İnsanlığın, doğanın, dostluğun, sohbetlerin harmanında
Barışın Dilini kullanan
Ozan HÜSEYİN ERDOĞAN’la Söyleşi
Dostluğa yaren, sevgide akız
Barışı sever, savaşta yokuz
Toprağa nimet, emekte hakız
Emek işinde, rehberin olsun
Gelenek yaşıyor, ozanlık yaşıyor, dostluk yaşıyor… Dost meclislerinde, muhabbetlerle büyüdüm, her gittiğim yerde insana gönül verdim, insanı anlamaya çalıştım diyen Hüseyin Erdoğan, geleneğin yaşatıcılarından olduğunu eserleriyle ortaya koyuyor. Ama onun ayrı bir yönü, bir yüzü de var. Belki de ozanlık kentlerle, bugünle, kalıplarının dışındaki başka dünyalarla da buluşmalı, görüşüne bir örnek sanki. Hece ölçüsünün dışında da yazdığı o güzelim şiirinde duygu ırmakları akıyor, aşktan yana, sevgiden yana, insanlıktan yana… Taksim’de barışı özleyenlere de, yalnız insanlara, gurbette kalanlara da sesleniyor, şiirleriyle, şiirin bir umut çığlığı olduğunu da gösteriyor. Uzun yıllardır sevgi ve muhabbetle andığım, bu güzel insanla bir söyleşi yaptım, ozanlardan, dedelerden, şiirden konuştuk… Muhabbet ehline kalsın diye…
Ayhan Aydın
Can olana beden biçilir
Hakk kapısı dosta açılır
Yar yolunda serden geçilir
Yolcu isen yol da güzeldir
Puslu, karanlık, soğuk günler olsa da, insanoğlu yine sıcak bir yer, bir dost, bir gülen yüz arıyor…
Siz hayat boyu neyi aradınız, neler yaptınız, hangi ideallerin peşinde koştunuz?
Almış olduğumuz kültür ve felsefe bizim hayat ilkelerimizi belirlemiştir. Dünya malıyla hiçbir işimizin olmadığı anlayışı hayatım boyunca devam etmiştir. Varlığımız dost varlığıdır. Benim kafamda zenginlik anlayışı çok farklıdır: Ne kadar çok dostum varsa onu o kadar büyük bir zenginlik olarak kabul etmişimdir. Her zaman insanca yaşamak, insan değerleri içinde var olmak en büyük idealim olmuştur.
Peki, bu idealler çok mu zor ki, dünya kan ağlamaya, bombalar yağmaya, çocuklar ölmeye devam ediyor?
Zaten insani değerler derken, insanın insana insanca bakmasıdır, tüm mesele. İnsanın kutsiyeti Tanrı katında da teyit edilmiştir. “İnsana melekler bile secde etmiştir”. Önemli olan insanı yaşatmaktır. İnsan öldürene insan denilmez. Ben onlara canavar diyorum. İnsan olan insanı yaşatır. Onun aksi benim için insanlığın dışındadır. Barış, barışmak, bunlar insanın olmazsa olmazlarıdır.
Aşkı irfandan gönül konulur
Gönül bağında insan okunur
Sırlı aynadan öze bakınır
Aşkın kölesi kul da dinlesin
Peki, ozanım hayat hikâyenizi dinleyelim sizden?
Ben Sivas’ın merkeze yakın bir mezrasında dünya geldim, şimdi orası Yeni Kervansaray Köyü oldu. Orda çocukluğum geçti. Babaerkil bir aile düzeni içinden geldim. İlkokulu, ortaokulunu, öğretmen okulunu Sivas il merkezinde okudum. Askerliğim İzmir, İzmit’te geçti. 1971 yılında Emniyet’e girdim. Çeşitli kademelerinde çalıştım. 1999 yılında Urfa Ceylanpınar ilçesinde görevdeyken kendi rızamla emekliye ayrıldım. Halen İstanbul’da yaşıyorum. Kendimce okuyup yazıyorum.
Çocukluk günlerine dönsek, o mezraya, Sivas’a gitsek, o günlerden nasıl bahsedersiniz?
Ben çocukluğumu yaşamadım dersem doğru söylemiş olurum. Eş dost bizi hep dedemizin yerinde gördü. Rahmetli Dedem Hüseyin, o yörede çok saygı gören “Deli Kürt” diye bilinen meşhur bir insandı. Ben çocukluğumda çocuklarla oynayamıyordum. Ben babamın ilk erkek evladıydım, gelen giden misafirleri ağırlamak benim payıma düşmüştür, o nedenle çocukluğumu yaşayamadım dersem doğru söylerim.
Bu gelen gidenler, hısım konu komşu, akraba, nasıl görünüyordu sizin gözünüzde?
Sevgi dolu, hürmet dolu, samimi, değerlerine bağlı, hatır müessesinin en yoğun olduğu insanları kapsıyordu. Bir selamla sorunları çözebilecek, çözdürebilecek samimi dostlar vardı.
Peki, o insan ilişkileri nereye gitti, ne oldu o insanlığa?
Onları bitirdik. Bizimler (bizim jenerasyon (kuşak)) vurduk, kırdık, yaraladık, sona erdirdik onları maalesef. O nedenle bizler eski kuşakla yeni kuşak arasında bir köprüyüz. Köprünün bir tarafı yıkıldı, bir tarafını da ayakta tutmaya çalışıyoruz. Artık o köprüden de geçen olmadığı için durum böyle idare ediliyor.
Görev aldığınız yerlerde insanlara, insan ilişkilerine nasıl bakıyordunuz, Anadolu’da özellikle?
Ben merkezdeydim ama narkotik, siyasi şubede çalıştığım için, köy ve mezralarla hep ilişkilerim olmuştur. Burada yazıya geçiyor diye söylemiyorum, ben oturduğum yerde (makamda) gelen insanları benim yerimde ben de onların yerinde oluyor empatisiyle insanlara bakıyordum. Çalıştığım memur arkadaşlarıma da ayda bir kere meslek içi eğitim dersi verirdim. O arkadaşlarıma siz devlet memurusunuz, maaşınızı devletten alıyorsunuz, o maaşınız halkın verdiği vergilerden oluşmaktadır, dolayısıyla her gelen vatandaş senin patronundur, gelen vatandaşa, devletin onur, gurur ve yüceliğin zedelemeden o insana insanca davranış birinci derecede göreviniz olmalıdır, diye devamlı söyle ve telkinde bulunurdu. Hata insanlar içindir, görevli olarak onu suçlamanın ötesinde onu suçlamanın ötesinde yapacak bir şey varsa elimden geleni yapmışımdır. Görevlinin elinde giyotin değil, kalem vardır.
Peki, köylerin durumu, fakirlik, yokluk, suçların bol olması size neyi çağrıştırdı?
Anadolu köylüsü deyince zaten fakirliği, çaresizliği ile gündeme oturur. Bir köylü ne kadar zengin olabilir? Birkaç hayvanı vardır, birkaç tarlası vardır. Yıllık yiyeceğini, içeceğini çıkarabiliyorsa en zengini bu kadardır. Her insanın doğasında onurlu, gururlu, insanca yaşamak vardır. Eğer bir insan o onurunu gururunu bir tarafa atıp ta bir şeye giriftar olmuşsa sebeplerini aramak lazım.
Geleneklere, göreneklere, o köy yaşantılarına dikkat ediyor muydunuz, yani insanların kültürel yaşantısı sizi etkiliyor muydu?
O kültürden o gelenekten, ananelerimizden hiç kopmadım. Bu konuda muhafazakâr bir yapım vardır. Geçmişe hep saygılı olmuşumdur. Elimden geldiğince de onlara saygılı olmaya devam etmişimdir. Yaşamın içinde her zaman oldum. Hiçbir gelenek ve göreneklerimize ihanet etmedim. Bazıları buna geri kafalı deseler de, bana göre onlar benim kültürümün ana temasını oluştururlardı.
Urfa dediniz, orayı nasıl hatırlıyorsunuz?
Urfa Güneydoğu feodal yapının sürdürülebilirliğinin en zirvesinde olan bir yer. Feodalitenin hâkimiyeti söz konusu. Birey olarak toplumun var olan değerleri içerisinde hareket etmek zorundadır. Aşiret kuralları etkindir. Kişi gelenek ve göreneklerinin dışında hareket etmesi diye bir şey söz konusu değildir. Kişi üç üniversite de bitirse, oraya gidince oradaki şartlara uymak, orada gelenek göreneklere uymak zorundadır.
Kalıplaşmış bir yapı var?
Feodalist bir sistem var orada, kimse de oraya müdahale edemiyor. Ağalar ve şıhlar oraya müdahale edemiyor.
Ne kadar acı ve tezat değil mi, Cumhuriyet ve feodalite?
Cumhuriyet orada yok. Ben böyle okudum.
Siz hem hece vezni, hem de serbest nazım dediğimiz tarzda şiir kaleme almışsınız. Anılarınız, hatıralar, gözlemler, izlenimler, öyküler sizin bir edebi yanınız, bir de bunu besleyen kuvvetli gözlemci yeteneğinizi ortaya koyuyor.
Peki, nelerden beslendiniz, hangi kitapları okunuzu, hangi şairleri okunuz, dünyaya bu açıdan nasıl baktınız?
Ben aile içi ve dost sohbetleriyle, kendimce de belirli yazarların kitaplarını okuyarak bugüne kadar geldim. Ancak benim en büyük kaynağım oda sohbetleri olmuştur. Çünkü oda sohbetlerinde var olan, ortaya sürülen fikirler, kişinin ulaştığı en son bilgilerdir. O bilgiler de arının petekte balı yaptığı gibidir. En son bal olarak insanlığa dönüşür.
Okul Göresin
Odalar okul oku şaşarsın
Karış sohbete okul göresin
Sohbeti demde arşı aşarsın
Karış sohbete okul göresin
Esrara mazhar olan dervişte
Cahile kanma ilim ermişte
Kelamı dinle Hakk’ı bilmişte
Karış sohbet okul göresin
Mektebin ilmi varsa ehilde
Erbabı ehil olan kâmilde
Sohbetler ışık tutar zembilde
Karış sohbete okul göresin
Kendini bilen dosta ibretim
İnsana varır aşkla sohbetim
Diploma sorma gönül halvetim
Karış sohbete okul göresin
Kul Filanta’yım canı şanımda
Damlada umman coşar canımda
Dersimiz candır ilmi payımda
Karış sohbete okul göresin
Peki, bir de cem sohbetleri var, dedeler sohbeti var, âşıklar sohbeti var?
Cem toplumsal yaşamın hamurunun ana mayasını oluşturur. Cemlerde birlik, sevgi, dostluk, hak, hukuk temaları temel yapılardır. Cem bunlar üzerine yürür. İnsanı insan edebilmek için cem ayinleri, sohbetleri buna ışık tutar. O nedenle cemler toplumun sosyal, ekonomik ve psikolojik yaralarına merhem olan yapılardır. Aynı zamanda hukuksal alanlarında toplumu yönlendiren, bilgilendiren, eğiten, inançlarımızın ibadetlerimizin en başında gelir.
Dedeler kimlerdir, en önemli özellikleri nelerdir, bugüne kadar hangi görevleri yerine getirmişlerdir?
Dedeler, Ehlibeyt soyundan gelenlerdir. Nübüvvetin yani peygamberliğin sona ermesi, Velayetin devamıyla veliliği sürdürülebilirlik söz konusu olmuştur. Dedeler bugün bir kenara itilmişlerse de, geçmişten günümüze kadar sazıyla sözüyle var olan değerleriyle toplumu bugüne kadar taşımıştır. Kimi zaman dedeler doktor olmuştur, kimi zaman avukat olmuştur, kimi zaman hâkim olmuştur, kimi zaman din önderi olmuştur, kimi zaman iletişim aracı olmuşlardır. Bu konularda toplumu bilgilendirmek, toplum dinamizmini her zaman canlı tutmayı başarabilen bir kurum olarak günümüze gelmiştir.
Peki, şimdi ne değişti?
Şimdi dedeler aynı yerdeydiler de, fakat Alevi kesimi, dedelerin yorum ve inisiyatifinden çıkınca hak hukuk için devlet kurumlarıyla buluştular. Alevi kültürü kendi değerlerini yok görüp kendi içinde kendi yetersizliklerini aşabilecek mekanizmamalar geliştiremeyince, devlet kapılarıyla tanıştılar (adliye vs.) dedeler fonksiyonlarını zayıflattılar. Dedelerin etkinlikleri de azaldı. Toplum bu sefer kendi kendilerini yaşatmak zorunda kaldılar. O nedenle de büyük bir kayıp olmuştur. Dedelerin oldukları yerlerde, hiçbir kişi adliye kapısına gitmemiştir. Sorunlar kendi içinde çözülürdü.
Bu biraz da kentleşme, şehre gelip değerlerin bir tarafta bırakılmasıyla mı ilgili?
Biraz da siyasi nedenlerle bu oldu.
Dedeler konusunda sizce neler yapılabilir?
Bugün Yurdumun koşulları içerisinde siyaset, devlet siyaseti de dâhil olmak üzere Alevilik üzerine kurgulanmıştır. Alevileri bölmek parçalamak düşüncesi dedeler arasında da vuku bulmuştur. Alevinin vazgeçilmez temel kuralları vardır. O kurallar, değişik yorumlar içerip, parçalanmayı oluşturuyorsa, bu Alevi felsefesinin dışında olan insanların kötü niyetlerinden var olmuştur. Bu nedenle, parçalanan, dağılan Aleviliği (lider yoktur) önderleri bir araya gelip, Aleviliğin esasına dönüp, o kuralları yanlışı varsa düzeltmek yanlışı yoksa hayata geçirme gibi, bir çabanın oluşması gerekmektedir. Alevilik kendi kendine düzelmez. Yok, sayılan, yozlaşan Alevilik kendi kendine düzelemez. Dedelerin yeteneklerine, ihtisas görmüş akademisyenlere büyük görevler düşmektedir. Sizler gibi, derleyen toplayan insanlara büyük görevler düşmektedir.
Bir de âşıklık – ozanlık geleneği var? Onlar da çok önemli görevler yerine getirmişler? Ozanlar kimlerdir sizce?
Sevgiyi, saygıyı insanı insan eden değerleri ve var olan güzellikleri insanlara hatırlatan ve sunandırlar.
Kültürleri kuşaktan kuşağa taşıyan bir ekoldür ozanlık. Dünyanın her yerinde var olan insanların inançları ırkları, bölgeleri, sanat ve zanaatları ne olursa olsun, her insanda acıların kaygıların dertlerin, yoklukların, özlemlerin, hasretlerin etkileri sevinçleri, algıları ve beklentileri hep aynıdır. Ozanlar bunları görerek, yaşayarak, bir sonraki nesile zanaatları sayesinde miras bırakmıştır. Her ozanın toplumun değer yargıları içerisinde örnek alınabilecek insanca duygu yoğunluğu var olmuştur.
Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Teslim Abdal gibi ozanların farkı nedir?
Bunlar inançsal bazda insanı insan eden iman, inanç, gönül âlemini ellerinde tutmaya çalışmışlardır. Gönülden hareketle yazmışlar, o yazılan şiirler günümüze geldiğinde o şiirler içinde bizler de kendi acılarımızı, sevgilerimiz, hasretlerimizi, hala onların yüreğinde buluyoruz.
Onlar yaşamaya devam mı ediyor?
Halen yaşarlar ve yaşamaya da devam edeceklerdir. Duyguların ölmezliğini ortaya koymuşlardır.
Bu gelenek yaşıyor mu? Bugünkü ozanlığı nasıl değerlendiyorsunuz?
Her dönemin ozanları kendi çağını yaşarlar, yaşatırlar. Bugün de ozanlar vardır. Bu gelenek bitmez.
Peki, ozanlar halka gerçekten ne vermişlerdir?
Bu ozanları acıları, çileleri, yoksulluğu, yoklukları, var olan sistemlerdeki özlemlerini, toplumun değer yargılarındaki sızıları, sazıyla sözüyle anlatmaya çalışmış ve her cana ulaşmaya çalışmışlardır.
Bunların görevleri gerçekten değer biçilmez bir emekle, bir yürekle yüreklilikler devam ettirmişlerdir.
Peki, siz hangi ozanları tanıdınız?
Var olan Alevi Bektaşi, edebiyatımıza bütün ozanlarını, âşıklarını, dinlemişimdir, okumuşumdur. Dünyamın içinde var olan bir gönül ağı içinde onlar hep var olmuşlardır.
Peki, hangileriyle tanışıklığınız ve dostluğuz oldu?
Rahmetli Âşık Veysel’in ben Sivas Öğretmen Okulu’ndayken “Âşık Veysel Günleri”ni yapardık. Onu çağırırdık, gelir, sahne alırdı. Benim baba dostumdur. Babam da, zamanın da radyo evinde, Sarısözen Döneminde, yirmi dakika solo saz çalan mahalli bir sanatçıydı. Cemal Erdoğan’dı.
Kars’a gidince oradaki tanıdım; Murat Çobanoğlu’un tanıdım. Hangi ile gitsem oradaki ozanları bulurdum. Onlarla devamlı görüşürdük.
Zevraki’ye beraber gitmiştik, 1999’da?
Zevraki bambaşka bir insandı. Zevraki deyince çok düşünmek lazım. Zevraki’nin çok değişik bir felsefesi vardı. Mistik değerleri günümüz yaşamında en güzel bir şekilde yaşatabilen bir insandı. Onu anlatmak zor. Yazısı çok güzeldi. Siyah beyaz resimler yapardı. Bütün şiirleri kendine özgü yazısıyla yazmıştır. Aziz Tatlısu’yla hep görüşüyoruz zaten.
Peki, dostluk nedir sizce?
Dostluk güven demektir, sadakat demektir, bağlılık demektir.
Sizce insan tam özgür olabilir mi?
İnsan doğuşta özgürdür amma velakin bir birlikte yaşamın getirdiği birtakım ortak değerlerde, ortak paydada buluşabilirlik söz konusu olunca bir arada yaşamaya mecbur olan insanlar kendi özgürlüklerinden ödün verirler. O nedenle uzlaşı demek bir takım arzu ve isteklerden fedakârlık demektir, o da özgürlüğe gider dayanır.
Cumhuriyet nedir?
Cumhuriyet halkın kendi iradesi ve kendi özgüveni içinde idare edilme sanatıdır.
Atatürk kimdir?
Atatürk ilahi bir elçidir.
Yurt nedir?
Yurt insanların yaşamlarını geleceğini, nesillerini içinde özgürce yaşatabilecekleri bir kutsal mekân. Yurt olmasa kişinin ne inancı, ne şerefi ne namusu, ne mirası olamaz. Yurt varsa bunlar vardır.
Tabiat (doğa)?
Doğa, yeryüzünde kendi kendi kurallarıyla kendini var eden bir düzen. O düzen insan gücü üstünde bir düzendir, özgürdür, bağımsızdır, yaşamı doğrultusunda kendi hükmüyle yaşar.
Mutluluk nedir?
Mutluluk, bir bakraç suyun içerisine katılan bir kaşık mayadır. Nasıl ki, bir bakraç içindeki süte atılınca maya huzurlu, insanların erişilmez olduğunu hissettikleri saadete biz mutluluk deriz. Mutluluk uçkurla ilgili değildir.
Siz nelere değer veriyorsunuz, değer nedir?
Değerin ölçüsü yoktur. Bana doğru olan bana yanlıştır. Ya da tam tersidir. Değerler bireysel ve toplumsal olmak üzere ikiye bölünür. Bireysel olanlar kişinin vazgeçilmezleridir. Kişiye aittir. Olgulardır. Birliktelik içerisinde vatanında ortak değerler içinde var. Özgürlük gibi, huzurlu yaşamak gibi, kalkınmayı gerektirecek ortak değerler vardır.
İnsanı değerler vardır ki, bunlar da evrenseldir. Bunlar insanca yaşayabilirlik adına insan nerde olursa olsun, insanlığın değerleridir.
İnsanlara nasıl bakarsınız? Dünyaya ve insanlara bakış açınız, daha çok olumlu pozitif mi?
Ben insanları kutsiyet içerisinde ona paha biçilemeyecek, bir kemalet makamında görürüm. İnsanlara hep iyi gözle bakalım.
İnsan yaratılmışın en mükemmeledir. Bu nedenle de, şöyle diyorum…
Olma deli tahta güvenme
Güzel isen çul da güzeldir
Dünya malıyla övünme
İnsan isen hal da güzeldir
Can olana beden biçilir
Hakk kapısı dosta açılır
Yar yolunda serden geçilir
Yolcu isen yol da güzeldir
Âlem mabet gönül kabedir
Ruhu mihman eden bedendir
Dertli neyim gam da badedir
Neyzen isen dil de güzeldir
İkrar veren nuru imanda
Mana mihnet akar kanımda
Cismim candır beni bulanda
Yağmur isen sel de güzeldir
Deli dolu demez seversen
Çirkin güzel olur översen
Arzu canda yara dönersen
Bağcıysan gül de güzeldir
Kul Filinta gönül sorarsın
Yerde gökte kimi ararsın
Kabe yârdir kıble yorarsın
Sultan isen kul da güzeldir
Zevraki’nin en çok sevdiği şiirimi okuyayım sana:
Çağda insanı severim
Koy bana deli desinler
Sevgide Hakk’ı överim
Koy bana deli desinler
Canımı canana sundum
Arı olup güle kondum
Tatlı balı canda buldum
Koy bana deli desinler
Birlik lokmasını tattım
Özümü tuzuna kattım
Karayı beyaza attım
Koy bana deli desinler
Gülü dalında izlerim
Hakk’ı ummada gizlerim
Seyri şad eder gözlerim
Koy bana deli desinler
Damla olup umman yardık
Nurundan sevgiye vardık
Dergi gamı cana kardık
Koy bana deli desinler
Coştuk kelamı izanda
Yürüdük beri zamanda
Dost olduk devri amanda
Koy bana deli desinler
Kul Filinta’ya aldırma
Ar nikabını kaldırma
Dert deryasına daldırma
Koy bana deli desinler
Ne İster
Ruhun özünde dostu bulunca
Aklın bedenin ne ister senden
Gönül sevdası murat olunca
Dört bir kitabın ne ister dinden
Evval ahirim ben de rahmanda
Varlık yoksulluk varsa insanda
Ruhun huzuru aşkı imanda
Günah sevabın ne ister sinden
Oku kendini diyor bilenin
Akılın gerçeğin, kısmet gelenin
Ağlar olamaz candan gülenin
Dertler çileler ne ister tenden
Seven sevilir paktır canımız
Bağız bostanız baldır aşkımız
Nefret bilmeyiz yoktur kinimiz
Güller çiçekler ne ister günden
Kul Filinta’yım candır vatanım
Varı varlığı cana katanım
Yerde türabım göğü tutanım
Çarkı felekler ne ister benden
Bal Gülde Başka Güzel
Dağlarda çiçek ozan da sevdayım
Kovanda bal gülde başka güzel
Türabım dile aşk ile güldeyim
Sevende kal dilde başka güzel
İnsanı seven sevdiren ozandır
Ozanı yakan fikrini bozandır
Sevende bahar sevmezde hazandır
Baharda dal gülde başka güzeldir
Çiçeğe konan arıya bir bakın
Acıya bala çeviren gül yakın
Dertlere şifa eyleyen ol Hakk’ın
Hayranda dil halda başka güzel
Topraktır canım sevdayım dünyada
Gönlümüz umman yüzümüz aynada
İçimde sahne oynarsan oyunda
Bedende kol belde başka güzel
Zevale elçi rahmanda gelenler
Akıldan noksan olmasın gidenler
İnsanı kamil olmadan ölenler
İmanda yol kulda başka güzel
Kul Filinta candır canın ezeli
Masuda eren güzelin güzeli
Hikmette inci zamanın gazeli
Toprakta kül olda başka güzel
Bir Başıma
Ceylanpınarı’ında lojmanın bir balkonunda
Sakin oldukça sessiz bir gün
Suriye’li birkaç köy karşımda
Güneşli rüzgârsız bir havada
Öylesine dalmışım ki
Kimselerim yok yanımda
Sokaklarda cıvıl cıvıl çocuklar
At arabaları geçer yanından
Atların nal sesleri
Geçmişin çocukluğunu getirdi bana
Radyoda Ömer Şan
Sahipsiz Mezar Olsaydım
İçimde ağlayan duygularım perişan
Ceylanpınar’ında lojmanın dördüncü katında
Saat on sularında bir başına
Odam biraz tozlu
Yatağım darmadağın
Süpürgem yine yerde
Her ne düşmüşse halde mahsun
Efkâra sardı içim
Tutuşur bedenimin her yerinde
Bir kuş kondu balkonumun demirine
Bakışlar umdum
Dilinde dostluğu bekledim
Bir merhaba demeden uçup gitti
Nereleri götürdü bir bilse neleri
Nelerimi alıp götürdü canımdan
Bir sonbaharın güneşi güzel bir gününde
Okumaya mecbur olduğum bir gazete önümde
Harabe olan şu gönlümde geler geçer neler bir bilsen neler şu içimde
Evet, lojmanın dördüncü katında
Başımda dönün mevsimin hicabında
Bir bardak çay içmek isterdim ya da bir fincan kahve
Kederler damla damla içimde
Balkan sessizliğinde bir başıma
Kendi kendime diyorum ki
Bir sevenim gelse otursa karşıma
18. 10. 1998, Ceylanpınarı, Emniyet Lojmanında.
Söyleşi: Ayhan Aydın, 7 Nisan 2017, Cuma Günü.
Ozanın Kitapları:
- Hüseyin Erdoğan, Beşinci Mevsim, Can Yayınları, Haziran 1996, İstanbul, Sayfa: 64
- Hüseyin Erdoğan, Döküntü, Doğuser Matbaacılık, Haziran 1999, Sayfa: 51
- Hüseyin Erdoğan, Geçerken Gördüklerim, Can Yayınları, İstanbul, Mart 2008, Sayfa: 235
- Hüseyin Erdoğan, Gözüm Akla Düşümü, Derin Yayınları, İstanbul, Mart 2009, Sayfa: 104
- Hüseyin Erdoğan, Devr-i Z aman, Toprak Ofset Matbaacılık, Tekirdağ, Ekim 2016, Sayfa: 96
- Hüseyin Erdoğan, Gönül Sesi, Toprak Ofset Matbaacılık, Tekirdağ, Ekim 2016, Sayfa: 136
Şiirlerinden Başka Örnekler…
YADI GURBET
Kapım örtük, hanem viran
Yadı gurbet, dost sılada
Derdi, gamı, cana karan
Şeyda bülbül, dost sılada
Tarla harap, çayır yasta
Uzak kaldım, eşe dosta
Dertli etti, yordu usta
Günsüz balam, dost sılada
Nice canlar, mihman oldu
Sözle sohbet, yadı buldu
Saki gamda, meyler doldu
Özde sözüm, dost sılada
Köyde yatan, benim atam
Karacada dertli babam
Kulaksızda, garip anam
Ruhi mutlak, dost sılada
Çifte kapı, düştü yere
Tarla tumlar, oldu dere
Köyde kalan, derde çare
Aslı köyüm, dost sılada
Ahlar vahlar, akçe pulda
Seyran olduk, urba çulda
Yorgun, argın, puslu yolda
Dertli sazım, dost sılada
Parça, parça, öldüm bittim
Gamlı canda, dertli gittim
Derdi köye aşık ettim
Allı turnam, dost sılada
Dosttan ayrı, dertlin çağım
Hasta ölü, ne de sağım
Koptu gitti, gönül bağım
Kadı sabah, dost sılada
Kul Filinta’yım, pazarda
Küle karıştım, nazarda
Derdim biter mi mezarda
Küllü zaman, dost sılada
06. 07. 2002
(Geçerken Gördüklerim, Sayfa: 48/49)
KÂBUSUN SAADETİ
Dünün gecesinden, ak sabahına düştüm
Güneşli bir gün, huzuru içimde
Zaman, mevsimlerin baharı,
Bahar arzu ve coşku içinde
Bağlar dal yeşili, dağlar gül çiçeğinde
Ekilen tarlalar cömert,
Börtü, böceği özgür,
Arılar çiçeklerle sarmaş dolaş
Sığırlar, her bir yerde çobansız
Kurtlar inmiş ovaya,
Saldıran yok, saldırılan yok
Ölün yok, öldüren yok
Bir güzel yaşam ki barış içinde
Köylü bahçesinde, tarlasında
Şehirli; çarşıda pazarda
İnsanlar özgür, ocaklarla mutlu bacalar
Isınır, ısıtırlar ocak başlarında
Yarışır, buluşur bağlar, bahçeler
Çocuk sesleri, kuzu sesleri, kuş sesleri
Mutlu olur İnsanlığım, sevilen yüreklerde
Aşları, işleri, güven içinde
Fakiri, zengini ayrılmaz, bir pazarda
Alan alır, satan satar, dost katında
Yalanı yok, hilesi yok, çalanı yok
Her şey güzel, her insan dürüst
Alan da satan da insanca içinde
Şehrin sokakları, insanların sıcak elleri gibi
Kavuşur, tutuşur birbirine
Bağlanır fabrikalara, dükkânlara, ofislere
Çalışan huzurlu, çalıştıran şefkatli
İşsizi yok, kaygılara yer yok
Eller cömert, yürekler sımsıcak
Eğilen başlar, selamla buluşur
Hem kardeş, hem yaren, hem yoldaş
Güzelde, gönülde, hoş görüde
Kucaklaşır, buluşurlar saygı içinde
Vatanım kutsalım, toprağım ana kucağım
Havası güzel, sevdası güzel
Okulları ilim yuvası,
Okumuşu âlim,
Âlimi aklı selim…
Çağdaş, ehil, medeni, üretken
Yalansız, riyasız, apaçıkta
Yol keseni yok, soyanı yok, talanı yok
Gizlisi yok, gizleneni yok, haini yok
Onurla, insanca, el ele birlik içinde
Uçan kuşun kanadına tutundum
Uçurdu beni gökyüzünde
Yukarıdan; yeryüzüne baktığımda
Baktıkça; duygulandım, övündüm insanca
Barışta efsane olan insan,
İnsanca yaşamak bir başka güzel
Haykırdım görmeyene, duymayana
Bu düzen, bu dünyaya, ne güzel yakışmış
Yaratılan yaratılmışın hak dostu
Kalpler inancın mihmandarı
Hastaneler beşik yuvası,
Hapishanelerin kapıları pas tutmuş
Karakollarımız huzur evi
Borçlu yok, alacaklı yok, aç yok, suçlu yok
Dostlukta dostça, insanlara insanca
Huzurumuz ilahi bir saadet içinde
Gerçek olsa da, hayali yaşamak
İsyanım var, itirazım o düzene
Reva mıdır, bu insanlara göre değil
Çilenin, zulmün olmadığı bir dünyada
Ne mümkün savaşmadan, yaşamak
Öylesine insanca, hayali düşlemek
Dövüşken, sokak seslerinden,
İrkildim, fırladım kalktım yataktan
Şükür dedim, hayırlara vesile olsun
Uyandım ki, kalmışım kan ter içinde
(Gönül Sesi, Sayfa: 7-9)
NUR OLDU İNSAN
Alemsiz pervane, etti turunda
Kara bir noktada, var oldu devran
Gözlendim, izlendim hükmü nurunda
İkbali Ademde, görüldü Rahman
Bahtımda var idim, yazdım okudum
Suretim arındı, halde yokudum
Hikmetli nakışı, güzel dokudum
Eşref-i mahluka, yar oldu hayran
Görülmez varılmaz ulu divanda
Donandım, bezendim hüsnü nurunda
Pay etti kısmeti, künhtü varında
Eksiği tamama, eyledi ferman
Karanlık mekânda, mahir örüldüm
İnsansız noksandan, önce görüldüm
Sıfatsız zamansız, yere sürüldüm
Rahmeti üryandan, yoruldu derman
Manada muamma, Hakk’da var idim
Mimari maksudum, bende sır idim
Ademe ermeden, yarsız yar idim
Hikmeti Adem de, toplandı Kur’an
Muratla, sevdamız yandı arından
Mestane eyledi, kaldım davadan
Hikmetli esrarın, hal-i Hüda’dan
Kimyası ruhumda, can oldu yaran
Her canda çağladı, akan ırmaklar
İksiri zerrede, mevcut topraklar
Özünde açıldı, gülle yapraklar
Gönülden murada, sarıldı yoran
Sevgiye bağladı, cümle devranı
Muradım eyledi, gözle seyranı
Kuruldu tahtına, bende hayranı
Esrar-ı imanda, sır oldu zaman
On sekiz bin alem, oldu efsane
Hikmetli yapıda, oldum pervana
Gözletti, görüldüm, güneş bahane
Elif’i semahda, soruldu kervan
Kul Filinta, güzel dosttan, ayrıldım
Güruhu Naci’den dehre kuruldum
On dört bin yıl, zanda cansız yoruldum
Rahmanı irfanda, nur oldu insan
(Gönül Sesi, Sayfa: 12-13)
REHBERİN OLSUN
Sofranda helal, sinende iman
Hayır, aşında, rehberin olsun
Özünde akıl, ömründe zaman
Akıl coşunda, rehberin olsun
Dostluğa yaren, sevgide akız
Barışı sever, savaşta yokuz
Toprağa nimet, emekte hakız
Emek işinde, rehberin olsun
Kırıcı olup, gönüller kırma
Çaresiz olan mazluma vurma
Sev-sevil, dil’le, ırkını sorma
Dostun başında, rehberin olsun
Benlikten arın, kininden ırak
Maddeye tapma, soygunu bırak
İnsanı oku, evrene bak
Gönül peşinde, rehberin olsun
Kul Filinta’yım sevgide cevher
Hikmetli cihanım seveni sever
Cahilin kalemi, zalimi över
Sevgi döşünde, rehberin olsun
(Hüseyin Erdoğan, Gönül Sesi, Toprak Ofset Matbaacılık, Tekirdağ, Ekim 2016, 136 Sayfa; 60)
TAKSİM
Yurtlu yurtsuz, düştük yola
Taksim barış, taksim sevda
Çiçek, çiçek, yandık dala
Taksim barış, taksim sevda
Güzel sözler, gülen yüzler
Dinde, dilden başka sözler
Özgür insan, diyen sözler
Taksim barış, taksim sevda
Gezi parkı, her bir yerde
Elde bayrak, arşa perde
Zulme hayır, seven nerde
Taksim barış, taksim sevda
Koyun olduk, kapan kurda
Fakir, yoksul, sanki hurda
Vatan dedik, kaldık burda
Taksim barış, taksim sevda
Canız dedik, yok dediler
Talan dedik, hak dediler
Açız dedik, bak dediler
Taksim barış, taksim sevda
Şahit saran, toprak benim
Ruh-i canda, bende senim
Vardan varız, seven yanım
Taksim barış, taksim sevda
Yürür olsun, duran insan
Vatan için, canda yansın
Her bir canı, insan sansın
Taksim barış, taksim sevda
Özgür olmak için diren
Hakk’a saygı diyen yaren
Yetim fakir hakkı yiyen
Taksim barış, taksim diren
Kul Filinta, özde birlik
Barış ile gelsin dirlik
İnsan olan, burda erlik
Taksim barış, taksim diren
(Hüseyin Erdoğan, Gönül Sesi, Toprak Ofset Matbaacılık, Tekirdağ, Ekim 2016, 136 Sayfa; 72-73)