GENÇLERE KALACAK MİRAS
AYHAN AYDIN
Gençler geleceğimiz, her şeyimiz.
Dünyayı atalarımızdan değil gençlerden miras aldık.
Onlara barış dolu, yeşili bol, hastalıklara çare bulunmuş; sanatta, bilimde, edebiyatta yepyeni ufuklara yol alacakları bir dünya bırakmak boynumuzun borcudur.
Hangi dinden, dilden, renkten, cinsten olursa olsun, hangi yöreden, ülkeden, bölgeden olursa olsun Gençlerimize aynı huzur dolu havayı soluyacakları bir dünya bırakmak en büyük ödevimizdir.
Düşünce okyanuslarında dünyanın her renginin canlanacağı, açlığın kalmadığı, herkesin birbirini dost, kardeş bilecekleri bir dünyayı hazırlamak bizim birinci görevimizdir.
Onlar delikanlılar, heyecanlılar...
Onlar aşk yüklüler, büyülü bir atmosferde yaşayanlar...
Onlar duygulular, sabırsızllar, meraklılar...
Onlar uzay çağındalar, bilgisayarın dünyasındalar...
Bizim görevimiz onlara yaşanır bir dünya bırakabilmek... Onların işlerini, aşlarını kolay edinecekleri ortamları hazırlamak, tertemiz yollardan yürümelerini sağlamak bizim hedeflerimizdir...
Bugün ülkemizde bir sömürü düzeni devam etmektedir, dünyanın dört bir yanında olduğu gibi. Talan edilen bir gençlikle, umutları tüketilmiş gençlerle, çocuklarla karşı karşıyayız. Hayalleri çalınan, küçücük ellerinde umutsuzluk büyüyen gençlerimizin bin bir türlü sorunları var. Biz büyükler, ne çabuk da büyüdük, boy attık... Ne çabuk ta unuttuk o hülyalı günleri, yılları... Hemencecik gençlik çağından “kurtulduk”, kocaman adamlar oluverdik! Ana kucağının sıcaklığı, bir yâre düşen gönül, geometride, mantıkda, tarihte sorulan soruları yanıtlamanın hazzı, Fransızca’yı öğrenmenin zorluğu, sınıfı geçme koşuşturmaları, kendisinin adam olduğunu ispatlama yarışları ne de çabuk gerilerde kaldı? Hani bıyıklarımız yeni terlemişti, haylaz gülüşlerimiz hiç bitmesin, hiç akşam olmasın, yeni bir şiir ezberleyip gönül çalma gayretleri nerelerde?
Kuşatılan bir gençlik var çağımızda...
Çocukluğunu yaşamadan bir yarış atına döndürülen, duygularını yaşayamayan köleleştirilen gençlerimiz öfkeyle yüklüyorlar gemilerinin yelkenlerini. Cinayetler, intiharlar, gasplar, darplar, yaralamalar, aldatmalar, okulu bırakmalar, çocuk yaşta cinselliği sömürülenler...
Ne oldu bu gençliğe, ne olacak bu çocukların hali?
Doyuramadığımız gençlerimizi nasıl bir gelecek bekliyor? Ülkemiz ve dünya daha aydınlığa mı gidiyor, karanlığa mı gidiyor?
Suları kirletilen, ormanları kesilen, tarihi eserleri tahrip edilen, kültür dokusu yok edilen, tarihi değerlerinden soyutlanan, yaşadığı toplumdan yalıtılmış, hayatın gerçeklerinden soyutlanmış bu genç kitleleri neyle avutacığız? Bunun korkusunu, paniğini yaşıyor muyuz? Yoksa her şeye boş vermiş bir halde gençlerin sorunlarını da mı bir kenara attık?
Ya kendi kültürünün, inancının, yaşam anlayışının dışında farklı kültür ve inanç yapıları arasında sıkışıp kalan, kimlik bunalımlarında olan, yönünü çizmekte zorlanan gençlerin durumu ne olacak? Hangi kökenden gelirse gelsin, genç olmasından dolayı, tüm dünya gençliği gibi gençliğini yaşamak istediği halde bu haklardan koparılanlar ne haldedir?
Ülkemiz için söyleyecek olursak, devrimci-demokrat; özgürlükçü-laik; aydınlanmacı-bilimden yana; kültür-sanat-edebiyat harmanında savrulmak isteyen, tiyatroyla, sinemayla, kitapla, söyleşi ve sempozyumlarla bilgilenmek, iyi bir eğitim almada fırsat eşitliğini yaşamak isteyen gençlerin durumu ne olacak? Türkiye Cumhuriyeti Devleti neden bir türlü totaliter yapısından kurtulamaz, devleti yönetenler devlet içine yuvalanan faşist zihniyeti neden bir türlü yıkamazlar? Ülkemiz neden korkularla, baskılarla, darbelerle yönetilir, yıllarımız ellerimizden alınır? Gençlere neden mutlu olabilecekleri, geleceklerini güvenle kurabilecekleri bir yurt bırakılmaz, bırakılmak istenmez? Daha doğrusu yüzde onu geçmeyen mutlu bir azınlık ve onların gençleri her türlü imkân içinde yüzerken, ülkenin büyük bir bölümü açlığa, yokluğa terk edilir? Yıllar yılı neden bu kısır döngüden kurtulamayız?
Gençlerimiz araştırıyor, soruyor, sorguluyorlar. Gençlerimiz okuyorlar, Avrupa’da kendi yaşıtlarının hangi okullarda hangi imkânlarla okuduklarını görüyorlar. Kendileri de en iyi olanaklar içinde okullarından mezun olup en iyi şartlarda iş kurmak, aile kurmak istiyolar. Bu onların en doğal haklarıyken, biz büyükler ve devleti yöneten “büyükler”, köşe başlarını tutanlar, fabrikalar kurup, tez zamanda ilerleyenler, İsviçre’den bile daha refah içinde yağda, balda yüzenler, dünyanın en lüks konutlarında oturanlar, en pahalı arabalarını kullananlar neden gençlerden bu imkânları saklarlar? Bu mudur adalet, bu mudur hak, bu mudur hukuk?
Ülkemizde gençlerimiz böyle de dünyanın geri kalanında çok mu farklı? Hayır, oralarda da aynı sorunlar var. Ama ülkemizde travmatik sorunlar halen yakamızı bırakmıyor. Ülkede bir yobaz tayfası her zaman ola gelmiştir. Gelip karanlıklarıyla üstümüze çökenler, insanları kesenler, genç fidanları asanlar, insanları yakanlar bu ülkede yaşabiliyorlar.
Bu ülkede kitap okumak suç gibi anlatıldı, kitaplar yasaklandı. Haklarını arayan gençlere işkenceler yapıldı. Özerk üniversite, parasız eğitim diyen öğrenciler coplandı, yerlerde sürüklendi, aylarca dört duvar arasına hapsedildi. Bizi yakıp yıkanlar, bize, gençlerimize kıyanlar, geleceğimizi bizden çalıp hoyratça üzerinde tepinenler bu ülkede ödüllendirildiler. Bizi faşist, gerici, karanlık kafalar mahfetti. Umutlarımızı tüketenler, çiçekleri ezenler, din sömürüsü yapanlar, menfatleri peşinde koşanlar bu ülkenin gerçek düşmanları, gerçek katilleridir.
Gençlerimize kimse dokunmasın, onları kimse yönlendirmesin, kendi siyasi görüşleri doğrultusunda onları şekillendirmesin. İsteyen genç istediği gibi yaşasın, özgürce siyasi görüşünü seçsin, okusun, araştırsın, aydınlansın, ülkemizi aydınlatsınlar. Gençlere fırsat verilsin, ellerindeki kalemler alınmasın, ürettikleri projeler dikkate alınsın, onlara kulak verilsin, onlar hoş görülsün.
Değerli okurlarım,
Ülkemizde yüzyıllardır sürdürülen, sömürülen bir konu da Alevi-Sünni ayrımı meselesidir.
Bu soğukluk, bu ayrım, bu kin, bu nefret ne zaman bitecek?
Ne zaman Sünni vatandaşlarımız Alevilerin varlığını kabul edecekler, onların da kendilerine ait ibadet anlayışları, dini ve yaşam anlayışları olduğunu, hayatlarına yön veren değerler manzumeleri olduğunu ne zaman takdir edecekler? Aleviler hoş görülmek istenmiyorlar, en doğal haklarını istiyorlar. Alevinin neyini hoşgöreceksin be adam? Alevi olmak suç mu, bir kabahat mi, bir eksiklik mi ki onu hoşgöreceksin? Zaten hoşgörü deyince bu kelime sen beni hoşgör manasına getiriliyor ülkemizde.
Bu güzel ülkemin aydınlık insanları özellikle gençleri; Avrupa’da ve dünyanın dört bir tarafında yaşayan Türkler, Kürtler, Anadolu toprağından kopup gitmiş Rumlar, Ermeniler, Rumeli ve Anadolu dediğimiz bu kutsal bereketli toprakların kültüründe harmanlananlar ne zaman farklılıklarımızla bir arada yaşamayı öğreneceğiz.
Neden Sünni İslam inancında olanlar, bu inancın gereklerini yerine getirenler, kendileri dışında Hıristiyanların, Yahudilerin, aynı İslam inancına dâhil olsalar da farklı bir yorum olan, yol olan, inanç yapısı olan Alevileri-Bektaşileri-Mevlevileri-Nusayrileri-Caferileri oldukları gibi kabul etmezler? Onların da kendilerine ait bir inançlarının, felsefelerinin, kültürlerinin olduğunu kabul etmemekte direnirler? Neden kendileri dışındakileri “kâfir” olarak nitelendirmeye devam ederler, sözleriyle kin ve nefret söylemleriyle her gün kalp kırarlar, gönül yıkarlar, insan eti yercesine dedikodu yaparlar, insanlara kara çalarlar? Yetmedi mi artık? Kimi gazete adı altında, kitap adı altında piyasaya sürülen paçavraları okudukça bu çağda utanmamak elde mi? Halen Alevileri Bektaşileri dinsiz, imansız, bölücü, yıkıcı olarak anlatan bu adileşmiş yazarlar nasıl içimizde olabiliyorlar?
Gençlerimize Alevisiyle, Sünnisiyle, böyle dedikoduların toplumu yönlendirdiği bir ülke mi bırakacağız? Birbirimizi anlamaya hiç mi çalışmayacağız? Sünni vatandaşla evlenen Alevi genç kızları “Kızılbaş kızı” diye aşağılanmaya devam mı edecek? Birbirine sevdalanan insanlar Alevidir, Sünnidir diye birbirinden mi koparılacak bu çağda? Hani Yunus’un, Mevlana’nın, Hacı Bektaş Veli’nin, erenlerin, ozanların, bilge insanların hoşgörüsü? Neden gençlerimize ön yargılarla dolu bir dünya bırakıyoruz? Avrupa Türk, Kürt kimliğinin yanında Alevi Bektaşi kimliğiyle var olmak isteyen büyük bir gençlik kümesi neden görülmek istenmiyor? Onların sorunlarına neden eğilinmiyor?
Pırıl, pırıl; ışıl ışıl varlıklarıyla, çaldıkları bağlamalarıyla, döndükleri semahlarıyla, söyledikleri deyişleriyle bir pırlanta gibi parlayan Avrupa’daki gençlerimize niçin sahip çıkamıyoruz? Neden onlara inancımızın, kültürümüzün zenginliklerini, derinliklerini anlatamıyoruz?
Cahil, cühela, adı dernek başkanına çıkmış kimi sömürücülerin elinde bu gençlerimiz niçin helak oluyor? Pir Sultan’ın davası nerede kaldı? Ya dedelerimiz, Bektaşi Babaları, dervişleri? Gençlerimizin psikolojisinden anlayan, onlara yaklaşmasını bilen, bu çağın verileriyle donanmış dedelerimiz, babalarımız neredeler? İlim, irfan sahibi, bilgi sahibi, sürüp geldikleri ulu pirlerin yolunda olduklarını gösterebilen gerçek dedelerimiz nerelerdeler? Konuşmasıyla, yürüyüşüyle, tavırlarıyla, gönülleri fetheden, titreten inanç önderlerimiz neredeler? Neden eski cemler yapılmıyor, neden her şey menfaate döküldü? Kin, kibir, haset bize yakışıyor mu? Hani sevgi, hoşgörü, insanları kucaklama, insanlar arasında ayrım yapmama? Büyükleneceksin, herkesi küçük göreceksin, menfaat peşinde koşacaksın, benlik atına bineceksin sonra da ben dedeyim, dernek başkanıyım, yazarım, diyeceksin? Oldu mu şimdi? Bu bizim inancımızda var mı? Bu haliyle mi kimileri gençlere örnek olacaklar?
Sevgili Dostlar,
Ben gençlerin kokularında geleceği buluyorum, aşkı buluyorum, mutluluğu buluyorum. Gençlerimizin kimi hataları, kabahatleri olabilir. Bu da gayet doğaldır. Ama bunu hiç abartmamak lazımdır. Kusurun büyüğü hatanın çoğu büyüklerdedir. Ne ekersen onu biçersin. Gençlere nasıl bir dünya bırakıyoruz ki onlardan da daha iyi bir dünya bekleyelim?
Bizce gençlerin gelecekleri aydınlıklar içindedir. Güvercinin kanatları içindedir. Erenlerin, ozanların himmetiyle barışın büyüsüne kapılıp faşizmin zindanlarında kafalarını körleştirmeyecek gençlerimiz Alevisiyle Sünnisiyle; Türküyle Kürdüyle birbirlerini anlayacaklar, saygı duyacaklar, çok güzel dostluklar kuracaklardır. Yeter ki biz bu dünyanın içine etmeyelim. Yeter ki insanları Alevi-Sünni; Kürt-Türk, Yahudi, Hıristiyan, Yunan, Ermeni, Rum, Arap, Çerkez diye ayırmayalım, birbirlerine düşman belletmeyelim. Kin tohumları ekmeyelim, hangi dinden, renkten, kökenden, coğrafyadan olursa olsun tüm insanların hiç birinin birbirine bir üstünlüklüklerinin veya eksikliklerinin olmadığını anlayalım, söyleyelim. Toplumları birbirine düşman gösteren egemen güçlerin daha çok silah satmak için yapmadıkları yapmayacakları şerefsizlikler olmayıp sadece ve sadece kendi menfatlerini düşünürler. Dünyayı zengin para babaları ve onların emirlerinden ayrılmayan faşist totaliter diktatörler yönetmektedir.
Gençlere kalacak miras karabasanlar içinde olmamalıdır. Ozanların dizeleri onların yollarını aydınlatmalıdır. Yollar gül bahçeleri içinden geçmelidir. Sevgiler, dostluklar paylaştıkca çoğalmalıdır. Gençler kumrular gibi koklaşmalıdırlar. Gençler doğal ölümden başka bir derdin olmadığı, kederin silindiği bir dünyada barış içinde yaşamalılar.
-İsviçre Basel’de Basel ve Çevresi Alevi Bektaşi Kültür Birliği Derneği’nin davetlisi olarak gitti ğim bir seminerde buradaki gençlerden etkilenerek yazılmıştır. (2008) -
DOSTLAR BAĞINDA GÖNÜL SEYYAHI (Alevilik - Bektaşilik / Denemeler, Yurtdışı Gezi Notları), ÜRÜN YAYINLARI, 2013, ANKARA (ÖNSÖZ), SAYFA: 49-52