ÂŞIK SİNEM BACI’YLA SÖYLEŞİ
AYHAN AYDIN
Ozanlık geleneği sürdüren Kadın Ozanlarımızdan Aşık Sinem Bacı’yı yıllardır tanıyorum. Geçen sene kendisiyle bir söyleşi yapmıştım. Her zaman ki gibi, söyleşiler, yazılar bir kenarda kalmasın, çıkarmayı planladığım kitapta yer alıncaya kadar halkın ilgisine sunulsun, diye bu söyleşi metninin ilginize sunuyorum.
Muhabbetlerimle.
Söyleşi:
Merhaba, bugün 10 Mayıs 2017, Çarşamba.
Yeditepe Üniversitesi Anropoloji Bölümü Yüksek Lisans Dersi’nde (Misafir Öğrenci olarak katıldığım) Bahar Taymaz Hocamızın istemi üzerine derste sunacağım bir söyleşi gerçekleştiriyorum.
Birçok konu vardı, birçok söyleşi kişisi belirledim. Ama yine de, artık geçmişin bir esintisi olarak belki de ozanlar ağırlık kazandı.
Ama yine dedim ki bu ozanlar içinde de güncel ve önemli olması bakımından kimlerle söyleşi yapabilirim diye düşündüğümde de, son dönemde de, birkaç tane söyleşi yapsam da, ben dedim ki bir kadın halk ozanı olsun, Filiz Yurdakul ismi, ama bütün toplum içinde tanınan ismiyle Sinem Bacı’yla bir söyleşi yapmayı daha uygun buldum. Bu vesileyle bugün İstanbul Göztepe’de Sinem Bacı’yla bir söyleşi gerçekleştireceğiz.
Söyleşimiz Sinem Bacı’nın yaşamını, çalışmalarını, tanıma ve tanımlama, onun dünyasına yönelme ve aynı zamanda, ozanlık geleneğiyle ilgili, halk ozanlığı kültürüyle ilgili, merak ettiğimiz bazı soruların yanıtını acaba ondan alabilir miyiz şeklinde bir düşünceden yola çıktık.
(Sevgili Ozanımız kendi eserlerinden seçtiğim şiirlerin yayınlamasını arzu etmedi. Kendi seçtiği şiirlerin yayınlanmasını istedi. Daha sonra bu şiirleri de ilginize sunmak isterim. (Ayhan Aydın))
Efendim merhaba hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, diyerek başlayalım, bu belki çok Antropolojik olmayacak ama gazetecilik yol ve yöntemini bırakabilir miyiz, bir antropolog olabilir miyiz, bilmiyorum çünkü Antropoloji farklı, gazetecilik farklı bakalım hoca bu dersimizin ödevini nasıl değerlendirecek? Ama sizinle zevkli bir söyleşi yapmak istiyoruz.
Evet, Filiz Hanım, evet, siz Sinem Bacı’yla öyle özdeşleştiniz ki, isminizi bile belki bilmiyorlar.
Evet.
Bu çok ilginç aslında. Çok değişik bir konu. Bir insanın, ozanlıkta “mahlas” denilen şey, ikinci bir isim de denebilir, belki “takma isim” ona çok uygun değil, diğer karşılaştırmalarla ilgili, ikinci bir isminin asıl isminden önde olması hatta, toplunda asıl isminin bilinmemesi çok ilginç.
Evet. Bu ikinci bir kimlik oluyor.
İkinci bir kimlik mi oluyor, diyorsunuz? Peki, bu Sinem Bacı kendi isminizin ne zamandan beri önünde? Sinem Bacı ismine gidelim isterseniz?
Evet.
Sonra gerçek yaşamınıza da geleceğiz. Sinem Bacı ismi size kim tarafından, ne zaman verildi?
Sinem Bacı (ismi), 1974 yılında Aşık İhsani’yle bir turneye çıktık. Aşık İhsani “Haremşah” isimli bir mahlas takmıştı bana.
Haremşah?
Evet. Bakın bunu da bilmiyorsunuz siz. Kimse bilmez. Anadolu Turnesi’nde TÖBDER düzenlemişti, Türkiye Öğretmenler Sendikası, burada; gelecekte bende çok yetenekler olduğunu, bende ışık gördüklerini, beni başarılı, cesur, yürekli, bulduklarını söylediler. Birkaç konserden sonra Antep’teyiz. Antep’te TÖBDER il başkanı Necati Zincirkıran’ın evinde konuğuz. Gelen birçok dostların buluştuğu bir toplantıydı. Orada ben konu edildim. Yani konser sonrası başarım konuşuldu, yüreklilik konuşuldu. Bende geleceğe dair bir ışık gördüklerini, bu şekil bir konu açıldı. Dediler ki, İhsani senin bu “Şahlı” isimlerinden bıktık, biz bu bacımıza kendimiz bir isim, mahlas takacağız. Şöyle denildi, geçmişte Pir Sultan’ın kız kardeşi Sanem Bacısı, yani On Altıncı yüzyılın Sanem Bacısı, bu da Yirminci Yüzyılın Sinem Bacısı olacak dendi. Sinem Bacı olarak derhal sabah basına haber verildi. O gün yetmiş dörtte yani, Sinem Bacı mahlası TÖBDER tarafından bana verilmiş oldu. Halkım tarafından daha doğrusu. Halk bu ismi daha çok benimsedi. Geleneğe daha uygundu.
Halk verdi ama bu çok geleneksel bir şey değil. Sıra dışı bir olay değil mi?
Evet.
Çünkü “usta – çırak ilişkisi”yle insanlara ustaları bir isim verir…
Âşık İhsani verdi Haremşah ismini.
Onu demiyorum, Sinem Bacı’yı diyorum.
Evet.
Sinem Bacı isminin verilmesi, belki de sizin ustanız diyebileceğimiz, bilemiyorum, İhsani’ye rağmen başka bir kesim tarafından toplu olarak verilmiş.
Beni oradan aldılar ustadan, bir sahiplenme mi oluyor ne oluyor, yorumu sizlere bırakıyorum.
Yorumdan ziyade ilginç bir durum var. Şimdi olay içinde olay yakaladık. Bir şeyi çözümlemeye çalışıyoruz. Ozanlık geleneğinde “usta – çırak ilişkisi” var. Konuyla bağlantılı olduğu için ona da girelim ve konuyu tekrar bir soruyla canlandıracağım. Usta- çırak ilişkisi nedir sizce, ozanlık geleneğinde?
Usta çırak ilişkisi, ham bir meyvanın olgun bir meyvanın yanında olgunlaşmasıdır. Her ne kadar ustam beni pek öğreti anlamında, bir şeyler vermediyse ama ben akıllı davranarak, ben kendimce almaya çalıştım (bir şeyler almaya çalıştım. Almam gerekeni aldım).
Sizin ustanızı bir tarafa bırakalım. Anladığım kadarıyla bir problem var.
Evet.
Usta – çırak ilişkisine “ham meyvanın olgunlaşması” dediniz. Demek ki, bir zaman ve bir süreç mi lazım bunun için?
Kesinlikle, kesinlikle.
Ortam lazım?
Ortam lazım. Akıllı olmamız, kendimizi ileriyi dönük, sürekli bilimsel anlamda, çağdaş anlamda hazırlamamız lazım.
Bilimsel ve çağdaş anlamın dışında, tarihte bu var, ozanlık geleneğinin olmazsa olmazı, bu var. Peki mekanlar var mı acaba, eskiden ne duyuyordunuz? İnsanlar nerelerde yetişiyormuş?
Ben köy doğumlu bir çocuğum. On yaşına kadar köyde yaşadım. Ozanlık geleneğine vurgu yapmak istiyorsanız, dedeler gelir toplanır, saz söz, cem dediğimiz, bunları elbetteki görmüşlüğüm (var). Köyde âşık var. Babam tevhitler (kutsal manaları olan şiir benzeri metinler) sürekli okur. Okuyan bir insandı. Örneğin onun kendi okuduğu Pir Sultanların, Hatayilerin adının çok geçtiği, Ehlibeyt’in, On İki İmamların adının geçtiği, kulağımda yer etmiştir. Beni hazırlayan, temeli atan birincisi babamdır. İkincisi de köyümdeki Âşık Ali(dir). Ama bir bayan olarak ben de “yahu bunu yapamaz mıyım?”, çocukluk döneminde kafayı yerleştirirse, orada başladı bu süreç. Daha sonra kente geçelim mi?
Sorumda bu “usta- çırak” ilişkisinin belli mekânları var mı, dedim? Hemen siz yaşamınızdan pratik örnek verdiniz. Demek ki sizin döneminiz de bile o ilişkiler ağı bitmemiş.
Kesinlikle.
Yani biz ne biliyorduk? Ben soruyu soran ama yönlendirmeyen bir kişi olmak zorundayım. Ama eskiden belli mekânlar varmış, âşıklık ozanlık geleneğinin geliştiği.
Köylerde.
Köylerde ama tekke, dergâh, ocak merkezleri, kahveler, sohbet odaları, köy odaları, köy meclisi…
Benimkine köy odası (denilir).
Demek ki siz de bu geleneğin dışında değilsiniz?
Kesinlikle.
Çünkü köyünüz bir Alevi köyü.
Evet.
Bir Alevi köyünde olmazsa olmaz bir sazdır, bir dededir, bir aşıktır.
Evet. Evet. Bizim Hüsnü Dedemiz vardı.
Anlatın. Hüsnü Dedeyi hatırlıyorsunuz, mesala?
Tabii. Tabii.
Peki, nasıl bir insandı? Sizde bir etkisi var mı?
Kesinlikle. Çünkü onun sözünü kimse çiğneyemezdi. Otoritesi, halk üzerinde büyüktü.
Yapısı nasıldı, kişiliği?
Çok sevilen, çok değerli, değer verilen bir insan olduğunu biliyorum. Köyde bir tartışma olsun, eşler arasında bir anlaşmazlık herhangi konu olursa olsun, Hüsnü Dede’ye baş vururlardı, diye hatırlıyorum. Hüsnü Dede ve Didar Ana’mız vardı. Şu anda Hünkarım Hacım Bektaş Veli’de (Yani Hacı Bektaş Türbesi’nin yakınlarında – Nevşehir’de) dergahı var, Çilehane’de (Benim hatırladığım kadarıyla büyük bir türbe şeklinde, iki giriş kapısı olan, açık mezar Ayhan Aydın)
Konu dışına umarım çıkmadım.
Yok. Hiç. Hepsi konunun içinde. Didar Ana’yı biliyor musunuz?
Çok iyi biliyorum. Biz koyun güderdik, bundan da çok etkilenmişim, Didar Ana da bir danışmandı, halkın bir önderi, kadın olarak önderiydi. Onun da sözü çok geçerliydi, toplum üzerinde, kendisine danışılan, aynen Hüsnü Dede gibi. Biz koyun güderdik, aramızda dere vardı, onlar Zeyve Köyü derler, bizim Körpınar Köyü, arkadaşlar herkes koyun güder, oynar (lardı). Ben onun evinin karşısına dikilir bakardım. Keşke ben de onun gibi… Öyle bir duygular geçiyordu içimden, ben de ilerdeki yaşımda böyle bir değer bulan bir insan olsam (diye düşünürdüm). Saatlerce onu düşünürdüm. Zaten çocukluğumda konuşmayan, hep düşünen bir insanmışım. Örneğin Cumhuriyet Gazetesi okuyarak, köyümde, sınıf bilincine köyümde vardım. Sömürüyü, sınıf bilincini, sosyalizmi, emperyalizmi, daha ilkokul çağında ben edindim. Bu arada da Didar Ana sürekli, ben de bir yer etmiştir, kadın olarak. Değer bulan bir kadın. Ben de; ilerde ben ne yapabilirim, diye düşündüm.
Peki, toplumun ona bakışından mı etkilendiniz, yoksa siz mi ondan etkilendiniz, konuşmanız var mı, diyaloğunuz?
Diyaloğumuz; büyükler konuşur, o zaman biz çocuktuk, bize ne söz düşer?
O zaman toplumun ona göstermiş olduğu saygıdan etkilendiniz?
Kesinlikle.
Bir Didar Ana var, dede var, köyünüzde bir Zâkir var, bir de babanız var? Öyle imgeler var, kişiler var. Bunlar mı sizi daha çok etkiledi, çocukluk dünyanızda?
Evet.
Peki, Didar Ana’nın kadın figürü, kadınlık üzerinden gideceğiz biraz (söyleşide), kadına değer verme yönünden, ama belki sonra geleceğiz, konuyu çok dağıtmadan toparlaya toparlaya gidelim.
Tekrar gelelim, geleneksel yapı yaşıyor mu? Diye, lafı kaçırmayalım. O mesala sazları dinlerken mi çok etkileniyordunuz? Saz sesinden mi, müzikten mi?
Kesinlikle. Kesinlikle.
Nasıl? Duygulara mı kapılıyordunuz?
Hayal ediyorsun, ben de yapabilir miyim, hayali.
Sizin onlara özenme şeyiniz mi vardı, onun gibi olmak, onu gibi yapmak?
Onu kutsal görüyorum. Onu değer buluyorum. Bir de bu işi hep erkekler mi yapar, kadınlar yapamaz mı düşüncesi var.
Saz sizin için çok mu önemliydi?
Elbette ki. Çünkü görüyorsun Telli Kuran deniyor kendisine. Sazın tınısından etkileniyorsun. O müziğin sazsız icra edilemeyeceğini anlıyorsun.
Siz yani ilk önce dinleyerek bir şey kaptınız?
Dinleyerek, görerek.
Babanızın evde olması da önemli?
Kesinlikle.
Tevhit denilen, Alevilikte bir avazlı müzikli şiir.
Babamın bu.
Bu devam ediyordu, sürekli?
Çok. Babamın aşkı vardı. Babada olması gereken ben de tecelli etti: Aşk. Genlerden (gelen bir şey sanki – Bu ilahi batini aşktır).
Diyorum;
Zaten bu genlerimde olmalı bu âşıklık
Sonradan olmaz ki yollar çok dolaşık
Beşikten mezara olmayınca
Ben beni neyleyim, ben kime ne söyleyim
Hıı. Çok güzel. Peki, bu on yıl çobanlık, köyde yaşam. Okul var mıydı köyde?
Tabii.
Okul okudunuz?
Civar köylerden bizim köyümüze çocuklar okumaya gelirdi.
Nasıl bir ortamdı, çocukluk nasıldı çobanlığın dışında, hatırlıyor musunuz?
Elbette ki o zamanın gelenekleri, Alevi geleneğinin var olan tüm olgular yaşatılıyordu. Hızır günü lokmaların yapılması, evlere dağıtılması, aşure döneminde herkesin kaşığını alıp aşure yemeğe gitmesi, düğünlerin bir farklılığı, Perşembe günleri bütün ev genel temizlenir, sabah banyo yapılır, mezarlara mum yakılır, evlerde mum yakılır… On yaşına kadar bunları gördüm ben.
Gördünüz, bu sizi besleyen kaynaklardan biri miydi?
Kesinlikle.
Dedeyi hatırlıyorsunuz, zakiri de hatırladığınıza göre önemliydi. Peki, Cem denen Alevilerin inançsal uygulaması, hatırlıyor musunuz?
Köy odalarında bu kadar hatırlıyorum: Hüsnü Dede’nin gelmesi, başköşeye oturması, saz çalması …
Hatırlıyorsunuz, görüyorsunuz yani?
Tabii tabii görüyorum.
Gördünüz yani, onu hatırlıyorsunuz?
Tabii. Tabii. Bizim evde olması.
Sizin evde de mi oldu?
Hep bizim evde toplanırlardı.
Benim babam çok saygın bir insandı ve çok verici bir insandı, paylaşımcı bir insandı. Gelen misafir artık devlet memuru olabilir, artık kim olursa olsun bizim evde. Babam bir dönem muhtarlık da yaptı. Bu şeyini sürdürdü her zaman. Çok da konuksever bir insandı.
Burdan şu çıktı: geleneksel yaşamın da çok da içindesiniz? Biz dolayında sorarken soruları. Konuşmaların, söyleşilerin de böyle bir özelliği var. Gelenek nasıl yaşar, ozanlık veya dedelik geleneği? Herhangi bir gelenek? Geçmişin bugüne aktardıklarıyla yaşar. Siz onun içindeymişsiniz. Şanslısınız yani aslında; babanızdan dolayı, aileden dolayı. Demek dedeler sizin eve geliyordu. Saz sesi sizde vardı.
Tabii ki, tabii ki.
Usta – çırak ilişkisi olmasa da, dolaylı da olsa, siz biraz yetişmiştiniz, o sazların sesiyle. Peki on yaşında bu şekilde oldu biz bir başka söyleşide bir başka zaman belki dönebiliriz ama tekrar gelelim, soruyu sorduğumuz noktaya tamamen koparmayalım. Ustanız Aşık İhsani’den ben aradığımı, istediğimi tam bulamasam da, dediğinize göre yine bir şeyler bulmuşsunuz?
Mutlaka. Akıllı bir insan, almasını bilen bir insan her şeyden (herkesten) bir şey alır.
Peki, Âşık İhsani ve diğer ozanlara bakalım. Köyünüzden kente geldiğiniz zaman, ben usta- çırak ilişkisini merak ediyorum, mahlası merak ediyorum, bade içmeyi merak ediyorum, bunlar Alevilikte genel anlamıyla, ozanlıkta önemli yapılar, halk ozanlığı içinde bizim, Alevilik olarak nitelendirdiğimiz yapının içinde.
Başka örnekler var mıydı sizin çağınız da?
Kente gelir gelmez, benim ilkokul öğretmenim.
Nereye geldiniz ilk önce?
Önce köyde şu vurguyu yapayım sonra tamam, öğretmenin son yılı ben okulda çok başarılı, çok sevilen bir öğrenciydim. Babam göç etme kararı vermiş, öğretmenin de yaz tatili, gidecek memleketine, o Ankara’dan gelmişti. Babama şunu söylerdi, İsmail Efendi, müzik, şiir hep bana söylettirilirdi, okumak isterse mutlaka okut engel olma, sanatın bir dalını da isterse bunu da okut, bu benim kulağıma küpe oldu, kafamda yer etti. Kente gelir gelmez benim amcaoğlu vardı, âşıklarla, ozanlarla içli olan Yusuf Abim, ona derhal derdimi anlattım. Abi dedim, öğretmenim babama böyle söylerken duydum, ben mutlaka saz öğrenmek istiyorum. Âşık olmak istiyorum, Pir Sultanların yoluna gitmek istiyorum, dedim. Bu gibi duygularımı o çocuk yaşta ne söylediysem, bunlar olsa gerek, beni direk Davut Sulari’ye götürdü.
Çok önemli bir âşık, ozan, Alevi müziğinde yeri olan kişi.
Evet. Okmeydanı’nda onun bir kardeşi olan Müslüm Ağbaba’nın evin gelmiş. Randevu almış, aldı götürdü beni. Tabii o zaman pek çok soru sordu çok zaman oldu, hatırlamıyorum ama, tabii ki hafızam da kalan, “bu kızda ışık görüyorum” dedi, kardeşlerine. Bu kıza sahiplenelim, bu kızı yetiştirelim, bu kızın elinden tutalım, bu kızı bırakmayalım, ben kızda ışık gördüm, aşıklık bu yolda, Ehlibeyt yolunda, Alevilik yolunda, onun desteğiyle… Kardeşinin bir müzik evi vardı, hem solfej dersi verir, hem saz dersi. Beni oraya angaje ettiler, işte 1970’lerde ben orada ders almaya başladım. Hocam yazmaya başlıyorum, kafaya koyduk ya artık, köyden yerleşmiş kafama. Karalıyorum bir şeyler, hocamla da paylaşıyorum. Davut Sulari dedi ya, bu kızda ışık var, ışık bu olsa gerek. Yani böyle başladı işte.
İhsani öncesi zaten ben saza söze adım atmış biriydim.
Ben şunu da sormak istedim, kendinizin dışında çevrenizde böyle usta – çırak ilişkisi var mıydı? Böyle ozanlar ortamında bulunabildiniz mi başkalarıyla? Şunu demek istiyorum: aynen siz geldiniz Davut Sulari’ye, İhsani’ye, böyle bir ilişki yaşadınız. Yani belli bir yeteneği var, aşkı var, sizin gibi başka örnekler var mıydı, tanıştınız mı?
Bu ozanlardan soruyorsunuz, değil mi?
Evet. Evet.
Davut Sulari, İhsani bir süre onlardan eğitim aldım.
Hayır, sizin dışınızda, sizin arkadaşınız olur, tanıdığınız olur, duyduğunuz olur, filanca kişi de başkasının yanında usta – çırak.
Yok. (Ayhan Bey ben bu konuda herhangi bir insanı hatırlamıyorum. Elbette ki vardır.) (Ben ise köyümde yaşıtlarım içinde) O aşkı kimsede görmedim.
Peki, usta – çırak ilişkisini biraz daha açabilir miyiz? Ben buna biraz kafayı taktım gibi ama “ham meyvanın olgunlaşması”. Peki, bu usta neler verebilir ya da, belki siz belki tam aldınız alamadınız, bugünden geçmişe bakmak ne kadar faydalı ama bir kişinin yanında yetişmek. Bugün üniversite var, birçok hocadan ders alıyoruz, yetişiyoruz. Buna benzetelim değil mi? Okulda var, ilkokulda var, öğretmenler geliyor bir şeyler anlatıyor. Ama bu ozanlık geleneğinde çok yetişmiş bir insan var. Siz ne diyorsunuz, ben yönlendirmek istemiyorum ama bir usta var: adı üstünde “usta”. Çırak daha işe, mesleğe yeni başlamış. Mesela pabuç yapmayı öğrenecek. Bilmiyor ama içinde de ilgisi var, mecbur veyahut ta. Bir ustanın yanına veriyorlar, işte sen bunu yetiştir (diyorlar). İşte ozanlar da bunu vurgulayalım. Biraz daha açar mısınız?
Benim demin dediğim yani Müslüm Ağbaba’nın yanında, Müslüm Ağbaba da değerli bir ozanın kardeşi ondan da feyz almış bir insandı, (bulundum). Elbetteki bana büyük etkisi olmuştur. Ozanı şudur, yani parça parça alır ozan. Ben her konuşurken, konuşmalarından Davut Sulari’nin, kafama kaydetmişim. Kardeşi Müslüm Ağbaba’nın (konuşmalarını) kafamda kaydetmişim. Onların bana yönlendirmesi yani, gördüklerimi. Daha sonra kişi kendinizden oluşuyor ve gelişiyor bu.
Hayır. Sizi yönlendiriyor mu yani? Kızım, ozanım, yavrum, aşığım, sevdalım… Bilmiyorum tabii ben tamamen söylüyorum, şuna dikkat et, şiirler yazarken şöyle yaz, şöyle davran, şöyle saz çal, şuraya bas. Bunları size öğütlüyor mu, size ders mi veriyor? Ya da verdi, ya da vermesi gerekir? Size ne yaptı, ne yapması gerekir?
Sorularımıza ancak cevap verdi. O zaman ancak ne sorursam…
Yani klasik kafamızdaki gibi bir şey olmadı. Belki de hiçbir zaman olmayan bir şey. Belki de ütopya mı diyelim. Biliyorsunuz değil mi ütopyayı?
Ütopyalarınızı anlatıyorsunuz, soruyorsunuz. Mutlaka onlar da…
Yardımcı olmaya çalışıyorlar.
Yardımcı olmaya çalışıyorlar. Elbette.
Ama zamanla. Bir kişiden her şey alınmıyor.
Kesinlikle.
Şöyle mi diyeceğiz, aslında hayatın kendisi usta? Diyebilir miyiz?
Kente geldiğinizde hayattan alıyorsunuz.
Evet. Sinem Bacı “Hayat Üniversitesi”nde size mahlas verildi Sinem Bacı denildi. Pir Sultan’la (kardeşi Senam Bacıyla) bir benzeşme yaptı. Peki Pir Sultan kim sizce?
Bu sistemin, düzenin, aksaklıklarını, adaletsizliğini vurgulayan, halkın arasında, sistemin arasında köprü oluşturan bir değerdi. Bir bilgedir.
Onun kızı var Senam Bacı. Ondan bir benzerlik yapıldı size Sinem Bacı dendi.
Evet.
Sinem. Sinem bir başka anlama da geliyor, Sine.
Bağrım yani. O da o zamanın mücadelesini vermiş ki o insan (bu isme) değer kılınmış. Ve ben de de bunu yapabilecek ışığı görmeleri, (bana bu ismin verilme nedeni) sanırım.
Bu size büyük bir gurur. Siz de bu ismi gururla taşıyorsunuz. Değil mi?
Evet. Yıllar içinde ne kadar önemli olduğunu, bunu gururla taşımam gerektiğini, kavradıkça…
Bir de “Bacı” var. Bacı da sıradan bir sözcük değil aslında. Nedir Bacı?
Kız kardeş.
Kız kardeşin ötesinde.
Kutsal bakılması gereken, saygı duyulması gereken bir…
Bir figür.
Evet.
Bir figür. Sinem Bacı denildiğinde bu böyle oluyor. Peki, bu çok da güzel bir şey değil mi? Size göre nasıl bir şey?
Pir Sultan’la özdeşleştirdiği için büyük saygı duyuyorum.
Sinem Bacı dendiği zaman, mesela sizi tanıyan bir kitle var, seven bir kitle var, sizi yüz yüze tanımasa da (sizi tanıyan) bir büyük kitle var. Değil mi?
Tabii ki.
Kafada bir imaj olur. Peki, ne (nasıl bir) imaj oluyor sizce onlarda? Halk sizi nasıl seviyor, nasıl biliyor? Sinem Bacı kimdir, ne yapar?
Sinem Bacı…
Bilmeyenlere anlatın. Evet…
Sinem Bacı. Sinem Bacı ne yapar? 45 yıl oluyor; sazıyla, sözüyle, özüyle sisteme karşı direnen bir halk çocuğu.
Ama kadın ozan olarak! Ozan deyince, Türkiye’de erkek egemen bir kültür dedeler erkektir, ozanlar erkektir, yazarlar erkektir, profesörler erkektir. Erkektir de erkektir de…
İşte bir kadın ozan olarak da olmanız da daha ayrı.
Bu saydıklarınızın içinde kadın da baskın olarak da mücadelesini vermektedir.
Kadınlar var. Sizler biraz da kadın olarak mı bu ismi hak ediyorsunuz? Sinem elbette bir kadın olarak görülüyor ama ozan olmanın ötesinde bir ozansanız, kadın kimliğinizden dolayı da, gurur duyuyor musunuz?
Kesinlikle.
Çalışmalarınızda kadın olmanızın bir ayrıcalığı var mı? Şöyle açalım bu soruyu da, biraz da kadınlar üzerinde duralım. Kadınlar ezilen, kadınlar sömürülen, kadınlar dışlanan bir yapıda Türkiye’de maalesef. Ama bir kadın ozanın da kendini kabul ettirmesi hem gurur verici, hem de önemli. Bir başarı diyorum ben.
Anlayanlara (dediğiniz gibi elbette ki bu çok önemli.) Aydın kesim kesinlikle öyle bakıyor. Ama herkesin de öyle bakması lazım. Halk kesimi maalesef ki bunun tam idrakinde değil. Halk kendini tam idrak edememiş ki, (kendini bilmek değerini değer bilmek gibi) bizi de idrak etsin. Maalesef halk sizin söylediğiniz gerisinde. Ama bu da bence halkın suçu değil, sistemin bir günahıdır. Halka bu imkânları vermeyen, sosyal, siyasal, ekonomik her anlamdaki hakkı vermeyen sistemin bir suçudur tümü. Yoksa bence halk oldukça akıllı, alıcı, meraklı, yeteneklidir. Her halk çocuğu için diyebilirim. Bunun için cesaret, yetenek gerekir. Demek ki, ben de bir cesaret vardı. Yapabilirim, diyecek. Ben bunu böyle başardık. Ben de yapamam sözü hiç olmadı. İnsanlar mutlaka cesaretli olmalıdır. Herkesin içinde bir cevher vardır. Hiç kimse kendisini cesaretsizliğe mahkûm etmesin. Herkes çabalamak zorundadır. Zaman çok değerlidir. İnsanlar sürekli bilgi peşinde koşmalıdırlar. Kitap en büyük dosttur. Okumak en büyük hazinedir. Başarı başarının peşinden gitmekle, başarılı insanları araştırmakla elde edilir. Hala çok uğraşıyorum, daha çok eksikliğimi görüyorum. İnsanlar cesur olmalıdır, istediğinin peşinden gitmelidir.
Peki, Sinem Bacı sizin gibi Kadın Halk Ozanları, kimleri biliyorsunuz tarihte veya günümüzde?
Birçok ozan var. Erkek ozanlar gibi, kadın ozanlar da tarihte de vardı, bugün de var, yarın da olacak. Aslında kadınlar bizim toplumumuzda her zaman öncü olmuştur. Ama zaman zaman geri planda bırakılmak isteniyor. Önleri açılmıyor. Birçok meslekte bu böyle.
Günümüzde yakın devir de var mı?
Elbette vardır. Ataerkil topluma geçmeden kadınların bu konuda söz sahibi olduğuna göre, bu alanda, her anlamda olduğu gibi birçok isim var.
Bu dönemde var mı? Bildiğiniz?
Olmaz olur mu?
Kimler var?
Bu süreç hep sürmüştür şu anda hatırlamıyorum ama. Şu anda hatırlamıyorum isimlerini ama (vardır) günümüze geldiğimiz zaman 20. Yüzyılrü, Şah Turna Bacımız var. Her ne kadar bazıları söylemese de, ben gururla söylerim, adlarını…
Her ne kadar söylemeseler de, dediniz, orada bir eleştiri yaptınız.
Öyle duydum, sorulmuşum, pek söylenmemişim.
Sizin öyle bir yönünüz de var, sizinle olsun, başka konularda olsun, siz çekinmeden haksızlığı eleştiriyorsunuz, bu da önemli bir şey.
Sözümü sakınmam.
Aslında ozanlığın bir özelliği değil mi bu?
Öyle olmalı.
Çıkar gözetmeden ozanlar gerçeği söyleyebilmeli?
Hoş görü, paylaşım, hazmetme, ozanın asli unsuru olmalı. Kendine güvenen, alt yapısı sağlam olan, sözünü sakınmadan söylemeli, başkası için de övülmesi gerekiyorsa övmeli.
Ozanlık geleneğine geleceğiz, o da çok (önemli) o zaman yeri geldi, tam da. Sorular birbirini kovalıyor. Ozanla âşık ayrı ayrı mı? Ozan var, âşık var. Sizce ikisi ayrı ayrı mı? Sizce?
Benim bu işin otorite isimlerinden aldığım âşıklığın daha bir batini anlamda taşıdığıdır.
SİNEM BACI
1954 yılında Sivas’ın Zara ilçesinin Körpınar köyünde doğmuştur. 1970’li yılların devrimci gecelerinde bir yıldız gibi parlamıştır.
Plakları ve kasetleri gerek yurtiçinde ve gerekse yurtdışında halkın ilgi ve beğenisini kazanmış, verdiği konserlerde salonları doldurmuş ve “Sinem Bacı başımızın tacı” sloganıyla halk tarafından ödüllendirilmiştir.
(Âşık Sinem Bacı, Benim Özetim (İlgi Yayınları), Arka Kapak Yazısı)
Ozanın Kitapları:
Âşık Sinem Bacı, Benim Özetim, İlgi Yayınları, Temmuz 2002, 190 Sayfa, İstanbul
Âşık Sinem Bacı, Utan İnsanoğlu Utan, Yazıt Yayınları, Temmuz 2009, 126 Sayfa, İstanbul
T.C.
YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ
ANTROPOLOJİ BÖLÜMÜ’NDE ÖDEV
HOCA
DR. BAHAR TAYMAZ
ÂŞIK SİNEM BACI (FİLİZ YURDAKUL) İLE SÖYLEŞİ
AYHAN AYDIN
10 MAYIS 2017, ÇARŞAMBA
GÖZTEPE - İSTANBUL