ERMAN ASLANOĞLU
TÜRK FOLKLORU DERGİSİ YAZI İŞLERİ YÖNETMENİ
Halkbilim, (Folklor), yüzyıllar boyunca insanlar tarafından kuşaktan kuşağa aktarılan genelde sözlü, bir milletin toplumsal sosyal, tarihsel derinliklerinden gelen edebiyat, maddi kültür ve bütün alt kültür unsurlarını inceleyen bilim dalı olarak tanımlanıyor, genelde. Halkın gelenek görenekleri oyunları, inançları, ahlak değerleri, dinsel törenleri, halk masalları, şarkıları, türküleri, bilmeceleri, atasözleri, dansları geleneksel sanat ve el sanatları halkbilimin konusu içinde inceleniyor. Sosyal bilimlerin diğer dallarında olduğu gibi Folklor (halkbilim) da da birçok tanımla karşılaşıyoruz. Sayın Aslanoğlu’yla yaptığım söyleşi bu eksen, Alevi/Bektaşi kültürünün halkbilimsel boyutları üzerinde oldu.
AYHAN AYDIN
Sayın Aslanoğlu siz Türk Folkloru Dergisi Yazı İşleri Yönetmeni olarak Folklor hakkında neler söyleyeceksiniz? Beni en çok üzen konulardan biri folklorun tanımı meselesidir. Bu tanım Cumhuriyetin ilk yıllarında bu alanın ilk emekçileri tarafından yapıldı. Bilim adamlarınca yapıldı. Literatürde de bir tanımı zaten var. Fakat bu bize özgü bir durum mu bilemiyorum folklorla ilgili hangi yayını ele alırsanız alın yeni ve başka bir tanım getiriyor. Artık bundan başka içeriğiyle ilgilenmek gerekiyor. Sorunuzda da belirttiğiniz gibi bütün bunlarla ilgileniyor folklor, ama metodik olarak. Hiçbir bilim dalını metodsuz ele almak mümkün değildir. Bizde de folklor araştırmalarında bir araştırma yöntemi vardır. Koşay, Örnek, Boratav, bunun örneklerini vermişlerdir. Sosyolojinin, psikolojinin bir yığın tanımı yok ki! Ne yazık ki kitapların çoğu metodsuz, bilimsel düzeyden ve kaygıdan uzaktır. Sanki herşey yeniden başlıyor, önceden hiçbirşey yapılmamış. Derleyici geçmiş dönemlerdeki yayınların varlığından ya habersiz veya ulaşamıyor. Birbirinden habersiz yayınlar yapılıyor, herekes yeni bir keşif peşinde. Madalyonun öbür yüzü ise düpedüz hicran. Devlet başından beri bu işe girip girmemeye bir türlü karar veremedi. Avni Özbenli'nin başkanlığında kurulan bağımsız Milli Folklor Enstitüsü'nü kapattı, yerine Kültür Bakanlığı'na bağlı bir Daire oluşturdu. Parası yok, yetkisi yok, kadrosu sınırlı ve güdümlü bu daireyle işe girişti, sonuç ortada. . . Köylülükten aydınlığa ulaşmış kimilerince bile 'düşman' ilan edilen folklor araştırmalarının bugünkü durumu, karanlıklar içerisindedir.
Zaman zaman kültür ve folklor kavramlarının birbirleriyle karıştırıldıklarını görüyoruz. Kültür ve folklorun benzer ve farklılıkları nelerdir?
İşte bu deniz ve onu besleyen kolları gibidir. Folklor, kültürün içerisinde yer alır. Kültür bir kavramdır ve kapsamı da oldukça geniştir. Edebiyat, Sanat, Folklor, Siyaset v. d. bir birlik oluştururlar. Bütün bunlar insanları ne şekilde etkilemişse, bu etkileşimin bir kimlik olarak ortaya çıkan sonucu kültürdür, yansıması da bir yaşam tarzıdır. Sanatın, siyasetin bunda payı neyse, -az ya da çok-folklorun payı da odur. İkisi birbirinden ayrı değil, iç içedir. Kültür medeniyet, folklor da o medeniyeti oluşturan öğelerden biridir. Kültür ve folklor tanımlarının bazen birbirine karışması doğaldır. Çünkü okur-yazar olmayan toplumlarda folklor, kültürün tanımının ta kendisidir. Kültür madem ki "öğrenilmiş bir davranış'tır, folklor da bundun ibarettir.
Folklor araştırmalarının Amerika'da uzun yıllar önce başladığını biliyoruz. 1812'de Grim Kardeşler, Avrupa'da ilk masal derlemelerini yaptılar. İlk ciddi eserse İngiltere'de Sir James Frazer'in 1890'da yazdığı The Golden Bough, Study in Magic and Religion. (Altın Dal, Büyü ve Din Üzerine Bir İncelemedir)'dir. Ülkemizde 1913'de, ilk kez Ziya Gökalp'ın Folklor kelimesini kullandığı söyleniyor. Fuat Köprülü, Mehmet Kaplan, R. Tevfik Bölükbaşı'da bu konuda ilk Türk yazarlar. Dünyada ve Türkiye'deki Folklor çalışmalarının tarihsel gelişimi konusunda siz neler söyleyeceksiniz? Dediğiniz gibi folklor çalışmaları dünyada da bizde de masalderlemeleriyle başladı. Yalnız Ziya Gökalp "folklor" yerine "halkiyat" demeyi tercih etmiştir. Bugün folklorun karşılığı olarak "halkiyat" pek kullanılmıyor ama, kimi zaman folklorculara "halkiyatçı" denildiği oluyor.
Bizdeki masal derlemelerinin ilk örneği kimliği meçhul K. D. adlı bir hanımın 1329 (1912) yılında İstanbul masallarını kendine has bir üslupla -sanki biraz da yaptığı işten çekinerek- kaleme aldığı Türk Masalları isimli kitaptır. Sahaf deyimiyle 'ender-i nadirat'tan diyebileceğimiz bu kitap masal derlemeciliğimizin ilk basılı örneğidir. İçinde 13 masal, 8 illustrasyon vardır. İkisi dışında diğer 11 masal Typen Türkischen Volksmarchen adlı uluslararası tip kataloğunda yer alıyor. Ziya Gökalp, bu kitap için 1922 yılında Küçük Mecmua'da "Masalları Nasıl Toplamalı? ''Başlıklı eleştirel bir yazı kaleme alarak derlemeyi hatalı bulmuş, nasıl derlenmesi gerektiği konusunda öneriler getirmiştir. (Bu kitabın yeni Türk harfleriyle baskısı 1991 yılında Anadolu Sanat Yayınları tarafından yapılmıştır. )
Asıl folklor çalışmalarının önemli boyutu Halkevleri hareketiyle başlıyor. İllerde açılan Halkevleri yaptıkları yayınlarla bu alana çok büyük ivme kazandırmışlardır. Boratav'ın Folklor ve Edebiyat'ı, Naki Tezel'in İstanbul Masalları Eminönü Halkevi Dil Tarih ve Edebiyat Şubesi tarafından yayınlanmıştır ve daha birçok kitabın yayını bu döneme rastlar. Yine Eminönü Halkevi'nin yayın organı olan ünlü "Halk Bilgisi Haberleri''nin 125 sayısı da bütünüyle folklorla ilgilidir. Daha sonra biliyorsunuz Halkevleri'nin kapatılmasıyla bu çalışmalar son buldu.
Yurtdışındaki Türkologların çabalarının Türkiye'dekilerden daha fazla olduğunu görüyoruz. Ülkemizde ise en fazla önem verilmesi gereken bu alan ihmal ediliyor. Ne gibi eksikliklerimiz var, folklor araştrmaları alanında. Bu konuda kimler neler yapmalıdır. Türk araştırmacıların ürünleri uluslararası kamuoyunda nasıl karşılanıyor, genel kabul görüyor mu? Yurtdışındaki Türkologlar derken yabancı bilimadamlarını kastediyorsunuz sanırım. Başta da söylediğim gibi folklor araştırmalarının bir metodu vardır. Konuyla ilgili dört-beş kitabı üstüste koyarak bir başka kitap yapıp da yeni birşey buldum diye ortaya çıkarsanız, ancak o kitaplardan haberleri olmayan insanları yaptığınız işin önemli olduğuna inandırabilirsiniz. Batılı bilim adamları bu tür yayınların değerini çok iyi biliyorlar. Örneğin Dr. Andreas Tietz'nin önderliğinde Avusturya'da yayımlanan Türkologisher Anzeiger adlı bibliyografik süreli yayında, Türkiye'de yayınlanan makale ve kitapların referansları verilmektedir. Son zamanlarda yayınlanın folklorla ilgili makale ve kitapların birçoğunun listede yer almadığını görüyoruz. Bu yayınların düzeysizliğinden dolayıdır. Oysa ki geçmiş yıllarda daha fazla künyeye rastlıyorduk. Belli bir düzeyi tutturabilmemiz için eksiklerimiz elbette çok ama öncelikle bugünkü adı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü olan Kültür Bakanlığı'na bağlı bu birimin bağımsız bir Enstitü'ye dönüştürülmesi, yurtdışındaki Üniversitelerde dağılmış halkbilimcilerimizin bu yeni yapılanmanın içerisinde yer alması gerekmektedir. Başlangıç bu olmalıdır.
Türkiye'de yayınlanan folklor eserleri, kitap ve dergileri hakkındabilgi verebilir misiniz. Bir zamanlar yayınlanarak önemli bir eksikliği doldurmuş Ülkü; B. Ü. Folklor Kulübü'nün, Folklora Doğru; ODTÜ Halkbilim Topluluğu Türk Folklor Araştırmaları; Kemal Akça'nın Folklor Araştırmaları; Milli Folklor Dergileri hakkında neler söyleyeceksiniz? Ülkü bildiğiniz gibi Ankara Halkevi'nin yayın organıydı. Bunun dışında kalan Folklor Postası, Türk Folklor Araştırmaları, Halkbilimi, Folklora Doğru bütün bunlar bir ya da birkaç kişinin olağanüstü gayretleriyle yayınlarını sürdürebildiler. Çünkü bu tür dergilerin okuyucuları son derece sınırlıdır. En uzun ömürlüsü rahmetli İhsan Hınçer'in TFA dergisidir. Tam 36 yıl her ay düzenli olarak abonelerine ve Kütüphanelere ulaştı. Hiç aksamadı. İki sayı birarada bile yayınlanan tek bir sayısı yoktur. İhsan Bey devlet memuruydu. Tek bacağıyla ve koltuk değnekleriyle dergisini 366 sayı yayınladı. Kültür Bakanlığı, bir kütüpnanesine O'nun ismini vermeyecek kadar unutkanlık ve vefasızlık göstermiştir. Halkbilimi Dergisi ODTÜ'de öğrenciyken Necati Kazancı ve arakdaşları tarafından el ve gönül birliğiyle yayınlandı. O da 52 sayı sürdü. Keza Folklora Doğru'da öyledir. Boğaziçili bir grup tarafından halen düzensiz olarak yayınlanıyor sanıyorum. Kemal Akça'nın Folklor Postası 19 sayı çıkabildi. Rahmetli Hınçer, bu derginin kapanmasından sonra Ağustos 1949 yılında TFA'yı çıkarmaya başladı.
94 sayı yayınlanarak, Türk Folkloru'na önemli katkıları olan Türk Folkloru Dergisi konusunda bizi aydınlatır mısınız? Türk Folkloru dergisi de yine bir Devlet memuru olan İbrahim Aslanoğlu tarafından yayınlandı. Ama öncesi vardır. İlkin "Sivas Folkloru" adıyla Sivas'ta 1973 yılında yayınlamaya başladı. 78 sayı yayımını bu adla sürdürdü. Sonra Kültür Bakanlığı'nın ilgili dairesinin önerisiyle adını "Türk Folkloru" olarak değiştirmek zorunda kaldı. 1978 yılından 1992 kadar aralıklarla devam etti. Toplam 94 sayıdır. Bu durumu da yadsımamak elde değildir. Fikrimce yöresellikten ulusallıktan evrenselliğe ulaşmak mümkündür. Halkevleri'nin de amacı buydu. Her il kendi değerlerini derlemeye, yayınlamaya özen gösteriyordu. Yeni ve bilinmeyen değerler ortaya çıkıyor, karşılaştırmalı örnekler veriliyordu. Çorum'da Çorumlu, Ispart'da Ün, Konya'da Yeni Konya, Bursa'da Uludağ v. d. . . Sivas Folkloru dergisi için yapılan bu resmi öneriye bir türlü anlam verememişimdir.
1972'de Türk Halk Bilgisi Derneği'nin kuruluşundan sonra, 1932'de Halkevleri açılıyor, 1938'de ise üniversitelerimizde folklor bölümleri açılıyor. Günümüzde ise, Milli Folklor Araştırma Dairesi derleme, arşiv, kitaplık, yayın ve uluslararası bilimsel toplantılar gibi değişik alanlarda etkinliğini geliştirmeye çalışıyor. Bu kurumun çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Halkevleri olayına az önce değindiğim için sorunuzun ikinci bölümünü yanıtlayayım. Milli Folklor Araştırma Dairesi'nin bugünkü adı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü'dür. Her beş yılda bir uluslararası folklor kongresi düzenler, yayınlar yapar. Orada bir grup insanın çabaları söz konusudur ve takdirle karşılamamak elde değildir. Fakat bürokrasi ve siyaset oldukça ve para olmadıkça, bağımlı bir kurumdan çok başarılı çalışmalar beklemek fazla iyimserlik olur. Bu kurumun evvel emirde özgürlüğüne kavuşması gerekmektedir. Bilim ancak özgürlük ortamında gelişir.
Günümüzde folklorun alanının genişlediği söyleniyor. Kırsal kesimlerin haricinde şimdi şehirlerde, kendine has gelenek ve göreneklerini yaşatan kesimleri de foklor çalışmaları içinde değerlendirilebilir mi? Gayet tabi. Bildiğiniz gibi kırsal kesimde alan araştırmaları yapılıyor, şehirlerde değerler bitmiş değil ki. Köyden şehire gelen insan geleneğini de yeni yaşam tarzı yeni değerler yaratıyor. Bugün İstanbul metropolünde Hıdırellez kutlamaları yapılıyor. Gelenekler kolay kolay terkedilemezler. Bunun için folklorcunun işi hiçbir zaman bitmeyecektir.
Türk Folkloru ve Kültürü büyük bir zenginlik içermektedir. Anadolu binbir renkli bir çiçek, binbir desenli bir halı gibi. Semahıyla, cemiyle, deyişiyle, otantik giysileriyle gelenek ve görenekleriyle, piriyle, dedesiyle, şahıyla, dostuyla, ozanıyla, aşığıyla Anadolu Aleviliği Türk Kültür ve Folklorunun ayrılmaz bir parçası.
Siz Zengin Türk Kültür ve Folkloru içinde yer alan Anadolu Aleviliği'ni bir halkbilimci olarak nasıl yorumluyorsunuz. Halkbilimsel olarak Anadolu Aleviliği'nde neler buluyorsunuz, görüyorsunuz? Anadolu Aleviliği bambaşka ufuklardadır. Katı buz kalıpları semah tutan eller arasında yumuşayıp erimişdir. Kadın, kız, erkek, dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin bütün insanları hoşgörüyle ve sevgiyle kucaklayan Alevilik gelenekleri, görenekleri, inançları, beslenme teknikleri ve özellikle edebiyatıyla doruklara ulaşmıştır. Bunda bir davaya gönülden ve karşılıksız inanmanın rolü büyüktür. Folklor açısından Alevi inanç ve gelenekleri hem çeşitlilik arzetmesi bakımından, hem de ilginç olduğundan başlıbaşına ele alınması gereken bir konudur. Bir de Bektaşilikle beraber anılması Aleviliği daha fazla incelenmeye değer kılıyor.
Türk Folklorunda olduğu gibi yine Alevilikte de, ciddi araştırmaların yetkin araştırmacıların, tarihçilerin yazarların varlığından söz etmek pek olası değil. İrene Melikoff'lar, Ahmet Yaşar Ocak'lar çok sınırlı. Sizin yayınevinizde çıkan "Pir Sultan Abdallar" ayrıca "Şah İsmail Hatai ve Anadolu Hataileri, Söz Mülkünün Sultanları" kitaplarıyla bir konudaki yüzeysel çalışmalara bu derinlik, bilimsellik getirmek istedi İbrahim Aslanoğlu. İbrahim Aslanoğlu ve yayınladığı bu eserler hakkında neler söyleyecek siniz? Sanıyorum bazı yeni eserleri de basıma hazır, sayın İbrahim Bey'in bu eserlerinden bahsedebilir misiniz? "Pir Sultan Abdallar" 1984 yılında yayınlandı. Yanlış ve yanıltıcı bir bilgi vermekten kaçınmak için özellikle Devlet arşivlerinde günlerce o döneme ait belgeleri titizlikle inceleyen İbrahim Aslanoğlu'nun verdiği emek gerçekten övgüye değer. Kitap yayınlandıktan sonra çok olumlu tepkiler aldık. Şimdi saygıyla anıyorum Asım Bezirci, bu kitaptan çok yararlandığını ve şimdiye kadar Pir Sultan'ı bir tek kişi olarak bildiğini, kendisinin de Pir Sultan'la ilgili bir kitap hazırlamak hiyetinde olduğunu ve Aslanoğlu'yla tanışmak isteğini bana bildirmişti. Ne yazık ki bu mümkün olamadı. Daha sonra Pertev Naili Boratav'dan sitayışkar bir mektup aldık. İkinci kitabımız 'Söz Mülkünün Sultanları'dır. Bu da saz şiiri antolojisidir. Bilinen veya az bilinen 21 şairin yaşamları ve şiirlerini içeriyor. Bu seriyi sürdürmeye çalışacağız. Şimdi yayın sırası gelen 4 kitabımız var. Teslim Abdal, Kul Himmet, Muhiddin Abdal ve ilavelerle yeniden baskısını yapacağımız Kul Himmet Üstadım. Özellikle Teslim Abdal ve Muhiddin Abdal hakkında bugüne kadar pek fazla bilgi edinmemiştik. Muhiddin Abdal için Vahit Lütfi Salcı'nın birkaç tane yazısı çıkmıştır. Teslim Abdal için ise bilgiler çelişkiliydi. İbrahim Aslanoğlu bu çalışmalarında şairler hakkında -bilinmeyen bir çok şiirleriyle birlikte- daha geniş bilgiler veriyor.
Son olarak birşeyler söylemek ister misiniz? Anadolu insanının değerlerine küçük bir katkımız olmuşsa bundan mutluluk duyarız.
İBRAHİM ASLANOĞLU ÜZERİNE (*)
Bazı insanlar bir gazetenin "ölüm ilanları"nın arasından öğrendiler İbrahim Aslanoğlu'nun hayattan ayrıldığını. Bir çok kişinin ise hiç haberi olmadı öldüğünden. Sessiz sedasız yaşadı ve öldü Aslanoğlu. Halbuki tüm ömrünü bu ülkenin insanına, kültürüne, folkloruna adamıştı. Tam elli yıl "Türk Edebiyat Tarihcisi, Folklor Araştırmacısı" olarak briçok köyde incelemelerde bulunmuş; Türk Folkloru'nun önemli eserlerinden sayılan otuzdan fazla kitap yazmıştı.
Uzun süre ilkokul öğretmenliği yapan Aslanoğlu, belli bir akademik ünvana sahip olmamasına rağmen birçok profesörün araştırmalarında yararlandıkları eserler hazırlamıştı.
Her türlü kültürel zenginliğini harcamanın eşiğine gelen bir ülkede "milli, manevi değerler"e ne hikmetse başta Devlet, Kültür Bakanlığı, hemen hiçbir "değerbilir milliyetçi" kurum ve çevre sahip çıkmıyor. Şu anda tüm Türkiye'de yayınlanan folklor dergilerinin sayısı onu geçmez. Yeri gelince "vatan, millet, sakarya" nutukları çekenlerin Türk kültür ve folklorundan hiç haberi olmadıklarına her defasında üzülerek tanık oluyoruz.
Folklor bir milletin yüzyıllar ötesine uzanan halk kültürünün zenginliklerini ve tüm uygarlık birikimlerini inceleyen bir bilim dalı. Sanılanın aksine belli bir ürün yaratmak için en fazla emek harcanması gereken sosyal bilimlerden birisi de folklordur.
Bir de her konuda ahkam kesen kimi yazar benzeri "tüccar ve tellallar" var ki hiç sormayın. Herşeyi onlar biliyor, tüm alanlarda "çok ciddi ve derin araştırmalar" yapmış olmalarından şüphe duymak ne haddimize!
Kültürel yönden böylesine çoraklaşmış bir memlekette, folklor gibi edebiyat gibi zahmetli bir alanda hiçbir karşılık beklemeksizin çalışmak sadece görev aşkıyla açıklanabilir herhalde.
İbrahim Aslanoğlu, tüm engellere zorluklara karşı "Sivas Folkloru Dergisi"ni aralıksız 7 yıl yayınladıktan sonra bu Dergi’nin devamı olan ülkemizin edebiyat ve folklorunda önemli bir yer tutmuş olan "Türk Folkloru" dergisini de uzun süre çıkarmayı başarmıştır. Satımı masraflarını bile karşılamayan, sayısız engellemelere karşı bir folklor dergisini 50 sayı aralıksız çıkarmak, Türkiye gibi bir ülkede başlı başına büyük bir başarıdır.
İbrahim Aslanoğlu bürokrasiyle mücadele etti, cehaletle mücadele etti ömrü boyunca. Titiz bir araştırmacı kimliğiyle, objektiflikten ayrılmadan, sorunları yerinde görme kaygısıyla Anadolu'nun dağlarını, ovalarını bir dedektif inceliğiyle gezdi araştırdı, inceledi ve yazdı. Yazdıklarına kişisel kaygılarını katmadan mevcutu olduğu gibi aktararak sürdürdü çalışmalarını.
Araştırmacı-Yazar Sabri Yücel "Türk folklor ve halk yazını araştırmacılığında bir sessiz dev" diye nitelendiriyor haklı olarak İbrahim Arslanoğlu'nu.
Arslanoğlu neler yapmıştı? İbrahim Arslanoğlu edebiyat ve folklorun en zor alanlarında çalışmalar yaptı. Daha önce kimsenin ulaşmadığı halk kültürünün değişik zenginlikleri ve halk ozanlarının bilinmeyen şiirlerini "cönk"lerden derlemek için dağ köylerine çıktı. "Türk Saz Şiirinin ne kadar gür bir kaynak olduğunu uzun uzun anlatacak değilim. Bu konu gereği kadar yazıldı ve tartışıldı. Ama, bugüne kadar yapılan çalışmaların yeterli olduğunu iddia etmek yanlış olur. Çünkü, bilinenlerin en aşağı iki üç katı kadar da bilinmeyen var. Amacım onları gün ışığına çıkarmak" (İbrahim Aslanoğlu, Söz Mülkünün Sultanları, Erman Yayınları, 1985, Sayfa 9) diyor Aslanoğlu. Yani daha önceki araştırmalara yenilerini eklemek, bir değişiklik yapmak yeni bir boyut kazandırmak, bilinmeyenlerin ardında yürümek. Bilinmeyenlere ulaşıp onları aydınlatmak. Yoksa önceden hazırlanmış bulunmuşlar hakkında ahkam kesmek değil, Aslanoğlu'nun yaptığı. Türk Halk Edebiyatı, Türk Folkloru ve Türk Halk Ozanlığı üzerine yapılan araştırmalara baktığımızda bunların hemen tümününün birbirinin türevinden, kopyalarından başka bir şey olmadıklarını görürüz. İşte Aslanoğlu'nun yaptığı çalışmaların farkı burada yatıyor. O, bilinenlerle değil bilinmeyenlerle uğraştı hayatı boyunca. Birçok karanlıkta kalmış noktayı açığa çıkardı. Bazı eserleri bu yüzden hayli yankı uyandırdı.
Büyük halk ozanlarının bilinmeyen gerçek kimlikleri üzerine yaptığı araştırmalar dışında, kimi edebiyat tarihçilerinin bile adlarını duymadıkları halk ozanlarını gün yüzüne çıkardı. "Söz Mülkünün Sultanları" isimli eserinde bilinmeyen yada çok az tanınan, 21 halk şiirlerini aktardı. "1943 yılında idi kendisiyle Şarkışla'da, yıkık bir bahçe duvarının dibinde uzun uzun konuştum. Halinden ve giyinişinden durumunun hiç de iyi olmadığı anlaşılıyordu. Tepeden tırnağa kadar bir Şarkışla'lı yerli kadının geleneksel kıyafeti içinde idi. Onlardan tek farkı, ayakkabılarının yokluğu ve tabanlarının yarıklar içinde bulunuşu idi. Bana hayatından memnun olduğunu ifadeye çalıştı. Arkasından da -tek arzum, torunlarımın yatılı okularda parasız okutulmasıdır- dedi. Sonra ekledi: hatta bu konuyu Atatürk'e uzun bir şiirle anlattım, dileğimi yerine getirmesini söyledim. Aradan 7 sene geçti ama. . . "Ben bir kolsuz Serdari'nın kızıyım/ Ak kağıt üstünde kara yazıyım/ Böylece malumun olsun Atatürk" diyen Ayşe Berk'i Onun sayesinde tanımış oluyoruz. Ayşe Berk'in ise ". . . Zenginin sözüne beli diyorlar/ Fukara söylese deli diyorlar/ Zamane şeyhine veli diyorlar/ Gittikçe çoğalır delimiz bizim . . . Serdari halimiz böyle n'olacak/ Kısa çöp uzundan hakkın alacak/ Mamurlar yıkılıp viran olacak/ Akıbet dağılır ilimiz bizim" diyen Halk Ozanı Serdari'nin kızı olduğunu öğreniyoruz. (Söz Mülkünün Sultanları, Sayfa 25-26, 161-162)
İbrahim Aslanoğlu'nun en fazla tartışma yaratan iki kitabı ise; "Şah İsmail Hatayi ve Anadolu Hatayileri" ile "Pir Sultan Abdallar" isimli eserleridir.
Pir Sultan Abdallar, Anadolu Halk Ozanlığı'nın en büyük temsilcileri olup kendilerinden sonra başlı başına bir şiir geleneğinin doğmasına vesile olmuşlardır. Hemen tüm halk ozanlarını yüzyıllar boyunca etkileyen Pir Sultan Abdallar, bugün dahi milyonlarca insanın gönüllerinde apayrı yerlerdedirler.
Peki ama neden Pir Sultan Abdallar? İbrahim Arslanoğlu'nun araştırmalarına kadar Anadolu'da yaşamış bir Pir Sultan'dan bahsediliyordu. Fakat Aslanoğlu'nun Osmanlıca kaynaklara da inerek yaptığı incelemeler sonucu birbirinden farklı tarih ve yerlerde yaşamış birden çok Pir Sultan'ın varlığını Onların şiirlerine dayanarak öğreniyoruz. Aslanoğlu, Pir Sultan'ın kendinden sonraki izleyicilerinin de Onun adını kullanmalarından dolayı bir "Pir Sultanlar geleneğinin" doğduğunu söylüyor. Aslanoğlu eserinde (İbrahim Aslanoğlu, Pir Sultan Abdallar, Erman Yayınları, 1984) Pir Sultanları şöyle birbirlerinden ayırıyor. Banazlı asılarak öldürülen ünlü Pir Sultan dışında; En az Pir Sultan kadar ünlü ve güçlü ozan Pir Sultan Abdal; Pir Sultan'ım Haydar (Merzifon veya Çorumlu ozan); Pir Sultan Abdal-Halil İbrahim-(Divriğili ozan, dini konuları hiç işlememiş şiirlerinde); Abdal Pir Sultan (Ozan Pir Muhammet'in babası, Artova'lı 18-19. yüzyılda yaşamış, çok farklı konuları işlemiş şiirlerinde), Pir Sultan Abdal (aruz şairi) Arslanoğlu kitabında Pir Sultanları niçin, nasıl, hangi yöntemler ve metotlar kullanarak birbirinden ayırdığını ayrıntılarıyla açıkladıktan sonra ayrı bölümler halinde her Pir Sultan'ın şimdiye kadar hiç yayınlanmamış örnekleriyle beraber, tüm şiirlerini bir arada veriyor. Arslanoğlu'nun bu çalışması geniş yankı uyandırmıştı. Asım Bezirci de "Pir Sultan" çalışmasında Onun kitabından ayrıntılarıyla yararlandığını söylüyor (Asım Bezirci, Pir Sultan, 1994). Ayrıca, Türk Halkbilimi'nin kurucularından Pertev Naili Boratav da Aslanoğlu'nun eserinin önemi üzerine bir açıklama yapmıştı.
Şah İsmail Hatayi tüm Türk dünyasının en büyük ozanlarından birisidir. Aslanoğlu yaptığı diğer önemli çalışması "Şah İsmail Hatayi ve Anadolu Hatayileri" (Der Yayınları, 1992)'nda da aslında bilinen birden fazla Hatayi'nin üzerinde duruyor: "Şah İsmail'in İstanbul dışındaki yazma nüsha eserleri incelendiğinde Onun Azeri Lehçesi'yle şiir yazdığı gerçeği ortaya çıkar. O da diğer Azeri şairleri gibi Azerî Lehçesini kullanmıştır. Paris, Leningrat, Berlin, Vatikan, Bakü, Kahire, Tebriz, Erdebil, Nezar-ı Şerif'deki yazma nüshalar incelendiğinde bu kolaylıkla görülür" diyor, Arslanoğlu. Peki Anadolu'da şu anda bile Hatayi'ye ait olduğuna kesin gözüyle bakılıp, Anadolu halk Türkçesiyle yazılmış, sayısız şiir kime ait? Anadolu'da özellikle AleviBektaşilerin ezbere okudukları Hatayi isminin geçtiği sayısız şiir aslında Şah İsmail Hatayi'ye ait değil. Şiirlerindeki dil ve bazı dönemsel gerçekler bu şiirlerin Ona ait olmasını olanaksız kılıyor. Birbirinden çok farklı zaman dilimlerinde söylendiği-yazıldığı kesin anlaşılan bu şiirler öyleyse kimin? İbrahim Arslanoğlu, aslında Anadolu'da birden fazla Hatayi olduğu, yüzlerce şiirinse bu "Anadolu Hatayileri"ne ait olduğunu belirtmekte bunu da tıpkı Pir Sultan Abdallar'da olduğu gibi örneklerle göstermektedir. Yani Anadolu'da farklı dönemlerde yaşamış, temelde Hatayi olarak bilinseler de aslında "Sultan Hatayi, Kul Hatayi, Derviş Hatayi, Can Hatayi vb. " olan birçok şair var.
Daha önce bir röportaj yaptığım Folklorcu-Yazar Erman Arslanoğlu Babası İbrahim Aslanoğlu hakkında bilgi verirken, Onun bazı yeni çalışmalarla birlikte eskiden yayınlanmış kitaplarına ekler hazırlamakta olduğunu söylemişti. Ben de bu büyük folklorcuyla bir söyleşi hazırlığı
içerisinde olmama rağmen kanserin Onu aramızdan bu kadar çabuk alacağını düşünememiştim.
Milletler, devletler ancak ve ancak öz değerlerine sahip çıktıkları müddetçe yaşayabilirler. Umarız İbrahim Arslanoğlu'na gösterilmeyen ilgi ve destek bundan sonra Onun gibi edebiyat, folklor ve her alandaki gerçek emekçilere gösterilir.
İbrahim Aslanoğlu'nun yayınlanmış ve yayınlanmaya hazır kitaplarından bazıları ise şunlardır: Divriği Şairleri (1961)/ Cıvıltılar (1962)/ Her Yönden Sivas (1965)/ Aşık Veysel (1964)/ Seyit Türk (1967)/ Kul Himmet Üstadım (1976))/ Aşık Veli (1984)/ Atatürk Sivas'ta/ Halk Pınarından Damlalar/ 20. Yüzyıl Tokat Şairleri/ Bilinmeyen Bektaşi Şairleri/ Ruhsati/ Kul Himmet/ Erzurumlu Emrah/ Teslim Abdal/ Muhyiddin Abdal. . .
----------------------------------------
(*) Kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirmek istediğim değerli folklorcu İbrahim
Arslanoğlu'nun 1995 tarihinde vefatından sonra yazdığım bu yazımın, bu söyleşiler kitabında olmasının yararlı olacağını düşündüm. Yazıda, yapmayı düşündüğüm söyleşide üzerinde duracağım önemli konulardaki hazırlıklarım bulunmakda. (A. Aydın)