EKİM POSTASI
EKİM AYINDAN BAZI YAZILARIM;
ÖZELLİKLE KİTAP TANITIMLARIM, BOL ŞİİRLİ SAYFALAR…
DOSTLARA MUHABBETLERİMLE…
Ayhan Aydın
EYLÜL’DEN KALAN
PROF. DR. HASAN ONAT
Geçtiğimiz günlerde vefat eden Prof. Dr. Hasan Onat'ı sevgi ve saygıyla anıyorum. PROF. DR. HASAN ONAT Dün hayatını kaybeden Hasan Onat hocamız; bilim disiplini olan, gerçek anlamda okuyan, araştıran, kafasını, gönlünü farklılıklara kapatmamış bir değerli akademisyenimizdi. Zaten 30 yıldır Alevilik - Bektaşilik'le ilgili düzenlenen hemen tüm bilimsel toplantılara, sempozyumlara katılan birisi olarak da, kendisiyle sohbet öder, söyleşirdik. Gerçekten de bu konuda da bir hoşgörüsü olan, her ne kadar kendi dünya ve inanç / disiplin veya görev yapısı içinde Aleviliğe bakışı farklı olsa da, bazıları gibi bu öğretiyi tümüyle kendi yorumuna benzetme gayretinden ziyade kişileri, kurumları, olayı anlama gayreti ağar basan bir ilahiyatçımızdı. Şahsi olarak da kendisin sever, sayardım. Benim de bazı eleştirilerimi bildiği için bazen esprili yoldan, ne olacak bizim durumumuz, der gülerdik. Cem Tv.'de de kendisiyle bir söyleşi yapmıştım. Kayıda bir yolla ulaşırsam yayınlarım. Hakk rahmet eylesin, ışıklar içinde yatsın sevgili hocamız, erken bir kayıp, üzüldüm...
Ruhu şad olsun...
AYHAN AYDIN’LA CEM TV.’DE GÜNDEM PROF. DR. HASAN ONAT’LA SÖYLEŞİ (1957 – 26 Eylül 2020) 14 MAYIS 2007, PAZARTESİ AYHAN AYDIN
İyi Ki Varsın Şair Ahmet Telli
Ne güzel bir dünya bu dünya; bin şükür ki şairler var…
ÇOCUKSUNSEN / I.
Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu Samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum
Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savunuyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa
Çocuksun sen her ayrılıkla imlası bozulan.
İMLASIZ
Hep denedin. Hep yenildin.
Olsun. Gene dene, gene yenil. (S.Beckett)
Ayağı kayan bir çocuk
Kadar şaşkınım, bilemedim
Düz yolda yürümenin imlasını
Kanayan dizlerime bakıp da
Ağlamayı öğrenemediğim gibi
Sevgilisi değildim kadınlarımın
Bir papağan tüneğiydim belki
Ama birkaç sözcük öğrendiysem
Kadınlardan öğrendim, yine de
Bilemedim sevgilim diyebilmeyi
Büyülendim ama büyümedim
Aklım ermedi aynalara ve suya
Yüzümü gösterip kalbimi neden
Saklandığını öğrenemedim
Şaşkınım, cahilim ben bu dünyada
SİZİ SEVMİYORUM
Sesimden arındım ve ufku
Bir harmani gibi giyindim
Kahraman bir korkaktım
Kavmimin kadim tarihinde
Ki onlar için umutsuzluk
Kendim için haramiydim
Böyle bilindiydi bu hikâye
Yarından bugüne kaldıydı
Tersine akan bir ırmaktım
Sözün şaşkın serinliğinde
Kendi deltasında boğulandım
Ve sizi sevmiyorum ey kavmim
Yakın beni rüzgârın ıslığa
Islığın hükme döndüğü yerde
Derim ki ey kavmim, zulmünüz
Payidar, yurdunuz çığlığımdı
Ki hükmümü kendim veriyorum
Yakın beni sesim sorulara dönmeden
Küllerimin altında kalacak
Mutluluk sandığınız ne varsa
Böyle yaşandıydı bir ömür ve söz
Giyotinde sözün belleğinde
Evren
Küçük bir okyanusmuş meğer
Kıyısında yelkenliler batan
(Ahmet Telli, Çocuksun Sen, Gibi Yayınları, Ankara, 3. Baskı, 1996)
Şair ve Başbakanlarımızdan
Bülent Ecevit
(28 Mayıs 1925 - 5 Kasım 2006)
Günahıyla, sevabıyla bir dönemin efsanevi siyasetçisi Bülent Ecevit’in ölüm yıldönümü…
Şiirleriyle yaşasın…
ŞAİR BÜLENT ECEVİT
Yıllar önce okuduğum bu kitabı yeniden okudum. Bülent Ecevit’in gerçek bir şair olduğunu tekrar gördüm. Şiirleriyle yaşasın…
ÇAĞBAŞINDA
bir görünmez duvar indi
bilmeden astığımız çizgiye
öncesi dumanlar içinde
bir efsane simdi
avucumuza soğuk çarpan
duvarın ardında gördüğümüz
değil miydi dun yürüdüğümüz cayır
simdi bir yeşil pan
eski ormanlara kaçmadadır
bize doğru kosan tunç yüzlü kahramanılar
yansıyınca görünmeyen duvardan
günbatısında güneşlenir
batar yüce dağlardan
tunç yüzlü kahramanlar
daha dun biz değil miydik onlar
ve duaya baslarken son umutla biz
yıkılır tapınaklar ardarda
dönerler dağlarına tanrılar
kırılır dualar duvarda
çekilen sular gibi çekilmiş
saydam duvar ardina dun
bir çorak dünya kalmış bize
boşlukta bir gün
korkuyla donduk duvardan
bir umutla baktık yarına
yarin yaratılmamıştı yarin
kaldırdık başımızı kapanan göğe
izi yok tanrıların
ne yaratmak gelir elimizden
ne ölmek gelir gönlümüzden
içimizde bir ürküntü bir yalnızlık
sulardan ve cayırdan son kalan
kadınlarımıza sarıldık
tekerleği donuyordu cağların
yaklaşıyordu bize doğru
bir yaratılmamış yarin
ne ölmek gelir gönlümüzden
ne yaratmak gelir elimizden
BARIŞ KUŞAĞI
kan vardı yollarda kavgalardan akan
kin vardı yerlerde diken diken
bir buz çağındaydı dünya
gökte bir yanmayan güneş vardı
donmuştu biribirinden insanlar
ne bir dost ne bir eş vardı
sarsıldı birdenbire depremle dünya
yarıklarda yürekler açtı yer yer
kinden açtı kandan açtı yürekler
sevgiler filizlendi yürüklerden
selviler gibi deldiler ölümü
gencecik kızlarla incecik erkekler
çıplak ayaklarla ezdiler dikenlerini kinlerin
çullarını örttüler eski kanların üstüne
buzlu yollarında alaca dünyanın elele
yürüdüler türkülerle yürüdüler güle güle
gencecik erkeklerle incecik kızlar
sevgilerinden doğacak bir sıcak güne
1970
Pülümür'un Yaşsız Kadını
Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu
yaşını sordum bir giz gibi güldü
kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
yüzüne baktım bir giz gibi güldü
bir asa vardı elinde
bir solmuş kırallığın
kadifeden harmanisi üzerinde
bir hititliydi o bir selçukluydu
bir ermeniydi bir kürttü
bir türk
yaşını sordum bir giz gibi güldü
koluma girdi bir soylu kadınca
tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
beni tek gözlü sarayına götürdü
köy yapısı kulübesinin
zamanı onda yitirdim ben
yitik zamanlara onda eriştim
en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim.
TÜRK – YUNAN ŞİİR
sıla derdine düşünce anlarsın
yunanlıyla kardeş olduğunu
bir rum şarkısı duyunca gör
gurbet elde istanbul çocuğunu
türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz
olmuşuz kanlı bıçaklı
yine de bir sevgidir içimizde
böyle barış günlerinde saklı
bir soyun kanı olmasın varsın
damarlarımızda akan kan
içimizde şu deli rüzgâr
bir havadan
Bu yağmurla cömert
bu güneşle sıcak
gönlümüzden bahar dolusu kopan
iyilikler kucak kucak
bu sudan bu tattandır ikimizde de günah
bütün içkiler gibi zararı kadar leziz
bir iklimin meyvasından sızdırılmış
bir içkidir kötülüklerimiz
aramızda bir mavi büyü
bir sıcak deniz
kıyılarında birbirinden güzel
iki milletiz
bizimle dirilecek bir gün
Ege'nin altın çağı
yanıp yarının ateşinden
eskinin ocağı
önce bir kahkaha çalınır kulağına
sonra rum şiveli türkçeler
o Boğaz'dan söz eder
sen rakıyı hatırlarsın
Yunanlıyla kardeş olduğunu
sıla derdine düşünce anlarsın
Londra, 1947
(Bülent Ecevit, Şiirler, AJANS – TÜRK Basımevi, Ankara, 1976)
Petöfi
Yaşam İçin Her Gün Şiir…
Selam Sevgili Dostlar;
Her gün şiir okuyan birisi olarak, dünyayı ozanların daha doğrusu tüm sanatçıların, edebiyatçıların, düşün insanlarının güzelleştirdiğini hep söyler dururum. Şairler ise bu dünyanın gerçek ruhunun soluk alıp vericileridir. Dünyanın dört bir tarafından binlerce ozan ne yaşam mücadeleleri vermişler, ne ölümsüz dizeler yazmışlardır.
Tahsin Yücel çevirisiyle okuduğum ve kitaptan da hayatı hakkında detaylı bilgeleri içeren bir yazı okuduğum Sandor Petöfi, bir Macar halk kahramanı ve büyük şairi. Bin bir zorluklarla geçen kısacık yaşamının içine tüm dünyayı sığdırmayı başarmış bir ozan o.
Onun şiirlerini mutlaka okumalı, yaşamı, savaşı, onuru, yurt değerlerini bir kez daha düşünmeli insan.
Anısına saygıyla…
Sándor Petőfi, (d. 1 Ocak 1823 – ö. 31 Temmuz 1849)
“Ozanlar kardeş olur. Zulme, karanlığa, bilgisizliğe, açlığa, kısacası kişioğlunu mutsuz kılan her kötülüğe karşı direnmede çağlar boyu sürüp gelmiş bir kardeşliktir bu. Ben de inancının bedelini yurdu uğruna savaş alanında ölerek ödemiş bu saygıdeğer insanı, halkının hem gözü hem gönlü olabilmiş bu büyük ozanı, PETÖFİ kardeşi, tanıyıp sevsinler diye çevirdim Türk okurlarına.” (Tahsin Saraç, Sayfa: 7)
“Halkın yaşamıyla yakından ilgilenmesi, tutum ve beğenisine de kesin bir yön kazandırmıştı. Kitaplarda okunduğu ve okulda öğrendiği “yüksek şiir” onun için artık boş, sahte, uydurma bir masaldı. Kendi yolunu, kendi sesini, göklerde değil yerde yaşanan yaşamı açık olarak duyuracak kendi sesini bulması gerekiyordu. (Sandor Fekete, Sayfa: 11)
HALK ADAMI
Henüz rica ediyor halk, isteklerini karşılayın
Ne korkunç olabileceğini düşünün bir yoksa.
Dozsa Gyorgy adını duymamış değilsiniz
Şahlanınca rica etmez, söker alır halk zorla.
Kızgın demir taht üstüne oturtup yaktınız Onu
Ne ki yakıp bitiremedi ateş bir türlü ruhunu
Çünkü onun ruhunun kendisi bir ateştir
Bu ateş bir gün sizi yakıp kül edebilir.
Halk eskiden yalnızca yiyecek isterdi
Kurtulmamıştı çünkü hayvanlık döneminden
Ama sonunda işte insan oldu o hayvan
İnsanın da hakları doğmak gerekir hemen
Haksızlık en çirkin damgadır bir alında
İnsanların alnına bu damgayı vuranlar
Tanrı’nın da elinden kolay kurtulamazlar.
Hem neden hak denen şey yalnız sizin oluyor?
Neden ama neden beyler hak yalnız sizlerde?
Doğrudur, atalarınız sağladı önce bu yurdu
Ama yine halk oldu sulayan toprağı teriyle
“Burda maden var” demenin öyle önemi yok pek
Hem altın işlenip de parlaklaşıncaya değin
Önemi yok mu peki bu yolda çalışmış elin?
Kas kas kasılıp kurum ve övünçle
Yurt da bizim diyorsunuz bütün haklar da.
Ne yapacaksınız yurtta öyle tek başınıza?
Nasıl sorabilirim bunu size, bağışlayın
Györ’deki kahramanlığımızı unutacaktım az kalsın!
Öylesine başarıyla kaçan binlerce ayağa
Ne zaman bir anıt dikeceksiniz acaba?
Halka hakkı verilsin kutsla insanlık adına
Yurdun çıkarı için verilsin hakkı halka
Bilinsin ki çok çabuk batar bu ülke eğer
Yeni bir savunma direği bulunmazsa.
Gülü sizlerin oldu canım anayasanın
Ve artan dikenleri ancak zavallı halkın
Gülün birkaç yaprağını gelin bize bırakın
Yerine dikenlerin yarısını siz alın.
Henüz rica ediyor halk, isteklerini karşılayan
Ne korkunç olabileceğini düşünün bir yoksa.
Dozsa Gyorgy adını duymamış değilsiniz
Şahlanınca rica etmez, söker alır halk zorla.
Kızgın demir taht üstüne oturtup yaktınız Onu
Ne ki yakıp bitiremedi ateş bir türlü ruhunu
Çünkü onun ruhunun kendisi bir ateştir
Bu ateş bir gün sizi kakıp kül edebilir. (Sayfa: 37)
(Petöfi, Şiirler, Türkçesi: Tahsin Saraç, Cem Yayınevi, 2. Basım, Gül Matbaası, 1976, İstanbul)
Bir Düşünce Kurcalar Kafamı
Bir düşünce kurcalar kafamı:
Yatakta, başım yumuşak yastıkta mı ölmeli?
Yoksa bir karanfil gibi mi solmalı yavaşça,
gizli bir kurdun içten içe kemirdiği?
Sessiz sedasız eriyip gitmeli mi yoksa
boş bir odaya bırakılmış mum gibi?
İstemem, tanrım, böyle bir ölüm istemem!
Ölmeyi dilerim ben, ölmeyi birdenbire:
Ayakta, yıldırımla parçalanan bir ağaç gibi,
kasırgayla devrilen bir ağaç gibi ölmeyi,
uçuruma yuvarlanan bir kaya gibi,
tepeden tırnağa titrete sarsa yeri göğü.
Uyanacak bir gün kölelikten usanan halklar,
koşacaklar savaş alanına doğru.
Yüzler yalım yalım, bayraklar altında duracaklar.
Dört bir yanda pırıl pırıl şu onurlu parola:
Herkese özgürlük! Her yerde özgürlük, her yerde!
Yayınca halklar bağıra bağıra
bu sözcükleri dört bucağa, doğudan batıya,
ve başlayınca saldırılar zorbalığa karşı,
isterim ölmek en ön sıralarda,
isterim sulasın yüreğim o şeref tarlasını
gençliğimin fışkıran al kanatlarıyla.
Ağzımdan çıkan mutlu son sözüm
bastırılsın isterim çelik gürültüsüyle,
borazan sesiyle, top gümbürtüsüyle.
Kazanılan zaferle atlar kişnesinler,
var hızlarıyla çiğneyip geçsinler cesedimi,
bıraksınlar paramparça gövdemi savaş alanında.
Başlayınca sonra cenaze töreni,
getirilsin bir araya bütün kemiklerim,
matem marşları çalsın durmadan
kara tüllü bayraklar altında.
bir mezara gömülsün kahramanların hepsi,
senin uğrunda can verenlerin hepsi,
ey özgürlük, ey dünyanın özgürlüğü!
Çeviri: A. KADİR - Şerif HULÛSİ (www.Antoloji. Com)
ABD.'DEN GELEN BEKTAŞI DERVİŞİ VE YAZAR HÜSEYİN ABİVA ERİKLİ BABA'YI ZİYARET ETTİ
Pandemi sürecinde yaşam da, gelenekler de, inanç da varlığını sürdürüyor.
ABD.'deki Recep Ferdi Baba Tekkesi'nden, aynı zamanda Bektaşi Dervişi, Yazar Hüseyin
Abiva bağlı olduğu Mahmut Aydın Baba'dan, her yıl yapılan bir Bektaşi ritüeli olan, "Baş Okutma Erkanı"nda görülmek için İstanbul'a geldi.
Bu ziyarette, yeni nasip alan 3 Amerikalı muhip can ve Bosna Hersek'ten muhip
Semir Pintul da bulunuyordu.
Hüseyin Abiva, dervişi olduğu Mahmut Aydın Babaerenlerle birlikte; bugün Zeytinburnu'ndaki kadim Bektaşi Tekkesi Erikli Baba Cemevi'ni ziyaret edip, hayır dua ve niyazlarda bulundular.
Hasan Hüseyin Yalvaç’tan Yeni Bir Kitap
ZULME DİRENENLER “Enver Gökçe Türküsü”
Elbet bahar çiçekleri de vardı yolumuz üstünde
Renklerinden yepyeni bir dünya yaratabilirdiniz
İşsizliğin, açlığın olmadığı güzel bir dünya
Oysa kışın karabasanı unutulur gibi değildi
Hele ki açlığın boyunduruğundaki kurtlar
Uluya uluya kaç ömrümüzü yedi
Yine de düşünüyorum çocukluk çok güzeldi (Sayfa: 7)
Biz de uyku ne arasın. Dün bir arada olduğumuz çok sevgili Hasan Hüseyin Yalvaç abimiz imzaladığı yeni kitabını bana verdi. Gece kalktım, yatamadım. Bir başka kitabı okumayı sürdürürken, elimi attım, ebetteki yaralı gönlüme de hitap eden türkülere uzandım…
Hasan Hüseyin Yalvaç bir ozan; yüreği engin, acıları keskin, bilinci dirençli ve yaşamı, Anadolu’nun derinliklerinden, bu yurdun öz kültüründen beslenen, derin tarih – edebiyat bilgisi ve sevdası olan bir can insan. Aynı şekilde sohbetleri de, muhabbetleri de baldan tatlı, bir eğitici, öğretici bir güzel insan.
Onda fark ettiğim en ayırt edici yan, değer bilmesi, değerlerin değerini bilip anlatması, hatta duymak istemeyenlere karşı sabırla haykırması, bıkıp usanmada yazması, yazması.
Onlarca kitabı olan Hasan Hüseyin Yalvaç’ın bu çok güzel, yerinde ve anlamlı kitabını da bir solukta okuyup bitirdim.
Şiir seven bir insanım, her gün şiir okurum. Şiirle beslenir, şiirle çoğalır, büyürüm. Dertlerim artsa da, kıvancım, yaşama isteğim de o kadar artar şiir okudukça. İlkokuldan beri okurum. Enver Gökçe de çok sevdiğim, severek okuduğum bir şairimizdir. Onunla ilgili yazıları da okudum / okurum.
Değer bilir, kıymet bilir, emek verenin emeğinin ne olduğunu bilir, yazı yazana – şiir yazana da saygısı, sevgisi olan Hasan Hüseyin Yalvaç üstadımız da bu sefer Enver Gökçe’yle ilgili yazılarını, anılarını, bilgilerini bir araya getirdiği bir çalışmada yine çok ayrıcalıklı bir iş yapmış.
Bir ozan olarak, Homeroslar’dan, Yunuslar’dan, Pir Sultanlar’dan bu yana bu büyük geleneği yaşatanların damarını sürdüğünü gösteren; yüreği yanık bir Anadolu ozanı olduğunu bildiren, umutları yitik dağların arkasında kalmasın, derelerle, gürleyen ağaç dallarıyla rüzgar rüzgar gelecek nesillere aktarılsın diye, bir ağıt, bir türkü yakmış Enver Gökçe’ye, Enver Gökçe’nin diliyle, kalbiyle.
Hem büyüyen hem çoğalan adımlarım
İnsan güzelliğinin türküsüne yürüyeceğim
Aslımı yitirmeden aslıma akacağım
Sonsuz ayazlarında yorgun güneşinde
Yeni bir dünyanın gözlerine dolacağım
Çit köyünde söylediğim tüm türküleri
Düşmana inat sende de çığıracağım (Sayfa: 13)
Bir türkü yakmış da; yüreği yanık giden bir büyük ozanın acısını anlatmış, çilesini dile getirmiş, üzüntülerini sıralamış birer birer, hem de içinden çıkıp geldiği halkının diliyle, gönlüyle, bilinciyle.
Evet, sevgili dostlar, Hasan Hüseyin Yalvaç bu kitabıyla çok sevdiği, şiirimizin önemli isimlerinden Enver Gökçe’yi şiirleriyle tekrar yaşamımıza sokuyor, gelecek nesillere onun unutulmaması gerektiğini dile getiriyor bu kitabı vesilesiyle.
Kitapta üç bölüm var: Hasan Hüseyin Yalvaç’ın Enver Gökçe’nin yüreğiyle konuştuğu, haykırdığı, dizelere döktüğü yani yaktığı bir ölümsüz türkü/türküler.
İkinci bölümde ise; Hasan Hüseyin Yalvaç’ın hakkında kitaplar yazılsa da, dergilerde yazılar çıksa da, Hasan Hüseyin Yalvaç’ın içinde bir hayıflanma olarak duran, “Enver Gökçe Gerçeği ve Onun Çilesi’ni” anlatma, dile getirme isteği görülen yazıları.
Üçüncü bölümde ise; Enver Gökçe’nin değerini çok iyi anlamış ve araştırmalar yapmış olan Mehmet Ergün’e Mektuplar adı altında, yine şiir, yaşam ve büyük ozanlarımızın yüreğinin derinliklerindeki hisleri anlatan şiirler.
Çit köyünde yıkık viranedir evim barkım
Doğdum doğalı dönmedi çarkım
Var da gör deli gibi sevdalandım
Yurdumun toprağına taşına
Sosyalizmin o dehşetli nakışına
Düştüm yollara yollara bulurum deyi
Hala bekler ellerim ellerini (Sayfa: 30)
Benim ise kitaptan çıkardığım en önemli sonuçlardan birisi; Enver Gökçe’nin bir Anadolu köyündeki bir insanımız gibi; mazlum – yetim – kimsesiz bir insan kimliğinde hayatının zorluklarla geçtikten sonra, bir bakımevinde sonlanmasının derin hüznü,
Bir başka yön ise; Kaybolan ya da kaybedilen bazı şiirlerinin acısı, bulunması için haykıran çığlıkları,
Sefer Aytekin’in Enver Gökçe’nin Âşık Veysel’le ilgili bir kitap yazdığı gerçeği,
Bazı tantanacıların hala Enver Gökçe gibi bir devrimci ozanın, bir yurtsever ozanın, bir büyük yüreğin değerini tam anlayamamalarının trajik durumu, üzüntüsü, şaşkınlığı oldu.
Huzurevindeyim Seyranbağlarda huzursuz
Derin bir uykuyu öylesine özlemişim ki
Nerede
Kapımı çalan şiirlerden kapanmaz gözüm
Hele de o 51 Tevkifatı içimde yaradır
Bir acının destanıdır ki kimseler anlamadı
Yana yana dirilen umudum yeri oradır (Safya: 38)
Eline yüreğine, emeğine, bilincine, geçmişten geleceğe bu yurt toprağında nice nice ölümsüz değerler olduğunu bir kez daha haykıran dirençli, devrimci yüreğine sağlık Hasan Hüseyin Abi, iyi ki varsın…
Her daim var olasın, sağ olasın, bizimle kalasın…
Ayhan Aydın
25 Ekim 2020
(Hasan Hüseyin Yalvaç, Zulme Direnenler, “Enver Gökçe Türküsü”, Cinius Yayınları, Temmuz 2020, İstanbul)
ANADOLU’NUN KAYIP AŞIĞI
SEFİL HİMMET
Burası Anadolu’dur ne dert biter, ne tasa azalır, ne de insanların gönlünde yüce dağlar gibi duran umutlar yok olur. Anadolu toprağı zorlu bir topraktır aslında, burada geçinmek hiç de kolay değildir, hele de insanca yaşamak, insan kalmak, insan onurunu kaybetmemek öylece bir ömür sürmek zorun da zorudur. Ama baharda toprağa su yürümesiyle doğanın filizlenmesi gibi, yaşamın gürleyip serpilmesi, sabredip kimi karanlıkları aşmak da yine bu toprağın insanın en büyük mucizesidir.
Anadolu ozanlar yurdudur aynı zamanda; bitip tükenmez dizeler, bitip tükenmez haykırmalar, yakarışlar, sinesindeki al kanları saklayıp en sevdiği nazlı yârine bile gösteremeden çekip gitmek sonsuzluklara doğru…
Hakk demek, hakkın, adaletin, yaşamın çelikleşmiş iradesini bazen de tersine çevirip taşı sıkıp suyunu çıkarmak, ekmeğinin peşinde bir ömür tüketmek ama muhannete eyvallah etmemek…
Böylece gerçekleri, özündekileri haykıran yüzlerce ozan gelip – geçmiştir bu topraklardan.
Bir de kayıp ozanlar vardır, kayıp erenler, daha doğrusu “gaip erenler” vardır bu kutsal ve bereketli topraklarda. Yani ismi bilinmeyen ya da çok az kişinin bildiği, toplumun duymadığı, görmediği, işitmediği…
Hakk ömür versin bizler de yaşayalım yine de bu kanla yoğrulmuş topraklarda her günü bir umut, bir sevda, bir hazine sandığından çıkan elmaslar, yakutlar çıkan bereketli günler görelim daha da…
İnce bir kitap elimizdeki, ince ruhlu, ince duygulu, yolsuza – yobaza eyvallahı olmayan ve genç yaşta göçüp gitmiş, az bilinen bir güzel ozanın kitabı bu elinizde tuttuğunuz.
Oğlu belki de bir oğulun yapacağı en güzel işlerden birisini yapmış da, böylesi bir ozanın kültür hazinemiz içinde olduğunu bize hatırlatmış, o da “gaip âlemde” kalmamış.
Gerçi Gaip Erenler, ozanlar, bilgeler, veliler her daim evrendedir, nerede yaralı bir gönül varsa onu onarmakla, yarı yolda kalmışlara yardım etmekle meşguldürler ama olsun yine de olsun, toprak altında kalmasın, bizler de çokça bakmayalım yıldızlara bize biraz daha himmet etmeleri için, bir yerlerden yine beklenti içinde olmayalım.
Anadolu’nun Kayıp Ağışı: Sefil Himmet
Kendisi de bir şair, bir sanatçı olan, yüksek lisans yapmış, meraklı, kendisini her gün geliştirme, var etme gayretinde olan Serhat Tomur yani mahlasıyla Serati dün bana babasıyla ilgili hazırladığı kitabı verince bir büyük merak ve heyecanla bir solukta okudum kitabı.
“Bir gün bu dünyadan göçüp gidersem
Tutup bir kenara atmayın beni
Elim tutmaz ya da muhtaç olursam
Anı yâd ellere satmayın beni”
Ozanımız zaten vasiyet etmiş, onun bu vasiyeti yerde kalabilir miydi?
Uzun yıllar öncesinden adına aşina olduğum “Alan” Yayınları logosunu da görünce bir hoş oldum. Tükenir mi umut, tükenir mi sevda, tükenir mi insan, kuşatılmışlıklar içinde de olsa vatanım, yurdum, dedim kendi kendime. Alan Yayınları’nı yaşatanlara bin selam olsun, dedim kendi kendime.
Sefil Himmet
Kitaptan öğrendiğimize göre 1946 yılında Erzincan’ın İliç ilçesinin Çaylı Köyü’nde doğmuş olan Sefil Himmet yani gerçek ismiyle Himmet Tomur, on yaşlarında İstanbul’a ailesiyle birlikte göçüyor. 1960’lı yıllarda Âşık Daimi ile çalışan, kendi ürünlerini vermeye başlayan ozanımızın asıl işi elektrikçilikmiş. Yaşamını bu işle sağlıyormuş. Maalesef çok genç yaşta, 6 Ekim 1974’de daha 28 yaşındayken kan kanserinden sonsuzluk alemine göçen Sefil Himmet’in mezar taşına Tokat Zileli aşıklardan Abdullah Şenkaynağı şunları yazmış:
“Anadan atadan geldim cihana
Abu hayat içtim ben kana kana
Himmet yok olmuştur demeyin bana
Rahmet-i rahmandan ummana düştü.” (Sayfa: 25-26)
Gerçekten de, bir solukta bitirilen, gerçek bir ozanın yüreğinden çıkan şiirleri okuyunca onun bu büyük Halk Ozanlığı Geleneğinin değerli halkalarından birisi olduğunu rahatlıkla görüyoruz.
Şiirlerine bakınca kültür ve inanç köklerinin yani “geleneğin” devamcısı, yaşatıcısı olduğunu bu manada çok erken yaşta kent ortamında yaşamını sürdürse de, ustasından ve ustası edindiği kaynaklardan bu özü almış olduğu görünüyor.
Her ozan gibi duygu insanı olan Himmet Tomur, bu kısacık yaşamında kendisini beslemiş, geliştirmiş, ölümsüz dizelere imza atmıştır.
Dünyanın vefasızlığı, gerçek bir dost – yar – yaren arayışı, garibandan, işsizden, yoksuldan yana tavır alışı, Şahin/Güvercin ikilemindeki güçlü – güçsüz ayrımı, dertler karşısında kederlenme, içli içli yazdıklarıyla ağlaması, kaderin acımasız yüzü, fukaranın halinin karlı dağlar karşısındaki otlar gibi zayıf olması, aş – iş – ekmek kaygısı gibi konular şairin şiirlerinde işlediği konulardan bazıları.
Yürekte bilinmez yerlere, bilinmez kişiler derin ama çok derin bir hasret var, özlem var, varma isteği var. Ciğerleri pare pare olmuş yaralı bir insanın hekimlere yakarışı, bir sevdaya tutulmuş bir garip gönlün yâre yakarmaları, bir gün ömrünün yel olmasının acısını tatması, hep gurbet, gurbette olma durumu, kanadında türlü yaralar açılan turnalar, Ankara’ya gidip gelmeyene özlem-sitem, hiçbir şey vermeden hep bir şeyler isteyen felek, insanın zulmüne kader denmesi, bitmeyen bir hasretlik, viraneye dönen gönül… Tüm bunlar ozanımızın şiirlerinde geçen temalar.
Bir solukta büyük bir hüzünle, aşkla, merakla okuduğum deyişleri – şiirleriyle Sefil Himmet gerçekten de Anadolu’nun yüzlerce kayıp ozanından birisidir.
Çıkıp gidin bir dağ başına, bir kuytuya, bir köy merasına, o kadar uzağa varmayın girin İstanbul’daki bir mahalledeki bir haneye ne yürekleri burkan hüzünleriyle büyük yürekler sizleri beklemektedir.
Kendisini reklam eden, kimi zaman, hele hele de şu popüler çağda elinde sözde sazlarıyla- üç kuruş etmeyen sözde şiirleriyle kendisini “ozan” olarak pazarlarda satılığa çıkaranların dışında nice nice gerçek değerlerimiz vardır halen bu topraklarda.
Sefil Himmet kısacık ömrüne derinlikli, çok güzel ve kalıcı şiirler sığdırmıştır.
Değerli ozanımız, toplum ruhunda ve hafızasında yer edecek ölümsüz eserleriyle yaşasın.
Tekrar bu benzersiz şiirleri bizlere kazandıran, bu kitapla babasının şiirlerini bir araya getirerek gerçekten tarihi bir görevi yerine getiren Serhat Tomur’a da çok teşekkür ediyorum.
Bu topraklarda ne sevdalar, ne umut dağları, ne de gerçek ozanlar tükenir…
Muhabbet ehline aşk ile sevgiyle…
Ayhan Aydın
29 Ekim 2020
(Anadolu’nun Kayıp Aşığı Sefil Himmet, Serhat Tomur, Alan – Doğu Kitapevi, Ekim 2020, İstanbul)
Şiirlerinden Örnekler:
DARILMA GÖNÜL
Kökü çürük bir budağa
Sarılma gönül sarılma
Bir vefasız yar peşinde
Yorulma gönül yorulma
Şahin kuşu gökte uçar
Güvercine pençe açar
Bu bir demdir gelir geçer
Darılma gönül darılma
SEFİL HİMMET bakma vara
Yar oldurur yara sara
Sen de olur olmaz yara
Görünme gönül görünme (Sayfa: 49)
BİR GÜN BU DÜNYADAN GÖÇÜP GİDERSEM
Bir gün bu dünyadan göçüp gidersem
Tutup bir kenara atmayın beni
Elim tutmaz ya da muhtaç olursam
Anı yâd ellere katmayın beni
Ellerim bağlıdır kollarım kırık
Yaralıyım zaten yüreğim delik
Ben bir insanoğlu var serde erlik
Hayvan sürüsene katmayın beni
SEFİL HİMMET ağlar gözlerim nemli
Günlerim geçiyor efkârlı gamlı
Ne önüm bellidir ne sonum belli
Kıyamete kadar sormayın beni
GİDER OLDUM
Gider oldum bu ellerden
Kalanlara helal olsun
Fakir milletin hakkını
Yiyenlere haram olsun
Kimse bilmez sorumuzu
Defnedemem ölümüzü
Kırdı iki kolumuzu
Kıranlara dram olsun
Gahi gelir gahi gider
Fakir daim çile çeker
Döner arkasını gider
Gidenlere zulüm olsun
SEFİL HİMMET ne olurum?
Kısmetse yine gelirim
Ölürsem nerde kalırım?
Ölenlere selam olsun
DOSTUN SENİ UNUTUR MU SEVDİĞİM?
Gece gündüz hayalinle yaşarım
Dostun seni unutur mu sevdiğim?
Şimdi gayri eskisinden beterim
Dostun seni unutur mu sevdiğim?
Nedendir ki hasretini çekerim?
Gözlerimden yaşlar döker giderim
Bir yıl değil bin yıl olsa beklerim
Dostun seni unutur mu sevdiğim?
Sen ben de ben sen de bunu bilirim
Güzel dostu niye böyle üzersin?
Serseriyim deli gibi gezerim
Dostun seni unutur mu sevdiğim?
Unutsam, beni unutmuş olurum
Dayanamam hasretinle ölürüm
Dost yoluna canım bile veririm
Dostun seni unutur mu sevdiğim?
SEFİL HİMMET bağrım taştır sandılar
Boşa üzülüp ağlayıp yandılar
Dostları unuttuğumu sandılar
Dostum seni unutur mu sevdiğim? (Sayfa: 110)
MUTLULUĞA HAYKIRIŞ
Paşa Yalçın’ı yaklaşık yirmi yıldır tanıyorum. Uzun yıllar boyunca Cem Vakfı’nda birlikte çalıştık. O kendisini Alevi Yolu’na vermiş, benim gözümde bir derviş can insandır. Erikli Baba Tekkesi – Cemevi, Garipdede Cemevi’nde bulunduğu dönemlerde de hiçbir zaman ilişkimiz kopmadı.
Mütevazı, inançlı, samimi, sabırlı, öğrenmeye istekli, sürekli okuyup – araştıran, soran – sorgulayan, insanlar arasında taraf tutmayan, doğrudan yana, dürüst bir insan olarak hafızamda yer etti Paşa Abi.
Kendisi daha çok inanç dünyasında, manevi âlemde bir insandı. Türkçe Kuran okuyan, ibadet eden, dahası bunu fiilen yapan, binlerce insanı son yolculuğuna hayır dualarla uğurlayan bir inanç insanı, bir gönül insanı.
Sevgi dolu ama zaman zaman hüzünlenen samimi gözleri, içten sözleri onu tanıyan, tanımayan herkes tarafından fark edilir.
Paşa Yalçın; muhabbete hasret, gerçek insanlığa, gerçek insana özlem duyan, Alevi Yolu’nun değerleriyle yaşayan, bu değerleri yaşatmak için gayret gösteren duygu dolu yüreğiyle evreni, yaşamı kucaklayan bir güzel insan…
Her zaman dertleşmelerimiz, sohbetlerimiz Alevi kurumlarındaki, Alevi toplumundaki yozlaşmalar üzerinde yoğunlaşır, özellikle gençlerimizin durumunu hep uzun uzun konuşuruz.
Ufku açık, gönlü dumanlı, zaman zaman hüzünler sokağına sapan bu güzel insanın şiirler yazdığını çok iyi biliyordum. Her seferinde de, bunları bastırması, kitap haline getirmesi gerektiğini, asıl kalıcı olanların insanın kendi ürünleri olduğunu söylerdim. O da her zaman, ben de çok istiyorum ama vardır bir zamanı, diyordu.
Nihayetinde Demos Yayınları’nın bir yan kuruluş olan Cevahir’de “Mutluluğa Haykırış” kitabı çıktı.
Dün sevdalısı olduğum Sultanahmet ve Cağaloğlu Yokuşu’nu çıkıp da, Can Yayınları’na – Demos Yayınları’na uğramadan gidemem deyip, şimdi Adil Ali Atalay büyüğümüz gelemese de, ne gam yine açık, başımızı sokacak bir dergâhımız da var burada, dediğimiz şimdilerde Cemal Nadir Sokak’taki kitapçılar yurdu olan Büyük Milas Han’a uğradım.
Zeynel Atalay Abiyle her zaman ki gibi yayın dünyasından, kitaplardan sohbet açılınca Paşa Yalçın’ın kitabına gözüm ilişti. Çıktığını duymuştum ama daha alıp – okumamıştım.
Ben böyleyim işte, dört beş kitabı birden okurum, artık hangisi erken biterse. Üç kitabın hemen hemen sonuna gelmişken, yeni çıkmış iki kitabı kucaklamam birlikte oldu.
Anadolu’nun Kayıp Aşığı Sefil Himmet kitabını Sefil Himmet’in oğlu aynı zamanda şair, sanatçı Serhat Tomur da bana yayınevinde hediye edince, tamam dedim, bu akşam, yarım sabah bunları okumak bana farz oldu.
Mutluluğa Haykırış
Ne yalan söyleyeyim Paşa Yalçın’ın bu kadar derinlikli bir şair olduğunu bilmiyordum. Hem de tahminim daha çok inanç ağırlıklı uyaklı şiirlerin beni beklediği şeklindeydi.
Mutluluğa Haykırış’ı gerçek anlamda bir solukta okudum. Aslında epey şiir var kitapta, kitap 240 sayfa.
Kitabı bir solukta okumamın en önemli nedeni Paşa Yalçın’ı çok sevip tanımam değildi. Gerçekten de bu kadar akıcı, yalın, duygu yoğunluğu şiirleri görünce tümünü bir anda bitirmek istedim.
Paşa Yalçın’ın iç dünyasına bir yolculuk mahiyetindeki bu kitapla anladım ki, sevdaların, özlemlerin, yaralı bir gönlün sahibi olan Paşa Yalçın; bizim cemevlerinde gördüğümüz inanç yüklü bir derviş ruhlu insan olmasının çok ötesinde, nice nice dağlar aşmış, bulutlarla birlikte başka başka diyarlara, başka başka düşünce – duygu dünyalarına da yolculuk yapmış bir şairimizmiş.
Kitaptaki gördüğüm; çok yoğun duygusallıktaki şiirlerin içeriğinin tek düzelikten uzak, her bir şiirde kendisini besleyen, gönülden çıkan nağmelerin başarılı bir şekilde kaleme alınmış olmasıdır. Bu beni çok sevindirdi. Kitapta dostluğa özlem var, başka dünyalara, başka alemlere kayıp gitmek, bu dünyadan sıyrılma isteği var, dağlar, çiçekli bayırlar, emek, kayıp özlemler var şiirlerde.
Tanıyıp sevdiğim hizmet ehli dedelerden Rahmetlik Mustafa Uluçam Dede’nin verdiği Paşikko mahlasının dışında Budala, Paşa Can mahlaslarını da kullanan Paşa Yalçın; 15 Mayıs 1955 Sivas Divriği, Arıkbaşı Köyü doğumlu bir ozanımız. Dolayısıyla kitapta inanç bazında Aleviliğin değerlerinin de işlendiği şiirleri yanı sıra kendi yöresine özlemlerini, bu yörenin güzelliklerini dile getiren şiirleri de var.
Kitabın en sonunda da, “MANKURTLAŞAN ALEVİ GENÇLİĞİ” isimli bir yazı da var. Bu yazıda Alevilikteki yozlaşmalar dile getiriliyor.
Paşa Yalçın üstadımızı gerçekten tebrik ediyorum. Bir başka kitabıyla da bizi zengin iç dünyasına götürmesini beklerken, kendisine sevgi, saygı, muhabbet ve uzun mutlu bir ömür diliyorum.
(Paşa Yalçın, Mutluluğa Haykırış, Cevahir Yayınları, Ağustos 2020, İstanbul)
Ayhan Aydın
29 Ekim 2020
Kitaptaki Şiirlerden Örnekler
SARAYBURNU SEYRİ
Sarayburnu’ndayım yapayalnız,
Seni düşünüyorum Üstüdar’a bakarak
Gülüyor ağlıyorsun hüzünlenerek,
Gözlerindeki yaşları siliyorum,
Deli dalgalara bakıyorum mahzun,
Sesini duyuyorum, kıyıya vuran damlacıklarda,
Belki düşünüyorsun sen de?
Sarayburnu’ndaki o geceyi,
Sevgimizin dostluğumuzun sınırı yok,
Ta kalbimizin içinde bir yerlerde,
Kollarımı açıp da ardına kadar,
Anlatabilsem sevgimizi…
Anlatamam ki.
Tutsaklığım öyle bir şey ki,
Masallarda yaşayan aşklar gibi,
Seni ilahlaştırmak gelir içimden,
Sarayburnu’nda gemiler geçerken,
Sisli ufuklara bakarak nemli gözlerle,
Dolaşmak istiyorum beyninin içinde,
Boş hayallere dalarak
Ellerin avuçlarımla nemli gözlerine bakıyorum,
Sarayburnu’ndan balıkçı tekneleri geçerken,
Rüya mıdır gerçek midir bilemiyorum,
Değer ama mutlu anları yaşamak,
Rüya bile olsa…
Tanrı’m
Ne güzel şey seni yaşamak?
Seni hatırlamak ne güzel şey,
Sarayburnu’ndan Boğaziçi’ne bakarken,
Ölümü düşünüyorum o mahzun gecede,
Sarayburnu’ndan bakarak,
Sevenlerin mutluluğunu,
Sevenlerin hüznünü,
Düşünüyorum yine de,
Yaşam bu kadar güzelken,
Sevmek bu kadar güzelken,
Hayat bu kadar güzelken,
Sarayburnu’ndan Boğaziçi’ne bakarak (Sayfa: 12-13)
GÜL ALIR GÜL VERİRDİK
Bir zamanlar dağlarında
Gül toplardık demet, demet
Çiğdem toplardık halka, halka
Başımıza taç yapardık
Güler oynardık
Gül alır gül verirdik birbirimize
Kırgınlıklar kinler yok olurdu içimizde
Sevgi aşk ateşi yanardı kalplerimizde
Sevda çorbası pişerdi ocaklarımızda
Kırlarında koşar oynardık
Ekmeğimizi paylaşırdık
Öküzümüzü beraber koşardık çifte
Koçlarımız beraber katılırdı
Kurbanlarımız tığlanırdı
İnançlıydı yüreklerimiz
Düğünlerimizde halaylar çekilir
Cirit atardı gençlerimiz
Ozanlarımız bağlamının teline vurdukça
Mest olurdu güneler kadehlerde
Ey benim yurdum güzel köyüm
Dedim ya birbirimize
Gül alır gül verirdik
Şimdi ise artık
Esen rüzgârlara verdik
O gülleri
Savruldu artık göklere
Kalplerimizde aşk ateşi
Ocağımızda sevda çorbası
Pişmez oldu artık
Kendi kendime şunu diyorum
Kendimizi kaybettik bulamadık
Şu koca şehrin kokuşmuş loş sokaklarında
Artık gül verecek kimseler de yok
Demem o ki
Gülün çiğdemin
Zamanı geçti
Başka baharlarda
Ne zaman gelir bilinmez
Dedim ya bir zamanlar birbirimize
Gül alır gül verirdik (Sayfa: 14 – 15)
DİVRİĞİ DAĞLARI
Divriği dağları
Bir yanı uçurum
Bir yanı sis boran
Bir yanı yalçın kayalar
Bir yanı hüzünler
Dolanır ayla güneş üstünde
Bir yanı da Fırat
Akar, akar sessizce
Kalyonlardan sevda taşır
Deryalara
Divriği dağları
Bir yanı türkü
Bir yanı şiir
Bir yanı destan
Bir yanı ozanlar
Hiç susmazlar ki
Bağlamının telleri
İniler, iniler
Sevdalıdır hep yürekler
Sevdalıdır âşıklar
Sarıdan yeşile
Maviden mora
Uzanır gider kalyonlardan
Divriği dağları
Bir yanı demir
Bir yanı kurşun
Bir yanı krom
Makinalar cevher taşır
Deler dağları, dağları
Tozlanır yürekler
Karalar bağlar gelinlik kızlar
Karışır gider yokluğa
Divriği dağları
Bir yanı kar
Bir yanı yağmur
Bir yanı gökkuşağı
Okşar sevdalı yürekleri
Kat kat bulutlar geçer
Dağlarından
Dolanı, dolanı
Divriği dağları
Bir yanı mahzun
Bir yanı sevdalı
Bir yanı kırık
Örs vurulmuş göğsüne
Dank, dank diye
Un ufak yüreği
Dağılmış sevdaları
Ve hiç susmamış
Örs yedikçe çağlamış
Balyozların sesinden
Güm güm
İnlemiş zirveleri
Divriği dağları
Bir tarafı sevgi
Bir tarafı aşk
Bir tarafı kekik kokar
Bir tarafı dağ laleleri
Burcu, burcu
Kokusu dağılır göklere (Sayfa: 70-71-72)
DAHA SEN ÇOK ÇİĞSİN PİŞ DEDİLER
Ulu divana girmek istedim
Git bir pire bende ol dediler
Varıp bir mürşide talip oldum
Daha sen bir yozsun git dediler
Dolaştım budala gönüllerde
Gönül dergâhına gir dediler
Aktı gözyaşım nehirler taştı
Daha sen bir hamsın ol dediler
Direnip meydanda isyan ettim
Sen bir asisin çekil dediler
Tövbe edip ulu dara durdum
İkrarına sadık ol dediler
Fırsatın bulup içeri girdim
Eşiğe sakın basma dediler
Mürşit huzurunda dara durdum
Kalbinde benliği at dediler
Geri maziye dönmek istedim
Kalbinde binliği at dediler
Karıştı aklım divane oldum
Daha sen kırk yıl bekle dediler
Sonunda bir sabır taşı aldım
Taşıyamazsın bırak dediler
Sakladım yıllarca sabır taşı
Bu bir Eyüp sırrı yan dediler
Dedim ne de çetin yolumuz var
Bu bir yol ki çok çetin dediler
Mansur gibi canı hiçe saydım
Senin canın çok tatlı dediler
Şahın katında divana durdum
Sen şöyle geri çekil dediler
Velhasıl ömür bitip tükendi
Adımına dikkat et dediler
Yetti canıma ölüm diledim
Sen can veremezsin git dediler
Şaşkın kalbim çatlayıp yarıldı
Daha sen çok çiğsin piş dediler
Budala Paşa girdim meydana
Âşıksın sen gel beri dediler
Müşkülüm döktüm ulu meydana
Hele sen şöyle otur dediler (Sayfa: 101)
KIŞ GÜNÜNDE ERİK SUNAN ERİKLİ BABA
Muhammed Ali’ye dayanır soyu
Serçeşme’nin eri Erikli Baba
Kazlı Çeşme’sinde akıyor suyu
Serçeşme’nin eri Erikli Baba
Hasan Hüseyin’e yüreği yandı
Zeynel Abidin’den doluya kandı
Muhammed Bakır’la üzülen candı
Serçeşme’nin eri Erikli Baba
Kış gününde erik sunar Erikli Baba
İmam Cafer Sadık bilinir aslı
Musa’yı Kazım’a dayanır nesli
İmam Ali Rıza yolunda yaslı
Serçeşme’nin eri Erikli Baba
Kış gününde erik sunar Erikli Baba
Taki’ye Naki’ye çevirdi başı
Hasan Askeri’ye akıttı yaşı
Bereketlidir hep erikli aşı
Serçeşme’nin eri Erikli Baba
Kış gününde erik sunar Erikli Baba
Mehdi sahip zaman sırrında idi
Hünkâr Hacı Bektaş yolunda idi
Yüce Zülfikar’ın kınında idi
Serçeşme’nin eri Erikli Baba
Kış gününde erik sunar Erikli Baba
Canlar türbesine niyaz ederler
Kurbanlar tığlanıp salât verirler
Dilek dileyenler murat alırlar
Serçeşme’nin eri Erikli Baba
Kış gününde erik sunar Erikli Baba
Ey Budala Paşa nefsin azat et
Ehlibeyt sancağı tutup biat et
Erikli Baba’ya varıp hizmet et
Serçeşme’nin eri Erikli Baba
Kış gününde erik sunar Erikli Baba (Sayfa: 107)