NİSAN - MAYIS POSTASI

NİSAN / MAYIS BÜLTENİ

(NİSAN – MAYIS 2020 NOTLARI: YAZILAR, HABERLER, KİTAPLAR)

AYHAN AYDIN

Bugün 23 Nisan

 

Paralel yapı mı, dediniz?

Bugün Türkiye'ye hâkim olan yönetim anlayışı, kabaca Emevi devrinde Halife Osman ve Muaviye zamanındaki anlayış gibidir.

Yani ülkenin tüm varlığını, tüm zenginlik kaynaklarını, her türlü yolu kullanarak, belli bir yandaş kitleye aktarmak gayreti ve çabasıdır.

Bununla yapılmak istenen, devlet içinde zenginler zümresinden, aynı dünya görüşüne sahip kişilerden oluşan bir yandaş hanedanlığı, yani paralel yeni bir devlet yaratmaktır.

Bu yapı, emrindeki bütün kurumları, bu arada kişiliği kalmamış emrindeki sözde basını da bir tetikçi olarak kullanmaktadır.

Bugünkü Türkiye'de Muktedir yapının yaptığı; kendi durumlarını kamufle etmek için, aslında kendi yaptıklarıyla başkalarını suçlamak, onları töhmet altında bırakmak, birilerini sözde paralelci ilan etmektir.

Tüm Türkiye bundan korkup sinecek mi?

Türk Milleti denen yapı, ulusun birliğine mi, bir hanedan varlığına mı tabi olacaktır?

23 Nisanlar, 30 Ağustoslar, 29 Ekimler bize ne ifade ediyor?

Bu yurt kimin yurdudur, bu vatan kimin vatanıdır?

Hakça üretip, hakça bölüşeceğimiz bir yer değilse bu topraklar, gerçekten bizim ülkemiz olabilir mi?

23 Nisanlar kutlu olsun, demek ne kadar kolay oldu.

Bizi biz yapan, bizi ulus yapan, vatandaş yapan, 23 nisanları yaratan o ruh, o bilinç, o irada nerededir?

Şimdi çocuklarımıza en büyük umutlarla teslim edeceğimiz varlığımız, eşsiz güzel ülkemiz, Türkiye'miz ne haldedir?

Halkın iradesine dayanmayan, milli iradeyi yok sayan, bir zümrenin egemenliğindeki yönetim anlayışına demokrasi denebilir mi?

Bu rejim cumhuriyet olabilir mi?

Tüm bunlara rağmen, halkın adaletsizliğe karşı çelikleşebilen iradesi oldukça umut her daim var vardır.

Her şeye rağmen bu bir bilinç işidir.

Bunun başka bir yolu yoktur.

Bilincini, dayanışma ruhunu, örgütlenme ve doğruya sahip çıkma gücünü kaybetmeyenler her zaman kazanırlar.

Tek tipçi, dayatmacı zihniyetlerin sonu her zaman hüsran olacaktır, yeter ki halk bilincini kaybetmesin, birliğini, direncini, kararlılığını yok etmesin...

Yaşasın ulusun tam bağımsız, özgür iradesi...

Yaşasın cumhuriyet ve insan hakları sevdası...

Yaşasın hakça üretip, hakça bölüşen düzen...

Yaşasın adaletle yönetilen demokrasi anlayışı...

Yaşasın bu topraklarda ulus ve vatandaş bilincini yaratan Mustafa Kemal Atatürkler ve Silah Arkadaşları...

Yaşasın geleceğe umutla bakan milyonların kalpleri...

Yaşasın bilimin aydınlığı...

Yaşasın aklın, vicdan özgürlüğünün teminatı laik sistem...

Yaşasın yurdunu özünden çok seven satılmamış ve satın alınamayacak halk yığınları...

Yaşasın halkların kardeşliği...

Yaşasın içleri aydınlıklar içindeki milyonlarla Türk genci...

 

Yaşasın tüm Türkiye'nin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı...

 

Ayhan Aydın

23 Nisan 2020

 

 

MAYIS 2020

NOTLAR

 

 

Kıymeti Kendinden Menkul Kimi Sözde Bazı Alevi Önderler ve Doğrunun Yanında Olmak

 

Çıktım şu alemi seyran etmeye
İkrar verdim bu ikrarı gütmeye
İndim bedestana pazar etmeye
Şimdi gezer şar elinden dertliyim (Virani)

 

Özellikle bir iki yıldır, Alevi camiasında, iyi niyetten ziyade, yapmak istediklerini bir ucuz maske arkasına gizleyip, "Ali'siz Alevilere Karşı İnancımızı Savunuyoruz" deyip kendilerince bir projeye devam edenler var. Bunu daha önce de yazmıştım.
Bizim amacımız kurum, yöre, kişi farkı gözetmeden sadece Alevi - Bektaşi Yolu'na hizmet etmektir. Zaten "Ali'siz Alevilere" de, bu tip boş, bu yola zarar veren her türlü tertibe de karşıyız. Kurumlarımız ise zaman zaman işlerine gelince kimi olayları - kişileri ön plana çıkarma düşüncesiyle hareket ederler.
Alevi - Bektaşi Yolu'nun dışında sözde inançlı, geleneksel Aleviliği savunur görünen bir kısım insan, Avrupa'da da önemli bir ayağı olan bir oyuna yöneldiler. Kendilerine bir zemin yaratmak, ha gayret acaba bir alternatif kurum belki de altarnatif bir federasyon kurabilir miyiz, sevdasına giriştiler. Bunun başına kimi, hangi dedeyi, "bizden" hangi akademisyeni, profesörü getiririz, diye sormaya da başladılar.
Ne acı ki; kimi Şii, gerici, ırkçı yapıları da yanlarına alarak, çaba ve çalışmalarını tüm hızıyla devam ettiren bu insanlar, faaliyetlerini bugün de sürdürüyorlar.
Bunların temsilcilerinden birisi de, sözde Pir Hünkar Hacı Bektaş Dergahı Serçeşme Vakfı başkanı Ali Timurtaş Özmen isimli, kendisine ocakzade diyen bir kişi.
Zaman zaman kimi Alevi ileri gelenlerinin de destekledikleri, aynı zamanda daha önce de saldırgan ve iftira dolu yazılarıyla bazı isimleri hedef de gösteren, sözde Hacı Bektaş Veli'nin manevi kimliğine de sahip çıkmaya çalışan Ali Timurtaş Özmen de, birileri gibi, son günlerde ha bire İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin herkesin bir tarafa çektiği "broşürüyle" ilgili belediyeyi hedef gösteriyor, Diyanet İşleri Başkanı'nın yaptığı gibi ayet, hadis, surelerle Alevilere dönük güya fetvalar yayınlıyor.
Birilerince sürdürülen türlü oyunlarla halkın seçilmiş belediye başkanına dönük tertiplere bilerek veya bilmeyerek destek veriyor.
Belediyenin telefonlarını yayınlayıp, bu hainliğe tepki gösterin, diye yayınlar yapıyor.
Çok yazık, diyorum, çok çok yanlış, diyorum.
Bu yanlışlardan dönülsün, diyorum.
Biz sadece demokrasinin, inanç özgürlüğünün, insanların doğru bilgi almasının yanındayız.
Daha fazla parçalanma, bölünme olmasın, diyoruz.
Şimdi ırkçı, gerici, yandaş kesim bu durumu Aleviler aleyhinde kullanmaya başladılar bile.
Alevi- Bektaşî kesimi artık birilerinin oyununa gelmesin, "Kuran, ayet, vatan, millet" denilip kesildikleri, yakıldıkları Maraşları, Sivasları unutmasınlar, diyorum.
Gereksiz tartışmalar içinde daha da fazla üzülmesinler, yıpranmasınlar, ateş içine atılmasınlar, diyorum.
Benim vicdanım bunları söylüyor.
Birçok konuda olduğu gibi devletin ve kimi kurumların attıkları adımlar neden acaba bu ülkede çoğunlukla Alevi- Bektaşî toplumunun başını ağrıtıyor?
Neden bu ülkede bilinmez bazı yerlerden çıkan karanlık zihniyetler, her seferinde, gelişmeleri Alevilerin aleyhine dönüştürmeyi başarıyorlar?
Bu ülkede neden, Alevilere dönük kin ve nefret söylemleri bazı odakların kullanmaya devam ettikleri bir malzeme olmayı sürdürüyor?
Tüm bunların, bu oyunların, tertiplerin yanında olanlar, piyonları olanlar, Alevi ve Alevilerin dostu olabilirler mi?
Soruyorum sizlere.

Muhabbet ehline aşk ile...

Ayhan Aydın
30 Nisan 2020

 

 

Emekçilerin ve tüm dünya insanlığının bayramı;
1 Mayıs İşçi Bayramı kutlu olsun...


Tüm gerici zihniyetlerin yok edildiği, emekçinin emeğinin karşılığını aldığı, açlığın, sefaletin, adaletsizliğin olmadığı günler görelim.
İnsan onurunu, varlığını yok eden; köhnemiş, paslanmış kafalar, yozlaşmış yapılar yok olsun.
Herkesi sadece ve sadece insan olarak sevelim; ırk, cinsiyet, milliyet, din, mezhep, görüş-yöre farkı gözetmeyelim.
Gerçek'ten tam bağımsız, özgür, adil bir Türkiye için, dünya için, hep birlikte üretelim, her şeyi hep birlikte paylaşalım, birlikte ortaklaşa tüketelim.
Bencillikleri yenip, tüm dünyaya daha çok sahip çıkıp, daha çok insanlığımızı hatırlayalım.
Bahar çiçeklerle, umutlarla gelsin.
Hep birlikte insanın dalında sevgiyle açıp gülelim...

Ayhan Aydın

 

 

İlk İşçi Şiirini Yazan Kadın Ozanımız; Yaşar Nezihe Bükülmez'i (1880-1971) Sevgi ve Saygıyla Anıyoruz...

Ey işçi

Bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı, senin almışlar elinden.

Sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin
Kalbinde niçin yok ona karşı, yine bir kin?

Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
Lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.

Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden,

Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.

 

Ey işçi

Mayıs birde bu birleşme gününde
Bişüphe, bugün kalmadı bir mani önünde.

Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;
Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.

Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin,
Ta’zim ile, hürmetle sana başlar eğilsin,

Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi,
Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.

Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay
Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say.

Birgün bırakınca işi halk şaşkına döndü,
Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.

Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.

Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!
Kuvvetedir hak. Hakkını haksızlara anlat.

Yaşar Nezihe Bükülmez

Kaynak:
https://siirantolojim.wordpress.com/…/yasar-nezihe-bukulmez/

 

 

Se 1 Mayıs, 19:23

MİHRİCAN COŞKUN (1975)
Geçirdiği kalp krizi sonucu İstanbul'da Hakk'a nail olmuştur. Tüm sevenlerinin başı sağ olsun. Işıklar içinde yatsın...

vgili Dostlar,
Gümüşhane – Şiran – Kırıntı Köyü Merkezli Sarıbal Ocağı Piri
İBRAHİM GÜNEL (Şıh) Dedemizi büyük bir sevgi, özlem ve muhabbetle anıyoruz…
(1931- 2 Mayıs 1999)

Ayhan Aydın

İBRAHİM ŞIH DEDEM HÜ

Dertli dertli sazın çalan
Ehlibeyt’in metin eden
Turna gibi semah dönen
İbrahim Şıh Dedem Hü

Çerağları kandil yakan
Gönülleri ruşen kılan
Dertlilere derman olan
İbrahim Şıh Dedem Hü

Aşkın narıynan yanan
Yürekten kini kibiri atan
İmamların yolun tutan
İbrahim Şıh Dedem Hü

Hüseyin’e gözyaşı döken
Taze fidanları aşlayan
Birlik ateşini yakan
İbrahim Şıh Dedem Hü

Aşk badesinden içen
Sırat köprüsünden geçen
Birlik denizine giren
İbrahim Şıh Dedem Hü

Sarıbal’ın adın duyuran
Dertli Ayhanı söyleten
Şiran cemlerinde anılan
İbrahim Şıh Dedem Hü

İbrahim Şıh Dedemizi hiç unutmadık, onu her zaman büyük özlemle anıyor, kalbimizde yaşatıyoruz.
Bu şiir Onun yol talibi Ayhan Aydın tarafından ölüm yıldönümünde, 2 Mayıs 2013’de yazıldı.

 

 

Ayhan Aydin

3 Mayıs, 07:58 · 

Hasret Gültekin... İyi ki doğdun... Yüreklerimizin yangın yerinde her daim iyi ki hep varsın... Hiç bitmeyen sevgi ve özlemle anıyoruz...

Hasret Gültekin’e Annesinden Yazılmış Bir Mektup

Sevgili Oğul !

Gazeteciler randevu isteyince önce korktum ;
ola ki senden ‘rahmetli’ diye söz ederler.

Meğer bugün Anneler Günü'ymüş. Hani , hep ünlü bir işadamının, ya da milletin anasını ağlatan bir politikacının annesini seçerler ya , bu kez yarışın kulvarını değiştirmişler. Bu yıl Sivas'ta yobazların yaktığı tüm çocukların analarını seçmişler “Yılın Annesi” .

Hasret'im biliyor musun? Sana sormadan bunları anlattım diye bana kızmadın ya? En sevdiğin arkadaşlarından Kadir'le Ali Rıza çok ısrar ettiler. Dayanamadım konuştum.

Bak Oğul! Sana sormadan bir iş daha yaptım. 2 Temmuz'dan bu yana açamadığım odana da girmelerine izin verdim. Ben bakamadım sırtımı döndüm , kardeşin Güler'le Kadir gezdirdiler odanı. Biliyorum sen odana el sürülmesine hatta toplanmasına bile kızardın. Ben görmedim, ama el sürmediler hiçbir şeyine. Kitaplarına ve resimlerine bakmışlar sadece, rahat ol. Fotoğrafta çektiler Hasret'im. Sen gittin gideli üzerimden çıkarmadığım siyah elbiselerimle 'iyi çıkmam’ dediysem de dinlemediler. Bana kır çiçekleri getirmişler Anneler Günü diye. Sivas'ta senin yanında olan, hani mızıka çalıp eğlendirdiğin çocuklar var ya, onların anaları adına da kabul ettim. Serkan Doğan'ın, Huriye'nin ,Yeşim'in, Muammer'in, ınci'nin, şu ufak oğlanın adı neydi? 11 yaşındaydı hani. Hah hatırladım Koray işte. Onun da anasıyım ben bugün. Hepsinin anasıyım. Madımak Otel'inde kim varsa Asaf'ın , Nesim'inin, Muhlis'le Leyla'nın , adını hatırlayamadığım diğerlerinin. Sen kızmazsın biliyorum oğul. Paylaşmayı seversin. Ana Sevgisinide paylaşırsın.

Hasret yavrum , Anneler Günü'nü kutlamazdık değil mi biz? Yanlış hatırlamıyorum, kutlamazdık. Geçen yıl hariç, oda yine senin muzurluğundan. A oğul, a çocuk, bana çamaşır makinesı alacaksın diye, çok kızdığın Parti'nin gecesine çıkmaya değer miydi? Baban ayın başında nasılsa alacaktı. Eskisini de tamir ettirirdik ne olacak. Bir süre daha idare ederdik. Kim bilir sana nasıl zul gelmiştir o gece çalıp söylemek. Anneler Günü'nü bahane edip o parayla çamaşır makinesi almanız için Güler'e gizlice vermişsin parayı.

Canım oğlum,

Senin gibi şelpeyle güzel bağlama çalan biri hala çıkmadı. Sen 'Rüzgarın Kanatları'na’ binip gittikten sonra türkülerin dilden dile dolaştı. Bütün sanatçılar senin türkülerini okuyor. Ama çok bozuluyorum biliyor musun? Birçoğu bu türkülerin sana ait olduğunu söylemiyor. Bazı büyük bağlama ustaları da senin müziklerini alıp kendileri bulmuş gibi çalıyorlar. Deli Derviş'i senin gibi çalan yok hala. Sivas'a gitmeden önce 'Enel Hak’ adında yeni çalışmalar yapıyordun. Yarım kaldı diye üzülme. Arkadaşların o kaseti bıraktığın kadarıyla seni sevenlere ulaştıracaklar. Senin şair yönünü bilmeyenler de yakından tanıyacaklar. Çünkü arkadaşların senin adını sonsuza dek taşıyacak bir kültür merkezi kuruyor. Sinema , Tiyatro, Müzik, Edebiyat ve Folklor alanında araştırmalar ve çalışmalar yapacaklar. şiirlerini de bir kitapta topluyorlar.

Haberin var mı bilmem ? Ankara DGM de görülen Sivas Davası'nı basına kapattılar. İyice unutturmak istiyorlar herhalde. Başkalarının hafızasından silebilirler Madımak Oteli'nde olanları. Peki ya benim yüreğimden, ya diğer çocukların analarının yüreğinden nasıl söküp atacaklar? Gazeteye niye konuştum biliyor musun? Mahkeme o kara yobazlara ne ceza verir bilmem, halkın vicdanında bir kez daha mahkum olsunlar istedim. şimdilik Hoşça kal yavrum.

Annen Hace Gültekin.

 

 

Her yıl dünyada yaklaşık on milyon kişi kanserden ölüyor.

Onların her birisi de bir can...

 

 

Evrende hiç bir şey gizlenemez
Dersim'de bir kıyım yaşanmıştır.
"yok edin insanın insana kulluğunu"
Diyen herkese aşk olsun...

 

 

Ayhan Aydin

4 Mayıs, 21:03 · 

Gerçekten Çok Özledim... Dizeler Döküldü Sıra Sıra...

Işığın Vurur Gönüllere Şahkulu

Gönüllerde bir ışık, özde bir hasret
Uzak yolcuların umudu Şahkulu
Dildeki dilekler, cemdeki çerağlar
Kuruyan dudakların suyu Şahkulu

Darında didar görüp coşanlar nuru
Hakk eyvallah diyenler mührü Şahkulu
Yaz bahar ayında sümbüllerin açar
Bülbüllerin öttüğü daldır Şahkulu

Hakikat postunda oturan pirlerle
Davan Hüseyin davasıdır Şahkulu
Hep yanan ocağındaki dostlarınla
Cümle mazlumlar dergâhıdır Şahkulu

Anadolu’dan Rumeli’ne bin selam
Dervişlerine canlar kurban Şahkulu
Serden geçenlerin doymazlar tadına
Serdarlar sultanı mürşittir Şahkulu

Cevheri’yim çok çağlayıp coşup aktın
Nihayet sonunda durulup ulaştın
İlimler deryasına, Hünkâr’a vardın
Yolun aynı yol, sürekler aynı sürek
Muhabbet meydanının şahı Şahkulu

Ayhan Aydın, 4 Mayıs 2020

Fotoğraflar: Ayhan Aydın

 

 

Yasaklar kalksın, türkü söyleyen mazlum, masum insanlar acı çekip, ölmesinler... Anaların yürekleri dağlanıp yanmasın... Umutlar büyüsün, barış çoğalsın yurdumda...

 

 

Tertemiz, ak duyguları ve düşleriyle; özgür, tam bağımsız bir Türkiye ve yaşanır bir dünya özlemiyle ölümsüz oldular. 6 Mayıs... Onlar birer fidan olarak Hıdırellezlerde insanlığın umudu olarak tekrar tekrar dirilirler... Anılarına sonsuz saygıyla... (Ayhan Aydın)

 

 

3 aydır ekran ekran dolaşan, ayrıca bunu da bir ek meslek edinen Corona Virüs uzmanları, normalde, açlıktan ölen milyonlar için de hiç bir şey söylemiş midirler acaba? Çok merak ediyorum doğrusu.

 

Hızır – İlyas YA DA HIDIRELLEZ
Hıdırellez Bolluk, Bereket, Muhabbet Getirsin…

Ayhan Aydın

İşte efendim; günler - devir ilerler, evren döngüdedir. Gelir; 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gün…
Cemreler yani evrensel olarak hayat kaynağının cilveleri- nazları, ısı kaynakları havaya, toprağa, suya, düştükten sonra kanın damarlarda yürümesi gibi, su da artık topraktan ağaçlara, dallara, tüm bitkilere doğru yürür. Güneşin enerjisini hiçbir kuvvet durduramaz artık. Yaz gelmiştir, her türlü dert tasa geride kalmıştır nihayetinde. Bolluk, bereket, üretim, çalışma, her türlü güzellik doğmuştur.
Peki, bunca güzellik neyin yüzü suyu hürmetine olmuştur?

Nedense çoğunlukla Hızır’dan bahsediliyor. Kültürümüzde İlyas hep geri planda kalıyor sanki. Her ikisinin de peygamber, ermiş, veli kimlikli simgesel değerler olduğunu anılıyoruz. Hızır zaten sadece Alevilerin değil, tüm insanlığın bir büyük değeri. Ama İlyas da var. İlyas Peygamber denizlerin hâkimi, denizlerde darda kalanlara ulaşan, tüm denizlerdeki canlılara hükmeden, milyarlarca deniz canlısının piri. Türkler gerçekten de tam denizci bir millet değil, dolayısıyla Aleviler’in de denizden gelen tehlikelere karşı çağıracakları fazla bir şeyleri olmuyor, belki de. Ama karalara hükmeden, kasırgalar gibi dağ başlarından gelen zemheri fırtınalarında, soğuklarında insanlar en çok Hızır’ı çağırıyorlar. Hızır, Hızır Aleyhisselam’dan çok zaten Tanrısal bir güç… Ya Hızır, Ya Hızır, Ya Hızır yetiş carımıza boz atlı Hızır! Deyip duruyoruz. Hz. İlyas nerede kaldı? Benim söylediğime bakmayın, yine Alevi düşüncesi çok zengin, yoksa niye onlar da Hıdırellez desinler? Hızır/Elyas yani. Demek ki Elyas’ı, İlyas’ı da biliyor bu toplum.
Benim his dünyamda ise şu var sevgili dostlar; dünya tam bir döngü içinde, yeryüzündeki tüm insan toplulukları da bu döngünün on binlerce yıldır farkındalar. Yaşamları ister istemez bu döngüyle şekilleniyor. İşte dinler, mitolojiler, efsaneler, anlatılar, masallar, hikâyeler, menakıpnameler çok yoğun olarak evrenin döngüsüne uymuş insan topluluklarının yaşamlarını şekillendiren yasalarla ve geleneklerle birebir örtüşüyor. Bunda; Kürt – Türk fark etmiyor, Fars fark etmiyor, Ermeni, Rum fark etmiyor. Doğanın içinde yaşayan insan denen varlık da, a’dan z’ye doğanın evrensel yasaları içinde var olabiliyor. Ona anlam kazandıran felsefe ise kültür dediğimiz yine de doğa- insan – yaşam bütünlüğünde gizli. Kosmos denen ise insanın ona yüklediği anlamlarla belirginleşiyor.
Çok kabaca hem yaşamına, hem inancına, hem ruhuna işleyen bu döngüde Türk – Kürt toplumu içindeki Alevi - Bektaşi kitlesi doğanın esiri olduğu, kıtlığa, açlığa, çaresizliğe, kimsesizliğe, yalnızlığa karşı mazlumca duruşuyla cümle eren ve evliyaların başındaki Hızır’ı en büyük yar ve yardımcısı olarak görmüş. Hızır’ın çağrılmadığı yerde ise işte aynen ondan istediği şeyleri en yakınındaki, zihnindeki, anılarındaki, ruhundaki, duygularındaki eren-veli-evliyaları çağırırak onlardan medet dilemiştir. Onların kurtarıcıları “yer – su”, “gök- ata” “dağ- ağaç-orman” binyıllardır süregelen öz kültürlerinin ve inançlarının bir doğal uzantısı olan ulu erenlerdir. Bu bir putperestlik, puta – tapıcılık değil, bilakis “gerçeğin” ta kendisidir. Yani bugün Diyanet İşleri Bakanlığı’nın zehirli elleri içinde sıkılıp, boğulmak istenen; “türbelere mum yakılmaz, bez bağlanmaz, mezarda yatandan medet dilenmez, kulluk sadece Allah’adır, bunlar yaratıcıya şirk koşmaktır, bid’attır.” denilen kıyıcılıklara karşın tüm benlik ve ruhlarıyla yaşattıkları öz inançları – kültürleridir.
İsteyen Tanrı’ya istediği gibi ibadet eder, istediği gibi yakarır, Tanrı’yı istediği yerde, mekânda arar, bulur. Bin yıllardır insanları inanç ve ibadet farklılıklarından dolayı diri diri yakanlar, onlara idam fermanları yazanlar tüm dünyada milyonlarca insanın kanını dökmüşlerdir.
Zalimin zulmü altında inleyen, doğanın ölümcül kuşatmasında daralan, yokluğun pençesinde bunalan Anadolu ve Rumeli insanı işte binyıllar boyunca kendisine her şeyden yakın bildiği, en şekilsiz, en engelsiz, en kolay ulaşabileceği özden gelen yakarmalarını Hızır aşkıyla dile getirmişlerdir.
Boz Atlı Hızır; karlı dağları aşıp, dar günlerinde mazlumun imdadına yetişirken, hiç şüphesiz ki, birer canavara dönüşen denizlerdeki fırtınaların ellerinde mahrum kalan denizcilerin carına da yine İlyas Aleyhisselam yetişiyordu. Denize çok uzak olsa da Alevi - Bektaşi toplumu onun da varlığını biliyor, hissediyordu, benimsiyor.
Kışın zemheride Dersim’de kan kusturan soğukta her şey bitmiş, un bitmiş, yağ bitmiş, yakacak odun bitmiş, özlerinde “Hakk Muhammed Ali” aşkı çağlayan gül yüzlü canlar, ellerindeki en son malzemeleri toparlayıp hep birlikte lokma ederlerken, çerağları; belaların, musibetlerin def olması aşkına Hızır’ı çağırmak için yakıyorlardı.
İşte kışın en zor günlerinden önce aslında bir birlik lokması, bir birlik kurbanı daha vardı: Abdal Musa Birlik Lokması ve Cemi. Anadolu’nun birçok yerinde yaygın olarak yapılan bu uygulamayla, kışa girmeden insanların esenlikleri, hayır duaları için, çoluk-çocuk, görgülü – görgüden geçmeyen, müsahipli – müsahipsiz tüm canlar bu birliğe dâhil olurlar, hayır dualarla, yakılan çerağlarla kışa adım atılırdı.
Sonrasında ise; işte en çetin günlerde Hızır çağrılır, Hızır aşkına oruçlar tutulur, dilekler dilenir, Ya Hızır, Ya Hızır, Ya Hızır nidaları dağları, taşları inletirdi.
Gün döner, zaman ilerler… O koyu karanlık günler altındaki insanoğlu içerdedir, zar – zor malına davarına bakabilir. Bahçede her şey bitmiştir, kilerler boşalmıştır.
İşte sevgili canlar; “gece – gündüz” eşitliğinde her canlının türediği Toprak Ana’da bereketin işaretleri peydah olmaya başlar. Gece – gündüz eşitlenmiş, günler uzamış, kış hafiflemiş, zemherinin soğuğu azalmıştır. Bu ısınma, bu günlerin uzaması en büyük umuttur Anadolu ve Rumeli insanı için…
Ve… Günlerden o gün Gece ile Gündüzün eşitlendiği gün, Velayet sahibi, mazlumların yar ve yardımcısı, Adaletin kılıcı, Allah’ın Arslanı, Mertlerin Şahı, İmam Ali dünyaya gelmiş, kainat şereflenmiş, bolluk bereket günleri gelip yetişmiştir. Hatta Alevi - Bektaşi toplumu Hz. Fatıma Ana’yla Ali’nin evlendiği gün olarak da görürler Sultan Nevruz’u. Tüm yeryüzünde insanlığın ortak bayramlarından, çok özel günlerinden birisi olan Nevruz, yani gün dönümü, yeni gün başlangıcı Anadolu topraklarında da derin anlamlar ifade eder. İşte koyunlar kuzular, dallarda filizler çıkar, karlar eriyip toprak ısınmaya başlayınca hayata bereket gelir. Bu bereketi ister Güneş getirsin, İster Hakk Muhammed ile aynı nurdan olan ve Analığın – Doğurganlığın – Saflığın – Bereketin simgesi olan Fatıma Ana’nın eşi olarak Ali getirsin, hiç fark etmez…
Artık Nevruz’da; deliller yanar, sazlar çalar, nefesler söylenir, sütler dağıtılır Ali’nin doğduğu gün bugündür, diye.
İşte efendim; günler - devir ilerler, evren döngüdedir. Gelir; 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gün…
Cemreler yani evrensel olarak hayat kaynağının cilveleri- nazları, ısı kaynakları havaya, toprağa, suya, düştükten sonra kanın damarlarda yürümesi gibi, su da artık topraktan ağaçlara, dallara, tüm bitkilere doğru yürür. Güneşin enerjisini hiçbir kuvvet durduramaz artık. Yaz gelmiştir, her türlü dert tasa geride kalmıştır nihayetinde. Bolluk, bereket, üretim, çalışma, her türlü güzellik doğmuştur.
Peki, bunca güzellik neyin yüzü suyu hürmetine olmuştur?
Elbette bugün için Alevi - Bektaşi toplumunun bir bölümünün köklerini, özünü, ibadetinin anlamını, değerlerini bir tarafa bırakıp, birbiriyle uğraşmayı maharet saydıkları, boş işlerle uğraşıp boğuşmayı beceri saydıkları bu günlerde unuttukları bir büyük değerleri sayesinde olmuştur.
İşte can dostlar; yazın gelişine Hızır ile İlyas’ın bir araya gelmesi vesile olmuştur.
Hızır ile İlyas 5 Mayıs’tan 6 Mayıs’a kadar öyle derin, öyle özlü, öyle güzel muhabbet eylemişlerdir ki, tüm karalardaki, tüm denizlerdeki fırtınalar, karlar, kışlar bitmiştir, sona ermiştir.
Hızır ile İlyas öyle güzel bir dertleşme, öyle güzel can cana, cemal cemale, öz öze bir sohbet etmişlerdir ki, onların muhabbetlerinin aşkına topraktan bereket, denizden nimet, dağdan ılık rüzgârlarla huzur inmiştir ovalara…
Ekinler, emlik kuzular, burçaklar boy vermiş, hem karınlar, hem gönüller doymuştur.
Gönüller birlenmiş, gam – tasa – kasavet dağların arkasına çekilmiştir.
Külekler bal ile yağ ile dolmuş, çalışma bereketi, üretim, umut, sağlık, sevgi, birlik, dayanışma, tüm her yeri sarmış, sarmalamıştır.
Hızır İlyas da yine mekânlarına çekilmişler, el ele, gönül gönüle bu doğa barışını sağlamanın kıvancıyla yine dünyanın dört bir yanındaki mazlum, darda – zorda olanların imdadına yetişmek için yine bilinmezlikler içinde sır olmuşlar.
İşte tüm dünya insanlığı, elbette bu arada kendi camiamız Aleviler – Bektaşiler senliği – benliği- ikiliği, boş işlerle zaman geçirmeyi bir tarafa bırakıp öğretilerinin temeli olan “muhabbet meydanında bir olmayı” sağlayabilirlerse, bahara da ererler, yaza da ererler, üzerlerinde oynanan her türlü karanlık oyuna karşı birliğe de ererler.

Gerçeği görenlerin demine, devranına Hü dostlar, Hü…

Aşk ehline muhababbetlerimle…

Ayhan Aydın
6 Mayıs 2020

Rumelihisarüstü, Sarıyer

 

BUGÜN 6 MAYIS
H. Hüseyin YALVAÇ


Nasılda dik duruyor haklılık
Gözleri sonsuz sevdalı
Alnı mavi
Tekmelenen tabure
Düşüyor karanlığın başına
Sessizlik
Çığlık
Sabahın ilk göz ağrısı
Ağlıyor mahpushane avlusu
İnanıyor
Aslanlaşıyor
Ve geziyor yaşamak meydanda
Nasılda dik duruyor haklılık
Gözleri sonsuz sevdalı
Alnı mavi

Saray, 06 Mayıs 2020.

 

 

7 Mayıs,

 

Corona Günleri...


Nihayet özlem biter. Görmesem kendimde eksiklik hissettiğim Sultanahmet - Beyazıt Meydanı'na 2 ay sonra nihayet dün vardım. 2 ay içinde ilk kez maske takarak bindiğim otobüslerler çok tenha... Beşiktaş, Eminönü bile müşteri arayan taksicilerle dolu. En hareketli alan Sultanahmet- Beyazıt- Aksaray arası...
Bu gezide en dikkatimi çeken Ragıppaşa Kütüphanesi binası idi. Cadde üstünden zar - zor görünen, bir pencerelik alandan üstü açık bir türbe dışında, büyük kubbeli tarihi bir binaya gitmek mümkün görünmüyor. Çünkü dört bir tarafı dükkanlar ve duvarlarla çevrili. Demek ki kütüphanenin demirden yapılmış ana kapısından bir yol aranmalı...
Sirkeci'ye doğru bazı kitapçılar dükkanlarını açmaya başlamışlar...
Hey İstanbul, bu zor günleri de geride bırakıp, eski coşkulu günlerine elbet döneceksin...

 

 

7 Mayıs, 14:21 · 

Sonsuza kadar yurdumun üstünde, türküler susmaz, sevdalar bitmez...
"Kör olasın demiyorum, kör olma da gör beni..."
Ölümsüz bir çığlık oldun haksız nefretlere karşı...
İbrahim Gökçek ölümsüzler kervanına yürüdü...
Işıklar yoldaşın olsun.... Güle güle, keşke bu ülke seni yaşatabilseydi, güzel can insan...

 

 

Değerli Halk Ozanımız Osman Dağlı -
Maksudi'yi- Sevgi ve Özlemle Anıyoruz...
(7 Mayıs 1936 - 4 Ekim 2007)

Gerçek Ozan Az Gelir Geçer ''

Mide'den konuşan beyinsiz hoca
Savunduğu hak'dı Osman Dağlının
Senide göndersin diyanet hacca
Bir mezhebi yoktu Osman Dağlının

İşci emekçiy'di diyalektiği
Newroz ateşiydi dağ da yaktığı
Yaşamı boyunca karşı çıktığı
Bozuk düzen çark dı Osman Dağlının

İnsanda arardı edep haysiyet
Emekden sınıftan söz ederdi hep
Ne tarikat ne din nede bir mezhep
Övmediği Irk dı Osman Dağlının

Halk'lara özgürlük barış dilerdi
Her bir rengi bir beşiğe belerdi
Binboğanın pınarıyla sulardı
Sümbülleri koktu Osman Dağlının

Sizler bilmezsiniz kör zindanları
Şeyh Bedrettin Nazım Pir Sultanları
Gözlerinden düşen her damlaları
Denizlere aktı Osman Dağlının

Şiir yazdı sosyal emperyalizme
Yönü'nü dönmedi Oportonizme
Devrime sözlüydü ve Sosyalizme
Ondan alnı aktı Osman Dağlının

Canını koymuştu yoktur ötesi
Bozkır'da Ovada duyuldu sesi
Dinci Irkçı Faşist mafya çetesi
Düşmanı'da çoktu Osman Dağlının

Bozdoğan'ım kaldı boran da kış da
Hiç boyun eğmedi zalime puşta
Gerçek ozan ölmez yaşııyor işte
Her dediği çıktı Osman Dağlının

20.04.2020 — Hanifi BOZDOĞAN

 

 

"Oy senin gözlerine kör olam ben, benim gül yüzlü yavrum..."
Anaların yüreklerini yakan zalimler...
Bu ülkede insanların türkülerini yasaklamayın, inançlarına baskı yapmayan, asılsız suçlamalarla gerçekleri yazanları zindanlara doldurmayın...
Cemevlerine bomba atmayın...
Yeter oldunuz artık; İnsanları rahat bırakın, tüm inançlara ve inanç merkezlerine saygılı olun,
İnsanlığı ayaklarınız altında çiğnemeyin,
Vatan evlatlarına kıymayın,
İnsanların umut dağlarını yağmalamayın.

Yurt dışında reklamınız için kullandığınız Mevlana'yı gerçekten benimseyin. Pir Sultan Abdal gibi, Yunus Emre gibi, Hacı Bektaş gibi gerçekten hoşgörülü insan olun, herkese insan gibi davranın.
Dava insanlık davası, nedir bu senlik, benlik, diyen Aşık Veysel gibi olun!
Yüreğiniz varsa, gerçekten insansanız olursunuz...
Bu yurt bu ülkede yaşayan herkesin vatanıdır. Kimsenin kimseden bir üstünlüğü, bir ayrıcalığı yoktur. Bunu bu şekilde görmeyenler bu ülkenin gerçek dostu olamazlar...

Velhasıl;

"Ne mutlu ki bize insan olmuşuz,
İnsan sevgisini gerçek bilmişiz,
İnsanın dalında açıp gülmüşüz,
Muhabbet insana, insan olana." RUHİ SU

 

 

Ramazan sonunda Türkiye'de coronadan ölen kalmayacak sanırım.

Çünkü çok şükür ki, her şeye Muktedir'imiz var sonuçta...

 

 

Geçen sene amatör kameramla Antalya'da çektiğim İlyas Şimşek (Kulcan) söyleşisi Can Tv.'de yayınlandı. Muhabbet ehline aşk ile...

 

Gümüşhane Şiran Yeniköy'den, bir yıl önce Hakk'a nail olan çok sevgili büyüğümüz Nazime Aydın'ı sevgi ve özlemle yad ediyoruz. Ruhu şad olsun. Işıklar içinde yatsın...

 

NAZİME AYDIN HAKK'A YÜRÜDÜ...
Gümüşhane Şiran Yeniköy'den, 1986'da Hakk'a yürüyen Hamza Aydın'ın eşi, köyün ulu çınarlarından, seferberlik anılarının canlı tanığı, insanları birbirinden ayırmadan seven, Ehlibeyt bendesi çok sevgili Nazime Aydın (90) Ankara'da Hakk'a yürümüştür. Cenazesi yarın, saat: 20.00'de Ankara'dan memlekete götürülecektir.
Nazime Hala'nın devri daim, devri asan, menzili mübarek olsun. Hatice Anamız, Fatıma Anamız, Zeynep Anamız ve cümle Ehlibeyt analarına komşu olsun, nur göllerinde yatsın, yattığı yerden incinmesin.
Cümle sevenlerinin, akrabalarının ve tüm Yeniköylülerin başı sağ olsun...

 

 

Ne çok şey yazıp söylemek isterim. Başka bir zaman yürek yangını anında yazarım elbette içimdekileri. Benim annem de tüm analar gibi hayat boyu biz insanoğlu denen varlığın yaşamasının temel dayanağı, üzerimizdeki ta ki biz toprağa girinceye kadar bizi koruyan koruyucu örtümüzdür.
Başta canım annem olmak üzere, çok sevgili rahmetlik babaannem, anneannem, birbirinden ayırmadığım teyzelerim, halalarım, yengelerim, kuzenlerim, cümle hısım akraba ve tanıdıklarım ve yeryüzündeki tüm kadınların Anneler Günü kutlu olsun.
Cennet diye bir yer varsa elbette Cennet Anaların Ayakları Altındadır; Yeter ki, zaman zaman hayduta dönüşebilen biz erkekler onları ayaklarımız altına almayalım!

 

 

Corona Günleri
Önceki gün Kadıköy'e geçtim. Bahar gelse de neşesi gelmemiş daha Kadıköy'e... Ayıptır söylemesi acımdan öldüm, "paket servis" de yok gibiydi... Ramazanda memleketim Şiran'da olmak gibiydi durum yani. Bir bardak çay içmek ise mucizevi bir şey oldu... Neyse bu günler de geçecek şehir yavaş da olsa eski neşesine kavuşacak elbette...

 

Kalem
İlim bir altın kemerdir
Düşmesin belinden
Dilin, tarihin temelidir
Geleceğe seni taşıyan kalemdir
Düşmesin elinden

(Raşit Kara, Güzel İnsan, Şiir, Anka Ofset, Şubat 1993)

(Fotoğraf: Ayhan Aydın, Cumhuriyet Gazetesi Önü)

 

El Kapusunda

Acılar ekmeğim umut katığım
Yaban ellerinde el kapularında
Sevgi denen şeye hasret kalmışım
Yaban ellerinde el kapularında

Feleğin çarkına böyle takıldım
Küçük yaşta ağalara satıldım
Kaya Özlük idim Haydari oldum
Yaban ellerinde el kapularında

 

Keskinli Aşık Haydari - Kaya Özlük

 

 

Sıla kokar ekmeğinde garibin.
Çorbasında acıları ha kaynar,
Hayal değirmeninde özlemler öğütür, yanar.
Mesafeler hora teper
Zaman yumak yumak,
Çözemez gayrı oturur ağlar
Gurbette gün doğar, sılada batar.

 

Ali Kemal Gözükara


Sabah erken kalkan, bir plânı olan bir dernek kuruyor veya bir bildiri yayınlıyor. Zavallı Alevi - Bektaşi toplumu da kendisini buna dahil olmak zorunda hissediyor. Güzel kardeşim; sen yeter ki Yolunu, Yolunun değerlerini yaşa-yaşat, bu sana yeter de artar bile.

 

 

Gülşen Kızılgöz Anamızın Şah İsmail Hatayi için yazdığı şiir...

Şah oğlu canımı almaya gelse
Gönlüme gülleri eker o zaman
Fırat'tan bir yudum su sunup verse
Şahın ektiği gül biter o zaman

Erdebil'e gidip mekanın görsem
Gözümün yaşıyla duvarın örsem
Darı Mansur olup darına dursam
Belki günahımdan geçer o zaman

Şahımın sevgisi serimde vardır
Şaha hizmet etmek kıymetli kârdır
Tomurcuk demeti yürekte vardır
Arılar gülünü seçer o zaman

Bir gece şahımı gördüm düşümde
Mavi kaftan kızıl tacı başında
Zülfükar elinde düldül atında
Yaşı onüç ondört imiş o zaman

Yürüdüm oturdum hep şahım dedim
Şahımın tahtını gönlüme kurdum
Ne kadar cevretse hep evet dedim
Hayır dedim ise sorsun o zaman

Kızılgöz Gülşen'im nasip olursa
Gönül arzu ettiği şahı bulursa
Şah Hüseyin aşkına bir su verirse
Ruhum muradına erer o zaman

Gazeteci Yazar arkadaşımız Sayın Kelime Ata'dan alınmıştır...
Gülşen Anamıza bin muhabbet duygularımızı sunuyoruz...

 

2. Ölüm Yıldönümünde Erdoğan Günel'i Sevgi, Saygı ve Özlemle Anıyoruz.

Gümüşhane Şiran Yeniköy'den tüm tanıyanların çok sevdiği can insan, köyümüzün hocalarından Erdoğan Günel muhabbetle yad ediyoruz.

Erdoğan Abi; Yolumuzu yol eyledin, gönlümüzü bir eyledin, sevgimizi coş eyledin...
Şimdi bu kadar erken çekip gitmek var mıydı?
Yeniköy'deki cemevi için tüm aşkını, enerjini, sevgini verdin.
Erdoğan Abi, hatıraların gönlümüzde hep yaşayacaktır. Yolun açık olsun.
Hakk Ehlibeyt'e komşu eylesin, devri daim, menzilin mübarek olsun. Sonsuz ışıklar içinde yatasın.

 

Sendikacı, Devrimci, Dürüst Bir Yazar
ZİHNİ T. ANADOL'la Bin Selam...
(1918- 11 Mayıs 1999)

 

1990'larda İ. Ü. Gazetecilik Bölümünde öğrenciyken Sultanahmet'teki Kavga (Kervan) Dergisi günlerinde tanımıştım onu. Sakin, mütevazi, bilge bir duruşu vardı. Birçok etkinlikte birlikte olduk. Derken bir kısımını kendisinin bana hediye tüm kitaplarını alıp okudum. Pırıl pırıl bir insandı. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Sonsuz ışıklar içinde yatsın...

...

 

 

Araştırmacı – Yazar Baki Öz’ü sevgi ve saygıyla anıyoruz.
Alevilik - Bektaşilik, Atatürk ve Cumhuriyet Dönemiyle ilgili birçok kitabı yayınlanmış, mütevazı kişiliğiyle herkesin takdirini kazanmış, uzun yıllar birlikte çalıştığımız, çok sevgili Araştırmacı – Yazar Baki Öz (1949-8 Mayıs 2002) hocamızı sevgi, saygı ve özlem anıyoruz.
Çalışma aşkı, ürünleri, kişiliği her daim genç nesillere örnek olacaktır. Sonsuz ışıklar içinde yatsın…

 

 

Zil çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,
Duyacağım, evlerden, kırlardan, denizlerden;
Tâ içimden birisi gidecek ardınızdan uça ese...
Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.

Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,
Duyacağım, iskelelerden, istasyonlardan bütün;
Tâ içimden birisi koşacak ardınızdan...
Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.

Sonra bir gün zil çalacak yine,
Hiç kimseler, kimsecikler duymayacak...
Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz...
Tâ içimden birisi kalacak oralarda...
Ben gideceğim.

Zeki Ömer Defne
Kayıt Tarihi : 25.12.2002 19:01:00

 

 

Gönülden Gelen Deyişler…

Çok sevgili Kemal Bülbül’ün Aleviliğin değerlerini, insanlığın erdemlerini, yaşadığımız yaralı coğrafyanın feryatlarını birbirinden güzel dizeleriyle daha doğrusu deyişleriyle dile getirdiği, “Bülbül-i Şeyda Divanı”nın birinci cildini okuyup bitirdim.
Her bir şiirinden ayrı haz aldığım, duygulandığım, içlendiğim, zaman zaman isyan ettiğim bu divan, çağımız insanı için yaşadığı günlerin de, yaşadığı coğrafyanın da, köklerindeki inancının da bir güldestesi gibidir.
Yüreği var olsun üstadın, ne ısmarlama şiir yazılabilir, ne de hangi kimlikten olursanız olun, sadece fikir beyan etmek için kelime kurgularıyla oluşan dizelerin bir şiir tadı olabilir.
Onu; Şehitler Serdarı İmam Hüseyin’in tarihler durdukça anılacak ölümsüz mücadelesinde Kerbela’ya, Koca Haydar’ın yurdu Banaz Yıldız Dağı’nda, ozanlar piri Pir Sultan’ın diyarı’na, kültürler beşiği kadim uygarlık merkezi Diyarbakır’a, yüreği yaralı anaların da bağrına, duygu dünyalarına kurulan, gönlü sevgi çağlayanı dizeleriyle selamlıyorum…
İnancını, kökenini, ruhunu inkâr etmeyenlere aşk olsun…
Bu yurtta umutlar tükenmez, sevdalar bitmez, bu devranın kör olası zalim çarkları, zindanları yıkılıncaya kadar özgürlük türküleri her daim, her dilde söylenip, evrende sonsuza kadar yankılanır.
Bağrında sevgi ateşi yananlara, birlik meydanı kuranlara, yaralı gönüllere merhem olanlara bin selam olsun…

Muhabbet ehline aşk ile…

Ayhan Aydın

14 Mayıs 2010,
Rumelihisarüstü, Sarıyer

 

Hakkını yedirmez, zalim gaddara
Varsılı az olur, çoğu fukara
İkrarını darda vermiş Mansur’a
Harama dokunmaz helali vardır

Şeriat, tarikat, geride kaldı
Arifler aşk ile çok menzil aldı
Hakikat aşkıyla ummana daldı
Kirlisi bulunmaz zelali (duru) vardır

İnancımız birdir, dilimiz ayrı
72 millet bir olsun gayrı
Zalimin mazluma olur mu hayrı
İsyana çağıran gel geli vardır

Bülbüli Şeyda’yım yol süreğinde
Yağmur damlasında, dağ çiçeğinde
İsyankâr olmuşum, bak yüreğimde
Zülfikar kuşanmış bir Ali vardır…
6 Ekim 2011, Ankara

 

Şahı Şahidan Hüseyin

Şehitlerin Şahı canım Hüseyin
Ben senin yoluna candan olurum
Şahı Merdan ile Zülfikar kuşan
Mazlum cengâvere meydan olurum

Aşkını zikreder Kerbela’da kum
Ana Fatma ile birlikte duydum
Ne cemalini çevir ne gözünü yum
Zifiri karanlık zindan olurum

Ne olacak söyle, mazlumun hali?
Masum u Paklar’ın bizde vebali
Bir himmet eylese medet Ya Ali!
Zülfikar misali kından olurum

Natık-ı Hakikat seni dinlesem
Telli Kuran gibi aşkla inlesem
Hüseyin’in bir tek “Hü”yü anlasam
Mürşidi kâmile irfan olurum

Alınca ağzıma Hüseyn’in ismin
Ürperir yüreğim, zikreder cismim
Yüzünde Ali’nin Fatma’nın resmin
Ben o Mihr ü Mah’a seyran olurum

Düldül’ün şahlansa, uçsa Zülcenah
Hikmetin sırrına olurum penah
Ne bir eksik vardı, ne de bir günah
Cemalin nuruna hayran olurum

….

Umut galip gelir, acılar diner
Mazlumun direnci, zalimi yener
Salınarak suya bir ceylan iner
Fırat kıyısında reyhan olurum

Emelim kurtuluş, sevgidir işim
Yükün ağır geldi ondan ateşim
Gerçeğe dönüşse özgürlük düşüm
Senin aşkın ile mestan olurum

Ali’yi anlatsam, Mansur’u ansam
Darda sır olup da çölde uyansam
Ben de sizin gibi tutuşup yansam
Kerbela’dan beri destan olurum

Yüreğim aşkınla, mekânı ribat
Eyüp keremiyle eylerim sebat
Dönüşüp topuma olsam bir nebat
Çoğalıp çöllerde orman olurum

Bülbüli Şeyda’yım bitmez bu fasıl
Cevap aradığım şu soru asıl
Söyleyin erenler acaba nasıl,
Hüseyin’in yoluna kurban olurum?
21 Ekim 2014, Ankara

Kemal Bülbül, Yol Cümleden Uludur, Bülbül-i Şeyda Divanı (1.), Su Yayınları, 2019, İstanbul

Fotoğraf: Yahya Kemal Bayar, Divriği Gazetesi, 14 Mart 2020, Kadıköy

 

 

 

Hayat Elbette Normalleşmeli...
Kimse bu büyük salgını küçümseyemez. Eyvallah. Ama nereye kadar? Bir Almanya değiliz biz. Bazılarının keyfi çok yerinde, bazıları epey paronaya olmuş, kimileri de bundan vazife çıkarır gibi. Ben uzman değilim, Türkiye'nin yarısı uzman zaten bu yetiyor. 2-3 ay bu durum sürerse bundan tüm Türk milleti geri dönülmez bir şekilde zarar görecek bence.
Neyse ben İstanbul'da en sevdiğim gezi güzergahlarından birisini bir gezi yaptım bugün. Sirkeci'den, Sultanahmet'e, oradan Kadırga'ya ve Yenikapı'ya kadar yürüdüm. Hayat canlanmaya başlasa da, dükkanların çoğu kapalı. Sultanahmet Meydanı halka açılmış ama Gülhane Parkı ve birçok park hala kapalı...
Ne diyelim ülkemiz için en hayırlısı neyse o olsun.
Muhabbetlerimle...
Ayhan Aydın

 

14 Mayıs

 

Aksaray'da Tezveren Dede
Tüm Türkiye ve de İstanbul türbeler, ziyaret mekanları cennetidir. Halk inancını biraz da bu ziyaretlere gelip dilek dileyerek, medet umarak, hayır himmet dileyerek yaşar. Tezveren Dede, Baba tamlaması ise çok sık karşılaşılan bir sıfat. İsteğin tez zamanda verilmesi dileği vardır bu isimlendirmenin altında.
Her zamanki gibi havada leyleklere baka baka değil de; çevrede ne var, ne yok, hayat nasıl akıp gidiyor, düşüncesiyle her yere bakıyoruz. Elbette daha önce de yayınladığım gibi, dünkü gezimde de yol ortasındaki bu türbeyi gördüm.
İstanbul Laleli'de, Aksaray'a yakın Langa'da Tezveren Dede türbesi var.
Katip Kasım İlkokulu'nun yanında olan türbenin üzerinde ise bambaşka şeyler yazıyor. "Bu kabir Şeyh Ramazan-ı Halveti halifesinden Şeyh Mahmut Efendiye aittir." Ben bir Halveti Şeyhinin "Tezveren Dede" olarak nitelendirildiğini duymadım. Duyan varsa gerçekten buraya yazsın, belki de yanılıyorumdur, kim bilir?
Ama hemen yakınlarda Laleli Baba türbesinin de bulunduğu, Kızıltaş Sokaktaki bu türbe bir Alevi- Bektaşî türbesi olmasın?
İşte böyle sevgili canlar; bizler bunları araştırmazsak, önemsemezsek, sahip çıkmazsak, daha çok boş boş konuşup birbirimizle uğraşarak zaman kaybederiz.
Elbette bu arada sahte dernekler, sahte dedeler artar durur... Asıl kurumlar görevlerini yapmazlarsa bir gün bu günleri de ararız elbette.
Muhabbet ehline aşk ile...

Ayhan Aydın
15 Mayıs 2020

 

Şevki Koca Yaşıyor…

Büyük bir sevgi ve aşkla araştırmalar yapan en verimli çağında sonsuzluk âlemine göçen Araştırmacı – Yazar Bektaşi Dervişi Şevki Koca’yı (30 Temmuz 1953 /  5 Mayıs 2003)

unutmadık. Her daim sevgi, saygı, minnet ve hasretle anıyoruz… Anısına sonsuz saygılarımızla.  Erenler Katarı’na katılan ruhu şad olsun… Sonsuz ışıklar içinde yatsın…

 

 

Hanife Çelik

 

Sevgili Dostlar; geçen seneki Almanya gezimde Darmstadt’ta, çok değerli İsmail Çelik dostumuz sayesinde tanıştığım, cemevindeki sohbetlere, cemlere geldiğini gördüğüm, beni evinde mihman eden, çok sevgili Halis Çelik (1940) amcamızın çok sevgili eşi, dünyalar tatlısı, canlar canı, güler yüzlü insanımız Hanife Çelik’in Hakk’a nail olduğunu öğrendim.
Kendisiyle yaptığım söyleşide de, yaşam öyküsünü anlatan ve Gümüşhane Şiran Aşağı Şemük (Paşapınar) Köyü’nden Hanife Çelik canımızın; devri daim, devri asan, menzili mübarek olsun.
Yattığı yerler çiğdem bahçesi olsun.
Nurlar içinde yatsın sevgili canımız…

 

16 Mayıs 2020

 

 

Nezir Erdil Hakk’a Nail Oldu…

Bursa İnegöl’e bağlı olan ve Hasan Dede Türbesi’nin de bulunduğu Şehitler Köyü’nden bilge insan Âşık Nezir Erdil’in dün Hakk’a nail olduğunu öğrendim. Özellikle Hakkı Saygı ve Abidin Harman Babalarla yaptığımız inanç önderleri çalışmalarında, gezilerde görüştüğümüz,  kendisiyle söyleşi yaptığım, Bursa – İnegöl, Hasan Dede hakkında aydınlatıcı bilgilere sahip, Nezir Erdil yaşayan bir kültür hazinesiydi.

Alçakgönüllü, misafirperver, nüktedan, Yol erkân konularında yöredeki en bilgi birikimine sahip,  her daim birlik ve beraberlikten yana tavır koymuş Nezir Erdil, bölge toplumunun hafızasıydı.

Bu gül yüzlü aşığımızın devri daim, devri asan, menzili mübarek olsun. Yattığı yerler çiğdem bahçesi olsun. Işıklar içinde yatsın… Yaktığı aydınlanmacı meşale ona her yerde, her daim delil olsun…

Gerçekler demine hü dostlar, hü…

 

17 Mayıs 2020

 

 

6 Mayıs 2002 Gezi Notları…

Bursa, İnegöl, Şehitler Köyü

Ayhan Aydın

 

Aynı akşam İnegöl’e bağlı dedelerin olduğu Şehitler Köyü’ne hareket ediyoruz.

Bölgenin en çok bilinen köyünde bizi cemevinde semahlarla karşılayan köy halkına ve dedelere ziyaretimizin nedenini anlatıyoruz.

Daha sonra halk dağıldıktan sonra bölgenin en bilgili insanlarından birisi olan Nezir Erdil’in yanında Haydar Akça, Müslim Akça’yla sohbet ediyoruz.

Nezir Erdil inanca yönelik konularda çok bilgili.

Civardaki dedelerden ziyade Aleviliğin hem tarihsel, hem de inançsal boyutlarını bize çok iyi açıklayan Erdil, aynı zamanda bölge kültürüne de vakıf, yardımsever bir inanç önderi görünümünde.

Nezir Erdil, halk ozanlığı geleneğinin, dedeliğin, babalığın aslında birbirinde hiçbir farkı olmayan inanç yapıları olduğunu, bunların birbirini tamamladığını, birbirinden güç aldıklarını söylüyor.

Aynı akşam saat gece üçe kadar süren sohbetten sonra sabah erken kalkıp Nezir Erdil’in de refakatiyle Kurşunlu Nahiyesi’ne gidiyoruz.

Haydar Akça’dan aldığımız bilgiye göre; Hacı Muradi Ocağı’ndan insanların yaşadıkları köyler: Şabanözü, Bulgurlu Köyü; Çubuk, Garkın Köyü; Bursa İnegöl, Şehitler Köyü.

Ankara’da bulunan Hacı Muradi ve Turabi Ocağı mensupları bir araya gelip bazı ortak kararlar alıp, erkânların, cemlerin ortak uygulanması konusunda fikir birliğine varmışlar.

Şehitler köyünün nüfusu; 200 Hane, 800 kişi.

Her sene mayısın birinci veya ikinci pazarı Hasan Dede etkinlikleri yapılıyor. Haydar Akça Dede’nin talipleri Ankara’da Keçiören, Dikmen (İlker) ve Kuşçağız’da. Talip Köyleri: Çubuk, Kösrelik, Tepeköy, Sarısu, Galfat; Şabanözü: Bulgurcu, Kutluşar, Asarcık.

Okuyanlar büyük şehirlere göçüyorlar.

Şehitler Köyü çok güzel bir görüntüye sahip.

Bu inancına, kültürüne bağlı insanlar, geleneği tam anlamıyla yaşatıyorlar. Ayrıca çok misafirperver de olan köylüler her zaman kapılarının köyü ziyaret için gelenlere açık olduğunu söylüyorlar.

 

Hasan Dede Türbesi

Köyde yörenin en önemli ziyaret mekânı olan Hasan Dede Türbesi yeşillikler, ağaçlar, çiçekler içinde. Oldukça iyi bir çevre düzenlemesiyle gelen konukların ağırlandığı türbe yanında, her yıl kendi adına yapılan etkinlikler için yapılan bu iş düzenlenmiş bir alanı, önündeki çeşmesi, karşısındaki Uludağ’ı çok mükemmel gören manzarası, iyi korunmuş mezarlığıyla köyde mutlaka ziyaret edilmesi gereken mekân Hasan Dede Türbesi.

Bunun yanında köyde başka ziyaret yerleri olduğunu da söylemeliyim.

 

Fotoğraflar: Ayhan Aydın

 

Gönülden Gelen Deyişler…

 

Çok sevgili Kemal Bülbül’ün Aleviliğin değerlerini, insanlığın erdemlerini, yaşadığımız yaralı coğrafyanın feryatlarını birbirinden güzel dizeleriyle daha doğrusu deyişleriyle dile getirdiği, “Bülbül-i Şeyda Divanı”nın birinci cildini okuyup bitirdim.

Her bir şiirinden ayrı haz aldığım, duygulandığım, içlendiğim, zaman zaman isyan ettiğim bu divan, çağımız insanı için yaşadığı günlerin de, yaşadığı coğrafyanın da, köklerindeki inancının da bir güldestesi gibidir.

Yüreği var olsun üstadın, ne ısmarlama şiir yazılabilir, ne de hangi kimlikten olursanız olun, sadece fikir beyan etmek için kelime kurgularıyla oluşan dizelerin bir şiir tadı olabilir.

Onu;  Şehitler Serdarı İmam Hüseyin’in tarihler durdukça anılacak ölümsüz mücadelesinde Kerbela’ya, Koca Haydar’ın yurdu Banaz Yıldız Dağı’nda, ozanlar piri Pir Sultan’ın diyarı’na, kültürler beşiği kadim uygarlık merkezi Diyarbakır’a, yüreği yaralı anaların da bağrına, duygu dünyalarına kurulan, gönlü sevgi çağlayanı dizeleriyle selamlıyorum…

İnancını, kökenini, ruhunu inkâr etmeyenlere aşk olsun…

Bu yurtta umutlar tükenmez, sevdalar bitmez, bu devranın kör olası zalim zindanları yıkılıncaya kadar özgürlük türküleri her daim, her dilde söylenip, evrende sonsuza kadar yankılanır.

Bağrında sevgi ateşi yananlara, birlik meydanı kuranlara, yaralı gönüllere merhem olanlara bin selam olsun…

 

Muhabbet ehline aşk ile…

 

Ayhan Aydın

 

14 Mayıs 2010,

 Rumelihisarüstü, Sarıyer

 

 

Hakkını yedirmez, zalim gaddara

Varsılı az olur, çoğu fukara

İkrarını darda vermiş Mansur’a

Harama dokunmaz helali vardır

 

Şeriat, tarikat, geride kaldı

Arifler aşk ile çok menzil aldı

Hakikat aşkıyla ummana daldı

Kirlisi bulunmaz zelali (duru) vardır

 

İnancımız birdir, dilimiz ayrı

72 millet bir olsun gayrı

Zalimin mazluma olur mu hayrı

İsyana çağıran gel geli vardır

 

Bülbüli Şeyda’yım yol süreğinde

Yağmur damlasında, dağ çiçeğinde

İsyankâr olmuşum, bak yüreğimde

Zülfikar kuşanmış bir Ali vardır…

6 Ekim 2011, Ankara

 

Şahı Şahidan Hüseyin

 

Şehitlerin Şahı canım Hüseyin

Ben senin yoluna candan olurum

Şahı Merdan ile Zülfikar kuşan

Mazlum cengâvere meydan olurum

 

Aşkını zikreder Kerbela’da kum

Ana Fatma ile birlikte duydum

Ne cemalini çevir ne gözünü yum

Zifiri karanlık zindan olurum

 

Ne olacak söyle, mazlumun hali?

Masum u Paklar’ın bizde vebali

Bir himmet eylese medet Ya Ali!

Zülfikar misali kından olurum

 

Natık-ı Hakikat seni dinlesem

Telli Kuran gibi aşkla inlesem

Hüseyin’in bir tek “Hü”yü anlasam

Mürşidi kâmile irfan olurum

 

Alınca ağzıma Hüseyn’in ismin

Ürperir yüreğim, zikreder cismim

Yüzünde Ali’nin Fatma’nın resmin

Ben o Mihr ü Mah’a seyran olurum

 

Düldül’ün şahlansa, uçsa Zülcenah

Hikmetin sırrına olurum penah

Ne bir eksik vardı, ne de bir günah

Cemalin nuruna hayran olurum

 

….

 

Umut galip gelir, acılar diner

Mazlumun direnci, zalimi yener

Salınarak suya bir ceylan iner

Fırat kıyısında reyhan olurum

 

Emelim kurtuluş, sevgidir işim

Yükün ağır geldi ondan ateşim

Gerçeğe dönüşse özgürlük düşüm

Senin aşkın ile mestan olurum

 

Ali’yi anlatsam, Mansur’u ansam

Darda sır olup da çölde uyansam

Ben de sizin gibi tutuşup yansam

Kerbela’dan beri destan olurum

 

Yüreğim aşkınla, mekânı ribat

Eyüp keremiyle eylerim sebat

Dönüşüp topuma olsam bir nebat

Çoğalıp çöllerde orman olurum

 

Bülbüli Şeyda’yım bitmez bu fasıl

Cevap aradığım şu soru asıl

Söyleyin erenler acaba nasıl,

Hüseyin’in yoluna kurban olurum?

21 Ekim 2014, Ankara

 

Kemal Bülbül, Yol Cümleden Uludur, Bülbül-i Şeyda Divanı (1.), Su Yayınları, 2019, İstanbul

 

 

Corona Dayatmalı Günler...
Dünyada salgının sonradan yayıldığı ve gelecekte yoğun yayılacağı ülkeler dışında, sanırım Türkiye gibi ender ülkeler, bu paranoyu bu kadar ciddi sürdürecekler... Haşa hiç bir şeyi küçümsemiyorum, yalnızca abartılar için yazık, diyorum.
Bu günlerde bol bol kitap okumaları, dinlemeleri, her türden yoğun belgeseller ve kendi çalışmalarımla ilgileniyorum.
Bol bol yemek yapıp, yiyorum. Nuh Nebi günlerindeki gibi artık elde ne varsa tencereye atıyorum. Tereyağı olduğu için her daim bir lezzet oluyor...
Tarımda kendi kendine yeten dünyadaki 8 ülkeden birisi olan Türkiye'de tarımı, hayvancılığı bitiren ve buna göz yumanlar utansınlar, diyorum...

Muhabbet ehline aşk ile...

Ayhan Aydın...

 

İbrahim Kaypakkaya, Prof. Dr. Türkan Saylan

Tam bağımsız, özgür bir Türkiye özlemiyle mücadele eden, bu uğurda işkenceyle öldürülen devrimci önderlerden İbrahim Kaypakkaya'yı ve Atatürkçü cumhuriyet ilkelerinin yılmaz savunucusu Prof. Dr. Türkan Saylan'ı sevgi, saygı ve özlem anıyoruz...
Bunlar yurdumuzun aydınlığı için çaba harcayan önderlerdir...
Anıları ölümsüzdür; dünyadaki hiç bir güç onların köklerini de, dallarını da, çiçeklerini de yok edemez...

18 Mayıs 2020

 

19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı

 

Bağımsızlık meşalesini yakıp, bir bütün olarak vatan savunmasında halkı birleştiren, çağdaş cumhuriyetin temellerini atan ve bu yurdun geleceği için ana yapı taşlarını ören büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ve tüm mücadele öncülerini, bu uğurda canlarını veren şehitlerimizi, büyük bir sevgi, saygı ve muhabbetle anıyoruz...
19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı herkese kutlu olsun...
Gençlerimizin her daim önleri açılsın, tümünün gelecekleri aydınlıklar içinde olsun...
Yaşasın; tam bağımsız, özgür, bilim yolunda ilerleyen çağdaş Türkiye ülkümüz ve özlemimiz...
Yaşasın; hak, hukuk, adalet değerlerine dayanan laik cumhuriyet hedefimiz...
Yaşasın; ırk, inanç, köken, cinsiyet ayrımı gözetmeyen çoğulcu demokrasi ideallerimiz...
Türkiye, bu ülkede yaşayıp bu ülke değerlerini, güzelliklerini ve yaşanılan zorlukları hep birlikte paylaşanların ortak yurdu ve vatanıdır...
Yaşasın; bilinçli bir vatandaş olarak hiç kimseyi ayırmadan her zaman, her yerde ortak üretip, ortak tüketebilme ve ülkesine sahip çıkabilme erdemine sahip olanlara...

Aşk ile...
Muhabbet ile...

Ayhan Aydın...
18 Mayıs 2020

 

 

Her Şeyin İlacı Sevgidir, Sevgi

 

Adil Ali Atalay, 86 yaşında Korona’yı yendi.

 

İsmim Adil Ali hem Vaktidolu
Dinim insan mezhebim vicdan yolu
Bu dünyada her fikre saygım var
Aşksız geçen bir an bile bana dar.

 

“Dert gezer derman gezer, itikattadır nazar”

 

Alevi Bektaşi camiasının duayen isimlerinden, gerçek anlamıyla bir çınarımız, Yazar, Yayıncı, Halk Ozanı Adil Ali Atalay (Vaktidolu) yakalandığı korona virüs hastalığını yenerek, sağlığına tam kavuştu.
Bir süre Cerrahpaşa Hastanesi’nde yatan, evindeki sürece de tamamlayan Adil Ali Atalay, bu hastalığı sevgi, çalışma aşkı, hayata bağlılığıyla yendi. Şimdi ise Korono üzerine yazdığı ve dostlarının kendisine gönderdiği şiirlerin derleyip bir kitabın hazırlıklarını bile bitirdi.
Aşk olsun ona, onun gibi yaşama ve çalışma azmini, aşkını hiçbir gün ve saat bırakmayanlara…
Gençlere gerçekten de örnek bir büyük değerimiz Adil Ali Atalay’ı bir kez daha en derin duygularımızla selamlıyor, çok çok geçmiş olsun, diyoruz...

Muhabbet ehline, saygılarımla…

 

Ayhan Aydın
20 Mayıs 2020

 

Birlik Meydanı Yıkılmasın…

 

Alevi - Bektaşi dünyasının inanç- kültür ve bilinç merkezlerinden, Pir Hacı Bektaş Dergâhı (Ocağı) sevgi ve muhabbet ateşiyle yanar, burada hamlar pişer, şaşkınlar yola gelir.  Ne Osmanlı’nın ne de başka dayatmaların eseridir, bilgeler bilgesi Hacı (Hace) Bektaş Veli’ye gösterilen sevgi, saygı, bağlılık. Ermişler, dervişler, dedeler, analar, babalar yurdu, umut kapısıdır, mürşitlik makamıdır Hacı Bektaş Ocağı-Tekkesi.

Fazla lafa gerek yok, her daim nice hileli oyunları görmüştür bu toplum. Kurt dumanlı havayı severmiş. Güzel yurdumuz Türkiye’den, Anadolu’muzdan sis- pus, oyun hiç eksik olmuyor…

Hacı Bektaş Veli Ocağı (Dergâhı) birlik meydanıdır. Menfaat için, çıkar için, küçük veya büyük oyunların adi, basit figüranları her daim olmuştur. Para için, makam için, bir yerlerden aferin almak için her türlü hileli yolun içine girenler haramzade, düşkün, şaşkın, ikiyüzlü bölücülerdir.

Bu vatan, bu yurt, bu topraklarda birer vatandaş olarak yaşayan Alevi’siyle – Sünni’siyle, Türkü’yle, Kürd’üyle, Ermeni’siyle, Çerkes’iyle, Hıristiyan’ıyla, İnananı ve İnanmayanıyla hepimizindir.

Sevgi çağlayanı Serçeşme’de suları bulandırmak isteyenler, Alevilerin – Bektaşilerin düşmanlarıdırlar.

Ezelden ebede eyvallah demişiz, dostluğa, barışa, birliğe, kardeşliğe…

Eyvallah etmemişiz ne saraya, ne sultana, ne bezirgânlara…

Gün be gün, bu yola zarar veren kişilerin, adı dernek olan bazı yıkıcı odakların birliğimize zarar vermesine müsaade etmemeliyiz.

Hiçbir şey tesadüf eseri değildir. Türlü bahanelerle Aleviliğin – Bektaşiliğin değerlerini sözde savunur görünenlerin vay haline…

Yolumuz birlikten, beraberlikten geçer…

Veliyettin Ulusoy bugün Hacı Bektaş Ocağını temsil eden Çelebiler’in, Alevi – Bektaşi toplumunun en önemli temsilcilerinden birisidir.

Birlik yeri ve adresi bellidir. Düzene uyup, yüzyıllardır olduğu gibi türlü bahanelerle bu toplumu bölmeye, parçalamaya, zayıflatmaya kimsenin gücü yetmeyecektir, bu toplum bir arada durduğu müddetçe.

Can kurban, yolu yaşatan gerçek yol önderlerine…

Can kurban, barış timseli güvercin donunda Anadolu’yu aydınlatan Hacı Bektaş Veli’lerin yolundan gidenlere…

Can kurban; birlik, beraberlik, kardeşlik düsturuyla ikiliğe düşmeyip, “birde” buluşanlara…

Can kurban, bu vatanı yurt yapan erenlerin yolunu sürenlere…

Can kurban, Hakk Muhammed Ali deyip geleneğini yaşatıp, bundan ödün vermeyenlere…

Can kurban, canı cana, özü öze bağlayıp sular gibi çağlayıp Aleviliğin – Bektaşiliğin erdemleriyle yaşayanlara, bunu geleceğe aktaranlara…

 

Muhabbet ehline aşk ile, sevgi ile, saygı ile…

 

Ayhan Aydın

Araştırmacı – Yazar

 

22 Mayıs 2020

 

BAYRAM ve ACI ŞEKERİ

Bayram

Dedemlerin evi dolar taşardı her bayram. Öyle bir iki, beş on kişi filan değildi gelenler. Geleneğin yaşandığı ve yaşatıldığı günlerdi o günler. Çok iyi hatırlamam için on yaşlarında olmam yeterli yani kırk yıl önceyi. Bu uzun yıllar böyle devam etti. Ev büyük ve genişti. Dedemlerin yani bizim evimiz de tam akrabaların ortasında da değildi. Ankara’da Mamak Misket Mahallesi çoğunlukla Sünni inanışlı insanların yaşadığı bir mahalleydi. Bizim Dutluk Deresi’nde birkaç Alevi ev var, belki kendisini gizleyenler de vardır ama sayı fazla değildi. Bir keresinde, çocuk yaşta, bizim evlere mektupları getiren postacıyla rahmetlik babaannemin sokak ortasındaki bir sohbetine denk geldim. “Öyle mi anam, bilmiyordum, öyle bahtiyar oldum ki, ben de Çorum’luyum, demek siz Gümüşhane’densiniz, hiç duymamıştım orada bizimkilerin olduğunu, adım Haydar” demesi bir kurgu değil, böyleydi sohbet. Çok acılar çekmiş yiğit bir kadın olan babaannemin Deniz Gezmişler lafı geçince içlendiğini, gözyaşı döktüğünü, it soylular kıydılar o yiğitlere, dediğini, çok iyi hatırlıyorum. Büyük aşure kazanını bahçenin tam ortasına, yoldan görünecek şekilde koyup, çok kutsal ve büyük bir görevi yerine getirircesine mutlu, gururlu bir şekilde upuzun büyük bir kepçeyle onu karıştırmasını da (babaannem sütte koyardı aşureye) hiç unutamam. Babaannemin her sabah Allah’ın bir emri gibi yol kapısına kadar evin önünden başlayıp bahçeyi süpürürken bazen çok duygusallaştığını, ağladığını, bazen de “sizi Yezitler, sizin ne olduğunuzu bilmez miyim ben, siz dost olur musunuz hiç?” demesini de hafızamdadır.

Ama Çankırı, Yozgat, Çorum vd. yerlerden gelip Misket Mahallesi’nin bu en deredeki tepeler boyunca uzanan gecekondular yığınına sığınan insanlarla tümüyle arkadaşlığımız da, dostluğumuz da, komşuluğumuz da sürer giderdi… Bilmeyen var mıydı tüm çevrede, bizim evin Alevi evi olduğunu, ramazan orucu tutmadığımızı, bizim de solcu ve CHP’li olduğumuzu? Genel sorunlar dışında, kimliğimizden dolayı, uzun ve detaylı bir yazı konusu olmak üzere, ciddi bir sorun olmadan komşuluklar gerçekten de samimi bir şekilde sürdü hep yıllar yılı.

Dedem de, sayfalar yetmez anlatmaya ama uzun sözün kısası, Aleviliğin değerlerini tam yaşayan kâmil bir insan olmanın ötesinde, hiç durmadan okuyan, sorgulayan, sohbetinin tadına hiçbir zaman doyulmayan, herkesin çok sevdiği bilge bir can insandı.

Ah Ahmet Amca, Ah Gülsüm Teyze ne güzel, ne güzel insanlardı, diyen onlarca kişi halen orada yaşıyor; hemen hemen tümüyle enkaz halinde kalıp yeni binaların temellerinde yok olmaya başlasa da o eski insanlıklar, komşuluklar, eski gelenekler, her şey tümüyle bitmiş değil yani.

Sevilen, sayılan, dedelerin gelip bilgi aldıkları yörenin en çok sevilen şahsiyetlerinden Şükrü Aydın’ın, Badıllıların oğlu Ahmet Zemci Aydın –  Köyde dedelere rehberlik yapan “Deligiller”in kızı Güssün Aydın’ın evi… Ankara’nın farklı semtlerinden gelen, amcalar, yengeler, yakın akrabalar, uzak akrabalar… Bir bayram yerine dönerdi bu dört odalı han.  Ankara’da sanırım Yeniköy ve çevredeki Kırıntı köylülerden gelmeyen kimse olmuyordu bayram günleri dedemlere. Elbette Şiran’ın diğer Alevi köylerinden olan örneğin Şinik’ten Kadir Amcalar, Mamak deresinden tanıdıklar, eşler dostlar ve niceleri, niceleri… Bayramlarda insanları ziyaret etmek çok çok önemli bir kutsal görevdi benim zamanımda.

Bayramın ilk günü, ikinci günü, üçüncü günü, bayram sonrası insan akını sürerdi.  Sanırım,  her bayram en az iki yüz elli – üç yüz kişi bu haneye uğrardı. Amcalar, halalar, yengeler zaten evin insanları gibiydiler, her zaman ki gibi aynı zamanda hizmet için gül yüzlü rahmetlik babaanneme yardım etmekteydilerler; her gün en az on kez dolup boşalan sofralara, en an yirmi kez demlenen çaylara, kolonya – şeker dağıtmalarına…

Öyle canlı, öyle güzel anılar ki, yazsam gerçekten yirmi otuz sayfa olur sırf bunlar. Bir kere değil, yirmi kere, zaman zaman İstanbul’dan gittikçe de dedemin rahmetlik olduğu 2000’li yıllara, sonrasında Rahmetlik babaannemin vefatına 2008’e kadar hep sürüp gitti bu muhabbet… En çok Mevlüde ve Mine Halamlar da şahittir bu coşkuya, bu sevgiye, bu dostluğa…

Hasret giderme vardı, saatler süren köyün büyüklerinden, yaşanan acı – tatlı anıları tazelemekten, iş – güç- okul konularını konuşmaktan, dertleşmekten, en çok sevdiğim sesi hala kulaklarımda olan Hüseyin Amcamların kızı, balkonda sigara kaçamağı yapan İlknur Ablaların canlı akraba tanıklıklarına, içine bazen inanç bazlı konuların da girdiği tadına doyulmaz nice nice sohbetler vardı…

Bu; herkesin en güzel elbisesini giyme gereği duyduğu, özellikle çocuklar için elden tutulup bazen zorla da olsa götürüldüğü geleneğe uyma; büyük sayma, küçükleri büyükleri tanıtma gereği vardı, bir şeyler ikram etme isteği ve birlikte bir sofradan yemek yeme aşkı vardı, bu eşsiz bayram günlerinde. Elinden gelenin mutlaka tatlı yaptığı, yoksa kilolarla şeker alınan, durumu iyi olanların çikolata da aldığı,  bir geleneğin tatlı bir şekilde yaşanma isteği vardı.  Ama babaannem mutlak ama mutlaka bayram yemekleri yapar, bir düğün gibi sarma sarılır, oldukça çok hamur işleri açılır, büyük büyük tencerelerle mutlaka ayran – yayla çorbası pişirilirdi.

Bazen de küslerin “haydi, haydi” deyip insanların teşvikiyle barışmaları vardı.

Tatlı vardı, ikram vardı, konu – komşu hakkı gözetme vardı,  buraya uğramadan olmaz, diyen beş vaktini hiç kaçırmayan yan komşu Yozgat’lı Şakir Amca vardı…

 

(Ben de sokaklarda arkadaşlarımla naralar atar, bir o yana, bir bu yana giderdim. Elbette bizler de başka akrabalara ziyaretlere giderdik… Vay be ben de epey büyümüşüm, anlatacak ne anılar var…)

 

Gelenin Şekerin Tadına…

Benim dedem ve babaannem; şu anda “şeker bayramı var mı, yok mu, bu nereden çıktı, bu bir asimilasyon aracı mı, Alevilik’le ne ilgisi var?” diyen her ne kadar insan varsa istisnasız tümünden daha Alevi, can insanlardı. Her şeyden önce özleriyle, kişilikleriyle gerçek birer Alevi’ydiler.

Benim yöremi de soran olursa, köyüne camii yapılmamış, Hacı Bektaş Ocağı’na (Çelebilere) bağlı Sarıbal Ocağı dede ve taliplerinin yaşadığı, halen şu veya bu şekilde yolunu, erkânını bilen, bunu unutmamış, geleneği yaşayan hiçbir şekilde de asimile olmamış bir Alevi köyü, Gümüşhane Şiran Yeniköy’dür.

Aleviler’de Şeker Bayramı var mı, bu nereden çıktı, bizde böyle bir şey yok kardeşim, diyen, Alevilerin tümü için konuşan, ahkâm kesen sevgili dostlar; bırakın bu boş konuşmaları, bu boş tartışmaları…

Şeker Bayramı kutlamayı asimilasyona getirmişseniz bizim başınız gerçekten de büyük bir derttedir… Bayram cemi icatları, “İslam Alemiyle birlikte bayramınızı niyaz ederiz” tarzlı yaklaşımlar, iktidara, muktedire, ulu’l-emre itat için kişiliksizleşenler elbette vardır…

Ama bırakın bunları, bu boş, anlamsız, safsata kokan konuşmalarınızı, görüşlerinizi…

Gençlerimize, insanlarımıza güzel kapılar açın, güzel konuşmalar yapın…

Her bir konuşmanız, her bir yazınız hep eleştiri adı altında bir yıkıcılıkla, bir saldırıyla ilgili olmaya başladı…

Her olaya, her gelişmeye, her Allah’ın günü bir bildiri yayınlayıp fetva makamına çevirdiniz kurumları… Eleştirdiğiniz Diyanet’le yarışmayın lütfen…

Örneğin Diyanet’le İŞİD’le, İran Şii Kuşatmalarına kucak açanlarla, Yozlaşan Dedelik Kurumuyla, Gençlerin Eğitimiyle, Geleneğin Yaşanmamasıyla, İşgal Altındaki Harabati Baba Tekkesi’yle daha fazla ilgilenin ama gerçekten ilgilenin örneğin.

Ayrıştırıcı dil kullanarak bazılarınız neye hizmet etmek istiyor, bunu da sorgulamak lazım artık…

Tüm yazılanlar, çizilenler, konuşmalar, eleştiriler “Yol için, Yol aşkıyla, Alevi – Bektaşi Yolu’nda yaşanan sorunlarla ilgili” olmalı…

Birlikte üretip, birlikte paylaşmak… Bir ekmeği sofrada birlikte bölüşmek…

Çok açık söylüyorum, varsa benim de ileri gitmelerim her zaman dara dururum. Ama bakıyorum da, kıymeti kendinden menkul insanların her birisi baş olayım, derken, birilerini, bir şeyleri eleştirme adı altında, kendini ön plana çıkarma hastalığına yakalanmışlar, Yolu, Yolun kurallarını hiçe sayıp, bazen de değerlerini yok ediyorlar…

Bu konuyu irdeleyen, özellikle büyütüp ahkâm kesenlerin bir kısmına bakıyorum; bir yandan Diyanet’e göz kırpan, bir ilahiyatçıyı “mürşit” yerine koyup biat edecek kadar kişiliksizleşmiş ikiyüzlü sahte sözde bazı dedeler, bir ülkücünün ardından gidenler… Bir kısmı yazacak bir konusu kalmamış boş zaman kâhinleri, kendisine vazife çıkaran bazı bezirgânlar, Aleviliğin değerlerinin hiç birisini yaşamayan ama bunun üzerinden geçinen, dalkavuk zavallı kurum temsilcileri…

Yol uzak değil, kurallarıyla, değerleriyle yüzyıllardır atalardan, dedelerden, erenlerden, ozanlardan geldiği gibi ortada…
Bırakın boş boş konuşmayı, atıp tutmayı da Yolu, Yolun değerlerini, ilkelerini, güzelliklerin yaşayın, yaşatın…

İş yapmayan, iş yapmak da istemeyenler ancak bol bol, boş boş konuşur, atar tutarlar…

Halep ordaysa arşın burada, buyurun beyler…

Hepimize düşen bir Alevi olarak Yolumuzu yaşamamızdır.

Yolunuzla, ceminizle, müsahibinizle, görgünüzle, saygınızla, dedenizle, ocağınızla, darınızla, didarınızla, muhabbetinizle, diyelim ki cemevinizle, sorumluluk alanızla, yapıcı olmakla, insan yetiştirmekle, ilim irfan sahibi olmakla, dürüst, ahlaklı – erdemli olmakla, buyurun yaşayın Yolu, Alevi Bektaşi Yolu’nu?

Çok mu zor?

Alevi’yim diyeceksiniz, Alevi Bektaşi Yolu’nun, bu Öğretisinin hiçbir değerini yaşamayacaksınız, ama sözde onun haklarını savunacaksınız, öyle mi?

 

Sevgili dostlar; işte maalesef ve maalesef ki; son otuz – kırk yılımız da aynen böyle boş boş tartışmalarla gelip – geçti… Ben gerçi bazı anıları da tazelemiş oldum, istemeyerek de olsa bu boş tartışmaya da bir parça dâhil olmuş oldum, üzgünüm.

Zavallı Aleviler, özellikle masum gençler, güzel evlatlarımız, çocuklarımız…

Kimi zaman saf, kimi zaman şuursuz hareket eden gül yüzlü Alevi - Bektaşi toplumu; ne yapsın, belki de başka çıkar yolu bulamıyor, bu kadar oyun içinde bocalıyor, şaşırıyor (benim gibi).

Cahillerin elinde kalmış, içinden Yoluna, Yolunun Değerlerine, Öğretisine uygun insanlar çıkaramayıp birilerine mahkûm kalan, kendisine yeni bir kapı açamayan, her geçen gün daha fazla parçalanan zavallı toplum…

Ne dersin, ne söylersin, ne yaparsın?

Böyle tatlı bayram günlerinde dilimizi eşek arısı sokmayacak kelamlar edebileceğimiz güzel günlerde buluşmak üzere…

Hoşça kalın…

Sürçü lisan ettiysem aff’ola…

 

(Sözüm; duyarlı, bilinçli, özüyle konuşup – yazan, bu yolun değerleriyle yaşayan can dostlara değildir.)

 

Sevgi ve muhabbetle kalın…

 

26 Mayıs 2020

Ayhan Aydın

Rumeliharüstü, Sarıyer

 

GÜSSÜN AYDIN

Ölümsüz bağlarla bağlandık, ölümsüz sevgilerle sevdik seni babaanne…

Bugün çok sevgili halam Mine Aydın’la telefonda uzun uzun konuşup yarenleştik, dertleştik. Bana Güssün Anamızın Hakk’a nail oluş yıldönümünü hatırlattı…

Ailemizin büyüğü ortak sevdamız anamız Güssün Aydın, 12  Şubat 2008’de sonsuzluk alemine göçüp gittin. 

Güssün Ana; sürekli hep yetimlikten, kardeş acısından, çilelerden bahsederdin. İçinde hiç kimsenin tam çözemediği bazı öfkelerin, sitemlerin vardı hep. Dertli, kederli bir insan gibiydin. Kahkahalarla güldüğün de olurdu elbet ama nedense bende hep bir şeyleri düşünen, içinde ateşi azalmamış acıları hep taşıyan bir yüreği olan bir insan düşüncesi uyanırdı. Elbette bu nedensiz değildi. Annesini erken kaybetmiş, her ne kadar çok iyi bir insan olduğunu, kendilerine çok iyi baktığını anladığımız bir “analık” elinde olsa da, her yetim ve öksüz insan gibi bir yanı eksik, yarım bir insan vardı demek ki karşımızda. Bacısını ve küçük kızını  erkenden kaybetmiş, kardeşlerinin acısını yaşamış bir insan; bir yetim evlat, bir sızısı kalbinde yaralı bacı ve yavrusunu alevler içinde kaybetmiş kederli bir  yaralı yürek, Erzincan zelzelesinde gardaşını toprağa sırlamış yaralı bir bacı…

Rahmetlik babaannem çok çalışkan bir insandı. Babayiğit birisi, işten, sorundan korkmayan, yılmayan, dayanıklı dağ gibi sağlam ayakta durabilen bir ruh ve beden vardı karşımızda. Becerikli bir insandı. Köyde her türlü işe koşan, o kadar “hızan”a tek başına bakabilen bir insan… Dedem rahmetlik Ahmet Zemci Aydın elbette ondan aşağı kalmayan, hem çok mu çok çalışkan, bitip tükenmez bir enerjiye sahip direngen ve dirençli bir ruh ve bedene sahip bir can insandı. Ama gurbet, alın yazısı gibi Türk köylüsünün kaderini belirleyen faktör olunca o ne yapsın diyar diyar gezmiş, sonunda Ankara’da karar kılarak “Ankara’daki İlk Kuşak Gümüşhanelilerden” birisi oluvermişti.

Güssün Aydın Deligiller’in kızı, yani Yeniköy’de dedelere rehberlik yapan, inanç kimliği ön planda ve kendi aralarında sıkı hısım- akraba ilişkileri olduğunu bildiğimiz köklü bir sülaleden birisi. Yine köye en son gelmiş olsalar da, büyük bir bilinç sahibi olan Şükrü Badıloğulları (Aydın) yani namı diyer Deli Şükrülerin gelini oluyor. “Hırtlik” büyük, yani iştah çok, nüfus fazla, elbette en fazla da iş yükü dağlar gibi. İşte Güssün Aydın böylesine bir ortamda evin tüm yükünü omuzlayıp, sırtlayıp aileyi ayakta tutan bir temel direk. Hem de yine benzetmek gibi olacaksa, kayınanası Şinikli Kız olarak bilinen aynı şekilde çok dirençli bir örnek kadın olan Seher Aydın’ın yanında olmak da kolay değil. Ama “gelin – kaynana” ilişkileri hakkında elbette söylenecek o kadar çok şey daha var ki Anadolu’da… Neyse elbette ki Güssün Aydın Şinik’li Kız gibi çok büyük bir sülaleyi ayakta tutabilen, onu yönlendirebilen bir ananın yanında çok şeyler öğrenecektir.

Devamını bir başka zamana bırakarak, Ahmet Zemci Aydın’la birlikte örnek bir yaşam süren, 8 evladının, nice nice torunlarının, yeğenlerinin çok büyük bir sevgiyle bağırlarına bastıkları Güssün Aydın’ımızı, büyük anamızı Hakk’a nail olduğunun yıl dönümünde, sonsuz bir özlem, sevgi ve muhabbet duygularımızla anıyoruz…

Anısı kalbimizde sonsuza kadar yaşacaktır. Aşk ile muhabbet ile…

 

Ayhan Aydın