HÜSEYİN BAŞAR BABA

 
 

HÜSEYİN BAŞAR BABA

 

(BABAĞAN BEKTAŞİ BABASI (BALIM SULTAN ERKANI SÜRDÜREN) (SARI SALTUKİ) (KENDİ İFADESİYLE; (ARNAVUTLUK – TİRAN) DÜNYA BEKTAŞİLER BİRLİĞİ TÜRKİYE TEMSİLCİSİ) /  1942 -  ÜSKÜP - MAKEDONYA DOĞUMLU)

AYHAN AYDIN

Sevgili Baba ne zaman ve nerede doğunuz, çocukluk günlerini anlatabilir misiniz?

Üsküp’te 1942 senesinde doğdum. İlkokul, ortaokul, lise tahsilini orada tamamladım. Babam Hüsnü Kemal, Yüksek Pedegoji Okulu’nu bitirmiş, Üsküp’te öğretmenlikle birlikte öğrencilere tarih, coğrafya kitapları hazırlamış aynı zamanda birçok tiyatro esirini de tercüme etmiştir. Bunlardan ikisi “Senin Yeğinin Benim Yeğenim, Takıntyalar”dır. Balkanlar’da, Üsküp’te bulunduğu sıralarda Türk Yücel Partisi, Demokratik Şiptal (Arnavut) Partisi’ni ve Genç Bosnalıların kuruluşunu yapan böylece İslam birliğini gerçekleştirmek için sosyal faaliyetlerde bulunmuş, Kominist idare bunu tespit edip başkan ve üyelerini hapisanelerde işkenceyle yıldırma hareketine tabii tutmuşlardır.

Annem Fatümatil Zerra Halveti ve Rufai Şeyhi Şeyh İbrahim Efendi’nin kızı olup, halen Üsküp’te Çayır Muhitin’de bulunan Rufai Tekkesi’nde büyük babam Şeyh İbrahim Efendi, Şeyh Murteza Efendi, Şah Haydar Efendi, Şeyh Erol Efendi Haznedar Baba’nın ayak diplerinde aynı türbede yatmaktadır.

Babamın babası Zülfü Baba, bir Bektaşi Babası olup, hayatının bir kısmı Yemen’de, bir kısmı İngilizlere esir düşmekle (Balkan Harbi’nde) geçirmiş mühim bir insandı. Babaannem Fatime tam Osmanlı kadını olup mürvet ve musibette haneler arası Üsküp Şehri’nde fedekarane yardıma koşan saygın bir hanımefendiydi.

Baba Sultan’a yönelttiğim babası, annesi, ataları, doğduğu yer, çocukluğu, ailesi, Sarı Saltuk ve diğer inanç sorularını kendisi anlattı ben de not ettim... Tam tamamlanmayan bir söyleşi...

 

 

İnanç Yönünden Yola Giriş...

Ben Hüseyin Başar; Ankara’nın Sincan şehrinde Hasan Efe Baba’dan ilk nasibimi almış daha sonraları Gostivar’da bulunan Sersem Ali Dedebaba Postnişini Tayyar Gaşi Baba’dan dervişlik (........) beratımı aldım. Ondan sonra babalık hilafetnamemi Ceddim araştırılarak Sarı Saltuk Ocağı’na bağlı Tiran’da bulunan Salih Nizayi sonrası zamanın postnişini Hacı Reşat Dede Bardi tarafından bu hizmete getirildim (..........) Üç sene bir zaman aşımı içinde yapmış olduğum sayısız hizmetleri Bektaşi dergahı nazari dikkate alınarak Dünya Bektaşileri Birliği Temsilciliği’ne getirildim. Halen o görevi ifa etmekteyim. Hayatım boyunca hiç bir şan şöhrete önem vermeden, Hünkar Hacı Veli ve tüm erenlerimizin izlediği yolda tek bir gayem vardı; o da çıkarsız, menfatsiz erenler aşkına, erenler yolunda hizmet etmek!

 

Fetah Efendi...

Annemin küçük dayısı İslam bilgini olup Balkanlar’daki aydın İslam düşüncesini yayan ulu bir öğretmen Fetah Efendi’ydi. Üsküp’te bir eyyam Aşık Müdürlüğü ve birlikte İslamska (İslam Birliği) başkanlığı ve danışmanlığını da yapmıştır. Sufi çevreler tarafından tekkelerde  takdire şayan bir şekilde Fatah Efendi sevilir sayılırdı. Üsküp’ün yetiştirmiş olduğu büyük ozan Yahya Kemal Beyatlı, Haznedar Baba Tekkesi’nin rahleyi tedrisatından yetişmiş olup aynı zamanda edebi eserleriyle Türklere Türk ulusuna sayısız hizmetleri vardır. İkinci Adam olarak onun ardından küçük dayım Fetah Efendi gelir. Bugüne kadar binlerce eseri olup su üstüne çıkmış değildir. Sebebini tam bilemediğim için çocukları tarafından bu miras paylaşılmıyor. Oysa ki toplumun yararına o kadar çok eserleri var ki; bu eserler içinde bir tanesi şöyle bahseder: “Allah deyen, diğer tarafta da Allahü Ekber deyen, aynı inanca mensup olan iki toplum nasıl birbirini öldürebilir?” Beni küçük dayımın eserlerindeki bu düşünceler hep etkilemiştir. Fetah Efendi 1945 senesinde İslam uğruna o değerli yazılarıyla; babam da siyasetten olmak üzere aynı zindanlarda senelerce azap görmüştür.

 

Fadıl Başar...

Bu meyanda bir çocuk babası olup hamen oğlum Fadıl Macaristan Budapeşte’de Türk Macar Dostluğu Derneği başkanlığını sürdürürken, oraya gelen tüm Türklere, Alevisiyle, Sünnisiyle, Bektaşisiyle hizmette sahip çıkmakta, onlara elinden gelen her türlü yardımı yapmaktadır. (Sevgili okurlar; bu fakir de 2013 Mayısı’nda Ali Temel, Eşi, Kazım Balaban Baba erenlerle Budapeşte’de Gül Baba türbesini ziyaretimizde aynı ilgiyi gördüm.)

Fadıl bir Macar hanımefendiyle evli olup, hanımı İslamiyeti kabul etmiş, Fatma ismini almış, iki oğlan bir kız üç çocuk sahibidir.

 

Çocukluğumun Üsküp’ü...

1950’li yıllar... Üsküp’te Yaya Paşa Mahallesi’nde çocukluğum Hıristiyan, Arnavut, Türk ve İtalyan çocukları arasında geçti. Fanatik bir çocuk olup, hep oyunların içinde başkan olmayı isteyen birisiydim. Hırslıydım. Yenilgiyi çok zor kabul ederdim. Yenilgilerimde hep kusuru kendimde aramışımdır. On dört yaşlarında iken Kant’ın şu sözü hep kulaklarımda çınlamıştır: “Gülmüyorum düşene gülüyorum düşüp kalkmayana”.  Tahsil hayatımda babamın da büyük hizmetleri var; hem bir baba hem de bir öğretmen olarak. Hayatım boyunca onun hayatını örnek aldım kendime. Yol erkanla ilgili ilk temel bilgilerimi; Bektaşi Babası Zülfü Dedemden, onun ayakları dibinde onu dinleyerek zevkle o anlatımları dinleyerek öğrendim. Burda neler mi yok?: İslamiyet’in kurulduğundan Anadolu’da Hünkar Hacı Bektaş Veli’yle onun ötesinde Ahmet Yesevi, Lokman Perendeler, El Buruni, El Haşimi, El Cebir, İbni Sina, Farabi, Kaşkarlı Mahmut, El Buhari ve bütün Anadolu Evliyalarıyla birlikte Mevlana Celalettin Veli bilhassa Yunus Emre’yi genel nefesleyirle gerek evrensel olarak insanı bakış açısıyla bize o kadar güle anlatırdi ki, kendinizi sanki 13. Yüzyılın içindeymişsiniz gibi hissederdiniz.

Ramazan ve bayramlarda Üsküp’te bulunan dergahın kapısı kapanmaz ardına kadar açıktı; Haznedar Baba Dergahı’nın.

Bir de orada Karşıyaka Dergahı vardı. Burda aşlar dağıtılır, açlar doyurulurdu. Başta Müslümanlar olmak üzere Hıristiyanlar da buralara gelir giderlerdi ukviagras.com.

Tekke etrafında Yahya Paşa Camii ve Acı Şeh Meydanı’nda oyunlar oynardık. Bu oyunların içinde çelik çomak, çizgiye para atmak, en büyük zevklerimizden birisi de İstahane’de bulunan hayvanat bahçesine gitmekti. Burası da orada sırasıyla; arslan kafeslerini, zürafa kafeslerini, gergedanlar, zebralar, yaban keçileri, ceylan gezilir bu gezi esnasında da büyük ağabeyilerimiz bize elmalı şeker veya aynalı şeker alırlardı. Bütün sevdamız maymun kafeslerinin yanına gidip onlara kabak çekirdeği atmaktı. Bu çekirdekleri hayvanların yeyişini merakla seyrederdik.

Okul nezdinde çeşitli spor faaliyetlerinde koşu, atletizm, halkalı eşek ve yüksek atlama ile birlikte, uzun atlamayı gerçekleşitirirdik. Geriye bakıyorum da o günlerde bayağı heyacanlı ve başarılıydık. Bir çok Hıristiyan çocuğunu geride bırakırdık. Hıristiyan arkadaşlarım bize dönüp övgüler yağdırırdı. Eh Turcin ete Turcunoveye, loga yakye Turcin, Heraltı vera, derdiler bu sözlerin Türkçesi; eh işte Türk her zaman ki güçlüsünüz, helal olsun, gibi övgülerle bizi yad ederlerdi. Çocuklar arası hatırımda kaldığına göre pek düşmanlıklar yoktu. Gül gibi eğlenirdik. Hatta guruplarda hiç ayırmadan Rüstem Abi’nin pazardaki tatlıcı dükkanında Şampide yerdik. Ve çıktıktan sonra da sinemaya girer, bazen okuldaki spor etkinliklerine gider böylece vaktimizi değerlindirirdik.

Biz ikisi erkek birisi kız olmak üzere üç kardeşiz. Ben Hüseyin, kardeşim Muzaffer, kız kardeşim Gülten. Aramızda saygı, sevgi kimi zaman da kavgalar zuhur ederdi. Her zaman ki gibi abi Hüseyin “haklı çıkardı”! Şu anda kardeşlerim hayatta değil. İstanbul’da Silivrikapı Mezarlığı’nda yatıyorlar. O aileden bir tek ben kaldım.

 

Üsküp ve Türkler daha doğrusu Türklerin Balkanlar’a geçişi...

 

Sarı Saltuk...

 

Türklerin Balkanlara geçişi Sarı Saltuk erenlerimizle başlar. 1263 senesinde Dersim denilen Anadolu’nun bir önemli bölgesinde Hünkar Hacı Bektaş Veli ve alperenleriyle yapılan sohbette; Sarı Saltuk’u Rumeli’ye yol kardeşini Güvenç Abdal’ı da Karadeniz’e gönderdiği büyüklerimiz tarafından anlatılırdı. Bu dilden dile, kulaktan kulağa gelen bir anlatımdır.

Sarı Saltuk 1263’de Ohri ve Prespah Gölleri arasında bulunan Galitza Dağları’nın eteklerinde bulunan Steve Naum Manastırı’nda iştihatlarına Katolik Arnavutlar’a, Ortodoks Greklere (Yunanlıları) Kardinal olarak papaz elbiseleriyle İslam’ın Hristiyanlığın Allah’ın dini olan sevgi ve muhabbetle ulusların birbirini sevme sanatını öğretmiştir.

Balkanlar’da çok kavimler İslamiyet’in onun sayesinde kabul etmiştir.

Arnavutlar, Torbeşler, Pomaklar, Patriyotlar, Bogomiller (Boşnak), Hak din olan İslamiyet’i (ve Türklük aşkını) onun sayesinde tatmıştır, algılamıştır. Bunlar Sarı Saltuk erenlerimizin çalışmalarıdır.

Niçin bir papaz kıyafeti kullanmıştır Sarı Saltuk? Balkanlar feodalizm yani acımasız krallık idareleri tarafından yönetilirken, krallıkların kiliselerle iyi geçinmek mecburiyetindeydi. Çünkü kral tayininde kiliseler kral tacıyla kardinaller tarafından onurize edilirdi. Bu meyanda Bektaşi Sırrı denilen mesele, biraz da bundandır. Serdengeçtiler, Şuhedalar, Dervişler, Alperenler refuze edilip milis kuvvetler tarafından kaçtıklarında kiliselere sığınırlardı. Kiliseler sultanın emrindeydi.

Sarı Saltuk çok ileri görüşlü bir büyük eren olduğu için durumu çok iyi görmüş ona göre davramıştır. İslamın Alevi yorumunu ancak farklı bir şekilde anlatıp yayabilirdi. Kendisi bu konuda ilk öncüdür. Balkanlar’ın ilk öncü Türk Alevi Bektaşi alp erendir. Sarı Saltuk’un başlattığı bu yoldan diğer Türk Alevi Bektaşi öncülerde geçmişlerdir. Balkanlar kolay fethildilmedi Ayhancığım! Evet tahta kılıçlar vardı ama bu büyük  ve zor bir mücadeleydi. Her şey zamanla oldu. Ordaki kuvvetli Hıristiyan yapıyı kırmak çok zordu, kralları, kiliseyi, kardinalleri vs. Aşmak öyle göründüğü gibi kolay değildi, bunu en iyi sen bilirsin. Bunun için zaman aşımıyla tebdil kıyafetlerle, serdengeçtilerin araştırmaların, bilgelerin can güvenliği alındıktan sonra zaman aşımı içinde saraya gönderilip içtahatlarını tamamlardı. Bu sır denilen, Bektaşi Sırrı denilen mesele bence buydu. İnsanın Allah’ı ile ibadetinde Bektaşi tarikatı ve Alperenleri aşıkların deyimiyle hiç bir sır yoktur, bütün çıplaklığıyla Allah’ıyla birlikte özdeşleşir kişi, burada sır yoktur. Hayatı boyunca yaşamış olduğu hadiseler Allah’ıyla vuslat biçiminde Allah’ın takdirine kalır.

Sarı Saltuk Avrupa’da 7 yerde türbesi veya makamı olduğu bilinen bir alperendir. Onun efsaneleşen kişiliği tüm Balkanları kuşatmıştır. Ben hemen tümünü bilirim, gittim gördüm. Onun manevi etkisi halen devam etmektir.

Ben de kendimi onun yolunda olan, o yola hizmet etmek isteyen birisi olarak görüyorum.

 

Söyleşi: 2013