MUSA SEYİRCİ
ARAŞTIRMACI
Uygarlıklar beşiği Anadolu’nun yadsınamaz önemi olan ili Antalya’dayız. İlk kez geliyorum, fakat beni gerçekten büyüledi bu şehir. Hele de ismini hep duyduğumuz Antalya Müzesi’ni gezdikten sonra da kafamdaki birçok şey yerli yerine oturmuş oldu. Tabii bunlar sadece tasavvurda kalan şeyler değil.
Musa Seyirci yıllarını bu iş için verdi, çabaladı, çalıştı bu işler içerisinde oldu. Antalya ile biraz özdeşleşmiş bir isim oldu Musa Seyirci.
Musa Seyirci ismini, Antalya’daki görevlerini, hizmetlerini biliyoruz, duyuyoruz.
Türkmenler, Yörükler, Tahtacılar denince akla gelen isimlerden birisi olan Musa Seyirci’yle yaptığım söyleşi de bu konular üzerinde durdum.
AYHAN AYDIN
Çalışmalarınız ve Antalya sevdanız hakkında neler söylersiniz?
Evet ben bir Akdeniz çocuğuyum. Bir yazımda da belirttiğim gibi 1960’larda Ölü Deniz’i bir bebek kadar masum, bir bebek kadar güzelken onun etrafındaki güzelliği yaşayan bir insanım. Ve daha bir iki gün önceki Cumhuriyet’te yazdığım yazıda da Antalya’da vadilerde Yörükler, Türkmenler nasıl at koşturduysa o coşkuyu bir konar / göçer çocuğu olarak o vadilerde doğayla, tarihle ve güzel insanlarla hani o güzel insanlarla Yaşar Kemal’in “o güzel insanlar o güzel atlara bindiler ve gittiler” der ya o güzel insanlar, o Yörük kocalarıyla beraber yaşadım. Nesimi Çimen o laf benimdir der, benim dostum oldu. Sonra bir yazısında belirttim, ben de der o güzel insanlarla ben de yaşadım ve Yaşar Kemal’e ben söyledim.
O yıllardan bir süre öğrenim yaptıktan sonra, ilk, orta, yüksek öğrenimden sonra ilk, orta, yüksek öğrenimdeki okullarında öğretmenlik yaptım. Kıbrıs’ta yedek subaylık yaptıktan sonra Afyon Kültür Müdürlüğü’nün kurucu müdürlüğünü yaptım ve daha sonra da Antalya’ya geldim. Fakat benim daha önce yazılarım hep edebiyat üzerineydi. İşte Orhan Veli’de Serbest Koşu, Orhan Kemal gibi çalışmalarım olmuştu o yıllar. Ama bir gün tesadüftür, Rauf İnan’la karşılaştım. Rauf İnan dedi ki bana bu olayları kültür öğelerini filan sen dedi bırak edebiyatı, edebiyatla uğraşan çok insan var sen el sanatlarını, halk bilimini derle, dedi. Sonra da Türk Folkloru Dergisi’nin Kurucusu İbrahim Aslanoğlu Hoca’yla karşılaştık. Ve İbrahim Aslanoğlu bu söylediklerini yaz dedi ve işte o yıllarda Türk Folklor Dergisi’nde başladık yazmaya. Yani 1978’li yıllarda. Daha sonra sayısı 40’a yakın çeşitli dergilerde, gazetelerde, yerel gazetelerde aşağı yukarı 25 yıldan beri sürekli yazıyorum.
Bu bölgeye gelişimin nedeni şu; Afyon yöresindeki Türk Keçe Sanatı ile ilgili 400 sayfalık kitap yaptık, geçenlerde kaybettiğim değerli dostumuz Ahmet Toptaş ile beraber, inşallah o kitap basılacak, bir görev benim için. Afyon Bölgesinde müzecilik üzerine yayınlar yaptım, Türkmen Mezar Taşlarını yayınladım o bölgedeki Türkmen Mezar Taşları bir bakıma Alevî / Bektaşi Edebiyatıyla yakın ilgisi olan bir kültür. Orta Asya’dan o Şaman gelenekleriyle beraber getirdikleri kültürü bildiğiniz gibi Tunceli, Elazığ üzerinde ta Aydın’a kadar iz sürmüştür ve de insanlar İslamlığı kabul ettikten sonra bile Orta Asya’daki özgür düşüncelerini, inançlarını yitirmemişlerdir. Geleneklerini, göreneklerini, düşüncelerini, Tanrıya ulaşma öğelerini ve doğayla iç içeliklerini o mezar taşlarında resim gibi işlemişlerdir.
Neler gördünüz? Ona da değinelim?
Türkmen Mezar Taşlarının üzerine bakın Totemleri, koçu görürsünüz, koyunu görürsünüz, atı görürsünüz, savaşçıları görürsünüz, ejderhayla mücadelelerini görürsünüz, onların savaştığı, ya da evcilleştirmeye çalıştığı dağ keçisini görürsünüz. Yani yaşamlarını bir bakıma o mezar taşlarının üzerine betimlemişlerdir. Yazı yoktur üzerlerinde sadece resimler vardır. Uğraşları, savaşları, yaşam biçimleri vardır o Türkmen Mezar Taşlarında. Onları ben Arkeoloji Yayınlarına, Türkmen Mezar Taşları olarak yayınladım.
Ne zaman yayınladınız?
1982’de. Bugüne kadar birkaç baskısını yaptırdım. Ve ondan sonra yeni çalışmalar doğdu benim o çalışmamdan sonra, başka bilim adamları da işte Elazığ ile Tunceli ile ilgili bu koç biçimli mezar taşlarına yayınlar oldu. Ama ilk kaynaklardan birisidir o eser, ilk eğilenlerden birisi de benim.
Peki devam ettirdiniz mi o konuyla ilgili çalışmaları?
Ondan sonra tek tek bulduğum mezar taşları vardı, onları da zaman zaman Türk Folkloru’nda yayınladım. Ondan sonra Sanat Tarihi Araştırmaları’nda yayınladım, değişik dergilerde yayınladım. İlginçtir özellikle Afyon, Kütahya, Eskişehir üçgeni arasındaki yani Frigler de bir göçerdir, Frigler’in yerleştiği bölgede Türkmenler orada o mezar geleneğini sürdürmüşler. Ve 1956’lılara kadar sürmüş gelenek. Yani o günkü gelenekten sonra insanlar mezarların üzerine çaydanlık yapmışlar, ağaç yapmışlar, aslan yapmışlar... Yani bir şekilde gelenek sürmüş gelmiş. Bir ustayla konuştum, Türk Folklor Dergisi’nde yayınladım onu. Nereden oldu bu aslan yapmışsın, ağaç yapmışsın işte koyun yapmışsın filan dedi ben Kara Baba ile yayınlamıştım onu. Kara Baba’nın etrafındaki mezar taşlarını gördüm. Kara Baba bir hayvan hekimi, bugünkü veteriner.
Nerede?
İhsaniye’de. İhsaniye’de o mezar taşlarını gördüm, etkilendim, çok sevdim ve sonra tanıdığım dostlarımın mezarlarının üzerlerine yaptım o şekilleri. Bakın kültür geleneği, kültür devamlılığı, kültür sürekliliği 13. yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarına kadar sürmüş gelmiş.
Antalya sevdanız buraya getirdi sizi, buradaki çalışmalarınız başladı. İlave edecekleriniz varsa ediniz, yoksa ben şu konuyu açmak istiyorum izninizle. 10 bin yıl dedik Anadolu’daki uygarlığın yaşı için, aynı şekilde Antalya Müzesi’ndeki eserleri görünce binlerce yıllık bir geçmişi olduğunu da gördük Antalya’nın yerel, kültürel değerlerinin, tarihinin. Şimdi dikkatimi çeken bir husus var, uygarlık gözesi, kaynağı olmuş yerleşim alanları, daha sonraki yerleşimlere de ev sahipliği etmiş. Yani coğrafi alan olabilir başka faktörler olabilir ama bir kentin kalıntılarının üzerine bir başka kentin yükseldiği olgusu var. Çok daha enteresan bir şey var, sizin üzerinde durup da bir kitap, değerli bir çalışma yaptığınız Abdal Musa konusuna da gelirsek Elmalı Tekke Köyü veya Kafi Baba etkinliklerinin olduğu Kafi Baba’nın yaşamış olduğu Yuvalı Köyü alanlarının da hep İlkçağ, Yunan, Roma veya daha başka uygarlıkların merkezi olduğunu görüyoruz. Bu uygarlık iç / içe geçmiş zaman içerisinde fakat buradaki mantık nedir, elbette sizin de dikkatinizi çekmiştir.
Genel olarak Antalya ve Türkiye için bunu yorumlarsak ne dersiniz?
Çok güzel belirttiniz. Ben işte Yörüklerin kültürünü araştırmak için bu bölgeye geldim, çünkü İsmet Zeki Eyüboğlu diyor ki; bir kültürü en iyi yazan o kültürün içerisinden gelen aydındır. Çünkü o kültürü en iyi tanıyandır diyor, onu ancak o dillendirebilir. O sevdayla işte bu bölgeye geldim. Ama bu bölgeye geldikten sonra sadece Yörükler’le uğraşmadık, yani ben bir Selçuklu Seminerleri yaptım burada Selçuklu Aydınları var, ona daha sonra geleceğim. Çok güzel gerçekten çok güzel söylediniz, Antalya çok farklı kültürlerin birleştiği bir yer. Bugün eğer Anadolu Uygarlığın beşiği ise, hiç kuşkusuz öyle, Antalya kadifeyle işlenmiş yastığın bin çiçekli kültür bahçesi. Karain’de bugün hemen Antalya Müzesi’nin 30 km. kuzeyinde yer alan Toroslar’ın Döşemealtı Düzlüğü’ne bakan Karain’de bilim adamlarının yaptığı araştırmaya göre 230 bin yıldan beri bir yerleşim alanı. Yine Müzede görmüşsünüzdür, o Karain’in önündeki Kırk Göz Vadisi’nde, çevresinde bir zamanlar zürafa yetişiyormuş, filler yetişiyormuş. Durum böyle olunca insanların hayat bulduğu, insanların yaşadığı bir coğrafya burası ve kültürün ve insanın yaşadığı her yerde de kültür sürekliliği var. Daha sonraki çağlarda, bilinen tarihlerde biliyorsunuz bu bölge Pisitya Bölgesi, Likya Bölgesi. Likya Bölgesi hemen Pasilis dediğimiz bir korsan şehir olan buradan 50 km. öteden olan batıdan başlıyor ve ta Köyceğiz’e kadar, uzanan coğrafya Likya Bölgesi ve de Likya insanı özgürlüğün tarihini yazan, tutsaklığa kafa kaldıran hatta İskender’i burada tek yenilgiye uğratan Pasilis’te bir halk. Ve de birbirlerine çok bağlı bir halk, Anadolu’nun yerli halkı, Anadolu’nun doğasıyla, Toroslar’ıyla iç içe geçen bir halk. Kısantos iki kere baskına uğruyor, iki kere Kısantos halkı teslim olmuyor, o dönemin işte Pers’lerine ve Ege’den gelen halklarına. Önce çocuklarını ve kadınlarını öldürüyorlar sonra kendilerini intihar ediyorlar ve boş şehir alıyor o şehri kuşatanlar. Böylesine özgürlüğün abidesini yazan insanlar. Yine 3 dilde bugün Kısantos’ta yazı vardır. İlk Anayasayı yapmışlardır, yani şu, şu kurallara burada yaşayan halk uyacaktır, diye ki ben 1962’lerde öğretmenim Nazlı Kışlak getirmişti bana oraya ve o zaman oradaki bir bekçi bunu anlatmıştı, ilkokul 5’inci sınıftayken çarpılmıştım o olaya ve hep kafamda durur o şey. Yine biraz sonra değineceğim Abdal Musa gibi bir derviş olan, Anadolu barışını, Anadolu halklarına yardım etmeyi, Anadolu insanından yana olan, fakirlerin, denizcilerin, genç kızların, yardımseverin Noel Baba’sı 3. yüzyıl, 4. yüzyıl arasında doğmuş dinsel merkezi olarak Delve’yi, Mira’yı seçmiştir. Mira’nın kilisesini orada kurmuştur ve çok güzel bir antik kentin yanına kurmuştur ve de Abdal Musa’ya çok yakın bir coğrafya dadır, kuş uçumu neredeyse 3 km.’lik bir coğrafya arasındadır. Abdal Musa’nın o barışçı öğesi ta Noel Baba’ya dayanır. Onu da ben bildiri olarak sunmuştum, Niyazi Öktem Hoca da çok sevmişti çünkü bakıyorsun ikisi de yoksullardan yana, ikisi de güzellikten yana, ikisi de Anadolu Uygarlığından yana, ikisi de Anadolu insanın güzel yaşamasından yana, Akdeniz insanın hoşgörü, barış ve yan yana yaşamasından yana. Likya böyle. Hemen Panfilya var bugün Aspendos, Side gibi büyük antik kentlerin olduğu coğrafya ki Antalya’dan başlayarak giden Panfilya Düzlüğü, Panfilya Uygarlığı var ki bugün Silyon antik kentinin ortasına Selçuklular geldiğinde mescit yapmışlar, oradaki eserleri yok etmemişler, o eserlerin üzerine yenilerini kurmuşlar. Hemen de Silyon’un yamaçlarına Türkmenler büyük boy mezar taşları yapmışlar, 2 m. mezar taşları var, Balbal biçiminde onu da ben bir dergide yayınlamıştım. Ve bugün de hâlâ o mezar taşlarını görmek o bölgede mümkün. Bir de Pisitya Bölgesi var. Bildiğiniz gibi dağın tepesinde meşhur Termesos ve Aryasos’a uzanan bölgede ki İskender gelip Termesos’u almak için iki ay Termesos Vadisi’nde hatta daha fazla orada ordularını yerleştiriyor, savaşıyor ama Termesos Halkını teslim almıyor. Ve o yiğit halkın karşısında saygı duymak zorunda kalıp orayı terk etmek zorunda kalıyor. Ve Anadolu’da alınamayan şehirlerden birisi de Termesos. İşte böylesine bir coğrafya üzerine 13. yüzyılda Selçuklular geliyor, Hamitoğulları, yani ondan önce hatta 12. yüzyıl ortalarında.
Yani İlkçağ Uygarlıklardan bize Türk, İslam Uygarlıklarına dönüşüm.
Müthiş bir uygarlığın üzerine geliyorlar. Ama buradaki halka bakıyorsun toplu bir katliam yok, toplu bir kıyım yok Türklerin. Ne yapıyorlar Anadolu Uygarlığı üzerine onlara dinlerini verirlerken, onların uygarlığında yıkanıyorlar, Anadolulaşıyorlar. Türkçe ses bayrağı oluyor ama onlar Anadolu insanı oluyorlar. Ve bu uygarlıkların üzerine bir Selçuklu Aydınlığı oturuyor. Selçuklu Aydınlığı oturuyor, bakın bugün Alanya Kalesi’ne inci gibi dizilen Alanya Kalesi’nden başlayarak işte Şaraphan, Alarahan gibi hanlar dizisinin bir kısmı Tolhan diye Konya üzerine gider, gene bir kısmı da gelerek Kırk Gözhan’dan Bucak üzerinden yine Aydın, İzmir, Ankara’ya gider. Yine bir kısmı da işte Kemer’deki işte Selçuklularıyla Bucak bağına bağlanır. Yani Selçuklu burada o var olan uygarlığın üzerine yıkmadan yeni bir uygarlık yaratıyor. Bir Alaattin Keykubat geliyor Ulu Keykubat, ki o Selçukluların gerçekten uygarlık yaratan imarcı bir sultanıdır. Sivas’ı, Konya’yı, Alanya’yı, Antalya’yı yeniden imar eden bir sultandır. E geliyor buraya bir Bizans Kilisesinin yanına onu bugünkü Türkler’in, Türk diye kabul ettiğimiz Selçuklu’nun en şaheser eseri Yivli Minare’yi yapıyor, ki Yivli Minare geleneği biliyorsunuz, ta Taç Mahal’a kadar uzanan bir şeydir. Erzurum’da, Sivas’ta o geleneğini görürüz burada doğruya ulaşmıştır. Yine Alanya’daki birçok kale de dahil, birçok eseri yapıyor. Ve Selçuklu’nun, Bizans’ın o eserini bozmadan, Bizans’ın o eserini bozmadan minare ilavesiyle kiliseyi camiye dönüştürerek bütünleştiriyor. Ve hemen etrafında kilise vardır, hemen onun yanında medreseyi kurmuştur 100 m. içerisinde hem Roma’yı, hem Bizans’ı, hem Osmanlı’yı, hem Selçukluyu görürsünüz. İşte böyle bir etkileşim vardır, bugün bakın Selçuklu Medreselerine Roma’nın anıt yapılarından etkilenmiştir. Bırakın onu geçen gün ben Toroslar’ın üzerinde Ormana Köyü var çoğu İstanbul’da yaşarlar ve yazın mutlaka gelirler. Ormana Köyü ev mimarisinin Türkiye’de en seçkin yerlerinden birisidir. Gene İbrada Roma tapınak yapısını, Roma tapınak yapısını Ormana’daki evlerin cumbalarında görüyorsun, iki tarafta sütunları görüyorsun yani kültürler hep birbirlerini etkileye, etkileye gelmişler.
Anadolu’nun eren ve evliyalarının en önde gelenlerinden, Hacı Bektaş-i Veli’nin kültür ve düşüncesinin Anadolu’da yayılmasını sağlayan temel sembol kişi, ilk şahıs Abdal Musa. Yani bilinenin ötesinde büyük bir önemi var, anlamı var Abdal Musa’nın.
Abdal Musa, Hacı Bektaş-i Veli’nin fikirlerini olgunlaştı-rarak; eski Hıristiyan, Yahudi benzeri diğer inançlarının yerleşim alanlarında Hacı Bektaş düşüncesini yayabiliyor.
Buradaki eski Yunan, Osmanlı ve diğer uygarlıkların ötesinde yerleşik halk bakımından Abdalların, Tahtacıların durumu nedir? Yerleşim sıklıkları, yoğunlukları nedir? Üretimleri nedir, inançları nedir, kısaca onlardan da bahsedelim Abdal Musa’yla bağlantılı olarak?
Şimdi şunu söyleyeyim. Bakın Türkler İslamlığı kabul ettikten sonra İslamlığın katı kurallarını almamışlar. Katı kuralların en az yerleştiği kesim Tahtacılar, Türkmen Yörükler. Bunlar hayvancılık ve doğayla iç içe oldukları ve de sürekli göçer halinde oldukları için çok katı değillerdir. Çünkü bir tarafta işi, aşı gözü hayvanındadır, bir tarafta da ibadet eder. Ve de sürekli insanlarla iç içe, yüz yüze geldikleri için insanlarla düşün alış verişi, iş alış verişi, yaşam alış verişi, yaptıkları için çok katı değillerdir. Bakın Şah Kulu olayı burada taban tutmuştur 1512’lerde. Niye? Türkmenler daha özgür olduğu, Yörükler daha özgür olduğu, Tahtacılar daha özgür olduğu için gelmiştir burada taban tutabilmiştir ve Şah Kulu Olayından sonra biliyorsunuz bu bölgede müthiş bir Bahşiş Yörükleri’nden tutun da diğer bütün Yörük arşivlerini Girit’e, Kıbrıs’a ve Balkanlar’a sürmüşlerdir. Balkanlarda uzun süre taban tutmamızın, orada kalmamızın nedeni bu bölgelerden giden Türkmenlerin sayesindedir, orada kurulan Bektaşi Tekkesinin sayesindedir. Buradaki halk Tahtacılar çok yoğun, tabii burada Türkmenler, Yörükler çok yoğun yaşamışlardır. Hayvancılıkla yaşamışlardır, Toroslar elverişlidir, yaylasıyla, kışlayla hayvancılığa bu nedenle buradaki halk tabii bir de güzel uygarlıkların üzerine yerleşmişlerdir, hoşgörü doruktadır burada. İnsan aydınlığı doruktadır, çok katı değildir anlayış. Orta Anadolu’nun bazı yerlerindeki o bağnaz yapıyı, aslında bağnazlık da 20. yüzyılla beraber ya da 17. yüzyıldan sonra yavaş yavaş girmeye başlamıştır bulamazsınız burada.
Biliyorsunuz Konya’daki Sultanlar bile Batılı veya Gürcü kızlarıyla evlenirken inancımızı kabul edene kadar papazlarıyla gelsinler biz onlara küçük bir kilise yaptırırız, demişlerdir bu bütün hemen hemen Anadolu Coğrafyasında o zamanlar 13. yüzyılda 14. yüzyılda hatta 15. yüzyılda egemendir. 17. yüzyılda Osmanlı geriye gitmeye başlayınca birtakım üretmeden tüketici sınıf oluşmaya başlayınca kendiliğinden de bağnazlık ortaya çıkmaya başlamıştır. Ama Anadolu insanının en özgür yaşadığı coğrafyalardan birisidir burası. Ve böyle bir coğrafyanın üzerine gelmiştir Abdal Musa.
Tahtacılar’ın, Türkmenler’in yaşamından, sosyal yaşamından bahsedebilir misiniz?
Burada bir sempozyum da yapmıştık biz; Tahtacılar Sempozyumu diye biliyorsunuz. Bu bölgede uzunca bir süre hatta Batılılar 1890’larda Tahtacılar demişlerdi ki, Anadolu halkı değil bunlar işte bizim yerli halkın ardılları demişlerdir. Hayır kesinlikle değil. Orta Asya kökenli, Orta Asya’dan Hazar’ın güneyinden gelip İran üzerinden gelip bu coğrafyaya Mersin’e, Adana’ya, Antalya’ya, Fethiye’ye kadar ki benim çocukluğumda o güzelim Tahtacı kızları ve Tahtacı erkekleri gelirdi bizim köyümüze Tahtacılar yerleşmiştir. Biz gene Türk Yörük’üz ama yerleşeli 200 yıl filan olmuş.
Nerede?
Fethiye’de. Fethiye ama konar - göçerliği sürdürmüşler. Yazın yaylaya göçüyorduk, kışın da kışlakta iki tarafta evlerimiz vardı ama çadırlarımız da vardı evlere yakın. Şimdi kışın özellikle Tahtacı kızları gelirdi bize, Tahtacı erkekleri gelirlerdi. Giyimleriyle, kuşamlarıyla, renkli gözleriyle, üretkenlikleriyle kadınıyla, erkeğiyle beraber çalışırlar. Ve onlar Tahtacılar bu bölgede orman işçiliği de yoğun olduğu için, Osmanlı’da da var, Selçuklu’da orman işçiliği yoğun olduğu için bu bölgede yaşamışlar, bu bölgede yerleşmişler ve de ormanın yoğun olduğu yerlerde yerleşmişler. Uzunca süre hem Selçuklu’da hem Osmanlı’da bütün ağaç işlerini, ağaç kesme işini, ağaç biçme işini, onlar yapmışlar. Dört köylü insanın, köylü erkeğinin yaptığını bir Tahtacı kızı yapardı. Yani ağaca o kadar yatkın, ağaç işine o kadar sarmaş dolaş olmuş insanlardır.
Hangi bölgelerde yaşıyorlardı, Tahtacılar genel olarak?
Bu bölgede 16 tane Tahtacı Köyü var. Drablus Köyü var, Kaş’ın üzerinde mesela iki tane köy. Finike’nin hemen Gökbükü Tahtacı Köyü orada birkaç tane küçük küçük mahalle var, mesela Akçaeniş... 1934’lerde Manavgat çevresinden, Adana’dan gelmişler. Mesela Akçaeniş’lilerin çoğunun akrabası Adana’dadır. 1934’lerde bir çiftliği alarak oraya yerleşmişler. Bir Tahtacı Köyüdür. Gene Manavgat’ta var üç tane Tahtacı Köyü, bir tane Akseki’de var. Gazipaşa’da var ama onlar Sünnileşmişler ben onlara Tahtacı dedim bana kızdılar, katılaşmışlar Sünnileşince. Gazipaşa’nın köylerinde var. Karatepe Köyü var hemen yakınımızda evet 15 km.’de. Bunlar hep Tahtacı Köyleri.
Burada Yuvalı Köyü Abdallar. Nedir onların Tahtacılar’dan farkı?
Ha onlar iki yapı. Orada bir Saçı Karalı Yörükleri vardır bir de Anadolu’daki Çingene halk vardır. Onlar İran üzerinden gelenlerdir, bu bölgeye. Aksu’da vardır. Kafi Baba’nın geçmişte onlarla ilgisi yok.
Kafi Baba bildiğiniz gibi Abdal Musa’nın müritlerinden birisidir. Olayı da şudur, Kaygusuz’u Mısır’a gözcü yapar Abdal Musa. Kaygusuz’a sorar işte yanında götüreceğin müritleri kendin mi seçeceksin ben mi seçeceğim... Kaygusuz der ki, ben seçeyim. Onun üzerine müritlerini seçer. İşte Elmalı Tekke Köyü’nden çıkar o Arıkan’da Vadisi’nden orada bol su vardır, bugünkü Yuvalı Köyü’ne iner. Der ki müridinin birisine; şu söğüt ağacına çık da biraz elma silk der, mürit der ki söğütten elma mı olur? Ondan sonra hemen Kaygusuz hata yaptığını, onların daha pişmediğini görür ve hemen müritlerini alır gerisin geriye döner. Abdal Musa’dan af diler, özür diler, yoluna yatar, Yunus’ta da vardır biliyorsunuz aynı şey, yoluna yatar onun üzerine Abdal Musa onu af eder ve kendisi yeniden müritlerini seçer ve tekrar yola düşer Kaygusuz. Yine Kafi Baba’nın olduğu yere gelir Yuvalı Köyü’nün olduğu yere, antik kenttir orası Limira antik kenttir. O antik kente geldiğinde müritlerinden birisine der ki, çık söğüt ağacına da elma silk der, hemen çıkar ağaca elma silkmeye başlar. Kafi yeter, yeter baba filan der işte o Kafi anlamında yani yeter anlamındaki niteleme o kişiye isim olur; Kafi Baba adı oradan gelir. Ve o adamcağız orada ölür ondan sonra de türbesi orada yapılır. Ve daha sonra yanında mezar taşları vardır onun, hatta İsmet Zeki Eyüboğlu ile de biz onu ziyaret etmiştik, Bektaşi geleneği sürer yanındaki Bektaşi Babalarının mezar taşları vardır onun yanında Kafi Baba’da.
Limira’daki antik çağdan kalma o güzel küçük bir de amfi tiyatroya benzer bir yapı var. Onu da inşallah Antalya Valiliği ya da Belediyesi, ya da Kültür Müdürlüğü, Kültür Bakanlığı onarır, Kafi Baba etkinlikleri de orada yapılır.
Dilerim. Şimdi ben onun önünü temizlettim ve de orayı Bohart diye bir Avusturya’lı kazıyor, bilim adamı. Bohart ona şart koştuk o tiyatronun ikinci kısmı onarılacak iç tarafını temizledik ama sürecek, Kafi Baba Anma Etkinlikleri’nin o tiyatroda yapılmaması için hiçbir neden yok. Eskiden köy düğünleri bile Anadolu’da veya bu bölgede kışın bile açık havada yapılırdı.
Şimdi gelelim Abdal Musa’ya. Sizin de değerli bir çalışmanız var bu konuda. Daha önceden araştırma yapanları da yad ediyorsunuz eserinizde. Burada güzellik ve bilimsellik var, Fuat Köprülü’nünkü, İsmet Zeki’nin olsun onların makaleleri var, daha önceden yayınlanmış olanları almışsınız.
Bir araya toparlayalım, derli toplu görsün istedik insanlar o insanların yazdıklarını..
Abdal Musa için yazılan şiirler var. Bu kitap gerçekten güzel bir kitap çünkü içinde bugüne kadar yazılmış makaleler var, şiirler var, sizin son çalışmalarınız var, fotoğraflar var. 3. baskısı olmuş, Der Yayınları’ndan güzel bir kitap çıkarmışsınız. Şimdi bu kitaptan yola çıkarak ya da bu kitaba gelerek;
Abdal Musa Sultan’ın yaşamını, görüşlerini, Velayetna-mesini Antalya ve Türkiye, Anadolu Alevî Bektaşileri için önemini sizden alalım.
Şimdi ben çocukluğumda hep Abdal Musa’nın adını duyardım. Bizim o Günlükbaşı’nda Tahtacılar vardır, onların bağlandığı tekkelerden birisidir ve bu coğrafyadaki hemen hemen çoğu Tahtacılar’ın, Alevîler’in, Bektaşiler’in bağlandığı bir tekkedir bu. Yıllar sonra ben bu bölgeye atandım işte Kültür Müdür Yardımcısı olarak gelmiştim, ilk Kültür Müdürüydüm geldim o zaman da bir vali vardı burada Bahattin Güney. Ama ondan önce ben yörede araştırma yaparken hep Abdal Musa’dan söz ederler. Örneğin; Kıbrıs Savaşı sırasında Abdal Musa o Arıkan’da araştırma yapıyorum Abdal Musa’dan atlılar çıktılar ve sabah namazında gördüm atlılar sürü halinde... İşte Arıkan’dan da inerek Kıbrıs’a gittiler diyor vatandaş hala yıllar geçmiş Abdal Musa’nın o keramet dolu yaşamına inanıyor ve hâlâ onun bir evliya, bir eren, bir kurtarıcı olduğuna şey yapıyor. Yine bir başka şey aşağıda Turunç Ova’da çevresinde araştırma yapıyordum. Kore gazilerinden bir tanesi ben Kore’de diyor Abdal Musa’yı ak bir giysi içerisinde ve ak sakallar içerisinde gördüm, diyor. Şimdi adamların kafasında Sünni de olsa, Alevî de olsa, Bektaşi de olsa Abdal Musa’nın bir yeri var. Abdal Musa tabii Anadolu kültürü için, Anadolu eren, evliya kültürü için çok önemlidir. Şöyle bir bakarsak sizin de çok iyi bildiğiniz gibi Anadolu da dört önemli tekke vardır. Ama bunlardan ikisi çok önemlidir. Hacı Bektaş Tekkesi bir de Abdal Musa Tekkesi. Hatta yer yer Anadolu Alevîliği için Abdal Musa Tekkesi öne çıkar. Gene baktığımız da Anadolu da adam fakirse, yoksulsa hiçbir kurban kesemezse de Abdal Musa aşı yapar. Ve bugün baktığımız da Girit’te, Kıbrıs’ta, Rodos’ta hatta geçenlerde Tevfik Hacı Hamdioğlu ile konuştuk.
Alanya Müzesinin kurucularından birisi bu bölgede araştırma yapan öğretmenlerden birisi. Yunanistan’a gitmiş, Yunanistan’da oradaki buradan giden Hıristiyan Karaman Türkmenlerine aslında onlar Karaman Türkü ama biz işte onları azınlık diye göndermişiz. Hıristiyanlarla konuşurken Alanya’dan giden Hıristiyanlarla konuşurken Abdal Musa’dan söz etmişler orada hâlâ onlar bile o geleneği sürdürüyorlar. Arnavutluk’ta Abdal Musa çorbası pişirirler.
Abdal Musa Cemi var zannedersem?
Evet Abdal Musa Cemi var. Yine İran’da, Azerbaycan’da aynı kültürü görüyoruz. Durum böyle olunca Abdal Musa geniş bir coğrafya da. Geniş bir coğrafya da yaygın olarak bugün de, dün de anılan, sevilen bir insan ama onun özelliği en önemli özelliği Orhan Gazi’yle biliyorsunuz Bursa Savaşı’na katılmış Orhan Gazi bu bölgenin Türkleştirilmesinde görevlendiriyor. O Manisa’da yine onun adına çiftlik var. Manisa üzerinden Denizli’den, Denizli’de yine adına orada yazıtlara rastlandı, bugünkü Kalkan yakınlarından geçerek ilk çiftliğini bugünkü Kafi Baba’nın olduğu yerde kuruyor, ilk tekkesini. O döneme ait Başbakanlık arşivlerinde adına tapu kayıtları var. Kafi Baba’nın olduğu bölgede bugün Limira coğrafyasında daha sonrada bildiğiniz gibi tekkesini bugünkü Abdal Musa’ya kuruyor. Ve Evliya Çelebi de o dönemdeki bütün kaynaklarda Abdal Musa’nın kerametinden, büyüklüğünden tekkesi ve çevresindeki yapıların, ambarların çokluğundan söz ediliyor. Demek ki aşağı yukarı 14. yy’dan 20. yy’a kadar Yeniçeri Ocağı’nın yok olmasına kadar hemen hemen önemini korumuş. Çünkü zaman zaman Osmanlı Padişahları da Bektaşiliğe yakın olan Osmanlı Padişahları da Abdal Musa’nın Tekkesini onarmak için yardımda bulunduklarını görüyoruz.
Bugün halk ozanlarının şiirler yazdığı Abdal Musa’nın yaşamında çok uzak diyarlardan ziyaretçilerinin geldiğini dinliyoruz, öyle mi?
Kesinlikle evet Mısır’dan ki bakın atladık Kaygusuz’u niye Mısır’a gönderiyor? Bakın Mısır’da etkinliğini görüyoruz. Mısır’da o dönemde etkinliğini görüyoruz. Girit’te etkinliğini görüyoruz, Rodos’ta etkinliğini görüyoruz, Arnavutluk’ta etkinliğini görüyoruz. Sarı Saltuk’a kadar uzanan Balkanlar’da etkinliğini görüyoruz. Yani bir dönem ünü belki Anadolu’daki en ya da Osmanlı coğrafyası içerisindeki ey yaygın en geniş Abdal.
Peki ne yapmış da başarmış bunu temel felsefesi ne?
Temel felsefesi kesinlikle barışa ve hoşgörüye dayalı. Bakıyoruz o çevresindeki halklara o söylenceler var göreceksiniz kitapta. Söylencelere baktığımızda hep o gelenlere yardım ettiğini, susuz köyleri sulandırdığını, çevredeki hatta azınlık halklara bile elinden zorla malını almayıp onları güzellikle bir araya getirdiğini görüyoruz. Ama bunun yanında bilime çok önem veriyor çünkü yüzlerce, binlerce derviş yetiştiriyor. Yine bir söylenceye göre işte Alanya Beyi’nin oğlu Kaygusuz av peşinde gelirken, ceylana okunu saplıyor ama o ceylan Abdal Musa ve koltuğunun altından çıkarıyor ve eline veriyor. Ve onun kapısına Beyoğlu kapılanıyor ondan sonra. Ve Bey alamıyor, tek varisi tahta geçecek tek kişi ama saraya dönmüyor ok saplanın yerde gül bitiyor, dostluk bitiyor, hoşgörü bitiyor, bağlılık bitiyor, barış bitiyor temeli o.
Peki son olarak bu büyük uygarlık beşiği Antalya’nın içerisinde yine bir başka Türk ve İslamiyet’in tasavvufi yorumuyla da harmanlanmış ama Anadolu’nun rengine boyanmış, Abdal Musa diyarından iki şey söylemenizi isteyeceğim bir son olarak insanlığa ne dersiniz, insanlara ne dersiniz. Bir de törenler çok kötü şartlar altında yapılıyor adına yakışır şekilde düzenlenmesi konusunda neler söyleyeceksiniz.
Şimdi tabii bu Anadolu coğrafyası bizim coğrafyamız. Bizim ne geriye gitmeye niyetimiz var, ne de bu coğrafya dan kopmaya. Ve de son yapılan araştırmalarda Türklerin çok önce Anadolu’ya geldiği bilinmekte, Mezopotamya’ya inildikleri bilinmekte. Bu yurt 1071’de geldiğimiz bir yurt değil. Bu yurt daha önce geldiğimiz yurt. Yani 1071’de geldiniz derlerse geriye gidin, derler. Barış, hoşgörü, kardeşlik ve birlik, beraberlik duyguları içerisinde Anadolu’daki tüm kültürlere, Anadolu’daki tüm uygarlıklara, Anadolu’daki tüm evliya ve erenlere ki onlar barışın birleştirici insanlardır sahip çıkarak kardeşçe yan yana yaşamak zorundayız. Bu bin çiçekli kültür bahçesinde Anadolu’nun güzel insanı bunu hak ediyor. Görüyorsunuz tarihin her boyunca, her aşamasında Anadolu insanın, Alevî, Sünni efendim Türk, Kürt diye koparmaya çalışmışlar ama birbirinden kopmadan bu coğrafya da bu kültürleri yaşamak ve bu kültürleri yaşatmak zorundayız. Bu zenginlik, bu güzellik hiçbir başka coğrafya da yok. Roma’dakinden daha çok şu coğrafya da tiyatro var, Antalya’da sadece Antalya’da 200’ün üzerinde antik kent var, hangi coğrafya da, hangi ülkede bir kentte 200 antik kenti görebilirsiniz? Aspendos gibi bir tiyatroya, Fergi gibi bir antik kente sahip olabilirsiniz veya Selçuklu Kalesi, Alanya Kalesi gibi bir inciye sahip olabilirsiniz ama bunların kıymetini bilmek, bunlara sahip olmanın sevincini yaşayarak daha çok üretmek, daha çok okumak, daha çok aydınlanmak aydınlandıkça da sahiplenmek zorundayız.
Abdal Musa’yı çok haklısınız burada yad edelim, Hüsni İhtiyar Amca başladığında ve işte beni Vali Bahattin Güney gönderdiğinde orada bir koca ağacımız vardı, tekkenin gene üstünde vardı ama içi bakımsız haldeydi. Mezarlar yan taraftaki yana yatmış durumdaydı ama ondan sonra işte Bakan Sağlar ve daha sonraki Bakanlar da ilgi gösterdiler, onları davet ettik ki ilk başladığımızda birçok devlet adamı gelmekten oraya şey yapıyor, bugün herkes orada güzel güzel konuşmalar yapıyorlar.
Ama bugün herkes orada bir sevinç meselesi, bu da bir güzellik. Mezarlar büyük ölçüde onarıldı, etrafındaki gene orada kuyu yapıldı, çeşme yapıldı, o amfi tiyatro yapıldı göreceksiniz ama yeterli mi? Değil. Oraya bir kültür evinin kesinlikle yapılması gerekiyor. Dün yeterli dediğimiz amfi tiyatro bugün yeterli değil. Belki daha büyütülecek.
Çevre düzenlemesi yok, kütüphanesi yok, araştırma merke-zi yok, yollar çok kötü?
Suyu yoktu, işte yeni geldi, işte yol yapıldı? Siz tabii 86’lı, 87’li yıllarda görseydiniz burayı bayağı gelişme oldu. Kesinlikle o sitenin içerisinde konferans salonu, araştırma merkezi, kütüphanesi, yatakhanesi olması lazım. Çünkü her mevsim Abdal Musa’ya gelip kurban kesen insanlar var. Kurban pişen yer, kurban kesilen yerlerin kesinlikle sağlıklı bir biçimde, bize yakışır bir biçimde, o bölgeye yakışır bir biçimde yapılması lazım. Bir başka özelliği de tabii sıkıntısı şu, orası işte 1000 nüfuslu bir yer birden 20. 000 - 30. 000 kişinin şenlik yapıldığı yer oluyor ama yine de o insanlar oradaki konuksever insanların sayesinde o sağlanıyor ama yeterli değil. Yani önümüzdeki yıllar daha büyük yatırımlar yapılması zorunda. Çünkü Anadolu kardeşliğine, Anadolu barışına, Anadolu insanın bütünlüğü için Hacı Bektaş-i Veliler, Karacaahmet’ler, Abdal Musaların büyük yeri önemi var.
Çok teşekkür ediyoruz bizi kırmadınız, güzel zengin içerikli bir söyleşi oldu.
Söyleşi : Haziran 1999, Antalya