Geleneği Yaşatan Dedeler Konuşuyor…
SADIK KAYA DEDE İLE SÖYLEŞİ
Ayhan Aydın
Sevgili Dedem kendinizi tanıtmanızı istersek neler söylersiniz? Nerede ve ne zaman doğdunuz?
1955 yılında Tokat ilinin Turhal ilçesine bağlı Yeşilalan Köyü doğumluyum. İsmail’den olma, Şerif’ten doğma Sadık Kaya Dede’yim.
Hangi ocağı mensupsunuz?
Bostankolu Ocağı, Hünkar’a bağlıyız.
Bostankolu Ocağı hakkında neler söylersiniz?
Bostankolu; Kayseri’nin Ambarlı Köyü’nde 13. Yüzyıllarda Hz. Hünkâr (Hacı Bektaş Veli’nin) tarafından çiftçiyken bir el alıp verme meselesinden dolayı ismini alan asıl ismi Bahattin olan birisidir. Bahattin isimli birisi bostan dikiyordu. Özü Hakk’a ayan, Hünkâr’ı anlayan bir insan. Bu aydınlık Hünkâr’a ayan olur. Hünkâr bir gün dervişleriyle birlikte Kayseri üzeri seyahate çıkar. Bu gelen aydınlık yansımasını bulmak ister. Yani kalbine doğan ışığı bulur. Yanına varıp, hoş beş, selam yaptıktan sonra, çiftçiye ne yapıyorsun, diye sorar. Bostan dikiyorum, deyip selam verir. Tanışmada da Hacı Bektaş Veli’ye Hünkâr’ım, demiş. O zaman Hünkâr olduğumu anladıysan, mademki bir kavun veya karpuz getir de yiyelim, demiş. Demiş ki, ya Hünkâr’ım daha yeni başladım, yeni ekiyorum, dikiyorum, yeni sıram, daha olmadı ki, diye yanıt verir. Dervişlerden birisi, itiraz etme, diktiğin birinin köküne bak, der. Çiftçi Bahattin dönüp bakar ki, o anda üç tane meyve (kavun) yetişmiş. Koşarak gider, üç tane kavunu alır, gelir. Üçünden birisi orada Hünkâr dervişleriyle birlikte lokma yapar. Birini de kendi azığına, yanlarına alır. Birini de Çiftçi Bostancı’ya teslim eder, bunu da çocuklar yesin, diye eve gönderir.
Çiftçi, Bostancı bu hizmeti yaptıktan sonra bir beş on metre kadar ayrılır. Hünkâr ve dervişleri o anda sır olur, görünmez olurlar. Çiftçi Bahattin, eyvah ben Hünkâr’dan bir el alacaktım, diye düşünceye dalar. Nasıl bir daha onu bulurum diye, bir zaman düşünür. Ve akşam olur. Eve vardığında çocuklarıyla birlikte o kavunu lokma ettiğinde sofra ortalıkta iken, kapı çalınır. Aynı dervişleriyle birlikte Hünkâr içeri girer. Çitçi Bahattin Hünkar’ı görüp tanıyınca sevincinden gözyaşları döker, Hünkâr’ıma kavuştum, der. Hacı Bektaş Veli Sultan kendisini Hacı Bektaş olarak tanıtır. Niye ağlıyon çiftçi baba, diye sorar. Sevincimden ağlıyom, bir daha seni bulamam diye, seni de burada görünce sevincimden ağlıyom, der. Ve o almış olduğu lokmayı getirir, orda evin halkıyla birlikte Çiftçi Bahattin’i “Bostancı Kolum” diye nazarlar, el verir. İnsanların elinde yüzünde sivilce gibi bir şey olunca onu iyi etmesi için bunu nişane olsun, diye beyan eder. Orda sohbet edip ilim bilgilerini verdikten sonra, çiftçiden bir kolum olmadığından, yetiştirdiğim birisi olmadığından seni bu yolda, bu ocaktan “Bostankolu Ocağı” olaraktan, bu posta oturtuyorum, der. Bostancı Dervişlerimden diye bir rivayette de, Bostancı Kolum olaraktan seni dergâha kayıt ediyorum, der. Postu 11. Postan Hasan Halife’ye bağlayaraktan kayıt eder. Postun sahibi Hasan Halife’ymiş, onu oraya bağlıyor.
Peki, Bahattin dediğiniz Bostankolu kimmiş başka bilginiz var mı?
Bahattin Yani Bostankolu da üç kardeşmiş: Birisi Hasan Halife, birisi kendisi, Birisini de bilmiyorum.
Bostancı Çelebi Kayseri’nin Ambarlı (Nevşehir ile Kayseri arasında Kayseri’ye bağlı olarak biliyorum.) köyünde kalmış. Ana ocak merkezi orası. Köy halen varmış ama ben oraya gidemedim.
Yavuz Sultan Selim’in karşılarına çıkıp ortalığı karıştırmasından başlayarak Bostan Kolu Ocağı üç kola ayrılıyor: Kendisi yerinde kalıyor, Kardeşlerden birisi Sivas Sivrihisar tarafına gidiyor, diğeri Sakarya tarafına gidiyor.
Bostankolu’nun yani Çiftçi Bahattin’in üç çocuğu varmış. Bunlardan birisi Mudayım Dağı’na yerleşiyor, sonradan Bostankolu Köyü adını alan köyde kalıyor. Buna Hüseyin diyen var, Bayram diyen var. Çocuklarından birini Tokat’ın Dive Köyü’ne, çoban olarak veriyor. Orada bir aileye çalışıyor. Kardeşlerden birini de Tokat’ın Turhal ilçesinin Arapören Köyü’ne koyun çobanı olarak veriyor. Onun adı Bektaş. Bektaş ismindeki çobanı alır yaylaya gider. Yaylanın adı o zamanlar Vazanya’ymış. Bektaş orda çok uzun boylu çoban olarak kaldığından ağanın yaşlılık zamanı gelir. Bir gün Bektaş’ın yanına, yaylaya varır. Bektaş oğlum, çok zamandan beri kahrımı çektin, çok iyi bir insansın, temiz kalplisin, iyi niyetlisin diyerekten sohbet ederler. Benim yaşım geldi, sana bir büyük ikramda bulunmadığım için, bu yaylada aklığın yettiği kadar, gücünün yettiği kadar bir arazi çevir, der. Burası çok verimli bir yer olduğu için sana 150 de koyun veriyorum diye, bağış eder Çoban Bektaş’a.
O arazi Çoban Bektaş’a kalınca, Dive’deki kardeşini de alır yayına getirir. Der ki, kardeş burada arazimiz çok, birimiz çobancılıkla, birimiz de çiftçilikle uğraşıp, geçinip gidek, der. Bostankolu Köyü’ndeki babamızın gereken ihtiyaçlarını buradan temin ederiz, der. Burda Bektaş’ınan berebar; birisi hayvancılık, birisi çiftçiliğe çalışmaya başlarlar. Ve bunlar biraz daha çalıştıktan sonra, Ağa der ki, bunlara, siz akrabalarınızdan, tanıdıklarınızdan insanlar getirin, burada bir köy kurun, burayı size veriyorum der. Bir zaman sonra ağa gözlerini hayata kapatır. Bu iki kardeş orada devam ederler. Tokat Turhal Vazanya Köyü olarak nüfusu kayıt olurlar. Burda bir kardeşlerine (öz değil üvey ama Bostankolu olarak geçiyor) Samsun’dan İledik (Ladik olabilir?) bir kadınla evlendiriyor. O kadınla birlikte kadının bir yakını da oraya geliyor, Hasan isminde, o da o kabileye dâhil oluyor. Burda; Erdoğanlar, Zabanlar, Gürer’ler diye üç kabile vardır, olmuşlar. Bu köy halen devam ediyor ama ismi Ayranpınar Köyü oldu.
Bostankolu Köyü ne oldu?
Ana ocak Bostankolu oldu. Burada Bahattin’in oğlunun soyu devam etmiş, bir ocak olarak bugün de varlığını sürdürüyor. Bostankolu Köyü aslında dağın başında ufak bir köydür. Orada Ahmet Dede türbesi var. Ocağın merkezi orası. Ama asıl merkez Ambarlı Köyü Kayseri’deki.
Bostankolu Köyü’nden dedeliği sürdürenler var. İstanbul’da da yaşayan bir dede var.
Size gelelim, siz köken nereden gelmişsiniz?
Vazanya Köyü’nden gelen Bektaş vardı. O Bektaş’ın torunlarından Hüseyin (Topal Hüseyin) varmış. Topal Hüseyin Arho (Turhal’a bağlı) diye bir köyden, Bektaş’ın çok samimi olan bir dede arkadaş, Memet isminde (Kara Memmet). Kara Memmet’in topal bir kızı var. Bu topal kızı evlendirmek için bir damat arıyormuş, Vazan’ya köyüne gelip de, ayağı düşer, Bektaş’ı bulur. Bektaş’ın orada bir gün bir gece misafir olarak kalır. Bektaş’a der ki, ya Bektaş Ağa, şu topal oğlanı bana ver, benim topal bir kız var, bunları evlendireyim, hem bana bir komşu, bir arkadaş olurlar, hem de bunlar evlenmiş olurlar der. Orada kalıyor.
Topal Hüseyin’in iki oğlu oluyor Arho’da; birinin adı Hasan, diğerinin adı Mustafa. Hasan’ın çocukları olur.
Bizim kökümüz olan Mustafa’nın beş oğlu, bir kızı oluyor: Büyük oğlunun adı Mahmut, ikinci oğlunun adı Muharrem, üçüncü oğlunun adı Kasım, dördüncü İsmail, beşinci oğlunun adı Memmet Ali. Kızının ismi: Ümmü Gülsüm.
İsmail işte benim babam. İsmail 1332 yılında doğmuş (Mustafa’dan olma, Güllü’den doğma) 1979’da vefat etti. Yani ben Arho köylüyüm. Arho şimdi Yeşilalan köyü oldu. Turhal’a bağlı Yeşilalan Köyü oldu.
İsmail’in çocukları: Birinci oğlu Bektaş, ikinci oğlu Sadık, üçüncü oğlu Fevzi, dördüncü oğlu duran.
Babamın türbesi Yeşilalan Köyü’ndedir. Aynı zamanda hepsinin de. Topal Hüseyin’in türbesi Yozgat’tadır. Oraya dedelik hizmetine gitmiş, orada da defnetmişler. Kababel Köyü’nde türbesi var.
Babanız nasıl bir insandı, nasıl bir dedeydi?
Babam çiftçi olarak hayatını devam ettirdi. Aklının sardığı kadar dedelik hizmetlerini yaptı. Karakteri çok temiz bir insandı. Hiçbir insan dememiştir ki, o şöyle böyle, hiçbir insanla takıntısı olmadan hayatını bitirmiştir. Sevilen bir insandı.
Anneniz nasıldı?
Şerif ismindeydi. Ev hanımıydı. Dede kızıydı. Keçeci Ocağı’nın evladıydı.
Sizi dinleyelim, sizin yaşantınızı alalım dede, köyde mi büyüdünüz?
1955 yılında Arhov’da dünyaya geldim. İlkokulu köyde bitirdim 1962-1967 arasında. Her zaman okuyan birisiyim. Ama tahsilime devam edemedim, imkânlar yoktu, fakirlik vardı.
Yirmi yaşına kadar köyde kaldım. Sonra 1975’de asker oldum. 1976 birinci ayın 26 askerliğim çavuş olarak bitirdim. 1976’nın 11. Ayın 29’ında köye döndüm. Köyde üç yıl hayvancılıkla uğraştık. 1981 Köy Hizmetleri’nde görev aldım. 1982 Köyü terk ettim Turhal’a taşındım. Turhal’da bir oğlum oldu. Adını Murat koyduk. O da özürlü doğdu. O özürlü, işçilikle vd. işlerde uğraşa uğraşa on yıl Turhal’da kaldım. 1990’da İstanbul’a geldim. 1993’de ailemi getirdim. Sarıgazi Yenidoğan’a yerleştim. Emekli oldum, hayatımı böyle sürdürüyorum. Üç kızım da var.
Siz dedelik görevini ne zaman, nerede yerine getirmeye başladınız?
2009’da emekli olduktan sonra, bu hizmeti geliştirerek, bu yola hizmet ediyorum, elimden geldiğince.
Babanızdan, yakınlarınızdan bir etkilenme oldu mu?
Bilginin temelini babamdan ve amcam Mehmet Ali’den aldım. Onlardan sözlü aldığım bilgileri, kitaplardaki okuduklarımla geliştirdim.
Duaları nasıl öğrendiniz?
Babamdan aldığımdı.
Yörenizde kendinizin dışında hangi dedeler var?
Şu anda sizin de tanıdığınız Sarı Saltık Cemevi’nde dernek başkanı Hasan Kaya da benim amcamın oğludur. Yeri gelince yapıyor, dede olarak anılıyor. Bir de Amcam Mehmet Ali oğlu Ali Kaya da dedelik hizmeti yapıyor. O hem köyde, hem de Turhal yaşıyor, dedelik yapıyor.
Köyde, yörenizde başka ocak var mı?
Muhtar Abdal Ocağı diye bir ocak var, kendi köyümüzde. O ocağın dedesi Ali Kara o dedelik yapıyor. O Turhal’da yaşıyor. Onun da gözleri ama buna rağmen dedelik yerine getiriyor.
Sizce sizin ocağın yaylım alanı nerelerdir? Yani ocak dedeleri veya talipleri hangi şehirlerde yaşar? Siz nerelerde cemler yaptınız?
Tokat Turhal, Kayseri var. Hatta Ayhan Bey bizim ocağın yayılımı ta Samsun’a kadar, Çorum, Yozgat, Mersin, Sivas, Diyarbakır’a kadar gidiyor. Hatta ben de Yozgat’taki Kababel Köyü’nde Hüseyin Dede’nin türbesini bizzat gidip buldum, ziyaret ettim.
O köyde taliplerimiz var. Yozgat’taki taliplerimiz Ankara’ya taşınmışlar. Köyde de var. Ben onlarla kaldım. Sohbet ettik. Köy Alevi ama şimdi köye hoca vermişler).
Sevgili Ayhan Bey, ben daha çok hizmet etmek isterim ama imkânlar sınırlı. Kimseden de bu işlerden para da talep edemem.
Tokat Turhal’da Ali Kara ve Ali Kaya ile cemler yürüttüm. Köyde de zaten gidince yürütüyorum.
Zile’nin Yaylayolu Köyü’nde (eski isim Bacolu) hizmet ettim.
Yozgat’ın Kababel Köyü’nde hizmet ettim.
Ankara Altındağ’a bağlı Beşikkaya Mahallesi’nde hizmet.
İstanbul’da Bağcılar’da, Halkalı’da, Sancaktepe’deki Sarı Saltık Cemevi’nde, Şahintepe Cemevi’nde cemler yürüttüm ama sürekli değil, zaman zaman. Yenibosna Cemevi’ne gittim. Kayıt yaptırdım, ceme katıldım.
Ailede, köyde, dede ve taliplerinizde Bostankolu’yla ilgili başka nasıl kerametler anlatılır veya gerçekten Bostankolu kimmiş?
Sırrı hikmetlerden, kerametlerden Hünkâr her derdin bir dermanı vardır, düşüncesiyle Bostankolu’na bir yetenek veriyor. O da insanlarda çıkan sivilceleri iyileştirmedir. Bizim ocakta; Elinde yüzünde sivilce, siyil çıkan birisi geliyor. O efsunlanmış oluyor, okunuyor, sıhhat buluyor. Ben de şu anda bunu yapıyorum. Yani elinde, yüzünde siyil çıkınca ben duasını okuyorum. Onun duası, niyetle o kişi arasında olan bir duadır. (şunu şunu diyorum, diye de o sır da biz de kalsın).
Bu dededen babadan size miras mı kaldı?
Evet. Bu Bostan Çelebi’den beri bizdedir. Hünkâr’ın verme nişanıdır. Bu kafadan, sıradan bir şey değil.
Babanızdan hatırlıyor musunuz? Bu amaçla sizin eve başka köylerden gelirler miydiler?
Komşu köylerden Alevi olsun, Sünni olsun, gelirlerdi. Çokça tavuk olurdu, tavuk verirler, yumurta verirlerdi. Özünden ne koparsa verirlerdi. Gelenlere dua veriliyor, okunur gider.
Bir de yukarı da bostanda olan var. Adalet üzerinden paylaşma var. Hünkar’ın hikmetiyle Bostankolu bostanda meyve yetiştiriyor.
Keçeci Ocağı’ndan ise biliyorsunuz akıl sağlığı yerinde olmayan insanlar gelir, o ocaktan şifa beklerler.
Çevrenizde başka hangi ocaklar var?
Keçeci Baba, Hubyar Sultan, Muhtar Abdal Ocağı (Sivas Emlek Yöresi’nden geldiği söyleniyor. (Kara Memmet), Tokat’ta Çöreğibüyük Köyü’nde (Babamın müsahibi Kasım Uçar’ın köyü. (Tokat Merkeze bağlı Bağderesi Köyü) Kul Himmet Ocağı’ndandı. Benim müsahip annem Varsıl’dan gelme Ulu Annem Kamer vardı. (Kasım Amcamın (Uluğ Baba derik, Babamın müsahipliği vardı.)
Alevilik sizce nedir?
Batın ilminden ilimdir, zatında anlayıştır.
Dedeler kimlerdir?
Dedeler yol önderidir. Zatın ilmin batın ilmine yol önderleridir.
Gerçek bir dedenin özellikleri nelerdir?
Rehberlik yapmaktır, yol göstermektir.
Yol ne demektir?
Yol; yürüyen bir canlıdır, yaşam boyudur. İnsanların doğumundan ölümüne yaşamının bütünüdür.
Alevi Yolu nedir?
Kökeni Ehlibeyt olan ikrardır.
Hz. Hüseyin kimdir sizce?
Hz. Hüseyin, Hz. Peygamber Efendimin ikinci torunudur, Üçüncü imamdır. İmamın görevi de yol rehberidir.
Hünkâr Hacı Bektaş Veli?
Pirden almış olduğu ilmi taliplerine aktaran rehberdir. Bana göre yol gösteren bilgindir, benim de pirimdir.
Ahmet Yesevi?
Almış olduğu ilim Ahmet Yesevi’den almıştır. HacıBektaş Veli’yi yetiştiren Lokman Perende’dir. İlim derslerini veren Hoca Ahmet Yesevi’dir.
Ocak nedir?
Hünkâr Hz. Ali’den başlayarak 17. Göbekten torunudur. Bizde ocak demek; çerağın uyandığı bir merkezi alandır. Karanlıkları aydınlatan, bir ışığın aydınlığıdır. Bir karanlığa ışık tutan aydınlık merkezidir.
Cem nedir?
Cem demek insanları toplum olaraktan bir yere gelmesine cem denir. İnsanların toplanıp bir araya gelmeleri için iki meydanı vardır. Birisi ahrette mahşer meydanı, ikincisi dünya âleminde Kırklar Meydanı’dır.
Kırklar Meydanı nedir?
Hz. Ali Efendime; Cenabı Allah tarafından Arslan’ım Ya Ali, deyip te Çatal Zülfikar’ıyla ödüllendirilmiş, Velayetname’yi vererek, böylece İmam Ali, insanlara yol gösteren İmam olmuştur. Bu imam Kırklar Meydanı olan meydanda insanları toplayarak, ruhunun bedeni tartmak için insanların şahitliği üzerine nizam terazisini kurarak, iki cihan serveri olmuştur. Bu hikmeti Hz. Peygamber Efendim Muhammed Mustafa Efendime ayan olunca bu sırlar, Cenab-ı Allah tarafından Cebrail Aleyhiselam Eşliğinde Muhammed Mustafa miraca davet olunur. Hz. Peygamber Efendim miraca dâhil olunca Cebrail A.S. Önüne rehber olarak alır. Ve destur edip, miraça niyet ederler.
Mihraçın kapısına varırlar ki, kapısında bir arslan var. Arslan bunlara hünkürür, Peygamber Efendim SAV bu arslanın heybetinden biraz ürker, Cebrail AS., Korkma ya Habibim, diye söyler. Cenab-ı Allah tarafından bir nida gelir (ne yapacağına dair). Parmağındaki yüzüğü arslanın ağzına ver. (Hatem Yüzüğü) (Hatemi çıkar Arslanın ağzına ver, diye) Arslan hatem yüzüğünü aldıktan sonra alır sakinleşir. Peygember efendimize yol verilir. Arslan bir viraneye çekilir. Varıp Hakk’ı tavaf edince, ilk suali bu olur. Ne heybetli Şirin varmış, Ya Resul Allah, diyor. Korktun mu ya Habibim, diyor Cena-ı Allah. Buldu bir biçare derviş, hemen yutmak istedi bizleri. Yanım olaydı ol amcamoğlu Ali, dayanırdı o Şahıma. (Hz. Ali’ye)
90 bin kelam tanıştı iki dost birbirlerine (Cenab-ı Allah ile Peygamber Efendimiz) Peygamber Efemdime orada bir ikram sunuldu. Süt, elma, bal oldu. Orda seccadesi ayan oldu. Seccade orada ayan olunca Hz. Peygamber Efendimize destur verildi. (Evine gitmek için) Giderken Kırklara Uğra Ya Habibim diyor, Yüce Allah. Peygamber Efedim geldi Kırkların Kapısına. Vurdu kapıyı girmek istedi. Sen kimsin diye soruldu. Ben peygamberim, diye cevap geldi. Sen git peygamberliğini ümmetine yap, diye bir nida geldi. (‘benlik” oldu, ben dedi) tekrar Cebrail AS. Peygamber AS. Peygamberi’im dedim, beni içeri almadılar, git peygamberliğini ümmetine yap dediler, dedi. Bu kelime üç kez tekrarlandıktan sonra, Cenab-ı Hakk’tan nida geldi. (Orada birlik beraberliğin olmadığı anlaşıldı).
Hz. Peygalber Efnedimiz tekrar Kırklar Kapısı’na varınca, kapıyı çalınca, sen kimsin diye ses gelince, “ben benim, ben bir garibim, yetimem, Yaratmış Allah’ın bir kuluyum” müsaade ederseniz, içinize kabul edin dedi. Bu söz kabul edil. Peygamber SAS içeri alındı.
Geçti Kırkların Meydanı’na cemaat hepsi birden kalktı ayağa, Hü diyerek yer gösterildi. Geçti mekânına geçti mekânına oturdu Muhammed Mustafa. Hü Miraç’ın kabul olsun, diye onu tebrik ettiler, onu kabul ettiler. Dedi Hz. Peygamber Efendim size kim derler, bize Kırklar derler, dediler. Madem size Kırklar, derler neden noksandır biridir, dedi. Selman Şeydullah’a gitti, ondandır eksikliğimiz, (eksiktir birimiz) dediler. Birimize bir neşter vursan, kırk damla akar kanımız. (bir noktaya akar, eksik tamam olur) Cebrail’in verdiği bir üzüm tanesiyle Selman “Hü!” deyip içeri girer. O anda bir yeşil el geldi meydana. Ezdi üzüm tanesini bir tasta. O anda Paygamber Hatemi gördü Ali’nin parmağında. Seccadeyi gördü Kırkların Meydanı’nda. O anda Yeşil El ezdi üzüm tanesini. O şerbetten ağzına aldı, Kırkı da oldu ayen beyan, kalktılar döndüler semaha. Semahı bitirdikten sonra Hz. Peygamber Efendim uçtu gök semalarına. (Yedi kat gök sema) o zaman Ali’ye şunu dedi: Serine erdim, sırrına eremedim, Ya Ali. Allah deyin inanacağım ama amcam oğlusun, anadan geldiğini biliyorum, dedi. Ahiri de sensin, batını da sensin. Cümle yolların rehberisin Ya Ali, diye yanıt verdi. Yani Peygamber bu sırları Kırklar Meydanı’nda görmüş oldu.
Burada Cebrail vahiy geldi getirdi tekbir
Yoktur içimizde kin ile kibir
Kırkların Meydanı’nda ol Hazreti Pir
Hakk La İlahe İllah Özümüz Bizim
Muhammed Er Resullah sözümüz bizim
Allah’ın arslanı Pirimiz bizim
Kırkların Meydanı’nda serili
Seccademiz bizim
Hakk La İlahe İllah Özümüz Bizim
Toplandı mümin kullar açıldı meydan
Burda okundu bize ol mübarek Kuran
Ol Muhammed Mustafa’dır mehraçtan gelen
Hakk La İlahe İllah Özümüz Bizim
Derç etti Kuran’ı Ali oldu İmam
İki cihanda Hakk postuna oturan
İkrar verip aldık din ile iman
Hakk La İlahe İllah Özümüz Bizim
Muhammed Er Resullah sözümüz bizim
Aliyel Murteza’dırPirimiz
Melektir anamız adem babamız
Secdeye indi Sadık gerçektir niyazımız
Hakk la İlahe İllah Özümüz Bizim
Muhammed Er Resullah sözümüz bizim
Allah’ın arslanı Pirimiz bizim
Kırkların Meydanı’nda serili
Seccademiz bizim
Söyleşi: Ayhan Aydın, 23 ARALIK 2016, Şahkulu Sultan Dergâhı, Göztepe-Kadıköy