OSMAN DAĞLI

OSMAN DAĞLI

- MAKSUDİ -

 

AYHAN AYDIN

 

Halk ozanlarımız var, bir de ses sanatçıları. Ses sanatçıları, Türk halkının, Anadolu insanın yaratmış olduğu anonim türküleri, ezgileri dile getiriyorlar. Ayrıca Anadolu halk ozanlarının şiirlerine melodiler koyarak okuyorlar. (Halk kullandığı için ben de bir sakınca görmediğimden diyorum ki, o şiirleri de türküleştiriyorlar.) Gerek belleksiz bir toplum olmamızdan ötürü, gerekse de sanatçı ahlakı yerleşmediği için, telif haklarının korunmaması (olayın sadece maddi boyutu yok elbette) sonucu ozanlarımıza haksızlık yapılıyor. Birçok sanatçı halk ozanlarının eserlerini, şiirlerini, deyişlerini vb. seslendirdikleri halde yararlandıkları bu eserlerin sahipleri olan ozanlara gerekli değeri vermiyorlar. Çok daha vahim şeyler olabiliyor; kendine mal etmeler, ismini, mahlasını gizlemeler, değiştirmeler, şiirleri yanlış okumalar, dilediğince değiştirmeler... sayısız sorun oluşuyor.

Yüzyıllar boyu sevgiyi, dostluğu, kardeşliği, türlü zulümleri, işkenceleri, haksızlıkları Anadolu’da, Anadolu dağlarında, ovalarında yankılandırmış olan halk ozanlarına değer verilmemesinin de bir sonucu bu. Halk ozanları Anadolu halk edebiyatı’nın oluşmasına en büyük katkıyı yapmış insanlarsa artık bu gerçeğin görülmesi lazım. Sanatçıların sesleri güzel olabilir ama sanatçıları sanatçı yapan okudukları türküleri, şiirleri yaratanlardır. Anadolu halkıdır. Anadolu halkının sazı olan, sesi olan, kalemi olan, dili olan halk ozanlarıdır. Halk ozanlığına geleceğiz, ama ben ilk önce Osman Dağlı diyeceğim. Yıllardır ismini duyduğum, görmek istediğim, uzun yıllar Almanya’da yaşadığı için bir türlü görüşemediğim Osman Dağlı. Şiirleriyle, eylemleriyle, görüş ve düşünceleriyle Osman Dağlı’yı tanımak istiyoruz. Birçok ozanımıza cesaret vermiş, ögütler vermiş, önayak olmuş bir isim Osman Dağlı ismi. Bize yaşamınız hakkında neler söylersiniz?

1936’da Kahramanmaraş’ın Afşin İlçesine bağlı, eski adı Hunu Köyü olan Arıtaş Beldesi’nde doğdum. Tabii ki ben de herkes gibi dünyaya gelirken, dünyadaki olacakları bilmiyordum. Hacı Osmanoğulları soyundan geliyorum. Sünni kökenli bir ailede yetiştim. 17 yaşında cami ve minare yaptırma derneği başkanlığına beni getirdiler. 17 sene medrese 6 sene de tarikatlarda hizmetim var. Nurculuk’tan Süleymancılık’a geçtim. Daha sonra da Süleymancılık’tan ayrıldım. Hayatımın üç bölümü var. Birincisi yukarda anlattığım devir. Ben neye inanmışsam onun en güzelini yapmaya çalıştım. Örneğin Hz. Muhammed’e övgü yazdım.

 

Nasıl methedeyim sultanım seni

Sırrı hakikate giden senindir

Sevgine bahşettiği iki cihanı

Aşkınla vekayı bulan senindir

 

İlahi ismini isminle kaptı

Mecnununa leylasını arattı

Yüzün suyu hürmetine yarattı

Hasıl on sekiz bin alem senindir

 

Aşkın mekan tutmuş binlerce canda

İsmin zikrolunur hatmi Kuran’da

Mağripten maşrığa bütün cihanda

Çekilen dert ile elem senindir

 

Dağlı’mdostu seven bulur nihayet

Sırrı ilahiden ola inayet

Altı bin altı yüz altmış altı ayet

Dillerde zikr olan kelam senindir

 

 

Ama işte o zaman 6666 ayet olarak tanıdığım bu Kuran’ın 380 ayetinin de eksik olduğunu artık bugün biliyorum. Neye inandımsa onun en güzelini yapmaya çalıştım. Fakat sakat taraflarını da eleştirmeyi sürdürdüm. Ben o dönemde de hocaları hicvetmiştim.

Menfati için hatim indiren

Sihir yapıp temiz başı döndüren

Muska ile sağı solu kandıran

Maske ile mihraba duran hoca mı

 

 

Bu sözüm size hacca gidenler

Dönüp birbirini gıybet edenler

Dini siyasete alet edenler

Menfaate yalpa vuran hoca mı

 

Dağlı’m yine geldi kürreyi arzı

Kimdir farkedilmez asrın yobazı

Riya ile kılıp beş vakit farzı

İki metre sarık saran hoca mı

 

diye yazmıştım o zaman. Ama bu yollar beni tıkadı. Çok araştırdım ama bu tarikatlar da bana bir şey vermez oldu.

Zamanla 1950’li yıllardan sonra toplumsal olaylar, toplumun sorunları beni derinden etkiledi. Orada bir değişime girdim. Daha sonra ise Alevi felsefesini keşfettim. 35 / 40 yıldır da Alevi kültür ve felsefesinin tüm gizlerini, tüm zenginliklerini araştırmaya çalıştım. Bu yola bağlandım, bu yola girdim. 4 kapı 40 makamı görerek, yaşayarak, inceleyerek bu felseye bağlandım. Bu felsefeyi savunuyorum. Alevi felsefesinin, kültürünün gerçekliğini, zenginliğini her tarafta savunmaya başladım. Alevi felsefesindeki insana verilen değer, sosyal duyarlılık, beni çok etkiledi. Benim yaşamımı Alevilik belirler oldu. Yazdığım şiirleri etkiledi. Kendimin geçirdiği aşamaları ise; meclisten meyhaneye, meyhaneden sosyalizme diye özetleyebilirim.

Bir ozan nasıl yetişir, gelişir de halk ozanı olur?

Örneğin, Pir Sultan Abdal Anadolu’da Sivas halkının bağrından doğmuş, halk ozanı içinde yaşadığı halkın bağrından doğar. Halk ozanı; bireysel olarak çağında ve içinde yaşadığı toplumdan sorumluluk duyan, halkın sorunlarına gönül vermiş, dünyada tüm insanlığa karşı yapılan kötülüklere karşı tepki duyan, sazıyla sözüyle, kalemiyle halkın özlemini, kavgasını, sevdasını, öfkesini, isyanını dile getiren bir insandır. Ne var ki, halk ozanının veya herhangi bir sanat adamının kimliğini, belirleyen onun güzel saz çalması güzel türkü söylemesi belirlemez ozanın ve sanatçıların kimliğini onların sınıfsal tavrı, toplumsal karakteri belirler. Ozan ve sanatçı halkı sömüren ezen zorbanın yanında mı, yoksa ezilen horlanan mazlumun mu yanında yer alıyor? Halk ozanı hakkında kıstas bu olmalı. Ozan içinde yaşadığı toplumun gözü kulağı ve dilidir. Ozan gelişimci çağında ileri bakan, düşünen, okuyan, araştıran, sorumlu, yaratıcı bir insandır. Bireysel olarak da ozan böyle olur. Ozanlar var sözüm ona ülkücü patronun yanında işçilerin emekçilerin grev çadırlarına saldırıyor. Biz bunlara ozan değilsiniz demiyoruz ama biz onlar gibi düşünmüyoruz. Ne var ki cunta şeflerine övgü yapan ozanlar türedi. Burada tüm ozanlara bir şiirimle bir mesaj vermek istiyorum.

 

Birozanın halktan ayrı yaşamı

Balığın karaya düşmesi demek

Midesine bağlı sanat adamı

Çıkar pazarının yosması demek

 

 

 

Şöhreti unvanı zirvede olsa

Kral sarayında ödül kazansa

Kavgada halkından geride kalsa

Tilkinin köşeye pusması demek

 

Sorunsuz sanatçı tarafsız ozan

Yozlaşır arada kalır her zaman

Halkı öğrettiğin tutmayan ozan

Rüzgarın kayaya esmesi demek

 

Meydanı boş bulsa ucuz kahraman        Osman Dağlı sorumluluk duymayan

Saray dalkavuğu yamandır yaman         Çıksın aramızda dürüst olmayan

Yağma sofrasında karnın doyuran          Velhasıl gücünü halktan almayan

Yem kuşunun faka basması demek       Karlı dağın kuru çeşmesi demek

 

 

Halk ozanlarının halkının yanında olması gereken insanlar olarak nitelendirdiniz. Bir de bir başka husus var ozanlık geleneği için. Şu gerçeği de dile getirmek gerekiyor, günümüzdeki halk ozanlarının da damarını sürdükleri bir edebi birikim var, tarihimizde; Anadolu tarihinde. Türk Milleti’nin, Türk Ulusu’nun yüzyıllar boyu başından geçenleri, törelerini, inançlarını, çilelerini, dünyaya bakışını anlatmış ozanlar eserlerinde. Anadolu’ya gelene kadar da, Anadolu’da bulundukları dönemde de. Alevi-Bektaşi halk ozanlarının şairlerinin dışında da bu ozanlık geleneğinin ilk öncüleri, ataları, ilk öğreticileri kimler olmuştur? Elbette ki halkının yanında, haksızın karşısında duracaktır duyarlı insan ve halk ozanı, fakat bu kavramlardan önce de sevgi, aşk, doğaya ilgi, farklı konularda şiirler yazmış ozanlar var. Yüzyıllar öncesinden bu insanların beslendikleri kaynaklar neler olmuştur sizce. İlk önce halk var elbette, masallar, halk ezgileri, anlatıları... İlk ozanlar hakkında, ozanların tarihi geçmişleriyle ilgili bilginiz var mı?

 

Günümüzde halk ozanlarının da damarını sürdükleri bir edebi birikim var. Bu birikimi Anadolu’ya gelmeden de geldikten sonra da Türk Ulusu’nun törelerini inançlarını asırlardır anlatan, Alevi Bektaşi halk ozanlarının dışında varlığını sürdüren ozanların/şairlerin ozanlık geleneğinin öncüleri, ataları, öğreticileri, kimlerdir sorunuzu yanıtlamadan önce ozanlar tarihine bir göz atarsak insanlık tarihi kadar eski oluşunun yanı sıra Anadolu’da sayısız medeniyetler yaşamış olması da bize bazı tarihi gerçekleri anlatmaktadır. Bizler ancak ozanlık geleneğinin atalarını yazılı edebiyat tarihine göre yanıtlamamız sorunuzu yanıtlamamızı kolay kılacaktır. Örneğin; bir Gılgamış Destanı; Gılgamış bir destan yazmış bu destan 3700 yıl öncelere dayanıyor. Dede Korkut, Hasidos 3 bin yıl önceleri hiciv ve taşlama biçiminde rüşveti haramzadeleri yeren şiirler yazmış. Homeros ve Han Duvarları eserinin sahibi Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışlar Anadolu halk ozanlığını, halk şiirini besleyen, büyüten ozanların ataları sayılır. Bunun yanı sıra Anadolu’da efsaneleşen Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun. Anadolu’nun bir başka özelliği de Alevi-Bektaşi/Kızılbaş felsefesine bağlı halk ozanları 14 asır öncelere uzanan ozanlık geleneğini Anadolu’ya taşıyan Seyit Nesimiler, Şah Hatayiler, Yunus Emreler, Kaygusuz Abdal, Harabi, Virani, Kalender Çelebiler, Sadık Baba, Erzurumlu Emrah, Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan Haydar sayısız tarihe çetmik atan nice adsız ozanlar yaşamış Anadolu’da. Anadolu’da halk ozanlığını zenginleştiren kopuz çalarak Anadolu’ya gelen Şamanlar ve Bektaşilerin kültürel yoğunluğunu kimse yadsıyamaz. Alevi felsefesine bağlı kalan ozanlar Seyit Nesimi’den, Yunus Emre’ye ve günümüze kadar Türkçe konuştular. Burada bir noktanın altını çizmek gerekirse; Şah Hatayi’den bugüne dek halk ozanları Kuran’ın lafzına değil özüne sadık kalarak Kuran’ın bütün gizlerini çözmüşler. Bir Hayyam bir Yunus Emre, Edip Harabi’ler Türkçe dilini rehber edinmişler. Yoksa dinimiz Arapça, dilimiz Türkçe Anadolu’da Arap ve Acem dilinin boyunduruğu altında kalırdık. Anadolu’da özet olarak söylemek gerekirse Alevi-Bektaşi kültürünü kaldırdığınızda ortada sağlıklı bir kültür kalmaz.

Doğa ve insan sevgisi hakkında neler söylersiniz?

Doğa ve insan sevgisi Alevi-Bektaşi felsefesinin özünde var. Bunu ben yaşayarak gören bir ozanım, konuyla ilgili insanı doğayı, güzeli sevdiğime kanıt özümden kopan duygularımla ilgili birkaç şiirle yanıtlamak istiyorum.

 

Ateşten Gömlek

 

 

Üryan büryan girdim aşk meydanına

Ateşten bir gömlek giydim erenler

Mansur’la dar oldum Hakk divanına

Serimi meydana koydum erenler

 

Önce bir mürşide eyledim biat

Kuran’ı Samit’ten kıldım feragat

Divan-ı Ali’de verildi berat

Bir ulu kervana uydum erenler

 

Dört kapı kırk makam ilmi cavidan

Bize bizden yakın Hazreti Süphan

Secdemiz ademe kıblemiz insan

Dost elinden içip kandım erenler

 

Miraç aynel yakın görebilirsen

Güzel seven aşık haccı neylesin

Kabe gelsin bizi tavaf eylesin

İblisi yurdumdan sürdüm erenler

 

Seyit Nesimi’nin nefesin tuttum

Güzeller içinde kendim unuttum

Talip oldum mürşidi okuttum

İnsana muhabbet duydum erenler

 

Bedreddin’in aşkı Mansur’un darı

Puthanede seçtik yarı ağyarı

Dağlı’ya anlatmak için bunları

Otuz yıl posteki saydım erenler

 

Duy

 

 

Ey benimle ok atışan ahali

Bir sevdaya düçar olduğumu duy

Onlara bıraktım malı melalı

Meşru ticareti bulduğumu duy

 

Bıraktım cübbemi attım sarığı

Batın diyarına çektim çarığı

Benlik kalesine çat ettim tığı

Müjdesiz bir bahre daldığımı duy

 

Dilenciyim fakat eynim çul değil

Şeydullahım sevgi para pul değil

Eskiden geçtiğim dağlar yol değil

Şu dakka dünyaya geldiğimi duy

 

Bomboş medresede tesbih çekmekten

Nakışlı halıda nazar dökmekten

Her beyaz sakala boyun bükmekten

El silkip usanıp kaldığımı duy

 

Beşyüz yaşındayım bugün doğmuşum

Sade insanlığa boyun eğmişim

Eski şahı sarayından kovmuşum

Turnamı tarika saldığımı duy

 

Dağlı’yım çeşmimde eyledim gusül

Hakikat sırrına olmak için vasıl

Kıblem veci adem Mustafa Resul

Minberim mihraçsız bildiğimi duy

 

 

 

Menekşe

 

Yaz gelende yavaş yavaş çıkarsın     Baktım etrafına çayırla çimen

Bezenir kokunla dağlar menekşe       Laleye sümbüle vermezsin aman

Neden güz gelince boynun bükersin  Goncalar gülşeni açtığı zaman

Arzular hastalar sağlar menekşe        Yurt olur bülbüle dağlar menekşe

 

Mavi rengin zülüflerin dolaşık             Gez Dağlım usanma sevda peşinde

Kokun miski amberlere ulaşık            Gönlüm alev aldı aşk ateşinde

Visaline vasıl olmayan aşık                 Mecnuna dönmüşüm dağlar başında

Elbet için için ağlar menekşe              Elbet gözüm yaşı çağlar menekşe

 

 

 

Aşk

 

Cehennemin bucağında gizlenir         Tanımaz korkuyu bilmez imanı

Çıkar yücelerden seyran eder aşk     Sarı gazel yapar zümrüt çimeni

Yarası görünmez fakat sızlatır            Parçalar sultanı yırtar fermanı

Girdiği vücudu hayvan eder aşk         Tacı devletini viran eder aşk

 

Kula ruhsat verir padişah kılar            Aşk önünde ay ve güneş kararır

Şahı mecnun eder çöllere salar          Aşk önüne hayat ile varılır

Aşkın bir zerresi bin dağı deler            Dağlı’m aşk meyinden içen gönül durulur

Güneşe pas çeker duman eder aşk   Bin daldan bin dala ceylan eder aşk

 

 

Ne zaman kurulmuştu bu dernek, kimler vardı dernekte?

Temeli 1961’de atıldı, 1964’de benim başkanlığımda kuruldu, benzeri oluşum İstanbul’da başlatılmıştı ama yürümedi. Ankara’da Kul Hasan, Aşık Ahmet Mahzuni, Çırakman, Aşık İhsani, Haydar Aladeli, Aşık Mahrumi vardı. Ben 1971’de zorunlu olarak yurtdışına çıktım benden sonra çıkarman baykutla birlik köy enstitüsü köylerde kutluyordu dev genç Antep’de fıstık mitingi yapıyor, Malatya’da haşhaş mitingi biz oradaydık. O dönemde Mahzuni’nin, Feyzullah Çınar’ın okuduğu döneme ait şiirlerden birkaç örnek sunacağım.

 

 

Ne sefalet kalkar ne kavga biter

Sosyalist bir düzen kurulmadıkça

Ne işsiz tükenir ne ekmek yeter

Bakan köylü gibi yorulmadıkça

 

Köylü eker biçer kendisi yemez

Aracı tefeci insaf eylemez

Dünyada insanlık huzur göremez

Kurtuluş Savaşı verilmedikçe

 

Bıçak kemiktedir olanlar yeter

Nikson’un borusu başımda öter

Ne Kıbrıs kurtulur ne mektup biter

NATO’nun zinciri kırılmadıkça

 

Sarsıldı kemalin kurduğu eser

Yurda itler girdi oldu müeesser

Ne kalem kırılır ne şair susar

Faşistler yurdumdan sürülmedikçe


Maksudi gün gelir ölürsen şayet

Yurdumu oğluna eyle emanet

Ne yasa hükümlü ne de adalet

Haksızın hesabı görülmedikçe

Amerika yurttan sürülmedikçe

 

 

O zaman 101 tane Amerikan bayrağı vardı ülkemizde. 50 yıldır ne bir toprak reformu yaptılar, ne halktan yana bir düzen yürüttüler. Anarşiyi yarattılar. Biz fikir kulüpleriyle devrimci halk ozanlarıyla yan yanaydık. Gençlik arasında fikir kulüpleri arasında ayrılıklar başladı. Halkevlerinin çalışmaları vardı. Hüseyin Çırakman’la biz köylere gidiyorduk. Hasanoğlan vb. Yozgat’a gittik. Halk ozanları olarak yurdun gezmediğimiz yeri kalmadı. Birlik dayanışma vardı. Halkın içindeydik. İsmet Paşa “Ortanın solundayım” dedi. Baktı ki, Türkiye İşçi Partisi gelişiyor, öyle bir şey attı ortaya. Hala o düzen gidiyor işte. Dünyada öyle bir kavram da yok aslında, Türkiye’de var. Malatya’da onun heykeline şunu okudum:

 

 

 

Sağır Sultan Türk Milleti uyandı

Ya ağadan yana ol ya bizden yana

Yaşın vardı doksan beşe dayandı

Ya ağadan yana ol ya bizden yana

 

Tahsildarın neler yaptı millete

Bu yüzden oy verdik demirkırata

Tarihten silinmez yaptığın hata

Ya ağadan yana ol ya bizden yana

 

Plancıyım dedin pilavı yuttun

Fukarayı ezdin ağayı tuttun

Bayar’la seviştin yurdu unuttun

Ya ağadan yana ol ya bizden yana

 

Merler işkencede zindanlar dolu

Böyle mi sürülür atanın yolu

Çürük bir barajdır ortanın solu

Ya ağadan yana ol ya bizden yana


 

Osman Dağlı’m tarih affetmez seni

Zincire vurduğun insanlar hani

Çile fukaraya hükümdar Coni

Ya ağadan yana ol bizden yana

 

 

O dönemde sıcak bir gençlik hareketi başladı. Antep’te Fıstık Mitingi’nde, tankların üzerine yürüyen gençlere bizler de halkın türkülerini söyleyerek destek oluyorduk. Malatya’da Haşhaş Mitingi... Bilmem yurdun her yerindeki mitinglerde gençlerin yanındaydık, bizler. İhsani başından sonuna eylemlerle iç içeydi benimle. Yalnız o dönemde Mahzuni bizden ayrıldı. Sadece ayrılan o oldu. İşçi Partisi’nde Çankaya İlçesi’nde üyeydi, oradan ayrıldı. Hem de Ozanlar Derneği’nin ikinci başkanlığından ayrıldı. Ondan sonra ilişkilerim fazla olmadı Mahzuni’yle. O zamana kadar en güçlü şiirlerimi Mahzuni okudu. Ondan sonra Feyzullah okudu. O dönemlerde gençliğin de, halkın da büyük bir sıcaklığı, dayanışması, birbirlerine karşı sevgisi, saygısı vardı. Bize Halkevleri, TÖS, TİP, gençlik sahip çıkıyorlardı. Ozanlara sahip çıkıyorlardı. 1971’den sonra, tabii bizler birçok ozanla birlikte Emekçi, Şahturna, Zamani gibi birçok ozan yurtdışına çıkmak zorunda kaldık.

Ben ilk kez 1965’te Aziz Nesin’i, Ruhi Su’yu Ankara’ya getirdim. Aziz Nesin, Ruhi Su, Yaşar Kemal’le Adalet Partisi’nin önünden geçerken: “Moskova’ya, Moskova’ya Komünistler” diye bağırıyorlardı. Aziz Nesin de o zaman dedi ki: “Yahu bize hacet kalmadı, Demirel bu işin propagandasını yapıyor. Bizi Moskova’ya gönderiyorlar da bilet paramızı kim verecek?” Maraş’ta işkence gördük biz, 54 kişi. Ecevit bize sahip çıkmadı. Mahir Çayan’ı Anma Gecesi’nden bizi aldılar üç gün boyunca işkence yaptılar bize, “onlar bizden değildir” diye Ecevit bize sahip çıkmadı. Ama biz onu camilerden sıkılan kurşunlardan kurtardık. Dağlara taşlara Ecevit yazdırdık, sonunda adam bize düşman oldu. 1974’te tespit ettim bu adamı. Ecevit Almanya’ya gelmişti. Orada “ben sağa da, sola da karşıyım” demişti.

Almanya’dan Türkiye’ye ne zaman dönebildiniz?

On sene Almanya’dan Türkiye’ye dönemedim.

Almanya’daki yaşamınızdan bahseder misiniz, çektiğiniz sıkıntılardan, acılardan?

Aşağı yukarı 26 yıldır Almanya’dayım. Ülkemiz beynimizden hiçbir zaman çıkmamıştır. Yüreğimiz de hep ülkemizle olmuştur. Birkaç kişi vardır, hep Türkiye’yledir işimiz bizim. Hiçbir dakika aklımız burdan çıkmaz. Fakir Baykurtlar, Zamaniler, Emekçiler, Şahturnalar devamlı beraber olduğumuz insanlardır. Biz orada hiçbir zaman Alman Devleti’ne, Alman burjuvazisine teslim olmadık. Kanallarda, inşaatlarda çalıştık, kimseye muhtaç olmadık, yine bileğimizin, emeğimizin, düşüncemizin gücüyle yaşadık. Yalnız birçok kişi böyle çalışmayı göze alamadı.

Almanya‘ya ilk gittiğimde Deniz Gezmişlerin anısını yaşatmak için 7 saat süren bir etkinlik yaptım. Konserlerle tüm Avrupa’yı gezdik. Şafak Dergisi’nde yayımlanan şiirlerim geniş yankı uyandırmıştı.

Biz daha sonra Yaban El diye bir dergi çıkardık. Onda şiirlerim yayınlandı. Ondan sonra Yılmaz Güney geldi. Yılmaz Güney’le de Demokratik Halk Ozanları Birliği’ni, Sanatçılar Birliği’ni kurmaya çalıştık. O da siyasi dayatmalara girdi, biz reddettik. Herkesin kendince bir siyasi görüşü vardı. Sanatta herkes kendi siyasetini dayat-maya çalıştı, o da tutmadı. Biz reddettik. Ali Asker vardı, demokrat ilerici, ozanları şairleri bir araya getirip etkinliklerde bulunuyorduk, halen bu sıcaklık devam ediyor. Sivas katliamından sonra, bu katliamı kınayan ilk kaseti Almanya’da ben yaptım.

 

Sivas Dramı

 

 

Devleti Osmanlı fitneyi devran

Diri diri yandı otuz yedi can

Sokaklarda sürüklendi Pirsultan

İşte kanlı Sivas işte Kerbela

 

Halkların düşmanı kuyucu Murat

Yargısız infaza maske adelet

İnsanlık yanarken seyreder cellat

İşte kanlı Sivas işte Kerbela

Ozanlar şairler düşünen canlar

Özgürlük bedeli dökülen kanlar

Bir ölürüz bin doğarız hainler

İşte kanlı Sivas işte Kerbela

 

Emek alın terim kutsal sevdamız

Sanmayın susacak türkülerimiz

Asırlardan beri sürer kavgamız

İşte kanlı Sivas işte Kerbela


 

 

Asıl Direnecek Zaman

 

 

Dünya alt üst oldu denge bozuldu

Asıl direnecek zaman bu zaman

Kaleler yıkıldı buzlar çözüldü

Asıl direnecek zaman bu zaman

 

Önce ihanetle geldik yüz yüze

Zındanlarda tuzak kuruldu bize

Madem ki kavgayı almışız göze

Asıl direnecek zaman bu zaman

 

Adaletsiz yargı yargısız infaz

Herkesin ettiği yanına kalmaz

Devrimciler ölür devrimler durmaz

Asıl direnecek zaman bu zaman

 

Dağlı’nın çığlığı mert olanlara

Sıklaştır safları atıl önlere

Hazırla kendini zorlu günlere

Asıl direnecek zaman bu zaman

 

 

Yani ülkemizde olan olaylardan hiçbir saniye ayrı kalmadım. Hepsini tarih tarih olayları anlatmakta benim şiirlerim. (Ne sefalet kalkar / Ne kavga biter şiirimi Mahzuni, Gülabi, Muhlis Akarsu, Feyzullah.. hepsi okudu. )

Zam, zulüm, insan hakları, kadın hakları tümüne ilişkin eserlerin tümü tarihleriyle beraber şu anda elimdedir. Ben hiçbir zaman bu duyarlılıktan kopmadım. Almanya’da işçi olarak çalışarak daha fazla anladım emeğin önemini, sosyalizmi orada daha iyi kavradım, çünkü emekçiydim. İnanın ki ömrüm madenlerde, inşaatlarda, kanallarda geçerken ıstırabını öyle içimde duydum ki bunu ne kadar yazsam azdır.

Bazı arkadaşlarsa kötü yollara saptı. Ben Almanya’da nereye gidersem gideyim orada bir evim, dostum vardır. Ben insanı yalnız insanı ve doğayı severim.

Kimsenin ne malına, ne canına kastımız vardı. Bizim savunduğumuz şey Afrika’da, Asya’da Avrupa’da tüm insanların mutluluğudur. Kim olursa olsun bir insana, insanlığa bir kötülük geldiği zaman ona karşı durmak ozanlığın gereğidir. Ozanlığın kıstası bence budur.

Kimi Alevi kökenli kardeşlerimiz, Avrupa’daki Alevi örgütlerinin düzenlediği etkinliklere on bin marktan aşağı katılmıyorlar. Nerede bunların Alevilikleri? Türkiye’de insanları yakıyorlar. Almanya’da Türkleri yakıyorlar. Ben Almanya’da Alman devleti nezdinde üçüncü sınıf vatandaş olarak yaşıyorum. Bütün işçiler aynı şekilde. İşi ilk önce Alman’a, sonra Ortak Pazar üyesine üçüncü ancak bana verir. Demek ben üçüncü sınıf vatandaşım orada. Bizi yakıyorlar, çünkü halkanın en zayıf noktası biziz. Bir Alman bir İtalyan’a bir tek tokat vuramaz. Bir Yunan’a, bir Fransız’a bir şey yapamaz, bir Amerikalı’ya zaten parmağını dürtemez, ama biz Türkleri yakıyorlar. Biz de diyoruz ki, Türkiye’de Aleviler örgütlenmek zorunda. Aleviler dağınık. Her biri bir yerde kümelenmiş. Her biri bir şeyin peşinde. O zaman kardeşim sen nasıl kurtulacaksın? Sen inancıyla, kültürüyle, felsefesiyle, tarihiyle tümden Aleviliği ortaya çıkarmak için örgütlenmek zorundasın. İşte seni yakıyorlar. Aleviler en zayıfı da o yüzden yakıyorlar. Devlet de yakıyor, gerici de yakıyor. Elbistan, Ortaca, Tunceli olayları unutuldu. Maraş, Çorum, Sivas devam ediyor. Dersim’den al bugüne kadar hep aynı şeyler. Bu hemen her zaman tekrarlanıyor. Ama Aleviler kendi kültürlerine yabancılaşmış. Hala direnenler, bilinçli, olayı bilenler var ama onlar da bir araya gelmiyorlar. O zaman da herkes kendine göre bir Alevilik çiziyor. Yıllarca ben içindeyim ama “Alevilik nedir?”’in cevabını araştırmayı sürdürüyorum. Bakalım ilerde inşallah bir kitap çıkaracağım.

Yunus Emre, Pir Sultan çok sevdiğiniz ozanlar. Onlar hakkında neler söylersiniz?

Bu konuda yunus Emre ve Pir Sultan, Seyit Nesimi gibi insanı, doğayı, hayatın gerçek yüzünü Türkçe olarak asırlar boyu bize taşıyanlar için bazı şiirlerimle sorunuzu yanıtlamaya çalışacağım.

 

Çağdaş Yunus

 

 

Yunus devrin savdı getti

Gönüllere mesken tuttu

Devran bize geldi çattı

Duymayanlar duysun bizi

 

İlmek ilmek sevda ördük

Hakk’ı aynel yakın gördük

Biz insana gönül verdik

Varsın softa yersin bizi

 

Mirac’ı indirdik yere

Dolduk taştık gönüllere

Biziz çağdaş Yunus Emre

Bilmeyenler bilsin bizi

 

Mansur gibi darı seçtik

Halk uğruna serden geçtik

İnsanlığa kucak açtık

Görmeyenler görsün bizi

 

Kutsal emek alın terim

Zulme karşı isyankarım

Pir Sultan Haydar rehberim

Dost katara saysın bizi

 

Maksudi’yim sevda ören

Biziz İncil biziz Kuran

Biziz örse çekiç vuran

Tüm insanlık ansın bizi

 

 

Otuz Altı Yıl

 

 

Otuz yıl aradım gökte Allah’ı

Bizim evde buldum ol güzel Şahı

Karanlıkta farkeyledim şafağı

Uyudum uyandım yeniden doğdum

 

Füze yaratıyor çarpışan fikir

Bizi aç bıraktı duayla zikir

Hakkı aynel yakın gördük çok şükür

Uyudum uyandım yeniden doğdum

 

Rahleyi aşk üzre dersim özveri

Geldiğim diyara dönmedim geri

Bir canlı kitapta kıldım kararı

Uyudum uyandım yeniden doğdum

 

Üryan büryan oldum girdim irfana

Orda ruhum teslim ettim canana

Gizlerin miftahı verildi bana

Uyudum uyandım yeniden doğdum

 

Saki oldum serçeşmenin gözüne

İtibar etmedim vaiz sözüne

Meyhaneden sızdım pirin dizine

Uyudum uyandım yeniden doğdum

 

Bir zaman oturup posteki saydım

Ne medrese koydum ne mektep koydum

Kardeş sofrasını meydana yaydım

Uyudum uyandım yeniden doğdum

 

Dağlı’mın sevdası sanmayın rüya

Sarığı cübbeyi bıraktım suya

Yedilerle yatmış idim uykuya

Uyudum uyandım yeniden doğdum

 

 

Kor Yüreğim

 

 

Yanar kor yüreğim tutuşur özüm

Şu yaban ellerin sokaklarında

Deryalar dökülse sönmez ateşim

İsyan alevlenir dudaklarımda

 

Fırat bize dargın Dicle bulanık

Şehirlerde kabus dağlar karanlık

İhanet pusuda düşüncem sanık

Zulmün karanlığı şafaklarımda

 

Gene göçer oldu serhat elleri

Kara basan mayınlamış yolları

Zafer habercisi öfke selleri

Çağlıyor sevdamın doruklarında

 

Her yerde sefalet yollarda zulüm

Hücrede işkence dallarda ölüm

Zindan duvarların parçalar gülüm

Zafer direnişin odaklarında

 

Osman Dağlı’m özgürlüktür ereğim

Namertlere Pazar oldu emeğim

Bir umudum kaldı bir de yüreğim

Doğacak güneşin ufuklarında

 

Sanat

 

Sanat bir silahtır usta ellerde

Demiri tavında dövebilirsen

Umut olur keskinleşir dillerde

Çeliğe suyunu verebilirsen

 

Alevi kültürünün içinden gelmiş dinamikleri yok ederek bir yere varamayız. Örneğin Pir Sultan Abdal Dernekleri var. Bu derneklerin kuruluş amaçları nedir? Pir Sultan’a sahip çıkmak. Adam “gelin canlar bir olalım” deyip geçiyor. Hayır. Pir Sultan’ın söylediği asıl dinamikleri onun düşmanlarına terk ediyoruz. Pir Sultan öyle demiyor. Derviş Dede’yle bir tartışmamız oldu o konuda. “Osman Dağlı bizi tahrik ediyor” diyor. “Şimdi Pir Sultan böyle demiyor” dedim, Pir Sultan “Gelin canlar bir olalım, münkire kılıç vuralım, mazlumun hakkın alalım, ondan sonra tevekkel olalım (Tanrı’ya bırakalım işi)” Biz baştan onun yüreğini ve beynini düşmanlarına teslim ediyoruz. Pir Sultan Abdal’ı değerlendirirken elbette onun sadece bu yönünü değil de tarikata olan hizmetlerini de dile getirmeliyiz.

Pir Sultan, “ben de bu yayladan Şah’a giderim” diyor. Ama sanatçılarımız onu ben de bu yayladan yare giderim şeklinde değiştirerek okuyorlar. Pir Sultan doğa için de çok söylemiştir. Aşık Veysel de söylemiştir. Pir Sultan, “Ötme bülbül ötme şen değil gönlüm” diyor. Niye şen değil gönlü Pir Sultan’ın? “Dost senin derdinden ben yana yana”. Pir Sultan’ı incelerken bu karakterini ortaya çıkarmak gerekiyor. Şimdi biz bunu gözardı ediyoruz, “Gelin canlar bir olalım, iri olalım” diyoruz. Sonra ise Ecevit de, Türkeş de diğerleri de, “gelin canlar bir olalım, oyunuzu bana atın” diyorlar. Pir Sultan Dernekleri gerçek bir hizmet vermek istiyorsa, Pir Sultan’a, onun görüşlerine, düşüncelerine gerçekten sahip çıkmalıdır. Yoksa dernek kurmakla her şey bitmiyor. Onun şiirlerine bu dernekler sahip çıkıyor mu? Yok. Türkiye’de tüm bunların dile getirilmesi gerekir. Üreten, yaratan, toplumu/halkı için ölümleri göze alanların değerinin bilinmesi gerekir.

Kaç eseriniz var? Bunları kitap haline dönüştürmek istemiyor musunuz?

İki bin eserim var. Bunları kitap haline getirmeyi düşünüyorum. Fakat, bir kişiye ihtiyacım var; bunları derleyip toparlayacak, şiirlerin anlamlarını açıklayacak. Onun önüne beş altı yüz şiirimi koyacağım, o da bu şiirlerle beni yazacak. Bu adam ne yapmış, tarih tarih nerede ne yapmış, bunu yazmalı o kişi. Ben 1950’lerden sonra toplumsal şiir yazmaya başladım. Benim şiirlerim tarihi belgelerdir bana göre.

 

 

Kurtuluş Savaşın verdik de ne oldu

Yine aynı hamam yine aynı tas

Padişahı yurttan sürdük de ne oldu

Yine aynı hamam yine aynı tas

 

İsim değiştirdi mevsimler aylar

Sadece taşındı köşke saraylar

Meclisi mebusan şeyhler ağalar

Yine eski hamam yine eski tas

 

İrtica hortladı Kubilay öldü

Yurtsever aydınlar suda boğuldu

Fes değişti kafa yerinde saydı

Yine eski kafa yine eski tas

 

Biz kalktık da Avrupa’ya özendik

NATO’nun Cento’nun emrine girdik

Köy Enstütileri’ni kurbanlık verdik

Yine eski hamam yine eski tas

 

Çok partili devre girdik dediler

Köylüye hürriyet verdik dediler

Biz çalıştık onlar havyar yediler

Yine eski hamam yine eski tas

 

Ellide devirdik döktük kazanı

Tamir etmek için bozuk düzeni

Arapça okuttuk Türkçe ezanı

Yine eski hamam yine eski tas

 

Dağlı’m senin bu derdini halk anlar

Hep suyun başına geçti masonlar

Meğer gizli gizli anlaşmış bunlar

 

Yine eski hamam yine eski tas

 

 

Aşık Yener’i tanıyor musunuz?

Onu da çok severim. Ama ayrılıklar, uzak mesafeler girdi aramıza. Yener’in de çok kuvvetli şiirleri var. Kul Hasan’ın aynı şekilde, çok kuvvetli eserleri var. Düşünmek serbest ülkemizde, söylemek suç. Bu nedenle, buradakiler de kendi eserlerini ya tam üretemiyor, ya da söyleyemiyorlar. Ülkemizin en önemli sorunu bu bence; düşündüğünü söyleyememek. Dışardakiler daha serbest bu konuda. Biz bu düzene hiçbir zaman teslim olmadık, teslim olmayız da. Bu düzenin emrinde çalışmayız. Biz yeni dünya düzenine karşıyız. Bugün emperyalizmin bu silah pazarları insanlığı açlığa sefalete sürükleyen; insanlığın mutluluğunu yok eden bu silah pazarları ortadan kalkmadıkça dünyada barış olmaz. Ülkemizde de sorunlar vardır, bunların dışında değiliz. Bizim sorunumuz bu. Bazı ozanlar kendi kendilerine sansür koyuyorlar. Gerçekten çokları kendi kendilerine sansür koyuyorlar. Bozuk düzeni kuranlara karşı koyacak bazı imkanlar varken, bundan kaçınılıyor. Yargısız infazlara, kayıplara karşı birşeyler yapılabilir. O insanların yanında yer almak ozanların birinci görevidir.

Genel duyarsızlık ozanları da mı kapsadı?

Evet. Ozanları da kapsadı. Bunu yıkmak lazım. Ozanlarla tartışıyorum, onları teşvik etmeye çalışıyorum. Bir çıkış yolu bulmamız gerektiğini söylüyorum. Su bulanmış akmıyor, akmayınca da durulmayacak bu su. Bir yol bulup akmalıyız bir yere. Anadolu’ya nasıl bir yol bulup akmalıyız, bunun muhasebesini yapıyorum. Biz hangi damardan gidebiliriz. Bunu ölçüp biçmeliyiz. Şimdiye kadar siyasi partiler bizim sırtımıza bastılar. Biz mi artık onların sırtına basacağız? Biz onu yapmak istemiyoruz. Biz kimseden fazla bir şey de istemiyoruz. Ozanlar ekonomik bakımdan da zayıf. Sanat olarak da zayıflıyorlar. Bazı genç ozanlar var, onlara güvenim var. Bir şeyler yapmalı. Hüseyin Çırakman’la tartıştık. Alevi örgütlenmelerinin içindeyim, kendi gözümle görüyorum. Kimi bilgisiz kişiler, bilgisiz dedeler halka yanlış şeyler aktarıyorlar.

Son olarak söylemek istediğin şeyler var mı? Bu gelenek içinde oldukça önemli bir yere sahipsiniz. Sizin söyleyecekleriniz bu yüzden çok önemli? Umarım kitabınız en kısa sürede yayımlanır. Eserlerinizi toplu olarak okuma imkanı buluruz. Gençler var. Bunlara bir perspektif çizer. Hafızaları kayba uğrayan, dumura uğrayanlara da bir şey hatırlatır. Türkiye’de insan onurunun ne kadar çilelerden, işkencelerden tezgahlardan geçtiğini de bir kez daha hatırlamış olur.

Benim söyleyeceğim şu. Bir defa bu sanatçı, ozan meslektaşlarımız içerisindeki şeyi iyi görmek lazım. Hani, “gönül kalsın yol kalmasın” düsturu vardır Alevilikte. Şunu ayırt etmek lazım; rant için Alevi olmanın önü kesilmeli, yazarı, ozanı, sanatçısı gerçekler için bir şeyler üreten, insanlar için bir şeyler üreten insanların bir araya gelmesi lazım. Anadolu bir kültür abidesidir. Buraları gezerek ozanların, aşıkların eserlerini derlemek gerekir. Buralardan çok şey çıkar. Hala çok şey var Anadolu’da. Alevi ozanlarını inceleyin Aleviliğin inancı, kültürü, tarihi onların eserlerinde saklıdır. Genç araştırmacılara bunu öneriyorum; ozanları inceleyin. Yaşayan ve geçmiş ozanları inceleyin. Onlar Aleviliği anlatıyorlar zaten. Biz bedelsiz gelmedik bu meydana. Bu meydan öyle boş bir saha da değil aslında. Ben diyalektikle ilgili şiirler de yazdım. Ama, özünde hayatı insanı yaşamı, her şeyi anlatan şiirler de yazdım...          

 

Ellerimiz Olmasaydı

 

 

Akıl fikir çalışmazdı

Ellerimiz olmasaydı

Düşünceler gelişmezdi

Ellerimiz olmasaydı

 

Elma bulsak soyamazdık

Fasulyeye doyamazdık

Fabrikalar kuramazdık

Ellerimiz olmasaydı

 

Deney nedir ne bilirdik

Maymundan geri kalırdık

Evsiz ocaksız kalırdık

Ellerimiz olmasaydı

 

Fırınsız ekmek pişmezdi

Günlük hayat değişmezdi

İnsan ayda dolaşmazdı

Ellerimiz olmasaydı

 

İğnesiz bir terzi düşün

Tüm çalgıyı sazı düşün

Kefensiz ölürdük peşin

Ellerimiz olmasaydı

 

 

*****

 

 

 

Selimi:

Başım dağlar kadar dik sözlerim volkan

Yakacak bir cisim arıyorum hey!!

Bazı kılıç oldum bazı da kalkan

Yordamlı kimseye yarıyorum hey!!

 

Maksudi:

Meydanı aşk içre sen bu esrara

Ekebildiysen Allah eyvallah (aha niyazım)

Kılıçsız kalkansız Dar-ı Mansura

Durabildi isen Allah eyvallah (aha niyazım)

 

Benlik illetinden arındım yundum

Ayıklık meyini içene sundum

Levhi mahfuz denen kubbeye kondum

Her mevkiye bir taht kuruyorum hey!!

 

Benlik illetinden arınan bir zat

Her türlü makamdan eyler feragat

Levhi mahfuz üzere gönüllere taht

Kurabildi isen Allah eyvallah (aha niyazım)

 

Hep beraber tadabilsek bu tadı

Canlının cansızın adıyım adı

Cüretimden patlar ödleğin ödü

Cerrahvari neşter vuruyorum hey!!

 

Sureti Hak olan incitmez eri

Hayatın lebinden sunar kevseri

Gönül yarasına vuslat neşteri

Vurabildin ise Allah eyvallah (aha niyazım)

 

İzah acze düşer murada erdim

Sorgu sualimi ölmeden verdim

Musa’dan çok evvel Sina’ya erdim

Tur’dan çıkıp Tur’a giriyorum hey!!

 

İzahı acz olan soylu biçare

Muradı aşk olan pas çeker dara

Üryan püryan olup sineyi Tur’a

Erebildi isen Allah eyvallah (aha niyazım)

 

Anamın karnında konuşan benim

Yusuf’u saklayan kuyudur tenim

Ağzım o ağızdır o ündür ünüm

Yakub’un derdiyle çürüyorum hey!!

 

İsa’yı Ruhullah Hazreti Meryem

Yusuf’un sırrına erilmez her dem

Yakub’un teninde yaraya merhem

Sürebildi isen Allah eyvallah (aha niyazım)

 

Hemi bir deryayım hemi bir sahil

Ustadan ustayım ehilden ehil

Seviye katıya eyledim dahil

Manayı maddeye karıyorum hey!!

 

İstersen usta ol istersen ehil

Sınırsız sınıfsız bizdeki sahil

Dört maddeyi ruha eyleyip dahil

Karabildi isen Allah eyvallah (aha niyazım)

 

Meleklere emir veren yön veren

İlim veren teknik veren fen veren

İyi huya kötü huya kan veren

Kendimi kendimden koruyorum hey

 

Dört meleğe emir veren yön veren

İlmin kapısıdır ilmi vareden

İblisi özünden nefsi yurdundan

Sürebildi isen Allah eyvallah (aha niyazım)

 

İlkinin ilkiyim sonunun sonuyum

Arzın şuasıyım günün günüyüm

Binlere hükmeden birin kınıyım

Sizden size haber veriyorum hey!!

 

Evveli ahırsan beri gel beri

Güneşime gölge etme makberi

Miracı Nebide kutsal haberi

Verebildi isen Allah eyvallah (aha niyazım)

 

Döşüm iman dolu başlı başlıyım

Kainattan daha eski yaşlıyım

Hayretlere mucip kudret işliyim

Sergimi haddimce seriyorum hey!!

 

Gönül hurcun doldurduysan imanla

Kudretin beyandır canlı Kuran’la

Kardeş sofrasını dosta erkanla

Serebildi isen Allah eyvallah (aha niyazım)

 

Ten göçünden öte nar ile nurda

Yolu çok geçidi yok kilidi burda

Havada kalmamış yatmamış yerde

Apaçık meydanda görüyorum hey!!

 

Konup göçer midir güzeller şahı

Sana senden yakın sırrı ilahi

Miraçta perdesiz cemalullahı

Görebildi isen Allah eyvallah (aha niyazım)

 

Benim okuduğum okul bu okul

Bu noktada çatlar pes eder akıl

Eğer muhalifsen karşımdan yıkıl

Mekansıza doğru varıyorum hey!!

 

Vakıfı esrarsan ilmü batına

Benlik yakışır mı Hak sıfatına

Mekandan münezzeh Şahın katına

Erebildi isen Allah eyvallah (aha niyazım)

 

Her kişi yutamaz bu hazır lopu

Kırk hopa karşılık çektin bir hopu

Sefil Seliminiz aşkın sır küpü

Aşık ne demektir soruyorum hey!!

 

Boş değilse Selim’in sır küpü

İster hopu yutsun ister lüpü

Gönülden gönüle aşka bir köprü

Kurabildi isen Allah eyvallah (aha niyazım)

 

Maksudi’yi mahkum eyle sözüne

Bir dost kazanırsın gözü gözüne

Aşık ne demektir kendi özüne

Sorabildi isen Allah eyvallah (aha niyazım)

 

Bu bir anı, bir hatıra, tasavvuf dilinden anlayanlar için çok önemli bir yanıt sayılır. Sevgili Selimi’nin bu boyutta ulaştığı makamlar maddi ve manevi ulaşılması güç olan varlık makamları bilen tasavvuf ehli böyle bir varlık değerlere sahip insanlara saygı duyulur. Bu değer hayalin hayali olmasın yeter ki. Bu yüceliğe, bu makamlara yaşamda ulaşmak kadar güzel ne olabilir. Bu makamları bilen yaşayan tasavvuf ehli erenler sadece sorarlar bu makamları edinseler Allah eyvallah aha niyazın demekten başka bir şey bilmezler.

Ben sevgili Seliminin bu şiirini Necat Birdoğan’ın Alevilerle ilgili bir araştırma kitabında gördüm çok önemsedim yanıtımı duyunca Necat Birdoğan kırk yıldır bir yezide niyaz etmedim aha niyazın diye bir mecliste böyle bir espri yaparak kutladı. Zamanla dost Selimi de bir kitabını imzalayarak beni tebrik etti bu yüzden bu anı dedim. Son Hüdai’yi anma gecesinde çırakman Selimi birlikte oturduk şimdi ondan kalan bir fotoğrafımız kaldı anılır böyle güzel dost içten sevgilerimle aşkı niyazlar başarılar diliyorum.

Sevgili dost, son olarak söylenecek söz çok ama Fuzuli’nin bir şiiriyle sözü bitirelim “dert çok derttaş yok / zaman kısa ecel ferman dinlemiyor, diyor. Fuzuli zaman o zaman bize düşen sevgili meslektaşların düşünen okuyan uyanan ozanlar olmasını dilerim, sevgi saygı dostluk arzularımla sizlere başarılar dilerim. Osman Dağlı, Maksudi…

 

Değişti

 

 

Ömür denen yolun sarp bellerinde

Yürüdükçe aklım fikrim değişti

Tanrı zalimleri kale burcunda

Korudukça aklım fikrim değişti

 

Yavaş yavaş nasırlandı ellerim

Sinemi taşladı dost bildiklerim

Tabu zannettiğim düşüncelerim

Çürüdükçe aklım fikrim değişti

 

Dünyaya egemen mezar taşları

Suyu bulandıran suyun başları

Adam yiyen adaletin dişleri

Görüldükçe aklım fikrim değişti

 

Hırsızın maskesi din iman bayrak

Söylemesi yasak yazması yasak

Düşünceye zincir barışa tuzak

Kuruldukça aklım fikrim değişti

 

Umutlarımı koydum çevrilen çarka

Tükettim ömrümü ah çeke çeke

İnsanlığa zulüm onura leke

Sürüldükçe aklım fikrim değişti

 

Ufuklar değişti uzadı yollar

Saçlarım ağardı kayboldu yıllar

Dağlı’nın gönlünde çağlayan seller

Duruldukça aklım fikrim değişti

 

 

 

Söyleşi; 22-8-1998, Ozanlar Vakfı Merkezi, Ankara

Bu söyleşi Folklor/Edebiyat Dergisi’nde yayınlanmıştır.

 

ESERLERİ

Yaz Baharım Döndü Kışa, Şiirler, 2003, Alevi - Bektaşi Kültür Enstitüsü Yayınları

 

ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER

 

Kavimler Kapısı Anadolu

 

 

Tarihin akışı çağlayan seller

Kavimler kapısı Anadolu’da

Yaşayan tanrıça yaratan eller

Kavimler kapısı Anadolu’da

 

Babam osman oğlu anam abaza

Burda kucak açtık Çerkez’e, Laz’a

Türkmen öz kardeşim eniştem zaza

Kavimler kapısı Anadolu’da

 

Ermeni süryani acem sudanlı

Dedem Moğolistan nenem Asyalı

Bağrımıza bastık Kazak Abdalı

Kavimler kapısı Anadolu’da

 

Alevi Kızılbaş Çepni Tahtacı

Kürdü Türk’ü dost bilmişiz sıracı

Bütün insanlığı ettik baş tacı

Kavimler kapısı Anadolu’da

 

Dağlı’nın sevdası denkler içinde

Bir mozaik gibi renkler içinde

İnsanlık adalet bekler içinde

Kavimler kapısı Anadolu’da


 

Çal Çoban

 

Çal çoban çal

Bu kırlarda hüküm senindir

Kavalında tanrının sesi

Süründe melekler

Sevdaya mı düştün

Yoksa bir derdin mi var

Çal çoban çal

Mor kayaların kınalı keklikleri

Sarpların geyikleri

Hepsi bu sese müptela

Onsuz olur mu çobanım

Çalacaksın tabi

Sümbül tüylü kuzuların

Periler gibi meleşiyor

Ya kavalın ya kavalın

Sümbül kavalında sarhoşta

Dağlar onun için

Şarap kokuyor

Çal çoban çal

Hani şoooooo dağın başında

Bir yanık türkü çalmıştın ya

Gene çal onu

Ben her zaman geçerim buradan

Çal çoban çal

İnsan Hakları

 

 

Sözde insan hakları

Barıştır bayrakları

Dünyayı kana bular

Vahşetin uşakları

Keser döner sap döner

Gün gelir hesap döner

 

Hakları kaldır rafa

Her on yılda bir defa

Hanedanlar çağ atlar

Kafa işte bu kafa

Keser döner sap döner

Gün gelir hesap döner

 

Düşünceye kilit vur

Konuşanı yurttan sür

Meydanlarda kitap yak

Demokrasi bu mudur

Keser döner sap döner

Gün gelir hesap döner

 

Düzenin çeteleri

Kimindir alın teri

Karabasan kan döker

Kanımızda elleri

Keser döner sap döner

Gün gelir hesap döner

 

Akışım Benim

 

Coşkun sular gibi akıp giderim

Sanki bir çağlayan akışım benim

 

 

 

İkrar verdim ikrarımı güderim

Görünmez inişim yokuşum benim

 

 

Her sabah yeni bir dünya kurarım

Gündüz çıra yakar insan ararım

Ne karım bellidir ne de zararım

Bedelsiz sinemi yakışım benim

 

İnsan olmak kolay mıdır dünyada

Gerçeklere ulaşılmaz rüyada

Bir başka seyyahım aşkım ziyade

Hidrojen misali bakışım benim

 

Dünü güne saldım günü yarına

Dayandım feleğin her bir kahrına

Korkusuz yürüdüm aşkın darına

İnsanlığa boyun büküşüm benim

 

Dağlıya sitemim iblise taşım

Her gün bir başkadır özde savaşım

Siyim siyim akar oldu göz yaşım

Mısralar içinde nakışım benim

 

 

Gel Kardeş

 

Gel kardeş tarihe şöyle bir göz at

Milletler kurtuluş halk devrim ister

Filistin halkına elini uzat

Milletler kurtuluş halk devrim ister

 

 

Şu karanlık çağı aşasın diye

Zaferden zafere koşasın diye

İnsanlık özgürce yaşasın diye

Milletler kurtuluş halk devrim ister

 

Dağlı’m savaşımız halkın savaşı

Tüm dünyayı sardı devrim ateşi

Bir adım ileri faşizme karşı

Milletler kurtuluş halk devrim ister

 

Madenci

 

Gurbette çalışmayı

Keyf çatmak sananların

Kulakları çınlasın

İnşaatta fabrikada kanalda

Helada

Madende çalışmak

Ömür törpüsü

Beş litre su bidonu ve bir donla

İnersin yedi kat yerin dibine

Üç yüz metre beş yüz metre bin metre

Sıcaklık yirmi yedi derece

Maske miğfer el lambası

Kazma kürek matkap ve çekiçle

Nereye deme

Bir dilim ekmek uğruna

Ölüme karşı yaşam kavgası

Açlığa sefalete direniş

İnersin yedi kat yerin dibine

Üç yüz metre beş yüz metre bin metre

Ferhatsın delersin dağları

Bir dilim ekmek uğruna

Vurursun bütün gücünle

Kazmayı kayalara

Vücudunda kömür tozu

Akar çamur gibi

Ilık ılık

On dakika sonra

Tanıyamaz arkadaşın seni

İnce bir toz akmaya başladı mı

İşte bu göçük demektir

Ölüm habercisi

Dona kalırsın oracıkta

Bağırmak istersin bağıramazsın

O anda sevdiklerin gelir aklına

Bir yıldırım hızıyla geçer anıların

Guruzi patlaması adı

Abanır üstüne ansızın