Ahmet Taner Kışlalı’nın Öldürülmesinin Ardından Yılgınlık Yok!

Ahmet Taner Kışlalı’nın Öldürülmesinin Ardından

Yılgınlık Yok!

Ayhan Aydın

Türkiye Cumhuriyeti’nin ne denli zorluklar içerisinde kurulduğunu sağ duyu sahibi her Türk bilmektedir.

Binlerce yıllık geçmişi olan büyük Türk milletinin, onlarca devlet kurmuş, milyonlarca insanın bir arada yaşamasına vesile olmuş devletler kuran Türk milletinin, dar günleri her zaman olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun Viyana kapılarına kadar dayanan saltanatlı günleri içerisinde, sıkıntılar az değildi. Gerileme, duraklama ve yok olma dönemlerinde elbetteki Türk milleti yok olmayacaktı. Devletler kurulur-yıkılır fakat, milletler hele de Türk milleti gibi, tarihin çok eski devirlerine uzanan milletlerin yok olması mümkün değildir.

Bugün Türkçe konuşuyoruz. Bir bayrak altında yaşıyoruz. Örfümüz, adetimiz, töremiz bir. Türk milleti dediğimiz zaman aynı şeylere üzülüp, aynı şeylere sevinebiliyoruz. Milleti millet yapan vasıfları, tamamen kendi içimizde görebiliyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk’ün başlatmış olduğu devrim hareketi, Türk insanının daha önceki tecrübelerine yeni bir halka eklenmesi olayından başka bir şey değildir.

Atatürk, Türk milletinin asil ruhunu bilen bir ulu önderdi.

O, kendi çıkarlarını düşünen emperyalist devletlere karşı, Anadolu denen ve binlerce yıllık geçmişi olan bu topraklarda yaşayan insanlarımızı büyük güçlükler altında bir araya getirmeyi başarmıştı.

Türk milleti, Atatürk sayesinde bu zoru başarmış ve yeryüzünde eşi az bulunur bir destan yazmıştır. Bunu inkar etmek nankörlükten başka bir şey değildir. Bu dili, bu kültürü, bu sazı, bu semahı, bu dalgalanan Türk bayrağını görebiliyorsak, huzurumuz, güvenimiz varsa bunu da elimizin tersi ile itmememiz gerekir. Bu topraklara, bu ülkeyi vatan yapanlara minnet borcumuzu aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Çünkü bu kazanımlar kolay kazanımlar değildir. Binlerce insanın kanı akmıştır bu topraklarda. “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı” diyor ulusal şairimiz. Gerçekten de tanımak gerekiyor, özümsemek gerekiyor. Anadolu toprağında açan çiçeklerin altında, binlerce cesedin olduğunu unutmamak gerekiyor.

Bu devlet kolay kurulmadı.

Bu milletin derlenip toparlanması da kolay olmadı.

Mustafa Kemal çağdaşlığı, demokrasiyi getirmek istedi. İnsanların bir arada, inanç, köken vesaire hiçbir farklılığı olmadan aynı idealler uğrunda çalışabileceği bir ülke yaratmaktı hedefi.

Elbetteki o aklın özgürleşmesi gerekiyordu.

Akıl, Batı’da bilim ile özgürleşmiştir; bilimsel çalışmalarla özgürleşmiştir. Akıl özgürleştikçe yaratıcı ve üretici olur. Baskı altında, dayatmalar altında insan özgürlüğünün, insan yaratıcılığının engellendiği ortadadır. Böyle bir ortamda gelişme olabilir mi! İnsan onuruna yakışacak bir şekilde yaşamadıktan sonra, kendi benliğini, kimliğini bulamadıktan sonra, çağın olanaklarına sahip olamadıktan sonra özgürleşebilir, ilerleyebilir mi insanlık! İşte Mustafa Kemal’in başlatmış olduğu devrim hareketi, Batı’da insan aklını özgürleştiren ve toplumsal gelişmeyi sağlayan bilimsel verilere ulaşmanın mücadelesidir.

Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının başlattığı bu devrimci hareket, kendisini takip edenlerce daha ileri bir boyuta getirilmiştir. Batı dediğimizde bir zamanlar, elbetteki unutmuyoruz; bizim toprakları da parçalamıştı. Emperyalist duyguları ile bizi de sömürge durumuna düşürmek istemişti. Fakat bir başka Batı da var ki, gelişmeyi, bilimsel ilerlemeyi, çağdaşlığı getirmiştir. Böylesi bir Batı’dan kopamazdık. İşte o Batı’nın değerleridir ki bugün insanları huzura kavuşturan sistemi getirmiş.

Atatürk’ün izinden giden, herbiri birbirinden değerli aydınlarımız, yazarlarımız, bilim adamlarımız, Atatürk cumhuriyetinin aydınları, bir noktanın altını her zaman çizmişlerdir. Bu aydınlarımız yurdunu sever, milletini sever.

Devleti eleştirdikleri, hükümeti eleştirdikleri noktalarda hedefleri ise toplumumuzun, devletimizin daha ileri bir düzeye çıkmasıdır. Yoksa bunların kesinlikle moral bozucu, gelişmeyi engelleyici bir çalışmaları olamaz. Eserleri okunduğunda bu rahatlıkla görülmektedir. Yeter ki okunsun. Yeter ki bunların fikirlerine ulaşılabilsin.

Uğur Mumcu’lar, Bahriye Üçok’lar, Muammer Aksoy’lar, Çetin Emeç’ler, Abdi İpekçi’ler toplumsal barış ve huzur için kendi varlıklarını feda etmiş insanlardır.

Onlar ve onlar gibi onlarca aydın özgürlük, laiklik, demokrasi erdemlerinin eşitlik erdemlerinin, düşünce özgürlüğünün savunucularıdırlar. Ve bu yüzden öldürüldüler.

Ahmet Taner Kışlalı da bunlardan birisi idi. Yurdunu, milletini, devletini seven ama çağdaş ileri demokrasi ile yoğrulmuş bir ülke ve toplum isteyen, bunun da eğitimden, kültürden, bilimden geçtiğini savunan bir aydındı. Ona yönelik bu saldırı laik düşüncelerinden ötürüdür. Onun mirasına sahip çıkmak ise bizim için bir borçtur.

Ahmet Taner Kışlalı’nın bir çok özelliğinin yanı sıra bir eğitmen ve akademisyen olduğunu, binlerce öğrenci yetiştirdiğini unutmamalıyız. Eğer bugün ülkemizde gerçekten karanlıklardan medet umanlardan, ak ekmeğimizi, billur suyumuzu kirletmek isteyenlerden, onlara zehir katmak isteyenlerden söz ediyorsak, özellikle bir saptamaya dikkat çekmek gerekir. Aydınlanma devriminin Batı’da yüzlerce yıllık bir geçmişi var. Aklın öne çıkarılması, bireyin özgürleşmesi, düşüncelerin gelişmesi ve toplumun buna bağlı olarak ilerlemesi bilimsel düşünceye saygı ile olmuş diyoruz. Bu da eğitim ile mümkündür. Çünkü çocukların eğitilmesi ile ülke şekillenir, millet şekillenir. Eğitim, insanın gelişmesine, insan düşüncesinin oluşmasına, dolayısıyla toplumun bilinçlenmesine birinci derecede etki eden faktördür.

Eğer eğitimimiz bizim savunduğumuz değerler üzerine kurulmuyorsa, ülkemizde köhneleşme, gerici akımların boy vermesi, ezbercilik, birey olma yerine kul olma, aydınlanma yerine skolastik düşünce egemen olur. Hurafelerin, çağdışı düşüncelerin, insanı bir yerlere köle eden zihniyetlerin eğilimi egemen olursa, ki bu gün Türkiye’nin yaşadığı sorun budur; böyle ülkelerde gelişme olmaz.

Aydın insanlar zor yetişir. Onların toplumu aydınlatması zorlaşır. Çünkü burada asıl olan devlettir. Eğer devlet okullarında insan aklının özgürleşmesini sağlayacak eğitim reformları yapılmazsa, devrimci bir eğitim sistemi okullarımızda yerleştirilmezse, bu gibi karanlıkların insan canına kıymaya daha cesaretle yaklaştığına tanık oluruz. Sivas kıyımının geçmişi fazla değil. Onlarca aydınımızı bu yolda şehit verdik.

Eğitimde insanları özgürleştirecek, böylece toplumu özgürleştirecek sistemin, devletin kademelerine ulaşamaması nedendir?

Eleştirecek, araştıracak, doğruları bulacak bir insan tipini yetiştirmeyi eğer devlet kendi eli ile engelliyor, gericileri himayesinde koruyup, meydana çıkarıyorsa, devletin bundaki sorumluluğu net olarak ortaya çıkmış oluyor.

Devleti yöneten hükümetler kırk yıldır, elli yıldır Türkiye’yi karanlıklara götürecek sistemi kendi elleriyle yarattılar.

Düşünen aydın insanların yolunu karattılar.

Işığımızı karartmak istediler. Semah dönen genç kızları yok ettiler.

Diri diri insan yaktılar, insan bombaladılar ve bombalamaya devam ediyorlar. Baltalarla insan kestiler.

Eğer eğitim sistemimizde, Edirne’den Ardahan’a kadar bütün okullarda Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyetini kurarken çağdaş dünyadan örnek aldığı anlayış kararlılıkla sürdürülseydi, Hasan Ali Yücel’lerin yüzyılların kültür birikimi olan klasikleri Türkçe’ye kazandırma hamlesi ihmal edilmemiş olsaydı, kuşkusuz bugün Türkiye çok daha farklı olurdu. Bütün bunlar terkedildiği, devrimci güçler yok edildiği, birilerinin işine gelmediği için, duyarsız, sorgulamayan, insan aklını önemsemeyen kuşakların yetişmesini arzulayan güçlerin egemenliği sürdüğü için bugünleri yaşıyoruz. Geleceğimiz karartılıyor.

O halde ne yapmalıyız?

Devletin, devlet kademelerinin, hükümetlerin, bilimsel bilginin egemenliği ile donanmış insanların yönetimine geçmesi için çalışmalıyız.

Ama Türk Silahlı Kuvvetleri’nin açık tutumu bile tam anlamıyla sonuç vermiyorsa, demek ki biz daha fazla şüphelenmeliyiz.

Araştırma ile, inceleme ile, bilimsellikle yılmadan usanmadan bıkmadan, “bir avuç kaldık” demeden, Atatürk devrimlerine bağlı, ülkesini milletini seven, ne Arap hegemonyasına ne İran dayatmasına boyun eğmeyecek, çağdaş uygar bir ülke yaratmak için, Cumhuriyet’i kuran binlerce şehidimizi unutmadan, aynı mücadeleci varlığımızı sürdüreceğiz.

Sürdürmek zorundayız çünkü bu ülke bizim. Bizim geleceğimiz var bu ülke topraklarında. Çünkü geçmişimiz burada. Atalarımız burada. Biz buralarda yoğrulmuşuz. Anadolu toprağında yoğrulmuşuz. Çocuklarımız burada yaşayacak. Anadolu Türk kültürünün ruhu var üzerimizde. Gecelerini gündüzlerini bu ülke uğruna vermiş güzel insanlarımız öldürülüyorsa, onlar gibi düşünenler sinsin, korksun diye öldürülüyorsa, korkmadan çağdaşlık değerlerini daha yüksek sesle, daha yaygın bir şekilde savunacağız.

Eğitime ağırlık vereceğiz, sorgulamaya ağırlık vereceğiz, kültüre ağırlık vereceğiz. Yılgınlığı bir tarafa bırakıp, başkalarına bahane bulmaktan vazgeçip olup biten her şeyi sorgulayacağız.

Sorgulamayan bir toplum yok olmaya mahkumdur.

CEM DERGİSİ, SAYI; 95, KASIM 1999

EKİN İDİK OLDUK HARMAN, AYHAN AYDIN, (ALEVİLİK BEKTAŞİLİKLE İLGİLİ HABERLER, ETKİNLİKLER, SÖYLEŞİLER, YORUMLAR, FOTOĞRAFLAR – 1992 - 2004), 2005, İstanbul, KAHRAMAN OFSET, (SAYFA: 231 -234)