KÜÇÜK PRENSE KİTAPLAR...
Sevgili Küçük Prensim; sen orada, uzayın gizemli boşluğunda gülünü nadanlara koklatmamak ve her türden gelebilecek saldırılara karşın onu korur ve sonsuz karanlıkta türlü hayallere dalarken; ben de sana bak son zamanlarda hangi şairlerin kitaplarını okudum, bu kitaplardan hangi şiirleri beğendim, onları bir bir anlatayım da evrenin sonsuzluğu içinde seni en iyi anlayıp anlatacak edebiyat türü olan şiir sanatından yararlanmış ol, yüzüne biraz renk gelsin, heyecanın artsın, çevrene daha bir ışıklı, geleceğe daha bir ümitle bak, olur mu?
AYHAN AYDIN
SONE KİTAPLARI
YILMAZ ÇELİK
“ÖNCE AŞK SONRA HİÇBİR ŞEY”
İnsanların çoğu aşktan habersiz yaşarlar. Aşk nedir, hiç aşık oldular mı bilmezler. Aşık arayıp, sormazlar. Bulsalarda farkında olmazlar. Ama bilirler ki; üzgündürler, sıkıngandırlar, tatminsizdirler, ruhlarında bir boşluk vardır... Köyde olsun, kasabada olsun, şehirde olsun, çölde olsun, kanyonda olsun, yaylada olsun koca koca bulutlar kararırken, bozarırken, rüzgarlar eserken kendi içlerinde de bir şeylerin kaynaştığını, kıpırdadığını, bir yanlarının oralardan geçikip gitmek istidiğini ama yaşadıkları yerlerde kalmak zorunda olduklarını yine de bir an mutsuzluklarını gidermek için birilerinin yoksunluğunu hissederler.
Dert yanmadır hayat. Arayıp, bulmak istemek bir türlü ne aradığını tam bilememek dolayısıyla hiçbir zaman ne olduğunu tam bilmediği kaybetmiş duygusunda olduğu şeyi ararken ara sıra bulduklarıyla yetinmesi biraz da olsa gülümsemedir hayata dene şey. Bir sıkındı, bir boşluk, bir arayış, sessizden bir haykırıştır şiir hayata karşı.
İnsanlar aşkı arar, aşık olmak ister, ne ve kim olduğunu tam bilemeden hep ararlar, sorarlar, üzülürler, bazen mutlu gülücükler atarlar ama ne arayan aradığını tam bulur, ne de insanlar tümüyle mutlu olurlar...
Yılmaz Çelik; Aşk diyor, sevda diyor, özlem diyor, Varto diyor, Kara Afrikada işkenceyle öldürülen ilk başbakan Lumumba’yı anıyor, büyük şairleri, onların şiirlerini ve kendisini nasıl rahatlattıklarını, ona nasıl yaşam sevinci verdiğini söylüyor şiirlerinde.
Derin bir kuyunun dibinde kalmadan, sürekli kendini, aşkı, hayatı arayan şair; olması gerektiği gibi hep umut veriyor.
Şairin umut verme gibi bir sorunu elbette yoktur. Aşk çoğu zaman acıdır, acıyla gelir, sonu acı biter. Hayat mutluluklar üzerine kurulmaz; kan ve göz yaşı üzerine kurulur hayat çoğunlukla. Ama Yılmaz Çelik kendi şiirini yaratırken, kendi hayatının şiirini yazarken bizlerden de çok şeyler dile getiriyor şiirlerinde.
Baştan sona bir solukta okudum ama bazılarını tekrar tekrar ederek bitirdim kitabı. Derin bir dehlizde, karanlıkta, hayatın tüm girdaplarının içinden yine de aydınlık bir muştudur şiir, aşkı arayan, mutluluğa hasret kalplere... Selam olsun şair Yılmaz Çelik’e...
Şair ve Şiirleri
Yazar 1959 Varto doğumlu. İktisat fakültesinden terk. Çeşitli gazete ve dergilerde muhabirlik yaptı. İlk şiiri “1984 Genç Şairler Antolojisi”nde yayımlandı. 1988’de Güneş Gazetesi’nde açılan öykü yarışmasında finale kalan bir öyküsü yayımlandı. “Kiralık Ev Aranıyor” adlı tiyatro oyununu yazdı ve sahneye koydu. 8 yıl süren bir cezaevi yaşamı var...
Varto
Kederli bakışlarıyla şu yaz yağmurunun,
Ilık, ıslak tenine alşamadım varto.
Kaldırımadım ağırlığını gözbebeklerinin
Beni bağışla...
Yüreğim tetikte, boşuna beklediğim bir sabahın,
Hüzünlü duruşu, ıskalandğınıda, bulutlu bir akşamında,
Ölümün karanlık yüzünüe tosladım.
Ey! Acılarımın biçere kenti...
Bir pezevengin ellerinde sönerken gülüşün, yaşayamam.
Böyülü sözlerimi bıraktığım uçurumlara dönerken sırtımı;
Söylemiştim sana...
Yaşatmaz demiştim, bu utancı tacize uğrdamış türkülerimizin
Bir uçurutmaya karşılık örselen çocukluğumun
Firari sevinçlerinden yüzüstü bıraktığım aşklar...
Yanıltmasın seni!..
Aldırdığın yok alaycı ıslıklarına güneşin
Dudakları öpülmüş bir rüzgarın mutlu esintisine
Sunarken sürgün bedenimi,
Seni düşünüyorum Varto...
Mor ve yaşlı yüzünün sulak çizgilerinde
Filizlenir gibi
Her yaz orda olacağım.
Üşürken ellerim berrek sularında
Karşımda Alagöz’lü çocuklar...
Hey gibi günler. Ateş komutuyla vurulan bir serçenin
Özlemiyle şiirim.
Aşk sonra gelir dediğim gün,
Bir sevgilinin yüzüne çıldırdı Fırat,
İhanetiyle irkildim ayak tamının
Yine gelip dayandı Şubat.
Dönmeliyim diyorum artık, yüzünün akı için.
Acılı gündeminin yorgunuyum, bu defa.
Kaç kişi kaldık geçmişten bugüne bilmiyorum
Gülerken şen-şakrak türkülerimizi izlemiştin...
Eski arkadaşlıkları özlüyorum Varto...
Gri yapraklı bir söğüt ağacının altında
Çıkarırken yarının resimlerini ışığa,
Mutluydum.
Bir hazan koptu nasılsa!..
Gözyaşlarının iki damlası uçurdu beni.
Kanatlarımı toplamış bekliyordum oysa
Salya sümük bir düşmanı.
Ve: yemin etki; o an,
O, hüzünlü duruşunun karşı kıyısında
Dönüceğim dedim Vardo...
... Bu böyle kalmayacak!..
Bir Damla Kan
Unuttun
sana dair söylediğim sözcüklerin
umarsız tılsımını
bir damla kan desen
sana yüreğimi verirdem biliyorsun
buruk sevinçlerimin doğrandığı masallarda
tükenirken akşam
ben seni düşünürdüm
sen ihaneti
ihanet aşkı
kırağı düşen kalbimde sabahlar mısın
artık bilinmez
ürpermeden konuş şimdi benimle
alçalmanın sınırsız düzleminde
yürüt alaycı oklarını kalbime
itleşir
ayaklanır nasılsa acılı denizler
verdiğim çiçekleri düşürme.
Gururla
Bir çağın içimizde sessizce
devleştiği günleri yaşadık
korkuyla uyandığımız bir denizde
bölüştük güneşi soframızda LUMUMBA
usulca onardık kırılan umudumuzu
kayıplarla buluşan avurtlarımızda
kanayan bir anın gözleri olduk
ödedik canlarımızla bütün borçlarını
yaşadığımız sevinçlerin
gururla.
Yaban Armudu
Acılarımızın tümden güme gittiği
karanlıkta karşılanıyoruz artık
kardeşlik sabahlarla hatırlar mısın?
masalda bıraktığımız şarkıların
tınısı yok buralarda
gidelim istiyorsan
morarmış yüzüne acıyarak baktığımız
güneşsiz günlerin son çığlığını bekliyorsan
ve istiyorsan
yine vuralım dibine kadehimizin
fark etmez
salon devrimcisiyiz nasılsa
öyle diyorlar
yaban armudu düşmüyor diye
kafamıza.
Hiç Bir Yaz
Ey! Sevgili Lorca
Neruda
Petöfi
bunca yaz geçti
hiç biri
ama hiç biri
soluğunuz kadar
ısıtmadı beni...
(Yılmaz Çelik, “Önce Aşk Sonra Hiçbir Şey”, Şiirler, Sone Yayınları, Ağustos 2005, İstanbul)
SÜREYYA GÜVEN
TEN NADASI
Büyük bir sevinç, heyecan ve mutlulukla okudum ve bir anda bitirdim Ten Nadası’nı.
Kendimi bildim bileli sürekli ama sürekli şiir okurum. Abartmadan söyleyeyim binlerce şiir kitabı okudum. Gerçi bir dostum, şiir bir anda, okunup bitirilen bir şey değil ki, kitap okudum demek olmaz, devamlı devamlı okunan şeydir şiir, demişti. Haklıdır da. Gerçekten on kez, yirmi kez, otuz kez de okunan şiirler ve şiir kitapları vardır.
Süreyya Güven’i ilk kez okuyorum. İyi ki de Sone Yayınlarının Sahibi ve Yayın Yönetmeni H. Hüseyin Yalvaçabim onun kitabını bana vermiş. Ne güzel, diyorum ki; toprağın, köyün, dağların kokusunu alıp da iç dünyamda peşi sıra gittiğim ve çoğu zaman yarım kalan düşlerimin izini nasıl ve kimlerle süreceğim? Kimi zaman boşluğa düşerken, kimi zaman hayat sarhoşuyken, kimi zaman umutsuzken, bazen korkarak söyleyemediklerimi kimler söyleyecek?
Elbette şairler-ozanlar söyleyecek. Beni bana kim anlatabilir, uzayın ötesinde de olsa, milyarlarca insan içinde de olsa kim benim duygularıma tercüman olabilir?
Tabii ki şairler-ozanlar.
Süreyya Güven’in şiirlerini çok ama çok sevdim. Özellikle de; “Ten Nadası”, “dön”, “beşinci mevsim” şiirlerini. Sonra merak ettim internete girdim. Farklı sitelerden yayınlanmış diğer şiirlerini de okudum. Onları da çok beğendim.
Süreyya Güven’in şiirlerinde, hayat var, yaşam var, büyük üzüntüler içinden geçse de insanoğluna sunalan bir gelecek var, insan olduğunca fışkıran bir bahar olmak özlemi var. Umutsuzluk yok olmaktır, yok olmayı kabul etmektir. Şiir insana umut olur, ışık olur, yoldaş olur, birini beklemek, onu ölümüne özlemek umut değil midir? Aşkın gücü dağları delmez mi, buzları eritmez mi, hastaları iyi etmez mi? Onun şiirlerinde bu tutkuyla sevmek var, insanı, yaşamı, dünyayı. Her şeye rağmen sevmek, umut etmek, tükenmemek. Şiir budur, şairin bir görevi de elindeki en büyük yetenekle bu dünyanın kurulmasına yardımcı olmaktır. Şiir duygu işidir, ama yaşamın öz suyunu taşıyan şair şiirleriyle insanlara umut ta verebilir.
Var olsun Süreyya Güven, böyle hep farklı, heyecanlı, tılsımlı şiirler yazmaya devam etsin.
Sonrasında da şairin Sel Düğümleri isimli kitabını da okudum.
Şair ve Şiirleri
ÖZYAŞAM
Süreyya Akçay Güven
Aralık 1970 Erzurum doğumlu. Öğretmenlik yaptığı Bursa’da yaşamını sürdürüyor. (Sanırım şimdi İzmir’de)
Şiirleri; Eliz Edebiyat, Patikalar, Deliler Teknesi ve Temren dergilerinde yayımlandı, yayınlanıyor.
İlk kitabı “Sel Düğümleri” 2009 yılında Sone Yayınlarından çıktı.
ten nadası
bu bahar
erimez karlar
çatlamaz nehir
taşkın düşlerim
geçen yüzyıldan
kırmızı toprağa
saklı çocuklar
açılmayan kundak
çalı dibinde kaybolur
dere boyları kurur
tenimin mahremi büyür
göğsünün
senden de saklı
mahmur sokağı
aya tırmanır
tanimin nadasına
fidelenirken ışık
toprağın tav kokusu
boynundaki sıcaklık
buz keser kadınlık
tebessüm iklime küser
ipini çek-ince güneş
cemreler düşer
söz bekler
narına teslim olur
kızarır yüz karası
cana yıldırım düşünce
bozulur ten mayası
16 Ocak 2011 / Bursa
dön
demek bir süre yoksun
aç susuz
çığ düşer ömrüme
sessizliğinden
dağlara saç kıra
kalbime hazan
demek bir süre yoksun
kimsem yok
ocaktaki küle sor
kuyladığım gözlerin
ay ışığını kıskandırır
koynumda ellerin
taşan aşım sen
demek bir süre yoksun
gecem demek
kalbim zemheri açlığında
beynimi kemirecek
sayfalarım bozkır
adın şiirime sır
demek bir süre yoksun
el günüm
yerin kulağına
“özlemek” desem
mevsim med cezir
Bezirgan devir
demek bir süre yoksun
zaman kor
gözlerim yarın
bal yoğunluğu vedaların
körüğün çiçeğim döktü
oğul vermez kovanım
beşinci mevsim
seni inkarım büyüttü
beşinci mevsim oluşum ondan
seni ben
ıstıranca dağları’ndaki
uçak enkazından gelebilecek
yaşam ümidiyle sevdim
dere boylarındaki çayır kuşlarının
yaban ürkekliğiyle,
virane bahçelerin duvarlarına kazıl
yitik sevdaların giziyle sevdim
ölümden öte köydeki anaların
yüzlerini sakındıkları yaşmak beziyle
memleket hasretiyle ölen ozanın
yüreğindeki dinmez sızıyla sevdim
ülkemin dağlarında salınan ufkun
tipideki ceylan iziyle
“her şeyi tutkuya çeviren gecikmeyim ben”
sözüyle sevdim
seni ben
tütünün ağusu gibi ciğerimi yakan
dumanlı gözlerinin közüyle sevdim
söyleyemedim
seni inkarım büyüttü
bin defa tövbe ettim
beşinci mevsim oluşum ondan...
(Ten Nadası, Süreyya Güven, Sone Yayınları, Ocak 2011, İstanbul)
35’inde
Kan damlardı o sabah gökten
Kelimelerin biri batar
Güneş doğarken birisi
Uçsuz okyanus orta yerinde
Öteki ucunda her gün doğar
Bir kuş çığlık çığlık
Ölür tüysüz anlaşılmadan
Sindiremeyip titrerken dağlar
Dağılırken nice buz tabakası
Boğulurken düşüp ince düşler
Bir yanda yağmur fırtına ağlar…
Ötede çelik raflı taş dolap
Raflarında tahta kuruları çiftleşirken
Habersiz dim dik,sürgülü camlar…
Onca yıla,onca yola,onca yaşa
Yaşanmamışa bir deli selam
Sarılırken bedenine
Anlamsız 35 kere yalan.
Tutuşup özünde sakladıkların
Koskoca bir yangın duman duman
Bir avuç külde kaybolurken sen
Kapanır bir kapı geçmişten gelen
Savurur külleri haklıyım hırsı
Sevgi birinin adı,diğeri vefa
Dostluk birinin adı bir yalan sevda
Gitsen…giyinip ayrılıklara
Özgürlük kulağında tatlı bir ıslık.
Kalsan yetinip kırıntılarla
Sızlar içindeki çığlık
Pişmanlık büyür
Kor olur bir yerlerde vazgeçişlerin
Büyür 35’ler “senliğin” ölür…
ERBAY KARA
AŞKA KAVGAYA ÖLÜME YÜZ ADSIZ AĞIT
Bana bir öğretmen olarak kendini hissettiren Erbay Kara, sanırım Anadolu denen gerçeği birçok şair, yazar ve öğretmen gibi biraz da havayı soluyarak öğrenmiş, özümsemiş. Onun şiirlerinde, kendi deyimiyle “ağıtlarında” candan bir soluk alış veriş var topraktan. O bence toprağın insanı, kitapların dünyasında olsa da, bana bir öğreten olarak kendisini hissettirse de o en çok topraktan besleniyor. Yarılmış, çiğnenmiş, örselenmiş, ihmal edilmiş, savrulmuş bir toprak ve bu topraktan, topraklardan öyküler anlatan bir şair...İnsan topraksız, toprak insansız olabilir mi? Toprağın şekillendirdiği, biçimlendirdiği biz insanlar ayağımızı bastığımızdan andan itibaren onun özünden beslenip, ayaklarımızla onun suyunu içmiyor muyuz?
Gecenin içinden aydınlık bekleyen insanlar; aşka küskün, aşka hasret... Öyküleri çok olan insanlar, destan anlatırcasına hayatlarını anlatmak istedikleri halde hep lal bırakılmış insanlar var sanki Erbay Kara’nın şiirlerinde. Kapalı, hapis duygular ve insanlar...
Ruhlar aleminden sürülselerde toprağın üzerinde yaşayabilen insanların öykülerini söylüyor, “ağıtları”nı yakıyor, havaya savuruyor, bize sunuyor Erbay Kara... Sağ olsun... Tüm şairler gibi onu da eğilerek selamlıyorum... Var olsunlar... Topraktan, ölümden, lal insanların kilitli dünyalarından ve yaşananlardan bahseden şairler...
Şair ve Şiirleri
1959 yılında Ardahan’da doğdu. İlk ve Orta Öğrenimlerini Ardahan’da tamamladı. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilgiler Bölümü’nden mezun oldu. Halen Ardahan İl Kütüphanesi Müdürlüğü görevini sürdüren şairin; “Kayıp Kuşağın Sesleri” ve “Seslerin Sesi” isimli iki şiir kitabı yayımlanmıştır. 2005 yılında Anada’da Aykırı Sanat Dergisi’nin düzenlediği şiir yarışmasında “Aykırı Sanat Dergisi Özel Ödülü”nü almıştır.
1.
mayısta gidecekmişsin
en geç haziranın başlarında
buralarda yeşermeden ekinler daha
gidecekmişsin
tarla taşına tarla kuşuna hasret
yalnızlığımda ki sancı
bir ince hastalık gibi
yiyip bitirecek beni
2.
kötü bir gece geçirdim iyi değilim
rüyalarım ağladı
acı dergahında dağlarım
çığılığıma uçurumlar uyandı
başımda bir eski zaman ağrısı
bir kör kuyuya attılar bedenimi
yılan çıyan yarası
uzandım ışığa ellerim kanadı
20.
işte öldün babacığım
dindi sızıların çile dağların eridi
ekmek tütün şeker
artık hepsi birer dün gibi
yoksulluğun emanetindir
taşırız göğsümüzü gere gere
iki dirhem bir lokma
geçinip gideriz gül gibi
26.
ne çok severdi ellerini
incecik ve uzundu parmakları
dokunmaya kıyamazdı saçlarına
yüzü on dördünde aydı
bir iblis kanına girdi
tepeden tırnağa harami
şimdi bir oda numarasıyla
yıkılır başına taş ocakları
50.
çünkü o halkının omuz başında
koydu omzunu
ATAOL BEHRAMOĞLU
günlerdir adımlarımı sayıyorum
adımlarım yorgun yaralı isyankardır
dalarken masmavi gökzüyüne
yürüyen üzerime duvarlardır
bir selamın gelse diyorum
canıma can katarsın onurum olur duruşum
değişmeden suların rengi bir sigara içerim belki
yoktur pişmanlığım tanığım arkadaşlardır
(Erbay Kara, Aşka Kavgaya Ölüme Yüz Adsız Ağız, Sone Yayınları, Mayıs 2006, İstanbul)
H. TUĞRUL ATASOY
YENİ YETENLERE
Sağlıkçı olan şairin kapak fotoğraflarına bakınca doğayı kareleriyle de ölümsüzleştiren bir doğa sever oluduğunu anlıyoruz.
Evet baharın gelişi nerden bellidir, buna nasıl anlarız? Uyanan, canlanan doğadan ve de en çok, camları açtığımızda kuşlarınneşeyle söylediği bahar şarkılarından herhalde. Gün doğar, gün batar; mevsimler değişir. Sonsuz bir kızıllıkta batan güneşi kışın uzun süre göremeyiz. Doğa canlı, allıdır. Damarlarda, ağaçların dallarına doğru ilerleyen gözeneklerinde hayat vardır. Dünya yaşam üzerine kurulmuştur.
Bahaların gelişi nerden bellidir? Bence baharın gelişi; isterse insanlar zaman zaman “aldandılar, yine erken açtılar, don vuracak üşeyecekler, dökülecekler” deseler de meyve ağaçlarının çiçeklerinden belli olur. Ağaçlar yeşerir, hele çiçek açarsa; kaysılar, zerdaliler, kirazlar... Onlar kokarsa bahar gelmiş demektir.
Tuğrul Atasoy şiirleriyle baharı evimize her daim getiren şairlerden. Doğa olunca şiirde, baharı uzakta aramak gerekmez. Ama elbette sonu da vardır baharın... Ama sonbahar da çok güzeldir, ilk bahar gibi... Yaşamı, hayatın içindeki gizemleri, büyüyü, solmaz çiçek kokularını, rüzgarı, karı, sararan yaprakları en güzel şairlerden başka kim verebilir ki bizlere? Bir de diyorsunuz ki, ressamlar, fotoğrafcılar... Elbette... Elbette... Onları ve ürünleri de çok severim... Ama onlar şiir kitabı gibi her eve kolayca giremezler ki!
Yalın, içten, büyülü bir şekilde hayatı bize sunan Tuğrul Atasoy’a selamlar...
Şair ve Şiirleri
Erzincan’ın Refaiye ilçesinde 1967 yılında doğdum. Öğrenim yıllarım Ankara’da geçti. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndn 1991 yılında mezun oldum. Zorunlu hizmet kurası sonucu tayin olduğum Sivas ilinde çalıştıktan sonra tekrar Ankara’ya dönüp nöroloji ihtisas yaptım. Sonrasında Ankara’da uzman doktor olarak çalıştım ve 2001 yılı haziran ayında Zongundak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaya başladım. Evliyim ve bir oğlum var. Okumayı ve elimden geldiğince yazmayı seviyorum. Bu sevginin ürünü olan şiir ve öykülerimin ve ayrıca davranış bilimleri, bilim ve sanat felsefesi üzerine yazdığım denemelerim çeşitli dergilerde yayınlandı.
GECE VE YALNIZ
Bir tanığım ben
Yıldızların ağır ağır geçişine
Sönüşüne tek tek ışıkların
Yavaşça yataklarından eriyişine
Şehir yorgunu insanların
Bir ben varım sanki
Değişmez
Bir ben tanığım
Bir de ben
Gecenin artan hükmüne
Ayın kızıllaşan yüzüne
(Varlık – Ustaların Seçtikleri, Nisan 2000, Sayı: 1111)
DEĞİRMEN
Mehmet Yılmaz’a
Amaçsız yürüyorum günbatımına
Tasalanmadan yol nereye çıkar
Nasılsa taşır insanı menziline
Şu taşlı tozlu küçük yollar
Bir yanda toz beyaza dönmüş
O yollara yoldaş bodur çalılar
Alt yanda ekini yeni kalkmış
Hasattan yorgun sarı tarlalar
Bir alıcı kuş gölsi düşer yola
Susar tüm ürkek cıvıltılar korkudan
O uçar umarsız rüzgarla kol kola
Altında dağlara uzanan koca orman
Sanki karşı yamaç bir adım ötemde
Oynaşır alttan yukarı her tonu yeşilin
Anca görebildiğim ahşap köprü üstünde
Aşağıda pırıl, pırıl akan küçük derenin
Çınarların altında çatısı zar zor seçilen
Yıllara meydan okuyan eski değirmen
Anılarımdaki gibi döner hale durmadan
Ve ögütülmüş birçok zaman
Ve bir de güzel insan...
(Damar, Mayıs 1997, Sayı: 74)
EYLÜL
Hüzünle inledi
Kızılçamın dalları
Çınarın yaprakları
Ağladı sarı, sarı
Ve küskün güneşi
Sonbaharın
Soldu bize
(Ağır Ol Bay Düzyazı, Mayıs 2001, Sayı: 4)
(H. Tuğrul Atasoy, Yeni Yetenlere, Sone Yayınları, Eylül 2009, İstanbul)
KULDAĞLI
KOŞMALAR
Türk şiiri bir bütün olarak; Yakutistan’dan Kanada’ya kadar, Skandinavya’dan Avusturalya’ya kadar Türklerin yaşadığı tüm çoğrafyalarda geçmişten bugüne geleneksel örgüsü içinde şiirin tüm alanlarında ürünler vermiş bir edebiyat olmuş ve olmaya devam ediyor.
Halk edebeyitamızın ayrılmaz bir parçası olan halk ozanları ise Türk Dili’nin yaratılmasında öncü olmuş en büyük kahramanlardır. Yunus Emre Türk Dili’nin ve edebiyatının temel kurucularından birisidir. Dedem Korkut anlatıları, Ahmet Yesevi Hikmetleri, Türk Destanları, Pir Sultanlar’dan, Kul Himmetlere, Aşık Veysellerden Aşık Mahsuni Şeriflere kadar kültürümüzü ve dilimizi yaratan ozanlar olmuştur.
Günümüz şiiri ya da Çağdaş Türk Şiiri dediğimiz ve bu çok üretken, verimli ve büyük şiirimiz de halk şiirimizden beslenmiş ve beslenmeye devam etmektedir. Bunu yadsıyanlar, küçümseyenler, fazla önemsemeyenler olabilir. Ama tür olarak da, şekil olarak da bu akımın şiirimizi beslemeye ve etkilemeye devam ettiğini söylemeliyiz.
Ercüment Asaf Yanış (Kuldağlı) da bu geleği sürden ozanlardan birisi. En azından benim Sone Yayınları’ndan çıkan kitaptan öğrendiğim bu.
Başta doğa, insan, aşk, sevda, at, dağlar, ovalar, isyan, ağıt... Birçok konuyu Kuldağlı’nın Koşmalarında görmek mümkün.
Ben en çok kitaptaki; “Koşma”, “Ağıt”, “Kök Destan” şiirlerini beğendim.
Şair ve Şiirleri
1951 yılında Gaziantep’te doğdu. Orta öğrenimini Gaziantep Lisesi’nde, yüksek öğrenimini ise, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde “Siyasal Bilimci” olarak tamamladıktan sonra, gazetecilik yaptı; çeşitli kamu ve özel kuruluşlarda çalıştı. Evli ve iki çocuklu olan Yanıç’ın çeşitli dergi ve yayın organlarında yayınlanmış çok sayıda makalesi ile Erguvani (2004/2010), Temmuz Sözler (2007), İttihatçı Şair Hacı Muhiddinzade Hüseyin Hüsnü Efendi (2007/2010), Ayıntab Meşhedi Yolağı’ndan Tahtacızade Mahmut Nedim Efendi (2010) isimli yayınlanmış yapıtları bulunmakta olup, halen akademik çalışmalarını sürdürmektedir.
KOŞMA
Mor dağların çemen çicek mezendi
Yaz bahardı kışa döndü neyleyim
Dostun eli can bağında gezindi
Siyah zülfün düşmez belin neyleyim
Ateş tutup şu elleri dağladım
Hatır sorup yad ellerde ağladım
Aşk selinde sevem deyip çağladım
Boz bulandı sular seller neyleyim
Dağlı kulum sen bu elden gidersen
Yara hasret sıla derdi eylersen
Zaman olur yar gözüne değersen
Ömer yeli esti geçti neyleyim
AĞIT
Çalmasın neyler göçüm var bugün
Neyin nesi çengi düğün bendedir
Yağmasın kar yağmur benzimiz solgun
Sel olmuş gözyaşı tufan bendedir
Dua olan var mı sela okuya
Yok mu göçmez omuz salım taşıya
Yaren dostum hep ellerin sallaya
Duymamışa söylen selam bendedir
Toprak bekler beni verilsin talkın
Dostlar dönün burdan işi var halkın
Dağlı kulum artık dinlenmek hakkın
Helaktir Hak sözü Halik bendedir
KÖK DESTAN
Adem’dendir Nuh’un soyu
Türk’tür adı Yasef oğlu
Macar, Tatar, Bulgar kolu
Tek Tanrı’lı Köktürk benim
Büyük Hun’dan Batı Hun’dan
Tuna geçen Ak Hunlu’dan
Avar budun Hazar soydan
Uygur’u da bilen benim
Kurt sancaklı Göktürk’ünden
Karahanlı Gazneli’den
Temur oğlu Babür’ünden
Harzemşah’lı Celal benim
Karatav’lı Oğuz Yabgu
Çingiz oğlu Altınordu
Selçuklu Osmanoğlu
Nil’de kalan Memluk benim
Kırgız, Çiğil, Kalmuk Türkü
Laz, Azeri, Çerkez, Kürdü
Kıyat, Moğol devran döndü
Yetmiş iki ulus benim
Kara Han’dır bildim atam
Gökten indi Gökçe anam
Uz’dur özüm Oğuz babam
Ergenekon soyu benim
Atı, oku, yayı buldum
Et üleştim çavdar yoldum
Demirdağ’ı tutuşturdum
Esip gezip tozan benim
Bozok oldum han oturdum
Üç ok buldum uca kondum
Nice ulus uruk kurdum
Altay’ları aşan benim
Çağıl çağıl çağlar sular
Talas ağlar İdil sızlar
Oğuz eli göçer konar
Seyhun boyu çıkan benim
(Kuldağlı, Koşmalar, Sone Yayınları, Ocak 2010, İstanbul)
COŞKUN KARABULUT
BENİ ZAMANSIZ BIRAK
Ozanın şiirleri hayatın gerçekleri üzerine kurulmuş bir yalın anlatı. İncir çekirdeğinden vefasızlığa, İstanbul’un izlerinden hızla akıp giden ömrün girdaplarına, çiçeğe söylenen türküden yalnızlığa her konu var Coşkun Karabulut’un şiirlerinde.
Bir de ilginç benzetmeler, anaforları yakaladım eserinde: “ağlayan ağaç mıdır yaprak mı bilinmez”, “Adem aldı Havva’sını ben aldım Aydın Havası’nı”, “bende kanat oyunları sende ayak oyunları”, “ben sana yüz veriyorum sen oluyorsun iki yüz”, “içimiz bir doğumevi dışımız musalla taşı”...
Şiirlerinin bazısı daha tam tamamlanmamış gibi diğer yarısını arayan, kimisi ise eksik bırakmamış hayat dersleriyle dolu olan Coşkun Karabulut’un kitabından en çok; “bilinmez”, bu aşkda bitecek bir gün”, “çünkü ben”, mevsimsiz arzu” şiirlerini sevdim.
Şair ve Şiirleri
1956 yılında Sarıkamış'ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sarıkamış'ta tamamladı. 1980'de Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden mezun oldu. Mersin ve Adana'da çeşitli Bankalarda çalışan Karabulut, halen Fethiye Ölüdeniz Belediyesinde Sanatevi yöneticiliği yapmaktadır.
İlk şiiri, Mersin'de yayınlanan Senfoni Dergisinde çıktı. Daha sonra Şiir Defteri, İlkyaz, Tını, Aykırı sanat, Söylem, Edebiyat Güncesi gibi dergilerde ve Yeni Adana Gazetesinde şiir ve düzyazıları yayımlandı. Karabulut, şiirlerinde hayata ve olaylara esprili bir bakış açısıyla bakmasını bilmiştir. Duru ve akıcı bir Türkçe'yi başarı ile kullanmıştır. Yazılarında, şiirin temel sorunlarına eğilmiştir.
Şiir kitapları:
- Taramak Gökyüzünü (1993,2.basım 1994, 3. Basım 2004),
- Bizim Olan Ne Var Ki (1996, 2. Basım 2004),
- Aklımda Sen(2002),
- Çizgi (2007), (seçme şiirler)
- Beni Zamansız Bırak (2007)
(Şairler ve Yazarlar Sözlüğü : Oktay YİVLİ, Günce Yayınları, 4.Basım Ankara/1998)
- Sözcükler de Ölür (deneme) 2008
- Beni Zamansız Bırak (Toplu Şiirler) 2008
"..şiirine gülmece serpiştirmeyi başarıyor Karabulut. Doğa güzelliklerinin ancak insanla bütünleştiğinde varolabileceğini belirttiği 'doğaya' sevimli, sıcak bakışlar gönderip insan varlığının dönüşümünü işliyor."
*****
Şair tanımladığı kısa öz, çarpıcı yinelemelerden, gereksiz fazlalıklardan arınmış şiirini büyük ölçüde kurmuş.
*****
Şiirin çekisini şairi bilir. Coşkun Karabulut' da 'şiir ve ben' derken 'her şiirin doğuşu biraz benim ölümümdür' dizelerinde bu sancıyı, çekiyi dile getiriyor. Ve sürdürüyor sözünü; 'bir çiçektir şiir / suyu toprağı benden / benzemez ölü toprağına/ yalvarırım/ koparmayın çiçekleri/ basmayın üstüne ne olur/ canım yanıyor'
Doğayı, yaşamı, bireyi sıcak dizeleriyle kucaklayıp gülmece öğeleriyle sarmalayan Coşkun Karabulut ilk şiir kitabında şiir çilesi içinde bulunduğunu belgeliyor, yeni açılımlara gideceğini muştuluyor.
(Sözümüz Şairlerden Şiirlerden, Vedat Yazıcı, Prospero Yayınları,Ocak 1997)
ne kadar çok yıldız varken
gökyüzünde
bir ben kaydım içlerinden
şansa bak!..
Bilinmez
bir yapraktan süzülen yaş
nedendir
ağlayan
ağaç mıdır yaprak mı
yaprak sararınca
yere düşer, savrulur
sararınca, damla çıkmaz yapraktan
nedendir
sararan
ağaç mıdır yaprak mı
bilinmez
yeşil yaprak yaşar ama
ağlar hep
ölür gider sarı yaprak
ağlamaz
ağlayan,
ağaç mıdır yaprak mıdır bilinmez
yeşil yaprak
neden düşmez ağaçtan
mutlu olan hangi renktir
bilinmez
bu aşk da bitecek bir gün
biliyorum bu aşk da bitecek bir gün
bir aşk nasıl biterse öyle
bozulacak büyüsü ömrün
aslına dönüşecek her şey
oturacak düzeni dünyanın yerli yerine
sürgünden dönerken bir bir
usta sarraflar
ne var ki
bensiz doğacak güneş
rüzgar bensiz esecek
bir başına dönecek dünya
herkes nasıl bilirse öyle
yine de
kırklayarak bütün aşkları
kendimi ve dünyayı
senin gül yüzüne dönüştürmek
az şey midir
ve dünyanın bulutunu
bir çift göze sığdırıp
bakışlar bırakmak
Yağmur tadında
az şey midir sevgili
biliyorum bu aşk da bitecek bir gün
ve ben alıp başımı gideceğim
bir şair nasıl giderse öyle
Vasiyet
vasiyetimdir...
herşeyi
zamana bırakıyorum
Fark
benim sevdiklerim
siir gibi güzelim
seninkiler hikaye
Bizim Olan Ne Var ki
bizim olan ne var ki
bize/ne kalır sonra
hava ateş su toprak
dönüşürken habire
gelen kimdik dünyaya
doğan kimdik ölen kim
seven kim sevilen kim
öpmelerden ne kalır
ne kalır duygulardan
acılardan
sevinçlerden
özlemlerden ne kalır
hüzün dolu bir bakış
ürkek bir tebessümden
varlığın temeli sevgidir deyip
her seferinde yüzü mosmor/ne yazık
vurgun yemiş bir yürekten
sevdalardan ne kalır
bizim olan ne var ki
bize/ne kalır sonra
sarı saçlı bir zamanın kolunda
eylül kapıda karşılar bizi
saç dökülür bel bükülür yüz solar
aynalar bizimle yaşlanır sanki
yıllar çoğaldıkça eksiltir bizi
ne çok da yalnızlık kalır sonrası
istesek istemezsek hüküm böyledir
uçurumlar dayatılır yaşam diye/işte o kalır
neyi çok istediysek neye vurgunsak
hep başka zamanlara sonraya kalır
en güzel yaşamalar yani kursakta kalır
yarım kalan sevdalardan da işte
bir şiir kalır
bizim olan ne var ki
sahi/bize ne kalır
Mevsimsiz Arzu
yeni bir şiire gebeyim
aş/k/eriyorum yine iyi mi
mevsimi değildir diyorum
anlamıyor
illa ki seni istiyor canım
(Coşkun Karabulut, Beni Zamansız Bırak, Toplu Şiirler, Sone Yayınları, Kasım2010, İstanbul)
İBRAHİM DEMİRASLAN
ÇIĞLIK
İbrahim Demiraslan’ın Sone Yayınları’ndan çıkan “Çığlık” kitabını okuyup bitirdim. Aralık 2009’da İstanbul’da yayınlanan Çığlık; 83 şiirin yer aldığı 104 sayfalık bir şiir kitabı. Beni en çok; “ Yüreğimin Ortasındaki Kenar Mahalleler”, “Gitme”, “Hızır Döngü”, “Çığlık”, “Güle Güle İstanbul” şiirlerini etkiledi, onları beğendim. Şairin şiirlerinin internet ortamında da okuruyla buluştuğunu keşfettim.
İbrahim Demiraslan duygularını yoğun, yalın ve çarpıcı bir şekilde şiire dökerken şiirin; hem nasıl uçsuz bucaksız yaman bir alem olduğunu, en derin ve anlamlı anılarımızın saklı olduğu en kıymetli dehlimiz ve bizi besleyen hayat kaynağı olduğunu, hem de şair denen o büyük muammanın dünyasını aslında bize aktaran yegane nesne olduğunu şiirleriyle bir kez daha bize gösteriyor.
Şair ve Şiirleri
20.07.1963 Samsun doğumlu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 6 yaşından beri bu kentte yaşamaktadır. Şiirlerinde aşk, ayrılık, ölüm ve mistik duygular ile bunların anlam arayışı ön planda olup, bir kısmı “şiirdemeti.com”da “deliibrahim” adıyla yayınlanmış ve yayınlanmaktadır.
Şiirlerimin hazırlanışında benden yardımlarını esirgemeyen mahsun duygularıma, çirkef korkularıma ve suskun yalnızlığıma yüreğimdeki “ÇIĞLIK”la teşekkür ederim.
Yüreğimin Ortasındaki Kenar Mahalleler
Çocukluğum
ahşap evlerin bulunduğu mahallelerde geçti,
çamurdan bilyeler yaparak
ve parmaklarımızdaki dolamaya aldırmayarak
yırtık kara lastik
ve yamalı donlarımızla
toprak sokaklarında koşturduğumuz
canımın içi kenar mahalleler...
Şimdilerde yıkılmış diyorlar,
yerine
başı bulutlarda evler
iş yerleri yapmışlar
artık kimse kimseyi tanımaz olmuş
eski topraklar gibi
komşuluk da unutulmuş...
Yer sofrası kurulur
el de merdane,
“oğlum koş, Fatma teyzenden mayalık yoğurt al”
gürül, gürül yanan soba
üstünde çatlamaya hazır
çizilmiş kestane.
Evin hanımı hemen çayı demler.
Başımız bile ağrısa geçmiş olsuna gelinen
iki yaylı divan
üç sırt minderi
yağmurun ve güneşin girmediği
yıkık dökük evler.
“Osman efendi gel çay demledik”
ve bol sohbetli konu komşu alemleri.
salya sümük çocuk sesleri arasında
ve üç ayaklı sacda
nar gibi kızarmış bazlama buğusu
vee çoktandır burnumda tütüyor
anam gibi toprak kokusu...
Gitme
Gidersen,
kızıla boyanır gökyüzü
şimşekler nara atar bulutlarda
yıldırımlar iner yalnızlığıma
çiğneyip geçtiğin gölgem gömülür toprağına
kirişsiz bir yay olur yokluğun
zehirli okların saplanır göğsüme
gitme.
Gidersen,
bir can gider benden
çöker içime kıyısı olmayan okyanuslar
çocukların geleceği ölür avuç içi çizgilerde
Mezopotamya'mdan soyum gider
çölleşir humuslu coğrafyam
öksüz kalmışlarım çoğalır
kırılır karanlıkta aynalar yüzüme
gitme.
Gidersen,
sahipsiz, pusatsız kalırım
alır hedefine beni gavur niyetli bakışlar
payıma bir kurşun düşer
sendeler yığılırım
kan, revan içinde
vurur, saplanır özüme
gitme...
Hızır Döngü
İçinden dışına çıktı usulca adam
küflenmiş renklerin yorgunluğuyla
alıp kendini kendi içinden
yelken açmalıydı yeni sulara,
yelken açmalıydı tüyü bitmemiş sevdalara.
Siyahtan da geceydi yalnızlık
oysa zaman gün beyazındaydı
fakat ışığını saklıyordu aydınlık,
aldırmadı görmezliğine
aldırmadı mavilerin yetmezliğine
sahipsiz yarınlara sığınmak varken
o takıldı gitmelerin peşine.
Uçurum kenarındaydı yaşam
çoğalıyordu çığlıkları yeniden doğarak
oysa ödemişti bedelini gecenin
hem de nakit olarak.
Uzaklarda hüzünlü bir şarkı çalıyordu
siyah, beyaz fotoğrafların pembeli kadını
kendi gülüşüne ağlıyordu,
sokaklar uyanırken kuytu köşelerinden
kendine soyundu yorgun adam
mavilerini düşledi
yürek sızısını
öbür yarısını özledi,
pişmanlık duydu kendini terketmişliğine
bırakıp içinde gitmişliğine
koşup kendine sarılmak istedi
okşamak gülüşünü,
öpmek dudaklarından dönüşünü.
Koşar asırlarca döndü geriye
bıraktığı yerde kendi içini buldu
fakat dışında kendi yoktu...
Çığlık
Yalnızlık dört yanımda dört duvar
derinliğine çekmiş deniz beni
uzaklaşırım kendime doğru
yılandan çıplak.
Enlemsiz, boylamsız gezerim ülkesiz atlaslarda
bir soru ararım yasak düşlerimde
tüm cevaplara.
Uzun kervanlar yürür güneşte ağır ağır
bütün geçmişi şimdiye damıtarak
gecelerim güneşi uyandırmaz
naftalin kokulu zamanlarda.
Karanlığından kuşlar çalar bir tren
kanadı kırık melekler düşer gözbebeklerimden
ve birden bir yıldız kayar
vurur parıltısı kırlangıç yumurtasının sarısına
gözyaşlarım yosun tutmaz be usta.
Uzayan gölgelere uzanırım
üstümde yırtık bir mavi
ölü kuşlar satılır çiçek pazarlarında
üşürüm nar çiçeklerinin ürpertisiyle
güvercin uykularından uyanır Afrika menekşeleri
susar ağıtları yaralı kuşlar
yılan dişli dikenler kanatır güllerimi,
cesetler soğuk olur derler ya
ben haala sıcağım
bedenim cehennem ateşi
dokunsan ellerinin derisi soyulur
kulaklarımda yetim çakal sesleri
kabuklarını çatırdatarak
yüreğimin asıldığı darağacı kurur
bir çığlık ki sorma usta
kutuplardan duyulur...
GÜLE GÜLE İSTANBUL
Güle güle
haziran, temmuz, kış ayları baharlar
apartmanlar, gecekondular, plazalar
Bağcılar, Yedikule, Kadıköy, Zeytinburnu
Sultanahmet, Galata, Sarayburnu
güle güle...
Güle güle
tiner koklayan çocuklar
kaldırımlara uzanmış dilenciler
şarapçılar, kapkaççılar
hırsızlar, yankesiciler, gaspçılar
umut tacirleri, silah kaçakçıları
köprü altı çocukları
temiz aile çocukları
orospu çocukları
kanserliler, veremliler, felçliler
bakireler, dullar, fahişeler
güle, güle...
Güle güle
anamın bebek kokusu
türkü kokusu, ekmek kokusu
kadife donlu patlıcanlar
göbekli yeşil salatalar
at kestanesi, arı kuşları, ortancalar
sütümü bölüştüğüm minik kedi
güle güle...
Güle güle
bitmiş sevdalarım, düşen aklarım
sanal dostlarım, ıtır günahlarım
kumsallara yazdığım aşklarım
Zeynep, Mehtap, Feride. Aslı
hicaz faslı, dayak faslı, rakı faslı
güle güle...
güle güle
yüreğini bölüşen dostlarım
Stavro amca, Eleni teyze
sevdası çalınmış yalnızlığım
şiirlere sardığım çıplaklığım
yokluğunun ayak sesleri
iç çekişmeler
yüzüne sürgün olduğum kadın
dalgakıranlara zincirlenmiş Marmara
adresimi bıraktığım şehir
buruk bir acıdır damağımda tadın
gidin artık
gidin,
beni öksüz bırakın...
(İbrahim Demiraslan, Çığlık, Sone Yayınları, Aralık 2009, İstanbul)
TAYLAN KORYÜREK
Rüzgarın Teninde Keman Sesleri
Bir büyülü sandığı açar gibi açarım tüm şiir kitaplarını. O sandıktan bir bulut çıkar, girerim içine sormadan, sorgulamadan. Bulutlar üzerinden bakarım dünyaya. Derken çocukluk günleri belirir, soluk ama canlı. Hüzünler boşalır gözlerimden eski günleri gördükçe. Sonra bir kuşun kanadında yolculuk yapmaya devam ederim sonsuz bir güven ve mutluluk içinde. Tatlı bir rüya, uyanmak istemediğim ancak gençlerin ilk alın terlemelerinde, dudak üstü tuzlanmalarında yaşadıkları türden bir mutlulukla kalkarım yerimden. Her şiir kitabını elime alışımda bu tadı ararım. Ama hüzünlenmek, düşünmek, dalıp gitmek de isterim tabii ki.
Böyle duygularla açtım Rüzgarın Teninde Keman Sesleri kitabını. Çok şükür bir kez daha yanılmamışım, şiir beni yanıltmadı, bir şair daha beni yanıltmadı diye dua ettim ne yalan söyleyeyim. Şiir tadında şiirler, bir de üstelik şiir tadında resimler çıkmaz mı karşıma.
Evet gerçekten de bulutlar, hayaller, umutlar, sevgiler, özlemler, geçmişten geleceğe akan giden hayatlar içinde çok gerçekci gözlemler, duygu yoğunluğu, aşk iksiri...Hep hissettiğiniz keman sesleri... Ah o keman sesleri!
Kimseye kapanmayan ev kapıları...Eflatuna işlenen yalnızlığın çiçekleri... Güneşin kutsal bahçesinde büyüyen bulutlar... Martı kanadında çığlık olan çocukluk günleri... Aç ve açıkta kalınan yıllar ve yoksulluk duygusu...Şimdilerde sokaklarda koklayamadığımız; leylak, iğde, ıhlamur, manolya kokuları... İşte tümü Taylan Koryürek’in kitabında var...
Bir büyülü sandığın kapısını açtım; türlü hayaller içinde, mis gibi çiçekler kokladım. Ne mutlu bana bir kitap ve bir şair yine yanıltmadı beni, yine kendimi buldum bir kitapta.
Şair ve Şiirleri
29.10. 1947 Çengelköy İstanbul doğumludur. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Ana Sanat Dalı Heykel Bölümünden birincilikle mezun olmuştur.
Yurtiçi ve yurtdışında seramik ve resim içerikli 10 kişisel sergisi olup, sayısız gurup ve karma sergiye katılmış ödüllü bir sanatçıdır.
Prof. Dr. Ateş Arcasoy danışmanılığında “İnsan Dekor ve Seremağin Varoluşu” üzerine araştırma tezi vardır.
İlk şiir kitabı “Dönüşüm” 1985 yılında Ayda Bir Yayınları’ndan çıkmış olup, “Seramik Şiirleri” 2010 yılında Romence’ye çevrilmiştir.
Günümüz Romen şairlerinden Nicolae Baciut’un şiirlerini, ülkemizde yaşamakta olan Romen resim sanatçısı Dalila ile Türçe’ye çevirmiştir. Kitap basım aşamasındadır.
Rüzgarın Teninde Keman Sesleri, üniversiteler, dernekler ve çeşitli kuruluşlarda seramik eğitmenliği yapmış, sergi ve sanat festivalleri organize etmiş olan Taylan Koryürek’in ikinci şiir kitabıdır.
Kimlik
Sağlamdır evimin kapısı
kapanmaz kimseye,
gezinir odalarda sırlı bulutlarınız
ne kederler solurum,
sevinçler sürerim yazdan öte
örterim üzerine özenle gökyüzünü,
gülümser aynasında yaşlı gövdem
tekliğini yoğurup duran sevgiyle
bir gül açılır dalında kendi kınından
kalbimi acıtır bilinen hüznüyle,
beklesemde camlarda görünmeyen,
dönünce ben rüzgârlarla göklere
sıcak yatağımın kenarında, bir nefeslik
ney üfleyecek tedirgin misafir...
Zamandır evimin kapısı
kapanmaz kimseye...
Rengarenk
Geniş bahçelerin güneşli düşlerinde kavuniçi
işledim yalnızlığın çiçeklerini eflatun,
leylakların kokularıyla morlar
eğilirken gövdeleri salkım salkım;
ne zaman kırılıp incecik aksa
dallarım yeşil yeşil,
delere su yürür ya baharda mavi mavi
siz şiirlerime yürüdünüz siyah-beyaz.
Kralın Şöleni
Güneşin kutsal bahçelerinde
büyütürüm bulutlarımı,
bereketli sularda sizin için
kıldığım yaşam,
ekmeğini yiyecek, suyunu içeceksin(+)
kök salsın
duyulmamış sözcükleriniz,
misafirimsiniz bugün,
yoruldunuz,
uykunuz gelmiş olmalı
gidersiniz,
kısadır yoluculuklar hepsi bir soluk,
evinizde olursunuz yarın
uğurlar sizi sarmaşıklar.
(+) Hitit Yazısında çözümlenen ilk cümle.
Ürkek Uçurtma
Martı kanadında çığlıktır çocukluk,
ürkek uçurtma, düğümlü ip,
soyarken boyar parmaklarını ceviz
karadut olgunlaşırken dalında;
küpesiz kirazdır küçücük sevinçler
gözbebekleri siyah erik,
yaşadığı çevrenin rengine uyar
pul kanatlı kelebekler incecik.
Meydan Saatlerine Dair Bir Öykü
Umudun meydan saatleriydik,
örülürken lambalarda ilmik ilmik çareler
yenilir düşlerin sabahı,
açlılırdı her Pazartesi
güllerin harmanına kapılır;
1937 senesi, Çengelköy İlk Mektebi
Gözlerde ışıldayan sevincin telaşı;
ölümden dönüp filizlenen
bu fakir illerin çocukları
kara bezden dikilen önlükler,
tahta çantalarda
sarı yapraklı saman defter;
sarılıp sarmalanır bütün yoksunluklar
bir deri bir kemik bilinir sızısı
açılan yaraların, acı yağmurlar altında
tüterken şiir mavi güneşle
ebemkuşağında zafer izleri,
kim çözebilirdi kim, denklemini hürreyetin
yediveren bilinci dogmatik değil,
bakışları şimşekten yoğun şihir,
Büyük Umutların Meydan Saati
çarpan kalbiyiz, Mustafa Kemal’in.
(Taylan Koryürek, Rüzgarın Teninde Keman Sesleri, Sone Yayınları, Haziran 2011, İstanbul)
NİLÜFER ALTUNKAYA
ŞİİR VE KIZ
Şiir harmanında savrulmak de demektir? Duygular denizinde yorulmak nedir bilmeden devamlı devamlı yüzmek, bir kıyıya çıkma isteği olmadan yüzmek, yüzmek, yüzmek. Şiir denilen bu büyük büyünün içinden inciler, yakutlar bulup getirmek... Her biri bir yumruk büyüklüğünde elmasların değerinde olan, her dizesi bizi alıp savuran, savurdukca kimi zaman acımasızca, kimi zaman şefkatli bir elle diyardan diyara ulaşmanın benzersiz şaşkınlığının değerinde bir serüven değerinde olan şiirler, dizeler... Benzetmeler olmasa, giyiniksiz sözcükler yığını olsa şiir, duygu tadını verir mi bize? Elbette verebilir. Ama imge fırtınasından geçen, sizi hem düşündüren, hem ağlatan, hem altadan söz yığınları, söz ustalığı olmasa şiir olabilir mi? Duygu, aşk yağmurunda; huzursuzluk, apansızlık, gitme isteği, bıkkınlık, mutsuzluk, merak, azla yetinmeme, huzurun kaçması ama tüm bunlarla birlikte biraz dinginlik, bir yerlere bağlı kalma, güneşin batışını aynı yerde birçok kez izleme isteği, dönen yeldeğirmenlerinin hasatında altın başaklar derlemek istemek, çoluk çocuk sahibi olmak, alışkanlığın basit ama zevk veren yeknesaklığı, huzur ve güven isteği... Bunlar da istenir bazen... Belki de birbirine tam zıt gibi duran duygularla çevriliriz insan olarak. Ondan ona; ondan ona geçen ruh hallerimizdir bizi yorgun argın bırakan. Belki de bazılarımızın alın yazısı çoktan yazılmıştır, biz ne düşünürsek düşünelim, ne yaparsak yapalım; içimizdeki kaderimiz bizi sürükler bir bilinmeze ve sonu belli olan sonumuza. Herkes kendi hayatını yaşar. Bazen de yaşamak zorunda bırakılır. Çünkü belki içimizde birden çok hayat saklıdır. Kim bilir? Yani şairlerden başka bunu kim bilir?
Nilüfer Altunkaya’nın “Şiir ve Kız” kitabını bir solukta okudum. Aynı şiirleri birçok kez okudum. Yetinmedim, internetten ulaştım diğer şiirlerine. Ne güzel bir insan şu Hasan Hüseyin Yalvaç... Bana iyi bir seçki yapmış, vermiş. Sağ olsun. Bir şairle, iyi bir şairle karşı karşıya olduğumu anladım kitabı ve diğer şiirlerini okuyunca Nilüfer Altunkaya’nın. Beni şaşırttı. Şaşırmamam mı gerekiyordu? Çünkü o bir şairdi. Mutlaka bana şiir sunacaktı. Ama hayır! İyi ki şaşırttı, her şairim diyen şair mi?, her şiir kitabı şiir kitabı mı? O şiirleriyle beni şaşırttı, beni şiir denizinde yüzdürdü, aldı başka başka kıtalara, evrenlere götürdü. Büyük bir zevk ve marakla okuduğum şiirleriyle usta bir şair olduğunu gösterdi. Hayallerle, gerçekler; ayağımızı bastığımız toprakla, bulutların, kuşların yurdu olan gökyüzü; yakınlaşmakla, uzaklaşmak isteği buluştu onun şiirleriyle. Okuyunca mutlu oldum.
Aşağıda şiirlerinden aldığım örnekler onun şiir gücünü ve şiir dünyasının derinliğini gösteriyor zaten...
Var olasın Nilüfer Aktunkaya, hep sen şiirlerinle bizim dünyamıza farklı bir ışık vermeye devam et.
İmgeler dünyasında:
eylüldeyiz
içimden kuşlar göçüyo
zamansız nehirsiz alfabesiz
herkes yitirmiş içindeki düşü (eylüldeyiz şiiri)
güne yan yana duran iki gecekondu biziz
ben pembe boyalı tek katlıyım
sen koyu sarı ve iki katlısın
eskimişim pencerelerim yorgun bakıyor
sense merak ve aşkla dolusun (sınır ihlali)
ne ellerim ellerindir
ne sessizliğimi duyarsın ne düşlerimi
sen gülümserken oysa tüm yeryüzünü duyarım
yüreğimin dibinde (sınır ihlali)
incecik dururdum kalabalığında
nerden bileceksin
sen tözden kalkıp ıssızlığa yürürdün (geniş zamanın hikayesi)
saçları dağınık bir çocuktu aşk
gökler yedi kat yazgılı bulut huzursuz
ve hevesliydi ellerimiz
her tene sorgulayan kendini (karnaval)
karanlığın yağmura dolanırken
aktığı hiçlikten geldim
ve artık gidiyorum
sen, yarasından tamamlanmış kurşun asker
bilirsin
gelmenin ve gitmenin bin bir türlü yolu vardır (kurşun asker ve balerin)
ellerimin çürük yosun kokusu
saçlarımdaki vazgeçmiş lodos
ıssız yaşamların kumsallarıdır
ve kayalara çarpa çarpa doğduğum
denizden ahiretimdir aşk (korza)
yakamozla beslediğin göl kıyısıyım
eli ayağı tutmayan umut
boşluğunda bilincini arayan
aşk ertesi sızlayan yüreğimle
bu şehri kurdum sana eskidi bile
yollardan adımını sakınıyorum (yakamoz)
bu benim esaretim anne
kaç kez vuruldu kanatlarım
göğün buz mavisiyle doluyken
bu benim ihanetim anne
adamlığı sorgulanmaz yerlerden
kaç kez söküldük bilsen (göçer kız)
ellerimin öfkesini bırak, beni bırakma
hırçın bir yağmur gibi tara saçlarını toprağın
tenimde izini bırak, beni bırakma (bunca)
ağlasam yoksun
evler nasıl delirdi
kendini suya attı köprüler
ağaçlardan neler duydum bilsen
nasıl da yandı bitti kül oldu
beni özlemediğin şehirler (gece bitkileri)
erken uyanan ağaçların ıslığında
gelincik saçlı bir kız gençliğim
soğuk uçurum kıyısı ve künyesiz sesler
uzak yılların yankısı anlar yok aramızda
bir solukta tükenip yeniden çiçeklenen
amansız sevdalara yazgılı seyirler (vurgun sevinci)
dokunduğumda su oluyorsun
öptüğümde yolculuk
bu acıya düştüm eyvah
yakamda suç gölgemde yangın
güneş batarken iklim iklim tutuşuyorsun (yolculuk)
Nilüfer ALTUNKAYA
1975’te doğdu. İlkokul dördüncü sınıfa kadar Kütahya’nın Tunçbilek ilçesinde öğrenim gördü. Babasının ölümü nedeniyle annesinin ailesinin yanına, İzmir’e göç etti ve öğrenimini İzmir’de tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Öğretmenliği’nden 1999 yılında mezun oldu. Aynı yıl Tokat’ın Turhal ilçesine bağlı bir köy okuluna atandı. Üç yıla yakın burada görev yaptıktan sonra Eskişehir’e yerleşti. Halen Eskişehir’de fizik öğretmenliği yapmaktadır. Evli ve iki çocuk annesidir.
İlk yayımlanan şiiri ortaokul yıllarında yerel bir madenci dergisinde madenciler hakkında yazılmış bir şiirdi. Daha sonra İzmir’de Hasan Hüseyin Yalvaç’ın çıkardığı kısa ömürlü bir dergi olan Minerva’da “Mavi Deli” adlı öyküsü yayımlandı. Beşparmak, Damar, Yazın, Kıyı, Aydınca gibi dergilerde yer aldı. 2004 yılında, Sone Yayınları’ndan Sokak Düşleri adlı öykü kitabını çıkaran Altunkaya, 2007 yılında, Hasan Hüseyin Yalvaç’ın desteğiyle yine Sone Yayınları’ndan Şiir ve Kız adlı şiir kitabını yayımladı. Bu dönemden sonraki süreçte Akatalpa, Kurşunkalem, Sözcükler (bir şiir), Berfin Bahar, Eliz, Dize, Kurgu, Varlık (bir şiir), Yeniyazı, Hece Öykü gibi oldukça geniş bir dergi yelpazesinde şiir, öykü ve yazıları yer aldı. 2011 yılında Komşu-‐Yasakmeyve Yayınları’ndan Sanki Sonsuz adlı şiir kitabım çıktı. 98-99 yıllarında dergilerin düzenlediği çeşitli yarışmalarda ve İzmir’de düzenlenen Nektar Bar, Şiir Kafe gibi mekânlardaki yarışmalarda ödüller aldı. 2009 Cemal Süreya Şiir Ödülleri Yarışması'nda özendirme ödülüne layık bulundu.
Yapıtları:
- Sokak Düşleri (öykü, Sone, 2004)
- Şiir ve Kız (şiir, Sone, 2007)
- Sanki Sonsuz (şiir, Komşu-Yasakmeyve, 2011)
ŞİİRLERİ
gitme
iyi yürekli çilekeş sevdiğim
Filistin bakışlım acılı ülkem
açlıkla soylu iklimim siyahım
ellerim ellerim kaldı tenine sürgün
gözlerim gözlerim eyvahıdır sevdanın
grileşmiş devrim bekleyen kuytum
gitme ben kasımda ölürüm
yağmursuz sarı bir gün
okşar kapını yeryüzüm
bir zaman koyduk kristal
bir yaşam bizden sonraya
bir masal umudun kıyısına
iyi yürekli yalansız sevdiğim
soluğuna çiçeklenen bahar olaydım
yazgına tomurcuklu dallar açaydım
gitme bu cinnet çağı bu deli figan
barışçıl şiirlerini bile üşütür
yokluğum gencecik canına kıyar
bir çekimsiz düş çoğaltma senden
bir eksik çığlık sahipsiz günah
bu çocuğu tanrısız bırakıp gitme
Aşka Rapsodi
eski bir bahar duruyordu pencerenin kıyısında
sesine çağırdın yaralı
geldi
kayıp kimliğin bedenin eksik
güneş kahredici bir leke yoktun aynada
aynada oda çıplak dumandın renklerde darmadağın
az sonra kucaklaştın kendinle
yitirmişken aldığın bir mektup gibi
çay bahçesi serinliğinde okundukça silinen
ölü seslerin çınladığı telefon
sorgularda kelepçelendiğin o umut gibi
kapını çalacaktım
bir meyve bulmuştuk oynarken çocukluğumuzla
kimse görmeden koparılmış dalından kimse tatmadan unutulmuş
sanki yalnız biz vardık masalında yeryüzünün
uyandırıp öfkeyle sarsmak içindik insanlığı
ağlıyordu saçlarında gizil elveda ağlıyordum cezbeye tutulmuş gibi
bir sır saklıyorduk delice bilmediğimiz
başka yer başka zaman içine daldığımız bugünden iz taşımayan
nasıl yaşarım artık kim bilir ayağıma dolanan bu eller
çırpındıkça saplandığım kaldırımlar
kendimi acımadan savurduğum boşluktan
nasıl uyanırım parçalanmadan
okşuyorum sesini kayganlığı yosun tutmuş su gibi
içinde balıklar cilveleşiyor pulları gümüş
ellerin kuşkulu yanılgıda düşlerin
zaman yalınayak koşan bir ezgi insan o ezgide bir tını
sen tüm bunlarsın gibi ölüyor dudaklarım ardından
yorgun sevdasında vadilerin aktı nehirler kurudu sonra
küçüldü şu yaşlı memeleriyle acımızı pençeleyen toprak
devrildi pişkin uçurumlardan yaşamın yankısı
ezildi avuçlarında yüreğim atışıydı yalnızlık
artık inanmayan gözleri çatladı yalnızlığımda eşkalinin
bir zaman kıştı epeyce suskun
sözcükleri birbirine dikecektim yüzüme baksan
kapını çalacaktım çamurlu yollarında gençliğimin unutup bir yanını
bir yanını gazete sayfalarında buzdan bir heykelin gözyaşlarında bir yanını
hem yağmur hem deniz ıslatırken gerçeğe bağlandığımız halatı
o deniz fenerinin çığlığında unutup bir yanımı
baharın gözyaşlarıyla şiirler yazacaktım
oda. odada bir masa. masada her kitap ayrı bir yaprak insanlık ağacından
aynı an bu yıllar öncesiyle. kısa bir an kirpiklerinin değmesi kadar birbirine
ölüyor duvardaki resimler perdeler dökülüyor. kanıyor kapılara girişin
kitapta mutlak sevda. iki kesik baş gibi kadınla erkek
gözleri var bakışı yok. bedeni var duygusu yok
aşkı vur. bir kent yanıyor aldanışında utancıyla geçmişinin
arada bir elini uzatıyor kadın. ince uzun iri kemikli ölmüş de yaşamış gibi
alnına yüzyıllarla kutsanmış sıcaklığı değiyor
eski bir bahar durmuyordu pencerede diyorsun
göremedim ışıktan yalnızlıktan yasaktı belki ondan
çocuktum kasımda ölmüştü babam paçaları karanlıktı
ayaklarım saplanıyor çamura belki ondan
eskiyor yüreğim iki hasret arasında
oysa çağırdın. geldim. gelmedim
gelmedim. oysa çağırdın. çağırmadın.
aldırma suçsuz olmamıza şiirle asacaklar bizi
yolculuk
dokunduğumda su oluyorsun
öptüğümde yolculuk
bu acıya düştüm eyvah
yakamda suç gölgemde yangın
güneş batarken iklim iklim tutuşuyorsun
sınırlar ötesi bedenin gayrısı yok
et kemiğin kan yüreğin
can cana yoldaş umut ekmeğe
şarap tadına karışınca yağmur kokusu
sokaklarında uyuduğum şehir gözlerin
biten sözdür kapanmış kapı
kurşun yağan gece ölümsüz kar
bedelini ödediğin yalnızlık
bize sır bize korku
elsiz ayaksız gidişin
seyreyle halimizi nicedir kayıp
yürüdüğüm yollar kördüğüm
vardığım adres yitik
hangi bir hasreti kucaklayıp git
dağların göğsünde uyut
F TİPİ
HÜCREM ÇİÇEK AÇTI BAHARA
KUŞ OLDUM DALLARINDA
YANGINA KIYI BEDENİMLE
YOL OLDUM UÇURUMA
SERDİM İNSANLIĞIMI
KOŞULSUZ ÖZGÜRLÜĞE
SU OLDUM SONSUZLUĞA
ÖLÜM DEĞİL BUNUN ADI
DAMLA DAMLA SIZAN
KAN OLDUM YALNIZLIĞA
OCAK 2007
(Nilüfer Altunkaya, Şiir ve Kız, Şiir, Sone Yayınları, Eylül 2007, İstanbul)
FESİH VURAL
ASKIYA ALINAN SÖZCÜKLER
Son zamanlarda beni en çok etkileyen şiirler oldu Fesih Vural’ın şiirleri. Böyle yangın, böyle özlem ve ayrılık hasretiyle yazılmış şiirler okumamıştım son zamanlarda. Böyle derin ve duyguyla örülmüş hasret şiirleri, sevda şiirleri, özlem şiirleriyle karşılaşınca çok mutlu oldum. İnsan eğer sürekli arayış halindeyse mutlu oluyor farklı bir tat bulunca. Her şeyde bence böyledir; edebiyatta da, şiirde de elbette bu böyledir...
Dağlardaki insanlar tüm yalınlığıyla geliyor bu şiirlerle; tüm çıplaklığıyla saf çocukluk anıları, dağların insan duygularıyla yoğrulmuş saf kokulu çiçekleri, zaman sarmalında olgunlaşan çileli yaşamlar, saf duygular, özlü bir anlatımla hayat buluyor... Fesih Vural iyi ki yazmış, sevdasını, özlemini, aşkını... Tüm özüyle, güzelliğiyle... var olsun, sağ olsun, yazmaya devam etsin...
...“beni boş verin! Ben, sesine darbe yapılan sözcüklerin lal edilmiş yüreğinde buldum, “Ben’i...”
“Dağlarda çiçekler, Kan ile sulanırken, Renkleri o yüzden sararmıştır. Acı gelir kokuları... ondandır. ...”
“ tamaraya gideceğim belki de. ben çocuk; kumral saçlı, mavi gülüşlüydüm. sevda kokardı dudaklarım öperlerdi koşu ablalar.”...
“... Kor bakışlım... Gözlerinde köyümün, Toprak damlı, Kerpiç mimarili evinde geçirdiğim, Huzurlu uykularımın tadı var.”...
...” Yar... Gidişine bir ben ağlarım şimdi. Bir de; Sana açılamayan utangaç arzular.”
...”Sensizlik ektim bu diyarda, Bir ben, Bir sen kalmıştık, Yanıtsız iki soru gibi, Öylesine derinden.”...
... “beni bırakıp şimdi burada, acılar ektin bedenime, şimdi geceye öfke doluyum, anlamsız kurşunlar sıkıyorum”...
Fesih VURAL
1970 yılında, Van Muradiye ilçesi Dürükkaş Köyü’nde dünyaya geldi. İlkokulu köyünde, ortaokul liseyi Alpaslan Öğretmen lisesinde bitirdi. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Yüksek Okulu Sınıf öğretmenliği Bölümünü bitirdi. Halen sınıf Öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Duygularını şiirle ifade etmeye lise yıllarında başladı. Şiirleri ( Bir Nisan gazetesi, Yeşil Erciş, Anayurt Gazetesi, Yeni Kütahya gazetesi, Yeni Ufuk Dergisi, gibi ) yazılı basında yer aldı. Şair, şiiri müziğin büyülü sesi ile birleştirerek şiirin kitlelerce sevilmesine katkı sunmayı amaç edinmiştir. Kendi şiirlerini seslendirdiği bir de şiir albümü bulunmaktadır. Ayrıca katıldığı birçok şiir dinletilerinde gönüllü bir şiir emekçisi olmaya çaba göstermektedir. Halen yurdumuzun cennet köşelerinden Van ‘da öğretmenlik ve sanat hayatını birlikte yürütmektedir.
YAYIMLANMIŞESERLERİ
1.SOLAN GÜLÜMÜN MATEMİ VAR ŞİİR ANTOLOJİSİ -2007 /Kendi yayını.
2.BEFLÜ/YOKLUĞUNU SEVDA EYLEDİM KENDİME ŞİİR ALBÜMÜ/SİLVANA MÜZİK YAPIM –İST/2008)
3.BEFLÜ isimli şiirine klip çekilmiş olup müzik ve şiir severlerin beğenisine sunulmuştur.
4.TÜRK ŞAİRLERİ ANTOLOJİSİ 4.CİLD- gündüz yayınevi/İST- şiirleri yer aldı
5. ŞİİR KİTABI (ASKIYA ALINAN SÖZCÜKLER) Sone yayınları 2008/İst
Şiirleri
Askıya alınan sözcükler
beni sormayın!
Ben,
nedensizlerin gölgesinde yitirdim.
“Ben’i”…
sonra da
gecenin zulmünden muzdarip yıldızların
zamansız intiharlarında buldum,
“Ben’i”…
beni boş verin!
Ben,
sesine darbe yapılan sözcüklerin
lal edilmiş yüreğinde buldum,
“Ben’i”...
Ve
ardında verdiğimiz molada
askıya alınan sözcüklerin
bedenlerindeki yaralarda buldum,
“Ben’i”…
beni aramayın!
Ben,
bedeni yakılmış
Varlığında
bizi biz eden
yokluğunda
bizi bizden eden sözcüklerin ruhunda buldum,
“Ben’i”…
Solan Gülümün Matemi Var
Dağlarda çiçekler,
Su yerine kan ile sulanırlar;
Renkleri o yüzden sararmıştır.
Acı gelmiştir kokuları hep ondan.
......
Yağmur yağar,
Beklemediğin bir anda,
Bir damla suya hasret dağ çiçekleri,
Baş kaldırırlar;
Bu baş kaldırış,
Sabır üzerine, özlem üzerine, sevgi üzerinedir.
.....
Kara bulutların ardından,
Yeniden belirir güneş.
Üşümüş olmalı dağ çiçekleri;
Güneşe sevgi gösterisinde bulunurlar.
....
Bir koku kaplar,
Zirvedeki yamaçlara.
Bu toprak kokusudur.
Kalleş bir ses hüzün estirir,
Gülümün yamaçlarına.
Bülbülün figanı dağlamıştır kayaları.
Solan gülümün matemi var,
Tüm aşinalığıyla...
....
Her şey aynı telden çalar,
Yıllara inat.
Anladığım tek şey var.
Dünden bugüne.
Bu diyarlarda kan kokusu,
Karışmıştır toprak kokusuna.
....
Gün yeniden,
Yeniliğe yenik düşmüştür.
Lakin,
Güneş hala üzerimizde
Dün gibi yakın.
Ve kucağımız hala onu beklemekte.
1993, Karlıova, Bingöl
Ben Çocuk
bir düş,
o düşte bana bir gülüş.
bir ova,
açılıyor kollarımda.
İçinde deli taylar,
nasılda özgürce koşarlar.
bir deniz,
gözlerin kadar sahi.
şimdi içinde sessizce akıyor Bendimahi.
bir gökyüzü,
kanadında turnalar.
hasretlikler kokuyor, okudukları şarkılar.
ben, annem ve babam
ellerim babamın sıcaklığında
bir tepe evimizin önünde
bir el sallasam,
tamaraya gideceğim belki de.
ben çocuk;
kumral saçlı, mavi gülüşlüydüm.
sevda kokardı dudaklarım
öperdi komşu ablalar.
her defasında silerdim öpücüklerini
sevdalarıma karışmasın sevdaları.
aşk kokardım,
sevda yüklü turnalara el sallarken
annemin kanatlarında
mışıl mışıl uykularımda
annem ve babam kokuyorum hala.
Şimdi ben, Van.
bütün renkler sarıya buyurgan
bir pepuk kuşu uğraşı başımda
ben çocuğum ana
al götür beni o sımsıcak kanatlarına
ve ben hep çocuk kalayım orada.
Ocak 2007, Van
Kor Bakışlım
Gözlerinde memleketim
Tarifsiz dünyam
Acıyı ızdırabı kapsayan denklemim
Dağlarımın, ovamın yalnızlığı var.
Kor bakışlım…
Gözlerinde çocukluğum
Donsuz dolaştığım anların
Yalın ayakla bastığım dikenlerin
Hala izleri var.
Kor bakışlım…
Gözlerinde köyümün
Toprak damlı
Kerpiç mimarili
Evde geçirdiğim
Huzurlu uykuların tadı var.
Kor bakışlım, hor bakışlım,
Gözlerinde;
Babana kızıp gittiğin anlardaki
Arkan da ananın hıçkırıklarıyla
Dökülen gözyaşlarının hala ıslaklığı var.
Kor bakışlım, can bakışlım
Gözlerinde
Kendini dağlara teslim ettiğin
O geceki…
Zifiri karanlığın hala titrekliği var.
Kor bakışlım
Ay bakışlım
Can bakışlım
Dağdaki kaya gibi sert
Sırtındaki bıçak gibi keskin
Bardaktaki su gibi pak
Sofradaki otlu peynirin
Lavaş ekmeğiyle buluştuğu gibisin.
Kor bakışlım
Ay bakışlım
Kara gözlüm
Biricik körpem
Eğilmeyen başını eğmeyesin
Yere bakmayan bakışını
Sakın ha değişmeyesin
Dosta düşmana karşı
Doğruluktan ödün vermeyesin.
(2000 Muradiye/Van)
Sen yokken baba
I
sen yokken baba
yıldızlarımızı çaldılar, ay ışığı fırsat bilerek.
akşamımıza kör kurşunlra sıktılar, geceye aydınlık adına.
karanfil kokan o bahar desenli caddelerimize,
sensizliği sürdüler kaldırım taşlarına gizlice.
şimdi korku sinmiş bedenine,
elimden tutup dolaştırdığın o caddeleri
her köşesinde aç köpekler karşılıyor beni.
yüzlerindeki öfkeden anılıyorum ki
çöplükleri paylaşamıyorlar belli
sen yokken baba
yalnızlığın yüreğinde bir sert kaya gibi...
her dokunuşumda, o cilalı parmaklarım acıyor.
şimdi seni, dokunduğum o boş caddeler anlatıyor.
bırakıp gittiğin o şehir...
yalnızlığına bir çizik daha atıyor.
II
sen yokken baba
odamdaki sert bakışına bile göz diktiler.
siyah beyaz resmindeki güşüne bile,
gri tonlar eklendiler lacivert gökyüzü altında.
oyunlarımızı bile aldılar elimizden.
çelik çomağımızı bile...
sonra da birileri, tahtamızı çizdi kara tebeşirle.
birileri de defterimize anlamsız resimler çizdi,
teneffüs aralarında.
seninle çizdiğimiz gülü karaya boyadılar...
sen olmayınca baba.
III
sen yokken baba
uçurtmamamıza bile vurdular.
hava sahalarını ihlal ediyomuş diye.
enkazını incelemeye aldılar şimdi,
kara kutusunu buluncaya dek...
sahi var mıydı baba?
ve sen yokken baba... biliyor musun?
kaç kişi yıldızları kovdu gecemizden.
ve kaç kişi inatçı rüzgarları konuk etti sevdamızıa.
kaç kişi bulutları saldı güneşimize sesesizce.
ve kaç kişi iştahla yediğimiz soğanı kıskandı,
ekmeğeimezi aldı elimizden habersizce.
kaç kişi... kaç kişi... biliyor musun baba?
IV.
ve şimdi, sensizliğinde seni değil.
asıl baba demeyi unutmuşum.
ve aslında sen yokken baba,
ben de yok muşum ya!
Bu şiir hece ölçüsüyle şarkı olarak beslenerek “BEFLÜ/ Yokluğunu Sevda Eyledim Kendime” adlı şiir albümümde icra edilmiştir.
Sevmelerim sevebilme ihtimalinde
Kaç sabahım oldu sensizliğinde
Sokak lambalarını tek tek tanıdım
Yolunu beklerken,
Volta attığım boş caddelerde
Ela gözlerimin yenilgisini senle tanıdım
Hem de serseri bir uykunun korsan gösterisiyle
//
Dağlarımın, yalnızlığımın sensiz çiçeği
Sensizlik bitişim oldu bak!
Açmıyor güllerim artık, sensizkin
Şimdi sensiz ve kimsesizim
Sana aşina sana vurgun caddelerde
Mahşeri kalabalığın orta yerinde yalnızım
//
Oysaki sevmelerim sevebilme ihtimalinde
İki gözyaşı kadar
Sana vurgun
Sana masum
Sana baygın
Sana bitik
Dökülür ansızın senin kadar yitik...
Yüreğim şimdi deli taylar gibi
Koşar upuzun bilmediği çayırlarda
Aşina olmayan bu garip diyarlarda
Ve saçlarını en acımasız yellere savurdum
Tel tel çözüldüler şimdi bu acımasız rüzgarlarda yokluğunda
23.11.2006/Van
Firari Duygularımıza Ağladım
firari duygularımıza ağladım dün yine
seni tam da unutmuşken
yine yokluğun nüks etti bende
bıraktım ela gözlerimi özgürce
ağlarsa ağlasın...
___________ acımadım işte.
en şiddelisinden gözyaşlarım
sarsıyor bedenimi
___________şimşekler çakıyor
geçtiğimiz tüm güzergahlarda.
sen gittin gideli
bülbüller matemimi tutmakta
gecenin zifiri karanlığında
pepuk kuşunun yırtan çığlığı
gitmez oldu yanı başımda
gözyaşlarıym dökülüverir
geceye inat
yüreğimde en derin
___________ yolculuğunda
Tek şahidim yalnızlığımla
/
Unutmak mümkün mü seni
yine nüks etti yalnızlığın işte
yumruğumu sıksam da
__________ en şiddetlisinde
faydasız be...
şimdi sen
Ansızın anlarımın yari
Günahım, haram düşüm
Gecemin ortağı
Ela gözlüm, ksor bakışlım
__________vebalim,
Doyamadığım anlarımın hayali
Dağlarımın ela gözlü kartalı
Söyle şimdi... söyle...
ben olsam gidermiydim böyle.
bilirsin sen
sensizken mahpusum
firari duygularına esir düştüm
___________ dağlarımın yalnızlığında
seni arıyor ela gözlerim.
ve şimdi ilk günümüzü hatırladım
çocukça akılmıza uyup gittiğimiz
firari olduğumuz mekanlarda
hatırladım bir an işte
radyoda iki firarinin haberini dinlerken
nasıl da nam yapmıştık
karşılıklı tütün sararken
nasılda gülüşmüştük
içimize çekerken dumarları.
Oysaki o gün...
hayatın bize ihanetini anlamıştık aslında
pusu kuran yanı başımızdaki
o yarım vicdanlı dostlarımızı
şimdi bir ben varım burada
bir de kanınla bezenmiş
o sevdiğim boğazlı kazağınla.
gözlerimde geçmekte yine hayalin
terleyen bıyıkların
tel tel uzamış sakalın
hala gözlerimde
altın sarısı saçların
o heybetli yürüşüyün
en dramatik filmin
finail gibi bende hala
ve sen aşka çeyrek kala
__________saati durdurdun
neden gittin öyle
beni bırakıp şimdi burada
acılar ektin bedenime
şimdi geceye öfke doluyum
anlamsız kurşunlar sıkıyorum
__________her gece ardından
karşı koymalardayım yine
__________kendi kendime
yokluğunda bir bilsen
zemheri soğuklar ektin yüreğime
fırtınalarının eseri etti beni.
O sana tutuklu yüreğimle
bir şahinin inişleri gibi
hızla düşmekteyim yokluğunda şimdi.
sahipsiz iki mezar gibi
adımızı yazacaklar karşı yamaçlara
__________ve yasımıza
Pepuk kuşunun en acı çığlığıyla
davet yapılacak leş kargalarına.
21. 09. 2006 / Van
Yüreğimin Haziranın da Yar
Yar yar…
Yine yokluğun nüks etti bende.
İçime ektiğin o sensizliğin,
Üşüten gözyaşları var.
Yar yar…
Elimi uzattım sen yokken,
Tek tesellim o resimlerine.
Gözyaşlarımla sildim,
Bana verdiğin göz nuru mendilinle.
Yar yar…
Gidişine bir ben ağlarım.
Birde,
Sana açılamayan utangaç arzular.
Yar yar
Nasılda yüreğimin Haziran’ına,
Zemheri soğuklar ektin.
Acımadan yağdırdın yüreğime,
Lapa lapa Haziranımda kar.
20.07.2006/ Van
sensizlik ektim
Sensizlik ektim bu diyarda
Bir ben
Bir sen kalmıştık
Yanıtsız soru gibi
Öylesine derinden
/
Sensizlik ekip
Öylesine ayrılmıştık
Hâsılatı çoğalarak
Kavuşmanın zamanı
Kafdağı kadar uzak
Şimdi mirasın bende
Göz bebeğimde yaş bırakarak
/
Dönüp baksan arada sırada
Sen yokken sensizlik ektim
Geçtiğin tüm güzergâhlara
Şimdi Sensizliğin gölgesi var
Senden bana kalan yadigâr
19.07.2006 / Bendimahi/ Van
(Fesih Vural, Askıya Alınan Sözcükler, Sone Yayınları, Şiir, Haziran 2008, İstanbul)
Feride
Evimizin kıbleye bakan yönünde
Taştan bir ev vardı bahçenin içinde
Güneş’i tam karşına aldığı bir yerde
Balkonda selvi boyuyla görünürdü anide
Üzerinde gül fistanı, elinde danteliyle
Otururdu güneşin ona baktığı yerde
Atardı, hiç çekinmeden bacak bacak üstüne
Adeta güneşe meydan okurdu bu köhne evde
İlk görüşte âşık olmuştum öylesine
Hele bir gözleri vardı
O gözleri doyurmazdı bu belde
Adeta rakip olmuştu âlemlerin şemsine
Bir saçları vardı, sazlık ada gibi
Rüzgâr estikçe;
Bir o yana bir bu yana düşerdi.
Bazı günlerde ansızın, toplardı saçlarını
Beni deli edercesine,
Perçemi çekerdi kara gözlerine
Bazen de kapatır kapıları,
Kapanırdı o köhne köşküne.
Perdeleri çeker şemse küskün,
Saatlerce dışarıda beklememe hiç acımazdı;
Yalvarmamı bekler, gururumu denerdi.
Başımı koyardım taş duvar ensesine,
Kapatırdım gözlerimi.
Gündüzümde gelmez der,
Karanlığımda hayal ederdim.
O anda dalmışım;
Taş duvar mahallindeki,
Köhne köşkün tatlı uykusuna.
Tüm rüyalar benim olmuştur.
En tatlısından.
Bana kucak açmış Feride’m
Gel ela gözlü çocuk, gel
Gözlerini yakından göreyim.
Gözlerinin yorgunluğunda hapset beni
Tut ellerimden gidelim bu ellerden
Bu gece felaketimiz olacak
Üzülmeni istemem bebeğim
Bir at bir silah uğruna
Ak gelinlik abasında
Karalar giydirecekler
Senin üzülmeni istemem ela gözlüm
Sen daha çok toysun.
Bana baktığın anlarına üzülürüm
Terlemiş bıyıklarını tara be bebek
Tez elden…
Al, al götür beni uzaklara
İnan sana yük olmam
Rehberin ben olurum
Koş de koşayım
Uç de uçayım
Dere bucak saklanayım
Zifiri karanlığın simsiyah teninde
Göz bebeğimde seni saklayayım
1999, Van
CAZİM GÜRBÜZ
TÜRK’E BAŞTAN BAŞLAMAK
Anadolu böyledir işte... O kadar sıradağ, o kadar ova, o kadar plato, o kadar akarsu, o kadar köy, o kadar kasaba, o kadar uygarlık... Nice destanlar yazılmış, nice savaşlar, nice aşklar yaşanmış bu topraklarda. Eee... Bir de Türkler var elbette, biz Türkler hani. En az bin yıl önce gelmişiz bu kutsal ve bereketli topraklara. Boy boylamışız, toy toylamışız... Dağlı olmuşuz çok koyun, kuzu gütmüşüz; Türkmen, Bayat, Çepni, Tahtacı, Amuca, Beydili... Her ne ararsan var... Dünyanın en zengin ailesi olmuşuz. Yüzyıllar boyu ilmik ilmik örmüşüz bu toprakları. Elbette tarım... Toprağı işlemişiz bir güzel... Her ne kadar Türkler adam olmazdı; Rum’dan, Ermeni’den, Yahudi’den sanatı, ticareti öğrenmesiydi de demişlerse de, “Türk’e küfretmek” sanat olmuşsa da, kendine alim diyen de, bey ve paşa diyen de hep Türk’ü kötülemişse de; bu yurdun tüm dertlerini Türkler çekip bir kez bile ah! Dememişler. Sofralardan kovulmuşsalar da, çephelerde en ön safta arslan gibi yurdunu korumuşsalar da, yine ekende, biçende bu ülkede Türkler olmuştur. Bu tarihi kimse tersinden yazamaz. Yazmaya gücü yetmez.
İşte böyle bir ülkede gerçek yurtsever, insanın özünden kavrayan, yurduna canını verecek kadar bağlı aydınlar, edebiyatçılar, ozanlar da vardır, her zaman da olacaktırlar.
Cazim Gürbüz, “Türk’e baştan başlamak” şiir kitabında; Anadolumuzu, Anadolu insanın tarihten bugüne çektiği çileleri, yaşam kavgasını, espirisini, dayanma güçünü, milli davalarını, milli duygularını yazıyor. Dizelerinde duygu var, aşk var, merak var, araştırma var, hareket var.
Cazim Gürbüz’in şiirlerinde yurt sevgisi, vatan sevgisi, aşkı var. Buram buram dağların kokusu, havası var. Binlerce yıllık serüveniyle Türklerin Anadolu’ya getirmiş oldukları miraslara sahip çıkan aydın bir söz ustası olan Cazim Gürbüz Irak’taki Türkmen soydaşlarımızı da unutmuyor, onları bizlere hatırlatıyor. Bizden ayrı düşmüş soydaşlarımızın yaralarını saralım, diyor.
ŞAİR VE ŞİİRLERİ
"1948 yılında Bayburt'ta doğdu. Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni bitirdi. Ziraat Bankası'nda memurluk, Tekel ve Türk Standartları Enstitüsü'nde başmüdürlük ve bölge müdürlüğü görevlerinde bulundu. Erzurum Meslek Yüksek Okulu'nda iki yıl banka muhasebesi ve ticari hesap dersleri verdi.
Bu görevlerin ardından, bir süre özel sektörde çalıştıktan sonra, uzun yıllar serbest muhasebeci mali müşavir olarak hayatını sürdürdü.
2000-2001 yıllarında Toprak Mahsulleri Ofisi genel müdürlüğü yönetim kurulu üyeliği yaptı. 2001 yılında, girdiği mesleki sınavı kazanarak yeminli mali müşavir oldu. Evli ve iki çocuk babası olan Câzim Gürbüz, Kocaeli-İzmit'te oturuyor ve yeminli mali müşavir olarak ekmeğini kazanıyor.
Şiir Defteri Yayınları arasından çıkan ve 1990 ile 1993 yıllarında birinci ve ikinci baskıları yapılan; "Ateşkes Çağrısı" ile 1993 yılında yine aynı yayınevince yayımlanan "saman o yana, buğday bu yana" ve 2007 yılında yayımlanan "türke'e baştan başlamak" adlı üç şiir kitabı var.
Şiir Defteri Dergisi'nin 1992 yılında açtığı yarışmada, dergi okurlarının oylarıyla, "ikinci ürün" adlı şiiri, ikincilik ödülü aldı.
1992 yılında Azerbaycan Yazarlar Birliği'nin davetlisi olarak Azerbaycan'a gitti.
Şiir dışında; öykü yazıyor, 2007 yılında Some Yayınları'nca yayımlanan "nikolay'ın av köşkü" adlı bir öykü kitabı bulunuyor. Gürbüz'ün diğer eserleri şöyle: "Edebiyatlaşan Vergiler" (araştırma-inceleme), "Hazar Üstüne Yazılanlar" (edebi derleme). Şiir, öykü ve yazıları; Şiir Defteri, İlkyaz, Edebiyat Güncesi, Kardaş Edebiyatlar , Türkiye Günlüğü, Gölge, Beşparmak, Güneysu, Tarla, Yeni Ufuk, Nisan Bulutu, Yeni Adana, Hazer (Azerbaycan), Kirpi(Azerbaycan), Yol (Azerbaycan), Şafak (Batı Trakya), Bay (Yugoslavya) ve Yurt (Irak) adlı dergi ve gazetelerde yayımlandı.
Câzim Gürbüz, gazeteciliğin haberden köşe yazısına,röportaja dek, birçok dalında ürünler verdi. Türk Haberler Ajansı, Güneş ve Ortadoğu gazetelerinde muhabirlik yaptı. Ortadoğu Gazetesi'nde "azerbaycan'a şiir seferi" ve "çoruh çağlar ninni söyler" adlı gezi notları yayımlandı. Bu gazetede (Ortadoğu) köşe yazarlığı da yapan Gürbüz, 1998-2003 yılları arasında aralıksız olarak Büyük Kurultay Gazetesi'nde haftalık kültür-sanat yazıları yazdı.
Aralık 2003'den bu yana, haftalık yazılarına Yeniçağ Gazetesi'nde devam ediyor.
Mesleki konularda (vergi-muhasebe), çeşitli yayın organlarında yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır."
Çıldırda Bir Göl
Çıldırda bir göl
Dağların koynunda uykulu güzel.
Cemreler açar
buz yorganını
güneşe mavi
buluta yeşil bakar.
Çıldır'da bir göl
içinde dağların bahar gözyaşı.
Dört yanından dert akar
dökemez döküleni kimseciklere
bir köpüklük canı var
kaldırır
kayalara vurur kendini.
Çıldır'da bir göl
Denizin dağ şubesi.
Balığı buz altında
koyları koyaklarda
kartal locaları var
yalçın kayalıklarda.
Çıldır'da bir göl
Haritaya baktım yürek biçimi.
Vardım da nabzını elime aldım
gödüm ki çarpıyor
can can! .. diye
Kars serhaddinde.
Gariplik
Gökle bulut özdeşse
Yağmur sicim sicim
Güneşsin önünde buzlu cam varsa
Ve ben garip düştüğüm o kentte
Otel soruyorsam
Bavul elimde
Garip gelirim insanlara
Garip gelir insanlar.
Kimsesiz odalarda
Uyku atlı ben yaya
Yatamam kalırım konforlu çilehane
Elime doğunca gün
Biter kovalamaca.
Bildıklerim sevdiklerime doğru
Yola çıkarım
Çıkarım gariplikten.Saman
Irak'taki Yakınlar
Sözü şirin, özü acı bir hoyrat
Yükselir Irak'taki yakınlarımdan.
Bir murat istenir, muratta feryat
Kerkük, Musul, Erbil, can içre cânân
Canımın içinde hoyrat yarası.
Hoyrat yarasının alındığı gün,
Zulümler başıboştu
Ve o zulümlere inat
Gün gibi aşikar, gün gibi Türkçe
Tarih düşürmekteydi derin sözlü bir hoyrat
Mesajı apaydın, dimdik, erkekçe.
Kaç efendi eskitti onlar?
Onlar Telafer'in sabıkalısı.
Onlarda dinmeyen kuyruk acısı.
Ayakucumuzda beslenen yılandır onlar
Tarihler dolusu utanç
Sınırlarımızda kirli yığıntı
Merhametten maraz, içimizde sığıntı.
Çanak yalar, kuyruk sallar, sözlerinden dönerler.
'O yar gözün
Kim gördü o yar gözün
Aslan gücünden düşse
Karınca oyar gözün'
Neylersiniz kol bilekten değil omuzdan kırık
Çözümler tutuklu çözümsüzlükte
Ezgilerinizle yürekler buruk
Ve sözü şirin, özü acı
Tütün gibi bir hoyrat
Derdimizin sızım sızım ilacı.
'Derde Kerem
Mevlamdır derde Kerem
Çekmişem gam çiftini
Sürdükçe derd ekerem'
İçim
İçtenli içimin aradabiri
İçten pazarlığın iç güveysiyim.
Çıfıtın içimde bin güvesi var
Görkemli ağacın kof gövdesiyim.
Sığmaz içim içime
Gönül diye umman var.
İçime balyoz gibi
Vicdanın sesi çarpar.
İçimden okudum volkana eş sırları
İçime attım güçsüzlüğümü
İçimden geçirdim kaçan yılları.
İçim var ya...Bu içim...
Anlamadım ne biçim?
Hem kavgalısı, hem gövdesi, hem çatısı
Duvarlarında kerpicim...
İzlerinin Üstüne
İzini sürmekten yorgun düşmedim
Günler yağdı izlerinin üstüne.
Yarın belki umut, belki seraptır
Dünler yağdı izlerinin üstüne.
Birler hanesine dudak bükmüştün
Onlar yağdı izlerinin üstüne.
Özlem resmedilen kara buluttan
Binler yağdı izlerinin üstüne.
Desinler tutkusu yedi bitirdi
Kinler yağdı izlerinin üstüne.
Bir an çağrışımsın, bir an ayrılık
Anlar yağdı izlerinin üstüne.
Çölde yollar hem çok, hem de hiç yoktur
Yönler yağdı izlerinin üstüne.
Kalem
Kılıcı görünce ezildi kalem,
Şairin elinde çözüldü kalem,
Alın yazısında icat olmuştu,
İdamda kırıldı, üzüldü kalem.
Koreli Cabbar
Aslında bizim buralı Cabbar
Demişler: haydi ileri Cabbar!
Harbetmiş Kore'de
Koreli Cabbar.
Esanslar sıkar fıs fıs da fıs fıs
Ekmek parasına hokusla pokus
Gazilik madalyası
esans şırıngası
geçim derdinin kralı Cabbar.
Yardım ettirdim diye fak-fuk-fonundan
'Mamafih, binaenaleyh, hakeza ve zira...'
Ardı ardına lugat paralar.
Candan, gönülden, içten
dualar eder bana
Koreli Cabbar.
Geniş günü olmayacak
sığmayacak bir yere yorgun gölgesi.
Hep sıkacak...
Paraya sıkışacak.
Bir gün gelecek
'Esanscılık da öldü' diyecekler
Öleli Cabbar.
Sarıkamış'ta Kar
Sarıkamış'ta kar
İlkin çamlara konar.
Gelin eder dağları
Sarıkamış'ta kar.
Sarıkamış'ta kar
Buz olur damlardan sarkar.
Uyar hınzır tipiye
Dört nala kalkar
Sarıkamış'ta kar.
Sarıkamış'ta kar
Puslu, beyaz bir derya
Yollara düşer atlı kızaklar.
Geçit vermez yolcuya dondurur boğar
Sarıkamış'ta kar...
Kar... Kar... Kar...
Tezek Destanı
Bizim yöreleri hep o ısıtır
Yayılır da basmalığa basılır.
Güz gelince böbürlenir kasılır
Kışın sobaların asıdır tezek.
Artık serbest rekabete de girdi
Bu yıl fiyatları rekorlar kırdı
Kömüre oduna bir tur bindirdi
Liberal sistemin faslıdır tezek.
Biyogaz dediler, tezler yazdılar
İyi gübre olduğunu sezdiler
Tezeğin keyfini böyle bozdular
Yine de yakıtın aslıdır tezek.
Koyununki makbul, adı da kerme
Tozları fışkıdır sakın hor görme
Destan yazdık diye kızıp köpürme
Bizim soğukların yasıdır tezek.
(Cazim Gürbüz, türk’e baştan başlamak, Şiir, Sone Yayınları, Mayıs 2007, İstanbul)
BİR ŞAİR, BİR KİTAP, BİR ŞİİR...
MÜŞÜR KAYA CANPOLAT
DÜŞÜNCEDEN İÇERİ
KÖRDÜĞÜM
Çözülür mü kördüğümü sılanın
Bir ün babaevine geri dönünce
Bıraktığın gibi değilse hiçbir şey yerli yerince.
Ananın sana ayırdığı inek ağızı
Gurbette aklına gelirdi bazı bazı.
Tel dolaplarda bekleyen seni günlerce.
Ayrılan hangi çocuktu taşradan
Dönen kim şimdi çıkıvermiş aradan
Babasını andıran şöyle gülüverince.
Taşra nedir bilinmez ki kopmadan
Bütünleşmek hayal koptuktan sonra
Birinci ders büyük kente varınca.
Anlaşıldı önü ardı bilmece
İster günzüz ister gece
Kördüğüm olan sensin başka yerden girince.
(Müşür Kaya Canpolat, Düşünceden İçeri, Şiir, Sone Yayınları, Eylül 2008, İstanbul)
CEYLAN KORYÜREK
YANILGILAR
YANILGI
Mutluluğa dokunduğum an
Çiğnenir göz bebeklerim
Karanlık görüntülerle,
Bir dostun ayak izleri
Dökülür göz yaşlarımda.
Şeytan ve Şiir Karşı Yayınları, 1996
(Ceylan Koryürek, Yanılgılar, Şiir, Sone Yayınları, Şubat 2010, İstanbul)
NİHAT KEMAL ATEŞ
UÇURUMA DÜŞEN ÇIĞLIK
YILDIZLAR SINIR KOYMAZ
Gözyaşları aynıdır
Ağlayan insanların
Gözyaşları sınır tanımaz
Yıldızları ve göğü aynıdır
Ülkelerin
Kimine daha yakın olsa da
Yıldızlar sınır koymaz
Birbirinden yüksek olsa da
Dağları
Renkleri benzemeze de
Birbirene denizlerinin
Balıklar hudut tanımaz
Sarı, siyah, beyaz, Kızılderili olsa da
Tenleri insanların
Öfkeleri birbirine benzer
İnsanlık evrenseldir
İnsanlığın pasaportu olmaz
Gözyaşları
Yıldızları
Renkleri
Öfkeleri
Birbirine benzediğinden
İnsanları...
İnsanlık sınır tanımaz
30/05/2004 – Sicilya/Teracini
(Nihat Kemal Ateş, Uçuruma Düşen Çığlık, Şiir, Sone Yayınları, Ocak 2009, İstanbul)
NALAN ÇELİK
YALINAYAK
BARIŞ ŞARKISI
kırda
renkler kokular sesler
en çok sesler
baharın düşleri
şarkı söyletir borazan çiçeklerine
sesler
en çok da sesler
duyulmaz
kentin demir parmaklıklı sitelerinde
takılmış bir iğnenin
ritmi bozuk kalp atışıdır
gramofon çiçeklerinin kapı önü şarkısı
sesler
en çok da suskun sesler
bir çocuklar bir de bilgeler
her şeyden sorumlu tutar kendini
bilgeler dağlarda
çöllerde bilgeler
çocuklarsa her yerde
unutulmuş bir barış şarkısı söyler
borazan çiçekleriyle
(Nalan Çelik, Yalınayak, Şiir, Sone Yayınları, Mayıs 2010, İstanbul)
SABRİ GALİP NAKİPLER
ÇAYI KOY GELİYORUM
DUYARSIZLIK
Vefanın çeşmesi kurumuş sende,
Vefasızlık dersen oluk oluğa.
Benimle konuşman bir dakikacık,
Ellere gelince soluk soluğa.
Öyle gür çıktı ki ektiğin ahlar
Hiç gerek kalmadı bele pulluğa.
Bir ipek halıydım bedestenlerde,
Benzettin bir eski püskü yolluğa.
Bundan dolayı mı yakıştık dersin
Sen efendiliğe ben de kulluğa?
Hızır yetişmezmiş darda kalmazsan,
Hızır ol, gel yetiş, çıkar bolluğa.
Saatler son hızla kapı gidiyor,
Şurada ne kaldı onbir buçuğa
(Sabri Galip Nakipler, Çayı Koy Geliyorum, Sone Yayınları, Mart 2014, İstanbul)
AYDIN MERİÇ
GALAT KULESİ
TAHTA KUKLA
Ben bir hokka ağızlı
Ihlamur ağacıdır değneklerim
Bakmayın dilsiz olduğuma
Her gece
Çürük çarık gülümseyişlerle
Kulaklarınızda çınlar sesim
Çünkü ben cansız çocukların hikayesiyim
Meraklı gözlerdir benim ilk aşkım
Uslu bir çocuk ol derlerdi bana
Ama önce kahkalalarla ıslanmalıdır gökyüzü
İşte bu yüzden
Hüzünlü değil
Komiktir aslında yağmurun öyküsü
Gösteri biter
Dünyanın en üzgün gülücükleriyle hatırlarım sizi
Ne olur şaşırmayın
Hangi tımarhanede yer kalırdı
Eğer herkes benim kadar çok sevseydi
2010
(Aydın Meriç, Galata Kulesi, Şiir, Sone Yayınları, Ocak 2011, İstanbul)
HAKAN SÜRSAL
SES ÇORBA VE TAZE EKMEK
ÇARK İTİRAFI
bilirim
yağmur bekler çorak yüreğin
kıvranırsın toprakyoldaş
sırrına ayna tutuğum dehliz gibisin
sana yansıyamam
duyarım
kundaklarsın ninnileri
benim marşlarım var
kanatlıyorum şehri kıbleden kuytuya
başı açık erguvan secdesinde bir kuş günahınca
biçtiğin diyara yaslanıyorum
fırınımda yüz kanal insan
gözlerim cellat
güvenme bana
görürüm
gecelersin
çatına yıldızlar yapışır
taşlı bir nafakanın çorbası kaynar üç ayak
bebelerin ağlaşır kırsal memelerin çeşme başında
avuçların göğe varır
varır da
duana kök salamam
bayramına uzak düşerim
ağıtım siren -nefesim yara
çığlığına dokunamam
çelik bir davulcuyla yürüyorum toprakyoldaş
ateşin tuzağındayım
meydanım katıksız
boyacılar kin sürüyor yaldızlı nafakaya
bozgundur tohumlar
irkilirsin
ellerinden tutamam
başak sofran açlığa gem vurur
ben kızıl bir şarap içerim
ıssız balıkçıların iç denizinden göçerim
mısralarımla sana
kim bilir
son damlanın izindeyizdir
bir tank geçer içimizden
önce seni çiğner
sancak renklerinden sana kefen biçerim
aklım ermez çift sürmeyi
kitabım ciltli
yolum fabrika
seni doyuramam toprakyoldaş
güvenme bana…
NECDET TEZCAN
AZ BULUTLU KUŞLAR
TEK KALAN HOROZ
Ortanın sol gözü soluk benizli
Çok bilmişliğin amansız tükenişi
Yitik Rumeli’den eğik esen rüzgar
Yokuş rampa altyasızı gülmece
Çok uzaklardaki koltuğun toz pembesinde
Sarı masal güzlenmiş öykü dik/ince yarına
Marketler lüpletince çerçi bakkalı
Kibar soylu yapmalara marketlenen şebboy
Paralı ve kapalı yol kalmayınca sömürüye
Çikita muzuna parsellenen özenti
Örtülü yangınlarda tökezleniş
Güz gizleniş liberal ceplerine
Sevgileri ortasından bölen kılıç
Tek kalan horoza teslim bayrağı
(Necdet Tezcan, Az Bulutlu Kuşlar, Şiir, Sone Yayları, Mayıs 2011, İstanbul)
SONE ŞAİRLERİ...
- Yılmaz Çelik, “Önce Aşk Sonra Hiçbir Şey”, Şiirler, Sone Yayınları, Ağustos 2005, İstanbul
- Erbay Kara, Aşka Kavgaya Ölüme Yüz Adsız Ağız, Sone Yayınları, Mayıs 2006, İstanbul
- Cazim Gürbüz, türk’e baştan başlamak, Şiir, Sone Yayınları, Mayıs 2007, İstanbul
- Nilüfer Altunkaya, Şiir ve Kız, Şiir, Sone Yayınları, Eylül 2007, İstanbul
- Fesih Vural, Askıya Alınan Sözcükler, Sone Yayınları, Şiir, Haziran 2008, İstanbul
- Müşür Kaya Canpolat, Düşünceden İçeri, Şiir, Sone Yayınları, Eylül 2008, İstanbul
- Nihat Kemal Ateş, Uçuruma Düşen Çığlık, Şiir, Sone Yayınları, Ocak 2009, İstanbul
- H. Tuğrul Atasoy, Yeni Yetenlere, Sone Yayınları, Eylül 2009, İstanbul
- İbrahim Demiraslan, Çığlık, Sone Yayınları, Aralık 2009, İstanbul
- Süreyya Güven, Sel Düğümleri, Şiir, Sone Yayınları, 2009, İstanbul
- Kuldağlı, Koşmalar, Sone Yayınları, Ocak 2010, İstanbul
- Ceylan Koryürek, Yanılgılar, Şiir, Sone Yayınları, Şubat 2010, İstanbul
- Hakan Sürsal, Ses Çorba ve Taze Ekmek, Sone Yayınları, Şiir, Mart 2010, İstanbul
- Nalan Çelik, Yalınayak, Şiir, Sone Yayınları, Mayıs 2010, İstanbul
- Coşkun Karabulut, Beni Zamansız Bırak, Toplu Şiirler, Sone Yayınları, Kasım 2010, İstanbul
- Süreyya Güven, Ten Nadası, Sone Yayınları, Ocak 2011, İstanbul
- Aydın Meriç, Galata Kulesi, Şiir, Sone Yayınları, Ocak 2011, İstanbul
- Necdet Tezcan, Az Bulutlu Kuşlar, Şiir, Sone Yayları, Mayıs 2011, İstanbul
- Taylan Koryürek, Rüzgarın Teninde Keman Sesleri, Sone Yayınları, Haziran 2011, İstanbul
- Sabri Galip Nakipler, Çayı Koy Geliyorum, Sone Yayınları, Mart 2014, İstanbul
H. Hüseyin Yalvaç Kitapları
- Sevdadan Yana Yaşamak, Şiirler, Özal Matbası, 1987, İstanbul
- “Amerika Katil Katil”, Politik Şiirler, Sone Yayınları, Mayıs 2004, İstanbul
- Sevda Ki Hüznü Kalır Bana, Sone Yayınları, Ekim 2004, İstanbul
- Aşk Rengi Zarflar, Şiir, Sone Yayınları, Kasım 2006, İstanbul
- Kahrolsun Emperyalizm ve İşbirlikçileri, Şiir, Sone Yayınları, Kasım 2006, İstanbul
- Rüzgar Sesi Aşk, Şiir, Sone Yayınları, Eylül 2007, İstanbul
- Şair Sözü Yalan Değil, Deneme, Sone Yayınları, Ağustos 2008, İstanbul
- İşçi Destanı, Sone Yayınları, Mart 2010, İstanbul
- Şaka, Deneme, Sone Yayınları, Şubat 2011, İstanbul (Hakan Sürsal’la Birlikte)