ALİ SÜMER HALİFE BABA
(2. SÖYLEŞİ)
Sevgili CEM Radyo dinleyicileri merhaba ben Ayhan AYDIN, bir Alevilik Söyleşileri programında daha sizlerle beraberiz. Biliyorsunuz programlarımızda Anadolu aydınlanmasını sağlayan, Anadolu halk kültürün yaratan ALEVİ - BEKTAŞİ inancını, kültürünü, felsefesini bugünlere kadar getiren inanç temsilcilerimizi konuk ediyoruz; yazarlarımızı, dedelerimizi, babalarımızı, ozanlarımızı, âşıklarımızı konuk ediyoruz, onlarla sohbetler, söyleyişiler gerçekleştiriyoruz, onların birikimlerinden, engin deneyimlerinden yararlanarak sizlerle güzel dakikalar geçirmeye çalışıyoruz.
Bugün de yine yaşayan değerlerimizden, içimizdeki güzelliklerimizden birisiyle daha beraberiz; bu gün Ali SÜMER Halife Baba’ya beraberiz.
Ali SÜMER Halifebaba aynı zamanda CEM Vakfı kurucularından bir değerli isim. Ankara’da yine aynı şekilde Anadolu Kültürünü araştıran, inceleyen çok değerli bir kurumumuzun kurucusu, yönetim kurulu üyesi ve çok uzun yıllardan beri ALEVİ – BEKTAŞİ yoluna hizmet eden, ömrünü bu yolda geçiren bir değerimiz yirmi yıldan fazla; evet yirmi yıldan fazla Hacı Bektaş kasabasında, o dergâh da hizmet yürüttü.
Hizmetleri sadece onlarla sınırlı kalmadı yıllar yılı araştırmalarıyla, incelemeleriyle belgeselleriyle, kitaplarıyla bu topluma çok şeyler verdi Ali SÜMER babamız bu gün bizim konuğumuz. efendim tabi ki sizi birkaç kelimelerle anlatmak yetmez, sizin değeriniz gerçekten toplum için çok önemli, en son kitabınız Hacı Bektaş Aydınlanması’nda da zaten bu birikimleriniz çok bu güzel görünüyor.
Hoş geldiniz efendim, Merhaba…
Hoş bulduk, önce bu programda bana yer veren CEM Radyo yöneticilerine teşekkür ediyorum, ayrıca bizi dinleyen bütün can dostlara saygı, sevgi ve aşkı niyazlarımı sunuyorum.
Evet, aşkı niyazla başlıyorsunuz. Sizler, benliğe “lanet” diyorsunuz, “ben” fikrini ortadan kaldırarak dostça, sevgice, barışça, kardeşçe yaşamak için el uzatıyorsunuz, bütün insanları eşit görüyorsunuz.
Alevisiyle, Sünnisiyle, Bektaşisiyle, Mevlevisiyle hangi inanç kurumundan gelirse gelsin bütün insanlara kollarınızı açıyorsunuz, zaten sizlerin o ışıklı yolları bize çok şeyler kazandırdı. İnsanların kaynaşması için köprü görevini gördünüz bu güne kadar, o yüzdende gerçekten tekrar tekrar teşekkür ediyoruz. Ankara’dasınız, Ankara’da oturuyorsunuz, şu aralar İstanbul’daydınız bizi kırmadınız geldiniz programımıza, umarız bir gün CEM Radyo da ulusal yayına geçer, bütün Türkiye hatta bütün dünyaya sesimizi dostluğu, barışı kardeşliği bu güzel duyguları iletebiliriz.
Evet, efendim ben birkaç şey söyledim ama bu birkaç cümleyle sınırlı değil yaşamınız elbette çok evveliyatı var. Siz Hacı Bektaş’lısınız, oradaki biliyoruz ki Hacı Bektaş’taki makamının düzenlenmesi, tertiplenmesi, müzenin resmi açılışının yapılması, etkinliklerin yapılmasına çok büyük emekleriniz geçti. Aleviliği, Bektaşiliği zikir etmenin çok zor olduğu dönemlerde siz bu mücadeleleri verdiniz, o yüzden ayrıca teşekkür ediyoruz o çabalarınızı hiç kesintiye uğratmadan bugünlere kadar getirdiğiniz için, tekrar tekrar sizleri selamlıyoruz.
Sayın dostum bu fırsatı bana verdiğiniz ama benim de yıllardır yıllardır bir üzüntüm, bir beklentim var bütün konuşmacılar bu büyük insanları bu yolu ve erkân anlatıyorlar.
Tabi ki biz Pir Balım Sultan Yolu’na bağlı okurken şöyle bir sistem vardı. Bir matematiği, bir coğrafyayı anlatmak için tarihi önce onun tarifini yapmak gerekir, sonra o tarih de taş devri tunç devri detayıyla geçilir. Ben tabi bütün can dostlar Aleviliği-Bektaşiliği kendi ölçülerinde bildiğini zannediyorum. Fakat ben bir de, önce bu Alevilik ve Bektaşilik konularına, detaylarına girmeden acaba bu Alevilik ve Bektaşiliğin kaynaklara geçmiş bir tarifi yok mudur, diye merak edecekler oradan girmek istiyorum konuya.
Tabi hay hay ne güzel, çok güzel buyurun efendim oradan başlayalım…
Alevilik ve Bektaşilikte tanımları şöyle bağlıyorum edep sahibi kişilerin okuludur Alevilik –Bektaşilik bir, iki Hz. Ali yoluna soyunmaktadır. Üç dış yüzünden halka iç yüzünden Hakk’a bakan iki yönlü kavşak noktasına bulunmaktır. Kimseyi değiştirmeden yalnızca mevcut ahenge uyup mevcut olanın en uygun olduğuna inanan olgun ve erdemli insanlara Alevi ve Bektaşi denir.
Dört kapı kırk makamdır, hoşgörü ve enginliktir Alevilik ve Bektaşilik.
Bektaşi ve Alevilerde her kesim mürşidin diyor fakat mürşidin tarifini yaptığın zaman biz mürşit değil mürşidi rehberi olduğumuza inanıyoruz, çünkü bu vasıfları kendimizde göremiyoruz. Örneğin mürşidin tarifi şöyle geçiyor, Hacı Bektaşi Veli’ye göre, “Özünü bilmiş kendi vücudunu özünde, şerrinden kurtulup Hakk’ı bulmuş, Hakk ile birleşmiş ve Süleyman gibi hatem sahibi olarak yedi iklime hâkim olanlara mürşid” denir.
Yine halkın yaptığı bir dervişlik tarifi vardır. “Derviş Allah’tan başka korktuğu, güvendiği olmayan her hale tahammül eden ve her zorluğu yenen ve zorluğu hal edene derviş” denir.
Bu arada tabi çok uzun vasıflar var. Ben zamanınızı almadan bir Aleviliği Bektaşiliği de Hacı Bektaşi Veli ne gibi özellikler arıyor?
Her yaptığı bir iş mana taşıyan, her yaptığı bir iş mana taşıyan, Hakk’tan gelen nasibe razı olmak, kimsenin malı ve servetinde gözü olmamak, Tanrı aşkından ayrı yaşamanın mümkün olmadığı inanmak, cahillerle uğraşmamak, inandığı yolu sırrına ihanet etmemek, kula kulluk etmemek, karşılık beklemenden yardım etmek, kişinin kusurunu görürse üstünü örtmek, Tanrı’nın yarattığı insanları ayrı gözle görmemek, insanları rengi, dini, diline göre ayırt etmemek, Tanrı adı ve aşkıyla kainatı bir görmek gibi vasıflar aranmaktadır.
Çok güzel özetlediniz, açıkladınız efendim tabi ki bu konular çok çok ama çok önemli, sevgili Cem Radyo dinleyicileri birbirinden değerli dinleyicilerimizde bizlere zaman zaman soruyorlar ve ben kendilerine teşekkür ederim. Bu yolun uluları dediğimiz insanları diyorlar, bu gün görüyoruz bakıyoruz ki gerçekten de tarih de atalarından almış olduğu mirasa yakışacak şekilde güzel konuşuyorlar, güzel fikirleri var, engin fikirleri var, çok seviniyorlar.
Efendim siz bir halife babasınız yani, bu yolun öncülerinden birisiniz, yolu aydınlatan birisiniz, yani Rumeli ve Horasan Erenlerin devamcılarından birisiniz… Rumeli ve Horasan Erenleri dediğimiz zaman Pirleri dediğimiz zaman, Koca Ahmet Yesevi’den, Hacı Bektaşi Veliye, Abdal Musa’ya, Erikli Baba’ya, Kızıl Deli Sultan’a uzanan çok köklü uzun bir yol var, uzun bir damar var. Siz de o damarın günümüzde yansımalarından birisiniz, o yola da layık olabilmek için yıllar yılı çalışarak, çabalayarak bu hizmetlerinizi sürdürdünüz.
Daha önceden Ankara’da söyleyişimiz oldu, zaman zaman sohbetlerimiz oldu, bir büyüğümüz olarak, bu yola hizmet veren ama hizmetinde manasını şöyle yorumlamak lazım sadece cem yapan, cemaat yapan insanlara inanç yönünden bir şeyler veren değil sosyal aktiviteler yönünden de bir şeyler veren kimliğinizle sıyrılıyorsunuz siz diğerlerinden. Bugün zaten inanç öncüsü dediğimiz dedeler de, babalar da, ozanlar da veyahut da de Alevi- Bektaşi kurumların başında bulunan yöneticiler de aramamız gereken vasıflardan birisi de bu zaten. Yani, sadece inanç bazında şeylere sahip olmak onları halka anlatmak değil, kesinlikle “okuyan araştıran kültürel yönde, sosyal yönde halka bir şeyler verebilme başarısı gösterebilen insanlar.
Sizi de bu insanlardan birisi olarak gördüğüm için çok daha rahattım çünkü olumlu siz de eleştiriyorsunuz bazı eksikleri hataları daha iyi olsun diyorsunuz.
Örneğin ben çok iyi biliyorum ki Ankara’da Anadolu Kültürü Araştırma Vakfında (AKKAV) da görev yürütürken aynı şekilde burası nasıl bir Kültür Bakanlığı güzel projeler üretiyor, çalışmalar yapıyorsa Alevi- Bektaşi kurumları da artık bu ip çalışmalar içinde olsun dedelerimiz, babalarımız okusun, araştırsın kendini yetiştirsin diyorsunuz.
Peki, lafı oradan başlatalım daha eskilerden başlatalım Hacı Bektaş aydınlığından başlayalım, Hacı Bektaşi Veli’den, Hoca Ahmet Yesevi’den yolumuzun inceliklerini biraz konuşalım.
Efendim şimdi her şeyi baştan almak lazım örneğin, bir Alevilik ve Bektaşilik merakıyla biraz da genç kuşaklar bir sistem içinde bunu araştırması lazımdır. Örneğin Türlerin İslamiyet’e Tasavvufu gelişi Alevliğin inanç bazından yetiştirdiği büyük bir üniversite biliyoruz. Bunun için Horasan Okulu diye tabir ettiğimiz, Hoca Ahmet Yesevi Ocağı’nı ve orda ki eğitim sistemini biz ön plana alıyoruz.
Ondan sonra Hacı Bektaşi Veli’den önce Anadolu neydi? Yani Hacı Bektaşi Veli bu Horasan Ocağı’nda ne gibi bir eğitim gördü, oradan aldığını Anadolu’ya nasıl getirdi? Önce Horasan’ı ve Hoca Ahmet Yesevi’yi ve Hacı Bektaşi Veli’nin yetiştiği Nişabur şehrini bilmemiz gerekiyor. Ondan sonra Hacı Bektaşi Veli Anadolu’ya gelmeden önce ki hali neydi? Sonra Hacı Bektaşi Veli diyoruz, önce Veliliği tanımamız lazım. Velilik nedir, velilikteki özellikler nedir, ondan sonra Hacı Bektaşi eserleri nedir? Çağdaşları kimlerdir? Bunun özdeyişleri nedir? Vasiyeti nedir? Sonra eğitim dediğimiz konu var ki bu eğitimi biz kültürel olarak şöyle, meselâ tasavvufu nedir?
Önce tasavvuf da insan nedir? Fena fillah nedir? Dört kapı nedir? Alevi – Bektaşilikte aranan özellikler nedir? Biraz önce anlattım, peki mürşit nedir? Derviş nedir? Bu terimleri iyi bilmek lazım.
Ondan sonra Osmanlı ve Yeniçerilerin kuruşun da Alevi ve Bektaşilerin rolü ne olmuştur?
Dil nedir? Alevilik ve Bektaşilikte biliyorsunuz her milletin her kültürün bir dili vardır. Ayrıca Alevi ve Bektaşi de Tanrı ve din anlayışı nedir? Meydan, cem ve cami arasında ki fark nedir? Semahlar konusu çok önemli. Şimdi çok korkunç aslında herkes semahı biliyorum zannediyor. Kültürel bir yapı olan semahı çok iyi tanımak çok iyi tarif edip ona göre semahı oynamak gibi dönmek lazım. Alevi ve Bektaşiler’in sanata bakış açısı nedir? Kadına bakış açısı nedir? Fıkra nedir? Müzik nedir? Nefes nedir? Bilhassa Alevi Bektaşi ozanları ve dedeler her okunan şeye şiirlere nefes demiştir.
Ama bunu bilimsel boyutu şöyledir, eğer geçmiş uluların yolumuzu, edebimizi, ahlakımızı, törelerimizi anlatıyorsa nefes veya deme diyoruz, şatiyet diyoruz şartlanmalara karşı direnişe olan devriye diyoruz, yine ayrı bir ilahi diyoruz, duazi diyoruz, hiciv diyoruz ve nevruziye diyoruz ki bunlar konunun yapısına göre yazılmıştır. Örneğin eğer Pir Sultan kalsın benim davam divana kalsın, diyorsa bir yönetime karşı gelmedir ve yahut onun yaptığı olaylarının doğru olmadığı eleştirmedir.
Ama bir On İki İmam’ı sayıyorsak bir doğaldır, o onun için hepine dua nefes derken bunları da bilmemiz ve şey yapmamız gerekiyor.
Peki devam edeceğiz ama o zaman yani sizin böyle güzel bir çalışma var. Hacı Bektaşi Veli Aydınlığı, dediniz. Kitabınız da yıllardır sürdürdüğünüz çalışmaların bir nevi özeti, bir nevi derli toplu şekilde yayınlanmasıdır.
Hacı Bektaşi Veli Aydınlığı, diyoruz. Demek ki bir aydınlık var, aydınlanma var. Aydınlamadan bahsedeceğiz oradan Hacı Bektaşi Veli gerçekten kimdir? Ne yapmıştır? Onun ışığı yedi yüz yıl sonra bile insanlığı aydınlatmaya devam ediyorsa, öyle kolay kelimelerle anlatılamaz herhalde?
Şimdi bu büyük bir özveri işidir. Hacı Bektaşi Veli kendini yetiştirmiş, orda bir otorite olmuş fakat bunu diyor ki kendi kasada saklanan bir para gibi görmüyor ve hocası onun mürşitleri karanlık bir bölge olan Rum diyarı dediğimiz Anadolu’yu aydınlatmak için gönderdiği için biz bu aydınlık kelimesini bulduk ama tek başına gelmemiştir. Bir ekip olarak gelmişlerdir. Bu ekibin de başkanıdır, kendisini iyi yetiştirmiş, fakat öyle enerjik çıktıkları zaman bir teslimiyet var ortada, ne yanların da bir azık ne de keselerinde bir para, ne de yabani bir hayvana bir bıçak bile yok.
Gidecekleri diyar da bi daha memlekete dönmemek üzere gittiklerini, bir görev aşkı için gittiklerini bunu kabul ederek Anadolu’ya gelmişlerdir. Böyle çok zahmetli çok şeyi başarmıştır. Kendisi çok kitap yazmamış gibi gözüyor ama yaptığı işlerle bütün Anadolu insanını aydınlatmış ve örneğin bir Mevlana gelmiştir ama Arapça, Farsça yazmıştır ve dünya da bir buçuk milyon Mevlevi yoktur. Ama bir Hacı Bektaşi Veli bu gün Türkiye nüfusunun neredeyse üçte birinden fazla yani yirmi otuz milyon Alevi- Bektaşi gönül Kabesi haline gelmiştir. Ve der ki, biz Horasan’dan tahta kılıçla geldik, der.
Bu tahta kılıç gönül yoluyla, ikna etme yoluyla kendi felsefesini yolunun ve dürüstlüğünü işte el dil bel felsefesini koyarak gelmiştir. Ve bir Göreme’nin karşısına oturmuştur. Göreme üç bin altı yüz yer altı şehri, üç bin altı yüz kilisesi olan bir Hıristiyanlık eğitim merkezidir o zaman. Onların içine girerek ve hiç birini gönlünü incitmeden Hıristiyanlığı yanında Alevi ve Bektaşi, Tanrı’ya bakış açısını, ibadet türünü daha uygun olduğunu, onlara anlatarak hepsini Müslümanlaştırmış, Türkleştirmiş ve onlara her hangi silahlı mücadeleye girmeyen silahsız büyük bir kurtarıcı ve aydınlık bir insandır.
Peki, dediniz ki, beraber geldiler onlar, dediniz onların da yani Hacı Bektaşi Veli ve onun yanında bulunanların da çok büyük hizmetleri var, dediniz. Bunlardan birisi de Abdal Musa. Sizin Abdal Musa çalışmanız da var.
Evet, bu ekip olarak kendini şöyle de simgeler, mesela bir dut ağacından bahseder Horasan’dan atıldı, kurudu Anadolu’da buraya Hacı Bektaş’a düştü. Biz bunu biz de, bendeniz kuruyken yeşerttik, demekle şu mesajı verir. Yani biz oradan atandık ekip olarak geldik yolumuzu yeşerttik, diyor. Ve Alevi Bektaşi inancında su ve ağaç çok mühimdir.
Buradaki kuru ağacı yeşerttik felsefesi Anadolu’da ki halkın böyle hareketsiz oluşunu bir ağacın yeşermesi canlılık, hareket vermek ona, hayat vermektir.
Biz Anadolu’ya hayat verirken tekrar bir ekip olarak geldiğini söylüyor, ama bu ekip bazı kaynaklara göre doksan üç kişi, bazı kaynaklara göre dört bin kişi gibi gözüyor. Fakat bunun bizim için sayısı mühim değil, fakat şu gün gelen ekip Abdal Musalar, Erikli Babalar, Kızıldeliler bunlar bir öğretmen, bir asker gibi oradan yetişmiş hazır bunları çeşitli yörelere aydınlatmak için gönderiyor.
Örneğin bir Abdal Musa’yı Akdeniz Bölgesine, Kolu Açık Hacım Sultan’ı Ege Bölgesine, Sarı Saltık’ı Balkanlar’a, bir Kızıldeli Sultanı Yunanistan’a sokarak böyle çeşitli bölgeleri yetiştiriyor.
Arkasından bundan ikna olmuyor, yeniden diğer bir devre açıyor, diyelim ki ikinci Yunus Emre devresi ondan sonra bilmem ne devresi, çeşit çeşit devreler de insanları yetiştirerek, çeşitli bölgelere atayarak, o bölgelere birer ışık saçmış oluyor
Hacı Bektaşi Veli Dergâhında, okulunda yetişen dervişleri Anadolu’ya, Balkanlar’a o ışığı götürüyor diyorsunuz.
Evet.
Bu ışık da dört kapı kırk makam var. İnsanı kâmil olmak için, bize formüller var. Hakk’a yürüyen Bedri NOYAN Dedebaba da onları kitaplarında çok güzel işledi. Sizler de aynı şekilde bunları anlatıyorsunuz. Tabi ki bu felsefe Anadolu toprağında Balkanlar’da yayılırken, kendi başına yayılan bir inanç bir felsefe değil orda, kolay değil bunun yayılması, sistemi var, kuralı var, yani eğer yunusu, yunusa Saltuk Emre’ye veya söylence bile olsa kırk yıl kusursuz, eğri olmayanı taşıyorsa o dergâha hizmet ediyorsa, burada bir incelikler aranması lazım.
Evet tabii…
Peki, bu incelikleri Alevilik Bektaşilik sembolize etmiş. Sembolize ederken de kurallarını koymuş dört kapı, kırk makam aynı zaman derviş, aynı zaman da baba, aynı zaman halife baba, dede- babalığa doğru yürüyen mürşitte, mürşitti kâmile doğru yürüyen, bir ahlak felsefesi geliştirmiş bunları biraz açalım, bu okulda neler okutulmuş bu okul neyi ifade ediyor.
Hacı Bektaşi Veli dervişleri Hacı Bektaşi Veli’nin eğitimini şöyle başlatmış. Diyor ki bir talebeye dair önce Allah aşkını iyi bilecek, ikinci maddeden manaya geçmeyi öğrenecek, üç insanlar arasında sevgi ve birliği öğrenecek, dört insan içindeki gizli enerjiyi çıkartıp onu kullanma yeteneğini öğrenecek ona bugün keramet deniliyor. Bilimsel olarak kerameti her insan yapabilme yeteneği vardır.
İkincisi bundan teyit alan o dervişleri manaya yetecek. Örneğin bir yeniçeri ve yahut da bir Sarı Saltuk Anadolu Balkanları hallaç pamuğuna çevirirken kiliselere gidiyor oradaki yağmaları alıyor ve bunları satıyor para üretiyor eşyaları, çocukları hediye ediyor.
Bugün Noel Baba denilen Sarı SALTUK olduğu kesin biliniyor. Çünkü Hıristiyanlık’ta baba yoktur ve bu sistemi o yapmıştır onlar da çok sevdiği için kendilerine mal etmeye çalışmışlardır. Yani gönül yoludur bu yol, evrenseldir. Yine Yeniçeriler bu Avrupa’yı fethe etmeye gittikleri zaman Hacı Bektaşi Veli’nin şu dörtlüğünü ve yahut kendileri bir dörtlük yazmışlardır. Bu ant töreni olarak kabul ediyorlar bize bu yolun erkânı Hacı Bektaşi Veli’den gelir, serden geçen erler gelsin bu yana, ele dile, bele sahip olan canlar gelsin bu meydana, diyor. Biz canı can biliriz, uyarız fermana kıymayız, cana, diyorlar.
Ve birliğin başına Alevi Bektaşi olanlardan bir tabur imamı gibi bir mürşitle gidiyor. Örneğin bunlar herhangi bir insanla çarpışıyor, ölüyor ama şehre indikleri zaman meselâ kadınların üzerine koşuyorlar onların kötü hareketleri beklentisinde olan kadınlara, canlara normal yaklaşıyorlar, bacı ekmek alır mısın diyorlar. Onlar da alıyorlar. Aaa diyorlar bilmem üzüm alıyor parasıyla, parasını veriyorlar.
Bu Bektaşilik Alevilik bu yol bu kadar güzelse, diyorlar ne kadar güzelmiş diyor ama oraya önce bir karakolu var bir baba ve dede oturtuyorlar, bir dergâh kuruyorlar ve bu insanca yaklaşımlarından dolayı bu Avrupa’da biliyorsunuz Bektaşi Dergâhları yayılıyor.
Bizim Anadolu’da Alevi ve Bektaşi dergâhı olarak bir İstanbul’da bile kırk tane varsa bu gün Yunanistan da seksen tane dergâh var. Bulgaristan’ı biliyorsunuz bilmem kaç tane var. Bunlar bir kılıç zoruyla olmamıştır. Bunlar bir gönül adamıdır. Sevgi dolu olduklarını insana değer verdiklerini ön plana alarak kendilerini o şekilde kabul ettirmişler. Bu halifeye Hacı Bektaşi Veli’nin bu felsefesini iyilik insanlık ve insanlara yardım ve sevgi yoluyla bu şeyi kazanmışlardır yani.
Tabii bir de çok önemli bir özellik daha var, onu da özellikle sizin ağzınızdan dinlemek istiyoruz.
Kadın, ana, bacı bu kavramlar çok kutsal Alevilikte Bektaşilikte kadının apayrı bir yeri vardır. Kadın erkeğinden ayrılamaz, kadın kutsaldır, kutsidir, evinin direğidir, eşiyle beraber hele hele dini önderin yanında da dedenin babanın yanında da o ana sultan ondan ayrılmaz ve gerçektende ona da aynen dede ve baba gibi saygı, sevgi, hürmet gösterilir. O yüzden sizinde herhalde kadın hakkında Alevilikte Bektaşilikte kadının konumu hakkında görüşleriniz var. Onu sizden alalım.
Efendim Hacı Bektaşi Veli’nin kadına bakış açısı şöyle okuduğumuz eserlerden falan ve yahut niçin kadın konusunu Anadolu’da ön plana çıkarmış. Şu sıkıntıdan çıkarmış biraz da Anadolu’ya geldiği zaman şöyle bir tabloyla karşılaşıyor. Aşiret reisin evinde sekiz on kadın bulunuyor, birer köleden farksız davranan aşağı uğrardır. Kız çocuğu doğurmak bile kadın için suçtur. Anadolu’da bu durumları yakından izleyen Hacı Bektaşi Veli kadın konusu da ele alarak elmanın diğer yarısını gibi erkeği tamamlaması gerektiğini belirtip. Onun hor görülüp, ezilmesine mani olmuştur.
Bir kitabımız da kadın erkeğin eşit yaratıldığını bildiren, ayetler bulunduğunu anlatarak şöyle diyor Hacı Bektaşi Veli bu çok korkunç bir laf, mesajdır. O çağda Avrupa’da dahi kadınlara bu değerde yer verilmemiştir. Ve kadın zayıf bünyeli hürmete layık bir annedir, kadın her şeyin üstündedir. Her korunmaya muhtaçtır. Kadın erkekten uzak oldukça daha tehlikelidir diyerek sözlerini şu deyişiyle kanıtlıyor. “Kadınları okutunuz, kadını okumayan milletler yükselemez” demiştir. Erkek ve kadında ayrılık görmediği içinde her ikisi içinde can demiştir.
Ya bu bile erkek ve kadını ayrı görmemiş her ikisine can demiştir. Bu söz bugüne kadar yaşamış ve yerleşmiştir. Bu yüzden Hacı Bektaşi Veli felsefesine bağlı kadınlar erkekten kaçmaz davranışıyla dürüstüyle mağrurdur. Ürkek değillerdir.
Yobaz ve kadınlar eksik veya nakıs diyenlere hor görene Bektaşi bacılarının bir, iki cevabı var bir tanesi müsaadenizle okuyum.
Ey erenler erler nasıl ersiniz
Söyleyin sizinle davamız vardır.
Bacılara niçin nakıs dersiniz.
Bizin de Hz. Havva’mız vardır.
Bize de hak eden süphan değil mi
Aslanın dişisi arslan değil mi,
Söyleyin mahrumu rahman değil mi,
Ümmî gülsüm, Zeynep Leylamız vardır.
Naciye pak kemter bacıdır.
Muhammed Ali’ye kuldur naci’dir
Cümle erenlerin başı tacıdır.
İşte Fatımatı zehramız vardır. (Edip Harabi)
Evet Haticetül Kübra, Fatumatül Zehralar, analar, bacılar, evet bu yolu dedelerle, babalarla, ozanlarla, âşıklarla, aydınlatanlar, kadınlarımız, analarımız, bacılarımız, bu Anadolu toprağının çilesini çekenlerimiz ve sevgisiyle bu insanları Anadolu’da ki yaşayan insanları yetiştiren değerlerimiz ne güzel söylemiş, evet ozanların, âşıkların dili sevgi diyor, kardeşlik diyor, barış diyor ama aynı zamanda bazı mesajlar veriyor, önemli mesajlar veriyor kadın erkek ayrımını reddeden mesajlar veriyor. İşte o da gerçektende Hacı Bektaş Veli aydınlığının en güzel yansımalarından birisi, evet sevgili CEM Radyo dinleyicileri çok kısa bir ara veriyoruz. bu aradan sonra söyleyişimize Ali SÜMER’LE olan beraberliğimize devam edeceğiz.
Sevgili CEM Radyo dinleyicileri Ali SÜMER Halife Babayla olan beraberliğimiz devam ediyor değerli Halife Babamız birinci bölümde Hacı BEKTAŞ Veli aydınlığından bahsettiler oldukça güzel mesajlar verdiler evet Hacı Bektaşi Veliler, Abdal Musalar, Erikli Babalar bunlar Anadolu’yu aydınlatıyor.
Tabii Balkanlarda var. Balkanlar’da bu köklü kültürü sürdüren değerlerimiz var. Oradaki nefeslerdeki oradaki cemlerdeki bütün ahenk Anadolu’dan oraya gitmiş.
Yine bu aydınlığın oraya götürdüğü günümüzde de yaşayan büyük bir aydınlık Arnavut da Bulgaristan Dimetoko da Romanya’da Yugoslavya’da şimdi Kosova’da her tarafta Yunanistan’da aynı şekilde değil mi, Girit’de Kıbrıs’ta…
En çok Yunanistan da var.
Bu gün çok bilinmiyor bu gerçekler tabii, evet bu gün hala hala Yunanistan da günümüzde oradaki erenlere sevgi var, saygı var, anma günleri düzenleniyor. Oradaki Türkler hatta Yunanlılar oraları ziyaret ediyorlar. Bu da çok ilginçtir, çok önemlidir.
Sizin kitabınız da çok önemli bir belge niteliğimde bu kitap gerçektende, Ali SÜMER’İN Halife Babanın hazırladığı değerli yazarımızın, araştırmacının hazırladığı bu kitap çok çok güzel çok da önemli belgeleri de bilgileri de bize veriyor.
Evet dediği gibi onlarca türbe var, yatır var, tekke var Yunanistan dada tabii Yunanistan da var, orda yaşıyor Bulgaristan’da var, Anadolu da var demek ki her türlü baskıya rağmen sürdürülen büyük bir yol var, inanç var, peki şöyle diyelim.
Sünnilik var Müslümanlık içerisinde Sünnilik yolumu var, Alevilik var, Bektaşilik var farkı inanç gözeleri var diyelim.
Şimdi bir Sünnî kardeşimiz, dostum sorduğu zaman size, bir yabancı sorduğu zaman veya genç kuşaklardan birileri sorduğu zaman, siz şu soruya ne cevap veriyorsunuz. Aleviliği Bektaşiliğin ibadet, inanç gibi özelliklerinin dışında genel olarak, genel hatlarıyla en ayırt edici yönleri nedir. Yani bir Alevi de bir Bektaşi de hangi özellikler olmazsa olmaz. Yani bu özellikler olacak mutlaka olacak yoksa olmaz siz ne cevap verirsiniz.
Önce insanı sevecek, insanı sevmek bizde Hakk’ı sevmektir. Çünkü Tanrı diyor ki, ben sizi nurumdan yarattım, meleklere diyor ki sizler secde edin diyor, melekler de insana, Âdem’e secde etmiştir.
Biz Âdem’in etine kemiğine değil o secde onda Tanrı’nın nurunu gördüğümüz ve yahut da Tanrı’nın simgesi olarak kabul ettiğimiz için ona bağlıyız.
Çünkü bir kere Bektaşi ve Aleviler insanı ön plana çıkartmışlardır her şeyden önce, ikincisi cennet cehennem huri gılman gibi şeylerle Tanrı’ya bağlanmamışız.
Tanrı korkulacak bir nesne değil sevilen bir şeydir. Bizde onu aşk olarak kabul etmişlerdir. Ama bir Sünnî vatandaş Tanrı’yı bir korku olarak tanımış, ondan korkmamak, onun zulmünden kurtulmak için ibadet ediyor. Alevi ve Bektaşi ise Hakk’a sevgiyle bakıyor, öyle yaklaşıyor. Yunus da dediği gibi “bana seni gerek seni…” ki bana sevgini, aşkını ver dediği için, Bektaşi ve Aleviler Tanrı’yı bir aşk ve sevgi olarak tanıyor ve bunu da insan sevgisiyle Tanrı’ya ulaştığına inanıyor, en büyük özellikleri budur.
Yalnız insan değil tabiattaki her varlığı seviyoruz biz. Çünkü hiçbir şey sebepsiz yaratılmamıştır, yaşanmamıştır, diyoruz yılanın da bir özelliği var. Belki tabiatta bir hayvan türü bittiği zaman başka bir aksaklıklar çıkıyor. Biz onu yaratığına, bir koyun gübresini seviyoruz, niçin diyeceksin, bu gün çiçekler dahi soldu zaman bir minarelleri bitiyor. Ona bir avuç koyduğun zaman ona canlılık ve hayat veriyor.
Tabiatta dünyada evrende her şey denge üzerine.
Tabiatta dünyada evrende her şey denge üzerine, biz bu dengedeki hepsini zaten tabiata ve insanlar zıtlık üzerine kurulmuştur. İyilik olacak, kötülük olacak, acı olacak tatlı olacak, gece olacak, gündüz olacak, erkek olacak, kadın olacak, bunlar bir elektrikte artı olacak, eksi olacak. Yoksa dengelemede kıyamet kopar.
Tabii. Meselâ bakın yine çok enteresan efendim nefsimizi yok edelim diyorlar, nefis yok olmaz, kötü nefisler yok edilebilir
Islah edilebilir…
Hayır, kötü nefsi diyoruz ki melek yapacaksın şeytanı, eksiyi artı yapacaksın, yani kötü yolda olanı yola getirip düzelteceksin. Yani yok etme değil.
Peki, biraz da özel bölümlere girelim bunlar, şimdi Alevilikte dedeler var, ocakzadeler var, daha önceki söyleyişimizde buna değinmiştik. Babadan oğulla geçen onla da mürşit olarak imamları On İki İmamları görüyorlar. On iki imamlarda sekiz imamdan bu yolun yürüdüğünü söylüyorlar. O soylara kendilerini bağlayarak buraya kadar getiriyorlar. Böyle bir inanç sistemi var.
Bektaşilik var, tabi Alevilik bir kök ise Bektaşilik, bu inanca çok yakın bir kurum. Zenginlikleri var, farklılıkları var fakat özü aynı Hakk Muhammet Ali, sevgi, doğruluk, dürüstlük.
Fakat bir özellik var tabi ki babalık kurumu var, dervişlik kurumu var, halife- babalık, dede- babalık kurumları var. Bunlar tabi bir yere çıkıyor. Bunların çıktığı yer de yine insanlara taliplere o yola girmişlere güzelliği, doğruluğu, bu yolun inceliklerini öğretmek.
Peki, o mana da dervişle mürşit arasındaki boyutu biraz daha açalım yani erkân nameler var, yolun kuralları var o incelikler öğrenilmeden herhalde tam manasıyla bir yere ulaşılmaz.
Şimdi mürşit tarifini gördüğümüz zaman mürşit demeye utanıyoruz kendimize. Ne diyor mürşit yedi iklime hâkim olabilen, özünü bilmiş Hakk’la bir olmuş, diyor. Mürşit o zaman bakıyoruz ki Hz. Ali, Hacı Bektaşi Veli’den başka mürşit Hoca Ahmet Yesevi ondan sonra biz onun temsilcisi, halifesi veyahut onun rehberi gibi bakmak lazım. Çünkü eğer o özellik bizde varsa mürşit diyebilmeliyiz.
İkincisi şimdi Alevilik- Bektaşilik’teki işte bu mürşit olayı şöyle; İmam Ali’den sonra yine On İki İmamlar’da şuna dikkat edilmiştir. O da Türkiye’de aks olunca On İki İmam yolundan gidiyoruz, diyorlar. İmamlar kendisi hakka yürümeden çocuklarının içinden bu yola eğilimli olanın mürşit, benden sonra imam olacaktır, demiştir. Ama Anadolu Aleviliğinde bunu göremiyoruz, en büyük oğlan mürşit oluyor, posta oturuyor.
Hâlbuki bunun bir altındaki çocuk buna daha verimli ve yahut şizofrende olsa onu bekliyorlar. Bir de dede ve seyit olayını karıştırıyorlar. Seyitler Anadolu’ya yani gerçek On İki İmam soyundan gelenler 1071’den önce işte biliyorsunuz daha Türkler Anadolu’yu zapt etmeden Battal Gazi, Seyit Gazi, Hüseyin Gazi gibi öncüler bir kahraman liderler bu Bizans ve haçlı seferlerini durdurmuşlardır.
İkinci boyut ise şehitlerin horasan kanalıyla girmişlerdir. Seyitle dedeyi karıştırıyorlar.
Dede ise Ankara Savaşı’ndan sonra götürülmüş bazı kişilerin bu tarihlerde geçer. Erdebil tekkesinde Timur tarafından eğitiliyor bunlara bir sertifika veriliyor, bunlar Anadolu ve Balkanlar’a kadar yayılıyor. Onun için bize aslında o da mümdar. Hz. Ali’nin bir sözü vardır der ki “İlmin veraseti olmaz, ölülerinde kemikleriyle her arasanız kendinizde arayın” demiştir.
Onun için bizim belki bu sıkıntıyı şimdi çekiyoruz yeni gençlik yeni bir kuşak Aleviliğe sıcak bakmıyor. Çünkü bakıyor ki yalnız örf, adet dedeler bir soy şeceresiyle kendilerine bir makam veya bu yeter gibi bakıyorlar. Halbuki yeni gençler bugün bir matematik, fizik, kimya okuyor kendilerini âlem nedir, âdem nedir, insan nedir, tarih nedir, tabiat nedir gibi bunları öğretip ondan sonra ayin-i cem törelerini öğrenmek istiyorlar.
Alevi- Bektaşi dediğimiz kavramlar birbirine çok yakın. Bu inancın öncüleri olan sizler de zaten Alevi- Bektaşi süreği üzerine bu hizmetleri yürütüyorsunuz.
Sizin gibi yine çok değerli babalar, halife – babalarımız var. Onların da dedeler gibi bu yola çok büyük katkıları var. Dedelerde bu yola çok şey. Halk ozanları var meselâ, halk ozanları içerisinde de deyişleriyle günümüzde hala bu kültürü yaşatan değerlerimiz var.
Şimdi sultanım; ben yedek subay iken Erzincan da şey anlatmışlardı dedeler. Bir saz ile bir köyden bir köye gitmek biraz suç. Korkarlar amele gibi bir yorgana sarıp gitmiştir. Bu hizmetler yok edilemez. Bu bayrağı buraya kadar getirdik. Bizim gençliğin sıkıntısı şu: nasıl ki eskiden bir askerlikte okuryazar olan insan eğitmen oluyordu. Birinci okul veya üçüncü sınıfa kadar öğretiyordu. Din zaman ahkâmlarına uymaya mecburdur, der Hz. Muhammet. Bugün bir ilkokul öğretmeni bütün derslere girmiyor artık. Resim özel bir konu, beden eğitimi özel bir konu, müzik özel bir konu o zaman yeni mürşitler kendilerini bu çağa göre ayak uydurmaya mecburdur. Yoksa yeni gençliği Aleviliğe kazandıramayız, Bektaşiliğe kazandıramayız.
Çok güzel söylüyorsunuz. Yani oraya gelmek istiyorum bunlar bu güne kadar bu hizmetleri omuzlamışlar.
Allah razı olsun. Kendilerini yenilemek bu çağın çocuklarına bu gençliğe nasıl bu Aleviliği tabi onların bilimsel açıdan yaklaşmak gerekiyor.
Peki, oraya geleceğim şimdi Hakk’a yürüdü Bedri Noyan Dedebabamız vardı. Günümüzde diğer dede- babalar var, dede – baba var, halife – babalar var, babalar var, dervişler var, dedeler var, ozanlar var böyle güzel bir sistem yürüyor. Siz de diyorsunuz ki insanlar daha fazla eğitim alarak görgüsünü, kültürünü artırarak ihtisaslaşarak gençlere, farklı kesimden insanlara bu güzel yolu öğretsinler. Yoksa yetersiz kalıyoruz kimseye anlatamıyoruz. Bırakın Sünni kesimi Alevi gençliğe bile anlatamıyoruz. Haklıdır çünkü genç sorduğu sorular karşısında bilgi alacak. Fakat elbette ki o büyük yükü omuzlamış insanlara da bizim bir borcumuz var o da sizin de belirttiğiniz gibi zorunlu bir borç onların ve sizlerin hizmetinizi inkâr etmek nankörlük olur. Ama biraz da şundan bahsedelim meselâ bir Bedri Noyan’dan çok bahsediyorum. Bedri Noya’nın çok ayrı özellikleri var. Bedri Noyan’ın birçok eseri var.
33 kitap yazmıştır ve kütüphanesinde de dört kamyon kaynağı var.
Biraz daha bahsedebilir miyiz Bedri Noyan’dan, o Alevi- Bektaşi düşüncesinin son döneminde yani Cumhuriyet döneminde ki en önemli isimlerinden birisidir. Şu anda çok teşekkür ederim onu da bu arada belirtmiş olalım sevgi ve saygılarımızı da belirtelim Şakir Keçeli’ye, sizlere diğer dostlarımıza, büyüklerimize, Ali Doğan’a. Onun eserlerini kazandırıyorsunuz yine yeni yeni eserlerini yeniden düzenliyorsunuz en son üçüncü cildi çıktı Edebiyatla ilgili bölümü.
Kur-an’ı üçüncü defa basılıyor.
Yani bunun eserlerini bir Alevi – Bektaşi öncüsü olarak nasıl yorumluyorsunuz? Yani o bize elimizde tutabileceğimiz temel kaynaklardan birisi mi?
Efendim bir da Cem Vakfına bizlere büyük bir görev düşüyor. Bu insan öğle doğaüstü yani ressam, müzisyen ve bestekâr ve otuz cilt yazılmış şu anda eseri var elimizde. Fakat bunu gönül istiyor ki veyahut kendi ailesi de istiyor herhangi bir vakıf ya da herhangi bir yer böyle bilgisayarıyla yeni tip kitapları bir yere koyup ilerde örneğin bir vakıf değil de artık bir yerde vakfı Alevi-Bektaşi Üniversitesine şekline dönüştürdüğümüzü kabul et. Orda büyük bir kaynak olacak internete geçmesi lazım bunu sağlamazsak çok yazık olur ve bu kültürde dışarıya taşamaz yani.
Peki, eserlerine hangi boyutu getirmiştir Bedri Noyan Dedebaba?
Bedri Noyan aşkı getirmiştir. Zaten Alevi – Bektaşi olmadan enel aşk ve aşk risalesi içerisi de çok korkunç. Çünkü bu tıp da okurken önce Mevlevilere gitmiş ney öğrenmiş Ali Nihat Tarlan’a gitmiş edebiyat dersi öğrenmiş, resim kursuna gitmiş bilmem ne gitmiş iki elini kullanan çok yönlü bir insan. Yani kültürünü birkaç boyut ta iken Arapça bilen, Farsça bilen, Fransızca bilen bir insan.
Alevi- Bektaşi kültüründe bilmiyorum keşke birkaç kişi daha yetişse bu olsa ve bu mesajlar bize bu kaynakları bırakmış hiç olmazsa.
Biz ondan esinleniyoruz onunda yaptığı her şeyi görmüşünüzdür. Ezbere bir mektup bile aldıysa onu Ayhan’dan aldım demiştir, Mehmetten aldım demiştir dipnotlarında, arşivlerinde olduğunu ispat etmiştir. Ve ters yorumlarda koymuştur meselâ bu olaya Alevi şöyle bakan da olmuştu demiştir onu da yazmıştır. Ama onu onaylamamıştır o ayrı konu ama böyle bakan da var diye o yönünü de yazmıştır.
Peki, bir sorum da şöyle gelecek bizim dergâhlarımız var, türbelerimiz var, tekkelerimiz var, tarihten miras aldığımız hazinelerimiz var. Efendim Alevi- Bektaşi inancı boyutunda günümüzde Anadolu toprağında ki en büyük, en önemli dergâhlar, türbeler hangileridir?
Efendim şimdi Hacı Bektaşi Veli ve Alevi – Bektaşilik’te dört halifelik makamı çok meşhurdur. Bunun bir tanesi Abdal Musa, birisi ondan sonra Şahkulu, bir tanesi Kaygusuz dedim Mısır’da, bir tanesi de Seyrani Sultan dergahı diye biliniyor. Bunların zaviye dediğimiz şubeleri var. Örneğin nasıl Cem Vakfı Genel Merkezi burası ise Ankara, İstanbul şubesi var onlarda şubeleriyle doludur yani meşhur olanlar işte Abdal Musa, Geyikli Baba, Karaca Ahmet gibi.
Çünkü bunlar birazda bakımlı kalmış, biraz büyük şehirlerde oluşu ilgi çekiyor bunlarla ilgilendiriyor. Hatta bunların çoğunun biliyorsun bir Karaca Ahmet’in sekiz on yerde mezarının olduğu, türbesinin olduğu bir Yunusun bilmem ne gözüküyor. Bizim için bunlarda pek mühim değil inanç mühim. Biz onlara diyoruz ki biz bu Sultanların makamlarına, türbelerine bir saygı olarak gidiyoruz. Esas onların fikri, sanatı ve eserleri bizim için yaşıyor. Yoksa onun gidip türbesine yüz sürmek şekille tamamlamıyoruz. Onun verdiği mesajlar bizim için önemli, onun eserleri, bıraktığı izler mühim, bu yola hizmeti mühim yani.
Peki, siz şu anda hali hazırda Ankara’da dediğim gibi Anadolu Kültür ve Araştırma Vakfı’nın yönetim kurulunda bulunuyorsunuz. Cem Vakfının da kurucu üyesisiniz. Şimdi genel hatlarıyla tabi siz biliyorum ki eleştirel yaklaşımı savunan bir insansınız. Eleştiriyle ancak güzellikler olur diyorsunuz haklı olarak.
Methiyeler düzerek bir yere varamayız. Bu kurumların en büyük zaafları nedir sizce; Alevi –Bektaşi kurumlarının, derneklerinin, vakıflarının?
Kurumların en büyük zaafı olaya bilimsel açıdan yaklaşılmıyor. Neşriyatlara değer verilmiyor. Hâlbuki Bektaşiliğin ve Aleviliğin en büyük özelliği benlik ve gururu yok etmektir. Engin olmak lazım derler ya engin ol yine de engin ol diye. Diyor ki Bektaşi ve Alevilikte su tabiatın en kıymetli maddesi ama yüzünü yere süre turaba sürerek dedi ama bütün temizlikte kullanılıyor bir değerini kaybetmiyor.
Bu dernekler ve vakıflarda ben buradan birleşirsem acaba ben orda başkan olamam ikinci sınıf vatandaşlığa düşerim gibi veyahutta politik bir yönü vardır ve bunda hiçbir Alevi – Bektaşi dernekleri yok iken bir Karaca Ahmet vardı. Ankara’da ben emekli olunca Anadolu Kültür ve Araştırma Vakfı’nı, Alevi Vakfını biz kurduk. Hatta hocaya da geldik bizim kurucumuz oldu. Biraz vaktim yok falan dedi. Şimdi diğer kuruluşlar dedik ki aynı felsefede çocuklarımız aynı şeylerimiz aynı ama beş defa çok para harcadık durumumuz hiç iyi değil iken. Cem Vakfı daha kurulmamıştı. Avrupa’dakileri ozanları bilmem neyi iki üç defa bir araya getirdik. Yani bir çatı altında toplanalım diye veyahutta birçok cem evleri, erenler vakfının tüzüğünü biz hazırladık. Yahu kardeşim biz burayı kiralamışız odamız var burada oturun. Eğer bu tüzükte bir eksikle varsa beraber düzeltelim.
Kurucu olmak istiyorsanız siz de gelin dedik olmuyor. Kişilerin egoları var, politik yönleri var ve onun için ayrılıyorlar ama bu topluma zarar veriyor. Şimdi dernekler birbirine şey ben daha iyi yapıyorum sen kötü yapıyorsun gibi hizmet yapmıyorsun gibi.
Halbusiki eksiklikler aynı…
Meselâ Bektaşi dedeleri şimdi diyelim ki iki babanın arası açıksa bunun oğlu Hasan Baba’ya gidiyor ben diye oraya gitmiyor o diyor oraya gitmiyor oraya gittiği zaman suçmuş gibi halkın arasında bir ayrılık çıkıyor. Ama bizim felsefemizde nedir? Birlik beraberlik yetmiş iki millete bir bakın, diyor biz kendimize arada bir bakamıyoruz. O zaman biz diyoruz ki; Hz. Ali’yi, Hacı Bektaşi Veliyi, On İki İmam’ı sevmek o değil.
Onun yoluna gitmek ve yahut ondan aldığın mesajları yaşantıya geçirirsek onları sevmiş oluruz. Yoksa kuru kuru sevgiyi ben kabul etmiyorum.
Kuru kuru sevgi olmaz. Peki, gençlere bir daha dönelim biraz daha onlara ağırlık verelim çünkü umudumuz gençler yani genç kuşak önümüzdeki döneme damgasını vuracak gerek Türkiye’ye gerek Alevi- Bektaşi inancına.
Peki, gençler ben biliyorum ki Pir Sultan Abdal olsun, Karaca Ahmet, Şahkulu, Cem Vakfı, AKKAV olsun, ERVAK olsun, Ozanlar Vakfı olsun hep benzer eleştirileri yöneltiyorlar oralara ve diyorlar ki bize değer verilmiyorlar, bize önem verilmiyor, bizim isteklerimiz göz önünde tutulmuyor, diyorlar.
Peki, gerçekten de bu gençlere bu kurumlar önem veriyorsa onlara ben hak veriyorum aynı zamanda bir genç olarak görüyorum, konuşuyoruz.
Gerçekten de çok daha yaratan, üreten bu felsefeye yeni bir boyut getiren insanlar az olsa da gençler arasında yine de onların sevecenliklerini belki hataları olur, yanlış anlatırlar, yanlış aksettirirler ama o sıcaklığı bu kurumlar pek dikkate almıyor değil mi?
Şimdi gençlik bakıyoruz ne yapıyorsunuz, diyoruz. Saz kursu veriyoruz, semah kursu veriyoruz... Ben o gencin önce nasıl bir ekmek parası, önce kendine bir sanat kazanması gerekiyor birinci planda. Hatta biz eğitimde şunu söylüyoruz. Önce bir üniversiteye gir üniversiteni kazan bazen bize diyorlar ki sizin felsefenizde bu yok, hayır diyoruz kafasını bölmemek için. Çünkü sen liseyi bitirmişsin bir seneni kaybetme üniversiteye gir sonra bu konuları beraber işleyelim, diyoruz. Bir kere adımını at oraya önce anlatabildim mi? Meselâ bir dil kursu olabilir, bilgisayar kursu olabilir, biz çocuklara üniversiteye giriş sınavları için kurs veriyoruz. Ama biz onun yerine şimdi saz kursu vermek mi daha güzel, semah kursu mu? Ama işinin bitirsin dersini yoluna koysun çok zamanını da kahvede geçireceğine gelsin saz öğrensin. Ama işi gücü yok kendine bir branş ve çalışma yok her gün gel cem evinde semaha gidiyorum ne olacak? Kahvehane mantığını buraya taşımak oluyor.
O zaman hatta on beş gün tatilse gelsin yapsın, yaz tatilinde gelsin. Ama buraya kütüphane için de gelsin kendi dersini çalışsın çayını içsin veyahutta kendi kültürüyle ilgili kitapları karıştırsın, sorular çıkarsın dedeye, ebeye, dervişlere onları yöneltsin. Kendi kafasında gerçek bir Alevilik yaşatsın.
Böyle istekleriniz var çok güzel fikirler çok güzel çalışmalar. Hacı Bayram Veli ile ilgili bir etkinlik düzenlediniz sempozyum düzenlediniz geçen kasım ayı içerisinde ben de katılmıştım. Kültür Bakanlığı ile ortak düzenlemiştiniz.
Biraz da Ankara’dan buraya gelmişken sizden Ankara’da ki durumları alalım. İlk önce AKKAV da şuanda neler yapılıyor? Hangi çalışmalar içerisinde AKKAV yönetimi.
Efendim bir Kültür Bakanlığına bize karşı bir itimat beslediğini söylüyoruz ve biz istemeden, haberimiz olmadan onlar bize teklif ediyor. Biz bu güne kadar önce şöyle diyelim arşiv programı diyelim esas amacımız şuydu, yani böyle görsel, yani biz AKAV Anadolu’da ki Alevi ve Bektaşi ama bunu boyu ne olursa olsun tatar, Yörük olsun Tahtacı olsun biz diyoruz ki bunlar bir kültür mozaiğidir, bunların töreleri gelin çıkartma nedir? Adetleri nedir? Örfleri nedir? Cemleri nedir? Dil nedir? Hangi boydan nereden gelmişler? Bunları arşivleşmek bizim esas amacımız ve araştırmacılara malzeme vermek ve bunları neşriyatta kullanmak bunun dışında biz işte “HIDIR İLYAS” diye belgesel yaptık.
Ondan sonra Moldova’daki Türklerle ilgili biliyorsun Gagavuslar’la ilgili diye kitap çıktı. “Karagöz” diye bir kitap çıkartıyoruz. Hacı Bayram diye Kültür Bakanlığı’nın kültürel sempozyumları, halk kültürü ile ilgili sempozyumları Alevilikte var Bektaşilikte var bunlara hep biz yükleniyoruz, biz organize ediyoruz, Kültür Bakanlığı adına biz bunları koy uyuyoruz ortaya meselâ bir şey var elimiz de gelecek sene için, diyoruz ki biz bir kitap hazırlayalım. Ama şimdi tabii Anadolu’da en çok ziyaret edilen anıtlar ve kişiler, meselâ bunu ne yapıyoruz, örneğin Atatürk’ü alacağız Hacı Bektaşi Veli alacağız, Yunus Emre’yi alacağız Mevlana alacağız, Abdal Musa alacağız, Karaca Ahmet’ en ağırlıklı ama arada dediler ki bu kitapseveriz bir Meryem Ana’yı da koy koyacağı
Ne güzel işte bu hoşgörü bu felsefe bu, işte bu Meryem Ana’yı da koyacak tabii…
Ama Anadolu’da anıtı olan ve en çok ziyaret edilen, yer diyoruz, ama türkün bu Anadolu kültürün içinde biz de Anadolu Türkleşmeden önce bu kültür var.
Hepsi var bütün inançlardan var.
Bir de hani iki binci yıl dönümü işte Hıristiyanlar, ha desinler ki bak insanlar, biz yapmamış mıyız ki onların kültürü biz dönüştürmemiş miyiz, bu gün Ayasofya onların kültürü bize dönüşmüş, yani kültür ortak miras kültürdür. Günümüzde hatırlıyor musunuz yetmiş iki millete biz bakıyoruz diyorsak Alevi Bektaşi kültüründe rengine, dinine göre bizim bakış açımız,
Diğer kurumlar ne yapıyor. Ankara’dan geldiniz ERVAK, OZANLAR Vakfı bu arada Cem Vakfı Ankara şubesine de destek verin. Burada da radyo programında tabii dile getiriyorum.
Çünkü sizleri desteğiyle yardımla, biraz daha iyi hizmet vereceğine inanıyorum.
Biz hiçbir kuruluşu karşımıza almıyoruz. Onların iyi çalışmalarına daima destek oluyoruz ki CEM Vakfı kuruluşlarına, Ankara şubesi açılışında en çok destek veren manevi olarak Anadolu Kültür vakfı, bizim vakıf olmuştur. Sizin açılışa gelirken desteklemişizdir, konvoylara girmiştir, ama biz Ankara’daki şubeden hiçbir yakınlık görmedik. Yolumuzu bilmezler, ben kurucu olarak bile ne bir gün çağırdılar, ne bir her hangi bir etkinliklerini duymadım, bu güne kadar onun için de eleştiriyorum.
On iki – on beş mayıs tarihleri arasında CEM Vakfı tarafından düzenlenecek büyük Anadolu İnanç Önderleri İkinci Toplantısına, kurultayına sizleri de şimdiden davet ediyorum. Ankara’da ki dostları davet ediyoruz, AKKAV’ı davet ediyoruz, diğer halife babaları, dedeleri, ozanları davet ediyoruz, bu selamımızı onlara iletiniz. Dediğim gibi umuyorum bir gün değil sadece İstanbul’da tüm Türkiye’de bu yayını yapma olanağımız olur, bu mesajlarımız onlara ulaşır. Söyleyeceğiz, ekleyeceğiniz şeyler var mı efendim programımızın sonuna doğru geldik?
Var. Dinleyen bütün dostlara, sevgi, saygı ve aşkı niyazlarımı sunarım, bütün bilindiği ve tek sıkıntımız, isteğimiz Alevi ve Bektaşi bilhassa ben gençlere üzülüyorum, bilimsel açıdan, bilinçli olarak bir Aleviliğini sakınmadan, çekinmeden böyle bir mürşit gibi, değil de iki kelime bir arada söyleyebilsin, kendini veyahut mü defa etsin, kafasında bir suçlu gibi hissetmesin ben Alevi Bektaşi dersem, bana ters bakalar demesin, bunu bari yaratırsak, mutlu olurum yani.
Çok teşekkür ediyoruz. Sayın Ali SÜMER’E Halife Babamıza, CEM Vakfı kurucusu, evet, bir programımızın daha sonu geldik.
Sevgili CEM Radyo dinleyicileri Anadolu’yu aydınlatan, Anadolu aydınlanmasını sağlayan, değerlerimizle söyleyişlerimize, sohbetlerimize devam edeceğiz. Bu yürek hiç susmayacak, Hacı Bektaşi Velinin aydınlığı hep üzeremizde olacak ve üzerimizde olsun, diyorum. Hepinize sağlık, hepinize başarı, hepinize güzel günler diliyorum.
Evet, Ali SÜMER’İNDE hazırladığı “Hacı Bektaşi Veli Aydınlığı” kitabının da Cem evlerinden edilene bileceğinizi söylüyorum.
Programda her zaman olduğu gibi bana yardımını esirgemeyen değerli kardeşin Soner ERDOĞAN’a da teşekkür ediyorum.
Bir dahaki programda buluşmak hoş kalın, dostça kalın.
CEM Radyo’dan ayrılmayın.
(Ayhan Aydın, Cem Radyo, Dosttan Dosta Programı, 19.02.2000)