Gümüşhane
ŞİRAN’DAN İZLENİMLER
AYHAN AYDIN
YEREL GÖZLEMLER, İZLENİMLER, SÖYLEŞİLER
(Burada sadece konuyla bir kısım yazımı sizlere aktarıyorum. Bölgeyi ilgilendiren kimi yazıları ve söyleşileri daha önce yayınlamıştım.
Yörenin son post dedesi İbrahim Günel ile Aşık Hüseyin Şahintaş’la söyleşilerimi, CEM Vakfı Anadolu İnanç Önderleri İkinci Toplantı Kitabında (2003), Yörenin ünlü ozanı Durmuş Günel’le söyleşimi de yine CEM Vakfı Yayınları arasında çıkan Günümüz Alevi Ozanları isimli kitabımda değerlendirmiştim. Ayrıca bir takım haber ve söyleşileri de Ekin İdik Olduk Harman isimli kitabımda değerlendirdim.
Tüm yazıları buraya almak sayfa bakımından olanaksızdı.
Başka dostlarımız, biraz da mahrum edilmiş bu yöreyle ilgili, umarım konuyla ilgili daha detaylı araştırmalar yapılıp, kitaplar yayınlarlar.)
GÜMÜŞHANE
Aslında Gümüşhane Türkler’in, Türkmenler’in Anadolu’da yoğun olarak yerleştikleri ana bölgelerden birisidir. Tarihler boyunca farklı medeniyetlerin boy gösterdiği Gümüşhane Türk Kültür ve İnancının aslını muhafaza ettiği, Sünni İslam inanışına sahip insanlarımızın yoğun olarak yaşadıkları, Karadeniz’le iç bölgeler arasında bir geçiş yolu üzerinde önemli, tarihi bir merkezdir. Buna rağmen iktisadi bakımdan oldukça geri kalan ilimiz Türkiye’nin maalesef en fazla göç veren illerinin başında yer almaktadır.
Sevgili okurlar; bu arada Gümüşhane’de özellikle Şiran’da da bir Alevi varlığından bahsetmek gerekiyor.
Birçok kez ziyaret ettiğim, bu arada bu bölgeden olduğum için yoğun temaslarım olan Şiran’la ilgili başlı başına ayrı bir araştırma yapmak gerekir.
Gümüşhane’de de Alevi varlığının olduğu çok yoğun bir şekilde bilinmemesine rağmen yoğun bir şekilde inancını yaşayan bölge insanı, cemlerini bugüne kadar yürütmüşlerdir.
Hatta bugün Şiran Çal köyünde bir cem kültürevi de yapılmıştır.
ŞİRAN
Alevi Köyleri: Balıkhisar, Tepedam, İnözü, Yedi Bölük (Sifon), Darıbük, Eldiğin, Başköy (Gazveren), Güreş (Hargin), Paşa Pınar (Aşağı Şemük) (Karışık), Babacan (Bir mahallesinde Aleviler var), Dilekyolu, Çambaşı, (Uzun yıllar önce Şinik olarak isimlendirilen Aşağı ve Yukarı Mahalle denilen yerleşim birimleri şimdi bu isimlerle farklı köyler konumundadırlar. Bu köylerin de Kırıntı, Çal, Yeniköy’le, coğrafi bakımdan oldukça uzak olmalarına rağmen derin bağlar vardır.) Susuz, Sinanlı, Çalan.
İrfana Geldim
Ben kendimi verdim ehli imana
İnsanlık katında girdim meydana
Sırlarımı sundum ulu divana
Erenler katında irfana geldim
Azalarım derd elinde sızladı
Bir acı ki beni Hakk’a bağladı
O sevgidir beni derya eyledi
Aşık İrfan oldum irfana geldim
Aşık İrfan UĞUR
(Şiran Balıkhisar Köyü’nden)
Kırıntı
Şiran’ın belki de en büyük köylerinden bu arada, en büyük Alevi köyü olan, ocak köyü Kırıntı; dedelerin yaşadığı, Hasan Derviş gibi bir önemli ziyaret yeri olan, inanç gözesi, önemli bir merkez konumundadır.
Daha önce Kırıntı, Yeniköy, Çal, Kayacık (Kırıntı’dan ayrılanlarca kurulan Giresun’daki köy)... O yöre insanının Rumelihisarüstü’nde bu geleneği yaşatma konusunda uğraş verdiğini, nihayetinde maalesef söyleşiden kısa bir süre sonra vefat eden, ocağın son post dedesi İbrahim Günel’le bir söyleşi yaparak bunu Cem Dergisi okurlarına aktardığım Sarıbal Ocağı’ndan dede çocukları halen Rumelihisarüstü’nde yaşamlarını sürdürseler de bu konuda bir varlık gösterememektedirler.
Yeniköy
Zaman zaman Kelkit Yeniköy’le karıştırılan bu köyde de bir ocak ailesi vardır ki, yaygın kanıya göre bu da Kırıntı Köyü merkezli Sarıbal Evlatları’dan kopup bu köye gelen bir sülalenin devamıdır. (Ama farklı görüşü ileri sürenlere göre ise bu dede soyu Kars kökenlidir.)
Köyün son dedesi 1995’de Hakk’a yürüyen Pehlül Günel Dede olup, çocukları bu konuyla hiç ilgilenmemektedirler.
Pehlül gerçekten de divane yapılı bir dede olup bölgede çok fazla sevilen bir halk adamı kimliğindedir. Pehlül Dede’nin sayısız kerametine çevredeki Sünni köylüler de inanmaktadır. Dede’ye Kırıntı ve Çal başta olmak üzere diğer Alevi köylülerinin itikati ve saygısı çok büyüktür. Bugün Yeniköy Mezarlığı’nda Onun mezarının bulunduğu yere güzel bir türbe yapılmıştır. Zaman zaman farklı yerlerden gelip burada kurbanlar kesilmektedir. Farklı bir köyden gelen bir kişi ilk önce Pehlül Dede’nin mezarını ziyaret edip, daha sonra Yeniköy’deki ziyaretlerini veya işlerini yerine getirirler.
Yeniköy’de “Şıhlılar” denilen ve Günel soy ismini taşıyan soyun da kutlu bir geçmişi olduğuna inanılmaktadır. Buna göre “Deli” lakaplı, ocakzade olması kuvvetle muhtemel ve Yeniköy’e ilk yerleşen kişi olan bu tarihi şahsiyetin bir hastalık, yerel kullanımda “davun”, tifo hastalığından tüm çocuklarını kaybetmesi sonrası köyü terk etmiştir. İşte Deli’nin bir torunundan devam eden soy bugün Deliler, Deligiller olarak anılmakta, onlara belli bir saygı gösterilmektedir.
Ama araştırmalarımız sonucunda bu soydan gelen kişilerin cem yürütmedikleri fakat dedelerin Yeniköy’e gelip cem yürütmelere de öncü olduklarını, bu konuda çok çaba harcadıklarını biliyoruz. (Yeniköy aynı zamanda benim köyümdür, Ayhan Aydın).
Yeniköy’de şimdi beş sülale varlığını sürdürmektedir. Bunların da farklı yerlerden bugünkü Yeniköy’ün bulunduğu alana gelip yerleştikleri ve daha sonra kaynaştıkları bilinmektedir.
Şahitaş soy ismini taşıyanların Şahveligil olduğu bunlarında Şahvelioğullarından geldiği söylenmektedir. Kara soy ismini taşıyanların Karamollaoğulları olduğu bilinmektedir. Yine Günel soy ismini taşıyanların da dede soyundan geldiklerine inanılmaktadır. Selvi soy ismini taşıyanların ise Karadeniz Bölgesi’nden bu köye geldikleri söyleniyor.
Aynı zamanda benim de bağlı olduğum soy olan Badıloğulları Sülalasinin ise, tahmin ettiğime göre Beydilli Aşireti’ne mensup insanlar oldukları ve bu kimliklerini yansıtan bazı özellikleri gösterdikleri anlaşılmaktadır. Bir Türkmen aşireti olan Beydilli Aşireti’nin Türkiye genelinde farklı coğrafyalarda yerleşimleri olduğunu, bir kısım Beydilli Aşiret mensuplarının Türkmen kimliklerini koruyarak Sünni İslam inanç sistemini sürdürdüklerini görüyoruz.
YENİKÖY’de Dedeler
Yeniköy’deki dedeler yaygın söylentiye göre Kırıntı’daki Sarıbal evlatlarının torunlarıdır. Aynı ocağın dedeleridir.
Mehmet GÜNEL (Fındık Dede)
Boyunun kısalığı nedeniyle Fındık lakabı uygun görülen Mehmet Dede yörede sevilen sayılan dedelerden birisidir. Cem erkanları yürütmese de, ağırbaşlılığı, tavır ve davranışlarıyla büyük bir sevgi kazanan dedenin farklı köylerde de talipleri vardı. Özellikle Kars’a kadar gitmesi köylerce aylarca cemlerde bulunması ayrı dikkat çekici bir unsurdur.
Durmuş (Pehlül) GÜNEL Dede
Yeniköy’ü ziyaretlerim boyunca kendisiyle konuşma olanağım olan Pehlül (Behlül) Dede, oldukça az konuşan, devamlı düşünen görünümü ile, ağır hareketleriyle dikkat çekiyordu. Birçok kerametine inanılan dedeyi, Şiran’da Alevi/Sünni yüzlerce insanın tanıdığına ve sevdiğine tanık olduk. Özellikle diğer Alevi köyleri Kırıntı, Çal, Kayacıklılar tarafından derin bir sevgiyle bağlanılan Pehlül Dede’nin ölümünden (1995) kısa süre sonra türbesi yapılmış, geniş bir ziyaretçi kitlesiyle karşılanmıştır.
Pehlül Dede’yle birçok kez konuşup sohbet etmekle beraber 1995 yazında uzun bir sohbetimiz olmuştu. Sohbetimizde inançsal konulara da ilk kez girmiştik. Dikkatimi çeken husus Dede’nin biraz da ilginç bir şekilde, özellikle Pir Sultan Abdal’dan bahsetmesi ve onu çok övmesiydi. Hatta birkaç şiirini okuyup, birçok kez onun önemini belirtti. Ya böyle işte ile biten aralıklı konuşmasında dağlara karşı döndü yine kendi üslubunca dostluk, sevgi, Alevilik konularında konuştu.
Harabati görünüşüyle sürekli seyrü sefer halinde olan Dede’nin yine aynı yıl, Türbeler’de (Kırıntı Köyü’ndeki ziyaret yeri, mezarlık alanında bulunan, aş pişirme yerinde verilen bir yemekten sonra sofra duası okuduğuna da tanık oldum. Kısa bir dua eden Dede, o gün de yine orada bulunanlar tarafından büyük bir sevgiyle karşılanmıştı.
DEDEYE GÖSTERİLEN İLGİ
Birçok kez Kasaba merkezinde de izlediğim Dede’ye insanların sevgi ve saygısını gözlemledim.
Evi devamlı ziyaretçilerle dolup taşan Dede’nin sayısız kerametini anlatan köylüler Ona belli bir sevgi ve saygı göstermekle beraber. Kendi köylüsü olmasından da kaynaklanan gerekçelerle, yaşamın içinde olması ekiminde dikiminde olması dolayısıyla zaman zaman sıradan bir köylüyle, komşusu, akrabasıyla konuşur gibi de konuşurlardı.
Dede’nin bir kıskanç, hayın, patavatsız olduğunu da söyleyen köylüler Onun sözünü dinleyip yolundan gitme gibi bir eğilim de göstermezlerdi.
Bu tabii biraz da Dede’nin yapısından kaynaklanan bir tutumdu. Bir dedede olması gereken kimi hasletlerin de olmaması bu tip bir davranış geliştirilmesine neden olmuş olabilir. Bunlara rağmen dedeye özellikle civar köylerden çok büyük bir ilgi ve sevgi vardı.
Çal, Kırıntı, Dilekyolu, Çambaşı, Kayacık köylüleri Ona büyük saygı gösteriyorlardı. Abartısız yüzlerce ziyaretçi yılın değişik dönemlerinde evini ziyaret ediyor, Onun hayır duasını almaya büyük önem ve özen gösteriyorlardı. Dede evi’nin büyük bir kutsallığı olduğuna inanılıyordu. Nihayetinde vefatından sonra (2000 Temmuz’unda) bizzat kamerayla da tespit ettiğimiz gibi, halen diğer köylerden Dede evi’ni ziyaret edip, en azından eşinin (2001’de vefat etti), sevgi, hayır duasını almak isteyenler yine evi doldurup taşırıyorlar. Dedenin okunduğuna, hastalıklara, dertlere iyi geleceğine inanılan, bir şekerini, bir parça ekmeğini almak önemliydi.
Dede çok hızlı yürüyen, devamlı dolaşan birisiydi. Kilometrelerce uzaklıkta bir dağ başında bulunan yörenin en ünlü ziyaretgahı Burgababa (Karaburga’ya) yayan gidebilen Pehlül Dede’yi yöredeki Sünnilerin de sevmesi ayrı bir dikkat çekici husustur.
Cenazesine binlerce insanın katıldığı Dede’nin yeni yapılan Türbesi ise görülmeye değer.
KERAMETLERİ
Pehlül Dede’nin kerametler gösterdiğine ise hemen herkes inanır. En azından saf olması sebebiyle birkaç olayını keramete yorumlayanların sayısı hayli fazladır. Okuyup yazmış hatta bu konulara pek inanmayanlar tarafından da kabul edilen bir takım özellikleri vardır.
Aynı anda birden fazla yerde görünme, kış aylarında yürümesine rağmen kaybolmaması, yoktan bir şeyler yaratması, olacakları önceden haber vermesi (bir iki kazanın olacağını rüyasında görmüş, birisinin öleceğini söylemiş, bu doğru çıkınca ona inanlar çok artmış, ilk önce inanmayanlar bile inanır olmuş).
Dede insanlara zarar veren, dedi kodu yapan birisi değildi. Kılık kıyafetine pek önem vermeyen dede bir kez de Almanya’ya davet edilmiş, oradaki hemsehrileri tarafından da büyük bir ilgiyle karşılanmıştır.
Çal
Kırıntı ve Yeniköy’le yoğun ilişkileri olan Çal aynı zamanda inanca çok önem veren bir köydür.
Akrabalık ilişkileri dışında, Kırıntı ve Yeniköy’le eskiden iç-içe geçmiş yoğun temasları olan bu köyle ilgili İstanbul’da kurulan dernek de bu ilişkileri yeniden düzenlemek için çaba harcamaktadır. Ayrıca bu köyde bir kültür ve cemevi de yapılmıştır. Bölgenin son post dedesi Kırıntı Köyü’nden İbrahim Günel Dede’nin eşi yine bu köydendi.
Ayrıca köyde ocakzade olan insanlar var, bu konu ayrı bir araştırma konusu; çünkü şu anda tarihle bağlar çok zayıflamış. Yaptığım söyleşilerde burada birkaç ailenin ocakzade olduğuna ilişkin ipuçları edindim.
Buna göre bugün İstanbul’da yaşayan Çal Köylü Hasan Işık dedelerinin Kars’tan gelme ocakzadeler olduğunu söylemektedir. Bunu kimi Çal köylüler de doğruladılar. Kendilerine Hasanefendiler dendiğini söyleyen Hasan Işık dedelerine Çelebilerin icazetname verdiğini söyleyerek, bir örneğini de bana gösterdi.
Tarihçi/yazar Ahmet Hezarfen ise bunu Hacı Bektaş Dergahı’ndan verilen icazet olduğunu onayladı.
Hasan Işık’ın dedeleri Kars’ın Meşeardahan Sazkara Köyü’nden gelmiş. Ahmet Işık’ın dedesinin babası Ahmet Şıh’ın kerametleri varmış. Ahmet Şıh Tokat’a gitmiş. Orada kendisinin ocakzadeliği, kerametleri dolayısıyla köylüler çok büyük bir ilgi göstermişler, kendisine arazi vb. vermişler, orada yaşamını sürdürmüş, O orada kalmış. O köye de Ahmetalan köyü denmiş. Ahmet Şıh’ın türbesi de halan Ahmetalan Köyü’ndeymiş. Çal’da bu sülaleden insanlara bugün de çok büyük sevgi gösteriliyormuş.
Yani Sarıbal evlatlarından önce Çal Köyü’nde de bir ocakzadelik, dedelik kurumunu en azından bir kutlu soy, sülale olduğunu öğrenmiş olduk.
İlk kez burada yayınlanan, Ahmet Hezarfen tarafından çevrilen aşağıdaki icazet belgesinin önemli olduğuna inanıyorum.
YA MUHAMMED YA ALİ HAYR’ÜL-BEŞER
BİSMİLLAHİ-R-RAHMNİ-R-RAHİM
Ba’de-s-selam nümüde-i mahsusa-i Derviş-anemiz oldır ki,
Elhamdülillahi-l-lezi ceale kulubi-l-arifin hazineten bi-zitene-l-ulum tevhid ve t-teka Seyyidina Muhammedün ellizi hüve sahib’ül-tevhid ve-ş-hid ve alini ve sahbihi ellezine zultebşir ve-t-termedid. Amma ba’d bahıs-ı muttala envar-ı ezeli ve zahir-i esrar Muhammed ve Ali Cedd-i a’lamız HÜNKAR-I HACI BEKTAŞİ VELİ kuddise sırrah’ül-Ali ve-l-celi Efendimiz Hazretlerinin siyyanından ŞEYH HASAN DEDE bu def’a emrinize vusulinde hakkında hürmet-i lazimenin icrasiyle pire gelüb ziyaretle müşerref olub uhdesinde bulunan İCAZAT-NAME’nin evlad-ı kebiri bulunduğu cihetle elelusul uhdesine tevciye intikalini taleb birle isaf ile ahkam-ı Şeriat-ı Garra uhdesinde bulunan İCAZET-NAME’nin EVLAD-I KEBİRİ bulunduğu cihetle elelusul uhdesine tevciye intikalini taleb iderek tarikat-ı a’la üzerine eyyam-ı ömr ve ikbal-i saltanat ve şehn-i şahiyi eda ve ifa eylemek şartiyle muma-ileyh HASAN DEDE yedine i’ta olındı. Sizler ki, muma-ileyhin taliban ve muhibbanısınız gerektir ki, hizmet ve riyayetle emrine itaat eyliyesiz ve sen ki muma-ileyhim HASAN DEDE’sin dahi ber-vech-i İCAZET-NAME kiram-ı salihin seyr-i sülukı üzere İCRAY-I AYİN TARİKAT-I ALEYYE’YE müteallik taliban ve mühibbansız gerektir ki, riayetle emrine itaat eyliyesiz. Ve Sen ki Numa-ileyhim HASAN DEDE’sin Sen dahi ber mucib-i İCAZET-NAME kiram-ı salihin seyr-i süluki üzere icray-ı ayin TARİKAT-I ALİYYE’ye itaat ve müsaraat ve hilafından mübaadet eyliyesin.
Fi 12 Cemaziyelevvel 1302 (27 Şubat 1882) yılı, Cuma günü. Hacı Bektaşı Veli Evladı Hüsam.
Evlad-ı Ekber olan Hasan Dede’ye Hacı Bektaşı Veli Dergahı’ndan verilen İCAZETNAME’dir.
Dilekyolu (Yukarı Tersün)
Eski ismi Şinik olan köy aslında Şiran’daki önemli Alevi köylerinden birisi. Bazen de ismi karıştıralan köylerle ilgili durum şu şekilde: Şinik ismi genel anlamda kullanılsa da bu köyün yerleşim bölgesinde iki farklı köy mevcut. Bunlardan Yukarı Köy de denilen ilk yerleşim yerinin ismi şimdi Çambaşı olarak nitelendirilen köydür. Buradan kopanlar zamanla bir başka köy oluşturmuşlardır ki bu da Rum yerleşim birimiyken daha sonra Yukarı Tersün de denilen Dilekyolu’dur. Bir de Sünni İslam yorumunu benimsemiş vatandaşlarımızın oturduğu genelde Tersün ismiyle anılan ve Aşağı Tersün denilen köydür. Burasının yeni ismi ise Gökçeler Köyü’dür.
Nihayetinde 1 Ocak 2007’de Cemal Aydoğan’ın evinde kendileriyle söyleşi yaptığım kendilerine Karaismailler denilen sülaleden olan ve doğumu Çambaşı iken Dilekyolu’na gelin giden 84 yaşındaki Gülperi Çelik ve onun damadı 42 yaşındaki Bayram Yıldız’dan aldığım bilgiler de bunları doğruladı.
Gülperi Çelik ve Bayram Yıldız tüm köylülerin ve yöredeki insanların bildiği şekliyle yörenin bir Rum yerleşim bölgesi olduğunu bildikleri gibi Rumların bu bölgeden ayrılıp giderken aslında haklarını helal etmediklerini, hatta şimdi bile söylendiği şekliyle geride kalanlara “Yazılar yazılar kara yazılar / Kara kış ayında yola düşen kuzular” diyerek bedduada bulunduklarını söylüyorlar.
Hatta bu köylere yakın bir de “Pinco” diye bir Rum köyü daha varmış. Bu köyde bir de kilise varmış, bu köy zamanla yok olup gitmiş.
Ankara’da oturan Kadir Aydın (Aydıner)’den de zamanında dinlediğim gibi genel anlamda “Şinik” ekonomik bakımdan sıkıntılar içinde olan insanların yaşadıkları dar imkanlara sahip bir yer.
Tarım ve hayvancılığa bağımlı olsalar da bunun da yetersizliği nedeniyle yoğun göç veren yörede gerek Dilekyolu’nda, gerekse Çambaşı’nda yaklaşık otuz hane varmış.
Kırıntı, Yeniköy, Çal köylerinin aksine bu köylerde yoğun bir yapılaşma yokmuş.
Gülperi Çelik’le söyleşirken Ankara’dan tanıdığım Şinik köylü hemşehrilerimizi aklıma geldi. Bu arada Kadir Amca’nın annesi Zerif (Zerife) Ana’yı hatırladım. Çok inançlı, birbiri ardına duvazimamları okuyup sıralarken sanki genizden gelen büyülü sesiyle beni saran bu çok sevdiğim teyzeyle çok sohbelerim olmuştu. Nihayetinde Alevi inancına çok bağlı, cem ehli insanlar olduğunu bildiğim Şiniklilerin Kırıntı merkezli Sarıbal Ocağı talipleri olduğunu biliyoruz. Ama bu köylerle ilgili araştırmalarım çok sınırlı olduğu için fazla bir şey de söylemem zor.
Gülperi Çelik sohbetimizde bana şu bilgileri aktardı: kışın Kırıntı’dan dedeler çağrılırsa onlar da gelirler, köyün en müsait evinde misafir olurlar, bu ev genelde herkesi içine alacak ve sevilen birisinin evidir. Daha sonra ise kim isterse dedeyi kendi evine götürür, daha sonra ise yine cemler en büyük evde yapılır. Müsahiplik vardı. Müsahip olurken kesilen kurbandan sadece müsahipliler yerdi. Kadınlar da düvaz öğrenirdi. Büyük Şıh (Hüseyin Şıh) derdi ki bunu öğrenmek çok kolay. Bir öğrenen öğrenmeyene öğretsin. Dağda, bayırda, tarlada devamlı söyleyin, birbirinize yardım edin bu deyişleri, düvazları öğrenin. Bizde her kadın düvaz bilirdi, semahlara girerdik, cemlerler cemaatlar olurdu, kurbanlar kesilirdi. Ne iyi günlerdi o günler. Biz Büyük Şıh’ı çok iyi benimsedik, sevdik, en iyi dede oydu. Sonrada Kırıntı’dan Kamil Dede olsun, İbrahim Dede olsun onları da tanıdık.
Dedem Ahmet Zemci Aydın’ın annesi Seher Ana, Şinik’li olduğu için ona “Şinikli Kız” derlermiş. Yaklaşık yüz yıl yaşayan ve canlı hatıraları hala halk arasında söylenen Şinikli Kız’ın da “Delialigiller”den birisi olduğunu söyleyen Gülperi Çelik, ona köylülerin “Kara Seher” de dediklerini aktarıyor. (Ayhan Aydın)
Biz bunları konuşurken evde bulunan Hatun Aydoğan ise Seher Ana’yla ilgili bir anısını hemen bizimle paylaştı. Ahmet Zemci askere gidince Seher Anasından bir mektup almış. Mektup da Seher Ana oğlu için bir şiir yazdırmış mektuba: “Daldı yüreğim daldı / Yokuş ferimi aldı / Bir kuzucuk büyüttüm / Devlet elimden aldı…” Bu askerler arasında söylenmiş. Bunu da Ahmet Zemci’nin komutanı olan yüzbaşı duymuş ve onu yanına çağırtarak, annesine cevaben bir mektup yazmasını ve şunları söylemesini istemiş: “Dalmasın yüreğin dalmasın / Yokuş ferini almasın / Devletin alması hiç / Allah elinden almasın”.
Şinikli Seher Ana’yla ilgili gerçekten çok şey anlatılır: Rus işgali sırasında boşalan Şinik’ten çocuklarını alıp tek başına dağlar, tepeler aşıp Ünye’ye gitmesi, bir çocuğunu hastalıktan kaybetmesi sonucu tek başına onu yıkayıp bir dağ başında defnetmesi vs. gerçekten ilginç anılar anlatılır. Bunları da sanırım Yusuf Aydın yazıya geçirdi.
Dilekyolu’nda ve çevrede Rumlardan kalan bazı eserler de varmış. İşlemeli taşlar, sütunlar vs. Bir de yörede bir büyük heyelan olmuş, birçok bina, tarihi yapı taşlar, topraklar altında kalmış.
Dilekyolu’da bulunan kilise ise halen ayakta, sapasağlammış. Bir dönem okul olarak kullanılan kilisiyle ilgili bir internet sitesinde şu bilgilere de ulaştım: DİLEK YOLU KİLİSESİ: Şiran İlçesi Dilekyolu Köyü’ndedir. Yapı,12.30 metre ve 8.60 m. boyutlarında sert kesme taşlardan yontularak yapılmış 1956 yılında okul amaçlı kullanıma açılarak ana yapının iç kısmı ek duvarlarla örtüldüğünden mimari özelliği kaybolmuş, sadece papaz yeri diye adlandırılan kısım özelliğini korumaktadır. Ayrıca kiliseye ait olduğu sanılan 2 m boyundaki sütun ve sütun başlıkları bulunmaktadır. Kilisenin kitabesi bulunmamaktadır.
BAYBURT
Vardım ki yurdundan ayak çekilmiş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Canlar kırılmış, meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı
Laleyi, sümbülü, gülü har almış
Zevkü şevk ehlini ahu zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı
Zihni derd elinden her zaman ağlar
Vardım ki bağlar ağlar bağıban ağlar
Sümbüller perişan, güller kan ağlar
Şeyda bülbül terkedeli bu bağı
Bayburtlu Zihni
Değişik kaynaklardan, bu arada Hasan Malkoç’tan (Kelkit/Gülalı Hayık Köyü’nden) ve Eğitimci Kemal Şener’den aldığımız bilgilere göre yöredeki Alevi Köyleri şöyle; Gülali Hayık Köyü (Damlıca), Pekesi, (Yarı Alevi, yarı Sünni), Demirözü (Yarı Alevi, yarı Sünni/ Kaza), Ağgi (Dikmetaş), Maçur Köyü (Demirışık), Yeniköy (Mağara), Kıratlı (Herertu), Lipana, Çepe, Harman Özü.
Şiran Kırıntı Köyü’nden halk ozanı Durmuş Günel’in verdiği bilgiye göre ise yine Bayburt’taki Pulur Köyü eskiden Alevi’ymiş. Hatta burası Akkayonlu Devleti’ni kuran Uzun Hasan’ın dedesi Fahrettin Kutlubey’in külliyelerinin olduğu köymüş. Kırıntı Köyü’nde Gündoğan soy isimlilere Kelkitliler deniyormuş. Bunların bir kısmı Kelkit’in Elbizim Köyü’nden gelseler de bir kısım, Galugiller denilenler, insanlar Pulur’dan gelmeymiş. Ayrıca diğer bir köy; Sünür.
KELKİT
Çeşitli kaynaklardan bu arada eğitimci Kemal Şener’den aldığımız bilgilere göre Kelkit’teki Alevi Köyleri:
Kıratlı Köyü (Dedeleri Erzincan Godağan’dan Mustafa Gürpınar), Harmanözü (Macur), Yaylalar (Lipana)(Zeynel Aktaş Dede varmış Fransa’da yaşıyormuş.)
Yeniköy (Magara), Gülalihayık, Yeşilyurt (Çorak), Sadaklı, Karacaören (Şeyhhasanlı Dedeleri Var), Aydoğdu (Şemük) Kömür, Akdağ, ..?... (Çamurçorağı), Devekorusu, Mezre, Günbatur, Eskiyol (Bandula - karisik ) Komlar.
KÜRTÜN
Güvenç Abdal’ın Anadolu’ya ilk geldiği yer olarak bilinen Kürtün’ün Şeyhler Köyü’nün Alevi olduğu söyleniyor.
Hatta Tarihçi Ahmet Hezarfen’in çevirdiği bir tarihi belgede buradaki Alevilerin varlığından söz ediliyor.
Şiran Kırıntı’daki Gavrazlıgiller denilen sülalenin de Kürtün’den geldiği söyleniyor. (Kaynak kişi, Halk Ozanı Durmuş Günel. Hatta geldikleri köyün ismini taşıdıkları olduğu söyleniyor, Gavrazlılar (?)).
Tarihçi Yazar Ahmet Hezarfen’in T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nden bulup çevirdiği bölgeyle ilgili bir belgenin de sizlere yararlı olacağını düşünerek buraya alıyorum.
Trabzon Gürtun’daki Kızılbaşlar’ın İran İlişkisi Varsa Cezalandırılması
Ahmet Hezarfen
Yazı: 17 Ramazan sene 973 (Mart 1566), Padişah Kanuni dönemi, Sadrazam: Sokullu Mehmet Paşa, İran’da Şah 1. Tahmasb’tır. O yıl Kanuni, 30 Eylül’de Vefat etti. Yerine oğlu 2. Selim tahta (Sarı Selim) geçti.
Kimden: Padişah’tan.
Kime: Trabzon’da Muharrem ve Nu’man Beylere Hüküm.
Konu: Trabzon Sancağı’nın Gürtun ilçesi ahalisinin KIZILBAŞ’lara sevgileri olub İran’la ilişki kurdukları, bunların denetlenmesi, öncü olanların yakalanıp yargılanmaları, gerçekten ilişkileri kanıtlanırsa şer’en cezalandırılmaları.
Belgenin Meali
Trabzon sancağında olan Gürtun kazasının reayası sabi (?) olub KIZILBAŞ EHİBBASI (dostu) olmağla bu def’a sulhdan sonra o dürlü kimse kat’-i alaka idüb ol canibe (İran) gidüb ve anlerden gayri ba’zı kimesne yukarı Canibe (İran’a) muttasıl huzur-ı cem’ idüb varıb gelüb haklarından gelinmezse cümlesi göçüb gitmeleri mukarrerdir deyu bildirmişsin imdi melain-i hasirinin (mel’unların zararı) haklarından gelinmek ehemm-i mühimmattandır (çok önemlidir) BUYURDIM Kİ, hükm-i şeri-fim vardıkda bu babda temam basiret üzere olub bu hususı ki mesneye ifşa itmeyüb “KIZILBAŞ TEFTİŞ OLUNIRMIŞ” deyu şayi olmayub ihtiyat idüb anin gibi Yukaru Canible (İran’la) alaka iden kimesneleri birer bahane ile hafiyyeten (gizlice) ele getürüb ahvalleri şer’le teftişidüb rafz ve ilhadı sabit ve zahir olursa habs idüb yarar adamlarla südde-i saadetime gönderesin yazıb bildiresin.
Belge: BOA- Mühimme Defteri Tasnifi, cilt: 5/2, s. 513 / 1401.
Şiran’da Yaşam ve Alevilik
(Ayhan Aydın’ın Aşık Durmuş Günel’le yaptığı söyleşiden elde ettiği bilgiler.)
Kırıntı, Yeniköy, Çal, Şinik, Kayacık birbirine yakın Alevi köyleri. Birbirleriyle en sıkı ilişkileri olan, evliliklerin en sık yaşandığı ve dolayısıyla neredeyse doğal akrabalık bağlarının olduğu köyler. Buralarda çok köklü gelenek ve göreneklerin olduğunu biliyoruz. Örf ve adetlerini daha düne kadar sürdüren hatta sürdürmeye devam eden köyler.
Buralardaki geleneklerden bahsedelim biraz da; evlilikten, bayramlardan, Hıdırellezden... bahsedelim?
Bizim yörede biliyorsun “kırmızı güneşler beni kör etsin ki” diye bir tabir vardır. Herkes de bunu kullanır. Bunlar eski zamandan kalma inançlar. Ben tasvip etmesem de buna benzer sözler ve inanışlar çok.
Bayramlarda kesinlikle herkes birbiriyle bayramlaşır tüm küsülüler (küskünler) barışırdı, köylerde. İnsanlar toplanır, toplu yemek yenirdi. Kuran okunurdu. Sabah bayram namazı kılınırdı. Sevgi ve saygı sonsuzdu.
Mayısın yedisinde “mayıs derisi” diye adlandırılan bir şey yapılırdı. Buluğ çağına gelmiş tüm genç kızlar ve erkekler en güzel elbiselerini giyer, takılarını takar, silahlarını kuşanıp eğlence yaparlardı. Bugünde gençler birbirleriyle buluşup konuşurlardı.
Yılbaşı
Yılbaşı günleri, bizim yörede yılbaşı normal takvim yılbaşısı değildir. Hz. Muhammed’in doğduğu gecedir, yılbaşı. Yılbaşından yani Aralığın son gününden 13 gün sonraki gecedir, bizim yörenin gecesi Yılbaşı.
Bir gün oruç tutulurdu. Kadınlar fırınları yakarlardı. Yağlı ekmek yaparlar. Bu ekmekten kuşlara atarlar, kuşlar hangi dama konmuş veya bu ekmek parçasını götürmüşse o evin kızını oğluna alacaklarına inanırlardı. O gün hiç kimse, hiç kimsenin evine gitmezdi. Ancak belli bir kişiyi getirirler; ona evi açtırırlar, ikramda bulunurlar. O kişinin özel bir kişiliği yoktu. O kişinin bu sene ayağı bize uğurlu gelecek diye, köyden birisini çağırırlardı. Eğer işleri ters giderse bu durumu o gelenden bilirlerdi. Bir dahaki sene o adamı çağırmazlar, bir başkasını çağırırlardı. Yılbaşı gecesi sandık da açılmazdı. Bizim çocuğumuz olmuştu. Çocuğun ağzında anahtar şeklinde üst damağında bir şey vardı. Sandığın anahtarını getirip o anahtar şeklindeki yere koydular. Dediler ki sen yılbaşı gecesi sandık açmışsın, kötü etmişsin, bir daha açma dedi, komşular.
Hıdırellez
Hıdırellez günü, gençler toplanırlardı. Hızır ve İlyas’ın buluştukları gün olarak kutlanır bizim yörede. O gün hiç kimse bir iş görmezdi. Bir gün önceden hazırlanırdı yiyecekler. Akşama kadar gençler oyunlar oynardılar. İnsanlar sohbet eder, iş yapmazdı. Güneş aşarken bir arpa ekilirdi bahçeye, bostana. Buna “eğrice” denirdi. Bir olay hatırlıyorum. Mesala bir inek doğurduğunda yavrusu çırpınarak öldü. Bu ölümü de ev sahibinin Hıdırellezde yufka açmasına bağladı komşular. Bir daha böyle yapmayın, dediler. Yeşil bir şey koparmak, ot koparmak kesinlikle günah ve yasaktı. O gün bir ağaç kesersen bir adam öldüreceğine delalet olurdu.
Hızır İlyas günü otu katlar, üzerine taş koyardık ki, bizim koyunun kulağı farklı doğsun, diye.
Sayı Sayma
Gucik Ayı’nda sayı sayma oyunu oynardılar (Şubat ayı). O gece farklı kılıklara giren özellikle gençler bu oyunu sergilerdi. Erkek kadın kılığına girerdi. Gençler takma sakal takarlardı. O gece tüm evler ziyaret edilirdi. “Bir tekme vurdum çatmaya / Çatma yere batmaya / Yağ vermeyen garılar kocasıynan yatmaya” vb. deyip oradan yağ, bir başkasından un, bulgur toplarlardı. Rol icabı kadın kılığına giren yere düşer bayılmış numarası yapardı. Normalde köse sakalını takan kişi ise “Ben sakalı bu gelinin kıçında ağarttım, niçin sen bu gelini aldın” diye vurmaya başlardı. Ev sahibi de bahşiş vermek mecburiyetinde kalırdı. Kızlar evden başörtüsü vb. şeyler alırlardı.
Şiran yöresinde kızlarla erkeklerin ilişkileri, tanışmaları, evlenmeleri nasıl oldurdu?
Burada iki farklı durum var. Tamamen aşkla, sevgiyle evlilikler olduğu gibi, ekonomik durumlar da evlilikte rol oynardı. Tarlası, parası fazla olanların durumu daha iyiydi. Görücü gitme, kız istemeye bazen 30-40 kişi giderdi. En az dört gün davul zurna çalınırdı.
Düğünlere 7 pare köy çağrılırmış, doğru mu ?
Bunda da mali durum rol oynardı. Diğer köylere “konak” denirdi. Herkes ekonomik durumuna göre mutlaka diğer köylerden insanları da çağırırdı. Çok bol mermi atılırdı.
Cenaze merasimleriniz nasıl olur?
Günümüzde aynı merasimler devam ediyor. Yalnız eskiden talkın verme olayı vardı. Mefta mezara konduktan sonra, namazı kıldıran kişi “... filan oğlu veya kızı filan.... seni burda meleklerle baş başa koydum.... Rabbin kim? Peygamber’in kim şu... ” o talkın kaldırdılar şimdi.
Şiran’daki diğer Sünni köylülerle evlilik olayı oldu mu?
Oldu ama bu “düğürcü” (kız istemeye giden insan A. Aydın) göndererek olmadı. Sünni Ciroşun Köyü’nden bir kız gelin geldi Kırıntı’ya. O hala duruyor. Yine Giresun’dan bir Sünni kız alındı.
Eskiden kesinlikle Alevi Sünni evliliğine çok soğuk bakılırdı, gerek Alevi köylerinde gerekse Sünni köylerinde.
Şu anda devir değişti. Alevi Sünni evliliği yaygınlaşıyor.
Cemlerden bahsedelim biraz da. Büyük kalabalıklar içinde düvazimamlar, nefesler okunur. Cemlerde alaca kilimin üstünde hesap sorulur. Siz bunların içinde bulundunuz.
Bu yol Muhammed Ali yoludur, bu yola eline, beline, diline hâkim olanlar gelebilir. Bu yola haram yiyeni koymazlar. Diyelim gurbete gitti birisi. İlk önce sorgudan geçirirlerdi. “Harama uçkur çözmediğine yemin et” derler ve ancak yemin ederse ikrar verirse ceme girebilirdi. Küsülü insanlar barışır cemde eğer barışmazlarsa ceme alınmazlar. Suç işleyenlere cezalar verilir. Mesala malı davarı yani hayvanları köyün hayvanlarından ayrılır. Köylü suçlu kişiyle konuşmaz, onu horlardı. Bizim köyde düşkün olan birisini Hacı Bektaş’taki efendiler de düşkünlüğünü kaldıramaz. Düşkünlüğü eninde sonunda yine dede ve halk kaldırabilir.
Yörede at, eşek ve diğer hayvanlarla ulaşım fazla yapılmazmış. Daha çok yaya olarak Gümüşhane’ye, Trabzon’a vb. gidilirmiş?
Doğru. Yayan gidilirdi çoğu yere. Başta da söylemiştim. Sırtında 60 kilo yükle kadınlı, çocuklu insanlar 8/9 günde Giresun’a, Fatsa’ya, Trabzon’a giderlerdi. Çok ilginç bir şey söylüyeyim. Bizim köyde Kösegil diye bir kabile vardır. O kabile sırf sayı sayma oyunu için Giresun’dan 9 günlük yolu yürüyüp köye gelir daha sonra tekrar geri gidermiş.
Şiran’ın en yüksek tepesi Abdal Dede Tepesi. Kimdir Abdal Dede, herhangi bir bilginiz var mı?
Abdal Dede, bir derviş olarak dolaşıp yaşarken, o tepenin eteğinde ölmüş. Buranın diğer ismi Kırklar Tepesi’dir. Kırk dervişmiş bunlar. Abdal Dede ölünce oraya gömmüşler diğer dervişleri. O ermiş birisiymiş.
Burga Baba, (Karaburga) var. Yörenin en ünlü, önemli yatırı, ziyaretgâahı?
Bunlar da söylenceye göre 7 kişiymiş. Bunların asker olduğu söyleniyor. Hatta Ruslar Çilhoroz Dağı’na kadar geldiği zaman, onlara karşı top attığını söylüyorlar. Çok büyük bir ses duymuş insanlar. Buna inanılıyordu.
Efsanevi olarak, Kırıntı ve Yeniköy’ün ilk kurucuları anlatılırken onlara eren motifi yükleniyor halk tarafından. Karlı boranlı günlerde ellerinde çiçeklerle dağdan gelen, geyiklerle gezen dolaşan insanlar olarak anlatılıyor bu insanlar?
Doğru. Söyleniyor. Yeniköy’lü Pehlül Dede’nin babası Mehmet Şıh ile benim dedem aynı zamanda tanınan dedelerden Süleyman Şıh Dede, “nezir” topladıktan sonra Hacı Bektaş Dergâhı’na gitmek üzere yola çıkmışlar. Giderken yolda bunların önünü kesenler paralarını ellerinden almışlar. Mahzun olarak Hacı Bektaş’a bunlar gidiyorlar. Cemalettin Efendi’nin yanına çıkmışlar, bir köşede büzüşüp oturmuşlar. Cemalettin Efendi de niçin böyle oturduklarını sormuş, sonra elini minderin altına atıp keseyi çıkarmış bu mu sizin üzüldüğünüz sey? Demiş, keseyi göstererek. Çalınan kesenin o olduğu anlaşılıyor. (Bu söylencenin değişik bir versiyonunu dedem Ahmet Zemci Aydın ve başka Yeniköylülerden de dinledim. Mehmet Dede kendisini soymak için üzerine hücum edenlere parayı vermemek için altın dolu keseyi oradaki nehire atıyor. Daha sonra ise Cemalettin Efendi de su damlayan keseyi Mehmet Dede’ye gösteriyor. A. Aydın)
Dedem Süleyman Şıh Dede, dağlarda elik keçileriyle (yaban, dağ keçileriyle) dolaşırmış. Onları bir ıslığıyla yanına toplarmış. Tabii bunlar söylentiler. Süleyman Şıh geceleri karda kıyamette dağlara çıkarmış. Birgün karısı onu takip etmek istemiş. Dede de onu görünce gözlerin kör olsun, demiş. Gerçekten de o gece gözleri kör olmuş.
Hasan Derviş var onun yattığı mekân aynı zamanda, çevrenin en önemli ziyaretgâhlarından. Kırıntı Köyü’nün ilk kurucularından. Ama yaşamı hakkında fazla bilgimiz yok. Onun hakkında siz neler biliyorsunuz?
Hasan Derviş, Soğuk Paar’ın (Pınar’da) yaşıyormuş. Horasan’dan gelmişler iki kardeş olarak. Diğer kardeşi Tebriz’e gitmiş. Çok ayrıntılı bilgimiz yok.
Özellikle eskiden köylüler dağlardan yabani bitki, yemiş, meyve ve otlar getirip yerler veya yemeklere koyarlarmış. Bunlar nelerdi?
Bunlar gerçekten kimyadır. (Yörede çok kıymetli şeylere özellikle doğal kıymeti olan şeylere kimya denir. A. Aydın) Kuşburnu yöremizde çok fazla. Şimdi tüm dünyada yararı söyleniyor, kuşburnunun. Gümüşhane’de Kuşburnu Festivali başladı biliyorsunuz. “Düdük” bir bitki, yemeği yapılıyor. Kara Gavuk otu var, hayvanlar yediği zaman sütünden sağlanan yağları tuluklardan taşar. Isırgan otu ve yemeği; tabii mantarlar (çarşır, tuluk, kızıl mantar türleri. Ben geçen sene 40 cm. çapında mantar buldum köyde, çarşır mantarı çok lezzetlidir.
“Mendek” bitkisinin tadı onu yemiş olarak yedirirdi.
(Civar yörelerde kayalıkların dibinde bahar aylarında büyüyen mendek, Erzincan’da yemek olarak yapılır. Mendeğin tel tel yapraklarına yumurta kırılarak hafif bir yemek yapılır. A. Aydın) Çiğdemi yemiş olarak yerdik. Evelik var yemeği yapılır. Pazıya benzer Alabada vardır. Miliş bitkisi vardır. Yazın kurutulur, kışın yenilir. Kökü havuca benzer iki yapraklı bir bitki. Garga Suvanı (Karga Soğanı) yine yazın toplanıp kışın yenilirdi. Dağ Anuğu var, madımak, yemlik, gelin parmağı, pirpirim, evelik sayısız bitki vardır bizim yörede.
Kırıntı ve Yeniköy arası ormanlık olduğu için kurt, tilki, tavşan, karga, ayı, kartal gibi hayvanlar bol miktarda var yörede?
Bunların sayısı özellikle son zamanlarda arttı. Çünkü eskiden insan çoktu, insanlar azalınca bunların sayısı daha da arttı.
Könger Tepesi var. Yeniköylü Niyazi Dayı’dan (1998’de vefat etti. Tahminen 75 yaşındaydı) dinlemiştim. Könger Dede ve bazen Könger Baba diyordu o tepeye ve bir yatırın varlığından bahsediyordu. Könger’in eteğinde bir yatır varmış. Gidip görmüş. Civarında bir de köy varmış bu tepenin. Siz oraya gittiniz mi?
Ben oraya gitmedim. Ama “Kızlar Sinisi” denilen tepeye gittim. 500 metre karelik bir alan var. Dümdüzdür üstü. Orada 40 kızın hep beraber intihar ettiğini söylüyorlar. Civar tüm köyler bu anlatıyı bilirler. Ben merak ettiğim için bir buçuk gün yürüyerek orayı gördüm. Yağmur yağdı ıslandım. Kandil Köyü var yakınlarda oraya gittim. Birisi beni misafir etti. Aç olduğum için bir sofra kurdular. Sofrada bir ekmek. Zaman geçince anladım ki, kömbe. Ekmeği oymuşlar içine yağ yoğurt, sarmısak karışımı şeyi koymuşlar. Çok lezzetliydi. Bu babukoydu. Köylüler de aynen anlatılan hikâyeyi tekrarladılar, 40 kız birlikte intihar etmişler, kendilerini tepeden aşağı atmışlar.
Yörede uğurlu veya uğursuzluk olarak bilinen şeyler nelerdir?
Baykuşun ötüşü uğursuzluk, saksağanın ötüşü mutlak uğurluluk sayılırdı. Karganın ötmesi kavgaya işaret olarak yorumlanır. Tilki uğurlu hayvan olarak bilinir. Diyelim ki bir sorunum, bir davam var, önüme tilki çıkarsa o sorunun çözüleceğine inanınılır. Para kazanılacağına inanılır. Diyelim Şıhlılar kabilesinden birisini gören diğer kabileden olan insanlar uğursuzluk sayarlar bunu. Şıhlılar uğursuz sayılırlar. Yolda görse bazısı geri evine döner. Dönmeyip de tarlasına işine gider de bir uğursuz işle karşılaşırsa mutlak o adamdan bilir bu uğursuzluğu. Fakat çok ilginçtir, birisi Şıhlılardan birisini rüyasında görürse bunu çok uğurlu sayar, hemen gelip gördüğü kişinin elini ayağını öperdi.
Yeniköy’deki Şıhlılar Günellilerle Kırıntı’daki Günelliler aynı soydan mı geliyor?
Evet aynı soydan gelme. Yeniköy’deki Asım Günel’in babasının dedesiyle benim babamın dedesi amca çocukları. Yeniköy’ün Deligilleriyle Kırıntı’daki Şıhlılar akraba.
Kendi soyunuz hakkında bilgi verebilir misiniz?
Babamın adı Kesik ama Kesüg derlerdi. Dedemin adı Süleyman Şıh Dede, Onun babasının adı İsmail Günel, İsmail Günel’in babasının adı da Mehmet Şıh. Benim amcam İbrahim Şıh şu anda dedeliği yörede sürdüren Sarıbal Ocağı’nın temsilcisi. Ben de cem yürütüyorum.
Yeniköylü Pehlül Dede’nin babası Mehmet Şıh’la; benim Dedem Süleyman Şıh amca çocukları.
Hasan Derviş biliyorsunuz yörenin en fazla ziyaret edilen yatırıyla da ünlü bir eren.
Askere gidenlere özel bir tören yaparlar mıydı, köyünüzde?
Herkesin katıldığı bir eğlence yaparlardı. Yemekler pişirilir, gençler oyunlar oynardı. Askere giden kişi mutlaka tüm yaşlıları ziyaret eder, ellerini öperdi. Askere gidene mutlaka herkes bütcesine göre bir harçlık verirdi. Mutlak davul zurna çalınır, silah atılırdı.
Şiran Alevi köylülerinin önemli günlerinden birisi de Burga Baba’ya çıkış. Yaklaşık 3000 metrelik aynı adlı tepenin eteğinde yatan Karaburga’yı (Burga Baba)’yı ziyaret kutsal sayılır. Belli bir dönemde Burga Baba Anma Etkinlikleri yapılır, binlerce insan katılıyor peki ne zaman bu anma etkinlikleri yapılır?
Yayladan inmeden bir gün önce Burga Baba Anma Etkinlikleri yapılır. (Şiran’da Kırıntı, Yeniköy, Çal köylülerinin yaylaya çıkış ve iniş tarihleri hemen hemen aynıdır. Uzak olmasına rağmen Şinik’ten, Kayacık’tan ve diğer köylerden de bu anma etkinliklerine yoğun katılım olur. 1998’deki anma etkinliklerine yüzlerce insan katıldı. Ayhan Aydın). Mümkün olduğunca yeni elbiseler giyilir. Silahlar kuşanır. Kurbanlar kesilir. Hemen herkes kurban keserdi. Ben 200 / 300 kurban kesildiğini hatırlıyorum.
Çelebiler’in (Ulusoylar’ın) Şiran’ın Alevi köylerine geldiğini, kaldıklarını biliyoruz. “Efendilerimiz” deniyordu, onlara. Hacı Bektaş Dergâhı’ndan kimler geldi; Kırıntı, Yeniköy ve Çal’a?
1951’de Rıza Ulusoy Efendi geldi. Bütün millet başına toplandı. Herkesin büyük sevgisi vardı efendilere. Fakat zamanla ilgi azaldı. Yusuf Ulusoy geldi, daha sonra.
Diğer ocaklara mensup dedelerin de bölgede cem yürüttüklerini duyduk...
Güvenç Abdal Ocağı’na bağlı dedeler gelirdi, bizim yöreye. Ordu’dan gelirdiler. Bizim köydeki bir kısım insan onların talibiydi. Fakat 1951’de Rıza Efendi bunu kaldırdı. Onları da Sarıbal’a, İbrahim Günel Dede’ye bağladı.
Sarıbal Ocağı hakkında neler söylüyeceksiniz?
Sarı Saltık’tan kopmadır, Sarı Bal Ocağı. İbrahim Şıh ve Biz Sarı Bal Evladıyız. Hacı Bektaş’ta 12 Post’tan birisidir Sarı Saltuk. Sarı Bal, Sarı Saltuk’un torunudur. Günelliler, yani Şıhlılar Sarı Saltuk’tan gelmedir. Erzurum’da bir beylikti Sarı Saltuklular. Sarı Saltuk, Hacı Bektaşi Veli’ye mürit oluyor, tacını tahtını bırakıyor. 12 Post var, onlardan birisidir. Bende Sarı Saltuk’un Hacı Bektaşi Veli’ye bağlanıp, mürit olmasının belgesi var. Sarı Bal’ın Sarı Saltuk’un oğlu olduğuysa bir rivayet. Bu kesin değil.
Söyleşi: 1 Mart 1996
Yeniden Düzenleme: 23-2-1999 (Ozanla birçok kez söyleşiler yapılmış, ses ve görüntü kasetlerine alınmıştır.)
AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma Gezi Notları), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008 (SAYFA: 427-441)