ÂŞIK KADİR TÜRK’le Söyleşi
Sevgili ozanım nereden ve ne zaman doğmuşsunuz?
1950’de Tokat Turhal Çaylı Köyü’nde doğmuşum.
Çocukluğunuz köyde mi geçti?
Köyde geçti.
Köyünüzden bahseder misiniz, nasıl bir köydü, yaşam koşulları nasıldı?
Vallahi köyümüz ilk zamanlarda çok varlık bir köy değildi. Köyümüze bir kanal geldi, köyümüzün kendi gücüyle oldu, köyü suya kavuşturdu. Köy o zaman kalkındı. 1958’ler olsa gerektir.
Köyümüzün dağında pek orman yoktu. Önceden varmış. Bundan otuz, otuz beş yıl önce, benim abim on beş yıl kadar muhtarlık yaptı. Onun zamanında köyün dağını ormana verdi. Şu anda bizim köy ormanlık bir oldu.
Peki, gelenekler görenekler var mıydı, köyünüz cem cemaat olan bir köy müydü?
Önceden çok güzel bir topluluğumuz vardı, cem cemaat devam ediyordu. Şimdi de var ama eskiden daha fazla varmış.
Dedeler var mı?
Dedeler dışarıdan geliyor. Biz Hubyar talibiyiz, Hubyar Ocağı’ndan geliyor. Hepsi de Hubyar’a bağlıdır.
Köyde neler yaptınız, ne zaman köyden ayrıldınız?
Çiftçilik yaptım. 1970’de askere gittim. 72’de askerden tekrar köyü döndüm. Ve traktör şoförlüğü yaptım. Daha sonra Tokat - Turhal ilçesinde on sene taksicilik yaptım. Ve sene 1985’de ilk kasetimi çıkardım. O gün bugün devam ediyorum, on iki kasetim oldu.
Bu şiir aşkı, saz aşkı ne zaman başladı?
Bu askerden geldikten sonra başladı. O zamana kadar saz filan çalmıyordum. Komşumuza saz çalan hem dede hem âşık olan birisi gelmişti. O zamana göre çok güzel çalıyordu. Duygulandım, dede ben bu sazı çalamam mı, dedim. Sesim güzeldi. Çalarsın senin aşkına, kabiliyetine bağlı, dedi. Turhal’a gittim, Ulutepe Köyü’nden Mustafa Kılıç isminde bir sazcı vardı. Ona dedim ki, bana bir saz yapar mısın, dedim. Benim o köyden olduğumu biliyordu. Dedi ki, Kadir dedi, sen bu yaştan sonra âşık mı olacan, seni kim dinleyecek, dedi. Ve dedim ki sen bana bir saz yap ta öğrenirsem öğrenirim, dedim. Çalarsam çalarım, yoksa bir saz çalan gelir, bilen gelir, duvardan alır o çalar ben de zevk alırım, dedim. O zaman bana iki üç traktör kum getir de dedi, ben sana bir saz yapayım, dedi. O zaman abimin traktörü vardı. Ondan traktörü aldım, üç traktör kum götürdüm sazcıya. Ama bende öyle bir aşk var ki, yerimde duramıyorum. Geliyorum, saz ne zaman çıkacaksa, o gün geliyorum yine çıkmamış. Üç dört gün orada otelde kaldım, köye gitmedim. O zaman taksi yoktu, araba yoktu. Üç dört gün otelde yattım. Geliyor bakıyor ki, orada bekliyorum. Eve gitmedin mi, diyor. Ben sazı çıkarmadım. Anlaşıldı sen sazı almadan gitmeyeceğin, dedi. Sazı çıkardı aldım köye gittim. Gittim ama 4 kız kardeşim var dört erkeğiz 8 kardeşin en küçüğüyüm iki katlı evimiz var.
1970’de ayrıldık her birimize iki tane oda düşüyor. Bir alttan bir üstten iki oda düşüyor. Sazı çalmasam öğrenemiyorum. Abilerim karşı çıkıyorlar, senin tantananı mı dinleyeceğiz, git samanlıkta mı çalacaksın, nereden çalarsan çal, diyorlar. Ama ben bunları dinlemiyorum tabii. Gündüz tarlada çalışıyorum. Eve zor düşüyorum, gece üçe kadar da saz çalıyorum. Zor eve geliyorum, çok meraklıyım. O zaman köyümüzde Âşık Kamil diye saz çalan birisi vardı. O zaman usta mallarından çalıp söylüyordu. Ona sazımı ayarlattırıyordum. Ama bir iki derken bozuluyordu. Derken bir torba tel aldım, kırıldıkça takıyordum. Öyle öyle derken, sazı öğrendim. Teybe sesimi çekiyorum, dinliyorum. Filanca adam bunu nasıl çalıyor, ben de çalınca nerede hata yapmışım diye kendi kendime hatalarımı buluyordum, öylece öğrendim.
Bizim ilçemizde, o zaman taksicilik yapıyorum, hem de sazı öğreniyorum. Mihrican Bahar, Ali Kızıltuğ, Abdullah Papur… Onlar konsere geldiler Turhal’a. Önlerine geçtim dedim ki, Ali Abi ben de program alabilir miyim, dedi. O da benim programım dolu, dedi. Ve onları tanıyan bizim orada Sucu Rıza denen birisi vardı. Onlarla samimiydi. Onun yanına gittim. Rıza abi böyle böyle dedim. Sahneye çıkacağım, dedim. Onlar çıkarmıyorlar dedim. Sazını al, o saatte gel dedi. Ben seni çıkaracağım dedi. Sazı aldım, sinemanın kapısından baktım ki, adım atmaya yer yok. Dedim ki ben burada saz çalamam. Ben bu kadar kalabalıkta saz çalamam dedim. Derlerdi ki, âşıklar içmeden sahneye çakmaz derlerdi. Bakkala gittim, dedim ki, Ali abi dedim bana bir küçük rakı açar mısın, dedim. Bende heyecan var, sahneye çıkacağım, dedim. Ufaklığı içtim. Adam demiş onlara… Onlar beni bekliyorlar. Artık kimseyi tanımıyorum. Dediler ki hadi çabuk, bir tane söyleyecen, dediler. Bilmiyorlar ki, daha yeni yetişiyorum ama aşkım çok. Halk da benim yüzde doksanı bilmiyorlar. Beni şoför olarak biliyorlar. Halk şaşırdı. İsteriz isteriz dediler. İki derken üç dört tane türküyle indim. O günkü program beni çok etkiledi ve bu aşamaya getirdi.
Hangi yıldı?
1976 olması gerekir.
Daha sonra nasıl ilerledi?
Bana bir güç daha geldi. Sende bir iş var Kadir, çalış bu işe… Ve bir tarihte Mahsuni’yi izlemiştim. Mahsuni Baba yeni yetiştiği zamanlardı herhalde, ben sekiz on yaşlarında birisiyim. Mahsuni Turhal’a konsere geldi. Mahsuni geliyor, diyorlar. Sen çocuksun gidemezsin, diyorlar. Yayan olarak Turhal’a gittim. Param yok, içeri almıyorlar. Bırak çocuk köyden gelmiş, bırak dediler. Bu nasıl olacak, nasıl çalacak diye çok merak ettim. Mahsuni’ye ayağının altına halı döşediler o tarihte. Halı döşeyince o da yetmedi omuzlarında taşıdılar. Dedim ki, ya ozanlık çok iyi bir şey dedim, kendi kendime. Ey Allah’ım böyle bir ozan da ben olamam mı, dedim, kendi kendime.
Oradaki halkın Mahsuni’ye göstermiş olduğu ilgiyi, tezahürü de beni bu sanata iten bir neden oldu. Ve dedim ki, zaman gelecek, arkadaşlarım vardı bir zaman o bölgede ileri gelen âşık vardı. Onlar hazır çalıp söylüyordu. Sen bununla ne uğraşıyorsun sen hazırlardan çal söyle, diyorlardı. Ben o yeteneği kendimde görüyorum, o yapanlar, doğarken bunu doğuştan öğrenmediler. Ben de çalıştım Allah’ımdan istiyorum, o da bana verecek dedim. Gecemi gündüzümü birbirine kattık, bu sanatı yapmak için. O zaman sazı çalmama karşı çıkan kardeşlerimi. Benimi iyi yönlerimi duydukça. Onlar da sevinmeye beni dinlemeye başladılar ardık.
1982’de Ankara Radyosu’nda imtihana girdim. Pir Sultan’ın bir deyişini okuyordum, onun bir sözünü heyecandan unuttum, o bir kelimeyi getiremedim. O tarihlerde torpil var. O zaman kazanamadım.
Sonra tabii Turhal’da taksiyi, işi kaybettim. 1984’de kendimi İstanbul’a attım. Evim köydeydi ama İstanbul’a çalışmaya geldim. Ve burada beş altı ay çalıştım. Tabii ki şirketlere kaset yapmak için gidip geliyorum. Sonra Harika Plak’la anlaştım, dört kaset anlaşması yaptım. Tabii ki ilk kasetim parasız. Sonrakiler firma ne söylerse o olacak. O zaman Unkapanı adam kapan, para kapandı. Dört kaset anlaştık ama olmadı. Dört kaset yaptık, beş kaseti de çıkardık. İstediğim şeyleri elde edemedim.
Bugüne kadar değişik firmalara on iki kaset çıkardım. İki klip yaptım.
En son şiirleriniz Yoksulluk isimli kitapta çıktı?
Evet. Can Yayınlarından çıktı. Şu anda 550 civarında şiirim var. İki yüz ellisini kitaba koydum. Daha en ağırlarını kitaba koymadım, onlar duruyor.
Özellikle hangi konulardakini koydunuz, hangilerini sonraya bıraktınız?
Ekseriyet bu kitapta türkülere yer verdim. Deyiş ağırlıklı olanları çok koymadım. Kısmet olursa onları da çıkarmak en büyük arzumuz.
Mesela geçmişe özlem var mı, köye, yaylalara, tarlalara, o eski günler? O zaman ki köy yaşantısı, komşuluk, insanlık, görgü nasıldı?
Komşuluk çok güzeldi. Bizim tarihlerimizde gençliğimizde birbirinden komşuluk yapardı. Ödünç para alırdı, ortaklaşa tarlasında çalışırdı, yardımlaşma çoktu. Gidiş gelişler çok çok güzeldi. Düğünlerimiz bayramlarımız bunlar çok güzel şeylerdi. Büyüğümüze saygımız vardı, küçüğümüze sevgimiz vardı. Büyüğümüzü gördüğümüz zaman hemen ayağa kalkardık.
Cem cemaat hatırlıyor musunuz?
Ben eskiden çok cemlere giderdim.
Nasıl olurdu?
Birbirine bağlı, sakin, çok ciddi cemler olurdu. Kimse suç yapamazdı. Hükümette olan mahkeme orada olmazdı. Bizim mahkememiz ceme gitmeden o işi hallederdi. Dedemiz gelir onları hallederdi, ondan sonra ceme gidilirdi.
Âşıklar nasıldı cemde?
Âşıklar o zamanın bizim yörede âşıklara verilen isim zakirdi onlar cem duvaz deyiş bunları çalıp söylerdi. Ve dede tabii aşığın söylediği deyişlerden halka anlatırdı. Âşık ne diyor, bu söz ne demek istiyor erenler, diye onları bağlayıp çözerlerdi, halkın karşısında çözerlerdi. Bizim gibi yeni yetişen ozanlığa heves eden, bu yola girmek isteyenler oradan örnekler alır, orada bilgi alırdı. Şimdi bunlar yok. O yüzden de ozan yetişmiyor o yüzden. Çocuklarımız o yüzden şimdi sokaklara düşüyorlar.
Yeri gelmişken; siz Âşık, var, ozan var dediniz, bunlar ayrı mı bunların özellikleri nedir?
Elbette ayrı. Âşık başka, ozan başka, Zakir de başka, şair de başkadır.
Zakir sadece cem tarikatlarında çalıp söyler, usta malı söyler.
Âşık; bir ozanın mahlası âşıktır. Âşık Kadir diyoruz. Eskiden beri âşıklık gelmiş, âşık diyoruz. Mahlas olarak gelmiş. Çalıp söyleyen üreten olursa ozandır.
Siz hem âşıksınız, hem ozan?
Ben şimdi kendim yazdığım için ozanım. Çünkü kendi eserlerimi kendim yazıyorum. Müziğini de kendim yapıyorum. Çalış söylediğim için mahlasım da olduğu için Âşık Kadir oluyorum.
Halk Ozanı Âşık Kadir geçiyor kitabımda.
Peki, Âşıklar – Ozanlar gerçekten kimlerdir, bugüne kadar neler yapmışlardır, bu toplum için?
Halkın kulağı, sesi ozandır. Çünkü ozan halkın aynasıdır. Halkın sorunlarını, dertlerini, dile getirir ozanlar. Bir başkasından alan çalıp söyleyen âşıktır, ozan değildir.
Şiir yazabilen, müziğini yapan, ama aynı zamanda çalıp söyleyen ozandır.
Ama şiir yazmayan ama usta malların çalıp söyleyen âşıktır ve sanatçıdır. Ayhan Bey bunları ayırmak lazım, aynı şeyler değildir.
Ozanlar halkın önünde gitmiştir. Haksızlıklara başkaldırmış direnmiştir. Bugün bizden çok ilerlerde ozanlarımız var; Pir Sultan gibi, Yunus Emre gibi eski ozanlar vardır. Biz bunları örnek alarak çıktık bu yola
Peki, Pir Sultan’ı Pir Sultan yapan nedir, sözlerinin dışında?
İlk başta kişiliği ve haksızlığa direnişidir. Ve bugün halkı için serini darağacında veren bunlar Pir Sultan’ı Pir Sultan yapmıştır. Bugün onun gibi yazanlar gibi ozanlar var ama haksızlığa boyun eğmemesiyle o farklı.
Sizin yörenizden Kul Himmet var?
Kul Himmet tabii bizim büyüğümüz, hocamız, dedemiz, hem dedekandır, Pir Sultan’dır. Onlar müsahipmiş. Onlar hep On İki İmamlar, Yani cem tarikat yoluna çok önem vermişler. Deyişlerini tümüyle ona göre yazmışlar. Ayrı ayrı meyveler var. Ozanlar da her birisini tadı var, söylediği sözlerin hepsinin ayrı ayrı tatları var. Âşık Veysel diyor ki, sendeki güzellik on para etmez bu bendeki aşk olmasa, diyor.
Dedeler kimlerdir, gerçek dedenin özellikleri nelerdir?
Önce dede çok temiz olmalı. Ve dürüst olmalı. Bilgili olmalı. Çok bilgili olmalı. Ve maddiyata çok önem vermemeli. Halkın aradığı ve sevdiği zaten bunlardır. Talibini gördüğü zaman yanına gittiği zaman talibini ikna edebilmeli, hele de bu çağda.
Sizin tanıdığınız âşıklar, ozanlar, dedeler, özellikle kendi yörenizden
Eskiden benim tanıdığım âşıklar vardı, Âşık Kul Semai vardı, Âşık Salih Söyleri vardı. Çok güzel şeyler söyleyen, kendinden üreten âşıklar vardı. Âşık Selmani de vardı. O da güzel bir aşıktı. O da kitap bastı. O da Çobanoğlu’yla yarışma yapıyorlardı. Ben o zamanlar daha yetişmemiştim.
Âşık Semai Allah rahmet eylesin, ben çok gençtim, beni Hacı Bektaş’a götürdü, 1982’de. Oradan çok etkilendim. Seni de götüreyim, dedi. Hem şoförlüğüm vardı, ama aynı zamanda oralarda bir şeyler öğrensin, dedi. Allah nur içinde yatsınlar karısı da çok iyiydi. İki de trafik kazasında öldüler. Çok iyi insanlardı.
Bir gün yine gidiyoruz. Âşık burada sıcağa gidip yıkanalım öyle gidelim, dedi. İyi olur dedim. Oradan çıktık arabaya bineceğiz. Âşık Semai’nin her şeyi çantanın içinde, gelinin altınları içinde, gelin de o çantayı duvarın üstünde unutmuş. Hacı Bektaş’da gittik. Nevruz Ana rahmetli, bizim bir kaybımız var, gelin duvarın üstünde çantayı unutmuş, dedi. Ne vardı içinde? Ben de “Tezden Harmandan Kalkmışsınız, dedim”. Yani harmanı kaldırdınız, her şey gitti, bitti dedim. Yalınız dedim, özünüzü ikilemeyin bir tutun, dedim. Biz nereye gidiyoruz, şimdi, Pire hacı Bektaş’a gidiyoruz şimdi, biz onun yoluna gidiyoruz, o düşünsün kaybımızı dedim. O dedim o pir ise, biz ona inanıyorsak o kaybetmez o saklar dedim. Özümüz bir dedim Doğan Efendi’nin oraya mihman olduk. Ve üç gün kaldık, geri döndük dedik ki, bizim kaybı sorak, Hünkâr bizim kaygı saklamış mı dedim. Oraları arıyorduk, adamın birisi ne arıyorsunuz, dedi. Ne kaybettiniz dedi adam bize. Dedik ki sorma, çantayı kaybettik, duvarın üstünde kalmış. Ne yoktu ki dedik. Adam güldü. Korkmayın, emin ellerde dedi. Filan yerde dedi. Bunlar mutlaka Hacı Bektaş’a gitti, onlar uğrar, dedi, yoksa evine götürürüm demiş. Zile bastık, adam kim o dedi. Bizim çantayı, unuttuk, almışsınız… Neyiniz vardı dedi. Biz de söyledik. O zaten anlamıştı. Dede ki bize bir saz çalarsanız, bir de çayımızı içerseniz o zaman veririm dedi. Adama çaldık, söyledik, çayını içtik. Adam dedi ki, çantada telefon vardı, aradık yoktunuz, anladık ki bunlar Hacı Bektaş’a gidiyorlar. Eğer onlar buraya uğramazsalar, biz de bunları Turhal’dan postaya veririz, dedi.
Peki, böyle insanlık kaldı mı?
Hayır, kalma göremiyor. Hacı Bektaş’ta yarışmaya soktular. Ben orada birincilik mansiyonu kazandım. Dedeler de çoktu ama isimlerini hatırlayamıyorum. Şeyh Mehmet vardı, Hubyar’ın şeyhi. Onun oğlu Şeyh Mustafa var, şimdi o geliyor. Keçecide (Hamza Dede), Aziz Baba (Cemal Dede vardı.) başka dedeler de vardı.
Âşıklar, ozanlar usta çırak ilişkisini sürüyorlar mıydı?
Eskiden vardı. Şimdi yok.
Bade içmeye inanıyor musunuz?
Senin inancına bağlı. Bir şeye inanıyorsan oluyor. İnanırsan oluyor, bizim de aldığımız bir şeyler olmuştur. Bu inanca bağlıdır.
Gurbet?
Gurbet, hasretlik. Hasretlik çekmek çok zor. Ben o zaman İstanbul’a çalışmaya geldiğim zaman gurbetteydim, çoluk çocuğum yanımda yoktu. Ben o zaman bir eser yazmıştım. Çok zordu. Bir de Güneydoğu’ya yeğenimin askere gitmesine oraya gitmiştim, orada yeşillik yoktu. Orada hislendim. Anam ineği taşa bağlasın eller bayram etsin anam ağlasın diye bir şiir yazdım.
Felek kimdir, ya da nedir?
Felek iki yönden görüyorum. Bu güçlü olan çok güçlü olan bizim üzerimizde bize hükmeden. Biri de yazgı yazan, şans kader işi bir olmayan ama varlığını hissettiren bir nesnedir.
Kimine kavun yedirdin, kimine kelek dediği gibi…
Maden emekçilerine şiiriniz var. Emek nedir?
Emek alın teriyle kazanılan, değeri ölçülmez bir varlıktır. Emeğin değerini kim bilir, yaşayan bilir. Alın teri döken bilir. Madenin çilesini çeken bilir. Toprağı kazan bilir, eken bilir, çileyi çeken bilir…
Hacı Bektaş şiiriniz var…
Hacı Bektaş Rum diyarını irşat eden, Hz. Ali’yi temsil eden pirimizdir.
Birçok konuda şiirleriniz var mesela bizim kızlar deyip sosyete kızları kıyaslıyorsun. Zengin bir yönünüz var. Peki, hayat sizce nedir?
Hayatı ciddiye almak lazım. Yoksa yaşayamayız. Hayali olmayan insan yaşayabilir mi? Hayatın zorluğu da var, kolaylığı da var. Biz zoruyla yaşıyoruz. Biz zor şartlarını yaşıyoruz, kolay yaşayanlar tepemizdedir.
Dostluk nedir sizce?
Bilene çok iyi bir şey. Dostun iki yönü var. Kötüye kullanırsan bir şey olmaz. Dost demek ahbap olur, kardeş olur, can olur, ciğer olur. Çok güzel bir şeydir.
Peki, Hubyar hakkında ne anlatılır, sizler ona nasıl bakarsınız, dua edersiniz, ziyaret edersiniz?
Hubyar yetişmiş bir büyük er demektir. Biz ona bağlıyız. Her zaman ziyaret ederiz.
Padişah Hubyar Baba’yı fırına atmış. Önce tabii iki jandarma gönderiyor köy, zaptiye deniyor o zaman. Burda böyle bir derviş var halkı şöyle kandırıyor böyle kandırıyor demişler. Onlar geliyorlar, Onu İstanbul’a getiriyorlar. O zaman Hubyar Baba’ya diyor ki padişah sana üç tane şey yapacağım. Üç soruyu cevaplandıramazsan seni boğazını cellat edeceğim. Eğer söylersen ne istersen vereceğim, bu dünyada diyor. Ve önceden vezirine söylüyor, böyle birisi gelecek. Kahve yap dersem zehirli ve zehirsiz kahve yapacaksın. Zehirliyi ona ver, zehirsizi bana var diyor. Dervişi yanına alıyor. Vezir şaşırıyor, hangisi zehirli hangisi zehirsiz unutuyor. Ve o zaman zehirli kahveyi padişaha veriyor. Hubyar Baba diyor ki, o kahve benim, sana yanlış verdi diyor. Onda zehir var, içersen ölürsün diyor, o kahveyi bana yaptılar, ben içeceğim diyor. O zaman sen önce içeceksin diyor o zaman. Ve kahveyi içiyor Hubyar Baba fincana zehiri parmaklarından akıtıyor. Sonra diyor ki buyur padişahım bunu al, benim gibi bir mihmanın gelir, sana lazım olur diyor, kahveyi veriyor.
Diyor ki, peki bir cenazemiz var onu kaldırır mısın diyor dervişe. O da tamam diyor, Hublar baba. Tabut filan var. İçine sağ adamı yatırıyorlar, buyur cenazeyi kaldır diyorlar. Diyor ki, ölü mü kılıyım, diri mi kılıyım. Ölü adamı tabii ki ölü kılacağın diyor. Ölü adamı diri mi kılacağın diyor. O da benden günah gitti diyor. O zaman kılıyor cenazenin namazını, sağ adam içinde ölüyor namazı kıldıktan. Derviş ne yaptın, adam öldü diyorlar. Ben ne yapayım siz istediniz diyor. Onu dirilt diyor, o da ben anamdan bir kez doğdum, ikinci kez doğamam, onu diriltemem diyor.
Fırını daha önceden yapmışlar. Önceden tasarlanmış, fırını yedi gün yedi gece yakmışlar, ağzı kapalı fırının. Buyur bu sınavı da geçersen sana dünyada ne istersen vereceğim diyor padişah. Götürüyor fırının kapısına, buyur gir fırına diyor derviş. O da bana da inanmazsınız diyor. O çocuğu bana verin, onunla gireyim diyor. Çocuğun sahibi diyor ki benim çocuğum yanar. O da diyor ki, derviş yanıyorsa o da yanar diyor. Çocuğun elinden tutmasıyla fırına girmesi bir oluyor. Fırına girer, çocukla beraber, fırın cayır cayır yanıyor, yedi gün yedi gece. Açak bakak, yandıysalar yanmıştır diyor. Dervişin sakalı buz tutmuş, çocuğun elinde nergis çiçeğiyle fırından çıkıyorlar. Çocuğa soruyor sen bu çiçeği nereden aldın diyorlar. Çocuk dile geliyor, o ha diyor keşke bu dede beni yine oraya götürse, diyor. Çiçek elinde çocuğu gezdirmiş onu dervişin eline ayağına kapanıyor padişah iste benden ne istesen.
Sen bu dünyadan ne istiyorsun, sen sınavı kazandın. Ben dünya malı olarak bir şey istemiyorum. Benim dünya malında gözüm yok diyor. Çünkü ben ne istesem alırım diyor. Sen senden iki tane şey isteyeceğim diyor. Ne istiyorsun diyor. Birisi, Dokuzlar Dağı’nın bana tapusunu vereceksin diyor. Birisi de fermanımı vereceksin, serbestsin diye bana ferman vereceksin diyor. Dokuzlar Dağı’nda ne yiyeceksin içeceksin orada bir şey yok diyor. Bana diyor omzu heybeli, elinde bohçası gelen bana yeter diyor. Ben başka bir şey istenmiyorum diyor, dünya malı isteniyorum diyor. Tapusunu da veriyor, fermanı da veriyor, dervişi gönderiyor.
Giderken bu Adapazarı tarafında bir ırmak varmış. Bir köprü varmış, o köprüden para alırlarmış. Dervişin yanında bir adam varmış. O da Hubyar fırına girip çıkınca ona âşık olur, senin öldüğün yerde ölecem, durduğun yerde duracağım, kaldığın yerde kalacağım diyor ben de gideceğim diyor. Hubyar Sultan, Sen bana katlanamazsın, eziyetim çok diyor. Yok diyor ben sana âşık oldum, seninle geleceğim diyor. Çıkıyorlar yola, giderken İzmit’i geçince bir ırmak varmış. Orada köprü varmış oradan para alırlarmış. Dervişle o adam Durak Uşağı (bizim orada öyle derler) o adamla birlikte geliyorlar o köprüye girince derviş dur, gitme diyorlar. Nereye gidiyorsun, ne istiyorsunuz köprünün parasını veremem, diyor. Ben de size dua edeyim, diyor. Bizim senin duana ihtiyacımız yok, diyorlar, parayı ver. O zaman Hubyar ırmağa sen bundan sonra, burdan akacağına şurdan aksana diyor. Irmak dönüyor başka yerden akıyor, köprü kalıyor kuruda. Derviş ne yaptın diyor, bedava geç, tek ki suyu bağla diyorlar. O da bunu siz istediniz ben yaptım, diyor.
Bizim Çaylı köyüne, bizim köyüne geliyorlar. Turhal Çaylı köyü, o zaman Aşı Çay ismindeymiş bizim köy. Geliyor köyün içinde ufak bir kaya var. O kayaya yaslanıyor, üst tarafından evden bir bacı çıkıyor. Diyor ki, Allah rızası için bir su ver de içeyim, burada bir dinlenelim, diyor. Allah rızası için, bizim köyde hiç su yokmuş. Yeşilırmak’tan içerlermiş suyu. Derviş sana su versem iyi de su yok, diyor kadın. Develer ırmağa suya gitti, gelsinler de veriyim, diyor. Köyünüzde su yok mu diyor, helkiyi al gel peşimden, diyor. Size su çıkaracağım, diyor. Köyün bir tarafına gidiyorlar. Kis bir taşlıkmış. Ben diyor, dua edeceğim, siz Allah Allah diyeceksiniz, buradan size su çıkaracağım diyor asayı vuruyor, üçüncü de bir değirmeni döndürecek bir su yürüyor. Suyu gören kadınlar elinde ne varsa suya koşuyorlar. Dur mübarek diyor, sen böyle çok akarsan senin kıymetin olmaz diyor, suyu durduruyor. Sen diyor derde devam ol, ne taş ne de eksil diyor, suya. O zaman su duruyor. Halk orayı kuyu haline getiriyor suyu. Su kuyunun ağzından ne taşıyor, ne de tükeniyor. Ne kadar çekersen çek, ne taşıyor, ne tükeniyor. Bunları ben çocukluğumda yaşadım. Köyümüz çok büyük bir köydü. Ne bitiyordu, ne yitiyordu. Orada diyor ki, giderken bir aşı çaldım tutarsa bir daha ki gelişimde bir değirmenlik su vereceğim, diyor. O gidiş gidiyor Hubyar Baba o suyun üzerine suçun varda yemin edersen, o sudan içersen, o niyete içersen, üç tas da su koyarsan kafandan o suyun içtiğin saat gelince ölüyorsun. Ertesi gün ölüyorsun, bu yaşanmış köyde.
Hubyar Sultan gidiyor köy daha candan baştan sarılıyor kerametlerini görüyor. Su çıkarıyor kerametlerini görüyor o gün bugün köyümüz Hubyar Talibidir.
Söyleşi: Ayhan Aydın, 11 Nisan 2017, Salı
Ozanın Kitabı
Yoksulluk, Halk Ozanı Âşık Kadir Türk, Can Yayınları, Mayıs 2016, İstanbul, 256 Sayfa
Ozanın Kasetleri
- Aşık Kadir, Gitme Geri Dönü, Özdemir – Raks Stütyo.
- Aşık Kadir, Bana Ne, Harika Plak.
- Aşık Kadir, Pir Hacı Bektaş, ( Yokluk Bölük Bölük Böldün Sen Bizi), Bestebaşlar
- Aşık Kadir, Az Harca Hanım (Baba Ne Yapsın), Fırat Müzik – Süper Stereo.
- Aşık Kadir, Şaziyem – Ben Yorgunum, Uzelli
- Aşık Kadir, Davacıyım, Diyar- Kamel Süper Stereo
- Aşık Kadir, Ali ile Seyhan’ın Hikayesi, Harika Süper Stereo
- Aşık Kadir, Hakikat Yolu Bir, Özdemir- Plaksan Stereo
- Aşık Kadir, Para Para Diye, Uzelli- Özdemir
- Aşık Kadir, Yoksulluk, Harika
- Aşık Kadir, Perişan, Harika
- Aşık Kadir, Ölem mi, Raks - Harika
Kitabındaki Şiirlerinden Örnekler
AKLIMA GELDİKÇE
Nasıl unutayım bizim elleri
Aklıma geldikçe yaralar beni
Yar ile gezerdik biz bu yolları
Aklıma geldikçe yaralar beni
Yaylalar yaylardık çıkıp bellere
Maniler söylerdik konup yollara
Saklanırdık siper eden dallara
Aklıma geldikçe yaralar beni
Toplaşıp gelin kız ekin biçerdik
Tarladan tarlaya konup göçerdik
Kadir hep beraber yiyip içerdik
Aklıma geldikçe yaralar beni
05. 01. 2007 (Sayfa: 17)
ANAM
Anam ineğini taşa bağlasın
Eller bayram etsin anam ağlasın
Bacım göz yaşını silsin eğlesin
Yokluk gurbet ele bağladı anam
Gurbetin kapısı demir kırılmaz
Kapandı yollarım sıla bulunmaz
Yüz telefon etsem yürek soğumaz
Yokluk gurbet ele bağladı anam
Uzundur uzaktır gurbetin yolu
İçimde hasretlik gam yükü dolu
Zalim ayrılığım ölümdür sonu
Yokluk gurbet ele bağladı anam
Gurbete düşenler sanma gülecek
Gözlerim yolları anam gelecek
Anasız babasız Kadir ölecek
Yokluk gurbet ele bağladı anam
07.02.1985 (Sayfa: 26)
CAN MI DAYANIR?
Karşı ki tarlada pancar söküyor
Beni gördü yar boynunu büküyor
Ah dedikçe yağmur gibi döküyor
Böyle bir güzele can mı dayanır?
Kaldırmış sesini göklere arşı
Açmış gerdanını güneşe karşı
Göğsünün ortası bir büyük çarşı
Böyle bir güzele can mı dayanır?
Nazlı yar geliyor elinde çilek
Maviştir gözleri sanki bir melek
Kastin neydi bizi ayırdın felek
Böyle bir güzele can mı dayanır?
Kadir’im ayrılık varmış bu serde
O yar için düştüm çekilmez dede
İçim kan ağlıyor gördüğüm yerde
Böyle bir güzele can mı dayanır?
05.06.1991 (Sayfa: 62)
EMEKÇİM VAY
Yeraltında maden kazar
Benim işçim emekçim vay
Koltuğunda kefen gezer
Benim işçim emekçim vay
Omuzundan çıkmış teri
Kalmış iki kemik bir deri
Dizlerinin durmuş feri
Benim işçim emekçim vay
Üç ayda bir maaş alır
Bekliyor çek günü gelir
Banka kuyruğunda ölür
Benim işçim emekçim vay
Âşık Kadir dertlerin çok
Beyler bizi etmiyor tok
Bir kuş kadar değerin yok
Benim işçim emekçim vay
07.08.1999 (Sayfa: 98)
HACI BEKTAŞ
Kimse bana yaren olamaz dost olmaz
Bir umudum sende var Hacı Bektaş
Azdı yaralarım çaresiz kaldım
Merhemi sendedir sar Hacı Bektaş
Yarın sizden bize durma gel olur
Konuşmaz ağzım dilim lal olur
Belki yüzüm karabaşım kel olur
Mürvet boyum sıkar dar Hacı Bektaş
Hakk’ın emri ulu divan kurulur
Dört yanımda cümle melek bulunur
Pirim rehberimden suçum sorulur
Affına sığınmak kar Hacı Bektaş
Âşık Kadir kuldur kusursuz olmaz
Kusurum az değil dar beni salmaz
Pir elden almazsa yol elden almaz
Yetiş imdadıma car Hacı Bektaş
08. 01. 1994 (Sayfa: 126)
HUBYAR EL AMAN
Horasan’dan nişanesi getiren
Bizi darda koyma Hubyar elaman
Cümle dilekleri alıp yetiren
Bizi darda koyma Hubyar elaman
Padişah değil mi fırın yaptıran?
Mazlumu zindana kora tıktıran
Zalimin zulmünü sensin bozduran
Bizi darda koyma Hubyar elaman
Değirmenler kurup susuz döndüren
Ey kudretten doyup yükün dolduran
Müşkülleri çözüp düşkün kaldıran
Bizi darda koyma Hubyar elaman
Çaylı Köyü nazar ettiğin köyün
Burada çıkıyor zem zemin suyun
Muhammed Ali’den geliyor soyun
Bizi darda koyma Hubyar elaman
Çıkıp dokuzlarda yayla yaylayan
El kadar kazanla ordu doyuran
Bu Kadir’e aşk deryası bağlayan
Bizi darda koyma Hubyar elaman
16.10. 2008 (Sayfa: 134)
KEÇECİ BABA
Varıp dergâhına yüzüm süreyim
Ne olur himmet et Keçeci Baba
Yeşil merheminle yaram sarayım
Bırakma dar bunda Keçeci Baba
Eşiğinden destur eyle geçeyim
Kıyam durup dertleri mi açayım
Zemzeminden bir tek damla içeyim
Dertlere devasın Keçeci Baba
Her gün aşırı mihmanın gelir
Cinli perili de şefaat bulur
Sana yüz sürenin derdi mi kalır?
Küt topalda olsa Keçeci Baba
Aşikar özümüz ayandır size
Koyma engellerde al çıkart düze
Her toprağın taşın cevherdir bize
Esirgeme nolur Keçici Baba
Dervişlerin dua ediyor cemde
Geçiyor vasfınız sohbette demde
Âşık Kadir’i de bırakma gamda
Erdir muradıma Keçeci baba
19.04.1995 (Sayfa: 154)
BİTMİYOR BENİM
Bu zalim gurbete geldim geleli
Sıla hayalimden gitmiyor benim
Felek bizim eve mekân kuralı
Dertlerim bir türlü bitmiyor benim
Kimim var burada derdim açayım
Kuş değilim havalanıp uçayım
İsterim köyüme geri göçeyim
Yoksulluğa gücüm yetmiyor benim
Bilmiyorum kahpe feleğe nettim
Bir şans verir diye çok gelip gittim
Hayal kura kura tükendim bittim
Kader de elimden tutmuyor benim
Âşık Kadir gurbet garibe zulüm
Sıladan gelen yok kapandı yolum
Genç yaşta kurudu açmıyor gülüm
Şad olup bülbülüm ötmüyor benim
07. 12. 2015 (Sayfa: 55)