AHMET AKAR

 Halk ozanlığında yergi geleneğinin gümüzdeki temsilcilerinden birisi olarak kabul edilen Ahmet Akar; çileli ömrünü, okumaya olan özlemini, hayatın tadıyla uzuyla geçen yıllarını, ozanlığın anlamını  bizimle paylaştı

AYHAN AYDIN

Çocukluğunuzdan bahsederek başlayalım isterseniz söyleşimize?

 

İlkokul 5. sınıftan mezun oldum ve ilkokulu köyümde okudum, imkansızlıklar nedeniyle eğitimime devam edemedim. Şu anda köyümüz kasaba oldu belediyeliktir. Benim de diğer ozanlarımız gibi yaşamım çok çileli geçti. Köyümüz gerçekten güzel bir köydür. Köyümüzün görgü dedesi vardı Eraslan Ocağı’ndan Enver Efendi’ydi. Köyün görgü dedesiydi. Köyümüzde Sivas Koyulhisar’dan Sabri Kalender İsimli öğretmen vardı ve eşi Hayriye Kalender (öğretmen) vardı. Beni beşinci sınıfa kadar onlar okuttular. Ve Hayriye Hocamın kendisinden dinledim; Ahmet diyor di, köyünüz gerçekten çok güzel, bize anlattıkları safsatalar gibi değil. Biz gerçek insanlığın ne olduğunu sizin köyünüzden öğrendik. Enver Efendi gelirdi, köyü görmeye, köyde dargın küskün kim varsa, o geldiği zaman herkesi barıştırırdı. O adeta barış, ve esenliğin simgesi olmuştu. Yargıçta, hakim de, savcı da Enver Efendi’ydi. Halkı barıştırır sulh ederdi. Ve gerçekten bir halk mahkemesi kurulurdu. Hiç kimse birbiri için mahkemele gitmezdi. Herkes Enver Efendi’yi davet ederdi, buyur yemeğimizi ye derdi. Biz de davet ederdik. Gerçekten bundan mutluluk duyuyordum. İnsanlar birbirine büyük sevgi ve saygı gösteriyordu. Ben de bundan çok mutluluk duyuyordum. Bana bir anısını anlattı Hayriye Hocam; okulla evi karşı karşıyaydı, aradan yol geçiyordu. Sabahleriyin erken kalktım, her taraf kar buz, zemheri ayı, kahvaltı hazırlıyorum, perdeyi açıp şöyle okula doğru baktım, baktım okulun önünde sizin Göğ Ali dinen bir adam var onun bir oğlu var ismi Durmuş, kolu da çolak, baktım okulun önünde dikiliyor. Ayaklar yalınayak, mintanın bir tarafı yırtık eti görünüyor. Ayağının birini kaldırıp diğerini indiriyor, sonra diğeri kaldırıp indiriyor. Ben bunu içim parçalanarak bunu izledim, diyor. Bunu unutamıyorum diyor. Bu kadar yoksulluğun olmasına rağmen o insanların birbirlerine karşı sevgi ve saygıda kusur etmemelerini unutamıyorum, diyordu. Şimdi ise günümüzde ütüsüz pantolan ve boyasız ayakkabı giyen yok. Ama insanlık yozlaştı, o sevgi saygı kalmadı, göremiyorum. Hani Mehmet Akif der ya, Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar, der ya; işte medeniyet diye diye halkı soyutladılar. Keşke bu gelişmeler olmasa da o insanlık ölmeseydi.

O öğretmenlerimin ruhu şad olsun, beni ve bizi okuttular. Onları hiç unutamıyorum. O güzellikleri yaşadık.

 

Değerli üstadım Anadolu’da öteden beri hep çileli geçmiştir.

 

Bu konuda sanırım acı bir hatıranız da var?

 

Bir zamanlar Ruslar Doğu Anadolu’yu ve Karadeniz’i işgal edince Gümüşhane’den, Şiran’dan da bir kısım insan oralardan kaçıp daha batıya gelmişler. Oradaki kasaba ve şehirlere yerlemiş olmuş. İşte benim Şiran Kırıntı köyünden gelen anneannem Zöhre (Zehri diyorlar) Aydın da o kafileden birisiymiş. Kendisi kız olarak bizim yöreye geliyor ve dedemle Sadık Aydın’la evlenmişler. Diğer akrabaları ise geri memleketine dönmüşler. Dolayısıyla bizim Şiran’lı birçok akrabalarımız var. En üzücüsü anneannemden dinlediğim öykü; anneannemin 4 kızı ve bir oğlu olmuş. Annemin (Menevşe) küçüğü olan Saliç daha kızken Tokat’ın merkez köyü Dive (Günevi) Köyü’nden gelip, bizim ağalık hüküm süren köyden, kız istemeye çevreye gelmişler ta bizim köye kadar gelmişler ve orada Ahmet Ağa’yı görmüşler. Ağa’ya on lira para veriyorlar. Ağam, diyorlar şu adama bir kız istiyoruz. Ağa’da bakıyor dışardan göç muhacir olarak gelmiş olarak Zöhre’nin bir yetişkin kızı var, kızın elinden tutup alın size kız diyerek adamlara teyzemi teslim ediyorlar. Anneannem Ağa’nın ayakların kapanıp, yavrumu benden ayırma, onlara verme diyor. Ağa ise anneannemi ayağıyla iterek, hadi ordan sen nerden kız sahibi oluyorsun diye teslim ediyor. Ve altmış, altmış beş km. Uzaklıktaki bir yere alıp kızı götürüyorlar. Bu olay beni çok derinden yaraladı. Bu ağalık zulmü nasıl bir zulümdür ki bir insan evladına dahi sahip olamıyor. Bu yaşanmış acı bir olaydır.

 

Peki arkadaşlarınız?

 

Can çiğer arkadaştık, hep birlikte koşup oynuyorduk. O zamanlar mutluyduk. Yalnız hayatım çileli geçti derken; benim Sabri Kalender Hocam okulu bitirince beni kenara çekti, oğlum sen mutlaka okumalısın, dedi. Benim devrevde benden başka Pekiyi dereceyle diploma alan olmamıştı. Hocam, hem kafan çalışıyor, hem de öksüzsüz, dedi. O zaman annemi kaybetmiştim. Daha sonra, babam bırakmıyor, paramız yok, imkanımız yok, dedim. Bana çıkardı cebinden para verdi. Kaç git sınavlara gir, diye. Babama ben dedim ki; ilkokul sınavları kabul olmamış, yeniden yapılacakmış, dedim. O şekilde giderek sınavlara girdim. Bir öğretmen okulu sınavına, bir de gedikli sınavına girdim. İkisini de kazanmama rağmen yine de imkansızlıktan babam bırakmadı ve okuyamadım. Bu benim içimdeki en büyük ukteydi. Hiç bir zaman bunun üzüntüsünü atamadım.

İşte bunlar ezilmişliğin ürünleri, hiçbir zaman unutulmayacak şeyler.

 

Sonrasında ne oldu?

 

Sonunda artık 1962’de İstanbul’a çalışmak için geldim. Burda babamla (Cömert) analığım burdaydı. Ben İstanbul’a gelince onlar geri gittiler. Ben önce tebeşir fabrikası’na girdim, Fatih Çarşamba’da. Fakat para yönünden çok yetersizdi. 150 lira aylık veriyorlardı. Daha sonra bir pazarcı arabasına girdim, yövmiyle. Pazarlardan pazara mal naklediyordum, o şekilde çalışıyorduk. Araba kullanmasını öğrendim. Daha sonra ehliyet aldım. Böylece nakliyeciliğe başlamış oldum. E sınıfı ehliyetim var otomobilcilik ve nakliyecilik yaptım.

 

Köye gidip geliyor musunuz?

 

Şimdi bizim orası belde oldu. 29 Haziran’da (2013) Şair Ahmet Akar olarak davetliydim. Yayla Şenlikleri’ne katıldım. Orada şiirler okudum. Eşimle birlikte gittik, güzel günler geçirdik. Memlekette dayım Murteza Aydın var.

 

Hiç Şiran Kırıntı’ya gittiniz mi?

 

Anneannemle babam bir kere gitmişler, hem de yayan gitmişler. Ama bize kısmet olmadı. Bir gün Zigana’dan aşıp geçerken, ah keşke Şiran’a ben de gitsem, dedim kısmet olmadı. İşim acildi, içim cız etti, illere dağıtacağım elbiseler vardı, gidemedim.

En son İsmail Aydın’ları tanıyordum. O da rahmetli oldu, oğlu genç yaşta Hüseyin Aydın da rahmetli olmuş, çok üzüldüm.

Hayat böyle işte, acı tatlı anılarla dolu.

 

Özetle Fikirleri:

 

Gerçekler, Milliyet, Cem Dergisi, Berfin-Bahar, Kervan, Gözcü ve daha birçok basım yayın organlarında şiir ve makalelerim yayınlandı. Anadolu Sevgi Birliği Derneği’nden ve Emekli Derneği’nden plaketler aldım.

Ben bir Pir Sultan talibiyim. Köyümüz çevresinde Hubyar Sultan, Kulhimmet Sultan ve Keçeci Baba gibi bazı ocaklar vardır.

Mustafa   Kemal   Atatürk   ise   Cenabı  Tanrı’nın ulusumuzun kurtuluşu için göndermiş bir dahi ve Hazreti Ali’nin Mehdi olarak Atatürk unvanıyla insanlığın kurtuluşu için tekrar evrene gelmesi olduğu kanısındayım. Zaten bizim inancımızda Haydari Kerrar olarak bilinir yani tekrar tekrar gelen zat anlamına gelmektedir.

Kerbela olayına gelince bu olay haklıyla haksızın, mazlum ile zalimin ve aydınlıkla karanlığın mücadelesidir. Bu mücadelede hak ve hakikat yoluna girenler bizzat Hz. Hüseyin’in yoluna girmiş olanlardır. Bu işin Alevisi Sünnisi olmuyor. Önemli olan aydın ve vicdanlı dürüst olmaktır. Örnek vermek gerekirse bu mücadeleyi yiğitçe hakkıyla yürüten birçok Sünni dostlanmız vardır. Örneğin Osman Dağlı, Fikret Otyam, İsmet Zeki Eyüboğlu ve daha birçokları.

Ülkemizin geri kalmışlığının sebebiyse emperyalist güçlerin ülkemize musallat olması ve Arap felsefesinin yani Emevi zihniyetinin etkileridir. Bu zihniyetin bilimi ve aklı dışlayarak şeriat zihniyetiyle hareket etmeleridir. Akıl ve bilimin dışlandığı ortamda ülkede kalkınma beklemek hayal olur sanırım. Hala ülkemizde Ramazanda oruç tutmuyor diye dövülen, horlanan insanlar varsa ve ülkemizde hala din adına öz çocuğunu yatırıp da kurban olarak kestiği bir durumda özgürlük ve demokrasiden bahsetmek mümkün müdür?

 

Halk ozanı kimdir, halk ozanlığı neyi ifade ediyor?

 

Halk Ozanı; halkın ozanıdır, başlıklı bir yazıyı dikkatinize sunuyorum: "Halk ozanı halkın ozanıdır, halk ozanı halkın gözü, kulağı, dili olup kendini insanlığa adayan katılımcı, paylaşımcı ve özverili bir mücadele adamıdır. Gün gelir haksızlığın ve zulmün karşısında isyan eder sinesini zulme karşı kalkan eder, Pir Sultan misali coşar haykırır ve tsunami olur. Gün gelir Yunus misali yetmiş iki milleti bir bilip insan sevgisini yüreğinin derinliklerinde hisseden engin bir deniz ve umman olur.

Halk ozanı insanlığın, gerçeğin hak ve hakikatin karşısında eğilen, zulmün haksızlığın karşısında eğilmeyen olduğu gibi görünüp göründüğü gibi olabilen gönül adamıdır.

Halk ozanı Anadolu halkının yanık bağrından kopmuş bir kıvılcımdır.

 

Örnek olarak Pir Sultan Abdal’ın şu dörtlüğü buna misaldir:

 

Kadılar müftüler fetva yazarsa

İşte kement işte boynum asarsa

İşte hançer işte kellem keserse

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

 

Burada ulu ozan Pir Sultan'ın inancı ve ideali uğrunda serini ortaya koyduğunu görüyoruz.

Ozan; yedi ulu ozanımız var. Bunlar ozanlığın gelenğiyle yaşamış, ozanlığın hakkını vermiş ve bize ışık tutmuş ululardır. Bugün bizim kültürümüzü bayrak bayrak günümüze taşıyan bu büyük halk ozanlarıdır. Sazıyla sözüyle azmiyle bizlere her zaman için güç vermiş, övünç kaynağı olmuştur.

 

Ozanların hep yolunda ve davasındasınız?

 

Bir olay olmuştu. 23 Şubat 1997 Pazar günü Türkiye Gazetesi’nin vermiş olduğu takviminin yaprak arkasında bizim ozanlarımızdan Dertli’nin bir şiirine güya sataşan birisi vardı: Mehmet Ali Demirbaş. Dertli Baba’ya sataşma yapıyor. Şöyle diyor du; “hani şeytan nerde dersin şeytan senin özündedir. Küfre varan söz edersin – Şeytan senin özündedir. Övüyorsun batıl yolu – Cücelere dedin ulu. Rabbimizin ahmak kulu – Şeytan senin içindedir. Ayağında çarığın yok – Kel başında sarığın yok. Filden farkın kuyruğun yok – Şeytan senin içindedir.” İşte buyrun bir cahil zırvalaması. Ozan Dertli Baba tarihe mal olmuş, övdüğü yol Hakk Muhammed Ali Yolu olan bir ozandır. Bunları cüce olarak nitelendirerek kendi cahilliğini ortaya koymuş oluyor.

 

 

Ben de ona cevaben bir şiir yazdım.

 

Mehmet Ali Demirbaş’a Cevaben

 

Dertli’ye uzanan o dil

Bak seni ediyor rezil

Senin gibi yobaz değil

Dertli gerçek bir insandı

 

Sazı vardı sözü vardı

Turnadan avazı vardı

Hakk’ı gören gözü vardı

Dertli gerçek bir insandı

 

Hakk’ın yolundan çıkmadı

Dönüp geriye bakmadı

Sen gibi adam yakmadı

Dertli gerçek bir insandı

 

O insandı bir fil değil

Hakkikatte gafil değil

Senin gibi cahil değil

Dertli aydın bir insandı

 

Baktım gaflete dalmışsın

Softalardan ders almışsın

Karanlıktan bunalmışsın

Dertli aydın bir insandı

 

Akar der ki sözüm işit

Adın Ali soyun Yezit

İnsalara saldıran it

Dertli Baba bir insandı

 

Bade içme gibi bir durumunuz oldu mu?

 

Bade içme durumum olmadı. Küçük yaştan beri Pir Sultan Abdal, Virani, Nesimi, Fuzuli ve benzeri Alevi Bektaşi ozanlarının nefeslerini okuyarak büyüdüm.

Köyümüzde cem olurdu ve ceme gittiğimde zakirlerin okudukları nefesler beni çok etkilerdi dolayısıyla şiir yazma durumu bende böylece gelişti.

Günümüz ozanlarından Rahmetli Mahzuni Şerif ve İhsani gibi ozanlardan  çok   etkilendim,   diyebilirim.  

 

İlginç bir anınızı paylaşır mısınız?

 

Posta gazetesi yazan sevgili Savaş Ay'ın bir yazısın okudum bu konuya uygun düştüğü için burada özet olarak arz ediyorum.

Savaş Ay şöyle diyor:

Bir mecmuada bir şiir gözüme ilişti okudum bana çok ilginç geldi ve bu şiirin kime ait olduğunu merak etmeye başladım.

Şiir şöyleydi:

 

Eşeği saldım çayıra

Otlaya karnın doyura

Gördüğü düşü hayıra

Yoranın da avradını.

 

Allah Allah baktım çok ilginç bi dörtlük ve bunun kime ait olduğunu anlayabilmek için araştırırken birden bu işlerle yakından ilgilenen Sayın Musa Eroğlu aklıma geldi ve telefonla aradım. Telefonda Eroğlu'na sordum: Yahu üstat ben bir dörtlük okudum bunun kime ait olduğunu öğrenemedim ve seni aradım, dedim.

Bu eser kime ait acaba dedim ve karşımda sayın Eroğlu başladı kah kah gülmeye ve dedi ki aman dostum bunu ne bana sormuş ol ne de ben sana söyleyeyim dedi ve telefonu kapattı. Hoppala bu sefer bu benim için daha da merak konusu oldu. Netice İnternete girdim. Araştırırken buldum. Baktım ki bu bizim eski ozanlanmızdan Kazak Abdal’a ait ve şiirin tamamım okuduğumda o zaman Eroğlu'nun öyle gülerek cevap vermeden telefonu neden kapattığnı daha iyi anladım.

 

Çünkü en sonunda diyor ki:

 

Kazak Abdal Hun eyledi

İndi köyü tan eyledi

Sorarlarsa kim söyledi

Soranın da avradını

 

Yahu baktım ki Eroğlu haklı. Adam açık açık ben sorduğum için resmen bize de kayışlıyor. Ha demek oluyor ki halk ozanları kimsenin etki alanına girmez, kimseye yalakalık yapmaz içinden geleni özgür hür iradesiyle halkına söylerler. Halkıyla haşır neşir olmayan ve, halkla bütünleşmeyen halkın ozanı olamaz.

 

Bir de bu konuya ışık tutacağı kanısıyla rahmetli Halil Oztoprak'ın kitabında rastlamadığım bir şiirini sunmak istiyorum. Bu şiiri Sarı Saltuk Ocağı’ndan rahmetli Ali Abbas Fidanoğlu Dede’den dinlemiştim.

 

Ehli ullah sohbetinden

Bana gizli Raz dediler

Kaçma bu halk vahdetinden

Kesrettesin laz dediler

 

Olmak istersen Hakk’a kul

Dediler sen de Mecnun ol

Leyladadır mevlaya yol

Rızada niyaz dediler

 

Gelse hak dostun sofrası

Bulanır yezidin safrası

Yiyene, candır pahası

Yedirene şahbaz dediler

 

Budur makamı mahmudu

Secdeye yok et vücûdu

Yet evna yenel sücudu

Kuran’da namaz dediler

 

Namazı fark edip seçtim

Dosttan abu hayat içtim

Onun için candan da geçtim

Canda canana az dediler

 

Katre idik ummana daldık

Muti kalbe sının bildik

Çünkü hak yolunda öldük

Mezarımı kaz dediler

 

Bu ledünü hakikatten

Kitap okudum kudretten

Meşk aldım ilmi hikmetten

Bunu böyle yaz dediler

 

Abdal Öztoprak alana

Varanı versin talana

Kuş dilidir bunu bilene

Ariftir üstaz dediler.

 

Refahiye'nin Kabuller Köyü’nden olan Ali Abbas Dede ve Şiran'ın İnözü Köyü’nden Potik Dede’nin (İsmail Fırat) kardeşi Hasan Fırat Dede’yle çok muhabbetimiz olmuştur.

Gül ve Diken isimli bir kitabım var. Bu kitabımda da bu zatların bahsi geçmektedir.

Rahmetli Ali Ekber Çiçek, Aşık Nesimi Çimen, Ali Ekber Eren ve benzeri biçok aşıklarla dostluğum olmuştur.

Böylece özet olarak kısaca kendimi anlatmaya ve sorularınızın bir kısmına cevap vermeye çalıştım. Daha fazla cevaplayamadığım için özür dilerim. Gerisini siz saygı değer dostumuz zatı şahanelerinizin yorumuna bırakıyorum. Cem Tv.’deki sunmuş olduğunuz o güzel programlarınızla gerçekten bir Alevi ve Bektaşi aydınına yaraşır şekilde hep tevazulu güler yüzlü ve sevecen bir şekilde program sunmanız beni çok meftun etmiştir ve soyadınıza uygun düşmekte olduğunu görüyor başarılarınızın devamı diliyorum.

En samimi duygularla ve bütün kalbimle en içten sevgiler sunuyor ve sizleri aşkı muhabbetle kucaklıyorum.

 

Saygılarımla.

 

Doğum Tarihi ve Yeri: 1946, Gölgeli (Leveke)

 

İlim: Tokat

 

İlçem: Almus

 

Mahelle veya Köy: Gölgeli

 

5 Çocuk babası SSK'dan emekli bir yurttaşım.

Şu anda İSTANBUL Maltepe’de Gülsuyu Mahallesi ikamet etmekteyim.

 

 

KİTAP: GÜL VE DİKEN, FUL AJANS, ÖZ YILMAZ MATBAASI, 2000, iSTANBUL

 

 

Tarih: 9 Temmuz 2013, Salı, Yenibosna Cemevi

 

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

 

YETERLİ   DEĞİL

 

Sağım ile salat zekat ile hac

İslam olmak için yeterli değil

Anadan doğupta dünyaya gelmek

İnsan olmak için yeterli değil

 

İnsan olan insan kendin bilmeli

Yaradan öz gönlünde bulmalı

Okuduğun manasını bilmeli

Ezbere okumak yeterli değil

 

Ehlibeyt sevgisini tatmayan

Erenlerin buyruğunu tutmayan

Canını canana kurban etmeyen

Koçu kurban etse yeterli değil

 

İnsan bir mürşitten dersin almazsa

Ledün ilmin okuyup ta bilmezse

Salatı   vahdette karar kılmazsa

Yere secde etmek yeterli değil

 

Ahmet AKAR sırrı açma herkese

Bir insan ben ehli kamilim dese

Kuran’ı Natık’ı bilmiyor ise

Kuran’ı hatmetmek yeterli değil...

 

UYAMADIM   Kİ

 

Hakk nasip eyledi cihana geldim

Hal bilmez elinden muzdarip oldum

Ferhat gibi benlik dağların deldim

Yine bir katara uyamadım ki

 

Müminler bir koçu kurban edermiş

Kurban Hüseyin'dir serini vermiş

Pirim incinsen de incitme demiş

Onun için cana kıyamadım ki

 

Aşık çile çeker kara bahtlıdır

Seven gönül her dem kanaatlidir

Erenler sohbeti baldan tatlıdır

Tatlı muhabbete doyamadım ki

 

Hubyar Sultan ile Pir Sarı Saltık

Kul Himmet Üstat’la ummana daldık

Pir Sultan Abdal’dan icazet aldık

Verdiğim ikrardan cayamadım ki

 

Ahmet AKAR canım dostuma feda

Mevlam beni dosttan etmesin cüda

Beni benden almış ol gani Hûda

Yine de bana ben diyemedim ki

 

 

MANTIK YOLU

 

Duvarlar İnsana Dost Olsa İdi;

Hapise Cezaevi Demezler İdi

Ölümle Ayrılık Olmasa İdi

İnsanlara Değer Vermezler İdi

 

Erenler Sırrına Erseler İdi

Sevgi Güllerini Derseler İdi

İlmiledun Nedir Bilseler İdi

İnsanları Hakir Görmezler İdi

 

Ahmet Akar Terket Kin-İ Nefreti

Sevgi Ummanında Ara Hikmeti

Vehbi Koç Bıraktı Gitti Serveti

Elde Olsa Toprağa Girmezler İdi

 

BENZER

 

İlmi İrfanı Olmayan

Kararmış Kömüre Benzer

Sevgisiz Duygusuz İnsan

Taş ilen Demire Benzer

 

Hakk’ın Yolundan Çıkanlar

Hunharca Adam Yakanlar

Ehli Beyte Hor Bakanlar

Mervan'ı Hımara Benzer

 

Haram Lokma İle Doyan

Namerttir Nefsine Uyan

Zulmedipte Cana Kıyan

O Zalim Şimire Benzer

 

Gönül Gözü Görmez Şaşı

Riyakarlık Bütün İşi

Kendini Bilmeyen Kişi

Pişmemiş Hamura Benzer

 

Ahmet AKAR Gerçek İsen

Dilim Söyler Türkçe Lisan

Bir Mürşitten Doğan İnsan

Her Yanı Mamura Benzer

 

 

Basın şehidimiz UĞUR MUMCU'NUN anısına saygılarımla,

 

VAY BAŞIMA GELENLERE

 

Dağ başını duman almış

Çakallar ovaya inmiş

Uğur Mumcum şehit olmuş

Vay başıma gelenlere

 

Kışlalı’yla Turan Dursun

Hesabını kimler sorsun

Yoksa mahşere mi kalsın

Vay başıma gelenlere

 

Madımak da şimşek çaktı

Canları ateşe yaktı

Yobazlar seyredip baktı

Vay başıma gelenlere

 

Ahmet AKAR bahtım kara

Yüreğimde dolu yara

Yem olmuşuz aç kurtlara

Vay başıma gelenlere

 

EMEKLİ DOSTUM

 

Üzülüp gam çekme emekli dostum

Seni bu hallere koyan utansın

Seçim meydanında nutuk atıp da

Söz verip sözünden cayan utansın

 

Kader gemisini ummana salıp

Aldanma bir daha gaflete dalıp

Senin oylarınla iktidar olup

Dönüp da sana “lan” diyen utansın

 

Dokuzuncu köyden kovulduk niye

Biz hep doğruları söyledik diye

Yolculuk göründü onuncu köye

Fakir fukarayı soyan utansın

 

Hakkı olmayana elini uzatıp

Yalan dolan ile halkı aldatıp

Helal kazancına haramı katıp

Haram lokma ile doyan utansın

 

Yurtsever vatandaş olmamız gerek

Neden aman vermez bu kahpe felek

Kardeşi kardeşe düşman ederek

Nifak tohumunu yayan utansın

 

Boşver Ahmet AKAR, eyleme merak

Ne de olsa kara toprak son durak

Haksız kazanç ile zengin olarak

Yetimin hakkını yiyen utansın

 

GİTTİ MAHSUNİ

 

Hakikat yolunda bir ömür boyu

İnsanlık yolunu tuttu Mahsuni

Kırkların elinden engürü meyi

İçip Hü diyerek gitti Mahsuni

 

Sevmezdi zalimi halkı ezeni

Yuh çekip yermişti bozuk düzeni

Yirminci asırın çağdaş ozanı

Misyonunu tamam etti Mahsuni

 

Her zaman dürüsttü haksıza çattı

Dünya fani imiş eceli tattı

Hazreti Hünkar’ın yayına gitti

Gidip Çilehane’ye yattı Mahsuni

 

Sözlerinde gerçeklere değindi

Yaş Şah deyip yaradan sığındı

Hakk yolunda hakikatı savundu

Yobazın gözüne battı Mahsuni

 

Ahmet AKAR der ki canımız gitti

Gidipte bizleri perişan etti

Sevenler ozanın yasını tuttu

Gönüllerde mekan tuttu Mahsuni

 

 

SOFTAYA

 

Asırlardır bir adavet güdersin

Canileri dost et yanına SOFTA

Kötülük yapmaktan ne zevk alırsın

Kötülük işlemiş kanına SOFTA

 

Kerbela da Hüseyin’i taşlarsın

İnsanları yakar günah işlersin

Bu kafayla bir de cennet düşlersin

Senin cennetinden bana ne SOFTA

 

Hep reklam edersin namaz kıldığın

Acep bundan başka var mı bildiğin

Allah bilir kimin nasıl olduğunu

Benim namazımdan sana ne SOFTA

 

Evladı Ali’ye Garez edersin

Alevinin katli vaciptir dersin

Şeriat içinde şer oğlu şersin

Yobazlık yakışır şanına SOFTA

 

Ahmet AKAR haksızlıktan derbeder

İslam dini insanlığı emreder

İnsanlığın yolu sevgiyle gider

Neden uymuyorsun dinine SOFTA