ÇIKARCI ALEVİLERE GÜN DOĞDU

ÇIKARCI ALEVİLERE GÜN DOĞDU

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Alevilerle ilgili yasal çalışmalar yaptıklarını, Tunceli Cemevi ziyareti sonrasında cemevlerinin sorunlarını çözeceklerini, açıklamış. Birgün Gazetesi'nin haberine göre; Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, "Özellikle cemevlerinin hukuki anlamdaki taleplerini yerine getireceğiz. Cemevlerine yasal statü tanınması konusunda çalışmalarımızı bizler de Adalet Bakanlığı olarak hukuki ve mevzuat anlamında arkadaşlarımızla çalışmalarımızı yaptık, yapıyoruz" demiş.
İktidarları döneminde zaman zaman ve özellikle seçim öncesi Alevileri hatırlayan, onları diğer toplumsal kesinler gibi, sözde demokratik icraatlarını kamuoyuna göstermek için, göstermelik vaatlerle haklarını verir gibi görünüp aldatan AKP iktidarının, bu konulardaki 20 yıllık politikaları bellidir. Abdullah Gül de Cumhurbaşkanı iken, yine ayakkabılarıyla girdiği Tunceli Cemevi'nde bir ceme katılmış, Alevilerle ilgili çeşitli mesajlar vermişti. Tarihler boyunca inkârcı sistem, Tunceli (Dersim) gibi sembolik yerleri de seçerek, birden çok mesaj vermeyi denese de özleri Muaviye ateşiyle dolu oldukları için bunların bir gerçekliği olamaz. Bu devlet erki çok solcu gibi görünen, muhalif gibi görünen bazı kişi ve kurumları, yapıları da kullanarak, çıkarla elde ettiği satılmışları yanına alıp, Aleviler ve tüm toplumsal kesimler için asimilasyon gayretlerine hep devam edecektir.

Ülkeye hâkim olduğu gibi, cumhuriyet dönemindeki tüm hükümetlerin uyguladıkları politikaları sürdüren AKP iktidarı yirmi yıl boyunca da; Alevi, Bektaşi toplumunun haklarını verip, hukuklarını tanımak bir yana, yüzlerce yıllık devlet politikalarının devamından başka bir şey yapmayıp, onları sistem içinde eritmenin yol ve yöntemlerini uygulamıştır.
Bir söz, basit bir yaklaşım olmamak üzere Emeviler'den bugüne; Aleviler için bu topraklarda değişin bir şey yoktur, yani: inkâr, yok sayma, yok etme, içlerinden birilerini satın alıp yollarına devam etme ve asimilasyon politikasını sürdürme gayret ve tüm yol ve yöntemlerini uygulamak.
Alevi – Bektaşi kesimi; kendi özgün inanç / kültür / sosyal yaşam bütünlüğü içinde, hiçbir zaman bu ülkede ne hukuki olarak, ne de tam, hür ve bağımsız düşünce özgürlüğüne sahip bir insan topluluğu olarak kabul edilmemiş, inanç, kimlik, sosyal haklar bakımından sorunları çözülmemiş, beklentileri karşılanmamış, ihtiyaçları giderilmemiştir.
Aleviliğin kendine özgü inanç ritüelleri olduğu, inanç mekânlarının mevcudiyeti, inançla ilgili özel günlerinin bulunduğu gibi konular hiçbir zaman devlet yönetimi tarafından kabul edilmemiştir.
Sürekli bir yok sayma anlayışı; bizzat devlet tarafından uygulanan, devletin tüm birimlerine ve toplumun tüm kesimlerine sinen bir ayrımcılığa dönüşmüştür.
Bu kitleyle ilgili çok ciddi ön yargıların devam etmesi sonucunda; milyonlarla ifade edilen Alevi, Bektaşi toplumunun ihtiyaçları giderilmemiş, bu topluluk; uluslar arası evrensel insan haklarından kaynaklanan ve Türk Anayasası'nın öngördüğü temel hak ve hürriyetler bakımından sahip oldukları vatandaşlık haklarından bugüne kadar hiçbir zaman tam ve eşit yararlanamamıştır.
Tüm devlet kurumlarında, binlerce örneği olduğu gibi, Müslüman ve İslam denilince sadece ve sadece tümüyle Sünni İslam anlayışı ve Sünni vatandaşlar ifade edilmiş, bu ülkede Alevi vatandaşların da yaşadıkları ve var oldukları tüm devlet birimlerinde inkâr edilmiştir. Çünkü devletin hiçbir yazılı belgesinde, kurumunda Alevilerin ne adından söz edilmiş, ne de onların varlığından bahsedilmiştir.
Alevilerin Alevi olarak Sünni vatandaşlardan farklı ibadetlerinin, ibadet mekânlarının, kendilerine ait bir tarihi / kültürel geçmişleri olduğu kabul edilmeyip tam anlamıyla onlar yok sayılmışlardır.
Yani, Alevilerin; cem denen ibadetleri olduğu, dede, baba, pir, mürşit, derviş vs. ifadelerle nitelendirilen inanç önderleri bulunduğu, ibadetlerini ocak, tekke, dergâh, cemevi, dernek vs. isimlerle ifade edilen mekânlarda yerine getirdikleri, kendilerine ait inançla ilgili, yaşamla ilgili, ahlakla ilgili değerlerinin olduğu gerçeği tarihler boyunca ve tüm Cumhuriyet tarihi boyunca inkâr edilmiştir.
Devlet kurumlarında, okullarda, askeri kışlada Alevi kimliği yok sayıldığı gibi binlerce olayla sabit olduğu gibi, Aleviler, Alevi oldukları anlaşıldığı zaman aşağılanmışlar, ayrımcılığa tabii tutulmuşlar, işe alışlarda, tespit edildiği gibi kesinlikle, sayısız kere işe alınmama gerekçesi olarak Alevi kimlikleri gösterilmiştir.
Onlar; devletin Diyanet İşleri Teşkilatı'na verdiği çok büyük ve geniş bir nevi özerklik içinde ülke nüfusunun tümü olarak kabul edilen Hanefi – Sünni – İslam inancı içinde yer alan – alması gereken sıradan bir yığın olarak görülmüştürler. Bu kitle; zaten devlet ricalinin bazen nüktelerinde kullandıkları Bektaşi fıkralarıyla hatırlayıp, kimi zaman varlığını keşfedip bir oy deposu olarak görülüp kullanılmak istedikleri bir halk yığını olarak görülmüştür.
Osmanlı'dan, Osmanlı/Safavi mücadelesinden beri; Kızılbaşlık (Alevilik) ayrılıkçı bir kimlik ve kitle olarak devletin şifrelerine yazılı oldukları için, Osmanlı Arşivlerinde binlercesi halen yazılı olduğu, mevcut olduğu gibi, Osmanlı Şeyhülislamlarının verdikleri fetvalar elimizde olduğu gibi, bu ülkenin düşmanları olarak görülüp yok edilmek istenmişlerdir. Devletin kendi resmi yazışmalarıyla; "düşmanla işbirliği yapan Kızılbaş güruhu", "ayaklanmacı", "bozguncu", "kaçgun", "dinsiz güruh", "ana – bacı tanımayan sapkınlar topluluğu", "ilk üç halifeye, Hz. Aişe anamıza küfreden aşağılıklar", "bi –namaz, gulat, mülhit, zındık", "defterleri dürülmesi gereken şakiler", "sürgünü, boyunlarına ip geçilmesini hak eden kâfirler" olarak nitelendirilmişler. Bu düşünce devlet tarafından Sünni vatandaşlarımızın kafasına sokulmuş, eğitimde, devletin tüm kurumlarında bu düşünce yüzyıllar boyunca devletin Kızılbaş siyasetinin belirlemiştir. Bu da ülkemizde Alevi – Sünni soğukluğunun ana kaynağını oluşturmuştur. Yani bunu yapan devletin bizzat kendisidir. Bu zamanla cumhuriyet döneminde ise; "Komünist bölücülere yataklık yapan", "ayrımcılığı sürdüren", "iflah olmaz anarşist yapılar", "dinsizler topluluğu", "azılı komünistler", "vatan hainleri" olarak aynı yapı devam etmiştir.
Bu vesileyle ABD'nin teşvik ve isteğiyle, kışkırtıcılığıyla, ülkedeki gerici ve barış düşmanlarınca; Sivas, Maraş, Çorum'da yüzlerce Alevi vahşice katledilmiş, diri diri fırınlara atılıp yakılmalarına göz yumulmuştur.
Devlet ilk önce bu utancından, bu pisliğinden kurtulmalı, ülkede Alevi – Sünni ayrımının ortadan kaldırılması için kendisi ciddi adımlar atmalı, bunun yol ve yöntemleri konuşulmalıdır.
Devlete hâkim olan dini zihniyet, Osmanlı'daki Şeyhülislamlık sistemini devralan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ezelden beri süregelen; "Kuran, Sünnet, Namaz, Oruç, Haç ve Zekât", "Ulu'l'emre yani iktidara koşulsuz biat", "gerekirse başıboş olduğunda iktidara gerçek muktedir kuvvetin din olduğunu göstermek" şeklindeki ilkelerini uygulamaktan ibarettir.
Yani hiçbir zaman tam bir demokratik, laik, hukuk devleti olamayan Türkiye'deki iktidar odakları dini her zaman kirli siyasetleri için basamak olarak kullanmak, ya da zaman zaman onunla çok ciddi işbirliği yapıp, devlet kurumlarını dinin emrine vermek politikasını devlet politikası yapmışlardır.
Sormayan, sorgulamayan, çağdaş aklı körelten, laikliği yok eden, eğitimi gerici bir sistem içinde ezbere ve din değerlerine mahkûm eden karanlık zihniyet özellikle son yirmi yılda en üst düzeyde bu ülkeye hâkim olan yapı olmuştur.
Çok daha net konuşmak gerekirse; bugün ülkeyi yöneten AKP, daha doğrusu onun içinden doğmuş tek adam sultası, ülkenin mevcut tüm maddi, manevi çağdaş kazanımlarını iktidar hırsı için yok ederken sürekli dini, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kullanmıştır. Yeryüzünün hiçbir coğrafyasında görülmeyen, din adamı deyince akla gelen bir görüntünün çok uzağındaki, yalana, çıkara, maddi değerlere batmış olan bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı'nın başında olan zat gerçek anlamda vicdanın da, dinsel değerlerin de, insanlığın da yüzkarası olan bir insandır. Ülkede yokluk varken kendisi lüks ve şatafat içinde yüzen, ülkede adalet ve hukuk yok edilirken onun karşısında olması gerekirken, onun en büyük savunuculuğun yapan bugünkü Diyanet İşleri Başkanı belki de bir firavun ve kendi ifadeleriyle "Ebu Lehep"'le anılabilecek bir zavallı olmuştur.
Son yirmi yılda bu ülke tarihinde hiç olmadığı kadar büyük adaletsizlikler, eşitsizlikler, hukuksuzluklar yaşamıştır ve yaşamaktadır. Yüzlerce insan sadece olup bitene ses çıkardıkları için, yazar oldukları, gazeteci oldukları için sadece ve sadece bugünkü iktidarın yanlış, yanlı politikalarına karşı geldikleri için tutuklanmışlar, hapislerde çürütülmüşlerdir. Bugün hala suç isnat edilmeden hapislerde kasıtlı olarak yatırılan insanlar var.
Ülkeyi yandaşlarıyla talan eden, soyup soğana çeviren, ülkenin milli güvenliğini tehdit edecek şekilde tüm milli varlığını satan, yabancı güçlerin kullanımına açan, ülkedeki insan haklarını yok eden, çağdaş eğitimi, laikliği tümüyle ortadan kaldıran, milyonlarca insanı işsiz bırakan, aç bırakan, on milyon yabancıyı "mülteci, insanilik" vs. sahte sözleriyle bu ülkeye doldurup bu ülkenin vatandaşlarını daha da fakirleştirmekten, köleleştirmekten zevk alan, ülkeye, vatana, bayrağa, insanlığa düşman bir zihniyet bu toprakları işgal etmiş durumdadır.
İnsanları sürekli birbirine yabancılaştıran, bir siyasi parti liderini sürekli sürekli meydanlarda Alevi kimliğinden dolayı aşağılayan, hepimizin yavrusu, göz bebeği Berkin Elvan'ın anasını kendi kitlesine yuhlattıran, nefret, kin, irin dilini kullanarak insanlarda ırkçı, din fanatiği, yabancı düşmanlığı, bir yabancı / düşman yaratma psikoloji yaratma düşüncesini kasıtlı olarak işleyen Recep Tayyip Erdoğan denen kişinin artık bu ülke yararına bir şey yapması düşünülebilir mi?
Yalancıdan mürüvvet olur mu?
Talancıdan, yağmacıdan, ülkenin toprağını satandan dost olur mu?
Ülkesinin gençlerinin geleceğini sermayedarlara peşkeş çeken bir insandan bu ülkeye lider olur mu?
Ülkesini çok bilinçli bir şekilde batıran, çıkar için yapmayacağı bir şey kalmamış bir psikopattan insan olur mu?

 

Peki;
Özellikle son beş altı yıldır, oturdukları deri koltuklarda çay, sigara, kahve içip gününü gün eden; uzun yıllardan beri Alevi kurumlarını birer geçim kapısı yapan, yıllar yılı gelişen bir anlayışla ülkedeki hiçbir toplumsal soruna, adaletsizliğe, hukuksuzluğa, Alevilerin yaşamları için çok önemli olan laikliğin yok edilmesine, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın adım adım ülkeyi dinsel gericiliğe sürüklemesine ses çıkarmayan bugünkü Alevi kurum başkanlarından Alevilere dost olur mu?
Utanmayı arlanmayı bir tarafa bırakıp; 20-25 yıldır çöktükleri koltuklardan, kurumlardan kalkmayan, hısım, akraba, köylü, tanıdık simalarla oluşturdukları yönetimlerle buralarda otokrat bir zihniyeti var edip, kendilerini eleştirenleri her türlü yol ve yöntemi kullanıp kurumlarda yok eden, buralardan ölünceye kadar gitmek istemeyen bugünkü Alevi kurum yöneticileri gerçekten birer Alevi olabilirler mi?
İftirayla işimiz olamaz hırsızlıklarını tam bilemiyorum, birçok söylenti de var; ama en azından Alevi kurumlarının kurumsal kimliklerini kendi yararları için kullanan, bu kurumların önünü tıkayan, gençlerin / kadınların / okumuş insanların buralarda yer almalarını çok net bir şekilde önleyen bu insanlar demokrat birer insan olabilirler mi?
Belediyeleri Alevi kurumlarının ihtiyaçlarından çok, kendilerine, kendi yakınlarına iş arama merkezi, siyasi partilerle ilerde yapacakları pazarlıklarda kullanacakları bir kart vizit adresi, hiçbir vasıfları olmayıp, kendileri için eksik kimlik ve kişilik onarım merkezi olarak görüp bu kurumlara çöreklenip, buraları çürütenler de bu inancın geleceğini yok etmiyorlar mı?
Başta "Allah" olmak üzere, hiçbir kimseden, zümreden, kurumdan ne korkum, ne de kimseye eyvallahım vardır. Neysem oyum, içinden gelenleri yazma özgürlüğüm var.
Daha önce birçok kez yazdım. 30 yıldır bu yapıyı çok iyi gözlemleyen birisi olarak; teker teker yazsam Alevi kurumlarda olup bitenler, bunların başındakilerin hemen tümünün zamanla uslanmaz nasıl birer çıkarcı kişiliğe, nasıl bir artiste dönüştüklerini, uzun uzun yazabilirim. Örneğin sırf bu özelliklerinden dolayı diploma alacak kadar ustalaşan birkaç omurgasız zevatın, Avrupa'da ellerinden tutulup "pirim, pirim" dinelerek şehir şehir dolaştırıldıklarını da yakında tanık olduk. (kişiliksizlik "pirim" yapıyor çünkü.)
Kendilerine bir "fan"atik yapı oluşturup, saz arkadaşlarıyla hayranları, seyranları, yeri gelince silahşörü olacak satılmış sözde gazetecileri/yazarları, "kalemşörleri" de türeyen, her birisi şimdilerde kendilerine "yandaş" bir kitle yaratmaya başlayan, "şebekeleşen", her siyasi harekete göz kırpan kaypak, omurgasız, Alevilik adına yola çıktığını söyleyip sadece ve sadece kişisel menfaatleri için bu kurumları ve Aleviliği bitiren bu kişiliksiz insanların bugünkü AKP iktidarından ve Recep Tayyip Erdoğan'dan ne farkları vardır?
Ya tüm olup bitenlere sesleri çıkmayan, yüzyıllar boyunca ulu erenlerin yolunu sürdüklerini söyleyen, şimdilerde bazıları birer papağana dönüşüp ellerinde birer kirli defter, dosyayla, gönülleri susmuş, Yunus'un şiirlerini suya atan Molla Kasım gibi, kendi özünü inkâr eden sözde dedelere ne diyeceğiz? Çoğunluğu geleneksel uygulamaları bırakmış, atadan / dededen kalan mirası yağmalamış, ocak dedelerini cemevlerinden kovmuş, devletin de işine gelir bir şekilde camii hocalarının misyonunu yüklenip cemevlerini birer camiye ve de camideki gibi birer, hazırcı, el açan, üretmeyen cemevi cemaati yaratmaya başlayan bu sevgili dedelerimiz?
Yüzyıllar boyunca devletin resmi sistemine karşı gelen atalarıyla övünen, halkını Sünnileştirmemekle övünen, camiye sokmamakla övünen, Pir Sultan'ın köpekleri bile haram yememiştir, diye övünen dedelerimizin yerini almaya başlayan şimdiki sözde dedelerimize ne diyeceğiz?
Üç - dört evlilik yapmış, özünü inkâr etmiş, yılda bir kez görgü görmemiş, belki hayatında daha önce ceme bile girmemiş, bir din adamı kisvesiyle, şehrin diline dilini uydurup birer basit tüccar görüntüsüyle yolumuzu yozlaştıran, bin yıldır devletin yapamadığını yapıp postunu şeytana yani çıkara satıp, cemevlerini minaresiz camiye çevirenlere ne diyeceğiz?
Hallac-ı Mansur'un, Seyyid Nesimi'nin adını anmayan, Yunus Emre'nin, Pir Sultan Abdal'ın yolundan gitmeyen, İmam Hüseyin'in davasını gütmeyen gün be gün çıkara, gösterişe, tamaha, yalana batan günümüz bazı dedelerini nereye koyacağız?
Bir iki dua öğrenip gözlerini insanların ceplerine diken miskin bazı "Kuran okuyup / Cenaze namazı kıldıran", dede, cemevi hocası adındaki soyguncular da ayrı bir dava, onları nasıl analiz edeceğiz?
(Tekrar, tekrar, tekrar ediyorum; sözüm namusuyla, onuruyla, hiçbir beklenti duymadan hizmet eden hizmet ehli olan ne dedelere, ne kurum başkan ve yöneticilerinedir. Bunları birbirlerinden ayırıyorum her zaman. Ama bana düşmanlık ve nefret duyanlar kasıtlı olarak birleştiriyorlar. Bizim davamız Alevi – Bektaşi Yolu'nu bozanlarla, yıkanlarla, ona zarar verenlerledir.)
Şimdi yaşadıklarımızdan yola çıkarak; belediyelerden kendi çıkarları için istekte bulunan Alevi kurum başkanlarını, dedeleri görünce, bugünkü iktidarın yapısını bilince, Adalet Babanı Gül'ün açıkladığı bu girişimden en çok kimler sevinebilir dersiniz? Elbette ki çıkarcı Aleviler, derim ben de.
Hiçbir emek vermeden harıl harıl, maaş almanın yoluna bakıp, kendilerini, yakınlarını iş olarak gördükleri, iş yeri olarak gördükleri cemevlerine doldurmak için ellerini çoktan sıvayanlar var zaten. Öyle ki, belediyelerden maaş alırken, acaba buradan da alabilir miyim, diyen dedeler de var.
Yapma yahu, bu kadar mı, diyenler olabilir. Olmasın, olmasın, ama ilk işi yirmi yıldır oturduğu koltuğun nimetlerinden yararlanmanın yanında, Alevi nüfusunu, kurumu kullanıp oğlunu belediyeye yerleştirmedi mi bir kurum başkanımız?
Birçoğu hiçbir vasfı olmadan yakınlarını bir yolunu bulup işe yerleştirmediler mi?
Alevi kurumları Alevilik'le ilgili çalışanların değil de, bu kurumlara egemen olan güçlerin çıkar meydanına dönüşmedi mi?
Alevilerin evrensel hukuktan kaynaklanan hakları ne olacak?
Yahu hani biz bunları, Alevilerin haklarını vermiyorlar diye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne vermiştik, orası da bu iktidarı mahkûm etmişti, ama kaç yıldır haklarımız verilmiyordu, diyorlar mı? Zorunlu din dersleri niye okutuluyor diyen var mı?
TRT, kamu kurum ve kuruşları, Milli Eğitim Bakanlığı, Turizm Bakanlığı gibi tüm devlet kurumlarında Alevilik özgün bir şekilde anlatılsın, tüm Türkiye Cumhuriyet vatandaşları Alevilikle ilgili doğru bilgiler edinsin diyeni duydunuz mu siz?
Devletin yapısı laik olsun, Diyanet İşleri Başkanlığı ülkemiz için bir çıbanbaşıdır, diyen kaç dede var?
Alevi kurumlarında eğitim / kültür faaliyetleri nasıl olacak, gençlerimizi yolumuz gereğince yetiştireceğimiz mi, deniliyor mu?
Alevilik – Bektaşilik'le ilgili bir araştırma merkezi kurulsun, bu konuda daha çok bilim insanı yetiştirelim, bilimsel yayınlara ağırlık verelim, müzeler kuralım, ocak merkezlerimizi, tekke ve dergâhlarımızın haklarını alalım, oraları onaralım, Alevilerin süreli yayınları olsun, bilimsel sempozyumlar, paneller yapalım, diyen kaç cemevi başkanı var sizce?
Ver elektriği, suyu "yarabbi şükür" desinler...
Ver belediyelerden aşure erzağını "yarabbi şükür" desinler...
Ey zavallı halk; Sizler için zamanında dar ağaçlarına gidenler oldu, derisini bu yola verenler oldu, çok elektrikle ve soğuk suyla işkenceden geçenler oldu...
Alın teri dökmeden elde edilen kazancı helak kabul etmeyen, Haram lokma yememeyi inancın temeline koyanlar oldu...
Cemevlerinin elektriğinden para alınmamasıysa tek derdiniz, o elektrik elbette sizi bir gün çarpacaktır.
Yediğiniz lokmalarda haram varsa kursağınızdan ve burnunuzdan elbette bir gün fitil fitil gelecektir. Ama tabii Aleviyseniz, Bektaşiyseniz...
Birçoğunuz Aleviliğin / Bektaşiliğin değerlerini yaşamayan mankurtlaşmışsanız, kime ne diyelim?
Bunların hiçbir anlamı yok şimdilerde bazı Aleviler, Bektaşiler ve bu kitleyi temsil ettiğini söyleyen sözde kurum temsilcileri, sözde sahte dedeler açısından.
Aslında bugünkü Alevi kurumlarının başındakilerinin bugünkü iktidardan memnun olmadıklarını söyleyebilir miyiz?
Devletin valisiyle, bakanlarıyla kol kola giren sözde dedeler, başkanlar inançlarının değerlerini ayaklar altına alarak daha önce; "Aleviler'de şatafat yoktur, iftar israftır, hele hele tarihler boyunca muharremde iftar olmamıştır, muharrem gösteriş ayı değildir" dedikleri halde şimdi valilerin yanında ağu'larla dolu olan sofralara oturmadılar mı?
Hemen tümü o haram lokmadan, o ağulardan yemediler mi?
Ağuiçen Sultan sizin pis nefsiniz için mi Ağu'ları parmaklarından akıttı?
Ellerinde Hakk / Muhammed / Ali, adalet, hak, nefis, onur, haysiyet kamçısıyla; Baba Mansur Sultan, Ağuiçen Sultan, Kureyş Baba, cümle ocak pirleri, mürşitleri, Pirim Pir Sultan Abdal ve Pirler Piri Pirim Hacı Bektaş Veli sizin gibi ejderhaların hakkından gele...
Yeter ki hokkabaz ol, kimi çıkarcı dedesi de aynı, kimi çıkarcı babası da aynı, kimi çıkarcı yöneticisi de aynı, saraya soytarı alınsa en başta gidecekler belli oldu.
Aslında bunların tümü birbirlerinden çok memnunlar, tümü aynı zihniyetin insanı oldular, hemen hepsi birbirleriyle irtibatlılar.
Çöktükleri Alevi kurumlarını tüketen, oradaki insanları miskinleştiren onları pilava, yalvarışa, ezbere, kimliksizliğe mahkûm eden bu zihniyet, bu kurumlar zamanla birer puthaneye dönüştürmektedir.
Buralar korkarım bu gidişte Aleviliğin, Bektaşiliğin ana asimilasyon merkezlerine dönüşmeye başlayacaklardır.
Sormayan, sorgulamayan, eleştirmeyen, kendi özünü arayıp bulmayan, özünü dara çekmeyen, manevi tasavvuf yolundan sapan, bilim yolundan gitmeyen hiçbir kişi, kurum ve yapının Aleviliğe, Bektaşiliğe hiç bir yararı olamaz.

Anlaşılan çıkar için gözünü karartmış bu anlayışla iktidarın oluşturmayı planladığı kadrolara dede olup olmadığı belli olmayan, dernek ve cemevlerinin yöneticilerinin akrabaları olup olmadığına bakılmaksızın, tümüyle iktidarın oy avcılığıyla verilecek bu siyasi oyuna birçok dede, kurum başkanı alet ve ortak olacaktır.

Bunların kişiliklerinin satılmışlıkları önemli değil, onurları önemli değil onlar için; çünkü bazısı bunları kaybetmişler çoktan zaten.

Ama söz konusu Alevilik, Bektaşilik'se; Alevilik Bektaşilik, bu kurumların başına çöken sözde başkanların, dedelerin, hocaların, din bezirgânlarının tekelinde de değildir.

Ama uyuyan, ülkesi yağmalanırken sesi çıkmayan, sadece bir köşede cılız bir şekilde yakınan bu millet nasıl ki Tayyip Erdoğan'a cesaretle bir şey söyleyemiyorsa, korkup titriyor, eyleme geçemiyorsa,
birer Tayyip Erdoğan olmuş kurum başkanlarının Alevi kurumlarını diledikleri gibi yönetmesine de maalesef sorgulama gücünü kaybetmiş Alevi – Bektaşi kitlesi de ses çıkarmıyor.

Bu yazdıklarım aynen de olacaktır; çünkü omurgası olmayan, "bana ne" diyen, "kafayı yemiş Ayhan Aydın zırvalıyor" diyen, aydını sinmiş, gerçek dedeleri küsmüş, üç – beş şiir yazıp birbirine okuyarak mutlu olan kendine ozan diyen zavallılar pusmuş olursa, bu toplum gerçekten tarihte hiçbir eşi benzeri olmayan asimilasyon sürecine gerecektir.

Para, menfaat, çıkar bu toplumu esir alıp, çürütecek, gelecek kuşakların nefretle andıkları yüzsüz bazı şuursuz yöneticiler, sözde dede taslakları elbet bunun bir gün bedelini ödeyeceklerdir.

Ama kimse unutmasın ki yarınlar mutlaka hesap sorar...
Yezit'in elinden su içenlerden İmam Hüseyin bir gün hesap sorar...
Benliğinden geçip özde bir insan olma erdemini bizlere öğütleyen Ulu erenler hesap sorar...
Pir Sultanlar, Şeyh Bedreddinler hesap sorar...
Maraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta diri diri yakılanlar bizden hesap sorar...

Sadece ve sadece muhabbet ehline, aşk ile...

Ayhan Aydın
19 Aralık 2021