacak şekilde tar-ü mar edilirken, bir zamanlar bu imparatorluğun mühürleri gibi, ölümsüzlük kapıları gibi, yoksulların, yoldan geçenlerin, savaşlarda yaralananların, gönüllerini gerçek Tanrı sevgisi ve aşkla doldurmak isteyenlerin, kendilerine verilen toprakları işleyerek üretim yapanların, insanlık yolunda ilerleyenlerin ana mekanları da yok edilmiş oluyordu.

Bu kadar düşüncesiz hareket eden padişahın akıl hocaları da Osmanlı’yı kemirerek yok eden yobaz kafalardan başkaları değildi.

Asıl hurafe merkezleri olan çeşitli tarikatların tekkelerinin şeyhleri, Bektaşi tekkelerinin kapatılması konusunda II. Mahmut’a baskı yapmışlar, bu konuda görüş bildirmişler; nihayetinde, özellikle Fatih Sultan Mehmet’le başlayan halktan kopukluk, Safavi Devleti tehlikesiyle toplu öldürmelere varan Yavuz Sultan Selim dönemindeki büyük baskılar ve sonunda Sünnileştirme politikalarının uygulandığı  Kanuni Sultan Süleyman (en ciddi cami yaptırma çalışmaları onun döneminde olmuştu) dönemlerinden sonra, devletle daha fazla yan yana gelebilen, bir tarikat yapılanması görünümünde olan Bektaşilik, hem Anadolu’da, hem Balkanlar’da büyük kuşatma ve gözaltıyla birlikte çok büyük baskılara maruz kalmıştır.

Bizler, Ahmet Hezarfen’in belgeleri sayesinde Anadolu ve Balkanlar’da Kızılbaş olarak nitelendirilen, Rafizi, Mülhit, yani yoldan çıkmış, sapmış, dinsiz, imansız, Tanrı tanımaz, Peygamber’i, ilk üç halifeyi tanımayan, onlara küfreden, namaz kılmayan, oruç tutmayan, cem denilen ve kadın-erkek toplanıp, toplu füsk-ü fücür yapanlar, olarak nitelendirilen insanların “defterlerinin dürülmesi, sürgün edilmesi, hapsedilmesi, asılması, dövülmesi, cemlerinin basılması, haklarından gelinmesi...” gibi ayrımcı, yıkıcı, yok edici kararların bizzat devlet yönetimi tarafından alınıp yine devletin resmi kayıtlarına işlendiğini görüyoruz.

 

Mühimme Defterleri denilen ve adından da anlaşıldığı gibi mühim bazı kararların kaydedildiği onlarca defterde, Aleviler-Bektaşiler aleyhine verilen çok ağır cezalar sıralanmaktadır.

Kadılara gönderilen fermanlarla, sürekli Kızılbaş tehdidi tema’sı canlı tutularak, açıkçası bir toplumsal kesimin dışlanması ve belli bir inancın yasaklanması, o inanca sahip insanlara öldürme dahil çok ağır cezaların verilmesi sık sık dile getirilen görüşlerdir.

Bu o kadar fazladır ki, ne yalan söyleyeyim, Ahmet Hezarfen’in belgelerini okuyup incelemeden önce Osmanlı yönetiminin Alevi-Bektaşiler aleyhine bu kadar çok belgeyi imzaladığını, bunu hiç aralıksız bir şekilde devam ettirdiğini, bu konuyu kesinlikle ihmal etmediğini,  olayın takibiyle bu derece yoğun bir şekilde uğraştığını bilmiyordum.

En az beş yüz belgenin Aleviler, Bektaşiler, Kızılbaşlar, Mülhitler, Rafiziler vd. isimlerle hep aynı kitle için yazıldığını görünce, Osmanlı’nın değişen yüzyıllar içinde Aleviler’e, Bektaşiler’e bakışındaki farklılaşmaları; Osmanlı devlet yönetiminde Alevi-Bektaşi algılayışı, Osmanlı yazınında Alevi-Bektaşiler; Osmanlı devlet yönetiminin Alevi-Bektaşiler’i algılayışı; Osmanlı yargısında Alevi-Bektaşiler başlıbaşına birer ayrı araştırma konusu olduğunu, bu konuda bu kadar bol belge olduğunu gördükten sonra daha iyi fark ettim.

Gerçekten sessiz sedasız sürekli üreterek, bu topluma en büyük hizmetlerden birisini veren Ahmet Hezarfen’in çalışmaları başlı başına bir panel, bir kitap konusu. Onun yaşamı, hayatı, yaptıkları, çevirileri yeniden değerlendirilmeye, yeni kitaplar yayımlamaya layık uğraşlar.

Umarız bu elinizdeki kitap bir başlangıç olur, devamı gelir.

 

Kitap Hakkında:

Elinizdeki çalışma, yaklaşık on yıldır görüş ve düşüncelerine aşina olduğum, yaşamı hakkında geniş bir envanter ve bilgiye ulaştığım, aynı zamanda bugüne kadar yaklaşık yüz söyleşimin olduğu, onlarca ses ve görüntü kasetinde  aynı zamanda iyi bir arşiv çalışması da yaptığım uzun sürmüş bir mesaiden derlenmiş bir çalışmadır.

Kitabın belli bir bölümü yazılı sorularıma Ahmet Hezarfen’in yazılı olarak verdiği yanıtların düzenlenmesiyle oluşmaktadır.

En son 2005’in Nisan, Mayıs aylarında üst üste gerçekleştirdiğim ve yaklaşık yirmi saatlik görüntü çekimleriyle önemli ölçüde kendi görüş ve düşüncelerini, yaşamının tüm boyutlarını belgesel tarzda kamereya almaya çalıştığım Ahmet Hezarfen’le, 1998’den bugüne kadar gerek kayıtlı (ses ve görüntülü), gerekse de sohbet tarzında gerçekleştirdiğim söyleşilerden, özellikle 1998/1999 yıllarında yaptıklarımı derledim.

Bu çalışmaların, yazarın kitabın konusuyla ilgili tüm çalışmalarını kapsadığına yine yazarla birlikte karar verdik.

Kitapla emektar bir eğitim gönüllüsünün, yurtsever bir aydının başından geçenleri okurken, aynı zamanda birbirine çok benzeyen iki ülkenin, Bulgaristan ve Türkiye’nin de demokrasi ve kültür yaşamlarında geçirmiş oldukları tarihi seyri ve bir kısım insanın yaşadığı dramları ilk elden, ilk kaynaktan öğrenmiş olacaksınız.

Biz onunla bir büyük projenin planlayıcılarıydık aslında.

Yüzlerce belgesini ilk elden okuyan, onları bilgisayar ortamında değerlendiren, onunla ilgili tüm arşiv çalışmasının CEM Vakfı bünyesinde değerlendirilmesine uğraşan bir insan olarak çok çırpındım.

Kitaplarının birbiri ardına yayımlanmasını çok arzu etmiştim, bu konuda da yoğun bir şekilde çalışmıştım.

Ama bu çalışmaların önemli bir kısmının başka yerlerde değerlendirilmesini seyretmek zorunda kaldım.

Burada bir haksızlığı da dile getirmek zorunda hissediyorum kendimi.

Orijinal belgeleri ve çeviri çalışmaları şu anda yazarın arşivinde mevcut olan, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın Japonya isimli eserini yayımlayan Tarih Bilimi Kitapları Yayınevi, yayınladığı kitapta, kitabın çevirmeni Ahmet Hezarfen’i hiç anmamıştır. Dileğimiz bu tür şeylerin bir daha yaşanmamasıdır.

Açıkçası ben tüm bu çalışmalar içinde Ahmet Hezarfen’den çok şeyler öğrendim.

O benim sırdaşım, gönüldaşım, akıl danıştığım bir büyüğüm, fikirdaşımdı.

Ona çok şey borçluyum. O her şeyden önce bana Balkanlar’ın kapısını açtı.

Hayatımın daha ilkbaharında karşılaştığım, gerçekten çile dolu günlerin ağır, bunalımlı yüklerini, üzerimde hissettiğim anlamsız baskıların etkilerini onunla yaptığım sohbetlerle azalttım.

Her şeye rağmen üreten birisi olarak, okuyan birisi olarak, hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmayan birisi olarak, Ahmet Hezarfen bana gerçek anlamda örnek bir insan oldu.

Onu ben de ömrümün son gününe kadar unutmayacağım.

Örnek kişiliği bana ve onu sevenlere rehber olmaya devam edecektir.

Sonsuz bir saygı ve sevgiyle anısı önünde eğiliyorum.

(Ahmet Hezarfen’le ilgili elinizdeki kitap dışında, yaptığım söyleşilerden ve aldığım belge ve bilgilerden oluşan, en az iki kitap daha çıkar. Belki zamanla diğer söyleşileri de deşifre edip ve/veya onlardan yararlanıp başka kitap çalışmaları da yaparım. Ne diyeyim, kısmet.)

 

Notlar: Kitabın hazırlıkları sürerken, bir gün eğer bu kitabı bastırabilirsek bir kısmını, en az beş yüz kadarını, Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya’daki vd. Balkanlar’da yaşayan soydaşlarımıza dağıtsak nasıl  olur?, demiştim. Usta da; “beyyy, ne de güzel olur!” demişti. Elbetteki bu sözü tutmak büyük görev ve kıvancım olacak.

 

Ahmet Hezarfen’in vefatından sonra Aleviyol İnternet İletişim gurubunda başsağlığı dileyenler, saptayabildiğim kadarıyla şunlardı: Doğan Bermek, Dursun Gümüşoğlu, İsmail Engin, Ayfer Karakaya, Ali Kayki, A.Yilmaz Soyyer, Müfid Yüksel, Murat Şahin, Dr. İlyas Üzüm, İsmail Onarlı, CEM Vakfı, Karacaahmet Sultan Derneği, Şahkulu Sultan Dergahı, Hannover Alevi Kültür Merkezi Yönetim Kurulu, Mainz, Wiesbaden, Rüsselsheim   Alevi-Bektaşi Kültür Birliği  adına Genel Başkan  Hamza Kurnaz,  Aschaffenburg Alevi-Bektaşi Kültür Merkezi.

 

Teşekkür;

Bu eserin sizlere ulaşmasını, böylece tarih ve kültür konularına bir farklı açıyla bakmamızı sağladığı için başta Ahmet Hezarfen’e; bana bir evladı gibi davranıp tüm ziyaretlerimde büyük hürmet gösteren eşi sevgili Necmiye Hezarfen’e; bu çalışmanın sizlere ulaşmasını sağlama yolunda maddi ve manevi desteğini esirgemeyen başta sayın Murat Şahin olmak üzere, Sayın Mustafa Yurtalan’a, Sayın Bülent Gündoğdu’na, Sayın Kazım Büklü’ye, Sayın Sabri Aslan’a, Sayın Aydın Çakmakkaya’ya, Sayın Hasan Bal’a; kitabın yazımında ve düzenlenmesinde emeği geçen Sayın Deniz Ünal’a, Zeynep Rahşan Dolu’ya, Şenay Hanım’a, kitabın redaksiyonunda emeği olan Sayın Bedirhan Toprak’a en içten teşekkürlerimi bir borç bilirim.

İçten saygı ve sevgilerimle, yeni çalışmalarda buluşmak dileğiyle.

 

Ayhan  Aydın

1 Eylül 2006

 

Deliorman’ın Koca Çınarı: AHMET HEZARFEN, (YAŞAMI, ALIŞMALARI, ANILARI, YAZILARINDAN ÖRNEKLER),  AYHAN AYDIN, Niyaz Yayınları, 2008, İstanbul,

Kitapta, Sayfa: 20-28