EŞREF TONBULOĞLU
(ÂŞIK EŞREF)
Ayhan Aydın
Bu yaz çok değerli dost ve pahası biçilmez bir insan olan Ozan Çağdaş’ın 40. Sanat Yılı etkinliği için Tokat’a gidince yine bu vsileyle bir can insan daha tanıma şansına ulaştım. Hayatı mutlulukla yaşabilmeyi başarmış, birçoğumuzun aksine her türlü olumsuzluk içinden sıyrılıp çıkmayı bir yaşam ilkesi edinmiş ve bence de olması gerekeni yapan bir Âşık’la tanıştım. O devamlı çalıp söylüyor, aşkla, şevkle çalıyor, dünyanın her türlü kahrına rağmen mutlu olmasını başarabiliyor… O bir aşk insanı, sevgi insanı, sevda insanı. İnsan sevgisi kadar doğa sevgisiyle de bütünleştiğini gördüm. Ozan Çağdaş’ın evinde o anlattı ben not aldım. Tekrar buluşmaya söz verdik. O beni Almus Barajı’nın kenarındaki evinde daha geniş bir söyleşiye ve bir
Ayhan Bey; Aynen olanı olduğu gibi yaşamak, yaşadığımı da olduğu gibi yazmak istiyorum. Ne biliyorsam, nasıl bugüne kadar doğal yaşamışsam şimdi de aynı duygularla doluyum.
Ayhan Bey, inanın bana şu anda da çocukken, gençken, kızlarla mal güden oğlan çocuğu neyse yine öyleyim. Ben aslında çok fakir büyüdüm ama sevgiyle büyüdüm. Ben güzel yaşadım.
Ben Tokat Almus İlçesi Tiyeri (Dikili) Beldesinde 1945’de doğmuşum. Orası eskiden belde idi şimdi köy oldu. Annem hep pakla için (bakla) meel (miyel) ile çapa yapardı. 1915’lerde seferberlik yılları tabii ki; Ruslar var. Annem aslen Sivas Koyulhisar Şahneçimen (Çiçeközü) Köyü’ndendir. 13-/14 yaşlarında annemin ilk kocasını savaşa götürmüşler, sonra geri gelmemiş. Annem ve bazı kadınlar oradan kaçarak şimdiki bizim köye gelmişler. Tozanlı Deresi’nden yürüyüp bizim köye gelmişler. Gelmiş (duruhmuş) kalmışlar. Köye gelince çok yoksulluk çekmiş anam. Burada da tanıdığı kimse olmadığı için dışarıdan dedesi yaşında bir adama vermişler. O adamdan ikisi kız, 4 çocuğu olmuş.
Babam da o dönem yine benzer şeyler yaşamış. O da ilk önce Çilehane (Çerkes) Köyü’ne gelmiş.
Babam gelince Canbolat isimli birilerinin konağına misafir olmuş. Babam açıkmış önüne bir ayran (gatıh) koymuşlar. Babam kimsesizmiş. Orada kalıyor, orada büyüyor. İlk önce onların kuzularını, sonra davarlarını güdüyor. Artık onların her şeyini yapıyor, onların yardımcısı oluyor, zamanla. Derken bir gün Hafik tarafından bir atlı gelip geçerken babamı görüyor. Onun çalışmasını, kendisini mi bilmiyorum beğeniyor, benim de davarlarımı güder misin, diyor. O da güderim, diyor. Balah Mahmut diye bir mevkie gidiyorlar. Birkaç zaman kalınca babam oraya ısınamamış, Almus’un Alemdar Köyü’ne (Çerkez Köyü’dür) geliyor. Bir zaman işte o köyde kalıyor. Kendisini de oraya kayıt ettiriyor. Aslında bizim kütüğümüz (nüfusa kayıtlı olduğumuz yer) Alemdar Köyü’dür.
Bu arada soyadı kanunu var. Babam çok küçükmüş yani 5 yaşında gibi. Babasının ismi Şaban imiş. Memur da senin soy ismin Şabanoğlu olsun, diyor.
Alemdar’da İbrahim (Dırıh İbil) varmış. Şimdiki bizim köyden. O zaman Kuvvayi Milliye milislerindenmiş. O babamı almış bizim şu andaki köye getirmiş. Ona sahip çıkmış, çok iyi bir insanmış.
Annemi verdikleri yaşlı adam ölmüş. Böylece Dırıh İsmail bir çözüm bulmuş kendince; annemle babamı evlendirmiş. Onlara kol kanat germiş. Babama yurt yeri vermiş. Babamla annem evlenince; 2 kız, dört kardeş olmuşuz. Annem babamdan en az on yaş büyüktü.
Dırıh İbrahim, evinin yanında bize ev yeri verdi. 2 gözlü bir ev yapmıştık. Üvey kardeşlerim de vardı. Onları “beslemeye” vermişler. Başka yere evlatlık gibi, ırgatlık olarak vermişler. Ben bir üvey abimle, bir üvey ablamı tanıyordum. Onlar rahmetli oldular.
1915-1946 yılları arasındaki durumlar böyle Ayhan Bey…
Aklım Erdikten Sonra…
Oyun oynarken bile diğer çocuklardan farklı olduğumu hissediyordum. Aklım erdiğinden bugüne kadar ruhum hiç mi, hiç değişmedi. O gün neysem, bugün de aynısıyım. Gezdikçe, yaşadıkça elbette ben de değiştim, geliştim ama özüm hep aynı kaldı. İçimdeki çocuk hep çocuk olarak kaldı. Ben hayata neşeyle, mutlulukla bakan olumlu bir insandın, halen de öyleyim…
O zaman hiçbir yerde gramofon yoktu. Müzik aleti yok gibiydi. Dırıh İbil’in yani Ağa’nın gramofonu vardı. O zaman onun bir misafir odası vardı. Onun evinde pınar lezzetinde yemekler pişerdi. Bence o sömürücü bir ağa değildi. Ama kendisi eşkıyalığıyla ün kazanmış, ekmekliğiyle tanınmış bir ağaydı.
Biz onun yanında büyüdüğümüz için ona “dede” diyorduk.
Ben taklit yapmasını çok severdim, horoz taklidi filan yapardım. O da bunlardan hoşlanırdı. Dırıh İbil beni çağırır, beni horoz gibi öttürür, bana şeker verirdi.
Bir gün Dırıh İbil’in odasın bir “aşık” gelmiş, dediler. Adını sonradan öğrendim Akarçaylı (Meelli) Aşık Ali Dede gelmiş. (Aynı zamanda dedeymiş.)
Halkta para yoktu, Dırıh İbil’de vardı. Halkta şeker yoktu, Dırıh İbil’de vardı. Porselenleri vardı, tabakları vardı, halkta olmayan onda vardı. Bir de Dırıh İbil’in bir kürkü vardı. Kimsede olmayan bir kürkü vardı. Çoluk çoluk o kürkten korkardık.
Beni aslında hayatta ilk önce Dırıh İbil’in odası etkilemişti. Ben hem çok küçüktüm, hem de çok yoksulduk. İlk girdiğimdeki halimi hatırlıyorum; Ürktüm, ürperdim.
Orada bir saz vardı, ilk önce sazı gördüm, çarpıldım. Hemen çarpıldım, tüm dünyam değişti. Saz gözümde annemin kepçesine benziyordu. Sazı duyan, aşığı duyan geliyordu. Dede uzun boylu birisiydi. “Kepçeye” perdeleri çok iyi çekti. Sazı çalan elleri fasıla başladı. Erzurumlu Emrah’ın “Gönül gurbet ele gitme / Ya gelinir, ya gelinmez…” bunu çaldı. Bunu ben kafamda teyp gibi tuttum. Bu benim hayatımda bir dönüm noktasıydı.
2. olarak Âşık Veysel’in bir türküsünü söyledi. “Çiğdem derki ben alayım…”
Ben ise sonra koşup annemin kepçesini elime aldım. Bahçeden “kedi balı” dedikleri erik ağacının sakızından parça buldum. Onu yapıştırdım ve “sazım var benim” dedim. Kablo telleri buldum, saman teleğiyle saz yaptım, çaldım.
Ben artık o büyük icadımla muyluydum, onu kimse almasın, diyordum. Onu gözüm gibi saklıyordum.
Ben kuzu, koyun derken sonra sığırları güttüm. Ben o zaman da türküleri biliyordum. “yar, yar” denilen türküleri biliyordum. Irmağın, dağın, yârin adını biliyordum, türküyü biliyordum.
O zamanlar bana; “büyü de yar, yar ne demekmiş, anlarsın” diyorlardı.
Ben çok sevdalı büyüdüm Ayhancığım…
Kepçeyi saz yapan, yün tarağını alıp onu müzik aleti olarak gören bir çocuktum ben.
Türküler okudum, kendi kendime…
İşte hayatımı sordunuz, benim hayatımın ilk evresi Dırıh İbil’in evinin, yaşamının çevresinde şekillenen bir hayat öyküsüdür. Her şeye rağmen Dırıh İbil gerçekten çok iyi bir insandı, o zamanda, bu zamanda ender bulunan bir insandı. Onu hiç unutamıyorum.
Bir ikinci bölüm olarak da; babamla geçen dönemim var…
Babam Tomara (Şimdi Gümük) Değirmeninde bakıcı oldu, yani değirmencilik yaptı. Ben ise onun yanında yalnız bir çocuk olarak büyüdüm. Orası bir cennet gibiydi. Ben tabiat aşkını ve sevgisini o çocukluk günlerinden aldım.
O çevrede on beş köy vardı. Çerkez, Kızılbaş, Kürt köyleri vardır. Herkes beni çok severdi. Kürtler geyik gibi mal yetiştirirlerdi. Yani çok iyi, verimli hayvanları vardı. Halkta sevgi vardı. Ben herkesten insanlık aldım, çok mutluydum. Çerkezler bizi çok severlerdi. Onlar çok iyi giyinirlerdi. Onlar bence o zamanın medeni insanlarıydı. İnsanla ilgilenirler, hoşgörülü insanlardı, kendi kültürleri vardı. Ben ise kendi yaşımda bir çocuk görürsem dünyanın en mutlu insanı oluyordum. Çünkü yalnızdım, çocuklarda çok gelmiyorlardı. Gelirlerse onlarla mutlaka oyun oynuyordum.
Yalnızlık ne kötüydü, onu çok iyi hatırlıyorum.
İlkokul çağları böyleydi. Okul dışında her bahar giderdim değirmenlere, babamla…
1959’da ilkokuldaydım. Hocalar bana türkü söyletirlerdi. Ben ölürüm de sazımdan ayrılmam.
1960’da babam öldü.
Baş gidince ayak tutmuyordu. Ama ben o zaman da sevdalıydım. Kaçan kıza uçan kuşa şiir yazıyordum. O zaman şiir yazdım, beste yaptım, çok da dayak yedim.
1963 Nisanının onunda gurbet göründü. İstanbul’da hemşerilerimizin Külhancı Hamamı’nda aylık 150 liraya çalışmaya başladım. Vefa’dan bir saz aldım. Unkapanı’nda Âşık Daimi’den beş on saat ders aldım. Ben onu aynı zamanda radyolardan tanıyordum. Artık sürekli saz çalıyordum. Bitmez tükenmez bir aşkla saz çalıyordum.
Annem ise 1974’te vefat etti.
1978’in 19 Mayısında Almanya’dan davet geldi. Almanya’ya işçi olarak gittim. Oradan 1985 yılında dönüş yaptım. İzmir’e geldim. Orada bazı sıkıntılar, üzüntüler, beklentilerle zaman geçti.
1970’lerde benim bir arkadaşım Avustralya’ya gitmişti. 1988’de izne gelmişti. Onunla görüştüm. Onunla Avustralya’ya işlemlerimi yaparak gittim. Orada ikinci evliliğimi yaptım. Hanımım Emine’den Gülcan isimli bir kızım oldu.
Benim babam çok çalışkandı. Dırıh İbil babama latife olsun diye, “Urum gibi Çalışıyor”, diyordu. Bu Urum, Rum lafı vardı. Aslında biz dışarıdan geldiğimiz için köylü bize çok sıcak da bakmıyordu, bizi biraz dışlıyordu. Onu şimdi çok daha iyi anlıyorum. Bizim Rumlukla filan bir ilgimiz yoktu, ama dışarıdan gelenleri pek sevmiyorlar.
DİKİLİ (TİYERİ)
Burası aslında karma bir köy olduğu için zamanla Sünnileşti. Biz de dışarıdan geldiğimiz için bizi hakir gördüler. Mesela bana kız vermediler. Sırf dışarıdan gelen birisiyim diye, çok sevdiğim kızı bana vermediler. Rus savaşana katılmış babamı Rum, diye dışladılar. Annem başına kına yakarmış, ona da “Kınalı Zeynep” derlerdi. Yani onu da dışlamışlardı. Burası böyle işte. Eskiden burası CHP’ye oy verirdi, şimdi AKP ve MHP’ye oy verirler. Yani benimle yola çıkanlar şimdi AKP’li oldu. Aleviliğini yaşayan tek bir kişi bulamazsınız. Onlar tümüyle Sünnileştiler.
Dünya böyle bir yer, her şey güzel kalmıyor, birçok şey de bozuluyor.
Ozanlık Nedir? Diyorsun. Ozan bence; Yaşadığı toplumun sorunlarını dile getirebilen kişiye ozan denir. Pişen, yanan insan âşıktır. Ben usta malı ürünler çalış söylesem de, bir âşık olarak halkımın içindeyim. Her türlü aşk vardır; Allah aşkı da vardı, yar aşkı da vardır.
Doğa nedir diyorsun? Nefes almamız doğadandır, yaşama sevincimiz doğadandır. Doğa yaşamdır. Ben yaşamın tatlılığını doğadan alıyorum.
Ben Türkçe’yi türkülerde buldum. Türküler bence Türklerin karakterleridir.
AVUSTURALYA’ DA YAŞAM
Orada hayat çok güzel ama orası bence çok ıssız. Konuşacak insan yok. Güneşini, gelişmişliğini çok seviyoruz ama orası bence sıkıcı bir yer. 18 yıl kaldım. Emekli oldum, 65 yaşına geldim. 2011’de emekli oldum. Eşim orada, gelip gidiyor. Emekli olduğum için sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorum. Oranın vatandaşıyım. Ama ilişkimi kesmedim. Hayat boyu İngiliz pasaportum var.
HAYAT FELSEFESİ
“Ben zenginliği fakirlikte gördüm”. Ben buna inanıyorum. Bence insanın en büyük zenginliği geçmişini unutmaması, onu hafızasında yaşatması, canlı tutmasıdır. İnsanın en akıllısı da bilimi kendi hayatına uygulayabilmesidir. İnsanın en hayırlısı, hayırlı bir evlat yetiştirebilendir. İnsanın en cahili ise bence; insanın karnıyla sırtını düşünenidir.
Hayat benim içime kadar işledi.
Yaşam bence çok çok güzel ve anlamlı. Hayata hiçbir zaman küsmedim. Kendimi hep mutlu hissettim. İnsanın yeni bir insan tanıması çok mutluluk verici bir olaydır.
Her şey bence insanda mevcut.
Sevda odunun tutuşma şeklidir.
Aşk ise onun kor olmuş şeklidir.
Söyleşi: 18 Haziran 2014, Tokat
DVD.’si: Âşık Eşref, Özel Konser, Promosyon ürünü, İletişim: Barış Tv.
Göç Şiirleri
Bunca yıldır gezdim diyarı gurbeti
İçimde dolaşan sıla hasreti
İçsem bile Pir elinden şerbeti
Anam bişirse de ah ben yesem
Bir Destan söyleyim verin şu sazı
Pelit odunundan yaksınlar közü
Yayla pınarında bir görpe kuzu
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Üşüdür garibi gurbetin kışı
Zaten onun gurbet gezmektir işi
Gatmerli gömbeyi yağlıca pişi
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Unutamam Ana ölsem de seni
Döndem çekelikli yediğim günü
Tepsiye bağlanmış kızarmış sini
Anam bişirse de ben de yesem.
Ölsem gurbet elde ararlar beni
Varıp da sılama vereyim yanı
Etinen kavrulmuş acı soğanı (Mıhlama)
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Gurbette ne yesem köyü tutmuyor
Aşlık bulgur bizim evden bitmiyor
Madımak pancarı da gözden gitmiyor
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Herkese güzeldir doğduğu köyü
Sakızlı küpte dönmüş turşuyu
Fırın ekmeğiyle biber suyu (Ekmekaşı)
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Köyümde bulunsam geçen her bayram
Verseler içerim bir barhaç ayranı
Öymecinen bu karnımı doyuran
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Mercimek nohudun olur yemeği
Yahniyle keşkek de yakar damağı
Böğürce mantının çoktur emeği
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Kebah çiçeğinden dolma doldurun
Pezük ütmeğinden turşu oldurun
Bizde olmuyanı elden buldurun
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Saç altında bişmiş ekşili çörek
Onu da yemeye çalhama gerek
İsteyip kısmeti olana verek
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Her gün domatesli olsun pilavım
Yanında olursa armut hoşafım
Piliç horoza da o kadar tavım
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Çökeliği keşi süt ile kaymak
Şekerli avuza bilmem ki doymak
Tahılın unundan bekmezli koymak
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Gürgen odunuynan yanarsa ocak
O zaman ısınır bizim ev ancak
Tarhana çorbası her sabah sıcak
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Koyun yoğurdundan bir taze cacık
Tuzsuz yağı balı görünce acık
Cevizli kadayıftenab olsa ecük
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Saya yağdan makarna yapsalar
Üstüne de çökeleği sepseler
Iraflarda sıra sıra tepsiler
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Kızarmış tavuğa hoştur dalması
Kabuğuynan yesem Tokat alması
Üzüm yaprağından tefek dolması
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Ağaç kaşığınan yesem yoğurdum
Kiren ezmesinden içsem bir yudum
Yağlı bazlamada kaldı umudum
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Beş on tane piyaz olsa yumurta
Isıcak fetilde olursa orda
Çayı demli içerim kahveyi orta
Anam bişirse de ah ben de yesem.
Sanmayın Eşref'i bu kadar açtır
İnsan olan her yemeğe muhtaçtır
Ananın bişirdiği melhem ilaçtır
Anam bişirse de ah ben de yesem.
ANA KIYMETİ - ÂŞIK EŞREF (1974)
Günlü hasret dolu Kadını görsem
Hemen Anam gelir aklıma Anam
Kınalı Zeynep mi adını sorsam
Hemen Anam gelir aklıma Anam.
Yaşadığı seferberlik zamanı
Yere değer giymiş uzun tumanı
Sivas Koyulhisar Şahneçimeni
Hemen Anam gelir aklıma Anam.
Yetimlik yaman ya öksüzlük kötü
Fakirin şalvarı neylesin ütü
Zemzemden kıymetli Ananın sütü
Hemen Anam gelir aklıma Anam.
Hasretinen yüreğini dağlıyan
Yarından yarına umut bağlıyan
Oğul oğul deyin yanıp ağlıyan
Hemen Anam gelir aklıma Anam.
Şu ölüm dediğin herkese keşik
Gönül kapısında olaydım eşik
Irgat tarlasında sırtında beşik
Hemen Anam gelir aklıma Anam.
Babam da Anam gibi hasretli
Tokat Almus Dikili'de gurbetli
Geçirmiş ömrünü gam ile dertli
Hemen Anam gelir aklıma Anam.
Kadın bir dünyadır erkek direği
Yanmaz mı hiç sevenlerin yüreği
Demek bu da yaşamanın gereği
Hemen Anam gelir aklıma Anam.
Yazın sıcağında kavrama biçen
Yaşamı hayatı zel sefil seçen
EŞREF Eşref deyin dünyadan göçen
Hemen Anam gelir aklıma Anam.
SEVEN UNUTMAZ - ÂŞIK EŞREF (1990)
Türkiye'den gitti unuttu sanman
Aklımda başımda siz varsınız siz
Yâd ellerde gönül avuttu sanman
İçimde dışımda siz varsınız siz.
Sıladan yanıya esen yellerim
Ah etsem gözümden akan sellerim
Gündüzün düşünün hep hayallerim
Geceki düşümde siz varsınız siz.
Biz biz olsa başımızda Şah niye
Aradaki bu ayrılık ah niye
Hasret kaldım keşkek ile yahniye
Ekmeğim aşımda siz varsınız siz.
Riva'nın ırmağı akan çağlamaz
Aşık her güzele gönül bağlamaz
Dertsiz olan oturup da ağlamaz
Gözdeki yaşımda siz varsınız siz.
Cesedim burada canım orada
Eremedim şu dünyada murada
Üç beş günlük ömrüm kaldı şurada
Yazımda kışımda siz varsınız siz.
Yiğidim yiğit ya cana kıyamam
Cahillere akıl edip uyamam
Hepinizin adlarını sayamam
Üçümde beşimde siz varsınız siz.
Kanatlanıp uçsam kuş değilim ki
Yüreğim sızılan taş değilim ki
Çalışsam çırpınsam hoş değilim ki
Yaptığım işimde siz varsınız siz.
Australya oldu benim durağım
Günden güne artar derdim merağım
Kaç senedir vatandan ırağım
Toprağım taşımda siz varsınız siz.
Eşref bilmiyorum nasıl halınız
Siz de unutmayın selam salınız
Ellerin elinde kaldım yalınız
Ölürsem peşimde siz varsınız siz.
ÂŞIKLAR DİYARI - ÂŞIK EŞREF (1990)
Eğer sorarsanız bizim Tokat'ı
İçinde ne hamamlar var hanlar var
Kalesine çıkar olan takatı,
Konaklar içinde ne sultanlar var.
Dikersen can biter can Kazova'da
Vakti gelir kuşlar durmaz yuvada
Gurbet ellerinde elim havada
Hasretinle gözümde al kanlar var.
Artova'ya düştü yolumuz herhal
Çamlıbel'den aşam Sivas'a derhal
Bu ellerde yoktur bir daha Turhal
Alemin içinde gör insanlar var.
Garipler katlanır derde çileye
Düzenbaz başvurur çare-hileye
Maşat'ın çiftlikten varsam Zile'ye
Canıma can katar ne cananlar var.
Gelir mola ya yolunu beklesem
Katır çekmez dertlerimi yüklesem
Erbaa'da yar ile tütün denklesem
Erek ovasında boz dumanlar var.
Niksar ayvaz sularından içeyim
Emrah ile çam içine göçeyim
Fatlı köprüsünden gelip geçeyim
Reşadiye'de yol gözleyen canlar var.
Çıkıp isketsire eyleyim nazar
Selemen kırına kurayım Pazar
Erdem de yar ile ömrüm uzar
Canı sağ olana ne zamanlar var.
Kelkit Yeşilırmak ile çağlarım
Tozanlı'dan beri dünek dağlarım
Dünyaya nam salmış ölen sağlarım
Akbaş gibi nice pehlivanlar var.
Dumanlı dağlarını çıkıp gezeyim
İnip Almus Barajında yüzeyim
Duyduğumu gördüğümü yazayım
Daha benim gibi ne ozanlar var.
Kul Himmet Selmani - Eşref Almus'tan
Anam babam garip düşmüş Sivas'tan
Gazi Osman Paşa tarihe destan
Seyit Hasan Paşa gibi şanlar var.
TOKAT / ALMUS / DİKİLİ KASABASI
webmaster: Enver YURDAKUL
2004-2005
Ozana bu yazdıklarıma ilave edecekleriniz var mı, ayrıca şiirlerinizden örnekler sunar mısınız, deyince bana bir başka metin gönderdi. Ben yukarıdaki anlatılardan çok farklı olmayan o metnin bir kısmı da buraya alıyorum.
Saygıdeğer Ayhan Aydın dost, önce Tokat’ımıza, memleketimize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Gönlümüze mihman oldunuz. Daram yüz kilo derdim, bin kilo. Aşığın derdi çok olduğundan çenesi geveze olur.
Dertsiz adam yağsız ete benzer
ne tadı olur ne de tuzu
sevda başımda muzu
Bir ah çeksem daha çekesim gelir
İçimde dertlerim dolu mu dolu
Bir dertli bulup ta dökesim gelir
İçimde dertlerim dolu mu dolu
Düşündüğüm için mutluyum, düşündüğümü yaşayamadığım için de mutsuzum. Bana ister Âşık deyin, ister Ozan deyin, ister Şair deyin Türkülerin lügatiyim. İster Hümanist deyin, ister Şamanist deyin, ister Komünist deyin, ister Deist deyin, ben Eşref’i Mahlûkum…
Anam 1901’de Sivas’ın Koyulhisar Şahçimeni’li. Çiçeközü Köyü’nde doğmuş. Ondört yaşında evlenmiş, kocasını askere götürmüşler, 1915 savaş yılları, savaştan korkup kaçıyor.
Tokat’a tanıdık tanımadık daha niceleriyle Tozanlı Deresi’nden gelmişler her biri bir köye sığınmış kalmışlar. Anam da bizim köy olan o günkü adıyla Tiyeri’ye (Dikili) gelmiş yabancı köyde o gün fakirlik yoksulluk çok orda burada gününü geçirmiş. Onu dedesi yaşındaki Dilibekir denen birine vermişler bu evlilikten dört çocuğu olmuş. İki oğlan, iki kız; Ayşe, Durmuş, Osman, Keziban. Ben bunların ikisini tanıdım; Osman’la, Keziban’ı. Durmuş ölmüş, Ayşe de Tokat’ta besleme verilmiş, yüzünü göremedim. Anam dört çocukla kalmış ortada. Analık ne kadar zor bir şey, anlayın.
Babam 1915 doğumlu o da aynı dönemde babası askerde. 3-4 yaşlarında anasının elinden tutup orta şarktan Kelkit Vadisinden belki Şiran’dan Tozanlı vadisinden gele gele bir köye gelmişler. Bu köy bugünkü Çilehane Köyü, Çerkez köyü. Bir kapıyı çalmışlar, kapı açılmış, buyur etmişler. Bu hane Canbot Akbay, diye bir bey adamın eviymiş. Bunu ben bire bir babamın ağzından duydum, abartmadan anlatıyorum. Annesi onun önüne bir tas çorba koymuş, sonra nereye gitti, bilinmiyor. Dağa mı kaçtı, kaçırdılar mı, attılar mı, sattılar mı, gözden kaybolmuş. Bir daha annesini görmemiş, gidiş o gidiş. O evde büyümüşler, oynamışlar, gülmüş, ağlamış, hep o evde. Onu o evde büyütmüşler. Anasızlığa alışır görünmüş, evin kuzularını, danalarını gütmüş. Azık götürmüş, odun getirmiş, çift sürmüş. Onun yaşında evin bir de oğlu varmış adı Abdullah, onunla oynamış, gülmüş.
Babam bir gün davarları gütmüş kuşluk çağı Yelişırmak’ın kıyına indirmiş, söğütlerin dibine, bir atlı gelmiş nerden geldiyse babama bakmış, ona benim de hayvanlarımı güder misin, demiş. O da güderim, demiş. O da atının terkisine bindirmiş, Ceğet’ten yukarı Hafik tarafına gitmiş. Anlamadığım Çerkez diline örf âdetine alışmışken neden büyüdüğü yeri terk etti bir anlam veremedim. Neyise o köye vardığında sonradan benim de tanıdığım bizim köylü Gırağa’nın Dalağa Çelik Memmet de orda çobanmış. O da asker kaçağıymış. Babam orada biraz durunca canı sıkılmış ne de olsa Çerkezlere alışmıştı. Ordan ver elini Almus’un Alemdar Köyü’ne. Bu köyde iken Soyadı Kanunu çıkmış. Nüfus memuru da babama babanın adın en deyince, Şaban demiş, o da senin soyadın Şabanoğlu olsun, demiş.
Atatürk tekrar bir kanun çıkarmış; herkesi bulunduğu yere kayıtlamış. O dönemlerde Atatürk Samsun’a çıkmış, Karadeniz’de Rum çetelerini yok etmek için her köyden gözü pek insanları toparlamış. Bizim köyden de esas adıl İbrahim olan Dırıkibil denen birisini çağırmış. Fatsa’dan Ali Çavuş, Giresun’dan Topal Osman gibi daha niceleri Dırıkibil çok başarılı göstermiş, gurup komandanlığına kadar gelmiş. Dırıkibil’in çeteliğinin son zamanlarında yolu Alamdar Köyü’nden geçerken babamı tanımış. Almış yanına bizim köye Tiyeri’ye (Dikili) Köyü’ne getirmiş. İşinde çalıştırmış evinin yanında ev yeri vermiş, göz kulak olmuş. Babamla anamı evlendirmiş, kol kanat germiş. Sahip çıkmış onlara. Dırıkibil karşı Bektaşi köyü Leveki (Gölgeli)’den gelmişler bu köyün en ileri gelenleri olmuşlar. Büyük ağabeyi de Kara Apul o yörenin en zengini olmuş. Belki bunda Dırıkibil’in etkisi olmuş olabilir. Bu arada babam askere gitmiş. Çorlu Babaeski’de askerliğini yapmış. Evliliğinden iki oğlan iki kız dört çocuğu olmuş: Nızım, Zekiye, Gülbeyaz, Eşref. Ben işte bu köyde doğdum. Anam sen bakla meğelinde, çabasında doğdun, derdi. Bu mayıs ayıdır. Ben hep bir mayısı anarım.
Babam askerden gelmiş, Dırıkibil’in karşı köyde arazisi, değirmeni vardı. Babam da o değirmende değirmencilik yapmış. Çalışmış çırpınmış, bizleri beslemiş, büyütmüş, el içine katmış.
Babam Alemdar Köyü’nden ayrılınca yıllar geçince öldü kayıtını vermiş. Bizler büyüdük, abim Nazım askere gidecek nüfusa varıyor, kimlik çıkaracak, nüfusçu bakmış, Hasan Şabanoğlu ölü. Ölü adamın çocuğu olmaz, diyor. Ağabeyim kefaletle gıyaben askere almışlar. Babam kendini diriltmek için mahkemeye veriyor. Aynı; Aziz Nesin’in Yaşar Ne Yaşar, Ne Yaşamaz hikâyesindeki gibi, babam iki sene gitti, geldi sonunda kendini diriltti. Fakat ona aynı soyadını vermediler, Tonbuloğlu soyadını verdiler; babam Hasan Tonbuloğlu oldu.
Babam amansız hastalığa yakalandı; gırtlak kanserinden, daha abim askerden gelmeden, 19 Ocak 1960 tarihinde vefat etti. Ağladık, sızladık, baş olmayınca ayak tutmuyor, ben ilkokulu bitirmiştim, okuyamadım fakirlikten. Komşularımız çok iyi insanlardı Kürt Memi Jandarma Osman Gürcüoğlu, onun oğlu Musa en çok oynadığım arkadaşımdı.
Bir gün, Osman abimgilin çöplükte Musa ile oynarken, bizden büyük iki kişi benim kollarımdan tuttular. Osman Ağa’nın olu Ali Karamanının Dursun’du. Ali beni tuttu, Dursun da Musa’nın kolundan tutup bizi okula götürdüler. Bizleri okula yazdırdılar. Musa’nın anası Fadime de yanımızdaydım. Daha okula varmadan dereden geçerken yalın ayağımı taş kesti, kanıyla okula girdim, yaramı öğretmen sardı. Kayıt olduk, başladık okumaya.
Okulu sevdim, orda görendim alfabeyi, Atatürk’ü, dünyayı ve insanlığı. İnsanı, doğayı, duayı, duavazı. Hala okulda okuduğum şiirlerim ezberimdedir. Beşince sınıfta öğretmenim Reşadiye Soğuk Pınarlı, Durmuş Sorgit, bana her akşam türkü söyletmeden o gün sınıfı paydos ettirmezdi. Türküm de Sivas yöresinden “Celal Oğlan” türküsünü halen söylerim.
Benim bugüne gelmemde birinci aşama Dırıkibil’in evine yakın olmamızdı. Geleni gideni bitmezdi, diğer köylerden ileri gelenlerini orada tanıdım ona dede, derdik. Severdi çocukları biz de alışmıştık ona. Çocuklar taklitle büyür ben de öyle oldum. Mahallede bir horozun sesini taklit ediyordum. Bunu Dırık dede duymuş Kürt Memi’yi gönderir beni kucaklar odasının ortasında soruttururdu. Sırtımda sade bir etekcek gömlek, Dırık dede hadi oğlum, bir öt, derdi. Ben de sanki bir hüner yapıyormuşum gibi, çıplak bacaklarıma vurup, çırpınıp aynı horozdan öğrendiğim gibi öterdim. Hadi bir daha derdi, bir daha öterdim. Aynı horoz gibi sesin sonunda gooook, sesiyle keserdim. O da beni alkışlardı. Gülerlerdi. Aferin çekerlerdi. Dırık dede de dolabından ya kesme şeker ya da pastırma verirdi, halen pastırma tadım ondandır. Gündüzleri oralarda oynardım. O çok kahve tiryakisiydi içerken beni görürse çağırıp kahvenin tortusundan bana tattırırdı. Bir gün de dediler, Dırıkibil’in odasına Âşık (Sazcı) gelmiş. Ben hemen koştum, odasına girdim, alışkın olduğumdan çekinmeden girer girmez, kapının yanına oturdum. Yanı yırtık gömleğimle sonra düşündüm ben o yaşta oturmuş başköşe de âşık sazını çalıyor. Benim gözüm sazda. Aşığın adı Meğelli’den Dede Âşık Ali imiş.
(Ozanın bundan sonraki anlattıkları yukarıdakilerden farklı değil. Onları yazmadım.)
EŞREFLİĞİM
Hayatımı kitap edip yazdım da
Dertlerimi sayfa sayfa ayırdım
Sanatımı sıra sıra dizdim de
Kör cahilin aç karnını doyurdum
Sevdayınan bu gönlümü haşladım
Hasretinen gözlerimi yaşladım
Gerçek olan haksızlığa taşladım
Ne babamı ne babam deyin gayırdım
Hak böyle yaratmış tabiatımı
Derdinen geçirdim hep hayatımı
İnsanlık duygumu insanatımı
Bu âleme EŞREF deyin duyurdum
AH OLMASA
Memlekette din taciri türedi
Satıyor cenneti alan varısa
Kara kışta hastalandım
Söyleyin sözümde yalan varısa
Bir suçum yoğusa dilem özür
Bu ucube adam başıma muzur
Muzur olan yerde olmaz ki huzur
Milletin malını çalan varısa
Anam Zeynebidi Hasan pederim
Nere gitsem değişmedi kaderim
EŞREF dün geldiysem yarın giderim
Kalsın bu dünyada kalan varısa
MAZİDEKİ MANA
Adama kör kader vurmuş
Kör olasın kader diyor
Kör Kadir bir düzen kurmuş
Kader bana neder diyor
Ne şans güldü ne kader
Zavallı bizim peder
Allah kula zulmetmez
Kula netse kul eder
Deniz kadar engin ol
Irmak sana çağlasın
Sen kime ağladın ki
Kimler sana ağlasın
Ne atım var ne kömüşüm
Ne altın var ne gümüşüm
Kara kışta hastalandım
Demek ki ben üşümüşüm
İnsana insan gibi
Bir gözle bakmıyanın
İki gözü kör olsun
Eğer ki benisem de
Mani söylerim mani
Kimse olamaz mani
EŞREF sen söylemezsen
Âşıklığın ne mani
Cahilin başına sarık olacağına, Âlimin ayağına çarık ol da, yolda yürümesini bari öğrenirsin (Âşık Eşref Hasanoğlu)