KAN ÇİÇEĞİ HAYAT

KAN ÇİÇEĞİ HAYAT

“Utanıyor insan ekmeğin sıcaklığından

Çünkü açlık kapı komşumuz.” Hasan Hüseyin Yalvaç

Bu gece yine yatamadım, aylardır, yıllardır bu hep böyle… Gece dört beş kez kalkarım, kimi zaman hemencecik yatmak, tekrar yarım rüyalarıma dönmek isterim, ya da kâbuslardan kaçmak için biraz beklerim. 25 yıldır yün yorganla yatsam da, ev sıcak olsa da, sanki üşümemek, uykusuzluğun tatsızlığını yaşamamak için sarılır tekrar yatarım, uyumaya çalışırım dakikalar boyunca kendimle cebelleşerek; kendimle, dünyayla, yaşamla…

Ama zaman zaman da uyuyamam tekrar… Bu gece de böyle oldu. 03.00’de kalktım, önceki gün akşam 18.00’de yemek yiyip başka bir şey yemesem, 24.00’de yatsam da karnım şiş, boynum – başım - belim ağrıyor, ağzım kuru, üstüm terli… Benimkisi gündüzü cennette, gecesi cehennemde bir hayat.

Bu vücut buna nasıl dayanır bilmiyorum, bir mucizedir insan vücudu, bir mucizeyi yaşar hayat boyu yaşamla mücadelede olan insanlar.

Kalktım, çoğu şimdi bir depoda olan kitaplığımdan geriye kalan az sayıdaki kitaplara göz gezdirdim, üç dört yarım kitabım vardı, onları bir kenara bıraktım, yine rafa yöneldim.

Yüzüm yine güldü, “Her Güne Bir Şiir” kitabına zaman zaman bakarım üstadın. Bu sefer de Kan Çiçeği Hayat kitabını görünce çok mu çok sevindim. Her gün yazılarını okuyorum, sosyal medyadan. Zaman zaman babacan gülüşüyle telefonda da olsa merhaba, diyor. Yasaklar geldi, yüz yüze sohbetlerimizin arası uzadı. Bir yolunu bulur sevgili Mustafa Karaçiftçi Abi’yle birlikte yanına gideriz, dedim. Hele hele de Ozan Çağdaş da Ankara’dan gelecekmiş aybaşı, yine bir sohbet ortamı yaratırız, diye düşledim kendi kendime…

Kan Çiçeği Hayat

Kan Çiçeği Hayat, Veysel Gültaş’ın  E. Bülent Yardımcı ile birlikte hazırladığı, Hasan Hüseyin Yalvaç üstadın şiirlerinden derlenmiş çok güzel bir seçki kitabı.

Hasan Hüseyin Yalvaç, kitabın başındaki; Özyaşamım – İnsanlar Unutabilir Şiir Yazdığımı… İsimli yazısında da söylüyor ama şiirlerinin ruhuyla haykırıyor bize yaşamı, yaşam denen gizemin kendi içindeki yolculuklarını, yalnızlıklarını, bitip tükenmek bilmez serüvenlerini,  girdaplarını…

Kitabı, kitaptaki içli, yalın şiirleri bir solukta okuyup bitirdim ve de türlü düşüncelere daldım.

Çocukluğundan bugüne bin bir zorlukla geçen Hasan Hüseyin Yalvaç Abi’nin hayatı, ülkemizde ilden ile, yurttan yurda göçün de bir tarihi aslında.  Oğuz Boylarının, Türkmenlerin, Yörüklerin zifiri zehir karanlıkları ak süt bereketinde gündüze çeviren yazgılarının da tarihi yani.

Biz gelmişiz, sırtımızda bir heybe, bir yorgan ile…  Koçero bilinip topraksız bırakılmışız. Boynumuza binmiş bizden bir dakika önce gelenler veya yüz yıl, beş yüz yıl sonra gelse de gözünün ışığı it / çakal bakışında saklı kurnazların elinde heder edilmişiz…

Bu yurt kimin yurdudur? Bu vatan kara toprağın bağrında sessiz sedasız kefensiz yatanların değil de, hainlerin, puşt zulası ağaların, hanların, Moğol kölesi Sulçuklu beylerinin, Osmanlı daha doğrusu Muaviye oğullarının yurdu mudur, sadece?

Ekmeğimizi aşımızı Rum’la, Ermeni’yle, Kürt’le, Çerkez’le, Laz’la kardeşçe pay ettik, hep birlikte kardeşçe yaşadık, yaşamak istedik bu topraklarda…

Pay ettikçe ısırdı birileri elimizi ve de ekmeğimizi de aldı elimizden, toprağımızı da, yurdumuzu da almak istedi.

Ama balkıyıp duran Ay’a, Güneş’e bin selam olsun ki, en güzel Türkçe konuşan biz Türkmenler, biz Yörükler, Tahtacılar, Çepniler birçoğundan çok sevdik bu vatan toprağını, ölene dek de seveceğiz…

İşte öyle bir insan Hasan Hüseyin Yalvaç Abi de, özü güzel, dili öz Türkçe, kalbi Türkmen, muhabbeti Tahtacı, sohbeti Çepni, dostluğu ölümüne “le ilahe illallah” kan kardeşi Yörük misali…

Yürüdük, Yörük olduk, Türk idik Türkmen olduk, güzel Türkçe konuştuk Beydili / Badıllı olduk…

Ağu içtik tas tas ama hep bal kustuk umut dolu bir dünyaya, bu dünyanın güzel geleceklerine umutla baktık… Küsmedik yaşama, kimseyi kırmadık- gücendirmedik, hiç kimsenin tavuğuna bir taş bile atmadık, sokaktaki tüm çocukları öz yavrumuz belledik… İzmir’den Van’a, Edirne’den Ardahan’a kadar bu yurdu memleketimiz diye sevdik, seviştik…

İşte böyle böyle oldu bu işler, Habil Kabil’i vursa da, kardeş kardeşi vurmasın, bize Tanrı yaratan toprakların kültür bereketi yeter, bağnazlık, yobazlık olmasın dedik…

Geldik bugüne…

Hasan Hüseyin Yalvaç Abi; bir vefa insanıdır, garip garip öten derya kuşlarının iniltilerini bizlere ulaştıran çok uzak diyarlardan gelmiş, hiçbir zaman bu topraklarda kök salma mutluluğunu tam yaşayamamış gurbet insanlarının sesi olmuş bir can insandır. 

Bakıyorum; zaman zaman küf kokuyor Hasan Hüseyin Yalvaç’ın şiirleri, ekmeğin sıcaklığının neşesi olsa da, daha çok emekçilerin alın terlerinin ıslaklığı var satırlarında.

Bir labirentse hayat denen çileli serüven, Hasan Hüseyin Yalvaç’ın şiirlerinde, ilk sevişmelerin tadı ve garipliği, yoksulluğun ezikliği, ötekileştirilmiş büyük yığınların sessiz, acılı, kederine boyun bükmüş yalnızlıklarının dert ortaklığı var için için ağlayan satırlarında.

Sürgünüz bizler; korkumuz ve umudumuz, dağ başlarındaki zalim avcılardan kaçan karacaların uzun soluklarında,

Mazlumuz bizler; bu topraklarda karınları hiç doymayan, hor görülen, sağa sola itilip kakılan ve yavrusunu geride bırakarak kaçıp gitmek zorunda kalan turna sürüsüyüz; Hz. Ali’nin avazı olsa da, semahımızı kınalı ellerimizle döne döne hiçlik âlemine gidenleriz anlayacağınız,

Çaresiziz bizler; bize iş vermezler, verseler de alın terimizin hakkını vermezler, mazlumuz, garibiz, kimsesiz yani,

Öksüz ve yetimiz bizler; ya anamız, babamız yoktur; ya da olsa da sıla çekip almıştır onları bizden, garip gurbet ellerde naçar kalmış, umutları erken tüketilen yoksul yığınlarız bizler,

Nesini söyleyim canım efendim, omuzdan kesilmiş kolumuz bizim, diyen ozan Serdari’nin çocuklarıyız yani; gam, keder, efkâr, sigara dumanından dağ dağ olmasın da ne olsun, ben türkü yakmayayım da; yalnızlığıma, acılarıma, garipliğime, sürü sürü uçan kuşlar beni hüzünlendirmesin de ne yapsın bu karanlık dünyada?

Şair böyle buyurmuş, ozan da böyle dertli dertli çalmış sazını eline alıp yani.

İşte Hasan Hüseyin Yalvaç da bu toprakların yaralı ozanlarından birisidir, içli, yürekli ozanlarından, yaşamın deviniminden hiçbir zaman kopmadan umutla, sevdayla, aşkla yarınlara koşarken, her daim insanın dalında açıp gülen, insanoğlu insan bir büyük ozandır yani.

İnsan en çok kendisine benzeyini severmiş.

Hasan Hüseyin Yalvaç, insan kadrini, kıymetini, değerini bilen, bildiren, sürekli sürekli vurgulayan gerçek bir vefa insanıdır. Yitip giden, daha doğrusu yitip gitmesi adeta çoğunluk tarafından istenen, beklenen binlerce yaralı yüreğin, kaderine terk edilmiş güzel insanın sesi gibidir o.

Bu ülkenin beş on yazardan, şairden, yayıncıdan ibaret olmadığını, her karış toprağında o toprağa gerçek rengini veren, kültür ekinindeki fikir işçilerinin de varlığını haykırır durur bizlere.

Nice nice şairler, yazarlar, gazeteciler vardır bu ülkede. “Yerel”, “amatör”, “kendi kendine yazar” denilip her daim “isim yapmış” olanlar tarafından da görülmek istenmeyen sessiz yığınların sesidir Hasan Hüseyin Yalvaç.

Hem yürekli, hem vefalı, hem de derin bir duygu insanı olan Hasan Hüseyin Yalvaç bana göre gerçek bir ozan, çok değerli gerçek bir yazarımızdır, yayıncımızdır.  

Ozan olmak ne demektir? Bence ozan demek; yar demek, ozan demek dağ demek, ozan demek sığınacak en büyük zula demek. Ozan bilgedir, ozan anadır, ozan topraktır, ozan ağaçtır, ozan denizdir, ozan çağlayan bir nehirdir. Ozan bin yılların birikimiyle halkın ortak hafızası, ortak kültürü, ortak birikimi, ortak çığlığıdır. Ozanı gerçek bir ozan yapan ise, toplum içinden çıksa da, o toplumun, o tarihin, o kültürün en özlü temsilcisi olsa da, kendini kendi güzelliğini/ sesini / rengini / farklılığını özgürce ortaya koyabilmesi, kendi öz benliğiyle kendisi olabilmesidir.

Ozan, ozan, ozan… Ozan dünyada en çok sevdiğim üç beş isimden de birisidir…

Ozan?

Senin yüreğinden, vücudundan nehirler akıyor mu? Her ölenle ölüp, her sevinenle sevinebiliyor musun? Al yüreğim de senin olsun, ekmeğim de senin olsun, sen ağlama sana can kurban, ne derdin varsa birlikte ağlayalım deyip tek bir ayrım yapmadan tüm insanları bağrına basabiliyor musun? Özün aydınlıklar içinde, kimseyi hakir görmeden, tüm insanlığı, yurdunu, vatanını, şu topraklar üzerinde her türlü güzelliği, üretilen her şeyi ama her şeyi taparcasına sevebiliyor musun? Benimseyebiliryor musun? Herkesi bacı / kardeş, eş / dost, hısım / akraba gözüyle görüp bir aile olabiliyor musun? Bu da nerden çıktı, bir ozanın böyle sorumlulukları yoktur / olamaz diyenler olacaktır. Eyvallah, onlara da saygım var ama benim ozan / şair / yazar anlayışım böyledir. Hasan Hüseyin Yalvaç’ı da böyle görüyorum…

Ben ozanım, yazarım, şuyum buyum diyenler… Şairim diyenler…

Satırlarından çok güzel duygular dökülenler, aynı duygu coşkusunu yaşama geçirebiliyor musunuz?

Ya da yazdıklarınız gerçek mi, gerçek duygularınız mı satır satır, dize dize, sayfa sayfa, kitap kitap doldurduklarınız?

Gerçek ozanlara bin selam olsun…

Ozanlar yurdudur Anadolu, ne ozanı biter, ne insanı, ne derdi, ne tasası, ne kavgası…

Bu haliyle güzeldir yaşam, bu haliyle güzeldir bu memleket…

Gerçek ozanları bulup dost olanlara aşk olsun..

 

Muhabbetlerimle…

 

Ayhan Aydın

 

16 Mart 2021

 

ARPAÇAY’DA BEYAZ ÜŞÜR

 

Arpaçay’da kar yağar

beyaz üşür

yalnızlığını

kendi bölüşür

                yürüyorum umuda

                               ayaklarımda sevda

                               ellerimde türkü

                kar düşerken toprağa

                               kilisede isa

                               minarede ezan üşür

 

Ne biçim yaşamak bu

yürekte kan üşür

 

Arpaçay’a bahar yağar

renk üşür

çiçeklerin içinde

neden gelincik üşür

                yürüyorum aşka

                               ayaklarımda hasret

                               ellerimde kavuşma

                bahar düşerken toprağa

                               neden son cemre üşür

 

Ne biçim yaşamak bu

ağızda söz üşür

 

arpaçay’da gün yağar

zaman üşür

terk eder insanlar onu

dostluk üşür

                yürüyorum çoğalmaya

                               ayaklarımda gel

                               ellerimde merhaba

                gün doğar batmak bilmez

                               bu yüzden karanlık üşür

 

Ne biçim yaşamak bu

İnsanda can üşür

 

Biraz Arpaçay’lıyım

Biraz Yalvaç

yani Türkiyeli

dünyalıyım sonuçta

                yorganım sırtımda dürülüdür

                o nedenle bende insan üşür

Ne biçim yaşamak bu

yaz günü yorgan üşür. (Sayfa: 20)

 

6 MAYIS

 

Utanıyor tüm ağaçlar darağaçlarından

Üç fidanı koymadılar büyüsün

Kol kanat gersin ülkelerine

Anadolu’yu aydınlık bürüsün

 

Sabahı zor ettiler

Yaşamı zehir ettiler

Üç güzel insanımızı

İdam ettiler

 

Derler ki Deniz Yusuf Hüseyin’di

Kuşların kanatlarına tutunup gittiler. (Sayfa: 21)

(Kan Çiçeği Hayat, Hasan Hüseyin Yalvaç,  - Şiir Seçkisi-, Hazırlayan: Veysel Gültaş, Bilge Yayınevi, Ocak 2019, Ankara)