MEHMET ERKÖSE
(ERKÖSE CAN)
Ayhan Aydın
Bir Can İnsan; Mehmet Erköse
Ezeli Doğanay Canım var olsun. Stutgrat’a gidersen mutlaka git onu bul, dediği isimlerden birisi de Mehmet Erköse’ydi. En az on kez aradım. Hatta onun da çok sevdiği Ozan Feryadi’yi ziyaretimiz esnasında devamlı aradık, ulaşamadık. Ama bıkmadım, usanmadım. Bunca söyleşi, binlerce km. yol, bazılarca nankörce inkâr edilse de yaptığım bunca işler öyle kolay olmadı. En son Türkiye’ye dönmeye yakın yine bir başka telefondan aramayı denedim. Ve başardım. Meğerki Stutgrat’a biraz uzakmış ozanımızın oturduğu yer. Bir gönül insanı ve gerçek bir dede olan Hüseyin Temiz hiç tereddüt göstermeden, tabii ki gideriz, dedi. Sisli yollardan geçip yol aldık gideceğiz yere; bu bölge Almanya’nın Karaorman Bölgesiymiş. Yani ormanlarıyla ünlü bir bölgeymiş. Eee Ayhan Bulgaristan Deliorman Bölgesi’nde, Veysel Bayram’la yaptığı gezilerden sonra şimdi de Hüseyin Temiz Dede’yle Almanya’nın Karaorman Bölgesinde, yani; VİLLİNGEN SCHWENNİNGEN, SCHWAR WALD’da (KARAORMAN BÖLGESİ).
Şu dünya ne güzel bir dünya, ne yaşanmaya değer yer şu yeryüzü.
İşte bir can dosta dünyanın bir köşesinde yine ulaştık. Canlar canı, gönül insanı, bir ezgili yürek, bir güzel insan Mehmet Erköse’yle de bu dünyada tanışacak kısmetimiz varmış demek ki! Kısmet, daha nice böyle buluşmalar nasip etsin yüce yaratan.
Hayat öyküsünü anlattı, tevazu içinde. Yaşadığı zorlukları, çok da planında olmadığı halde Almanya’ya gelişi, burada çektiği sıkıntılar, derneklerde aldığı görevler, tıpatıp Türkiye’de olduğu gibi yolsuzların eline geçen kurumlardan dışlanmalar, soğumalar ve uzaklaşmalar. Çetelerin güzü de, Alevi Bektaşi kurumlarına çöreklenmelerinin öyküleri birbirine ne kadar da çok benziyor her yerde; Kimi Ateist, Kimi Kürtçü, Kimi Türkçü, Kimi sözde Marksist, Kimi şu yöreden, kimi bu aşiretten… Velhasıl abartmadan söyleyelim; yüzlerce bu yolun gerçek yolcusu nice gerçek dedeler, babalar, ozanlar, âşıklar, sadıklar, araştırmacılar, bilim insanları ve de gençler, okumuş yazmış, bilinçli gençlerimiz, inançlı insanlarımız Alevi Bektaşi kurumlarından sözde sebeplerle uzaklaştırıldılar, soğutuldular. Meğerki biraz daha ağzı iyi laf yapan, daha kurnaz, daha iyi iş bitiren kimi soysuzların devranı yürüsün, diye. En büyük kurumlarda bile nice hırsızların, şerefsizlerin başköşelere oturduğunu görünce insanın midesi bulanıyor… İçindeki Eba Müslim ruhu bazen uyanıyor, sonu ne olursa olsun; Ahmet Arif’in dediği gibi yürü üstüne üstüne hayının, diyesi geliyor insanın…
İşte böylesine candan bir insanı da üzmüşler, dışlamışlar…
Varsın olsun…
Belki de daha iyi olmuştur bu durum…
Mehmet Erköse Can; yazan, üreten, koşturan sevgi insanı, gönül insanı, aşk insanı.
O her şeyden memnun; Yunus Emre gibi. Ama o haksızlığa göz yumamıyor Pir Sultan Abdal gibi. Nasıl Yunus Emre, nasıl Pir Sultan Abdal’ı, Mahsuni Şerif’i örnek almasın, o ki bir halk ozanıdır.
Kendisine yazılı olarak verdiğim aşağıdaki soruları bir hafta olmadan yanıtlayıp bana ulaştıran işine sadık, çalışkan, üretken, sanatçı Erköse Can’ın sazı da çok güzel. Aynen Ali Ekber Çiçek’in “Kerem” dediği sazı gibi bir sazı var; kendi elleriyle yaptığı. Bir ozan olarak, bir zakir (aşık) olarak çalıp söylemesi var… Almanya’da gerçek bir zakir bulmak Türkiye’den daha zor. İşte gerçek bir değer ellerinin altında duruyor, ama onun değerini nereden bilecekler? İşin kolayı varken, bulurlar bir sanatçı adam deyiş yerine başlar türkü söylemeye cemde. Kim bilecek gerçek zakirleri, kim yetiştirmek isteyecek, bol keseden atıp, nutuk söyleyip gençleri yalan sözleriyle yanlış yerlere sürüklemek varken!
Neden? Adamsızlıktan. Doğru adamsızlıktan, adam olunsa, gerçek Alevi olunsa bunlar zaten yaşanmaz ki! Bu Alevi kurumlarının yapacakları o kadar çok iş var ki aslında! Slogan atar gibi konuşmayı bir tarafa bırakıp iş yapsalar bu topluma o kadar büyük iyilik yaparlar ki! Medyada görünmek, konuşmak, tanınmak! Çağın hastalığına başta Alevi kurumlarının başındakiler yakalanmış. Hakk şifasını versin, kolay kolay geçecek bir hastalık da değildir, bu hastalıklar. Bencillikler, yüksek egolar, çıkar hesaplarını yeryüzünün en iyi makyajlarıyla cilalamak, olmadığı gibi görünmek, inanmadığı bir işi çıkarı için yapmak. Bu hastalığa ve hastalar ciddi müdahaleler gerekir!
Sülük gibi yapışmışlar, yirmi yıldır, yirmi beş yıldır gitmiyorlar kardeşim kuramların başından. İyi bir söz ustası olmuşlar. Zaman zaman bir dansözden çok çok daha iyi kıvırıyorlar. Okumayan bu zavallı toplumun açmazlarını öyle kurnazca keşfetmişler ki, sen ne olursan ol, yeter ki güzel konuş, yeter ki şöyle güzel giyin, takım elbise giy, kravat tak, adam oluyorsun, bu toplumun gözünde. Nasrettin Hoca boşuna mı söylemiş “ye kürküm ye”! diye. Konuş şarlatan konuş! Sen güzel konuş, kendini haklı çıkaracak yol ve yöntemi keşfetmişsen artık kim tutar seni? Şunun bunun aleyhinde de olsa, İnancımızın temel değerlerini ayaklar altına alsan da, sen yeter ki konuş, taraftarların en azından sana yeter! Seni sırtında taşırlar. Menfati olanlar menfatleri için taşır, olmayanlar ise senin gerçek yüzünü görene kadar o köprülerden geçersin, bile. Bu devran böyle kurulmuş, bu çarklar böyle dönüyor dünyada. Özellikle de az gelişmiş, geri bırakılmış toplumlarda. Maalesef ki bir aydınlık kapısı olan Alevilik Bektaşilik’de de bu böyle.
Kurumlar birbirine giriyor. Kim kazançlı çıkıyor bundan? Kurnaz laf ustaları! Bakıyorsun her türlü öğüdü veriyor topluma, ama kendisi en adi bir insan gibi yaşıyor, cebini dolduruyor, ahlaksız bir yaşam sürüyor, Alevi toplumunun temsilcisi olarak devlette veya herhangi bir protokolde “Alevi Temsilcisi” olarak en önde masaya oturuyor. Kimi kurban mafyası kurmuş dergâhta, kimi cebini doldurma sevdasında, kimisi Alisiz Alevilik diye bağırıp yırtınıyor, kimisi belini terletiyor… Bakılacak yüzleri kalmamış ki insan azmanlarının!
Türklük, Kürtlük, İslam İçi- İslam Dışı, Dersim, Türkiye nefreti, Bayrak düşmanlığı, Atatürk karşıtlığı ne dersen de, bir yerlere kendini dayayıp, anırıp duruyorlar.
Kime hizmet ettiklerini, ne dediklerini, nasıl bir yol tutturduklarını kendileri belki tam bilmiyorlar ama kendi sürüklendikleri çukura bu zavallı toplumu da sürüklüyorlar.
Bunların bu topluma ne faydası oldu, inancımıza ne faydaları oldu ve oluyor?
Belki birileri macera sever gibi koşup gidiyor üç kuruşluk adamların peşinde ama ya bilgisiz, cahil bırakılmış, derin boşluklar içinde yaşayan geniş halk kesimlerinin durumu? Onların durumu ne olacak?
İşte bu düşünceler içinde, yollardaki sisler içinde, ormanlar içinde bir dosta vardık, bir can insana ulaştık, şad olduk. Hiç değilse kafamızdaki bulutlar biraz dağıldı onu görünce, dinleyince.
Yollardaki, ormanlardaki sisler de iyice dağılmıştı, bizim kafamızdaki isler de gitmişti biraz olsun.
Nice ozanların, dedelerin, babaların, yazarların, bilim insanlarının dünyalarına yeni yolculuklar dileğiyle, ozanımızın fikirleriyle baş başa bırakıyorum sizleri….
SEVGİLİ OZANIM; Mehmet Erköse ( Erköse Can )
Bir büyük inanç ve kültür yapısı olan Alevi – Bektaşi inanç ve kültür sisteminin içinde aynen dedeler de olduğu gibi, babalar da olduğu gibi HALK OZANLARIMIZ da bu yapının, ana taşıyıcı unsurları olmuşlar, yüzyıllar boyu üstlendikleri kutsal görevi büyük özveriler göstererek yaşatıp bugünlere getirmişlerdir.
Gelecek kuşaklara inancımızı, kültürümüzü, geleneklerimizi aktarmak, yaşatmak, tanıtmak amacıyla siz günümüz inanç ve toplum önderlerimizin görüş ve düşüncelerini yazılı ve sözlü olarak almak büyük bir görev olacaktır.
Bu vesileyle 25 yıldır büyük özveriyle ve sizlerin yanında bu yolda bir “araştırmacı – gazeteci” olarak naçizane emek vermekteyim.
Tüm amacım inancımıza, kültürümüze hizmet etmek, yaşayan kültür unsurları olan ve “geleneği sürdüren” değerli insanlarımızın yaptıklarının kayıt altına alınması, bilinmesi, gençlerimize aktarılmasıdır.
Söz uçar yazı kalır, derler. Yayınlanacak kitap çalışmaları, internet siteleri ve diğer araştırmalarda kullanılmak üzere hazırladığım aşağıdaki soruları ayrıntılarıyla yanıtlarsanız, sizlere minnettar olurum.
Benim yaptığım toplumsal bir görevdir…
İlginize şimdiden çok teşekkür ediyorum…
Bin muhabbetle…
Ayhan Aydın
Yazar
Mehmet Erköse ( Erköse Can ) SÖYLEŞİSİ…
Sizce “Halk Ozanlığı” neyi ifade ediyor?
Halk Ozanı demek, zaten adı üzerinde “Halk Ozanı”dır. Halk Ozanı halkın gözü, dili ve kulağı olmalıdır. Ayrıca halkın duygularını, düşüncelerini ve isteklerini yaymada aracıdır. Halkın ulaşamadığı, gidemediği yerlere Ozan bedenen veya şiirleriyle, sazıyla ya da türküleriyle mesaj vermelidir. Hep haklının yanında hak savunan kişi ozandır. Haksızın ve zulmün karşısında direnen, zalimi aşağılayan biri olmalıdır. Hele devlet, ağa, zengin, haksız ve şeyhlerin yanlısı hiç olmayacak. Hep ezilenin, emekçinin, köylünün ve yoksulun yanında yer alacak ki, Ozan olabilsin. İşte bu özellikleri taşıyan bir Ozan aydın fikirleriyle, hak, hukuk anlayışı ile doğruluğu ve güzelliği ifade eder.
Halk Ozanlığının tarihsel geçmişiyle ilgili bilgileriniz nelerdir? Halk Ozanlığı sizce ne
zaman ve nasıl başlamıştır?
Halk Ozanlığının belli bir tarihi olmasa gerek. Toplumlar var olduğu günden bu güne kadar hep var olmuşlardır. Ta ki Şamanizm döneminde şiirler kayda geçtiği günden sonrada belirginleşmeye başlamıştır. 13.Y.Y.’da ise Ozanlık geleneğindeki şiirler belli kalıplara girmiştir.
Çocukluk döneminizdeki ailesel ve çevresel şartlarınız nasıldı? Köyde mi, kentte mi doğup-büyüdünüz?
Kendi köyümde ilkokula 1961 yılında başladım ve 1964 yılında bitirdim. Yani 4 yılda diploma aldım. 1965 yılında Kayseri – Develi ilçesinde ortaokula başladım ve ikinci senesinde terk ettim. Yani okuyamadım. 1967 yılında küçük olmama rağmen Isparta-Antalya-Kayseri-Adana ve Mersin illerinde inşaatlarda çalışmaya başladım. Kimi zaman amelelik, kimi zaman ustalık yaptım ve 1970 yılında taşeron olup çıktım. 1994 Yılında inşaat işlerini bırakıp Almanya’ya geldim.
Bir Alevi ocağına bağlı mısınız?
Sivas-İli Zara ve İmralı ilçeleri arasında bulunan KÖSE DAĞI eteklerinde bulunan Dımıli Yaylası şimdiki adı Alakilise köyünde SUROĞLU Aşireti mensubuyuz.
Küçüklüğünüzde ve gençliğinizde cemlerde bulundunuz mu? Dedeler, zakirler, mürşitlerle bir arada yaşadınız mı? Sizce dedeler kimlerdir?
Küçüklüğümdeki o güzel ve muhteşem dönemleri unutmak çok zor. Bu gün hiçbir kaynağa bakmadan bu sorulara cevap verebiliyor isem, bu küçüklüğümde gördüğüm ve katıldığım o gönül sohbetleri ve görgü Cemleri sayesindedir. Dede dendiği zaman akan sular dururdu. Bizim Koçgiri Aşireti olan köyümüz Dedelere çok büyük hürmet ve saygı gösterirlerdi. Dolayısı ile biz çocuklarda bu saygıdan nasibimizi alıyorduk ve 62 yaşındayım hala nerde bir Dede görsem eline eteğine sarılırım. Dede Kimdir? Biz Dedeleri Evladı Resül, yani Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin zülbünden gelen seçilmişler olarak bildik ve öyle inandık. 1980 kuşağı Dedeleri taşlarken içimiz kan ağlıyordu. Neyse ki Dedesiz ikrar alınıp verilmediğini anlayan o zihniyet çark ederek, Dedelerin eteğine yapıştılar.
ZAKİR; Zakir dendiği zaman Cem bağlanırken Dedenin yanında bulunup, Deyiş ve Duazde okuyan, Semah döndüren Âşık aklımıza gelir. Çünkü kendim de Zakirlik hizmetlerinde bulunmaktayım.
MÜRŞİT; Cemi bağlayan asıl Dede Pir Mürşittir. Rehber ise Cemde Mürşide Gülbank verendir.
En çok hangi ozanların şiirlerinden etkilendiniz?
Küçüklüğümden elime geçen ilk kitap, Pir Sultan Abdal’ın deyişleriydi. Ali sevdasını, Hak, adalet ve sevgiyi Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde buluyordum ve yere göğe sığdıramıyordum. Adeta ben de âşık olmuştum. Bunu takiben Karacaoğlan, Dadaloğlu ve diğer âşıkların kitaplarıydı. Okurken kendimden geçiyordum, defalarca okurdum. Nihayet Taş plaklar çıktı; Aşık Veysel, Davut Sulari, Aşık Mahzuni Şerif, Mahmut Erdal, Aşık Nesimi, Feyzullah Çınar gibi aşıkların çalıp söylemlerinden çok etkileniyordum. Bunlarla da bitmiyor; her plak çıkaran Aşığın, Ozanın ve hatta sanatçının plaklarını günü gününe alır dinlerdim. Halen o plakları saklamaktayım buradan duyurulur. Sonra Kaset dönemi başladı ve Kaset arşivi hazırladım onlarda halen duruyorlar. Hiç birine kıyamıyor, atamıyorum.
En çok okuduğunuz ya da dinlediğiniz kitaplar hangileridir?
Mekanı Cennet olsun çok iyi bir babaya ve anneye sahiptim. Babamın okuması yazması yoktu. Kış yaz fark etmez işini gücünü bitirdikten sonra akşam bir demlik çay koyardı önüne elime (Eba Müslimi Teberdar) kitabını verirdi ben okurdum o ağlardı. Kitap üç yüz, beş yüz sayfa ve iki cilt saatlerce okurdum. O biterdi Kerbela Kitabını okurdum, o biterdi Battal Gazi’nin dört ciltlik kitap dizisini, o biterdi Hz. Ali’nin Cenklerini birer birer okurdum. İlginç olan tarafı da, benden ne bir usanma ne de bir bıkkınlık olurdu. Bu bende öylesine bir tutku haline geldi ki, babam biraz gecikse ben hatırlatıyordum “Baba dünkü kaldığım yerden devam edeyim mi?” diye. İşte bu gün bir şeyler yazabiliyorsam, şiirle haşır neşir olabilmişsem bunda rahmetli babamın çok büyük payı var. Onu bir kez daha rahmetle ve saygı ile anıyorum…
İlk şiir tecrübeleriniz nasıldı? Ne zaman şiir yazmaya başladınız?
İlk şiir yazmam ani oldu. Yukarıda bahsetmiştim Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinden etkileniyordum ama şiir yazmak veya denemek hiç aklıma gelmiyordu. Yıl 1963- 11 veya 12 yaşlarındayım. İlkokul 3. sınıftaydım aylardan şubat ayı. O dönemlerde adam boyu kar yağardı. Yine öyle çok karlı bir gündü. Açılan çığırlardan okula gittim lakin erken gitmişim. Eve geri dönme gereğini duymadım ve okulun güneş gören bahçe duvarına çıkıp güneşleniyordum. Bir baktım başka yönden gelen başka bir çığırda dayımın oğlu önde arkasında da ablası geliyor. Yaklaştıklarında kızın hıçkıra hıçkıra ağladığını gördüm. İsmiyle hitap ederek; ne oldu sana dediğimde, kardeşim bana vurdu, dedi. O an ne olduğunu bilmiyorum yüreğime ılık ılık bir şeylerin aktığını hissettim. Ne karın ne de oturduğum duvarın soğukluğunu hissetmiyordum. Takılmış kalmıştım bir noktaya. Taki okulun zili çalana kadar kendime zor gelebildim. Sersemlemiştim, okula girdim sırama oturdum ama aklım fikrim başka yerde. O gün zor akşam ettim. Eve vardım Dursun Abim’in Adana- Kızıldere Köyünde getirdiği Çurra sazı elime aldım ve pat çat çalmaya başladım. İçimden şiir sözleri mırıldanarak eşlik ediyordum. İşte o gün yazdığım şiirim hiçbir yerde yayımlanmadı ve hatta yazdığım kitaplara bile işlemedim. Ama anısı çok büyük benim için.
BİR HAL OLDU / Şubat 1963
Saz söz nedir bilmez iken
Dilde sohbet söz yoğ iken
Yüreğimde tatlı diken
Eyvah bana bir hal oldu
Ben seni ağlarken gördüm
Varıp hal hatırın sordum
an sana gönül verdim
Eyvah bana bir hal oldu
Akar gider gözyaşları
Buz tutmuş kalem kaşları
Üşütmez duvar taşları
Eyvah bana bir hal oldu
Erköse vuram kendimi
Yeni bulmuşum dengimi
Kimse sormasın rengimi
Eyvah bana bir hal oldu
O günden sonra birçok şiirler yazmaya başladım ve (Erköse) mahlasını kullanıyordum. Biraz ustalaştıktan sonra (Erköse Can) olarak değiştirdim.
Bade içme gibi bir durumunuz oldu mu? Sizce size bu ilham nasıl geldi?
Bade içmedim ama rüyalarımda şiir yazardım. Uyandığım zaman o şiiri kaleme alıyordum.
Ozanlıkta bağlamanın yeri nedir? Sazsız ozanlık olabilir mi? Bağlama dışında bir çalgı kullanıyor musunuz?
Ama bir insan nasıl ki, bastonsuz yürüyemez ise, Ozan da sazı olmazsa yürüyemez. Ozan cesaretini, gücünü ve şavkını kucağına aldığı sazından alır. Şairin kalemi, Ozanın sazı olmazsa olmaz.
Bağlama dışında bir çalgı kullanamıyorum.
Şiir yazarken özendiğiniz, örnek aldığınız, ozanlar kimlerdi?
Hep Pir Sultan Abdal’ın gittiği çakıllı yollarda, bir küçücük çakıl taşı olmaya özenirdim. Çok önemli bir konunun altını çizmek istiyorum. Şair her okuduğu şiirin bir kıtasında veya bir satırın tamamında alıntı yapıyorsa veya başkasının şiiri üzerinde uğraşarak kendisine derme çatma bir şiir üretiyorsa bu düpe düz hırsızlıktır. Böylesi kişiler şair sıfatını taşıyamazlar. Şair yaşadığı toplum içinde veya dışında yaşadıklarını, gördüklerini, hissettiklerini kendi iç dünyasıyla, yüreğiyle ve düşünceleriyle yoğurur ve dışa yansıtır. Zoraki ve illaki şiir yazacağım deyip satırları karalamak ve gerçek şiirlere alıntı yaparak yazılan şiirlerin hiçbir önemi yoktur bence. Şiirler Şairin özünden süzülen bal misali süzülmeli ki, şiir adını alabilsinler.
Dünyaya bakışınız, insan, tabiat hakkındaki fikirleriniz nelerdir?
Bir şair gözüyle baktığımda, doğadaki hiçbir canlıyı ötekinden üstün görmüyorum. Benim için insan=hayvan=bitki, hiç birinin diğerinden üstünlüğü yoktur. Hepsi doğar belli bir süre yaşar ve vakti geldiğinde ölürler. Çünkü Şairin gözünde Aslanın, Bülbülün, Gülün, Çiçeğin, Sümbülün, Ayın, Güneşin, Yıldızın, Bulutun ve Yağmurun hatta ateşin ayrı, ayrı değerleri büyüktür.
Şimdiye kadar katıldığınız yarışmalar hangileridir?
Hiçbir yarışmaya katılma fırsatım olmadı.
Aldığınız herhangi bir ödül var mı? Yok.
Yayımlanmış kitabınız var mı? Kasetiniz var mı?
1995 Yılında Oğlum Aziz Can ile birlikte (Ben Dostların Mihmanıyım) adlı bir kaset doldurduk ve dernekler arası dağıttık. 1998 Yılında Kasetin isminden alıntı yaparak, (Ben Dostların Mihmanıyım-Türkülerimde Sizde varsınız-1-) adlı kitabım Almanya’da basıldı.
2001 Yılında yine (Türkülerimde Sizde varsınız -2-) adlı şiir kitabım Senfoni Şiir yayınları tarafından basıldı.
Şu Anda 4 adet kitabım basıma hazır. Birisi (Düşler Diyarı Almanya) Bu kitap Özellikle İltica konusunu aydınlatmaktadır.
İkinci Kitap; (Torosların Eteğinde Bir Köy- Hanyeri Arşivi) Kendi köyümün yaşam biçimini, sosyal ve ekonomik durumunu, ibadet biçimini, cenaze ve her yıl büyük bir katılımla gerçekleştirilen mezar törenlerini bir bir işlemektedir.
Üçüncü ve dördüncü kitaplar ise şiir kitaplarıdır. Bu şiirler hangi sanatçılar tarafından okunmuş, albüm yapılmış, klip çekilmiş hepsi bir bir açıklanmaktadır. Örnek vermek gerekirse, (Erkan Çınar ve Ali İhsan Tepe ikilisi- Gönül- Erenler- Gül Bundan Sonra-Ağlar Gezerim, parçaları İklimsiz Albümlerinden okudular. Yine Ali İhsan Tepe – Gülümden Oldum-Sultanım-Mihman Olmuşum- parçaları SIZI albümünde okudu. Mihman Olmuşum parçasını da ayrıca Klip’ini çekti. İsmail Kartal- Gönül- ile Server Hüseyin parçasını albümünde okudu. Yusuf Ali – Yollarda Kaldı- Zülfikar Bakışlım parçaları Mevsimsiz Albümünde okudu. Gürkan Seyrek- Haberin Var mı? Parçasını Klip çekti. İlknur Dağdelen - Çekilmez Gülüm-Sevdim seveli- Medet sende- Gül Yüzlüm- Dağlar- parçalarını Albümde okudu. Medet Sende parçasını Klip çekti. Ezgi- Yar Elinde parçasını okudu.
Türk Tarihi hakkında bilgi sahibi misiniz? – Biraz.
İslam Tarihi hakkında neler biliyorsunuz?
Her insanın mutlaka bir dini inancı vardır. Bu inanç akımı toplumlarda ve bireylerde farklı farklıdır. Ne yazık ki, herkes kendi inancını doğru bilmekte ve bir başkasının inancını ötekileştirmektedir. Halbuki Adem Peygamberden Hz. Muhammed’e kadar olan bir süreçte, yüzlerce ve hatta binlerce Peygamber gelip geçmiştir. Benim kendi inanç düşüncemde, Adem’in konumu neyse, Hz. İsa’nın, Hz. Muhammed’in konumu da aynıdır. Hiç birisi diğerinden üstün değildir. Tıpkı Allah nezdinde tüm kulların aynı konumda olduğu gibi. İslamiyet dendiği zaman aklıma Allah’ın birliğine inanmak olduğu gelir. Dolayısı ile de tüm Peygamberler Allah’ın birliğine ve varlığına inanmışlardır. Demek ki, tüm Peygamberler İslam şemsiyesi altında inançlarını sürdürmüşlerdir. Müslümanlık dendiği zaman iş değişir. Çünkü İslam inancını, bir takım uygulamalar ve zorlamalarla zorlaştırmışlardır ki, bu da Muaviye’nin, Emevi İslamı’dır. Her ne kadar Hz. Muhammed Namaz kıldı, şöyle yaptı böyle etti deniyorsa da bu din bezirgancılığıdır.
ALEVİLİK
Biz Aleviler; İslam şemsiyesi altında Allah Muhammed Ali üçlüsüne iman etmiş, Ehlibeyt ve On İki İmamlar muhipleriyiz, talipleriyiz ve Kızılbaş Aleviyiz. Bektaşilik Hünkar Hacı Bektaş’ı Veli’den sonra Aleviliğe bağlandı ve aynı yolun aynı inancın muhipleriyiz. Kesinlikle Sünni Müslüman değiliz. Sünni Müslümanlığın 5 şartı var. Halbuki, bizde bu şartların hiç birisi yoktur. Bizde 4 kapı 40 makam var. İkrar alma ve ikrar verme birliği var. Pirimiz, Mürşidimiz, Rehberimiz, Cemimiz ve niyazımız var. Cemlerimizde gönül birliği var. Musayıplık (Yol Kardeşliği) Dar, Didar ve Semahımız var. En kutsalımız olan Kerbela şehitlerimiz var. Şah dediği için dara asılan Pir Sultanımız, Enel Hak dediği için derisi yüzülen Mansur’umuz, Nesimimiz ve Hc. Bektaşi Velimiz var. Her ne kadar toplumumuz içinde adı çokca zikredilmeyen Pirler ulusu Battal Gazimiz var. Emevi saltanatını yok eden yiğit Eba Müslim’ii Teberdar’ımız var.
Sizce Hz. Ali nasıl bir insandı, en önemli özellikleri nelerdir?
Hz. Ali gelmiş geçmiş insanların en yiğidi, en adaletli olanıdır. Allah onu Veli, Şahlar şahı, Velayet sahibi olarak yaratmıştır. Cesaretli, Mazlumdan yana, zalime karşı göğsünü siper eden yiğit bir şahsiyettir. Onun için Allah’ın Arslanı, Düldülün sahibi, Zülfikar’ın yoldaşı, On iki İmamların atası olmuştur. Hz. Muhammed’den sonra tek vasi ve tek varisidir.
Kerbelâ ve Hz. Hüseyin için neler söyleyeceksiniz? Niçin tüm Alevi - Bektaşi ozanları Kerbelâ için matem şiirleri yazmışlardır? Kerbelâ Olayı size ne ifade ediyor?
Kerbela olayı, zulme ve zalimlere karşı yiğitçe bir başkaldırıdır. Haksızlığa boyun eğmemek, zalime biat etmemek gibi bir duruşun üstün kahramanlığıdır. Yakılan mersiyeler ise onun mazlumiyetinin, suçsuzluğunun, ve zalime boyun eğmeyişinin kahramanlığının simgesidir. Çünkü haksız yere suçlandı, biat istendi ve bir çok saltanat verildiği halde kabul etmediği için binlerce vahşi ordu tarafından şehit edildi.
Alevi - Sünni farklılaşması ve Alevilerle Sünniler arasındaki kaynaşma hakkında neler düşünüyorsunuz?
Her toplumda olduğu gibi, Sünni toplumu içinde de farklı görüşler vardır. Çok koyu dediğimiz aşırı dinci, şeriatçı kesim hariç, diğer demokrat ılıman İslam Müslümanlar olan Sünni vatandaşlar ile, Alevilerin hiçbir sorunu yoktur. Aynı Mahallede, aynı apartmanda, aynı iş yerinde, aynı dolmuşta ve aynı alışveriş merkezlerinde ve hatta düğünlerimizde, cenazelerimizde, bayramlarımızda hep birlikte olmuşuzdur. Ama ne yazık ki devamlı başa gelen sağ ve dindar partilerin hükümet oluşturmalarından sonra, devamlı Alevilik ve Sünnilik arasına bir nifak sokmuşlardır. Sırf kendi hırsızlıklarını, yolsuzluklarını, taraf tuttuklarını ve kendisinden olmayanı ötekileştirdiklerini örtbas etmek için gündemi meşgul etme hevesidir. Yoksa Demokrat Sünni kardeşlerimizle, komşu olmuşuz, iş ortağı olmuşuz daha da önemlisi birbirimize kız alıp kız vermiş hısım akraba olmuşuz. Yani Sünni ve Alevi toplumu hiçbir zaman Siyasi Partilerin ayrıştırma ve ötekileştirme politikalarına boyun eğmeyeceklerdir inancını taşımaktayım.
Tasavvuf hakkında neler söyleyeceksiniz?
Bu konuyu daha bilgili olanlar mutlaka cevaplamışlardır.
Yunus Emre, Seyyid Nesimi, Hatayi, Pir Sultan Abdal gibi ozanların şiirlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu saydığınız Ozan ve Şairlerin Deyiş, Duazıimam ve nefesleriyle Cemlerimiz yürütülmektedir. Bunlar HAK ve HALK Ozanlarıdır. Yani hem zahiri, hem batın âleminden gözleyerek Hak Ozanı olmuşlardır. Şiirlerin her kıtası değil her satırı değil, her cümlesi yüzlerce mana teşkil etmektedir. O sihirli sözcükleri anlayarak dinlemek veya okumak bir insan için pahası biçilmeyen bir hazine gibidir. O gönül dağarcığı içerisinde bir zerreye sahip olabiliyor isek ne mutlu bizlere. Günümüz şairleri ve Ozanları yalnız Halk Ozanlarıdır. Çünkü 13.yy- ve 19. yy arasındaki Ozanların duygu ve düşüncelerini bu günkü Ozanlar taşımamaktalar. Onlarınki Hak vergisidir. Günümüzdekiler ise onların izinden giden kopyalarıdır.
Sizce bu isimler neden ölümsüzler arasına katılmışlardır?
Bu isimler yaptıkları, uyguladıkları ve yaşadıkları önemli işlerle ölümsüz kılınmışlardır. Hiçbir zaman egemen güçlerin karşısında canı ve kanı pahasına susmamışlardır. Zalime zalim, hırsıza hırsız, haksıza haksız, mazluma mazlum dedikleri için canından olmuşlardır. İşte bu sebepledir ki, Ölümsüzleştiler. Günümüz Şairlerinden kaç kişi egemen güçleri yargılayan kaç şiir yazıp paylaşmışlardır. İşte aradaki fark bu olsa gerek.
Atatürk ismi size neyi ifade ediyor? Atatürk’ün Türk insanına getirdikleri nelerdir?
Her kişinin farklı, farklı görüşleri vardır. Kimisi der Atatürk zındıktır; derneklerimizi zaviyelerimizi, dini inancımızın barınaklarını yıktı, yasakladı vs. Kimisi der; Atatürk katildir, dedemi, soyumu, sopumu katletti. Bende diyorum ki ey zındık diyenler; Atatürk olmasaydı sen şu an anfilerle sabahın beşinde bas, bas bağırarak ezan okuyabilecek miydin? Bu kadar cami ve minare dikebilecek miydin? Ve en önemlisi de Türk’üm diye böbür, böbür böbürleniyorsun. Atatürk olmasaydı anan Türk, ya baban kim olacaktı?
Türkiye’nin geri kalmışlığını nelere bağlıyorsunuz?
Türkiye’nin geri kalmasının tek nedeni başa gelen hükümetler yüzündedir. Sanayi körlenmişse, Tarım yok edilmişse, Hayvancılık arka plana itilmişse, fabrikalar kapatılıyor ise, İşsizlik sayısı her gün artıyorsa, Okullar İmam Hatip okullarına çevriliyorsa, 7 yaşındaki kız öğrencinin başı kapatılıyorsa, Okul sayısının üç katı cami yaptırılıp, her okula mescit açılırsa, yargı ve basın susturulmuşsa, Şirketlerde can güvenliğini sağlamak için iş güvenliği sağlanamıyorsa, Bakan rüşvet alıyorsa, Başbakan ayakkabı kutularında tonlarca Dolar saklıyorsa, Vatandaşa sen görme, sen sus, sen duyma baskıları uygulanıyorsa, Seçimlerde oy hırsızlığı yapılıyorsa, İslam adına meydana çıkıp kafa kesen gerilla magandalarına yardım ediliyorsa vs. daha neler, neler saymakla bitmez. Bunlar olduğu sürece o memleket batmaya ve yok olmaya mahkûmdur.
Sizce bu toplumu neler değiştirebilir?
Bu toplumu düzeltecek tek etken yine toplumun kendisidir. Herkes kendi inancını yaşayıp başka inançları hor görmezse, kendi siyasetini uygulayıp başka siyaseti yok saymazsa, herkes kendi hakkından fazlasını istemeyip, başkasının da haklarının olduğunu düşünürse, Doğruları alkışlayıp, yanlışların önüne duvar örerlerse, ödedikleri vergilerinin takipçisi olup nereye gittiğini sorgularlarsa, vatanına, toprağına, bayrağına ve milletine sahip çıkarlarsa yine toparlanır ve yine devletlerarası saygınlığına ulaşabilirler. Tabi Rahmetli Aziz Nesin’in dediği gibi “Türkiyenin % 60 aptalı “ olduğu sürece bunlar mümkün olmayacaktır.
Sizce demokrasi nedir? Gerçek bir demokrasinin yaşabilmesinin şartları nedir? – Demokrasi demek, herkesin kendi hakları olduğu gibi bir başkasının da aynı haklara sahip olduğunun bilincine varma halidir. 60. soruda cevaplananların tümünü kapsar.
Sizce Halk Ozanları toplumsal olarak ne gibi işlevleri yerine getirmişlerdir?
Halk Ozanları, egemen güçlere karşı devamlı halkını savunmuşlardır. Zalime karşı ezilenin haklarını korumuşlardır. Ayrıca kendi toplumunun inanç önderleri konumundalar ki, öylede yapmışlardır. Şiirlerinde, mersiyelerinde, destanlarında dini motifleri en güzel bir şekilde işleyip halkına sunmuşlardır. Onların gözü, kulağı ve sesi olmuşlardır. İşte halk Ozanı bu vasıfları taşıyanlardır. Alevilik bu gün bu kadar konuşuluyorsa, Ozanlarımızın çok büyük bir payı vardır.
Çağdaş dünya ve Türk yazarları hakkında neler biliyorsunuz?
Çağdaş Türk yazarlarının da toplum üzerinde büyük katkıları olmuştur. Onlarda Halk edebiyatında önemli çığırlar açmışlardır. Halkı bilinçlendirmiş ve aydınlatmışlardır. Birçok karanlıkta kalan önemli olayları, tarihsel belgeleri ve değerleri onlar gün ışığına çıkarmışlardır. Araştırmalarıyla, konu ve olayların şeffaf olması yönünde çaba sarf etmişlerdir.
Günümüz çağdaş Türk yazar ve sanatçılarından birisiyle tanışıklığınız var mı?
Halk şiirine gönül vermiş birisi olarak, Cem, Panel ve Konserlerle iç içe yaşadığımı söyleyebilirim. Çağdaş Yazar olarak Yazar Rahmetli Fakir Baykurt ile tanışma mutluluğunu hala yüreğimde taşıyorum. Birlikte bir akşam sohbet etme fırsatını bizlere sunmuştu. Göz göze, gönül, gönüle sohbet etmenin güzelliğini anlatmak hayli zor olsa gerek. Allah gani, gani rahmet eylesin. Büyük bir değerdi bizler için.
Halk Ozanlığı geleneğinin günümüzde devam ettiğine inanıyor musunuz?
Halk ozanlığı her dönemde olduğu gibi, günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Ancak günümüzde bedel ödemek yok. Her şey kolaylaşmış ve bir parmakla istediğin bilgi ve olaylara ulaşabilmektesin. Onun için Günümüz Ozanlığı kolay ozandır. Günümüzde de çok güzel şiir üreten Ozanlarımız vardır. Sayın Dertli Divani’yi örnek verebilirim. İyi bir Şair kim diye sorulursa, Şiir kalıplarının ve çeşitlerinin her yönüyle yoğrulmuş Sayın Ezeli Doğanay’ı örnek verebilirim.
Hangi ozan ve ses sanatçılarıyla dostluğunuz var?
Sanatçı olarak bire bir tanıştığım çok sanatçı dostlarım var. İsim saymaya kalksam sayfalar yetmez. Dostluk denince, Sevgili Güler Duman, Sayın Cemal Çınar, Erkan Çınar, Ali İhsan Tepe, İsmail Kartal, Yusuf Ali, Gürkan Seyrek, Ezgi ve İlknur Dağdelen kardeşlerimi sayabilirim.
Kitap okuyor musunuz? Küçüklüğümden beri.
Sinemaya, tiyatroya gidiyor musunuz? Fırsat buldukça giderim. Ama Tv.lerde Tiyatro gösterilerini hiç kaçırmam. Eski siyah beyaz Türk Filmlerini çok izlerim.
Şimdiye kadar kaç Alevi - Bektaşi anma etkinliğine katıldınız?
Başta Köln Arenada 13. Mayıs 2000 yılında, AABF. Hazırladığı Bin Yılın Türküsü adlı büyük geceye, oğlum Aziz Can ile birlikte Bin saz Bin söz grubunda yer aldık. Aynı geceye Radolfzel AKM. İki Semah Gruplarımla Semah grubuna katıldım. Yine aynı tarihlerde Offenburg Dayanışma gecesine Vs. Schwenningen AKM. Semah grubumla katıldım. 20.10.2007 yılında Vs. Schwenningen AKM. Dostluk ve Barış Gecesi organizesini üstlendim. Tiengen ve Schwenningen AKM. Semah gruplarımla sahne aldık. 13.12.1997 yılında Singen Satranç Klübü - Anadolu Halkları şenliğinde sahne aldım. 18.03. 2000 yılında, Schopfheim Halk Evi Dostluk Gecesine katılıp sahne aldım. 03.07.2004 yılında Radolfzell AKM. Sivas Şehitlerini Anma gecesinde sahne aldım. Daha birçok gece ve panellere katıldım. Sayın Mahmut Doğanoğlu dede, Mahmut Serin dede, Zeynel Arslan dede, Hüseyin Ali ded, Ahmet Kömürcü dede, Hayri Cihan dede ile zakirlik görevini alarak birçok Cem bağladık.
Halk ozanlarının genel sorunları sizce nelerdir?
Çözümlenebilmesi için neler yapılmalıdır? – Halk Ozanlığı da bence bir sanat ve iş statüsüne girmelidir. Çünkü Ozanlar da emek sarf edip çalışmaktalar ama, ne bir sosyal güvenceleri var nede geçinebilecekleri bir aylıkları var. Hal böyle olunca da Ozanlar nasıl üretken olabilsinler, nasıl geçimlerini sağlasınlar.
Halk ozanlığında ne gibi değişmeler yaşanmıştır?
Ozanlık başlı başına bir gönül işidir. Hizmet yarışıdır. Tek fark geçmiş Ozanlar bütün baskı ve yasaklamalara karşı susmamışlar, düşüncelerini her yerde ve her ortamda korkmadan söylemişlerdir. Günümüz Ozanları korkularından sinmiş gibiler.
Toplumun ve devletin halk ozanlarına bakışını, yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Toplumun Ozanlara karşı büyük sempatisi vardır. Bir nebzede olsa maddi katkılarını sunuyorlar. Gecelere ve panellere katılarak katkı sağlıyorlar. Ancak buda yeterli değildir. Devlet olarak bu değerlere sahip çıkmak gerekir. Oda olmadığına göre durum meydandadır.
Halk ozanlarının geleceği hakkındaki fikirleriniz nelerdir?
Bugüne kadar Ozanlık geleneği hangi zor şartlar altında devam etmişse, bundan sonrada aynı koşullarla devam edecektir. Yine geceler, konserler ve panellerle yaşam devam edecektir.
Bilip tanıdığınız diğer halk ozanlarının isimlerini, varsa telefon ve adreslerini verebilir misiniz? Yukarıda yazdıklarımın dışında çevremde Ozan yok.
Elinizde bulunan ozanlarla, ozanlıkla ilgili kaynaklar hangileridir? Elimde Alevilikle ve Şiirle ilgili bir çok kaynak var. Ancak Halk Ozanlığı ile ilgili tek bir kitap var elimde. Halk Ozanlığı Öldümü- Ezeli Doğanay.
Hangi ozanların, hangi eserlerini biliyorsunuz? - Ayhani, Büryani baba, Beyhani, Davut Sulari, Dedem Oğlu Durmuş, Dertli Divani, Derviş Alim, Duçari, Eren , Esiri, Emrah, Feyzullah Çınar, Garip Bektaş, Genç Abdal, Hamdullah, Hasan Kaplani, Hayaloğlu, Hayrani, Hicrani, Hüdai, Hüseyni, Hüseyin Çırakman, Hüseyin Fevzi, İbreti Baba, İlhami Baba, Karacaoğlan, Kemter derviş, Kul Himmet, Kul Hüseyin, Mahsuni, Mazlumi, Misali, Miskini, Muhammed baba, Münire Kemter, Nazari, Nesimi, Pirsultan Abdal, Ruhi baba, Sadık baba, Sefil Ali, Sefil Feryadi, Seyit Dedem, Sıtkı baba, Sümmani, Şah Hatayii, Şahi Geda, Şükrü Metin baba,Teslim Abdal, Veli Dede, Veysel, Virani, Virdi Derviş, Yoksuli, Yunus gibi büyük ozanlarımızın deyişleri arşivimde mevcuttur.
Halk ozanlarının sorunlarını giderilebilmesi için hangi kurumlar, neler yapabilir? Başta MESAM olmak üzere Ozanların eserlerini asıl sahiplerine hak tanıyıp gereken düzenlemeleri yapması gerekir. Bunun yanı sıra Devlet Ozanlara gerekli sosyal yardımda bulunması gerekir. Yoksa halkın katkılarıyla hiçbir yere varılmaz kanısındayım.
Ozanlara ekonomik destek sağlanması için neler yapılabilir? Ozanların eserlerinin korunması, kasetlerinin, kitaplarının basılabilmesi için neler yapılabilir?- 77. soruda verdiğim cevabın aynısını verebilirim.
Dedeler, babalarla ozanlar arasındaki ilişkilerin daha yoğun olabilmesi için neler yapılabilir? – Dedeler ve Ozanlar tarihler boyunca zaten hep birlikte yol kat etmişlerdir. Dedeler bağladıkları Cemlerde, yukarıda adı geçen Ozanların deyişleri ile Cem yürütülür. Dolayısı ile birbirine manevi destekleri devamlı olmuştur. Günümüz Ozanlarının şiirleri henüz Cemlerimizde okunmamıştır. Zaten içerik anlamında öyle şiir üreten Ozanımızda çok az.
KİŞİSEL BİLGİLER
Görüşme tarihi :29.11.2014
Nüfusa kayıtlı olduğu il :Saimbeyli / Adana
İlçe :Tufanbeyli/ Adana
Köy : Hanyeri
Köyün hane sayısı : 60
Köyün nüfusu : 300
Köyde yaşayanların sayısı : 200 (Yaz Aylarında )
Şehre göç edenlerin sayısı : 50 Hane x 5 kişi = 250 kişi.
Köyde konaklama yeri var mı? Varsa kaç kişiliktir? Var. (Cem Evi var)
Köyünüzü çevreleyen Alevi / Bektaşi köyleri var mıdır? Vardır- Tufanbeyli İlçesi Köyleri; Emirgazi, Çiftlik, Evciler,Taşpınar, Göynük ve Fatmakuyu köyleridir. Maraş Göksüne bağlı bize yakın köyler; Keklikoluk köyüdür. Kayseri Develi İlçesine bağlı ; Çadıryeri (Gezbeli) ,Derebaşı, Alaylı, Kayapınar köyleridir.
Çevre köylerin dini inanışı (Adet olarak) Saydığım köylerin hepsi Bektaşi Alevi ve Kürtçe lisanı bilen köylerdir. Evciler Köyü Kürtçe bilmeyen tek köydür.
Varsa Piriniz hangi ocaktan gelir? Köyümüz Dımıli, Kerpoler, Balicanlar, Cafanlar, Çakolar, Perveziyan gibi aşiretlere bölündüklerinden dolayı, her aşiretin kendi piri, mürşidi ayrı gelirdi. Ancak her gelen dede ayırt etmeden herkes tarafından sevilir ve saygı duyulurdu. Tüm aşiretlerin dedesi Sivas ve Tunceli bölgesinden gelirdi. Mesela bizim Dedemiz Ağuçanlı Emrah Dedeydi. Mürşidimiz, Seyit Aziz’di. Sivaslı Seyit Hasan dede de bizim köye taliplerine sık sık gelirdi. (Seyit Hesenı Kürık)
Rehberiniz hangi ocaktan gelir? Yollar çok uzak olduğu için ve de hep kış aylarında gelen dedeler ya zakiri ile gelirdi ya da tek başına gelirdi. Onun için Rehber görevini köyümüzde ikamet eden Seyit Ali Dede görev alırdı.
Mürşidiniz hangi ocaktan gelir? Gelen Dede Cem bağlarken Mürşit görevini alırdı.
Varsa köyünüzdeki dergâhın ve türbenin adı: Yok.
Türbedeki zatın soyağacı, özellikleri: Yok.
Köyünüzdeki ziyaret yerleri ve yatırların adresleri: Köyümüzün doğusunda Ziyaret dağı bulunmaktadır. Rakım olarak 3000 metredir. Bu dağın en üst noktasında bir yatır var. Kime ait olduğu bilinmez ama köylü bu yatıra her sene ziyarete giderler.
Çevre köylerdeki ziyaret yerleri ve yatırların adresleri: Yok.
Civar köylerdeki türbe, dergâh var mı? Yok.
Bağlı olduğu ocak : Yok.
Bağlı olduğu ermiş, baba, veya başka eren: Yok.
Yörenizde bir kültür veya dini inançsal Anma etkinliği yapılıyor mu? Yapılıyorsa, tarihi nedir? Köyümüzde Muharrem ve Hızır Cemleri bağlanır. Başkada bir etkinlik olmaz.
Etkinliğe kimler, hangi bölgelerden gelmektedirler? Kendi köyümüz.
Eğitim durumunuz? - Ortaokul 1. sınıfta terk.
Kaç yaşındasınız? - 1952 doğumlu - 62 yaşındayım.
Mesleğiniz ya da işiniz nedir? - Belli başlı bir mesleğim yok. İnşaatın her dalına yıllarca emek verdim. Artı ağaç işlemek en büyük hobimdir. Saz yapar saz tamir ederim. Çevremde mobilya işlerini kurar tamiratını yaparım. Saz ve Semah kursları vermekteyim.
SEFA GELDİNİZ
Benden selam olsun Ayhan Aydın’a
Çehresi yakışmış güzel adına
Doyamadım sohbetinin tadına
Gönül hanemize sefa geldiniz
Asla değer vermez dünya malına
Benim gibi binmiş dostluk salına
Bülbül olmuş konar gülün dalına
Gönül hanemize sefa geldiniz
O narin dilinde sanki bal damlar
Dinleyen her insan sözünden anlar
Sana hayran kalmış binlerce canlar
Gönül hanemize sefa geldiniz
Hüseyin Dedemle olmuşlar yoldaş
Sohbet ede ede olmuşlar haldaş
Kul Erköse Can’ı eyleyin sırdaş
Gönül hanemize sefa geldiniz
29.11.2014- Cumartesi
Gazeteci Yazar Sayın Ayhan Aydın ile
Sayın Hüseyin Temiz dede misafirlerimdi.
OZANIN ESERLERİNDEN ÖRNEKLER
BEN O DOSTUN MİHMANIYIM
Kul Kula kul Hakk’a muhtaç
Yolcu yürür yola muhtaç
Boş kovanlar bala muhtaç
Ben o dostun mihmanıyım
Dost bilir dostun kadrini
Dost sarar dostun derdini
İncitmez hiçbir ferdini
Böyle dostun mihmanıyım
İnsan dostluk için yaşar
Dar gününde hemen koşar
Gerekirse engel aşar
Ben dostumun mihmanıyım
ERKÖSE CAN dost gereği
Dost dosta verir değeri
Dost dostun evin direği
Böyle dostun mihmanıyım
ERKÖSE CAN – 30/12/1994
YOLUNU ŞAŞIRMIŞ BİRİ OLMAYIN
Zalimin zulmüne boynunu eyen
Kul ile yetimin hakkını yiyen
Dışım Ali içim Osmandır diyen
Adını şaşırmış biri olmayın
Yalnız ramazanda Alevi olan
Muharremde Sünni gibi davranan
Cema karşı olup uzukta duran
Yolunu şaşırmış biri olmayın
Cahil kişilerin sözüne kanan
Kendini herkesten bilgili sanan
Pir ile mürşidi yılda bir anan
Aklını kaçırmış biri olmayın
ERKÖSE CAN durdum pirin darına
Sakın ha aldanma dünya varına
Özün ile barış kalma yarına
Fırsatı kaçırmış biri olmayın
KERBELA
Asırlar öncesi bir çöl var imiş
Zalimin zulmüne sultan yar imiş
Şah Hüseyne Kızgın çöller dar imiş
Sordum bu çöllerin adı Kerbela
Kerbela Kerbela Kanlı Kerbela
Sanki yağmur gibi yağıyor bela
Yurdun dört bir yanı olmuş Kerbela
Kerbela Kerbela Kanlı Kerbela
Kerbela’da akar Fırat’ın suyu
Kesildi Yezid’in Mervan’ın soyu
Yetmiş İki Şehit yaşlısı toyu
Hiç birine acımadın Kerbela
Kerbela’dır zalimlerin batağı
Kerbela’dır Şehitlerin yatağı
ERKÖSE CAN gönlüm dostun otağı
Hiç dilimden düzmez oldun Kerbela
ATAM ATATÜRK
Kurtardığın vatan hep parsel oldu
Diktiğin ormanlar yandı kül oldu
Fakirlik çoğaldı gülbenzim soldu
Sakın ha uyanma Atam Atatürk
Kısaldı vagonlar trenler raylar
Çoğaldı fabrika kirlendi çaylar
Cirit atar oldu vurguncu baylar
Sakın ha uyanma Atam Atatürk
İnsan kılığında şeytan türedi
Mantar gibi birden bire üredi
Mazlum insanları ateşe verdi
Sakın ha uyanma Atam Atatürk
Trafik alıyor binlerce kurban
Geri geldi cübbe sarıklı türban
Senin heykeline taktılar urgan
Sakın ha uyanma Atam Atatürk
ERKÖSE CAN derdim sığmaz dağlara
Gök delen diktiler bahçe bağlara
Ölen öldü ben acırım sağlara
Sakın ha uyanma Atam Atatürk
BEN PİRİME PİRİM ŞAHA SEVDALI
Gündüz iman ile gece düş ile
Gönül yarasıyla dertli baş ile
Sinemden aşağı akan yaş ile
Ben pirime pirim Şaha sevdalı
Güle hasret kalmış bülbüller gibi
Şah deyip şahlanan düldüller gibi
Yere boyun eymiş sümbüller gibi
Ben pirime pirim şaha sevdalı
Sevmek sevilmektir bizim kavlimiz
Hakk’a ayan beyan dost ahvalimiz
Gel artık gör bizi gamda halimiz
Ben pirime pirim şaha sevdalı
DOĞANOĞLU Dedem sana sözlerim
Pirim sen nerdesin yolun gözlerim
ERKÖSE CAN her dem seni özlerim
Ben pirime pirim şaha sevdalı
Dedem Mahmut DOĞANOLU için derlenen şiirim, 1996.
YİNE KARA HABER GELDİ SILADAN
Erciyes Dağı’nın başı dumandır
Yüreğim yanıyor halim yamandır
Haberin almadım hayli zamandır
Yine kara haber geldi sıladan
Dayımı bizlerden ayırdı felek
Kavlimizde yoktu böyle bir dilek
Yerde dostlar ağlar göklerde melek
Yine kara haber geldi sıladan
Evlat hasretiyle yandın kül oldun
O ilmin irfanın söndü sır oldun
Zalim felek vurdu sararıp soldun
Yine kara haber geldi sıladan
Kör kaldı ocağın evladın yoktu
Aç gezerdin amma gözlerin toktu
Seni seven sayan dostların çoktu
Yine kara haber geldi sıladan
Seni de emanet ettik toprağa
Gazel döküp döndün kuru yaprağa
Bahçıvan da dönmez o viran bağa
Yine kara haber geldi sıladan
ERKÖSE CAN bir gün sefa sürmedim
Kaderin elinden bir dem gülmedim
Dayım seni sağlığında görmedim
Yine kara haber geldi sıladan
31 Mart 1981
MAHSUNİ ÖZLEDİM SENİ
Hasta oldun yataklarda yazarsın
Gelen giden var mı döner bakarsın
Sen özüme ateş oldun yakarsın
Gel artık Mahsuni özledim seni
Söyle benim gibi yaralı mısın
Ben gibi sıladan aralı mısın
Kara bahtım gibi karalı mısın
Gel artık Mahsuni özledim seni
Reva görmem sana bu zalim derdi
Bu ilmi hikmeti kim sana verdi
ERKÖSE CAN senin sırrına erdi
Gel artık Mahsuni özledim seni
Basel, İsviçre, 02. 01. 1997
Kitap: Mehmet Erköse Can, Ben Dostların Mihmanıyım, Türkülerimde Siz de Varsınız (Basıldığı tarih, yer ismi yok)
CİHAN DEDEM
Bu gün canlar ile Cem’de zakirim
Cihan dedem sana mihmanım bugün
Gönlüm zengin amma malda fakirim
Cihan dedem sana mihmanım bugün
Ayetler sel olur deruni dilden
Özün cevahiri dökülür telden
Bu Hakk vergisidir ne gelir elden
Cihan dedem sana mihmanım bugün
Bu ilahi aşktır akar derinden
Alıcıyım bugün Pazar yerinden
Yükümü yükledim cevahirinden
Cihan dedem sana mihmanım bugün
Pir’le Zeki Can’a konuk olmuşum
Alıp sattım gevher ile dolmuşum
Bülbül oldum gül dalına konmuşum
Cihan dedem sana mihmanım bugün
Erköse Can kuldur böyle bir zata
Özü yakışıyor zatı sıfata
Özürüm bağışla ettiysem hata
Cihan dedem sana mihmanım bugün
14. 04. 2001 tarihinde, Köln Cemevi’nde iken, Zeki Can’ın evinde, Hayri Cihan Dedem için yazdığım şiir.
SEYYAH OLDUM
Seyyah oldum gezdim o güzel yurdu
Seyrederken dağda kuş ile kurdu
Önümde bir çember sakallı durdu
Bu dağda ne işin vardır dediler
Ben yolcuyum dedim bir han ararım
Biraz kalıp yarın gitmek kararım
Benim hiç kimseye olmaz zararım
Senin burada kalman zordur dediler
Boyun büküp düştüm tekrar yoluma
Yorgunluktan uyku bastı dalıma
Bir köy gördüm biri baktı halıma
Gitme bundan öte kardır dediler
Birlikte oturduk ocak başına
Kaşığı daldırdık sıcak aşına
Erköse Can yer ıslanır yaşına
Dur ağlama yaran azar dediler.
1970’da Pınarbaşı İlçesi’ne bağlı bir köyde misafir edilmeyişimin anısına.
DEPREM BİR ANDA
Ağustos onyedi sabahın üçü
Binlerce mazlumun yüklendi göçü
Ne idi bunların hatası suçu
Canlar uçup gitti gelmez bir daha
Kuşluk vakti koptu feryat figanlar
Enkaz oldu evler çıkar dumanlar
Şaştılar bu hale uyunan canlar
Canlar göçüp gitti dönmez bir daha
Habersizce vurdu deprem bir anda
Bir gözü maldadır bir gözü canda
Alevler bir yanda dalga bir yanda
Canlar çekip gitti gelmez bir daha
Erköse Can söyler anlayan anlar
Bir anda yok oldu binlerce canlar
Enkazlar altında süzülür kanlar
Canlar göçüp gitti gelmez bir daha
17 Ağustos 1999, Marmara Depremi
KURALLARIN BOL ALMANYA
Akar gider ırmakların
Çimenlerin bol Almanya
Döner yorulmaz çarkların
Dönerlerin bol Almanya
Kışı bitmez bol ayazın
Gün görmeden biter yazın
Kanuna sinmiş avazın
Kuralların bol Almanya
Orman kaplıdır dağların
Yamacı süsler bağların
Geçmiş zamandır çağların
Geleceğin bol Almanya
Yoldan sapmış sapanların
Bir feniğe tapanların
Köşeleri kapanların
Kel başına yol Almanya
Köyün şirin asfalt yolun
Bazen karlar olur dolun
Erköse Can olmuş kulun
Mark doları bol Almanya
10.04.2001
Mektup -7-
Dostlarım Mihmanı Erköse Can.
Bir Ayçiçeği tarlasında, bir Ayçiçeği fidanı da sen oldun. Çok can senden Semah öğrendi, döndü, uçtu gönül köşküne. Çok can senden saz çalmasını öğrendi. Çaldı, coştu deryada. Tamir ettiğin sazlar, muradını aldı, taktığın tellerle, tıpkı benim sazım gibi.
Kimi zaman Cem’lerde Semah gruplarına sazınla eşlik ettin. Cem’lerde Deyiş ve Duazde söylemek için, Zakir arandığında yine sen vardın. Bizim Semah grubuna çalıp söylediğin gibi. Üzerinde Hz. Ali çizili olan cura saz Erköse Can’ın sazıydı, gururla söylemişti kendisinin çizdiğini.
Hz. Şah’ın deyimiyle okunacak en büyük kitap insandır.
Erköse Can “Ben Dostların Mihmanıyım” (1) adlı kitabında zaten kendi duygularını şiire dökmüş, anlatmış kendisi. Konu Alevilikse; yine bildiğin kadarı ile bu insan Alevi gibi yaşıyor.
İnsanlar her konuda araştırma yapmalıdır. Günümüzde herkese Aleviyim diyebiliyor, boynuna Zülfikar takabiliyor; ama asıl görev, insanların bu güzel yolun, bu deryanın şartlarını yerine getirmeleridir. Bir insan yüzme bilmiyorsa girdiği denizde boğulabilir.
Alevi olmak o kadar kolay olmasa gerek. Mahsuni Babamız büyük bir halk ozanı olduğu ve Alevilik yolunu çok iyi bildiği halde; yine de “Ben Alevi olamam ki” diyor. Yani Aleviliği değerli kılıyor ve herkes Alevi olamaz, diyor.
Sevgili Erköse Can Mahsuni’lerin çekirdiği olan da deyişlerin demirden leblebi gibidir, yutabilene aşk olsun.
18.06. 2000, Hechin
Ecevit BAKIR; (Ressam)-Semah Hocası
Mehmet Erköse (Erköse Can), Türkülerimde Siz De Varsınız (2), Senfoni – Şiir, (Bumerang Yayınları), 2001, İstanbul