Dünya Vatandaşlığı...

Dünya Vatandaşlığı...

AYHAN AYDIN

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin bazı maddeleri şöyle diyor:

Madde 1: Her insan özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdanla donatılmış olup birbirine karşı kardeşlik anlayışıyla davranır.

Madde 2: Herkes; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal yada başka bir görüş, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş ya da benzeri başka bir statü gibi herhangi bir ayrım gözetmeksizin bu bildirgede öne sürülen tüm hak ve özgürlüklere sahiptir.

Madde 18: Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, din yada inancını değiştirme özgürlüğünü ve din ya da inancını, tek başına ya da topluca ve açık ya da özel olarak öğrenime, öğretme, uygulama ve gözetim yoluyla açıklama özgürlüğünü içerir.

Böyle diyor insanoğlunun yüzlerce yıl savaşım vererek, tarihe, zorbalara, totaliter devletlere karşı elde ettiği hakların, resmi belgesi.

Böyle diyor da tüm dünyada bu ilkelere uyuluyor mu? Elbette ki hayır.

Hala, işkence çeken insanlar var.

Hala zulüm gören insanlar var.

Hala, temel hak ve özgürlüklerinden yoksun insanlar var.

Bazı insanlar, hala insansal özelliklerinden dolayı kınanıp baskı görüyor, dışlanıyorlar.

Bazıları da hala inançlarını gereği gibi yerine getiremiyorlar.

Dünyada güçlüler, güçsüzleri hala eziyor.

Kim ne derse desin, hala derisinin renginden dolayı ayrıma tabi tutulanlar var.

Hala, hala, hala... ayrımcılık devam ediyor, “hala.”

Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde Ruhi Su Dostlar Korosu’nun konserini dinliyordum. Gözüm salonun tavanındaki yüzlerce lambaya takıldı: Işık yayıyordu lambalar. Aydınlatıyordu çevreyi...

Ruhi Su’ların her zaman gelmeyeceği açık.

Dünyayı, yaşamı, insanlığı aydınlatanlar her zaman gelmiyordu yeryüzüne: Aristo’lar, Dante’ler, Hegel’ler, Sheakspear’lar, Hugo’lar, Darvin’ler, Marx’lar, Freud’lar... çok seyrek uğruyorlar yeryüzüne.

Çok seyrek uğruyor, Hacı Bektaşi Veli’ler, Yunus Emre’ler, Şeyh Bedreddin’ler, Pir Sultan’lar, Mevlana’lar, Mansur’lar, Nesimi’ler, Ruhi’ler onlar, onlar ki insanlığı aydınlatıp yüceltenler.

İnsan hakları ve insanın yüceliği için tüm yaşamlarını bu uğurda mücadeleyle geçirenler.

Ne güzel demiş Hacı Bektaşi Veli: “Karanlığı aydınlatanlara ne mutlu”.

Ne mutlu ki size karanlıkları aydınlattınız. Ne mutlu ki bizim sizin gibi “Pir”lerimiz var.

Ne bilgece söz: “Okunacak en büyük kitap insandır.”

Yunus da; “Sen kendini bilmezsen ya bu nice okumaktır”, diyor.

“Kıblem sensin yüzüm sana dönerim, mihrabımdır, kaşlarının arası.” Böyle sesleniyor Pir Sultan sevdiğine, “Enel Hakk dercesine, yani Mansur gibi, Hallac’ca.

“Gel, gene gel ne olursan ol, nasılsan öyle gel. Umutsuzluk kapısı değil bu kapı” diyerek insanlığı kucaklıyor Mevlana.

Her şey insan için: Türk, Kürt, Ermeni, Fransız, Rum, Alman, Arap, tüm insanları bir bilmek. “72 millete bir nazarla bakmak”. Tüm insanları kucaklamak. Her ne ararsak kendimizde aramak, diğer insanlarda aramak.

Boşuna, Kudüs, Mekke, Hac yollarında yorulmamak.

Tüm insanların sevincine, üzüntüsüne ortak olacağız. Bunu duyumsağlayabileceğiz. Kenya’daki aç insana; Bangladeş’teki evsiz insana, içimiz sızlamalı.

Fakat biz komşumuz aç yatarken şimdi tok yatabiliyoruz.

Adam sendecilik, duyarsızlık, egoist, bencillik dev boyutlara ulaştı. İlk önce, kendimize hiç sormuyoruz; ben kimim, neyim? İnsanoğlunun evrendeki yeri, konumu nedir? Hayattaki hedefim, hedefimiz ne olmalıdır? Sorgulamıyoruz bunları. Doğanın tutsağıyız. İrademizin tutsağıyız.

Bin yılların ilkel ön yargılarının tutsağıyız. İlk önce bu zincirlerden kurtulmalıyız. Özgür olmalıyız.

Onurlu, bilgili, hür düşünceli olmalıyız. İnsan en yüce yaratıktır.

Çünkü her şey insandadır.

Yaratan da üreten de insandır.

Dünyayı tertemiz bir gül bahçesi yapmak ta insanın elinde, zindan etmek te.

Evvel benem, ahir benem onlara can olan benem azıp yolda kalmışlara Hızır medet eren benem” diyor, Yunus Emre.

 

“Hangi taşı kaldırsam

Anamla, babam

Hangi dala uzansam

Hısım, akrabam

Ne güzel bir dünya bu

İyi ki geldim

Süt dolu torbayla

Şöylece çıkageldim

Kime elimi verdimse

Döndürüp yüzümü baktımsa

Kısmet kapıyı çaldı

Kör pınara su çaldı

Ben şakıyıp durdukça öyle

Gülün kokusu geldi

Bebesi olmayana

Bunalıp da kalmışa

Acılarla yüklü dargın yüreklere

Yetiştim geldim

İyi ki geldim.”

 

Ruhi Su

 

İyi ki geldin Ruhi Su. İyi ki geldiniz.

Geldiniz, insanlığın onurunu yücelttiniz. Tüm insanlar olarak onların şerefli mücadelelerine sahip çıkmalıyız. Haksızlıklara baş kaldırmak en büyük onur mücadelesidir. Bunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Asla. İnsana saygı ve sevgi haksızlığa başkaldırıyla bütünleşirse, ancak, gerçek bir dünya vatandaşı olabiliriz. Duyarsız toplumlar ise, yok olmaya mahkumdur.

 

“Bir dertliyim derdim vardır

Ya ben nice dönmiyeyim

Herdem işim ah ü zardır

Ya ben nice dönmiyeyim.”

 

Diyor, Seyyid Nizamoğlu, tüm insanların sorunlarıyla ilgilenerek.

Bir Fransız çocuğunun kanayan yarası da, ağlayan bir Yunanlı kadının sesi de bizi etkilemeli.

Dünya vatandaşı olmak zor. Hem de çok zor. Katolik, Protestan, Alevi, Sünni, Yahudi, Budist, Ateist tüm inançların kardeşliği için çalışmalıyız. 72 milleti, 72 inancı bir nazarda görmesek nasıl hoşgörülü, tam bir insan olabiliriz. Bizim ne farkımız var, Madagaskar’lıdan, Amerika’lıdan. Tümü insan, tümü aynı. Hepimiz aynı evrenin çocuklarıyız. Sarı saçlısı, mavi gözlüsü, zencisi... hepsi bir.

Halk Ozanı Aşık Daimi’nin dediği gibi...

“İnsanlık giderken hep ileriye

Bizler inadına kaldık geride

Gelmedikçe cehaletten beriye

Sünni’ysem Alevi’ysem ne çıkar

Daimi’yim nefse galip olmazsam

İlme fazilete talip olmazsam

Sünni’ysem Alevi’ysem ne çıkar.”

 

İnsan sevgisini her şeyin üstünde tutmalıyız.

“Bir insan kalbin yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil” diyor Yunus.

İnsan kalbi tüm ibadetlerden üstündür.

En yüce ibadet insana yapılan ibadettir.

Aleviyiz diyoruz, Alevi olmak kolay mı?

Önce Yunus’ca, Fuzuli’ce, Mevalana’ca, Pir Sultan’ca insanı sevelim ki gerçek Alevi de olabilelim.

CEM DERGİSİ, YIL 2, SAYI 19, ARALIK 1992

EKİN İDİK OLDUK HARMAN, AYHAN AYDIN, (ALEVİLİK BEKTAŞİLİKLE İLGİLİ HABERLER, ETKİNLİKLER, SÖYLEŞİLER, YORUMLAR, FOTOĞRAFLAR – 1992 - 2004), 2005, İstanbul, KAHRAMAN OFSET, (SAYFA: 134-135)