AYHAN AYDIN
Çocukluğunuzdan günümüze, yaşamınızdan çalışmalarınızdan özetle bahsedebilir misiniz?
Ben 6/7 yaşından itibaren, köyümüzdeki Battal Karababa’nın (akrabamız olur) ve Aşık Ali Metin’in sazlarını dinleyerek büyüdüm. Bir kış günü Davut Sulari gelmişti köyümüze. Belli bir süre kaldı bir akrabamızın evinde. Onun sesinden ve sazından da çok etkilenmiştim. Derken ilkokula gitmeye başladım. Fakat okulu hiç sevmiyordum. Okuldan hep kaçardım. Öğretmenler büyük çocukları peşime gönderirlerdi, onlar da beni omuzlarında sınıfa götürürlerdi, ama nafile. Ben yine, yine kaçardım. Kağnı arabalarının boyunduruk kayışları vardır. Onların içlerindeki telleri sökerdim. Sonra onları tahtaya gererdim, o saz olmuş olurdu. Böyle başladım saz çalmaya. 13-14 yaşlarındayken Veysel’in taş plaklarını dinliyordum, gramofondan. Babama çok yalvardım beni Veysel’in yanına götür, diye. Bizim köye Veysel’in yöresinden bir sünnetçi gelirdi. İşte çok yalvarmama dayanamayan babam beni o sünnetçinin yanına kattı ve Veysel’in yanına gönderdi. Sünnetçi Salman’ların köyünde bir hafta kaldıktan sonra, oğlu Derviş’le beni Veysel’in köyüne gönderdi. Fakat, Veysel’in köyü ile sünnetçinin köyü arasında büyük halk ozanı Ali İzzet’in köyü vardı. Bu sefer de o köye uğrayınca beni birkaç gün bırakmadılar. Ali İzzet’in misafiri olum. Ondan da o zaman çok etkilenmiştim. Ben Ocakzadeyim aslında.
İşte bizim ocaklar, Veysel’in köylüsü, bize ikrar vermiş. Azapların Ali’si geldi beni aldı ve Veysel’in yanına götürdü. Fötrlü bir ihtiyar bir kadının yanında oturuyor, bir evde. Veysel dediler, gittim elini öptüm, işte ondan sonra derin bir etkilenmeye dönüşen tanışmışlık böyle başladı. O derin ozanlık sevgisi bugüne kadar geldi.
Zaman geçtikçe büyük haIk ozanlarımızla ilişkileriniz yoğunlaştı. Aşık Daimi, Aşık Hüdai... Büyük dostluğunuz olan isimlerden birkaçı sadece. O dostluklar gelişti, birbirinizi etkilediniz, herhalde?
Daha eskilerden Derviş Kemal, Aşık Mahzuni, Aşık Zevraki, Davut Sulari... Hemen tüm ozanlarla derin dostluklarım oldu. Ayrıca halk müziği sanatçılarının hemen tümüyle de yakın ilişkilerim oldu. (Uzun yıllar TRT’de çalıştım. ) Birbirimizle gönül dostuyduk. Yine de öyleyiz. Hepimiz biriz aslında. Aynı bedenin parçalarıyız biz halk ozanları olarak. Ozanlık bambaşka ufuklardadır.
Sizce halk ozanlığı nedir? Geçmişten günümüze halk ozanlarının yüklenmiş oldukları toplumsal misyon ne olmuştur? Halka ne vermiştir ozanlar?
Bence, bir ülkenin yasasını yazan ne kadar değerli ise bir ülkenin türküsünü yazan da o kadar değerlidir. Halk ozanları da (gerçek halk ozanları) bir ülkenin türkülerini yazanlardır. Halk ozanları halktan aldıklarını halka vermektedirler. Halkın gücüyle, halkın gözü, kulağı, dili sayılarak hizmet veren gerçek ozanlarının toplumsal görevleri ve işlevleri çok büyüktür. Sanılandan da çok büyüktür. En çok gezenler, sorunlar karşısında en fazla üzülenler, en çok duygulananlar halk ozanlarıdır. Adı üstünde halkın ozanı. Halkın ozanı olmak büyük erdemdir, ozanlığa layık ozan için. Bugün ise ellerinde saz kahvelerde bile dinlenmiyorlar maalesef ozanlar. Kimse sahip çıkmıyor onlara. Yönetim sahip çıkmıyor, insanlar sahip çıkmıyor, hiç kimse sahip çıkmıyor, ozanlara.
Halk ozanlığı geçmişten günümüze bir değişim içinde mi yani?
Hiçbir zaman gerçek halk ozanı doğruları dile getirmekten kaçınmaz. Çırakman işte, bir gecekonduda 6-7 nüfus bir arada yaşıyor. Her türlü olanaksızlıklara rağmen sanatından ödün vermiyor. Kul Ahmet tek başına, elinde sazı hala halkın içinde, köyden köye gezer durur. Ödün vermez görüşlerinden.
Eskiden halkın dertlerini daha çok isyankar tavırlarla seslendiren ozanlarımızın yanında, aşırı milliyetçilerin, aşırı dincilerin değişik tip ozanların türediğini görüyoruz. Bunun toplumsal nedeni sizce nedir?
Onlara başta devlet sahip çıkıyor. Örneğin, ders kitaplarında gördüm bir kısmını; “Çobanoğlu’nu, Taşlıova’yı, Reyhani’yi... ” Bunlar gerici insanlar. Bunları devlet övüp destekliyor. Avrupa’ya gidiyorlar, konserler veriyorlar. Arabaları, evleri var, hatta Kültür Bakanlığı’ndan maaş bile bağladılar onlara. Gerçek halk ozanları ise türlü sıkıntılar içinde. Çoğunun bir yerden bir yere gidecek otobüs parası bile yok.
Pir Sultan’ların, Kul Himmet’lerin, Yunus’ların damarı Aşık Veysel’le biraz kesilmedi mi?
Kesilmedi, yaşıyor.
Taşlamalarınızla, derin bir felsefeyle, dile getirdiğiniz düşünceleriniz var, birçok şiirinizde. Üretken bir ozanımızsınız da. “Yine Dertli Dertli İniliyorsunuz” isimli bir kitabınız da yayımlandı. Bu kitabınızın oluşma öyküsünü anlatabilir misiniz?
Ben on yıl Ankara Radyosu’nda çalışmıştım. Radyo’da bir denetim masası vardı. Bizlerle seçiciler arasına bir siyah perde gererlerdi. Sonra bizi söyletirlerdi. Sürekli denetim vardı yani. Mesela ben, “Sana nasihatım var eylen yolcu / Çürük köprülerden geçme ha geçme / Mertlere haramdır namerdin suyu / Suyu Abu Hayat olsa içme ha içme” türküsünü okuduğum zaman denetime takılır okutturulmazdı. Bir böyle, beş böyle... Öyle zaman geldi ki artık dayanamaz oldum. Radyolarda işte “Kaleden at beni / aşağı in tut beni”, “Kedi gözün kör olsun / Uykudan beni niye uyandırdın” gibi “türküler” ise revaçta idi. Saatlerce o türküler çalınır söylenirdi. Ben ise nihayetinde radyodan ayrıldım. Hatta öyle içerledim ki, öyle kızdım ki, 17 yıldır saz çalmayı bıraktım. Halbuki en sevdiğim yarimdir saz. Saz çalamayınca bu sefer kaleme gitti ellerim. Yazmaya başladım. Haksızlıkları gördükçe yazdım. Başımdan geçen tatlı anılarımı, çeşitli görüşlerimi yazdım, kitabımın birinci bölümünde. İkinci bölümünde ise şiirlerimi koydum. Duygu ve düşüncelerimi kitaba aktardım yani.
Şu anda neler yapıyorsunuz?
Şu anda işçi emeklisiyim. Yeni çalışmalar peşinde, derneklerde, toplantılarda türlü etkinliklerde halk ozanlarının sorunlarıyla ilgileniyorum.
“İnandım ki yaradansın nerden çıktın bilen yoktur / Arşa ismini yazmışsın yetişip de silen yoktur” Siz bir halk ozanı olarak Tanrı’yı ve Tanrı karşısındaki insanın konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Allah her yerde hazır ve nazırdır” derler, demek ki bunun ayakları vardır. “Allah her şeyi görür” diyorlar, demek ki onun gözleri vardır. “Allah her şeyi işitir” diyorlar, demek ki kulağı var. O neye benziyor? O bence insana benziyor. Ben Tanrı’yı insanla özdeşleştiriyorum. Demem o ki Tanrı’nın varlığı insanda mevcuttur. Tanrı’yı insanda görüyorum. En kutsal varlık insandır. Tanrı - evren - insan dünya her şey iç içedir, bütündür.
Anadolu isimli bir şiiriniz var; “Anadolum şu perişan haline / Dilsiz yandı, sessiz yandı, kör yandı / Zincir vurdu Hızır Paşa koluna / Abdal yandı, Sultan yandı, Pir yandı, diyorsunuz. Bir başka şiirinizde, “Özgürlük türküsünü çalıp söyledi / Ruhi Su haykırdı Neyzen neylesin / Zındana ömrünü mekan eyledi / Nazım yandı Hikmet yandı Ran yandı”, diyorsunuz. Büyük ozan ve şairlere derin bir bağlılığınız var. Anadolu Uygarlığı’nın en büyük temsilcilerinin baskılar ve sömürüler altında tutulduklarına inanıyorsunuz?
Bir turnemizde, Mahzuni, Kul Ahmet, Şah Turna, Feyzullah Çınar’larla, Deniz Gezmiş’in yakalandığı yerdeydik. Gemerek’te, Çubuk’ta. Deniz Gezmiş’in yakalandığı benzinliğin sahibi bizi davet etti. (Biz onun kim olduğunu sonradan öğrendik. ) Evinde otururken Deniz’in yakalanmasından bahsetti. Dedi ki; “Bilseydim Deniz Gezmiş’in o kadar iyi bir insan olduğunu, arabamın tankerine bölme yapar istediği yere götürürdüm, onu. ” Deniz Gezmiş’i oradakiler taşlamış. 0 da demiş ki, her şeyi sizler için yaptım. Beni derin derin düşündürdü bu durum. O insanlar hep halkı için güzel şeyler istemişler. O uğurda mücadele etmişler. Benim onları sevmemem mümkün mü?
“Şanlı Atam siz dünyadan göçeli / Çektiler peşkeşi yarene eşe / Soydular devleti döndüler köşe / Umutlar bağlandı Cinci Memiş’e / Gelecek karanlık bir liman oldu” diyorsunuz, Atatürk’e seslendiğiniz bir şiirinizde. Günümüzün toplumsal durumunu nasıl görüyorsunuz?
Benim babam hocaydı. Muska da yazardı. Kambur Hoca, derlerdi. O da üfler püflerdi. Aradan elli yıl geçti, yarım asır geçti, değişen hiçbir şey yok. Bu bilim çağında bu tekniğin çağında hala hurafeler, hala gericilikler... Hacılar, hocalar, üfürükçüler, Cinci Memişler, Cinci Ketoşlar, Zöhre Analar... Bunlardan umut bekleyen bir toplum. Akıllar almıyor. Türkiye olduğu yerde sayıyor adeta.
Peki bu toplumu ne değiştirecek?
Kültür değiştirecek, düşünce değiştirecek, okumak değiştirecek. Bu toplumu ancak bilim - teknik değiştirebilir.
“Derdimi duyursam dertli sazıma / Ah çeker perdeler, tel isyan eder / Gözyaşım göl olur kara yazıma / Taşar dalga vurur sel isyan eder” diyorsunuz. Ozanlık her şeyden önce bir duygu işi. Duygular da türkülere, şiirlere yansıyor?
Biz ozanlar çok içleniriz. Her şeyi içimize atarız. Sesimiz çıktıkça gidebileceğimiz her yerde her zaman diliminde dertlerimizi bağırırız. Anlamak isteyenler anlar. Anlamak istemeyenler ise, artık bilemiyorum...
Toplumsal sorunlara değinen birçok şiiriniz var. “Gecekondu çamuruna batmadan / Sekiz nüfus bir odada yatmadan / Soğan kırıp kuru ekmek yutmadan / Herkes her türküden anlayamaz” öyle mi?
Öyle. Onu yaşamayanlar o türküden anlayamazlar. Ben tanık oldum; nice insanları, ihtiyarları, kadınları götürdüler, gözlerine kırmızı bir şerit çekip işkenceye yatırdılar. Ben bunları nasıl yazmam, halk ozanıysam. Nice insanlar aç yatıyor, ben bunları nasıl yazmam onurlu bir insansam, onurlu bir ozansam. “24 Ocak ara kararı / Zenginlere sağladılar yararı / 5 Nisan’ın getirdiği zararı / Korkarım bu yara büyüyecek gibi... ” Günden güne yaralarımız büyüyor. Ankara’ya 1960 yılında geldim. 1965’te Küçükesat’ta bir daire 40 bin liraydı. Şimdi 40 bin liraya ayakkabı boyatamıyorsunuz. Almanya’da benzin 1970 yılında 79 penikti, şimdi 80 fenik. Aradan 26 yıl geçti benzin Almanya’da bir fenik artmış. Bizde ise 1970’de sigara 25 kuruştu şimdi ise 50 bin lira. Ne kadar artmış? Çok hem de pek çok artmış.
Fikret Hakan’ın başrolde oynadığı “Pir Sultan Abdal” filmi büyük bir ilgi uyandırmıştı yayımlandığında. Oyunun öyküsünü siz yazdınız sanırım?
Evet, ben yazdım. Ben bir Pir Sultan aşığıyım. En çok etkilendiğim ozanların başında gelir Pir Sultan. Tüm deyiş ve şiirlerini türkülerini ezberlemiştim. Onunla ilgili her türlü kitabı ve yazıyı okudum. Fer Film’in sahibi Fahriye Tamkan’a (Emine Fer diye eski bir aktrisin annesi) gittim, anlattım Pir Sultan’ın öyküsünü. O da çok beğenip yazdı. Bir ara filmde oynaması için Yıldıray Çınar’ı düşündüler ama sonra Fikret Hakan’da karar kıldılar. Film 1966-67’lerde çevrildi ve gösterildi.
Sizin bir de “Adım Adım Anadolu” isimli radyo programı hazırladığınızı duyduk.
Ankara Radyosu’nda bir yıl süren, haftalık kültür programıydı. Anadolu Kültürü’nü tanıtmaya yönelik olan bu çalışmayı Şemsi Belli ile hazırladık.
Bir de derlemeciliğiniz var sizin. Bazı ünlenmiş türküleri de siz derlediniz.
“Bad-ı Saba Selam Söyle O Yare”, “Yine Dertli Dertli İniliyorsun”, “Çoktan Beri Dostu Gördüğüm Yok”, “Yarim Senden Ayrılalı” gibi türküleri derledim.
Bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
Ayağımda kara lastik, bacağımda yamalı pantolonla iş için Ankara Radyosu’na başvurmuştum. Bir tanıdığımız vasıtasıyla o zamanın Meclis Başkanı Koraltan’ın kartını almıştım bana yararı dokunur, diye. Radyo’da Muzaffer Sarısözen etkiliydi. Gittim iki saat bekledim Sarısözen’i, Radyo’da. İçeri uzun boylu, gözlüklü, kibar yapılı bir adam girdi, derken. Oradakiler “Hocam bu çocuk seni görmek istiyormuş” dediler. O da “Al gel sazını” dedi. Odasına çıktık. Meclis Başkanı’nın kartını uzattım. O ise karta hiç bakmadan yırtıp çöp tenekesine attı. Çıkart bakalım dedi, sazını. Ben de o günlerin “Ah çekip ağlamak bana mı düştü / Lalü figan ile hasretim yare / Sinesin dağlamak bana mı düştü” türküsünü okudum. Muzaffer Sarısözen bana dönüp dedi ki, “İşte senin tavsiye kartın budur”.
Söyleşi; 1995, Ankara
Kendi Dergisi, Aralık-Mart 1996-1997, Sayı 15-18, Ankara
ESERLERİ
1. Baskısı, 1997’de, Yine Dertli Dertli İniliyorsun, ismiyle yayımlanan; Bir Ozanın Kaleminden 5 baskı yaptı. Can Yayınları, 2000, İstanbul
ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER
Anadolum
Anadolum şu perişan haline
Dilsiz yandı sağır yandı kör yandı
Zincir vurdu Hızır Paşa koluna
Abdal yandı Sultan yandı Pir yandı
Özgürlük türküsün çaldı söyledi
Ruhi Su haykırdı Neyzen neyledi
Zindanı ömrüne mekan eyledi
Nazım yandı Hikmet yandı Ran yandı
Açtın kucağını kalleş lordlara
Bilmem neden yar olmadın mertlere
Senden uzaklara düştü dertlere
Yılmaz yandı Güney yandı fer yandı
Tef çalınır kalleşlerin oyununda
Bir yarasın vatanperver beyninde
Yağlı sicim koç yiğidin boynunda
Deniz yandı Gezmiş yandı dar yandı
Sinan’ın Yusuf’un tutuştu özü
Analar bacılar çektiler yası
Nurhak Dağları’nda eylem kavgası
Mahir yandı Çayan yandı har yandı
Hüküm sürer Osmanlı’nın kör kadı
Çarşafı bürünür peçeli cadı
Abdil Ağalar’ın İnce Memedi
Yaşar yandı Kemal yandı der yandı
Sulanmıştın şehitlerin kanıynan
Parselledin sarayınan hanıynan
Mahmut Erdal sever seni canıynan
Özü yandı gözü yandı zar yandı
Kişilik Gerek
Reisicumhur olsa önemli değil
Bence bir insanda kişilik gerek
Dünyanın malına eylese meyli
Bence bir insanda kişilik gerek
Ağa olsun paşa olsun bey olsun
Ergen olsun yaşlı olsun toy olsun
İster ise peygambere soy olsun
Bence bir insanda kişilik gerek
Ben insanım demek kolaydır diye
Derde giriftar ol çek de gör çile
Harun kadar zengin olsan nafile
Bence bir insanda kişilik gerek
Dini bütün veya inkar purutsa
Çok bilecen olup ahkam yürütse
Bir ömür boyunca dirsek çürütse
Bence bir insanda kişilik gerek
İster yazar olsun ister sanatkar
İstersen dünyadan olsun haberdar
Gam etme değerse değsin zülfikar
Bence bir insanda kişilik gerek
Mahmut Erdal yar ol kendi kendine
Acı söz kurşundur parçalar sine
Sen doğru söyle de alsın tersine
Bence bir insanda kişilik gerek
Tel İsyan Eder
Derdimi duyursam dertli sazıma
Ah çeker perdeler tel isyan eder
Gözyaşım göl olur kara yazıma
Taşar dalga vurur sel isyan eder
Yazın derdim kağıt kalem yeterse
Gösterin bir dertli benden beterse
Bülbül suskun kalır karga öterse
Elbet hicap duyar gül isyan eder
Nice yol bekledim yağmurla kardan
Hayli zaman haber gelmez o yardan
Bir yaprak koparsan koca çınardan
Irgalanır gövde dal isyan eder
Çağırdım Mevla’yı muradım verse
Elimden ne gelir sağırsa körse
Leyla’yı arayan Mecnun değilse
Gark olur kumlara çöl isyan eder
Başım dumanlıdır doldur ver saki
Şu fani dünyada kim kalmış baki
Mahmut Erdal dosta varmadan taki
Meftanın konduğu sal isyan eder
Anlayamazsın
Kapıda mersedes denizde yatın
Sen benim türkümden anlayamazsın
Villan apartmanın sayısız katın
Sen benim türkümden anlayamazsın
Gecekondu çamuruna batmadın
Sekiz nüfus bir odada yatmadın
Soğan kırıp kuru ekmek yutmadın
Sen benim türkümden anlayamazsın
Mızrapla tellerde derdi çalmadın
Benimle ağlayıp benle gülmedin
Fiş verip bakkaldan ekmek almadın
Sen benim türkümden anlayamazsın
Fiske bilmen oturmadın çıraynan
Eli bağlı cop izleri yaraynan
Dal gruba dizilmedin sıraynan
Sen benim türkümden anlayamazsın
Yeşil pasaportun tüm dünya yurdun
Başkente uzanır kuvvetli ardın
Ne kira derdin var ne kömür derdin
Sen benim türkümden anlayamazsın
Mahmut Erdal ödün verme sazından
Sen ayrılma benliğinden özünden
Pir Sultan’la Aşık Veysel izinden
Gitmeyen anlamaz benim türkümden
Vurgunu Soygunu Talanları Yaz
Gazeteci kalem olam eline
Vurgunu soygunu talanları yaz
Belli zümreler yiyip içerken
Hesapla geriye kalanları yaz
Asgari ücretle de gel de geçin
Yurdumda kurulmaz bir düzen niçin
Meclis kürsüsünde milleti için
Namus şeref sözü verenleri yaz
Derdi vardır söyleyemez içinden
Otuzunda siyah kalmaz saçından
Alın teri döker kir pas içinden
Masada hakkını çalanları yaz
Dertler kaynar kazanında aşında
Çile akar gözlerine yaşında
Göğsünde madalya köşe başında
El açıp dilenen duranları yaz
Kimi gökyüzünde canlı ararken
Kimi balinaya yara sararken
Kimi anahtarla iman kurarken
Cennete sıraya girenleri yaz
Beklerler ki daha bin yıl uyusun
Kadı yapar kimi kimi diyesin
Sen sürün ki ekmek bulup yiyesin
Bir kalemde milyar vuranları yaz
Çok söyleme Mahmut Erdal asarlar
Neden susar aydınlarla yazarlar
Karın tokluğuna namus pazarlar
Anayı bacıyı satanları yaz
Ne Sen Sor Kardeşim Ne Ben Söyleyem
Cinci hocaların rezaletini
Ne sen sor kardeşim ne ben söyleyem
Ali Kalkancı’nın adaletini
Ne sen sor kardeşim ne ben söyleyem
Dergah tezgahında örerler ağı
Karanlığa gömmek isterler çağı
Tecavüzden sonra imam nikahı
Ne sen sor kardeşim ne ben söyleyem
Müslüm’ün Fadime’yle basıldığını
Polisin saçından asıldığını
Gerilip koç gibi kasıldığını
Ne sen sor kardeşim ne ben söyleyem
Kimi cuşa gelir ummana dalar
Kimi kafa sallar kimi tef çalar
Film olsaydı Altın Portakal alır
Ne sen sor kardeşim ne ben söyleyem
Ali Kalkan çözememiş büyünü
Yaza kalmış Fadime’nin düğünü
Müslüm’e gönderip hüllelettiğini
Ne sen sor kardeşim ne ben söyleyem
Bir elinde uçkur başında fesi
Yere düştü pislikleri maskesi
Görülmemiş rezaletin böylesi
Ne sen sor kardeşim ne ben söyleyem
Mahmut Erdal kendin yorma boşuna
Akbabalar konar kuzgun leşine
Hiçbir dinde rastlanılmaz eşine
Ne sen sor kardeşim ne ben söyleyem
Sökemez Devrimlerin Var İken
Şanlı Atam anıtından bir çakıl
Sökemezler devrimlerin var iken
Vatan toprağına şeri tohumu
Ekemezler devrimlerin var iken
Beyni bozuk diş bilese kastına
Can veririm el değdirmem büstüne
Şeriat rozeti göğsüm üstüne
Takamazlar devrimlerin var iken
Devrimin gündemden kalkamaz rafa
Nutkundaki sözü almaz her kafa
Özgür Türk kadını kara çarşafa
Sokamazlar devrimlerin var iken
Nöbetle bekçidir general eri
Vatan bütünlüğüne koyarlar seri
Hedefin Akdeniz dönüp de geri
Bakamazlar devrimlerin var iken
İlham aldık hitabından yazından
Mahşere dek gideceğiz izinden
Ödün yoktur laikliğin tezinden
Çıkamazlar devrimlerin var iken
Mahmut Erdal sil gönlünün pasını
Sarığa kul etme kafa tasını
Meşalen yanında gaz lambasını
Yakamazlar devrimlerin var iken
Yanar Bu Bağrımda Közün Pir Sultan
Ozanların mürşidisin pirisin
Yanar bu bağrımda közün Pir Sultan
Bence sen bir evliyalar erisin
Kıblegahtır bana yüzün Pir Sultan
Karşı koydun paşasına beyine
Tükürdün düzenin kör kadısına
Eyvallah etmedin can pahasına
Güçsüzden yanaydı özün Pir Sultan
Sen gibi az gelir evliya erler
Can gözü kapalı göremez körler
Ateşler içinde semah dönerler
Daha nice oğlun kızın Pir Sultan
Ehli irfan olan sevgini taşır
Yazarlar çizerler ederler neşir
Mahşere dek dilden dile dolaşır
Deyişin destanın sözün Pir Sultan
Birtakım beyinsiz kadere kail
Kıymetin bilemez ne anlar cahil
Sadece şu kanlı Sivas’ta değil
Cihanda çalınır sazın Pir Sultan
Felsefen düşüncen güçsüzden yana
Can feda eyledin candan canana
Mahmut Erdal gibi nice ozana
Pusula olmuştur izin Pir Sultan