Şiirleri, Öyküleri, Desenleriyle Bir Kültür Sevdalısı…
FERMAN TAKA’yla Söyleşi
Kendisi inşaat ustası, iç dekorasyon işleri yapıyor, geçimini bu işten sağlıyor. Ama çocukluğundan beri hayallerinde olan, düşlerinde olan doğa sevdası onu aynı zamanda şiirler yazan, öyküler kaleme alan, kendi uğraşlarıyla desenler yapan bir sanatsever-kültür sevdalısı yapmış. Ferman Taka’dan bahsediyorum; aşk dolu yüreğiyle erenlerin, ozanların dünyasında gezinen, sohbetten, dostluktan, müzeleri gezmekten, doğadan hoşlanan Taka’yla bir söyleşi yaptım…
Ayhan AYDIN
Sevgili Ferman Taka, kendinizi anlatmanızı istesek neler söylersiniz, ne zaman ve nerede doğdunuz?
8 Mayıs 1959’da Erzurum Aşkale Sarıbaba Köyü’nde doğmuşum.
Köyde kaldınız mı?
17 yaşıma kadar köyde kaldım.
Köyde neler yaptınız? Çocukluğunuzu anlatır mısınız?
Çok mutlu bir çocukluk dönemim geçti. Çocukluğumda doğada gördüğüm o renkleri, gökyüzünün güzelliği, suların berrak ve temiz akması beni doğa tutkunu yaptı. Çiçekleri, böcekleri, ağaçları ve tüm canlıları doğayla bir bütün olarak gözlemlemek en büyük zevkimdi. Doğada gördüğüm şeyler gece rüyalarıma yansırdı. Gündüz uzaktan baktığım tepeleri, çayırları gece rüyalarımda gökyüzünde uçarak izlerdim. Kuşlarla gökyüzünde dans ederdim. Bu gibi rüyalar benim sabahları mutlu şekilde uyanmamı sağlardı. Askerden sonra yurtdışına gittim. Yirmiye yakın ülke gezdim. Farklı kültürler tanıma fırsatını buldum; farklı insanları, farklı yerleri gördüm. Farklı inançtaki insanlarla birlikte çalışırken onları tanıdım. Ve insanlarda şunu gördüm; insanların dininin, milliyetinin, cinsiyetinin önemli olmadığını iyilerin iyi, kötülerin kötü olduğunu gördüm.
Köyünüzden biraz bahseder misiniz? Nasıl bir köydü, kültür ve inanç yapısı nasıldı?
Köyümüz iki derenin içindeydi. Engebeli bir arazi yapası vardı. Ağaçların ve suların bol olduğu bir köydü. Köyümüz fakir insanların yaşadığı bir köydü. İnsanlarımız fazla tahsil görmemişti. Ama iyi bir komşuluklarının olduğunu söylemeliyim.
Köyümüzün insanları Alevi inancında insanlardı. Eskiden cemler yapılırdı. Ben de cem cemaat içinde bulundum. Farklı ocaklardan dedeler gelirdi. Çok renkli bir kişiliği olan Gülüm Dede vardı, Ali Resul Dede vardı (bunlar kardeşler), Seyid Yusuf Dede vardı. Yusuf Dede’nin heybetli bir yapısı vardı, çok da bilgiliydi. Sanırım Baba Mansur Ocağı’ndaydılar.
Köyünüzde, yörenizde herhangi bir ziyaret, türbe vs. var mıydı?
Türbeler vardı elbette. Ama benim için önemli olan canlı insanlardı. Eskiden beri hazırda olanlar beni daha çok ilgilendiriyordu.
Sevgili ozanım senin dedeleri, ozanları, yazarları çok sevdiğini biliyorum. Peki, sence dedeler kimlerdir, ya da gerçek bir dede nasıl olmalıdır, ocakların önemlidir?
Dedelik ve ocak sistemi; özellikle ocaklar, insanları eğitip yol gösteren insanların maddi manevi sorunlarını çözen kurumlardı. Alevi köyleri genelde, şehirden uzak yerlere (Yavuz’dan sonraki olaylardan dolayı) kurulmuştu. Burada sağlık sorunlarından tut, toplumsal olaylara, kişisel olaylara kadar her şeyle dedeler ilgilenirlerdi. Oradaki sorunların çözümüne yardımcı olurlardı. Alevilikte dara çekmek çok önemliydi. Ve cemde dede köylüyü, cemaati toplayıp, kimin ne sorunu olduğunu sorardı. Varsa eğer müşkülleri hallederdi, küskünleri barıştırırdı. Haklının hakkını alır, zayıfı ezdirmezdi. Ve maddi yönden zayıf olan köylüleri de ocağa hakkullah adı altında toplanan, yardımdan dede bir kısmını alıp, diğerini imkânı olmayan ailelere dağıtırdı. Daha sonraları dedelerin bir kısmı bunları tamamen bunu kendi çıkarı için kullandılar. Taliplerin sırtından geçinmeye çalışan dede tipleri türedi.
Taliplerden de dedeler karşı (60’dan sonra sol siyasetin gelişmesiyle beraber) bir tepki oluşmaya başladı. Bunların içinde iyileri de zarar gördü. Zarar gören dedeler değil, Alevilik yolu da bundan zarar gördü. Alevi aydınları başta olmak üzere hem materyalist görüşe yöneldiler, kimisi de Şamanizm’i Alevilik diye anlattılar. Bunlar bize zarar verdi. Bunlar o eski geleneksel Aleviliğin özünden sapmasına sebep oldular. Çünkü köylerde yapılan eski cemlerle, şehirlerde şimdi yapılan cemler arasında hiçbir ilgi yoktur. Eskiler daha iyiydi, şimdikiler gösterişten ibarettir, bir ritüel olarak kaldı. Eskilerde bir öz vardı, bir sorgulama sistemiydi, insanların sorunlarını çözme yeriydi. Şimdiyse cemler maalesef yapaylaştı.
O zaman gerçek bir dede nasıl bir insan olmalı sizce?
Her ocağın talipleri vardır. Her dede taliplerini gezip maddi-manevi sorunlarını dinlemesi gerekir. Ve sohbetlerde bulunarak onların inancının dili olmasını sağlamalıdır. Dede Kuran’ı Kerim’i iyi bilmesi gerekir. Kulaktan dolma sözlerle, birkaç şiir bilmekle bu olmaz. Dedelerin iyi yetişmiş, donanım sahibi olması gerekir.
Alevilik hümanist insancıl bir yoldur, merkezinde insan vardır. Bir dedenin de bunun temsilcisi olması gerekir. Her şey insanda bitiyor bunu çok iyi bilmesi gerekir. Bunda da Alevi kurumlarına çok iş düşüyor. Yani dedelerin yetişmesi için Alevi kurumlarına çok iş düşüyor.
Bir orman düşünelim, eğer yeni fidanlar yetişmezse bir zaman sonra orman yok olur. Böyle bir şekilde bizlerin de gençleri kazanmamız gerekir. Yeni yeni fidanlar yetiştirmemiz gerekir. Dedelerin de gençleri kazanmaları, onları yetiştirmeleri gerekir.
En büyük eksiklik ise Alevilerin tam bir örgüt çatısında olmamalarıdır. Her kafadan bir ses çıkıyor. Bu bize hiçbir şey kazandırmıyor, ayrıştırmaktan başka bir şey olmuyor. Bunun önüne geçilmesi gerekir.
Tabii ki burada sadece dedeleri suçlamak da doğru değil, biz taliplere de çok görevler düşüyor. Bizlerin de kendimizi düzeltmemiz gerekiyor.
Bu konuda bir akademi, bir okul, bir kurs açılması gibi neler yapılabilir?
Kurslar yetmez. Alevilikle ilgili bir üniversite kurulmalıdır. Bunun içinde de dedelerin iyi bir eğitim alması şarttır.
Siz Aleviliğiniz istediğiniz şekilde yaşayabildiniz mi/ yaşayabiliyor musunuz?
Geleneksel Aleviliği maalesef şehir ortamında tam yaşayamıyoruz. Toplumsal sorunlar var. Ama ben şahsen kişi olarak Alevilik kimliğimden dolayı bir sıkıntı yaşamadım.
Geçiminizi emek gücüyle kazanırken, hep sosyal yönünüzü canlı tuttunuz, bu biraz da size has bir özellik. Ama bu Avrupa’da var olan bir durum. Bir işçi de her zaman tatilini yapar, sinemasına gider, hobileri vardır, dünyayı gezer. Sizin de böyle bir yönünüz var?
Türkiye’deki şartlar biraz farklı. Türkiye’de bir işçinin tatil yapması çok zordur. Bu sadece işçi kesimde değil hemen her kesimde aynıdır. Türkiye’de sinemaya, tiyatroya, operaya gidip kitap okuyan çok az insan vardır.
Ama ben emeğimle geçinirken, bu sosyal aktiviteleri, kültürel faaliyetleri, sinemaya, tiyatroya gitmeyi hiçbir zaman ihmal etmedim, aynı zamanda gezmeyi çok seven bir insanım.
İş için gitseniz de farklı ülkelerde, şehirlerde müzeleri de, tarihi yerleri de gezen bir insansınız?
Kesinlikle. Bu benim mutlu olduğum alışkanlığımdır. Bunları ihmal etmem. Gittiğimiz yerlerde herkes birahaneye giderken, ben müzeleri gezmeyi tercih ediyorum. Aynı zamanda bir ormanda ve ağaçlık yerlerde yürüyüş yapmayı daha çok sever, tercih ederim.
Ozanlar kimlerdir, tarihler boyunca hangi işlevleri yerine getirmişlerdir sizce?
Ozanlar halkın içinden çıkan, halkın sorunlarına tercüman olan onların her halini usta bir dille anlatma becerisine sahip insanlardır. Tabii bunların içinde farklı olanlar da vardır. Âşık Veysel gibi toprağa âşık olanlar da var, Karacaoğlan gibi kadını, aşkı anlatan da var, Pir Sultan gibi asi ruhlu, haksızlığa karşı olanı da var. Köroğlu gibi, kılıcıyla beraber sazını kullanan da var.
Onlar toplumun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili olmuşlardır.
Ama her birisinin dizeleri insanlıkla, sanatla, kültürle doludur. Zaten bunlar olmaza ne ozan olunur, ne yazar olunur.
Onlar bence birer canlı kütüphanedir. Çünkü onlar aynı zamanda toplumun göremediği şeyleri gören, söyleyemeyeceği şeyleri söyleyebilen insanlardır.
Eserlerinde genelde sevgiyi, doğrulukları işlerler, eleştirirler ama yanlışı eleştirirler.
Peki, siz ne zaman yazmaya başladınız?
Ben aslında bu işlere resimle başladım. İçimde her zaman bir şeyler yapma aşkı vardı; resim, heykel, öykü ve şiir. İçimde dolup taşan duyguları bir şeylere yansıtma isteği küçüklükten beri vardı.
1980’lerde ilk şiir denemelerimi yazmıştım. Ama uzunca bir zaman ara verdim. Sonradan öykü yazmaya başladım. Son yıllarda tekrar şiire yöneldim. Ama somut olarak öyküler üzerinde yoğunlaştım.
Şiirleriniz de ve veya öykülerinizde neleri işliyorsunuz?
Şiirim genellikle tasavvufi konular ağırlıklıdır. Öykülerim fantastik türüdür. Çünkü içimdeki çocuk öykülerimdeki masalsı / fantastik olaylarda yaşamak istiyor. Ben de içimdeki sese kulak vererek bu konuda öyküler yazıyorum.
Şiirlerim de ise; inanç temelli tasavvufi konuları işlemeyi seviyorum. Çünkü içimde aynı zaman da böyle de bir aşk vardır.
Dünyaya bakışınız nasıldır, insanlara, doğaya bakışınızı bir kez anlatır mısınız?
Asya kıtasında yaşayan insan da, Afrika kıtasında yaşayan insan da, Amerika kıtasında yaşayan insan da, bana göre hepsi birdir. Çünkü bir coğrafyada yaşayanı Allah yaratıysa bir başka coğrafyada yaşayanı başka birisi mi yarattı? Hepsini Allah yarattıysa, hepsi eşittir, birdir. Birini diğerinden ayıramam. İnsanları ırkların, renkleri, cinsiyetleri, milliyetleriyle birbirinden ayıranlar, Allah’a şirk koşmuş olurlar. Hepimizi Allah yaratmış, hepimiz Adem Ata’nın evlatlarıyız.
Gelecekle ilgili hayalleriniz, beklentileriniz, umutlarınız nelerdir?
Ben hayata her zaman iyimser bakarım. Her doğan gün ve güneş hayatın yeni bir başlangıcıdır. En büyük hayalim yazdığım ve yazacağım öykü ve romanlarımı, şiirlerimi yayınlamaktır.
Tüm dünyaya ve insanlığa barış, sevgi dostluğun egemen olması dileğiyle herkese mutlu bir yıl diliyorum.
Hayat güzel, yaşam güzel, tüm canlılar güzel…
Biz Hakk’la Hakk olmaya çalışıyoruz.
Çünkü Hakk’la Hakk olanın ne dini ne mezhebi ne milliyeti olur.
O sizden bu bizden demez
Ayırmadan kayırmadan gül de bizim, diken de bizim der
Söyleşi: Ayhan Aydın
28 Aralık 2016, Çarşamba
Şiirlerinden Örnekler
İNSAN İLE
Sevgi bizim mihrabımız
Kemalatı irfan ile
Eğilmektir miracımız
Enginleri, seyran ile
Sanma ki biz uzaktayız
Hak bizdedir, biz Hak'tayız
Dünya, denen konaktayız
Bin bir çeşit ihsan ile
Daim Hâk, söyler dilimiz
Böyle emretmiş ulumuz
Hoşgörü bizim yolumuz
Barışığız her can ile
Yeryüzünde karış karış
Budur gönülden yakarış
Dileğimiz sevgi barış
Sekiz milyar insan ile
Gel ey Ferman var gönüle
İyilik yap gir gönüle
Aşk muhabbet ver gönüle
Bir münasip lisan ile..
Ferman Taka...
Hak bizdedir
BAK AYNA'NA
Teni, bırakıp var cana
Bak aynana, Hak aynanda
Bakma o yana, bu yana
Bak aynana, Hak aynanda
Aynan da bak, görünür Hak
Zat-ı mutlak, Hakk'ı mutlak
Her suret'ten görünen Hak
Bak aynana, Hak aynanda
Nereden gelmişsin, sen nesin
Atom, altın da zerre'sin
Kendi, kendine perdesin
Bak aynana, Hak aynanda
Dünya dediğin bu han da
Ne hayalde ne de zan da
Varlığıyla tüm cihan da
Bak aynana Hak aynanda
İnsan ebedî, yol uzun
Durağı yoktur sonsuzun
Esrarı olmaz şuursuzun
Bak aynana, Hak aynanda
Arı'nın sırrı bal ile
Alim'in sırrı dil ile
Arif'in sırrı hal ile
Bak aynana, Hak aynanda
Ey Ferman, temiz tut kabın
Hak'ta kaldırsın nikabın
Görünsün o mahitabın
Bak aynana, Hak aynanda..
Ferman Taka...
FARKINI DÜŞÜNÜR
Bu Alemde Hak'la Hak olan kişi
Ne zararını, ne kârını düşünür
Hep Adaletli olmaktır onun işi
Hakkın mizan kantarını düşünür
Hakkın yolunda olan Hak yemez
Kimseye kırıcı bir söz demez
Hiçbir canlıyı dahi incitmez
Hakkın darını didarını düşünür
Hak'tan uzaklaşmışsa o kişi
Harama da alışmışsa damağı dişi
Mal mülk biriktirmektir onun işi
Hep kazancını, kârını düşünür
Nefsine olmuştur, kul köle
Aklın dan geçer bin bir hile
Öldürmekten çekinmez bile
Ne azabı, ne niranı düşünür
Bilmez ki dünya hayatı bir oyun
Hemde oyun için de vardır oyun
Düşman olmuş kurt ile koyun
Biri canını, biri karnını düşünür
Ferman Hak'tan Hayırlısını dile
Değer ver hem, dikene hem güle
Bu Alemde herşey zıddıyla bile
Arif olan bunun farkını düşünür..
Ferman Taka...
NEDİR EFENDİ
Bir Adem Atanın evlatlarıyız
O soy, sop dediğin budur efendi
İnanki terkibimiz hep aynı
Biraz balçık, biraz su'dur efendi
Sende ne var ise, bende de o var
Fizikî yapımız zerresiyle bir
Cevherimiz de aynı safi bir nur
Daha ondan ötesi nedir efendi
Kin'in kibirin silebilirsen
Her canı Hâk'tan bilebilirsen
Tüm mahlûkatı sevebilirsen
İnsanlık dediğin budur efendi
İş odur Hâkk'ın dergâhına ermek
Kusur elde değil, kendinde görmek
İyilik yapıp ta bir gönüle girmek
Götürecek sermayemiz, budur efendi
Ey Ferman, gel sözümü iyi dinle
İyilik kötülük, hepsi seninle
İnsan ayırt edilmez ırk, mezhep dinle
Hepsi yaratılmış kuldur efendi
Ferman Taka...
DİVANEYİZ BİZ
Çok kereler devri daim eyledik
Bu ele yabancı değil aşinayız biz
Yoktur cihanda eşi benzerimiz
Kimsesiz âlemde tek başınayız biz
Mekân yoktu arayıp mekân bulduk
Varıp Kaf ile Nûn’da birlenip geldik
Zemini asumanda karar kıldık
Sanma bu âlemde boşunayız biz
Bizimde bu âlemde bir işimiz var
Geldiğimiz gibi de gidişimiz var
Kendi nefsimizle savaşımız var
Ondan harap olduk viraneyiz biz
Lâ’yı terk edip şimdi İlla’da yız
Mecnun olduk sahrayı Leyla’dayız
Kendimizi unuttuk aşk-ı Mevla’dayız
Nar etrafında dönen pervaneyiz biz
Ey Ferman biz evvel ezeli birdik
Bezmi elest’te beli deyip söz verdik
Ayrılıp ta bu beden mülküne girdik
Yitirdik aklımız şimdi divaneyiz biz
Ferman Taka...
SENDEDİR
Bedeni bir ceset bir kafes sanma
Yetmiş iki bin perdenin sırrı sendedir
Kâbe sen mabet sen kâinat sensin
On sekiz bin âlemin nuru sendedir
O bir noktadır gönül tahtında
Âlemi kuşatmış zahir batında
Cümle yaratılmışa bir baktığında
Halikın kudreti esrarı sendedir
Böyle yazmış ol şahı âlemin
Yazdığında hata olmaz kalemin
On mana çıkar hikmeti kelamın
Sırrın açan anahtarı sendedir
Hakk'ın her kelâmında var on mana
Aşk ile dalarsın sa ummana
Yusuf gibi düşersen zindana
Sultan olmanın sabrı sendedir
Beyti Hüdâ sensin şehri Alemde
Mana hazinesi sırlanmış Âdemde
Tavaf et beyti Hüdâyı her demde
Lalı gevher çarşı pazarı sendedir
Girip Pazar eylersen bedestanda
Güller açılır şehri gülistanda
Hiç bülbüller ötüşür mü kabristanda
Gülü Rana’nın bağı baharı sendedir
Bilesin ki başlangıcın bir damla su
Evvelin Hû ahirin Hû mevcudun bu
Zerreden derya deryadan zerresin Ya Hû
Şu kâinatın ustası mimarı sendedir
Kün diye bir ses, seslendi derinden
Tüm mükevvenat sarsıldı yerinden
Cümle mahlûkatı kendi nurundan
Yaratıp var edenin cevheri sendedir
Ey Ferman katre sensin ol derya sen
Ummana bir kab olmuş bu beden
Kesbi kemal'le seyri cemal eden
Hakkın bu muhteşem eseri sendedir
HALDİR EFENDİM
Elbet tüm mahlukat Hak'tan dır amma
Hak'ka yakın olan kuldur efendim
Hak'ka varmayı öyle kolay sanma
Hak'ka ulaştıran yoldur efendim
Eğer yolcuysan o yol senden sana
O da nasip olmaz ki her insana
Sen sırrını sır edip saklasana
İnsanı Faş eden dildir efendim
Gönül aynasını silip pak eyle
İki cihanda yüzünü ak eyle
Gel de Hak'ka kul olmayı Hak eyle
Arada perdeyi kaldır efendim
Aşk gelince çağlayıp coşar isen
Bir kazan da kaynayıp pişer isen
Halk içinde de Hak'la yaşar isen
Bu da çok güzel bir haldir efendim
Ey Ferman gönül aşk ile dolarsa
Arayıp ta dost dostunu bulursa
Eğer söz sohbet te Hak'tan olursa
O muhabbet şirin baldır efendim..
Ferman Taka...
ARASI OLMAZ
Sana, Şah damarından yakın olan
Allah ile kulun arası olmaz
Balçık bedenin gelir, yetmiş doksan
Nurun, tartısıyla darası olmaz
Yol iki dir, Hakikat bir de saklı
Herkesin fikri, birbirinden farklı
Yalnız Hak'kı söyleyen dil haklı
Hak'tan söyleyenin riyası olmaz
Ey Ferman, bu sözü yabana atma
Kendi kantarına göre de tartma
Hâk kelâmın, olur olmaza satma
Dinleyen cahilse pervası olmaz..
Ferman Taka..