AYHAN AYDIN
Kendisiyle çeşitli söyleşiler ve çekimler yaptığım Ali Yılmaz’la 8 Mart (2007)’de yüz yüze bir görüşme daha gerçekleştirdim. Bu görüşmede ozanın yaşamı, görüş ve düşüncelerini derleme olanağına sahip oldum.
Çocukluk dönemizdeki ailesel ve çevresel şartlarınız nasıldı? Köyde mi, kentte mi doğup-büyüdünüz? 1931 yılında Sivas’ın Divriği İlçesi’nin Çakmakdüzü Köyü (Pahla)’da dünyaya gelmişim.
Çocukluğum şöyle geçti. Ben iki yaşındayken babam vefat ediyor, üç yaşımda annem vefat ediyor. Altı yaşıma kadar babaannemin yanında büyüdüm. Altı yaşımda babaannem de vefat etti. Zaten büyük çilelerim de bundan sonra başladı. Yalnız başıma kalmıştım. Babamın kız kardeşine biz bibi deriz, Zeynep Bibim beni yanına aldı. Bütün neyim var, neyim yoksa zamanın muhtarı yazıp bibime teslim etti. Bibimin yanında okul yoktu, bibimin oğlu Memet eline bir mecmuayla beni okutmaya başladı. Şöyle bir anım var. Mecmuada insanın bir maketi vardı, kemikten, yaprağın birinde insanın maketi vardı. Çocuktum tabii, o sayfa gelince o yaprağı çeviriyordum. Ve okumaya öyle başladım. On yaşına kadar İstanbul’dan gelen komşular paketlere gazete vs. sararlardı (1937’li yıllar) onları alır okurdum. Yani parça gazeteleri okurdum. Köyde tütünleri tabakalara koyunca pelit kömürleriyle o sigara paketlerine yazılar yazardım. O şartlarda okumayı yazmayı öğrendim. Nihayetinde 1946’da İstanbul’a geldim. İstanbul’da Bankalar Caddesi’nde Nazlı Han’da çalışmaya başladım.
Oranın kahvesini çalıştırmaya başladım. Onlarla birliktik, onların hesabına çalışıyordum. Ondan sonra aramız biraz gerginleşti, onları yani halamın oğullarını, çok iyi bilirken aramız bozuldu. Ayrıldım köye gittim, küs olarak. Köyde bir kış mevsimiydi, eşim olacak Sultan Hanım’la orada anlaştık ve babamın evine onu kaçırdım ve orada ikamet etmeye başladım. Bibimlerden ayrılmış oldum. (1948/1949) Halam beni çok sevdiği için kendi oğlunun yanında durmadı, benim yanıma geldi.
Çilelerimiz büyüktü, yoksulluk vardı. Oraya gittiğim zaman bir çift öküzüm vardı, davarlar vardı, artık bu mallar orada kalmıştı, ben ayrıldığım zaman bir inek verdiler, bir iki de davar verdiler. Emanet olarak bırakılan eşyalarımı bana geri verdiler. Bir senenin içinde hastalandım, İstanbul’a geldim. Zatüree olmuştum. Belimden iki kilo kadar su aldılar. Çiğerlerimden rahatsızlanmıştım, hayli bir zaman hastanelerde yattım. Tam bir tedavi olmadığım için bunu yıllar yılı çektim. Sonra çocuklarım olmaya başladı. Hayatım böyle çileli devam etti.
Köyünüzdeki kültürel yapı nasıldı? Biz küçükken muharrem ayında yediden yetmişe hep oruç tutardık. Muharrem ayında, köyümüzde mahalle mahalle büyük cem yapılan evlerde toplanırdık. Kitaplar okurduk, eski yazı Kerbela Vakası okunurdu, göz yaşı dökerdik. Kimimiz yedisini, kimimiz on ikisini, kimisi on beş gün tutardı.
Daha önce köyde dedeler tarafından konmuş babalar vardı. Dedeler ekseri Çamşıhı’ndan Hüseyin Abdal kolundan gelirlerdi. Onlar gelmeden önce babalar köydeki küskünleri, dargınları barıştırırdı, birbirinden alacakları olanları alırdı. Herkesi yola getirirdi babalar. Güz mevsiminde dedeler gelirdi. Zaten herkesin müsahipleri vardı. Dedeler bunları tekrar bunları evvela bunları sorardı. Ey cemaat birbirinizden razı mısınız, diye sorardı. Razı olunca insanları görüşmeye davet ederdi. Herkes görüştükten sonra cemler başlardı.
Eskiden cemler aksamadan sürerdi. Dedeler üç, dört Cuma kıldırır beşinci Cuma işi babalara bırakır giderlerdi. Diğer günleri babalar sürdürür. Bizler tarikatlıyız, tarika düşeriz. Her Perşembe yine görgü günüdür. Yine sorulur, görülür insanlar. Biz Bektaşi değiliz. Cuma akşamlarında, tarika düşürülür. Tarika düşerken tercüman (kurban) kesilir. Bizde “baba” dediğimiz kişiler dedeler tarafından “dikme babalardır”. Dikme babalar dede olmadığı zamanlar cemleri yaparlardı. Dede iki gönülü bir ettikten sonra başka köye giderdi. O zaman da daha önceden bilinen dikme babalar ceme devam ederdiler. Dikme Babalar müsahip yapamazlardı. Bunu pirler yani dedelerimiz yaparlardı. Bizim mahkememiz kendi içimizdendir.
Bizde “İspir Baba” yatırı vardır. O keramat göstermiştir, oradan icazet almıştır. Onun beratı vardı, eğer o berat okunacaksa ona kurban kesilirdi. Şu anda da onun türbesi yapıldı, o türbe ziyaret ediliyor.
Köyümüzde komşuluk ilişkilerimiz çok iyiydi. Bizler tarımla, hayvancılıkla uğraşırdık. Geçimimiz zordu. Gurbete çıkmak çoktu.
Şu anda köyümüz 23 hanedir. Eskiden 100 haneydi. Yazları köy yetmiş sensen haneye ulaşıyor. Şu anda İstanbul’da 550 hane insanımız var. Çok okumuş insanımız vardır.
Köyünüzde aşıklar var mıydı? Başka yöreden gelir miydiler? Aşıklar başka köylerden gelirdi. Örneğin Memet Ali Karababa ve ondan önce de babası Battal Baba gelirdi. Kendisi dedeydi aslen. Çamşıhı’ndan gelirdi. Hatta beni Battal Baba tariğe düşürdü, yani müsahip yaptırdı. Bizim köyde ise zakirler vardı. Bizim köyden de Hasan Ercan güzel zakirlik yapardı. Dedeler gelince zaten genellikle zakirleriyle gelirlerdi. Köyden de Hasan Ercan zakirlik yapardı.
Dünyaya bakışınız, insan, tabiat hakkındaki fikirleriniz nelerdir? Dünyaya pek iyi bir gözle bakamıyorum. Çünkü sonumuz mechule doğru gidiyor.
Niçin? Başımızda iyi bir yöneticimiz yok. İnsanların birbirlerine güvenleri yok. Karamsarım. İlerisi için de pek umutlu değilim. Aslında insanı severin, tabiatı çok severim ama insan oğlu insanlığı da yok ediyor, tabiatı da.
Anadolu Aleviliği hakkındaki fikirleriniz, bilgileriniz nelerdir? Alevilik doğru, dürüst bir yoldur, bir inançtır. Eline beline diline felsefesi vardır. Burada çok şey anlatılıyor. Alevi demek, Ali demek. Alevi demek, Hakk aşkına alev gibi yanmak demektir. Ali gibi olmak demektir. Alevi demek Alem demek. Anadolu Alevileri de bugüne kadar çok çile çekmişlerdir. Yine de hiçbir değerinden ödün vermeden bugüne kadar getirmişlerdir, inançlarını. Gizli de olsa, yolu sürdürmüşlerdir. Alevi köyleri dağlarda, ormanlarda olsa da inanç devam etmiştir. Yavuz’un zulmünden kaçıp atalarımız, dağ başlarında ot yiyerek yaşantılarını bugüne getirmişlerdir.
Alevi/Sünni farklılaşması ve Alevilerle Sünniler arasındaki kaynaşma hakkında neler düşünüyorsunuz? Bizler hoşgörülü insanlarız. Hacı Bektaş Veli incinsen de incitme demiştir. Bizlerin içi insan sevgisiyle doludur. Alevi Sünni ayrımının ortadan kalkmasını isterim. Bizler çok istekliyiz ama Sünni vatandaşlarda halen bazı kalıntılar var. Bunlara üzülüyorum. Keşke bunlar hiç olmasa. Birlik, beraberlik, kardeşlik olsa. Bu konuda devlete de büyük görev düşüyor. İnsanları kaynaştırmak biraz de devletin elinde. Ama bugüne kadar bir şey yapılmadı. Ayrıca bugüne kadar hiçbir Alevi kuruluşuna yardım yapılmadı. Ayrımcılık yapılıyor.
Türkiye’nin geri kalmışlığını nelere bağlıyorsunuz? İlerden beri yanlış yerleşim yapılmış, fabrikaları en verimli toprakların üzerine kurup, doğuya, Güneydoğuya, İç Anadolu’ya hizmet götürmemişlerdir. Doğu’da iki sene bir mahsul veren yerlere fabrika kurmamışlar, burada batı da seneki iki mahsul veren topraklara sanayi kurup toprağı yanlış kullanmışlar, yatırımsızlıktan dolayı köyler boşalmıştır. Yüz hanelik köyde üç beş hane kalmıştır. Üç şehir mahşeri bir kalabalık olmuştur. Kalabalık olan yerde de bugün çok uygunsuz şeyler olmaktadır. Günde kan akmaktadır. İşsizlik almış başını gidiyor. Gençlerin elinden tutulmuyor, yetenekli gençlere imkan verilmiyor, onlar okuyamıyor. Zengin olan zaten özel okullarda okuyor. Fakirlere haksızlık yapılıyor.
Bizce bu toplumu neler değiştirebilir? Bu toplumu iyi liderler değiştirebilir. Milletini, memleketini seven, dürüst liderler, yöneticiler gelirse belki düzelir. Atatürk gibi liderler gerekir. Her şeyini milletine veren liderler Türkiye’yi değiştirebilir.
Sizce demokrasi nedir? Gerçek bir demokrasinin yaşayabilmesinin şartları nelerdir? İnsan haklarına saygılı olmak, demektir demokrasi. Her yönüyle insan haklarının yayılması, herkesin bu haklara sahip olması gerekir. İşçiyle, işveren aynı haklara sahip olmalıdır. Bir patronla işçisi arasında denge olmalıdır.
Her şeyde eşitlik olmalıdır. İnsanlar arasında ayrımın olmadığı, herkesin aynı haklara eriştiği yerlerde demokrasi olabilir. Bir askeri ücret yıllardan beri düzelmiyor. Bir askeri ücretle nasıl geçinilebilir? Bunu yukarıdakiler bunu görmüyorlar mı?
Sizce halk ozanlığı neyi ifade ediyor? Halk ozanlığının tarihsel geçmişi ile ilgili bilgileriniz nelerdir, halk ozanlığı sizce nasıl ve ne zaman başlamıştır? İnsanlığı, gelenekleri dile getiren milletin yani halkın kalbini okuyup meydana getiren kişilere ozan denir. Bunlar halkla birleşir, halkın sorunlarını halkın dertlerini halkın fikirlerini dile getirir halkın dertlerini paylaşan her yönüyle halkın arasında halkla bir olan kişilere ozan denir.
Halk ozanlığı Kerbela vakasıyla başlamıştır. Kerbela olayını tüm insanlık aleminin acısıyla dile getirmiştir.
Hüzün dolu yaşlı gözler
Kerbela’nın matemidir bu
Tutmaz elle itti sözle
Kerbela’nın matemidir bu
Sararmış yüz hilal kaşlar
Büyük küçük kesik başlar
Kerbela’da ötmez kuşlar
Kerbela’nın yasıdır bu
Ehlibeytin yaşlı gözü
Sevenlerin yanar özü
Ali Yılmaz der bu sözü
Aşıkların özüdür bu
Aşıklar her şeye aşık olur, doğaya bile aşık olur, Allah’a aşık olur, putlara aşık olur, güzele aşık olur. Zaten bu kamçılar aşıkları. Aynı zamanda ozanlar dertleri de yazar. Hakk yoluna aşık olur onu yazar, bu içten gelen bir şeydir. Pir Sultan, Karacaoğlan, Yunus Emre bunları okuduğun zaman insan kamçılanıyor, ilham alır, duygulanıyorsun, içleniyorsun. Okuduğum Kerbela Vakası kitaplarından etkilendim, hem okudum, hem ağladım hem de bunların etsiyle şiirler yazdım.
Sizce Hz. Hüseyin nasıl bir insandı? Hz. Hüseyin öyle bir Hüseyin ki, hiçbir haksızlığa boyun eğmedi. Yezit gibi birine boyun eğmektense tüm ailemi bu uğurda feda ederim, dedi. Hüseyin öyle bir Hüseyin ki, Hz. Peygamber ibadete eğilince Hz. Hüseyin geldi sırtına bindi. Hz. Peygamber Hüseyin’i incitmemek için Hüseyin ininceye kadar secdeden yüzünü kaldırmadı. Onu o kadar çok seviyordu. Bir gün Hz. Hüseyin’le kendi oğlu (7 yaşında vefat eden) İbrahim’i Peygamberimiz kucağına aldı. Hz. Cebrail A.S. yetişti, ya Resullah bunları çok mu seversin, dedi. Ya karındaşım bunları çok severim, dedi. O zaman Hakk sevgisi nerede kaldı, bunlardan birinden vazgeçeceksin dedi. Hz. Peygamber şöyle düşündü: eğer Hüseyin’den vazgeçsem ben üzülürüm, Fatimatül Zehra üzülür, Ali üzülür, Hz. Hasan üzülür. Bunların üzülmesine ben dayanamam. Ama oğlum İbrahim’i feda edersem ben üzülürüm. Ve yedi yaşında oğlu Hz. İbrahim güçtü dünyadan. Yine Hz. Hüseyin öyle bir Hüseyin ki bayram günleri ashapların çocukları bayram yaparken oynuyorlar, develere biniyorlar, o yana bu yana koşuştururken Hz. Hüseyin ve Hz Hasan aynı yere gidince baktılar ki ashapların çocukları türlü türlü giysiler giymişler oynuyorlar, bayram yapıyorlar. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin bunları gördüler, mahsunlar geri geldiler Hz. Peygamber’e. Dediler ya dede, ashapların çocukları giyinmişler, kuşanmışlar, yeni elbiselerle, develere binmişler oynuyorlar. Bizler ise eski elbiselerimizle onlarla oynayamıyoruz, onların yanına gidemiyoruz dediler. Hz. Peygamber üzüldü. Tabii Hz. Hüseyin, Hz. Hasan da üzüntülerinden Yüce Allah Hz. Cebrail’i Peygamber’e gönderdi. Allah’ın emriyle Cebrail Cennetten bir cift libas elbise getirdi. Elbiselerin rengi beyazdı. O zaman Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin dediler ki bunlar beyaz. Peki sen ne istersin deyince Hz. Hüseyin ben kırmızı isterim dedi. Hz. Hasan ben yeşil isterim ya dede dedi. Cebrail A.S. Peygamber’e dedi ki ya Resulluh bir kaba su doldur, bunları içine bas dedi. Hz. Peygamber geniş bir kaba su doldurdu ve o giysileri içine bastı ve ağzını kapattı. Ve ağzını açınca Hz. Peygamber Efendimiz, baktı ki gerçekten elbiselerden birisi kırmızı birisi yeşil olmuş. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in isteklerinin rengi olmuş. Ve giysilerini giydiler, sevinerek aynı ashapların çocuklarının yanına, bayram yerine gittiler. Gittiler baktılar develere de çocuklar binmiş onları oynatıyorlar. Gelip bunu anlattılar, bizim develerimiz yok dediler. Hz. Peygamber Hz. Hüseyin’i sırtına aldı, Hz. Hasan’ı kucağına aldı, bayram yerine giderken oradan birisi Hz. Peygamber’i bu halde görünce “ ne güzel binek “ dedi. Hz. Peygamber de “ ya ne güzel binici “ dedi.
Sizce halk ozanları toplumsal olarak ne gibi işlevleri yerine getirmişlerdir? Milletin düşüncesini, milletin dertlerini, milletin her şeyini dile getirip meydana çıkaranlar ozanlardır. Sözlerini çekinmeden söylemişlerdir. Pir Sultan’lar, Nesimi’ler, Mansur’lar gerçeği söyledikleri için canlarını vermişlerdir.
Halk ozanlarının genel olarak sorunları nelerdir? Çözümlenebilmesi için neler yapılabilir? Halk ozanlara devlet tarafından el atılması lazım. Halk ozanlarının sesi dinlenmelidir. Halk ozanları gerçekleri dile getirir, gerçekleri meydana çıkarırlar. Halk ozanlarına sahip çıkılmalıdır. Onlara destek olunmalıdır. Ozanlarımız yoksulluk içindedirler. Çoğu sürgün olmuştur, çoğu da başını vermiştir, gerçekler uğruna.
Halk ozanlığında ne gibi değişmeler yaşanmıştır? Dil bakımından bazı değişiklikler yaşanmıştır. İşlenen konular değişmiştir. Günün koşullarına göre şiirler yazılmaya başlanmıştır. Ama aslında öz bence aynıdır. Ozanlar gerçekleri dile getirirler.
Toplumun ve devletin halk ozanlarına bakışını, yaklaşımını nasıl buluyorsunuz? İkisi de fazla iyi bakmıyorlar. Ozanları anlayamıyorlar.
Halk ozanlarının geleceği hakkındaki fikirleriniz nelerdir? Geldikleri perişan, gidecekleri de perişan. Kimse el uzatmadı, uzatacağını da sanmıyorum. Onlar gerçekleri söyledikleri için çoğu insan da bunları dinlemek bile istemiyorlar, işlerine gelmiyor.
Bilip tanıdığınız ozanlar var mı? Ali Kızıltuğ, Mahmut Erdal, Ali Metin (vardı vefat etti). Bunları tanıyorum.
Dedeler, babalarla, ozanlar arasındaki ilişkilerin daha yoğun olabilmesi için neler yapılabilir? Dedeler ozanlara pek kulak asmazlar. Dedeler birbirlerini de fazla çekemezler. Ozanlarda bence bencillik yoktur. Bence böyle olmamalı. Hepimiz aynı yola hizmet ediyoruz. Aynı yolun yolcularız. Biz birbirimizle kaynaşmalıyız. Yoksa birileri bizi ezer.
Ozanın Yayınlanan Kitabı: Gerçeklere Doğru, Ali Yılmaz, Şiirler, Deyişler, Beyitler, İstanbul 2007, Aydoğan Matbaacılık
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
YANANLAR DA VAR
Ben de aşık oldum bir cana böyle
Aşk ile yakılıp yananlar da var
Bazen deli dolu söylerim böyle
Aşkı ile çağırıp çalanlar da var
Âşıklar gerçeği getirir dile
Ona da bulurlar binlerce hile
Demir kelepçeler vururlar ele
İniler zindanda ölenler de var
Kimisinin derisini yüzdüler
Kimisine türlü hile dizdiler
Haklarında nice kitap yazdılar
Hakk’ın buyruğunu bozanlar da var
Ayrılmaz hakkından Hak ile bile
Kavuşur hakkına çekse de çile
Yaksa da külünü verseler yele
Böyle Hak yolunda ölenler de var
Seyit Nesimi’yi çektiler dara
Âşık olduğu için öyle bir yara
Hak ile bir idi yok idi ara
Tüm evliyalara kıyanlar da var
Kimi hizmet etmiş kırk yıl pirine
Kimi Fuzuli olmuş dalmış derine
Kimisinin tecel girmiş kalbine
Dört kapı kırk makam sürenler de var
Ehlibeytin su yolunu kestiler
Şehit edip çadırları bastılar
Pir Sultan Abdal’ı niye astılar
Onların matemin tutanlar da var
Ümmete şefaat edici kişi
Kuran okuyordu her günkü işi
Yediden yetmişe neslinin başı
Kerbela çölünde kurbanlar da var
Kimisinin içi dolu kin ile
Geçirir ömrünü boşa gün ile
Gerçeklere el uzatır dil ile
Giremez geride ürenler de var
Ali Yılmaz kişi kemalin söyler
Kendini bilmeyen kılı kal eyler
Kendini bilenler hamı has eyler
Hamları has eden erenler de var
GÖR BİR ERENLER
Yaradan’dan gayrı şeye tapılmaz
Aç Kuranı Kerim’i gör bir erenler
Gönül bir saraydır yıkma yapılmaz
Yapılması gayet zordur erenler
Gerçeklerin yolunu bilirsen eğer
Bulunmaz kıymeti ne dersen değer
Gönüller bir etmek istersen meğer
Özünden benliği kaldır erenler
Gerçekler yolu incedir ince
Bülbülleri öter gülleri gonca
Birlikte gidilir menzile anca
Aşkın kervanına yoldur erenler
Marifettir marifetler ayanı
Muhammet Mustafa etti beyanı
Bir mürveti bin günaha sayanı
Ganidir mürveti boldur erenler
Sırrı hakikatta şevlesi artar
Dünya kaygısını bir yana atar
Hakk’a doğru yönelmiş katar
Önde kılavuzu birdir erenler
Hakikatta giden doğru yollara
Hakk’ı zikreleyen şirin dillere
Her nesne bulatmaz derin göllere
Mümin kullarını daldır erenler
Rıza ile varılır ulu bir şehir
Lezzeti balda yok gelir bir nehir
Doldurdu da içti bal oldu zehir
Doldur da ver içem doldur erenler
Muhammet Mustafa Ali’nin yarı
Zikrederler arşa erişir zarı
Sızılar iniler bal yapan arı
Mümümin kalbinde sırsın erenler
Münafık olanlar şüpheye girer
Bu sırları bilmez ürer ha ürer
Tavuk gibi ancak kümeste tüner
Göremez gözleri kördür erenler
Bu biçare canım canana
Alev olup aşkı ile yanana
Bir güvercin olup taşa konana
Ali Yılmaz ona kuldur erenler
BEYİT
Muhammet miraca vardı
Bu meydandan bu meydandan
Doksan bin kelamı sordu
Bu meydandan bu meydandan
Muhammet Ali yolları
Açılır konca gülleri
Allah Allah der dilleri
Bu meydanda bu meydanda
Gerçekler kapı geçilir
Marifet kapı açılır
Tüm günahlardan geçilir
Bu meydanda bu meydanda
Engür ezip dolu verdi
Kırklar semaha girdi
Herkes maksuduna erdi
Bu meydanda bu meydanda
Marifette vardı durdu
Kırklara bir soru sordu
Biri kırk kırkı bir oldu
Bu meydanda bu meydanda
İkrar verdi ikrar aldı
Tüm müminler kardeş oldu
İmam Cafer tarik çaldı
Bu meydanda bu meydanda
Rıza pazarı açılır
Rıza lokmaları saçılır
Ezilir engür içilir
Bu meydanda bu meydanda
Pirimiz de doğru söyler
Canlar can kulakla dinler
Sazlar inim inim iniler
Bu meydanda bu meydanda
Ali Yılmaz’ın bu haki
Süreriz ekranı yolu
Kaldırmışız kıli kali
Bu meydanda bu meydanda
DİVAZ
Gönül ne istersin sana ne gerek
Can içinde canan canımız bizim
Can içinde candan dilersen dilek
Kırklar meydanında darımız bizim
Allah bir Muhammet Ali’nin nuru
İnanmayan buna sorarlar soru
Bin bir çiçek toplar bal yapar arı
Kırklar meydanında dolumuz bizim
Hasan Hüseyin’e daim ağlarız
Mateminde karaları bağlarız
Ehli beyti anar daim söyleriz
Daime zikr eder dilimiz bizim
İmam Zeynel der ki ne oldu halim
Kerbela çölünde kırıldı belim
Nasıl anlatayım tutmuyor dilim
Onlar için sızlar telimiz bizim
Muhammet Bakır’a bir eyle nazar
İmam Cafer oturmuş buyruğu yazar
Kazım Musa Rıza sırları çözer
Tağı Nağı Asgeri erimiz bizim
Mazlum Ehli beyti sorarsan eğer
Onları zikr etmek ne desen değer
Ehli beyt ayali hep kara giyer
Muhammet Mehdi’de sırrımız bizim
Bu Ali Yılmaz da ellerin açan
Horasan elinden Uruma uçan
Muhammet Ali’nin sırların açan
Hünkar Hacı Bektaş pirimiz bizim
BEYİT
Ol Hakk’ın nurunu beyan eyleyen
Muhammet Mustafa Ali gel yetiş
Miracında bin bir kelam eyleyen
Allah bir Muhammet Ali gel yetiş
Elif taç vurunup kemerbest olan
Girip gönüllere tahtını kuran
Şu arşı alada parlayıp duran
Allah Muhammet Ali gel yetiş
Kırklar makamından miraç yolları
Muhammet kırklara sordu halları
Kardaş eylediler mümin kulları
Allah bir Muhammet Ali gel yetiş
Muhabbet ederler hakdır sözleri
Secdeye inerler nurlu yüzleri
Ağlaşır inleşir dolu gözleri
Kırklar makamının piri gel yetiş
Evladı Ali’den gelir biline
Bir de bakın şu neslinin haline
Esir oldu Kerbela’nın çölüne
Şehitler serdarı Ali gel yetiş
Hasan Hüseyin de Kerbela çölü
Zeynel Abidin’e verdiler eli
Şehit oldu orda yetmiş üç veli
Deryalardan Hızır Nebi gel yetiş
Muhammet Bakır’a daim şükredek
Caferi Sadığı her dem zikredek
On iki imamın yoluna gidek
İmam Musa Kazım Rıza gel yetiş
İmam Tağı imam Nağı haline
Hasanel Asgeri geldi dilime
Muhammet Mehdi’nin durak yoluna
İmamların sonu Mehdi gel yetiş
Horasan elinden Uruma uçan
Yedi derya sekiz ırmağı geçen
Muhammet Ali’nin sırların açan
Hünkar Hacı Bektaş Veli gel yetiş
Bu Ali Yılmaz’ı aşkınla bırak
Göster cemalini eyleme ırak
Başka dileğim yok aşkınla yanak
Her şeyi var eden yaradan yetiş
BEYİT
Topraktan var eyledi yaradan
Şu dünyaya insan olarak geldik
Havva’yı Adem’e verdi yaradan
Her batıdan bir çift doğarak geldik
Kabil nefse uydu eyledi kusur
Öldürdü Habil’i sırtında taşır
Bu da söylenecek asır be asır
Dünyaya ilk kanı dökerek geldik
Nuh’u Nebi ile deryaya daldık
Bütün mahlûkattan birer çift aldık
Deryada tükendi karada kaldık
Bütün deryaları yüzerek geldik
Zekeriya peygamberi biçtiler
Yahya peygamberin kanın saçtılar
Lüt nebinin peşine de düştüler
Melekler imdada gelerek geldik
Halil peygamberi attılar nara
Eyüp peygambere çileli yara
İshak peygambere gelmişti sıra
İsmail’i kurban vererek geldik
Yakup peygamber oldu gözünden
Vefasız evlatları yüzünden
Sabr ederdi şükr ederdi özünden
Yusuf’u kul diye tadarak geldik
Musa peygamberin vardı asası
Göğe çıktı Meryem ananın İsa’sı
Muhammed’e indi Hakk’ın yasası
Dilimizde İslam olarak geldik
Şura sürede serihtir gayet
Kuran da tasdik etti nihayet
İslam’ın temeli Ali Muhammet
Dört kapı takip ederek geldik
Peygamber Ali’ye verdi hücceti
Asi oldu peygamberi ümmeti
Ali’den Fatma’dan geldi zilleti
Biz Kuran’a iman ederek geldik
Ali Yılmaz şükrederim Allah’a
Her zaman da zikr ederim vallaha
Sığındım da yazdım yüce Allah’a
Biz o yaradana kul diye geldik
KERBALA’YA AĞIT
Ehli beyit Kerbela’da
Yandı su deyü su deyü
Başları türlü belada
Kaldı su deyü su deyü
Müslüm ile yavruları
Şehit düşdü koncaları
Ağlaşırlar bacıları
Kardaş su deyü su deyü
Kesdiler hep su yoları
Abbas’ın kesik kolları
Kerbela’da masumları
Ağlar su deyü su deyü
Fatma’yı verdi Kasım’a
Evlat yanar babasına
Muhipler ağlar yasına
Yanar su deyü su deyü
Zeynep Ana ağlar yanar
Bilmem kim bunları kınar
Gülsüm saçlarını yolar
Sızlar su deyü su deyü
Hürün oğlu da ğar oldu
Ğarın oğlu da hür oldu
En evel de şehit oldu
Öldü su deyü su deyü
Hüseyin’le Abbas kardaş
Hak yoluna verdiler baş
Kerbela’da kanlı savaş
Oldu su deyü su deyü
Ehlibeytin davasını
Ekber’le Aşkar Kasım’ı
İlelebet tut yasını
Yandı su deyü su deyü
İmam Zeynel bağrın yakar
Gözlerinde kan yaş akar
Fizahları arşa çıkar
Sızlar su deyü su deyü
Ehli beyit ağlaştılar
Bir araya toplaştılar
Dertlerini paylaştılar
Aman su deyü su deyü
Mızraklarda başları da
Akan gözden yaşları da
Kerbela’nın kuşları da
Öter su deyü su deyü
Hüseyin’in kanlı başı
Nerde Abbas kardaşı
Mazlumların gözü yaşı
Akar su deyü su deyü
Nerde Ehli beyit nerde
Şehit her biri bir yerde
Ali Yılmaz hele gör de
Ağla su deyü su deyü
KÖYÜMDE KALDIM
Arzuladım ben de köyüme gittim
Tüm komşularımı ziyaret ettim
Tatlı sohbet güzel muhabbet ettim
Gelemedim dostlar köyümde kaldım
Dolandım da gezdim eski yurtları
Solmuş çiçekleri türlü otları
Gün be gün yitirmiş tüm umutları
Gezdiğim yerlerin hayında kaldım
Dolandı çevrildi kış oldu aylar
Çok soğudu hava buz tuttu çaylar
Viran kaldı köyler göç etti boylar
Keder dolu hüznün elinde kaldım
Gazel düşmüş artık kurumuş bağlar
Solmuş çiçekleri mahzundu dağlar
Kuşlar susmuş ama bülbül zar ağlar
Ne çare mevsimin sonunda kaldım
Sürü koyunları elmayla balı
Bağlar yaprak dökmüş solmuştu alı
Çeşmesi köprüsü ne de bir yolu
Dumanlı dağların yolunda kaldım
Kar yağdı dağlara duman da geldi
Derdim yüreğimde bağrımı deldi
Mevlam dertlilere bir derman verdi
Ben de bir delinin elinde kaldım
Ali Yılmaz yazdım yazdım yazılar
Aklıma gelince sinem sızlar
Sevimli baharda meler kuzular
Yanarım son bahar kışında kaldım