KADİM YOLDA OYNANAN OYUNLAR
Göremiyor isem gerçek varlığı
Sünniysem Aleviysem ne çıkar
Sanat edindiysem sahtekârlığı
Sünniysem Aleviysem ne çıkar (Âşık Daimi)
Kadim bir yol ve öğreti olan Alevi- Bektaşi İnancı; kökleri nerelerden gelirse gelsin, bin yıldır Anadolu ve Rumeli coğrafyasında varlığını sürdürmüş ve sürdürmeye devam etmektedir.
Bugüne kadar çekmediği çile, uğramadığı haksızlık kalmayan bu inanca mensup halk kitleleri, zamanla değişimler geçirmiş, inanç – ibadet – kültürel aidiyet bakımından özleri aynı kalsalar da farklılaşmalar yaşamışlardır.
Sayısız bilim insanları; gerçek tarihçiler, gerçek sosyologlar, gerçek antropologlar ve diğer disiplinlerden olan insanlar, bu yeryüzünün her yönüyle bir hazine sandığı olan “inançsal – sosyal – kültürel” yapı hakkında binlerce kitap, makale yazıp, araştırmalar yapmışlar ve yapmaya da devam etmektedirler.
Her şey güzel olsa da; kaynağı biz Alevi – Bektaşi toplumunda olan bir takım sorunlar, sancılar bu toplumu kuşatmaya başlamıştır.
Çağdaş örgütlenme yapıları olarak kurulan Alevi – Bektaşi dernek – vakıf ve cemevleri fonksiyonlarını zamanla ya tam yapamamışlar, ya görevlerini tamamlamışlar, ya da çok farklı yollara saparak bu topluma ve bu inanca hizmet edemeyecek zaaflar içine girmişlerdir. Ya tümüyle politikleşmişler, ya sadece tapınım merkezleri haline bürünmüşler, ya da çoğunda olduğu gibi kendisi gibi düşünmeyen, farklı olanların dışlandığı, belli bir zihniyetin, otoritenin ve kişilerin tekelinde kalan aile şirketi gibi işletilen müesseselere dönüştürülmüşlerdir.
Bir yandan sözde devlete karşıyken en yoğun şekilde devlet birimleriyle işbirliği yapan onun zaman zaman güdümüne giren bir yapı olmuşlar; iaşe, personel, fiziksel (bina vs.) ihtiyaçlarını tümüyle belediyelerden karşılamaya başlayıp mevcut bulundukları yerel yönetimlerin birer yan birimi gibi çalışmaya başlamışlardır.
Alevi kurumlarının önemli bir kısmı zamanla Alevi toplumunun basit, sadece günlük ihtiyaçlarını giderdikleri, “sosyal hizmet yapıları”na dönüşmüşler, cenaze, lokma, cem hizmetlerinin yürütüldüğü yapılardan başka hiçbir anlam ifade edemeyen birimler olmuşlardır.
Kültür, sanat, bilim, edebiyat eğitim, seminer, eğitim, kurs vs. tüm insana dair, çağdaş insanın, özellikle gençlerin aradığı hemen hiçbir hizmetin buralarda olmadığını görüyoruz.
Bin yıl bu kadim topraklarda Alevi yolunu sürmüş, en büyük bedelleri ödemiş olan ocakzade gerçek dedeler, pirler görevlerini yerine getirememeye başlamışlar, bir kısmı çok uzun yazıların konusu olmak üzere, kent merkezlerindeki cemevlerinden dışlanmışlar, itilmişler, ötekileştirilmişlerdir.
Sünni toplumun inanç pratiklerinden derin şekilde etkilenen, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın camilerdeki işleyiş şeklini kopyalamaya başlayan sözde Alevi kurumlarının birer memuru, oradaki başkanların ve yönetimin birer “emir kulu” yapılan dedelerle dedelik kurumu günümüzde büyük yaralar almıştır. Zamanla çıkar için bunlara boyun büken günümüz cemevi dedeleri, kökleri olan ocaklarıyla bağlarını koparmışlar, özünü ve amacını kaybetmiş, basmakalıp bir şekle bürünen sözde cemler yapan, para karşılığı Kuran okuyan, gelen gidenin eline bakan, aldığı maaşı tanıyan, haram / helal ayırmadan her sofrada dua veren sıradan birer din adamı kimliğine bürünmüşlerdir.
Alevi – Bektaşi Yolu’nun manevi yapıları terk edildikçe, kent ortamında devlet – belediyeler – iş adamları – sermaye düzeni – Diyanet gibi yapılarla içli dışlı olan Cemevi yönetimleri geleneksel Aleviliğin kendileri için “çok zor uygulanabilir” sistemler olduğunu dile getirirek, geleneksel Aleviliği türlü bahanelerle bizzat kendileri terk etmişler, yeni tip Alevilikler, yeni dip dede türleri, yeni tip cemler, yeni tip hizmet anlayışları icat etmeye başlamışlardır.
Alevi yazarı, Alevi akademisyeni, Alevi dedesi, Alevi yöneticisi vasıflarıyla kendilerini nitelendiren ortamdaki arkadaşların birçoğunun tam anlatamayacağı şekilde yazıp, çok detayla bir şekilde anlatabileceğimiz (zaman zaman yazdığım) bu değişim – dönüşüm bir iç asimilasyondan başka bir şey değildir. Bizatihi bu asimilasyonu hemen tümüyle Aleviler kendi kendilerine yapmışlardır.
Yüzyıllar boyunca devlet erki Sünni İslam anlayışını, zamanla dolaylı olarak destekleyerek Şii İslam anlayışını, Alevi – Bektaşi İnanç ve Kültürünü asimile etmek için bin bir türlü yol ve yöntemi kullanarak uygulamış, bugün bu halen devam etmişse de, bu konuda devlete büyük desteği bizzat Alevilerin kendileri vermişlerdir.
Bugün sözde kendisini Alevi Aydını olarak nitelendiren, zaman zaman bizlerin de güzel çalışmalarından dolayı takdir ettiğimiz, sevdiğimiz, arkadaşımız, dostumuz olan, çalışmalarından da yararlandığımız “Alevi Aydını” denen aydın tipi, günümüzde bu konuda sağduyusunu kaybedip, eyyamcılık yapmaya başlamışlardır.
“Kol kırılır yen içinde kalır, bu tip şeylerin ortalıklarda yazılması çok kötü, bu bize zarar veriyor, ne gereği var bunların” gibi sözlerle, yazılarla bu yapı ve kurum içindeki yanlışların ortaya konulmasının önü kesilmeye başlanmış, bir nevi “öz eleştiri” mekanizması yok edilmek istenmiş, bu konuda önce olması gereken yazar ve aydınlar bizzat buna direnç göstermişler ve sözde dedelerle, babalarla, kurum başkanlarıyla direnç göstermeye devam etmektedirler. Nedir ya Ayhan’ın yaptıkları, diyen sözde bir dedeye bakıyoruz, kendi pirlerini bırakıp bir ilahiyatçının peşinden sürüklenip ona övgüler dizmektedir.
Bunların hemen hiçbirisinin; Aleviler – Bektaşiler içinden gelmelerine rağmen bu yolu somut olarak yok eden, asimile eden, yapmadıkları rezillikler kalmayan kişilerle, şeyhlerle, anacıklarla, sahte dedelerle, hokkabaz tiplerle zerre kadar ilgilendiklerini, tek bir yazı yazdıklarına rastlamazsınız.
Hepsi Aleviliği anlatmak, ne kadar derin güzel araştırmalar yaptıklarından dem vurmakla meşguldürler. Zaman içinde Sünnileşmiş, Şiileşmiş Aleviler belki dönüp gelecekte bunların yazdıklarını okurlarsa, bunlar ne güzel yazmışlar ama niye bunlar uygulanmamış, niye bizler böyle olmuşuz diyeceklerdir. Çünkü bu aydınların ayağa yere basmayan havaya savrulan konuşmaları halka inmemektedir.
Çünkü kendileri zaten halkın içinde değillerdir.
Bunların bir kısmının iyi niyetli yaklaşımlar olmakla birlikte, genelde bakıldığında bu yaklaşımın kendisinin Alevi – Bektaşi Yolu’nu büyük zararlar verdiği aşikârdır. Çünkü çürüme içten de gelse, dıştan da gelse bünyeye ağır zararlar veriyorsa, bunu yok saymak o hastalığın, sorunun yayılmasına destek olmak demektir.
Bu toplumun içinden çıkan hırsız, din sömürücüsü, halkı Şii ve Sünni yoluna sokanları eleştirmek suç olursa, o zaman sizlerin Devletin yaptıklarından yakınmamanız gerekir.
Zaten bu günümüzde böyle sinsi ilerleyen bir süreç oluyor; kanser gibi…
Artık bu kanserli hücrenin nereden çıktığının anlamı kalmıyor, vücuda yayılırsa telafisi bazen mümkün olmuyor.
Bu asimilasyon devletten mi, belediyelerden mi, onların birer uzantısı olmaya başlayan Alevi kurumlarından mı geliyor, sözde yazarından mı, dedesinden mi geliyor bunu tam ayırt edemiyorsunuz. Çıkar ağlarıyla bunlar birbirine bağlandığı için tam analiz yapmak da çok zor oluyor…
Ve artık bunu tam ayırt edemeyecek boyuta gelirsiniz.
Anladığımız kadarıyla Alevi yazarının, aydının derdi bu da değildir…
Türkiye’deki aydın ve yazarın bir sorunu Aleviler içinde geçerlidir. Ayağı yere basmayan bir yazar ve akademisyen gerçek bir yazar ve akademisyen olabilir mi? Ben yazımı yazarım, ben konuşmamı yaparım, ben görevimi yapmış olurum, gerisi beni ilgilendirmez...
Ben kitabımı satmaya, çağrıldığım kitap fuarına, festivale, eğlenceye, yediğim yemek masasına bakarım, gerisi beni ilgilendirmez... Kafa bu kafadır…
Rüzgâra savrulan su tanecikleri…
Yazdıklarının da önemli bir kısmı gerçeklikle örtüşmeyen, “her şey güzel, her şey harika, bunlar olur, bunlar olacak, dünyanın gerçeği budur” deyip Alevi – Bektaşi toplumundaki, bu toplum üzerinde oynanan oyun, her türlü sorun karşısında bu sözde aydın kitlesi sorumluluk alıp, kılını kıpırdatıp, yeterince ter dökmüş müdür?
“Dokunma keyfine yalan dünyanın…”
Alevi aydını ve yazarı bence biraz da sorumsuzdur, toplumunun aksine rahatına düşkündür, fazlaca da bir bedel ödemeden, bir yerlere gelmiş insan tipleridir…
Sorun Sadece Bu Olsa…
Alevi aydınlarının bir kısmının ise aydın olmamalarından kaynaklanan birtakım zaafları vardır; çıkar ilişkileri hesapları gibi.
Ortalığı kasıp kavururken bir konuda, hemen gözünün önündeki aynı ciddiyetteki ölümcül hatayı, yanlışı görmemek çıkarcılıktan başka bir şeyle açıklanamaz bir durumdur.
O yüzden hiç acımasızca söyleyeceğim; Alevi aydını, Alevi yazarı, Alevi sanatçısı kurumlar üstü olmadıktan sonra (bunlardan birisi ben olsam da), bilimsel vicdandan saptıktan sonra, Alevi – Bektaşi Öğretisi’nin yolundan gitmedikten sonra hiçbir zaman gerçek bir akademisyen ve yazar olamayacaklardır.
Bu her kesim için aynıdır.
Kurumların borazanı olan, onların güdümünden giden şu veya bu nedenle onlara bağlanan aydının tarafsızlığından ve aydınlığından söz edemeyiz.
Devlete bağlananlara söz söyleyeceğiz, kendini yakın hissettiği kurumun yanlışlarını dile getirmeyeceğiz, üstünü örteceğiz!
Bugün Alevi isimli onlarca Şii dernek, yayınevi, yapı Aleviler ve Alevi kurumlarında epey yol almış durumdalar.
Trakya’da, Balkanlar’da Alevi – Bektaşi ocak / tekke yapılarını işgal etmek isteyen, toplumu asimile etmeye çalışan bugünkü Türkiye’deki iktidarın uzantılarına yardım eden sözde Alevi dedeleri, Alevi kurumları vardır.
Üstelik Alevi kimlikli görünüp, Alevi Ocaklarını, derneklerini yanına çekip iş adamları ve sağcı politikacılarla işbirliği içinde Alevi demografisi ve antropolojisi üzerinde araştırma adı altında oyunlar oynayan üniversitelere bağlı kişi ve guruplar çalışmalarına hız vermeden devam ediyorlar.
Tüm bunlarda her şeye sessiz kalan, çok çok hoşgörülü Alevi aydınının, yazarının, bilim insanlarının bir katsı yok mudur?
Öyle bir yapı geliştirmişler ki; en büyük Alevi onlar, Aleviliği en iyi onlar biliyorlar, en çok da onlar savunuyorlar!
Kimler?
Hepsini toplasan bir kaç yüzü geçmeyen sözde yazarı, dernek başkanı, sanatçı ve tümü birbirinin saz arkadaşları olan insanlar…
Bugün Türkiye’de, Avrupa’da, Balkanlar’da ellerinde mikrofonlar, panelden panele çağrılıp aynı teraneleri halka boca eden tipler…
Yol, erkân, cem, cemaat, tekke, ocak…
Bunlar ağızlarından düşürmedikleri kavram olarak kullanmaktan başka bir şey yapmadıkları şeyler…
Birisi bir şey söylüyor, açıklama yapıyor Alevilik Konusunda oooo, ne nutuklar, ne yazılar….
“Alevi asimilasyonuna” kükreyen aslancıklar!
Kendi kurumlarındaki asimilasyona, yapılan yüzlerce yanlışa sessiz kalan kedicikler…
Kimler?
Sözde yazarı, çizeri, gazetecisi…
Eyyamcılar…
Bunun anlamı nedir?
En iyi Alevi benim, Aleviliği en iyi ben savunuyorum bilin ha…
Bize akıl veren 24 Ayar Alevi Deterjanları…
Her birisi uzman… Her birisi ulema…
Adam Balkanlar’da Alevi – Bektaşi asimilasyonunun merkezi olan TİKA’dan kaynak almak için projeler hazırlıyor, paraları cebe indiriyor, Avrupa’da da; Balkanlar’da Alevi – Bektaşi asimilasyonu söyleşisi yapıyor… Avrupa bundan çok memnun… Çünkü işine geliyor…
Tüm Alevi yazar ve aydınlarının kendilerini sorgulamaları gerektiğini düşünüyorum. (Tekrar yazıyorum bu aslında hepimiz için geçerli olan şey… Sonsuz sorgulama; felsefe de bu değil mi?))
Bu durumda olmamızın en büyük nedeni ise “körler sağırlar birbirini ağırlar…” sözüdür.
Belli bir yapının, kalıbın içinde kalmış birkaç yüz yazarı, akademisyeni, sanatçısı kendi yanlışlarının üstünü kapatıp, aynı sistemin sürmesini sağlıyorlar…
Dünya çok büyük, Alevilik – Bektaşilik konusunda yüzlerce bilimsel çalışma yapanlar var…
Her sene yüzlerce bilimsel kitap – makale yayınlanıyor. Bu konuda nice nice araştırmalar yapanlar var…
Nice nice bilim insanları var bu konuda çalışan…
Bu dönüp bu topluma bakıyoruz; “üzüm üzüme baka baka karar…”
Ne genç yetenekler, ne sesleri çok güzel olanlar yok sayılıyorlar, yok ediliyorlar, kendinden olmayanı, kendisi gibi düşünmeyeni yok eden Alevi – Bektaşi “elitleri” bir de halka Alevilik – Bektaşilik dersi veriyorlar…
Yesinler sizin derslerinizi!…
Aleviliği içki masalarında, plajlarda anmayın; bu topluma yenilikler getirin, üreten, çalışan gençlerin önünü açın, yeni bir yaklaşım, yeni bir nefes getirin bu topluma…
Bir Alevi - Bektaşi Araştırma Merkezi kurun örneğin…
Bu çok zor değil ama iki günde birbirinizle kavga etmeye başlarsınız diye korkuyorsunuz sanırım, yoksa üçünüz beşiniz bir araya gelseniz, beş on konserde üç beş sanatçı müsvettesinin cebine indirilen parayla bunun temellerini zaten attırırdınız sözde kurum başkanlarına…
Yok hep büyük “eleştirmen” olmak zorundasınız… Devlet asimile ediyooo…, Diyanet bizi yok sayıyooo…, Sünni hocalar bizim tarihimizi nasıl araştırıyoooo…
Siz kurun, siz yapın öyleyse… Bugüne kadar bunu bu Alevi toplumunun gücü yapardı… Ama sizin amacınız bu değil ki, kurum başkanlarının amaçları bunlar değil ki…
Siyaset, ticaret, reklam, mağduriyet edebiyatı, ucuz kahramanlık, hokkabazlık…
Konserlerle, sözde festivallerle, siyasilerin oyuncağı olan yapılarla karşımıza gelmeyin…
Yoksa tümünüz def’olun gidin…
Alevi – Bektaşi Yolu size tapulu mu, çıkarcı, Alevi din bezirgânları?
24 Ayar Alevi olmak? Bu kolay mı? Elbette çok zor…
Ama belki 24 derece suda çamaşır da yıkabilirsiniz ama o deterjanlar bunca kiri temizlemeye yetmez…
“Kaynar Kazana” girmeden, “Ağular İçmeden”, karlı dağlar aşmadan bu yollarda menzil alınmaz…
Son otuz yıldır aslında bu böyleydi, tam deşifre olmadı olaylar…
Alevi kurumlarının çok ciddi, bazen hayati olan hatalarını, yanlışlarını görmeyen, zaman zaman dolaylı olarak destekleyen Alevi yazarı, çizeri, bazen akademisyenleri olduğunu gördük.
Birtakım kendinden menkul görüşleri ortaya saçarken, kimi kâhin olanların dâhiyane buluşlarla Alevi – Bektaşi Öğretisine, Toplumuna yeni donlar biçerken bazı sözde Alevi Aydını veya Alevilikle ilgili kitaplar yazan yazar - aydın denen tipler, toplumun bin yıllık kadim inanç değerleriyle alay edenken, hiçbir bilimsel değeri de olmayan tezler ileri sürerken bir takım yazan – çizen tayfası, onları en çok bazı kurumların bağırlarına basıp, şehir şehir köy köy, bu halkın paralarını onların ayakları altına sererek onları yücelttiklerini, onların Alevi yolunu baltalayan görüşlerini adete topluma dayattıklarını gördük. Avrupa’dan uçaklar Türkiye’de birileri milletvekili olsun diye kalkerken, zavallı halkımın paraları birilerinin siyasi emelleri için çarçur edilirken, bu sözde aydını, sanatçıları da bunlardan nemalandılar.
Böylece yeni yeni Alevi tanımları, Alevi kurumları doğdu.
Peki, bugün durum değişti mi? Değişmedi.
İstisnasız tüm kurumlar kendi kuruluş felsefelerine, dünya görüşlerine daha yakın olan yazar, çizer, aydın, entel, dantel, saz virtüözü, çığırtkanı allayıp, pullayıp yine halkın milyonlarca yurosunu, TL.’sini onların ayakları altına dökerek, meydanlara sürdüler.
Üç beş istisna dışında bu kurumların yabancı üniversitelerin atıf yaptıkları, bilim insanların ve gençlerin yararlandıkları çok uluslarası sempozyumları, akademik kitapları, yayınları vardır?
Abdal Musa 700 yıl önce dervişi Kaygusuz Abdal’ı Mısır’a gönderebilirken, yediyüz yıl sonra Alevi kurumları Alevilik konusunda çalışma yapacak başarılı doktora öğrencilerini destekleyip neden Avrupa’da bir üniversiteye gönderemiyorlar?
Alevi kurumları bugüne kadar kaç tane bilimsel içerikli kitap yayınlamışlardır?
Alevi kurumları bugüne kadar Alevi – Bektaşi konulu bir resim sergisi açmış mıdırlar?
Alevi kurumları festival, konser, yemekli toplantı dışında kaç tane çocuk ve gençlik müzik, şiir, resim organizasyonu yapmışlardır?
Alevi kurumları birkaç göstermelik dışında kaç kadın girişimciyi, kadınlarla ilgili ciddi bir organizasyonu yapmışlardır?
Ey Alevi Aydını, Alevi yazarı:
Yirmi otuz kişi bir araya gelip kurumları yönlendirseniz, güzel bir yazı yazıp açıklama yapsanız bu kurumları biraz olumlu yönde değiştirmez miydiniz? Bunlar da biraz kendilerine çeki düzen vermez miydiler? Nerde o bilinç, nerde o kaygı, nerde o çaba… Herkes durumdan çok memnun ki ses seda yok… Olan Alevi – Bektaşi Toplumuna oluyor aslında…
Yaz, yaz, yaz… Bin tane yaz…
Yıllar yılı, “çalsın sazlar ötsün davullar” denilerek, isim yapmış, ses icracısı olmalarının dışında birçoğunun Alevi edep – erkân- ahlakıyla ilgisi kalmamış, yarı sarhoş, ayyaş, küfürbaz olan kimilerinin ceplerini doldururken onların ünleri yanında, arada çıkıp siyasi nutuk atarak Alevi değerlerini ayaklar altına almaktan başka ne yapmıştır bu Alevi kurum ve kuruluşları?
30 yıl boyunca Hacı Bektaş, Abdal Musa v.d. Alevi etkinliklerinde kendisine Alevi kurum başkanı diyen reklamcılıktan başka bir işlevi olmayan bu tipler halkın yine duygularıyla oynayıp kendi saz arkadaşlarına kendi reklamlarını yaptırtmaktan başka bu topluma ne vermişlerdir?
Televizyon var, videolar var, internet var, internet kafeler var… Var da var… Herkes artık istediği müziği dinleyebilir.
Ağlama duvarı gibi ezilmişlikten bahsederken, öte yanda ceplere paraları indirip; yazlıklar, villalar alırken ve bu sayıları en fazla 15-20’yi geçmeyen tipler yanında, gerçekten sesleri pırlanta gibi olan gençlerin başına basıp sürekli kendilerini ön plana çıkaranlar kurum başkanları olmuştur.
Yıllar yılı birer asalak olarak bu toplumu sömürmüş sözde bazı saz virtüözü dışında bu ülkede yetişmiş insan yok mu, gençler yok mu, başka ölümsüz sesler yok mu?
Alevi- Bektaşi toplumu müziğiyle yaşar, sazıyla yaşar, ezgisiyle yaşar eyvallah…
Eskiden Alevi Sanatçısı denen tipler yoktu, Alevilik yaşamıyor muydu?
Bu kadar Alevi Sanatçısı’na tapınmanın nedeni nedir?
Alevi kurumlarının ticari, psikolojik baskı, hegomanya yaratma dürtüleri dışında bu Sanatçılar Aleviliğe ne vermektedirler? Bu biraz da “Muhabbet” kültürünü yok etmedi mi?
Bana göreyse Alevi ses sanatçılarının en büyük faydası farklı kültürlere sahip insan topluluklarına, Alevi müziğini icra edip bu kültürün zenginliğini göstermeleridir. Başkaca bir faydasını çok da göremiyorum.
Çünkü Alevi toplumu zaten ulu ozanlarının nefesleri sanatçıların bir rant kapısı yaptıkları, bazen küfrettikleri Ali’yi, İmam Hüseyin’i anan deyişlerini, mersiylerini hep biliyorlardı. Cemlerde zakirler, güvendeler, âşıklar bunları çalıp – söylüyorlardı. Muhabbet kültürü Anadolu’da, Rumeli’de zaten hep vardı…
Sanatçı, sanatçı derken, Aleviliği var eden en temel yapı taşlarından olan Ozanlık biraz da Aleviler tarafından, Alevi kurumları tarafından, sözde Alevi sanatçıları tarafından yok edilmedi mi?
Çal, çal, çal yavrum… Saz çal… Çok güzel de… Sözdür, şiirdir her şeyin başı…
Üretmeyen, sürekli tüketen bir toplum yaratmaktan başka nedir bu kadar sanatçılığına özendirme toplumu? Şiir yazmazsa, yeni şeyler üretmezse, çağa göre kendini yenileyemezse ozanlık neye yarar? Ses güzelliği her şey midir? Üretmeyen bir sanatçı gerçek bir sanatçı olabilir mi? Allah bir ses vermiş, Aleviliğin, Alevi değerlerinin, On İki İmamların mirasını, yeri gelince bunlara küfretmeyi maharet sayan insanlar yiyor, ozanlık ve gerçek sanatçı kimliği yok ediliyor…
Bunu yapan da Alevi kurumlarından başkası değildir…
Şöyle Düşünüyorum Da…
- Bu toplumun otuz yılını bir tarafsız, bilim ahlakı olan geç bir beyin araştırma konusu yapsa; bir doktora yapsa mesela. Hepimizi ama hepimizi (ben de dâhil tabii ki) mercek altına alan, yansız, tarafsız, bilimsel tarafsızlığı ve acımasızlığı olan bir çalışma yapsa…
- Bu devlete karşı görünen Alevi kurumlarının devletten doğrudan, (1997 veya 1998 bütçesinden 425 milyar T.L. kaynak alması, hiçbir zaman bunun akibetinin tam ortaya konulamaması meselesi gibi), aldıkları yanında, Alevi etkinlikleri için dolaylı olarak kaç lira aldıklarını ortaya koysa,
- Son otuz yıl boyunca Alevi Kurumu adı altında personel olarak görünen ve belediyelerde istihdam edilen; Alevi kurumlarında çalışan, Alevi kurumlarında yöneticilik yapmış, Alevi kurum başkanlarının akrabalık derecesi ile bir soruşturma yapsa, derinleştirse araştırmalarını kaç yüz ya da kaç bin kişi “bankamatik”çi olarak maaş alıyor bunu ortaya koysa,
- Bu genç arkadaş araştırsa, bu Alevi kurumları, Alevi kökenli bilim insanı denen ve emekli olduktan sonra Aleviliğini hatırlayanlar da dâhil kaç Alevilik – Bektaşilik konulu yüksek lisans, doktora çalışması desteklenmiş, bunların sonu ne olmuş, bu çalışmaları yapanlarla Alevi kurumlarının ve kendisine Alevi diyen akademisyenlerin ilişkileri nasıl bir seyir izlemiş ortaya koysa,
- Bu bilim ahlakını almış doktora öğrencisi, Alevilikle ilgili Alevi yazarların yazdıkları kitapları ele alsa, intihal, kopyalama, aynı konuyu yazma, derleme olarak bunları sınıflara ayırsa, “yazar” niteliğiyle yazılmış eserleri, “kitap, konu, edebiyat, konuyu anlatma gücü, bilimsel kriterler, dil, Alevi- Bektaşi mitolojisi, etnolojisi, antropolojik gözlem, tarih yazıcılığı, mezhepçi ayrımcılık yapmamak, dil, din, inanç özgünlüğü vs.” kriterlerle incelese bu eserlerin analizini ortaya koysa,
- Uzun ve yorucu bir çalışmaya devam etse bu doktora öğrencisi; binlerce Alevi köyü olup, bu köylerden; binlerce yazar, dede, baba, ozan, alim, ulema, şeyh, bilim adamı, okur – yazar / her şeyi bilir dernek başkanı olan bu topluma bir bakıp, coğrafya ya bir bakıp otuz / kırk yılda ortaya neler konulabildiğini ortaya koysa,
- Bu doktora öğrencisinin biraz mali bilgisi olsa; halkın otuz kırk yılda ceplerindeki birer liralık yol paralarını kumparalarına atarak var ettikleri bu kurumlarda bugüne kadar kaç milyar lira birikmiş, bunlar nerelere harcanmış, bunlar içinde hangi sanatçıya, hangi yazara, hangi bulgurcuya, hangi koyun tüccarına neler verilmiş bunları da ortaya koysa…
Değil mi?
İyi olmaz mı?
Ah ki, ah acınacak hallerimiz… Hepimizin acıları…
Bunca ulu insan, eren, evliya, ozan, düşünür, eylem adamı yetiştirmiş, ölümsüz hasletlerle nice ölümsüz değer yargıları, erkânlar, öğreti ortaya koymuş büyük Alevi – Bektaşi Yolu…
Ocaklar, tekkeler, dergâhlar, ziyaret mekânları; dağları, taşları, ovaları inançla, insan güzelliğiyle, hoşgörüyle yoğrulmuş benzersiz Alevi – Bektaşi coğrafyası…
Büyük bir tarih, edebiyat, şiir dünyası, söz dünyası… Nice yaşanmışlıklar, üretim, paylaşım ağları…
Dağlar aşan, zorlukları yenen bir büyük bilinç, bir büyük öğreti bütünlüğü…
Tek çaresi bilim, araştırma, gençlerin yetiştirilmesi, çağdaş değerin zaten özünde olan bu güzelliklerin Alevi kurumlarında tekrar var edilmesidir.
Alevi – Bektaşi toplumu gördüğüm kadarıyla otuz yıllık örgütlenme tarihlerinde dünyada eşi benzeri olmayacak şekilde gerilemişlerdir.
Tüm bunların nedenlerini bu toplumun gerçek aydınları, kurum başkanları ortaya sermek zorundadır.
Bu bir zorunluluktur.
Bir bilimsel araştırma merkezi kurulmadan bizler geleceğe ilişkin sağlam bir adım atmış olmayız…
Sevgi ve muhabbetlerimle…
Ayhan Aydın
27 Temmuz 2022
Sünniysem Aleviysem ne çıkar
Göremiyor isem gerçek varlığı
Sünniysem Aleviysem ne çıkar
Sanat edindiysem sahtekarlığı
Sünniysem Aleviysem ne çıkar
***
İnsanlık giderken hep ileriye
Bizler inadına kaldık geriye
Gelmedikçe cehaletten beriye
Sünniysem Aleviysem ne çıkar
***
Kemaletim hidayetim olmazsa
Marifet suyundan kabım dolmazsa
Benden insanlığa eser kalmazsa
Sünniysem Aleviysem ne çıkar.
***
Gayet inatçıysam gayet zorbalı
Gündüz tesbihliysem gece kavgalı
Olmadıkça insanlığa faydalı
Sünniysem Aleviysem ne çıkar
***
Daimi'yim nefse galip olmazsam
İlme fazilete talip olmazsam
Ele dile bele sahip olmazsam
Sünniysem Aleviysem ne çıkar.
Dostlar Bunlar Alevi Sömürüsüne Hizmet Etmiyorlar mı?
İmam Hüseyini yarı yollarda koyanlar
Kast edip Eba Müslümün boynunu da vuranlar
Osmanlı'ya diz çöküp kul kölesi olanlar
Aleviliğe siyaset sokanlar değil midir?
Marks'ı ve Engels'i anlayamaz bu dar kafalar
Alisiz Alevilik deyip nutuk atarlar
Sözde devlete çatarken çok para yutanlar
Yolu çıkarları için satanlar değil midir?
Yıllar yılıdır koltuklara çakılıp gitmeyen
Halkın paralarıyla semirdikçe semiren
Cemevlerini şirketleri gibi yöneten
Okuyanları, gençleri atanlar değil midir?
Soylu'nun adamı cemevlerini geziyor
TİKA parası kimine çok tatlı geliyor
Balkanlar'da asimilasyon hız kesmiyor
Bazı sahte dedeler buna ortak değil midir?
Kimisi Diyanet başkanına övgüler dizer
Kimisi Tayyib Erdoğan'ın da koluna girer
Kimi para gelsin de nerden gelirse gelsin der
Bunlar makam için her yana döner değil midir?
Şimdiki dedeler camii hocası gibi olursa
Helal haram demez her sofraya konarsa
Övgüler dizip valilere yağcılık yaparsa
Bunlar bugünün Hızır Paşa değil midir?
Talip bile değilken pir postuna oturanlar
Köklerini unutup menfate sarılanlar
Şii ağzıyla Cemevlerinde nutuklar atanlar
Yolu ayaklar altına alanlar değil midir?
Saz arkadaşlarına kendisini övdürenler
Pilajlarda, içki masalarında çok gezerler
Hele konuşunca hep dürüstlükten söz ederler
Halkın parasını talan edenler değil midir?
İmamoğlu'nun köksüz Alevi Masasına çökenler
Çıkarcı kafalarla konser ve festival yapanlar
Gençlerin haklarını nankörce hep gasp edenler
Adamını bankamatikçi yapanlar değil midir?
Tiyatrocudan Bektaşi Babası olursa
Bazı hobbazlar da dergahlara konarsa
Yolumuz böyle reklamcılığa kalırsa
Bu erenler yoluna ihanet değil midir?
Üzüm üzüme de baka baka kararır
Bu devirde de ucuz kahramanlar çoğalır
Önündeki yanlışı yazmaz vicdanı körelir
Bunlar da gerçeğin üstünü örten değil midir?
Cevheri'sin çıkarcılara laflar söylersin
Kem gözlerin boy hedefi olsan da yılmazsın
Durmaz Eba Müslüm teberini çekersin
Yazıp da erenlerin yolunda giden değil misin?
22 Temmuz 2022
Ayhan Aydın