DOĞU ANADOLU’DA ALEVİ İNANÇ ÖNDERLERİ ARASINDA (2002, BİRİNCİ)

 

DOĞU ANADOLU’DA

ALEVİ İNANÇ ÖNDERLERİ

ARASINDA (2002, BİRİNCİ)

 

AYHAN AYDIN

 

Can dostlar!

Geçtiğimiz ay içerisinde Erzincan Ulalar Beldesi’nde ışık doğudan yükselir, dendiği gibi bir aydınlık kaynağımızın açılışının onurunu binlerce insanla birlikte paylaştık. Erzincan Ulalar Yunus Emre Cem ve Kültürevi’nin açılışını Prof. Dr. İzzettin Doğan’la birlikte, Erzincan Valisi, Belediye Başkanı, İl Müftüsü ve Askeri Erkan da onurlandırdılar.

Tunceli Pülümür, Doğanpınar’a bağlı Büklü Mezrası’nda bir başka ışık kaynağını yıllar önce yaşama geçiren Büklü Dedelerin öncülüğündeki halk, Kazım Büklü’nün başkanlığında bu sene de düzenledikleri anma etkinliğiyle tüm yöre insanının bir kez daha kucaklaşmasına olanak sağladılar.

Geçtiğimiz ay Tunceli, Erzincan, Ordu, Erzurum, Muş, Bingöl, Elazığ ve Malatya’yı kapsayan toplam 25 günlük araştırma gezisinden çok etkilendiğimi sizlere iletmek istiyorum. Öyle ki bu toprakları gezerken hem Türk insanının yaşadığı kimi dramları, yaşam koşullarını, hem de canlı, diri bir şekilde yaşayan Alevi Bektaşi inanç ve kültür varlığını tüm çıplaklığıyla gözlemledim, yaşadım. Bunu önümüzdeki sayılarda da sizlere detaylı bir şekilde aktarmayı bir görev biliyorum.

Bir talan yerindeydim, günler geceler boyunca. Yüreğimin yangın yerindeydim, uçsuz bucaksız yalnızlıklar içinde dostluklar, kederler diyarındaydım. Ağacı, dalı, yaprağı azalmış; dertlerle elleri büyümüş ürkek insanlar içindeydim. Bizler aynı aileden kopmuşuz da başka başka diyarların, dağların, vadilerin içinde mi eğlenmişiz ne?

Ruhi Su’nun dediği gibi;

 

“Hangi taşı kaldırsam

Anamla babam

Hangi dala uzansam

Hısımla akrabam

Ne güzel bir dünya bu

İyi ki geldim

Süt dolu torbayla

Şöylece çıkageldim

Kime elimi verdimse

Döndürüp yüzümü baktımsa

Kısmet kapıyı çaldı

Kör pınara su geldi

Ben şakıyıp durdukça öyle

Gülün kokusu geldi

Bebesi olmayana

Bunalıp da kalmışa

Acılarla yüklü

Dargın yüreklere

Yetiştim geldim

İyi ki geldim”

 

(Ezgili Yürek, Adam Yayınları, 1987)

 

Yeryüzünün en yaman coğrafyalarından birinde boynu bükülmüş, küstürülmüş, ezilmiş, işkence çekmiş insanlar gördüm, gözlerimin yaşı içime aktı, insanlar sorunlarını, çektiklerini anlattıkça. Kör ve nankör karanlıklar içinde yaralarım kanadı. Öküzüyle yan yana yatan elleri kınalı analar, sararmış gözleriyle bir boşluğa bakıp derin derin düşünen, umut değil umutsuzluk tüketen elleri kocaman çocuklar... Talan edilmiş bir yurt, memleket gördüm. Siyasilerin pis kokan ağızlarından çıkan yalanlara rağmen elektriği, suyu, yolu, telefonu olmayan köyler gördüm, beldeler gördüm, ilçeler gördüm. Kandırılmış, yıpratılmış, sömürülmüş, bedenler gördüm. Dağ kovuklarında dağ keçilerinin, geyiklerin, vaşakların eğleştiği, bin bir kokulu çiçeklerin, otların büyüdüğü bu ulu diyarlarda insanımızın dostluğunu, inancını, sevgisini, misafirperverliğini, yardımlaşmasını, kaynaşmasını, sabrını, umudunu da gördüm elbet. Gelecek sayılarda bu izlenimlerle beraber tüm engellere rağmen inancının zirvelerinde kültürünü yaşatan insanımızı, dedeleri, bilge insanları ve onların fikirlerini sizlere aktarmaya çalışacağım.

 

(Ayhan Aydın, Cem Dergisi, Ağustos 2002, Editör Bölümünden)

 

BİRLİK KURALIM

 

Bir birlik kuralım sevgiden yana

Ayın etrafında bir hale gibi

El ele gönül gönüle can cana

Zulmün etrafında bir kale gibi

 

Aşılmaz güçleri birlik aşalım

Birlik eğlenelim birlik koşalım

Sevgi halkasıyla kucaklaşalım

Karanlık içinde bir şule gibi

 

Tüm benlikler kalksın tarafsız olsun

Ne vurguncu olsun ne hırsız olsun

Bir sevgi bağımız sınırsız olsun

Burcu göğe varan bir kule gibi

 

Ne bir içilendir nede yenilen

Sevgiyle haklaşır kendini bilen

Bir kutsal duygudur sevgi denilen

EKBERİ onunla bir köle gibi

 

Ali Ekber Gülbaş

ERZİNCAN

 

Sünni İsem Aleviysem Ne Çıkar

 

Göremiyor isem gerçek varlığı

Sünni isem Aleviysem ne çıkar

Sanat edindiysem sahtekarlığı

Sünni isem Aleviysem ne çıkar

 

İnsanlar giderken hep ileriye

Bizler inadına kaldık geriye

Gelmedikçe cehaletten beriye

Sünni isem Aleviysem ne çıkar

 

Gayet inatçıysam gayet zorbalı

Gündüz tespihliysem gece kavgalı

Olmadıkça cemiyete faydalı

Sünni isem Aleviysem ne çıkar

 

Kemaletim hidayetim olmazsa

Marifet suyundan kabım dolmazsa

Benden insanlığa eser kalmazsa

Sünni isem Aleviysem ne çıkar

 

Daimi’yim nefse galip olmazsam

İlme fazilete talip olmazsam

Ele dile bele sahip olmazsam

Sünni isem Aleviysem ne çıkar

 

Aşık Daimi

 

Can dostlar, Doğu Anadolu’daki gezimizi çok anlamlı bir açılışla bütünleştirerek gerçekleştirmiş olmanın bir başka anlamı var, gerçekten de. Hele hele bu açılışla birlikte bir de Anma Etkinliği’ne katılacak olmamız bu geziyi daha da renklendirdi.

İstanbul’dan Ali Rıza Uğurlu’yla birlikte onun eşi, kızı ve Cem Radyo Yayın Yönetmeni Sibel Uçkaç’la koyulduk sabahın erken saatlerinde yola. İstanbul öyle bir sessiz uykudaydı ki sanki sadece insanlar değil de, ağaçlar, hiçbir mevsim yeşilliğini yitirmeyen otlar bile uyuyordu.

İlerleyen saatlerle birlikte Anadolu’nun eşsiz tabiatı içinde ilerleyerek vardık, Erzincan’a. Türkiye’de dedelik kurumunun yüz akı bilge insan Ahmet Uğurlu Dede’nin evine doğru yani Erzincan merkez Beşsaray Köyü’ne, Ulular’dan geçerek nice tarlalar, ağaçlıklar aşarak gittik. Bizi kapıda karşılayan dedemizle hasret giderdik. Ali Rıza Uğurlu’nun da abisi olan Ahmet Uğurlu gerçek bir değer. Dedeyle sohbetimiz hayli uzun sürdü.

Erzincan Ulalar Yunus Emre Cem ve Kültürevi’nin açılışı için Ali Rıza Uğurlu, CEM Vakfı Yönetim Kurulu Üyeleri Kazım Büklü ve Ercan Güvenç yoğun çaba gösterdiler. Bu arada ben de zaman zaman araştırma gezisiyle ilgili aktivitelerin dışında açılışla ilgili çalışmaları da gözlemledim.

Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, Erzincan çok mu çok güzel bir il. Yeşile batmış bir ova ve dağlarında kekliklerin ötüştüğü bir barış ve dostluk şehri. Alevilerin çok yoğun bir şekilde yaşamlarını sürdürdükleri bu şehirde bugüne kadar Aleviler’le Sünniler arasında bir sorun yaşanmamış. Ama Aleviler Dersim Olayları nedeniyle çok çile çekmişler, sürgüne gidenlerin acı anılarını uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen bu gezim boyunca yaşadım, hissettim, gördüm. Burası büyük erenler, veliler yatağı olan Dersim’in doğal uzantılarından birisi. Evet Tunceli, Erzincan, Erzurum, Muş, Bingöl, Elazığ, Malatya, Alevi varlığının en yoğun görüldüğü Doğu Anadolu’daki illerimiz. Suyu bol, toprakları verimli Erzincan’ın insanı bir o kadar cana yakın, bir o kadar kadirşinas, bir o kadar da birlikten beraberlikten, kardeşlikten yana türküler söyleyen coşkun bir halk.

 

8 Temmuz 2002

Bugün Cem Vakfı Erzincan Ulalar Şubesi’ndeki can dostların da yardımıyla kent merkezindeki kimi dedelere ulaşmaya çalışıyorum.

Oğlu Hasan Doğan’ın Almanya’da olduğunu söyleyen Ali Ekber Doğan Dede, köklerinin Kelkit Akdağ olduğunu, ellerindeki secerelerin ise Ermeni Olayları sırasında kaybolduğunu belirtiyor. Ağuçan Evlatlarından olduğunu söyleyen Ali Karip ile aynı zamanda Merkez Ekinci köyünün muhtarı olduğunu öğrendiğimiz Ağuçan Ocağı’na mensup Selahattin Aydın dedeler konuşmaya pek istekli görünmüyorlar. Bu gül yüzlü dedelerin görüşmeye pek yanaşmak istemeyişlerinin anlamlı nedenleri varmış, öğrendiğimize göre. Gerçekte dedeler Erzincan’da fazlaca çile çeken insanlarımızın başında yer alıyorlarmış. Zamanında çok baskı görmüşler, bu nedenle bu konularda pek konuşmak istemiyorlarmış. Bir başka anlatıya göre ise özellikle kent merkezinde yaşayan dedeler Alevilik’le ilgili konularla fazla ilgilenmedikleri için, bu tip görüşmelere, toplantılara, açılışlara fazla yaklaşmıyorlarmış.

 

Mehmet Ali Önoğlu Dede, (Şıh Delil Berhican Ocağı)

Beni büyük bir sevecenlik ve ilgiyle karşılayan dedenin köklü bir aileden geldiğini anlıyorum. Bana dedelerle görüşmelerim konusunda yardımcı olan Kemal Büyükbaş’la ziyaret ettiğimiz dedeyle evinin bahçesinde sohbet ediyorum. 1929 Kelkit Kozoğlu doğumlu olan dede Kelkit’teki Alevi köylerini bize sıralıyor: Devekorusu, Mezre, Çorak (Güllüce), Melikler, C (Ç)ibolar (Kuşluk), Günbatur (Alevi/Sünni karışık), Bandula (karışık), Karacaveren (karışık), Oğuz, Obalar, Gülalihayık, Gelengeç, Torbalı, Kefler.

1989 yılında, 85 yaşında vefat eden babası Durbaba Dede’den çok şey öğrendiğini söyleyen Önoğlu, geçmişte dedeliğin çok kutsal, çok önem verilen bir müesese olmasına rağmen günümüzde ceme, dedeliğe fazla rağbet edilmemesinden yakınıyor.

 

Ben cemlerde piştim, tarikat, şeriat, hakikat bilgilerini oralardan aldım diyen Önoğlu, yetişmesinde amcası Seyyid Hasan Dede’nin de etkisi olduğunu söylüyor. Ayrıca Zeynel Dede’den etkilenen dede bir ara İzmir’e de gitmiş, fakat şimdi Erzincan’a yerleşmiş. Eskiden dedeler taliplere giderdi, bizim zamanımızdan itibaren dede toplumdan dışlandı diyen Önoğlu, Pertek Kacel (?) köyünde çok bilgili Cemil Dede’nin varlığından bahsediyor.
Bir kuzunun yenildikten sonra keramet üzerine tekrar dirilmesi mucizesinden dolayı kendi ocaklarına bu ismin verildiğini söyleyen Önoğlu’nun eşi Şahhanım’ın (70) da 1976 yılında vefat eden ve başkalarından da duyduğumuza göre ünlü Kureyşan Ocağı dedelerinden Yusuf Şahin’in kızı olduğunu öğreniyorum. Şahhanım babasının kimsenin kimseyi incitmesini istemediğini, hatta kendi yanında herhangi bir kimsenin, bir başkası aleyhinde konuşmasına izin vermediğini, onun dürüstlüğüyle herkese örnek olduğunu anlattı. Tercan’dan gelen dedeler Türkçe bilmezdi ama cemi tümüyle Türkçe yaparlardı, diyen Önoğlu dede Kelkit’teki türbeleri ise şöyle sıraladı: Kozoğlu Köyü’nde Şahan Baba, Devekorusu’nda Hıdır Baba, Cibolar’da Ağbaba, Çorak’ta Topuzlu Baba, Gülalihayık’ta Pir Baba, Menükler’de Dabanı Büyük Er Mustafa.

 

Güzel Çorlu, (Talip), (72)

Şiran’ın Sifon (Yedibölük) köyünden olan Güzel Amca, dedelerinin Kelkit’in Yeniköy Cemal Abdal Ocağı dedelerinin kendi köylerine gelen dedeler olduğunu söylüyor. Şadilli Aşireti’ne mensup olduklarını söyleyen Güzel Çorlu, aslında Şadilli’nin, Şahdili’nin bozulmuş hali olduğunu, Kürtçe’de “dil”in kalp olduğunu, kelimenin Şahinkalbi manasına geldiğini söylüyor. Köylerinde Ahmet Dede Türbesi olduğunu söyleyen Güzel Amca artık eski dedelerin, cemlerin kalmadığını, Kelkit Yeniköy’ün çevredeki baskılar nedeniyle dağıldığını, kendi köylerinin önemli ölçüde Erzincan Ulalar’a göç ettiğini, şu anda Ulalar’da yüze yakın hanede Sifonlular olduğunu belirtiyor. Sahipsiz, kimsesiz, ezilmiş, dağılmış olduklarını söyleyen Güzel Çorlu, en büyük arzusunun Erzincan Ulalar’a yapılan cemevinde insanların birleşmesi olduğunu söylüyor.

 

Mehmet Ali Ağaç, (Talip), (1951)

Şadilli Aşireti mensubu Mehmet Ali Ağaç Refahiye’de oldukça fazla Alevi köyü olduğunu, kendilerinin dedelerinin Cemal Abdal Ocağı dedeleri olduğunu söylüyor. Kendisinin Orçul Bölgesi’nden Kamberağa (Emirdere) (?) Köyünden olduğunu belirten Ağaç, aklındaki birkaç türbe ismini sıralıyor.

Refaiye’de Çukurçimen Köyü’nde Ali Haydar Dede Türbesi, Kıymallar Mezresi’nde Abdullah Dede Türbesi.

 

Haşim Kaya, (Seyid Nurettin Cemal Abdal Ocağı), (1952)

Kelkit’in Yeniköy’ünde yeni ismiyle Yolçatı’nda doğan Haşim Kaya, kendisinin dedelik yapmadığını, çok çile çektiklerini, şu anda Ulalar Cemevi’ne sığınıp, yönetime yardımcı olduğunu söylüyor. Diğer insanların ve taliplerin de anlatımlarından bir zaman dedeler köyü olan Yeniköy’ün (Yolçatı) tümüyle dağıldığını, halkının farklı şehirlere yerleştiklerini, o köyden ve bu köydeki ocaktan çıkan dedelerin bölgede şu anda dedelik yapmadıklarını anlıyoruz. Kendilerinin Seyid Nurettin Cemal Abdal ocağından, soyundan geldiklerini söyleyen Haşim Kaya, taliplerinin Şadilliler, kendi asıl köklerinin ise Bingöl Kiğı Mezre olduğunu söylüyor.

Cemevi’nde insanları bir araya getirme uğraşı veren Kemal Büyükbaş ise hep birlik, beraberlik, kardeşlikten bahsediyor.

 

Seyyid Yusuf Demirtaş Dede, (1935)

Erzincan’ın ünlü dedelerinden Yusuf Demirtaş’la yaptığım söyleşiyle kendisinden detaylı bilgiler alıyorum. Asıl kökümüz Bargini, ben Hozat Bakırköy’de doğmuşum diyen Demirtaş bizler eskinin adamlarıyız, neler neler gördük, yaşadık Ayhan Bey, çok muhterem, değerli dedelerin adamların yanında ders aldık, bizim yol ulu, büyük bir yoldur, seyyidlerin yoludur, eline, beline, diline sahip çıkmayan bu yolda yer alamaz, dedelik çok ağır bir görevdir, ben şahsen rehberlik de yaptım, bu yolun inceliklerine varmak için çok da çile çektim.

Post kavramı diyorsunuz, bu post bildiğiniz gibi, sıradan bir post değildir, post insanın vicdanı demektir. Cenabı Hakk şöyle buyuruyor; benim yanıma kul hakkıyla gelmeyin, diyor. Her türlü kötülükten arınmak, Tanrı’ya ulaşmak, insanın kalbini paklamasıyla mümkündür. Bizde görgü vardır. Görgü, görülmek, sorulmak, sorgudan geçip temizlenmektir. Bir talip görgüden geçerek temizlenir.

Pir, mürşit, rehberden bahset diyorsun: bunlar birbirini tamamlayan şeylerdir. Bence üçünün de seyyid olması gerekir, hem de aynı ocaktan olması gerekir. Bunlar eğitici, öğretici, insanları doğruluğa erdiricidirler. Hacı Bektaş Veli de 12 hizmet vardır. 12 hizmet post sahipleridir. Ocakzadelik, postluk, seyyidlik hep birbirine bağlıdır.

Çerağ; Kur’an’ı Kerim’in Nur Suresi’nin 35. ve 36. Ayetlerinde buyurulduğu gibidir. Çerağ, nurdur, ışıktır, aydınlıktır. Ayhancığım, insan okursa, o insan bir dünya gibi olur. Adem bir dünyadır, gezebilirsen, Adem bir kitaptır, okuyabilirsen, Adem bir denizdir, yüzmek istersen. Aklı olmayan insanın dini olmuş ne fayda. Akıl bir ummandır, o ummandan bir damla alabilmek ne büyük mutluluktur. Benim babam Hüseyin Dede, çok temiz, güzel bir insandı, ben ondan çok şey öğrendim. 12 Ocak, 12 nurdur, hiçbir ocak bir diğerinden üstün değildir. İnsan ancak ve ancak kendi kendini yükseltir, yüceltir. Sadece ilim ve irfanla üstünlük olabilir. Rehberlek bir nevi ilkokul gibidir, Pirlik ortaokul, Mürşitlik Üniversite gibidir. Her şey eğitimle olur.

Çemişgezek’teki köyler Doğan, Pazandüzü (karışık), Emişdere, Akerek, Üskek, Deke, Bıröstik, Ocak/Dergah olarak Doğanköy vardır.

Sevgili Ayhan, ben biliyorsun Erzincan Hacı Bektaşı Veli Anadolu Kültür Vakfı ikinci başkanıyım. Benim en büyük arzum şu vakıf ve derneklerin bir araya gelip, birleşmeleridir. Halka daha iyi hizmet vermek için birleşmek şarttır. Bir çatı altında birleşelim. El ele verip birlik kuralım. İnsanlara hizmette yarışalım. Gençlerin terbiyesi, annelerinin, babalarının elindedir. Diyorsunuz ki dedeler nasıl bir araya gelip birleşecek vb. Şimdi layık olanları bir araya getirmezseniz, olmaz. İlim, irfan, anlayış sahibi olanları bir araya getirmelisiniz. Kur’an, hadis, ayet bilmeyenlerle biz nereye gidebiliriz? Herşey insanda bitiyor, insanı kamil olmadıktan sonra, ilim, irfan sahibi olmadıktan sonra nasıl menzil alınır. Halka hizmet vermeyen, üretmeyen bir dede, dede olabilir mi?

 

ŞU KARŞI YAYLADA

 

Şu karşı yaylada göç kater kater

Bir güzel sevdası serimde tüter

Bu ayrılık bana ölümden beter

Geçti dost kervanı eyleme beni

 

Şu benim sevdiğim başta oturur

Bir güzelin derdi beni bitirir

Bu ayrılık bize ölüm getirir

Geçti dost kervanı eyleme beni

 

Pir Sultan Abdal’ım kalkın aşalım

Aşıp yüce dağı engin düşelim

Çok nimetin yedik helalleşelim

Geçti dost kervanı eyleme beni

 

Pir Sultan Abdal (Erzincan Yöresi Türküsü)

 

DERDİM ÇOKTUR

 

Derdim çoktu hangisine yanayım

Yine tazelendi yürek yarası

Ben bu derde nerden derman bulayım

Meğer dost elinden ola çaresi

Efendim efendim benim efendim

Benim bu derdime derman efendim

 

Türlü donlar giymiş gülden naziktir

Bülbül cevreyleme güle yazıktır

Çok hasretlik çektim bağrım eziktir

Güle güle gelir canlar paresi

Efendim efendim benim efendim

Benim bu derdime derman efendim

 

Pir Sultan’ım katı yüksek uçarsın

Selamsız sabahsız gelip geçersin

Dilber muhabbetten niçin kaçarsın

Efendim efendim benim efendim

Benim bu derdime derman efendim

 

Pir Sultan

 

9 Temmuz, Erdoğan Dinçer, (38)

Ağuçan Ocağı mensubu Dinçer, Erzincan Kemah Sürek Köyü’nden. Babası Hüseyin Dede 1983 yılında, 49 yaşında Hakk’a yürümüş. Amcası benim çok sevdiğim, kamil dedelerden Murtaza Dinçer, dayısı ise Hasan Uğur. Şimdi tek derdimiz geçim diyen Erdoğan Dinçer, dedelikle ilgili fazla bir bilgisi olmadığını fakat bu inanç ve kültürün yaşaması gerektiğini söylüyor. Erdoğan Dinçer bir gün boyunca benimle birlikte Beşsaray’daki dedeleri ziyaret etti.

 

İbrahim Yetkin, (Nur Cemal Abdal Ocağı), (69)

Normalde İstanbul’da oturan dede yaz dönemi olduğu için köyüne gelmiş. Bizi ağaçlık evinin bahçesinde karşıladı. Kendisi de küçük bir bahçede harklara su vermekle meşguldü. Bizim köklerimiz asıl olarak Hozat Derviş Cemal Mezresi’dir diyen Yetkin, 1938 Dersim Olayları sonrasında kendilerinin Trakya’ya Menf “Menfi” olduklarını yani sürgüne gönderildiklerini anlattı. Trakya’da Babaeski’nin Bozyokuş Mahallesi’ne gönderildiklerini söyleyen Dede, çok büyük zahmetler çektiklerini söylüyor. 9 sene vatanımıza hasret kaldık, biz 4 hane dede ailesi olarak sürgün edilmiştik, hiçbir suçumuz, günahımız yokken... diyen İbrahim Yetkin konuşmasında özetle şunları söyledi; Ben 1952 yılında pir, rehber, mürşit elinden tutup görgüye girdim, sorguya girdim, hala o ruh halindeyim.

Görgü bence ölmeden önce ölmektir. Talipten mürşit olmaz. Gerçek bir mürşit, müşkül halleri halleder. İnsan kendini kurban etmeli. Gerçekte kurbanın da anlamı budur. Kurban önemlidir. Kurban kesildikten sonra kemikler toprağa gömülür. Şimdi bir rehber talibi alır, sorgu sualden geçirir. Küskünlüğü var mı, dargınlığı var mı, gücendirdiği var mı? Birine bir kötülük etmiş mi, bunları sorgular, araştırır. Rehber onu pire götürür. Pir de tutar talibin ifadesini alır. Eğer bir suç işlemişse onun ifadesini alır. Hakim karşısında olduğu gibi. Eğer talibin suçu yoksa mürşide gider.

Bu yola talip olmak, mürşidden irşat olmak gerekir. Bizler görgüleri, sorguları bırakmadan devam ettirdik.

Nur Cemal Hünkar Hacı Bektaş’la birlikte gelmiş, ulu bir zattır. Yolun ulularından, doğru yolu göstermişlerdendir.

Hz. Peygamber Efendimiz bize iki büyük emanet bıraktı; Kur’an ve Ehbibeyt, bizler onlara sahip çıkmalıyız.

Gerçek bir dedenin özellikleri ise; doğru olması, hakim olması, dürüst olmasıdır.

 

Kazım Yetkin, (Nur Cemal Abdal Ocağı), (68)

Yetkin Dede de abisi gibi çektikleri zorlukları anlattı, hemen yan taraftaki evinin bahçesinde. Şu anda burada mutlu ve huzurlu olduklarını söyledi. Buradaki kadınlar bana büyük ilgi gösterdiler, onlarla da içten sohbet ettik.

 

Ali Haydar Ekici, (Kalender Çelebi Ocağı), (1921)

Altmış dört yaşındaki eşi Gülseren Ana’yla birlikte yaşayan dede derin bir bilgi birikimine sahip adete ayaklı bir kütüphane gibi. Hafıza kaybına rağmen, oldukça bilgili olan dede, özellikle cumhuriyet tarihi konusunda uzman. Hiç aksatmadan her türlü şartlar altında gazetesini, kitabını okumayı bırakmamış olan Ekici Dede gerçekten de dolu dolu bir insan. Babam Murteza Annem Fadime diyen Ekici Dede, eskiden saygı vardı, sevgi vardı, hürmet vardı, insanlık vardı, şimdi bu değerler kalmıyor. Bizler cem yaptığımız zaman zaman kavramı ortadan kalkardı, sabahlara kadar sürerdi cemler, bizim ilk yerleşimimiz Kemah Dap Köyü’dür, babamın dedesi Kalender Ahmet Dede ilk o köyü kurmuş. İlk önce Kemahlıoğulları soy ismini almışız ve oradan iki kola ayrılmışız, bizler diyor Ali Haydar Ekici Dede.

Dedelik bence insanın ilk önce kendini talip yerine koymasıyla en iyi şekilde olabilir diyen Ekici Dede, dede bilgili, alçak gönüllü olmalıdır. Şimdi artık genç dedelerin yetiştirilmesi gerekmektedir, diyor.

Dede görüşlerini şöyle özetliyor: Bizler Ağuçan Ocağı’nı serçeşme olarak biliyoruz. Benim eşim de Pülümür’lüdür.

Sevgili Ayhan, bizler Dersim Olayları’nda çok yara aldık, çok çileler çektik. Bunlar hiç dile gelmedi. Bize hayvanca muamele ettiler. Bize işkence ettiler, bizi sürmek bir tarafa, bir insanın bir insana yapmayacağı kötülükleri yaptılar bize, kafile kafile bizi sürdüler, günlerce aç susuz binlerce insanı trenlere doldurdular, bizden önce sürülenleri gördük trenlerden geçerken bir tarlaya dökmüşler insanları yağmur yağıyor, çocuklar kadınlar perişan... Dövmeler, vurmalar, sövmeler, ölenler, yaralananlar, bize bir dilim ekmek verin diye yalvaranlar... bizlerin de durumu felaketti; kızımızla, gelinimizle aynı vagondayız, affınıza sığınırım, tuvaletimizi insanların gözleri önünde yapmak zorundaydık. Nasıl yazasın bunları, söylerken içim burkuluyor ama bunlar da söylenmeli, hem Dersim halkı hem bizler dedeler hayvanca çile çektirildik. Bazılarımız gittikleri yerlerde haysiyetsiz yöneticilerce çok hırpalandı, çok yaralandı... Açlıktan, işkenceden çok insanımız kırıldı, hiç günahı olmayan insanlara büyük zulümler yapıldı. Dedelerin sakalları kesildi.... Bilmem ki nasıl söyleyeyim... çekilenleri? Ama şunu da söyleyeyim insanlarımız çok iyi, biz Batı’da insanlardan sıkıntı çekmedik. Balıkesir Dursunbey’in Behice Köyü’ne yerleştirilmiştik bizler. Oradakiler çok dürüst insanlardı. Sünniydiler ama bize çok iyi davrandılar. Halk çok dürüsttü, baktık ki kapılarında kilit yok, kapı kapama yok, öyle dürüst insanlardı... Hatta bizler tekrar geri dönünce oradaki komşularımız geldi bizi ziyaret ettiler...

 

Ahmet Uğurlu Dede

Yörenin en bilge dedelerinden Ahmet Uğurlu’yla uzun zaman önceden beri hayalini kurduğum bir uzun söyleşi yapıyorum. İyi bir dini eğitim alan ve Alevi İnanç ve Kültür dünyasının içinden yetişerek gelen Uğurluoğulları’ndan Ahmet Uğurlu hem Kur’an bilgisi, hem tarih bilgisi, hem İslam dini bilgisi, hem hoşgörüsü, hem cenaze, nikah her türlü ibadet ritüelini uygulaması, konuşmaları, yazıları, hal ve davranışlarıyla örnek bir insan, örnek bir dede, bir aydın olarak yörenin en önemli değerlerinden birisi.

Sazıyla, sözüyle, muhabbetiyle kameram saatler süren tadına doyulmaz sohbeti kaydediyor.

 

Bük Mezrası, Büklü Dedeler

Aynı gün CEM Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi ve dede Kazım Büklü’yle birlikte Erzincan yakınlarındaki tarihi Bük Mezrası’na doğru yol alıyoruz.

Pülümür, Doğanpınar’a bağlı Bük Mezrası bir büyük inanç yatağı. Bu civarda en fazla ziyaret edilen büyük türbe Büklü Dede Türbesi. Yöresinin insanlarının ve özellikle Kazım Büklü’nün de öncü olmasıyla burada örnek bir Kültür ve Cemevi yapılmış. Zaten ağaçlıklar arasındaki bu alanda, Türbe, Kültür ve Cemevi de çiçekler içinde, tertemiz, aynen insanları gibi, aynen Anadolu insanı gibi ışıl ışıl... Burada da çok büyük bir anma etkinliği yapılacak şimdiden yüzlerce insan bölgeye doğru hareketlenmiş.

 

Murat Büklü (63)

Şu an Pülümür merkezde yaşayan ve gezi sırasında bana yardımcı olan Murat Büklü, alçakgönüllü, yardımsever, dost canlısı bir insanımız. Girişken, atılcı Murat Büklü ticaretle uğraşıyor. Çevredeki Alevi köylerini; Salkımözü, Dereköy, Kırkmeşe, Başkalecik, Senek, Dağyolu, Armağan, Yarbaşı, Elmalı olarak sıralayan Büklü, Erzincan’da da sayamayacağı kadar Alevi köyü olduğunu, zaten Pülümür’ün hemen tümünün Alevi yerleşimi olduğunu söylüyor.

 

Seyfi Gümüş (68), Kırkmeşe, Seyit Kasım Türbesi (Sarı Saltık’tan)

Yine hızlı hareket ederek, ricam üzerine yine can ciğer bir dost tarafından Seyfi Gümüş tarafından yöreye yakın Kırkmeşe Köyü’ne gidiyorum. Yine ceviz ağaçlarının, yeşilliklerin içinde bir dağ kovuğunda güzel mi güzel, yalçın dağlara karşı, rüzgarların estiği bir tepenin eşiğinde Kırkmeşe Köyü... yine her bir köşesi açık müze olan Anadolu’mun yine tarihi bir mekanı nı burada buluyorum. Öyle bir mezarlık var ki burada şaşılası... Her bir boy, aşiret kendine ait bir mezar taşı yapma geleneği yaratmış; bunlar birbirinden ayrılabiliyor; öyle bir sanat işçiliği ki gören hayran kalır... Mezar taşlarında türlü işlemeler, silahlar, atlar... Tam mezarlığın karşısında yine Hak erenlerden Seyit Kasım Türbesi var. Türbeyi ziyaret ediyorum, oldukça sade olan Türbe’de Sarı Saltık kolundan geldiğine inanılan Seyit Kasım yatıyor.

Seyfi Gümüş, Aleviliğin tüm insanlığa örnek bir kültür olduğunu, bunu gelecek kuşaklara anlatabilmek için Aleviliğin değerlerinin de yaşatılması gerektiğine değiniyor. Eski cemlerin, dedelerin, taliplerin, değerlerin özlemi herkeste olduğu gibi onda da derin yara sızısı gibi inceden inceden hissediliyor.

 

Binalı Büklü (35)

Doğanpınar’da oturan Dede, şu anda Büklü Dede Türbesi’nin sorumlu dedeliğini yürütüyor. Mezrayla birlikte Doğanpınar’n 80 hane olduğunu, köyün birçok sorunun olduğunu söyleyen Büklü; hemen her gün burayı ziyaret etmek için yurdun dört bir tarafından insanların geldiğini, senede yüzlerce kurbanın kesildiğini, herkese hizmet etmek için yoğun çaba harcadıklarını söylüyor. Kendilerinin Hızır’a çok önem verdiklerini söyleyen Büklü, Seyyid Mahmudi Hayrani’ye büyük önem ve değer verdiklerini, Büklü Dede’nin buraya gelişindeki çeşitli anlatıları tekrarlıyor. Buranın yöre olarak da kutsal olmasının, özellikle ağaçların da kutsal sayılmasının, tariklerin kutsal sayılmasının çok eski bir inançtan kaynaklandığını, aynen Hacı Bektaş’taki kutsal dut ağacı gibi aynı tip inancın burada da olduğunu söylüyor.

 

Hıdır Çetin, (Talip), (65)

Nazimiye Geriş Köyü’nden olup şu anda Bursa Ataevler’de oturan Hıdır Çetin amca; Mahmudi Hayrani Kureyşan talibiyim; Ben inancımdan dolayı gelip burayı ziyaret ediyorum. Nazimiye Kalman Köyü’nde Kalman-ı Sır Türbesi, yine Geriş’te Kalfırat (Kel Ferhat da deniyor, daha sonra burayı ziyaret ettim. Ayhan Aydın) Türbesi, Nazimiye Kiğı arasında Sülbüs Baba Türbesi, Hozat Ovacık’ta Sarı İsmail Türbesi vardır; bizim inancımız çok köklüdür, bizim görevimiz bu inanca sahip çıkmaktır, diyor.

 

Mehmet Büklü (57)

Uzun bıyığı ve devamlı gülen yüzüyle tüm insanlara sevgi gösteren aynı zamanda tüm insanların eline gittikleri Mehmet Büklü bu yörenin post dedesi olarak biliniyor.

 

10 Temmuz,  Hasan Ağırgöl Dede, (Şıh Ahmet Dede Evladı), (1948)

Bu geceyi Kültür ve Cemevi’nin misafirhanesi’nde geçirip kuvvetli bir kahvaltı yaptıktan sonra; tören günü buraya gelen insanlarla söyleşip günü değerlendiriyorum. Sabah Erzincan merkezden gelen yörenin bilgili dedelerinden olduğunu duyduğum Hasan Ağırgöl’le söyleşiyorum.

Şıh Ahmet Dede Evlatlarından olan dede kendisiyle ilgili bilgileri şöyle aktarıyor; Pirimiz Arguvan Mineyik’ten İmam Zeynel Abidin Evlatlarından Hasan Hüseyin Efendigiller; Mürşit ve Rehberlerimiz ise Doğan Dedelerdir. Dedem Dersim Mazgirt’ten gelmiş. Ben eski dedelerin, cemlerin içinde yetiştim. İlkokulu bitirdim, eski yazı, yeni yazı öğrendim. Bizler Muharrem’i 17 gün tutarız, Masum-u Paklar’ı, Hür Şehit’i, Hz. Fatma Ana’yı tutarız, toplam 17 gün olur. Hızır, Muharrem, Tarık altından geçme, musahiplik, bizde çok önemlidir. Bizde hızır 4 hafta sürer; bu ay bizde görgü ayıdır. Görgüler bu ayda yapılır. Bizler cemlerde 12 hizmeti uygularız. Bana göre Tarik; tarihi geçmiş olayı anmaktır, paklanmaktır; Görgü, görülmek sorulmaktır. Birleşmek demektir. Tarik-i Müstakim; Allah’a doğru gidilen doğru yol demektir. Bizde temel inanç eserleri; İmam Cafer’i Sadık Buyruğu, Seyyid Safi Buyruğu, Dürür-ü Meknun (İmam Baki’nin Kutsal Kitabı, 72 farz ve vasiyetnamedir).

Mazgirt’te Baba Mansur, (Muhundu’da (Darıbük’te)) (daha sonra ziyaret ettik.) Seyitli Köyü; Seyit Seyfettin Evlatları; Şöbek Düzgün Cevahir Dede; Merkezde Şıh Çaban Türbesi var. buralarda Kureyşanlılar ve Derviş Gevrliler... vardır.

Hozat’ta Derviş Cemalliler, Sarı Saltuklular, Ağuçanlılar var...

Buraya yakın Kiştim (Avcılar)’da çok önemli “Kiştim Evliyası” var, oraya mutlaka gidin.

 

Zeynel Erdoğan, (Kureyşan Ocağı), (1938)

1969 yılanda gittiği Hollanda’da yaşamını sürdüren Erdoğan burayı ziyarete gelmiş. Erzincan Üzümlü Göller Köyü’nden olan Erdoğan asıl köklerinin Tunceli olduğunu, inancın kültürün en değerli varlıklar olduğunu, bu mübarek zatları ziyaret etmenin insana huzur verdiğini söylüyor.

Bu arada ünlü dedelerden Derviş Tur’un köyü olan Mitini (Gümüştarla)’yı ziyaret etmemizi söylüyorlar. Bu arada birkaç yıl önce vefat eden Erzincan’lı Ali Ağa Varlık’ı anan canlar çıkıyor. Büyükçeşme (Başkalecik Köyü)’nde bir cemevinin yapıldığını, ayrıca buraya yakın ünlü Ahmet Zemci Türbesi’nin varlığını öğreniyoruz. (Burayı daha sonra ziyaret ettik.) Ayrıca Erzincan Tercan’a bağlı Zurun Köyü’nün inanç konusunda önemine değiniliyor. Bir dostumuz yine Tunceli Hozat’ta Karacaköy’de çok ünlü ve değerli Seyyid Kazım Dede’nin kızı olan ve şu anda köyün muhtarı olan Kıymet Ana’yı ziyaret etmemizi diliyor...

Can dostlar gidecek o kadar çok yer, o kadar çok türbe, yatır, konuşacak o kadar çok dede ve insan var ki insan üzülerek, hüzünlenerek bakıyor... çünkü buraların tümüne ulaşmak çok zor, inşallah başka seferlere demekten başka yolumuz yok!. Yüreğimde burukluklar, türlü hüzünler, yanıklıklar yine sarıyor beni. Yine gariplikler geliyor, yalnızlıklara dalıyorum, uzaklara ağıyor nemli gözlerim... Bu sevgi, bu aşk, bu inanç, bu insanlar, bu topraklar, bu dağlar, bu türbeler, bu ağaçlar, şurda dalgalanan bayrak, şu gökyüzü... Şaman duaları çınlıyor kulaklarımda... Yer, gök, su, ağaçlar canlı birer varlık... Yine birden ürperip kendime geliyorum. Van Gogh’un tabloları gibi yaşam, canlı, heyecanlı... Varlık yokluk iç içe; aslında ölüm de yok... Ölürse ten ölür/canlar ölesi değil...; her canlı bir başka canlıya dönüşüp yine yaşıyor... çünkü yaşam aslında sonsuz... ama ölüm de hep bizimle beraber. Fani, zavallı insanoğlu. Yeryüzünün en güzeli de olsa, en bilgilisi de olsa, en genci de olsa, en çok güleni olsa da, en çok çalışanı olsa da, en zengini de olsa, en diktatörü de olsa hep kahpelikler peşinde koşsa da heyhat... ölüm her an ona en yakın gerçek... peki niye kabul edemiyor bunu, niye yaşam karşısında, insanlık karşısında, insanlığın yüce değerleri karşısında hiçbir şeyin değerinin olmadığını neden kabul edemiyor; insan hala insanlaşma sürecinde olduğu için her halde; yüce dağlar başında geyiklerle, aslanlarla, yılanlarla, kuşlarla, ağaçlarla yaşayan; zalimlerin zulümlerine bile dostlukla karşılık veren erenler, veliler, pirler, gerçek kişileri yeterince anlayamadığı; dedelerin, ozanların, pirlerin, bilgelerin sözlerine yeterince kulak verememelerinden dolayı herhalde... Ektiğini biçeceğini unutan; kin, nefret, kibirlik, benlik, zalimlik bedenini, ruhunu esir aldığı için; dağlarda rüzgar kadar temiz, derelerde akan sular kadar billûr sözlere kulak vermediği için herhalde... İnsan insanlaşma sürecinde hala, kolay değil, bu yolculuk uzun yorucu, dileğimiz tüm insanlığın bu evrimi geçirebilmesi; savaşta ölenleri televizyon karşısında çikolata yiyerek, büyük bir iştahla izleme yamyamlığından kurtulduğu, insan öldürmek için silahların üretmek istemeyen düşünceleri iktidar yapabildiği, sevgiyi, barışı, kardeşliği yaşama hakim kıldığında, hiçbir din, ırk, cins, inanç, ayırmadan tüm yeryüzü insanlığını bir görüp bunun için çabaladığı zaman ve ozanın dediği gibi gücü yetse “yeryüzüne tek bir bayrak dikmek”, insanlık bayrağını dikmek isteğine kavuştuğu zaman belki insan insanlaşacak. Kim bilir?

 

Törenler

Aynı gün binlerce insanın katıldığı ve çok büyük bir coşkuda geçen Büklü Dede’yi anma etkinliği yapılıyor. Sazlar, sözler, konuşmalar, Ali Rıza Dede’nin yürüttüğü cem... Lokmalar, kaynaşma, barış, mutluluk... Gençlerle konuşuyorum bu arada; her zaman olduğu gibi onların gözlemlerini değerlendiriyorum. Buraya farklı köylerden, yörelerden, şehirlerden gelen insanlar ziyaretlerini tamamladıktan sonra tekrar geri dönüyorlar. Gençlerin Erzincan merkezde kültürel çalışmalar yapmak istediklerini bunda fazla başarılı olamadıklarını, kendilerine destek veren kişi ve kurumlardan yoksun olduklarını söylüyorlar. Ama bu tip anma etkinlerinden duydukları memnuniyeti de gizlemiyorlar.

(Açılışla ilgili detaylı bilgileri (Cem Dergisi, Ağustos 2002) ‘da yayınlamıştık)

 

Celal Abbas Dede

Aynı akşam inancı ve kültürüyle, yöre hakkındaki bilgileriyle ve İstanbul’da Maltepe’de Kültür ve Cemevi’nde yaptığı olumlu çalışmalarla sevilen değerli Celal Abbas Dede’yle birlikte Doğanpınar’a, dedenin evine gidiyorum. Dedeyle sohbet ediyoruz. Bükle ilgili, yöredeki ziyaretlerle ilgili kendisinin detaylı bilgisi var. Bunları bana aktarıyor ama bunları kendisinden yazılı olarak rica ediyorum. Çünkü bir bilenden konuyu almak daha sağlıklı.

Günbatımı Doğanpınar’dan müthiş görülüyor. Doğanpınar’ın bir diğer ismi Pintike.

Köyden Ali Yılmaz (80) amca da Büklü Dede ve yöredeki inançlar konusunda bana bazı şeyler aktarıyor. Yine aynı akşam sabah erken ayrılacağımdan dolayı; tekrar Kazım Büklü’nün yanına Bük Mezrası’na dönüyorum. Yine burada insanlarla söyleşip sohbet ettikten sonra misafirhaneye doğru hareket ediyorum.

Celal Abbas Dede’nin verdiği bilgiye göre Hacı Kureyş’in Düzgün Baba’nın kardeşlerinin köyleri; 1. Oğlu Mavalı Köyü (Kalmam-paş (Gülleç)), 2. Ali Köyü (Kureyş Köyü Zeve (Bostanlı)); 3. Hüseyin Köyü (Yereks (Dallıbahçe)); 4. Kali (Hadik (Yazgeldi)); 5. Gulin Köyü (Sayrik (Çevrecik)).

(Sarıyer’de oturan Bayburt Gülalı Hayık (Damlıca Köyü)’dan Hasan Malkoç’un verdiği bilgiye göre; onların da dedeleri Bük’ten gidiyormuş. A. Aydın))

 

KIRKLAR SEMAHI

 

Gitme durnam gitme nerden gelirsin

Sen nazlı canana benzersin durnam

Her bakışta beni Mecnun edersin

Gönülde mihmana benzersin durnam

 

Pir Balım Sultan’a benzersin durnam

Yürü de dilber yürü canana yürü

Durnam gökyüzünde pervane döner

Dertli aşıklara badeler sunar

 

Aşıkların senden inayet umar

Tabibe Lokman’a benzersin durnam

Allah Allah Allah Allah

Hudey hudey hudey hudey

Bugün ben pirimi gördüm

Gelir salını salını

Selamına karşı durdum

Bağrım delini delini

Hudey Hudey Hudey Hudey

Bağrım delini delini

Gel dedim yanıma geldi

Gamzesi sinemi deldi

Bir izzetli selam verdi

Aldım sevini sevini

Hudey Hudey Hudey Hudey

Allah Allah Allah Allah

Aldım sevini sevini

Kaynadı karıştı kanım

Ezelden severdi canım

Sen benimsin ben de senin

Dedim sevini sevini

Allah Allah Allah Allah

Dedim sevini sevini

Hudey Hudey Hudey Hudey

Kıymetin paha biçilmez

Cemalin nurdan seçilmez

Vakitsiz güller açılmaz

Derdim gülünü gülünü

Hudey Hudey Hudey Hudey

Allah Allah Allah Allah

Derdim gülünü gülünü

Dedem oğlu der ağlatma

Yüreğim derde dağlatma

Varıp yadlara bağlatma

Zülfün telini telini

Hudey Hudey Hudey Hudey

Zülfün telini telini

Allah Allah Allah Allah

Zülfün telini telini

 

11 Temmuz, Salkımözü’nde Tarihi Mezar Taşları

Sabah erkenden hem yürüyüş yapmak, hem de çok merak ettiğim, Salkımözü Köyü’ndeki mezar taşlarını görmek üzere dostlarla yürüyerek bu köye doğru hareket ediyoruz. Doğa bir harika... Salkımözü Köyü’ne uğramadan köyün yakınlarındaki mezarlığa yöneliyoruz. Koç başlı mezar taşlarının fotoğraflarını çekip, kamerama kaydediyorum. Burada daha çok Hayderan Aşireti’ne mensup insanlar yatıyorlarmış.

Tekrar Bük’e dönüp kahvaltımızı yaptıktan sonra doğru Erzincan’a hareket ediyoruz. Ama ilk önce uğramamız gereken önemli bir yer ve konuşmamız gereken önemli bir kişi var.

 

Kiştim (Avcılar), Tacim Demir, (Ali Abbas Ocağı), (78)

Bük Mezrası’ndan Erzincan’a geçerken tarihi Muti Köprüsü’nü aşıyoruz. Burada Erzincan Pülümür Tunceli yolu var. Hassas bir geçiş alanı olan bu tarihi köprüyü geçtikten sonra Erzincan sınırları içinde olan Avcılar Köyü’ne ulaşıyoruz, sevgili Kazım Büklü’yle birlikte.

Ağaçlar, arılar, çiçekler arasında ailesiyle birlikte bizi karşılayan yörenin ünlü dedelerinden Tacim Demir’le uzun bir söyleşi yapıyorum. Eşi 76 yaşındaki Zepnep Ana’yla birlikte yaşayan dedenin 5 çocuğu varmış. Celal Abbas, Ali Abbas aynı şeydir diyen dede görüşlerini şöyle özetledi: burada Kiştim Evliyası vardır. Tarık-ı Evliya’ya bizde çok fazla önem verilir. Bunsuz cem, görgü olmaz. Bu çok kutsaldır. Aslında buranın asıl ismi Küstüm’dür. Tarik-i Evliya bir zaman uzaklaştığı için böyle denilmiş zamanla ismi Kiştim olmuştur. Aslında ilk önce Mezre’ye gelinmiş, Tarik-i Evliya bir çam ağacının başına gelmiş, durmuştur. Bizdeki inanca göre; Tarik-i Evliya kutsaldır. Beyaz bir örtüyle örtülüdür, onu açmak için kurban kesmek gerekir. Herkes her istediği zaman onu göremez. Bu inancın bir parçasıdır, atalardan beri böyle gelmiştir. Her tarafta bu Tarik-i Evliya yoktur. İşte birisi de Bük’tedir. Bizde genelde 12 hizmet sahibi hep aynı sülaleden seçilir. Bizde kurban kesme var. Bana göre Hz. Ali, İslam düzenini kuran adamdır, dinin direğidir. Adil bir yöneticidir. Dedemin ismi Hüseyin, Babamın ismi Murtaza, 1943’te 57 yaşında vefat etti. Ağabeyim Hüseyin Demir vardı o da vefat etti. Ben dedelerden çok şey öğrendim.

Benim Elbistan, Kemah, Divriği, Uluç’ta (yarı Alevi, yarı Sünni), Kemaliye, Babı (Babıl Ağa Ünlü bir dede), Sime, Atma (Hüseyin Kocadağ’ın köyüymüş) Bağıştaş’ta taliplerim vardır. Oğlum Yılmaz şimdi zakirlik yapıyor. Zurun burada önemlidir. Şıh Dede, Şıhogiller vardır. Orada ziyaret var, cemevi var. ziyaretten, cemevinden bal akar.

Ben bir Dedeler Babalar Meclisi’nin kurulmasını isterim. Alevilerin devlette temsilini isterim. Yalnız oraya çok bilgili dedelerin gönderilmesi gerekir. Eğitim kurumu olmalı, cem cemaat bir olmalıdır. Aleviler birleşmelidir. Kur’an İslamiyet’in anayasasıdır, ondan ayrılamayız, gençlerimizi iyi yetiştirmeliyiz.

 

Mahmut Aydın, (Ağucan), (1950)

Erzincan merkez Ekinci Köyü’nden olan Aydın, eski ismi Çatalarmut olan Gırmana Nahiyesi’nde doğmuş. 1972 yılından beri sahibi olduğu gözlükçü dükkanında çalıştığını söyleyen Aydın, 1989 yılında Erzincan Hacı Bektaş Veli Derneği’ni kurduklarını, Kurutirek Köyü’nde ilk cemevini Recap Yazıcıoğlu’nun da katıldığı bir törenle açtıklarını bunun Türkiye’de açılan ilk cemevi olduğunu söyledi. Alevilik İslamiyet’in özüdür, diyen Mahmut Aydın, 36 yıldır muharrem orucunu tuttuğunu, ocaklar arasında bir ayrım yapmadığını, musahipliğin yol kardeşliği olduğunu, kurbanın çok kutsal olduğunu kurbanın kanının ve kemiğinin kesinlikle derin bir yere gömülmesi gerektiğini söyledi.

Mahmut Aydın bilebildiği kadarıyla Ağucan olarak Elazığ Harput’ta, Elazığ Sün Köyü’nde ve Kemah Yahşiler (Babul) Köylerinde köklerinin olduğunu belirtti.

Kemah Ardos (Beşikli)’de Tarik-i Evliya ve Hüseyin Toksoy, İsmail Yüksel, Abidin Yüksel, Murtaza Kurnaz dedelerin olduğunu, Kısmıkör (Günbağı)’nda da Ağucanlı dedeler olduğunu, Altınbaşak (Karakilise), Üzümlü İlçesi’nde Küçükkadıhan ve Büyükkadıhan Köylerinin ve buralarda dedelerin olduğunu, Kıtmara Ilıdere (Ekinci’den gitme, Av. Mahmut Kemal Aydın’ın köyü), Kemah Sürek Köyü’nde Tacim Dede Türbesi’nin olduğunu, Erzincan merkezde olan Kemah Kayabaşı Köyü’nden Camcı Hamza Dede’nin varlığını, yine bu köyde Sivri Baba Şenlikleri’nin yapıldığını, Kemah Gamerik (Apista)’da Seyit İbrahimlerin, Çağlayan’da Kırklar Türbeleri’nin önemli olduğunu ve buralara gidilmesi gerektiğini söyledi.

Aynı gün içinde yine bazı dedeleri araştırıyorum. Fakat burada sorunum, bir sonraki gün Erzincan Ulalar Kültür ve Cemevi’nin açılacak olması dolayısıyla, herkesin bir koşuşturma içinde olması, beni dedelere ulaştıracak asıl insanların tümünün canla başla açılış için çaba harcamaları.

Bu iki gün içinde bana en fazla yardımcı olan Celal Abbas Dede oluyor. Onun sayesinde yine birçok dedeye ve ziyarete ulaşabiliyorum.

 

12 Temmuz

Bugün İstanbul Cem Vakfı Yenibosna Kültür ve Cemevi’nden gelen semah ekibiyle birlikte doğal manzarası mükemmel olan Çağlayan’a gidiyoruz. Suların, ağaçların arasında kahvaltı yapıyoruz. Bu arada yazmış olduğu şiirleri bir kitapta toplayan Yeter Şahin ile karşılaşıyorum. Yıllar sonra memleketine gelmenin duygusu içinde göz yaşlarını tutamayan Yeter Ana’yla sohbet ediyoruz.

 

Büyükçeşme (Başkalecik) Köyü’nde Kültür ve Cemevi

Hep birlikte açılışına birçok dedenin de katılacağını duyduğum Büyükçeşme (Başkalecik) Köyü’ne semahcılarla birlikte gidiyorum. Ama benim özel bir amacım daha var açıkçası, köye yakın bir yerde bulunan Ahmeti Zemci Türbesi’ni ziyaret etmek (Eba Müslüm’ün baş sancaktarı, yaveri olarak ünlenen bu kahramanın ismini taşıyan türbeyi eskiden de duymuştum, bir de ismi ender olan ve rahmetli dedemin ismini taşıyan bu türbeyi çok merak ediyordum). Yine Erzincan’dan çıkıp, Pülümür Tunceli yoluna saparak oldukça bozuk yolda ilerleyip epey zorlanarak, dağlık bir alandaki köye ulaşıyoruz. Bir kişinin kişisel olarak bölge için yaptırdığı cemevinin açılışına civar köylerden insanlar ve dedeler de gelmiş. Bu arada eski meclis başkanvekili Kamer Genç de açılışa gelmişti. Onun ve Erzincan Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Başkanı Binalı Ardıç’ın konuşmalarından, Seyyid Yusuf Demirtaş Dede’nin okuduğu dualardan, içi sevgi dolu şair Yeter Şahin’in okuduğu şiirlerden sonra açılış yapıldı, yemekler yendi, sohbetler edildi, derken, Ali Rıza Uğurlu Dede başkanlığında bir dua veya semah, kısır cem yapılması isteği belirdi. Ben de bunu fırsat bilerek ki, zamanımız yoktu, bir an önce Büklü Dede’ye tekrar gitmemiz gerekiyordu çünkü İzzettin Doğan Tercan üzerinden buraya geliyordu, hemen Celal Abbas Dede’nin arabasıyla ve yardımıyla Ahmeti Zemci Türbesi’ne ulaşıyoruz.

 

Ahmeti Zemci Türbesi

Burayı ziyaret ediyoruz. Çok mutlu oluyorum. Burada da yine onlarca kişi kurban kesmiş, lokma yiyorlar. Yeni yapıldığı anlaşılan türbe binasının yakınlarından muazzam bir su akıyor. Çamlık bir tepenin eteğindeki çeşme oluklarından fışkıran su buraya hayat veriyor. İnsanlarla sohbet ediyoruz, söyleşiyoruz. Mumlar yanıyor, dualar ediliyor... Duyduğumuza göre buradan akan ve birçok köye yetecek kadar bol olan bu suyu köylüler, insanlar temizlik amacıyla vb. kullanmıyorlar. Bu suyun kutsallığına inanıyorlar. Yine aynı alan içinde yörede çok ünlü olan Başköylü Hasan Efendi’nin bir dönem kaldığı ev de var. Burada da farklı yörelerden gelen insanlarla sohbet ediyoruz, söyleşip dertleşiyoruz. Ama fazla zaman kaybetmeden köye hareket ediyoruz. Daha sonra ise yönümüzü Bük’e çeviriyoruz. Muti Köprüsü’nde aldığımız bilgiye göreyse, İzzettin Hoca ve Cem Vakfı Yönetim Kurulu Üyeleri o anda köyü ziyaret ediyorlarmış. Artık yukarı çıkmadan köprü başında bekleme kararı alıyoruz. Nihayetinde Bük Ziyareti’nden inen konvoya ben de katılıyorum, Erzincan Merkeze tekrar dönüyorum. Ama olacak bu ya işte, yine kolaylaştırıcı unsurlar bana yardımcı oluyor; bindiğim arabada iki piri faniyle ve inançlı ve ocakzade Cem Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Bülent Gündoğdu’yla karşılaşıyorum. 90 yaşındaki ve daha sonra İstanbul’da uzun bir söyleşi yaptığım Hacı Kureyş Ocağı’ndan Erzincan Tercan Bağlar Köyü’nden Mustafa Aklıbaşında’yla sohbet ediyorum. 85 yaşındaki Mehmet Kutali ise sesiyle beni evrenin derinliklerinde bir yolculuğa çıkarıyor, sallanan minübüste kamerayla çekim yapmaya çalışırken söylediği birkaç parça eser kulaklarımın zarını delip beynimin tüm sinirlerini harekete geçiriyor. Öyle güzel bir sesi vardı ki... Yanıyorum daha fazla dinleyemediğime... Tercan Balyayla Köyü’nden olan Kudan Aşireti’nden Mehmut Kutali Davut Sulari’nin akrabasıymış.

Merkeze geldikten diğer ekiple buluştuktan sonra Belediye Başkanını, Valiyi, diğer mülki erkanı vb. ziyaretlerimiz oluyor.

 

Aldı Benliğimi Bitirdi Beni

 

Bir gerçeğe bel bağladım erenler

Aldı benliğimi bitirdi beni

Damla idim bir ırmağa karıştım

Denizden denize götürdü beni

 

Nice kaptan kaba boşaldım doldum

Karıştım denize deniz ben oldum

Damlanın içinde evreni buldum

Yine benden bana getirdi beni

 

Buhar oldum yağdım yağmurlarınan

Toprağa karıştım çamurlarınan

Piştim fırınlarda hamurlarınan

Üstadım sofraya yatırdı beni

 

Çiğnediler dişlerinen ezildim

Vücut eleğinden geçtim süzüldüm

Çaldı kalem bir deftere yazıldım

İrfan mektebine yetirdi beni

 

Daimi’yim ermişlerin ereği

Cümle varlık tabiatın gereği

Bir ölmez ananın oldum bebeği

Aldı dizlerine oturdu beni

 

Aşık Daimi

 

13 Temmuz, Erzincan Ulalar’da Kültür ve Cemevi Açılışı

Erzincan Ulalar’da Kültür ve Cemevi’nin coşkulu açılışı yapılıyor

Erzincan Ulalar Yunus Emre Cem ve Kültürevi’nin açılışını Prof. Dr. İzzettin Doğan’la birlikte, Erzincan Valisi, Belediye Başkanı, İl Müftüsü ve Askeri erkan da onurlandırdılar. (Açılışla ilgili detaylı bilgileri (Cem Dergisi, Ağustos 2002) ‘da yayınlamıştık) Ben hedefine koşan bir atlı gibi kendi işimle meşgul oluyorum. Çünkü kimsenin kimseye yardım edecek hali de, imkanı da, isteği de yok gibi. Daha önce söylediğim gibi yine imdadıma Celal Abbas Dede yetişiyor. Gün boyu ziyaretlerde bulunuyoruz. Törenleri izlemek üzere alana gelen Altınbaşak Belediye Başkanı aynı zamanda Hacı Kureyş evlatlarından Hasan Gazi’yle tanışıp, sohbet ettikten sonra, bana yardım etmeye söz vererek, hep birlikte yörede ünlü Mustafa Erdoğan Dede’yi görmeye doğru ilerliyoruz. Ama ilk önce Erzincan Merkezdeki mesire yerinden geçiyoruz. Erzincan güzel bir şehir olduğu gibi şifalı suları da olan bir il. Gittiğimiz ve park haline getirilen alanda da farklı yoğunluklarda maden suyu çeşmelerden akıyor.

 

Hasan Gazi, (Hacı Kureyş/ Altınbaşak Belediye Başkanı), (1944)

Çok iyi niyetli, alçakgönüllü olan Hasan Gazi Bey’le birlikte belediye binasının olduğu mekanı ziyaret ediyoruz. Kısa bir sohbetten sonra bir plan yapıp ziyaretlerimize başlıyoruz. Kendisi de yola bağlı, inançlı birisi olan Hasan Gazi’nin halk tarafından sevildiği hemen anlaşılıyor.

Üzümlü İlçesi’ne bağlı Altınbaşak aslında bir büyük köymüş, daha sonra Büyükkadıhan, Süleymanlı, Sarı Kayain Köylerinin buraya katılmasıyla belediye olmuş. Altınbaşak 600 hanelik yaklaşık nüfusu 4600. Burada hayvancılık ve tarım işleri yapılıyor. Burada sağlık ocağı, 8 yıllık okul var.

Kendisinin Seyyid Derviş Murteza torunlarından olduğunu söyleyen Hasan Gazi Dede; Abige (Çardaklı)’danmış. Burayı daha sonra ziyaret edeceğiz. Ve çok ziyaret edilen Seyyid Murtaza Türbesi’ni de göreceğiz.

Belediye Başkanı’na göre Ankara 2. Noteri’nce tasdik edilen Süleyman Yaşar tarafından 6 02 1987 tarihinde tercümesi yapılmış. Ayrıca Erzincan Hacı Bektaş Veli Derneği’nden araştırma yapan Mehmet Ali Balaban’dan aldığı bilgilere göre soy seceresi şöyleymiş; S. Mahmudi Hayrani, Hacı Kureyş, Düzgün Baba (Şah Haydar), Seyid Gazi, Seyit Kıl, Seyit Kalender, Seyit Ali, Seyit Veli, Seyit Murteza, Seyit Mustafa. Seyit Mustafa’nın 6 ayrı soyu yürüyor. Seyit Mustafa’nın Torunlarından Hasan Gazi (bu sıralamalarda Celal Abbas Dede’nin itirazları var). Bu arada Mustafa Aklıbaşında’nın da hazırladığı daha doğrusu hazırlattığı Mahmut Hayrani’yle ilgili bir kitabın olduğunu söylüyorlar.

 

Mustafa Erdoğan Dede, (Ağucan), Gümüştarla (Büyükkadıhan)

Bölgenin ünlü ve bilgili dedelerinden birisi olan Mustafa Erdoğan Dede’den detaylı bilgiler derliyorum. Bizi büyük bir memnuniyetle karşılayan Mustafa Erdoğan Dede Ocağın kökenleri hakkında da detaylı bilgiler aktarıyor. Kendi soylarının Ağucan’ın Seyit Miri Mir kolundan geldiğini söyleyen Mustafa Erdoğan; aslında üç kapının değil dört büyük kapının varlığından söz edilebileceğini bunların rehber kapısı, mürşit kapısı, pir kapısı, müsahiplik kapısı olduğunu, yeryüzündeki en kutsal değerin helal kazanç olduğunu, kul hakkı olmadan Peygamber’in soyunun ululuğunun sürdürülemeyeceğini, rehberin insanın delili olduğunu, ilk kapının rehber kapısı olduğunu; müsahiplik kapısı olmadan pir kapısı bulunamayacağını, mürebbi (pir) kapısının müşkül halleden mürşit kapısına giden yolu açtığını söyledi. Amasya’da Kafarlı Köyü var; orada Mehmet Dede vardır, burada Seyit Mençekliler vardır, Bargini’deki Seyit Mencek, Elazığ Sün Köyü’ndeki Koca Seyit kutlu yerlerdir diyen Mustafa Erdoğan Dede, 12 hizmetten birisi tariktir bu da Tuba Ağacı’ndandır, mezhep kanundur, İmam Cafer Seyyiddir, mezhep kurmamıştır, yolu sürmüştür, her gelen bilen de bilmeyen de konuşuyor; Ocak ne demektir? 12 hizmetin başı, serçeşme başları 12 İmamların yolunu süren dünyanın ve ahretin varlığının kökeni olan ocak öyle basit bir kavram değildir. Bizler 12 İmamlar’a layık mıyız? Ocağı sürdürmek, dedeliği yürütmek kolay mı? Muhammed soyundan mısın?, Cömert misin?, Doğruyu/eğriyi birbirinden ayırabiliyor musun?, canını, malını bu yol için teslim edebiliyor musun? Öyle ocaklık, dedelik kolay değildir. Ehlibeyt soyunu sürdüren yaptığı işten ücret almaz. Aydın Bey siz Dedeler Babalar devlete bağlansın mı, maaş alsın mı diyorsunuz? Ne münasebet, bu aşkın ateşiyle yanan eğer bu yoldan maddi çıkar sağlarsa o kişi o yola layık değildir. Ne maaşı, ne parası, ne hakkından bahsediyorsunuz? Muhammed Ali yoluna giren, o ocağa giren kişi canını, malını o yola teslim etmiş demektir, ha teslim etmiyorsa zaten sorun yok, onun o ocakla, o dedelikle bir ilgisi olamaz, olmamalıdır, derhal o işi bıraksın.

Bizler Bilecik’in Osmaneli İlçesi Ciciler Köyü’nde 9 yıl “menfi” kaldık.

Sen de git Abige (Çardaklı’da)’deki Derviş Murtaza Türbesi’ni gör.

Bu seyahati, bu çalışmayı yaptığın için de işin rast gelsin, iyi gün göresin.

 

Abige (Çardaklı), Derviş Murteza Türbesi

Yörede çok duyduğumuz ve derin vadilerden, tepelerden, çaylardan geçerek gizli bir hazineyi andıran, Munzur Vadisi’ne de benzeyen Abige’ye varmamız kolay olmuyor. Akşam serinliği, dağ yamaçlarına vurmuş... Sögüt ağaçları, yine suyun doğduğu yerde kutsal bir ziyaretin olduğunu duyduğum akarsuyun kenarındaki köy gerçekten de çok güzel. Hemen köylülerle sohbet ediyor ve ziyaretlere ulaşıyorum. Seyyit Murtaza Türbesi lokma dağıtmaya elverişli hale getirilmiş. Türbeyi ziyaretten sonra yine yakınlardaki bir başka ziyarete gidiyoruz. Tarihi mezar taşlarıyla burada da karşılaşıyorum. Daha sonra derin bir sohbete dalıyoruz. Hemen çaylar demleniyor, çökelek, tereyağ geliyor sofraya... Her zaman olduğu gibi analarımız, bacılarımız da geliyorlar, katılıyorlar sohbete... Burayı Erzincan’dan, Erzurum’dan her zaman insanların ziyaret ettiğini anlatıyorlar. Sürekli kurbanların kesildiği bu ziyaret bölgesinin aslında her tarafı bir kutsallık taşıyor.

İnsanlar burada yatan erenin ismine layık olmak için sürekli çalıştıklarını, Hızırı, muharremi sürdürdüklerini, cem yaptıklarını söylüyorlar.

 

Ali Murtaza Gazi (1958)

Şu anda köyde cemleri yürüten genç dede, yola sahip çakmaya çalıştıklarını, cem yürüttüklerini, buldukları kitapları okuduklarını, tek isteklerinin kendilerine sahip çıkılması olduğunu söylüyor.

Daha doğrusu tüm geziler boyunca görüyorum ki; yatır, türbe, dergah, ziyaret, Tarik-i Evliya, ağaç, mezar, çeşme vb. Doğu’da inanılmaz derece günümüzde de etkisi çok köklü hissedilen, yaşamın ana unsurlarından birisi olan “kutsal”lık her tarafa sinmiş. Dağlar, vadiler, tepeler... Her yerde bir ziyaret, bir ziyaret... Kurban kesme geleneği, anma töreleri... Lokma yapma, dağıtma, hayır dileme... Dua etme, dualı su, lokma... Bunlar son derece yaygın. Batı Anadolu’da da geziler yapan birisi olarak tüm Doğu’da yaşayan, var olan bir büyük mitolojiyle karşı karşıya kalıyorum. Dağlar kadar büyük, nehirler kadar uzun anlatılar, öyküler, menakıbnameler, destanlar, masallar diyarı Doğu Anadolu Bölgesi... Büyük bir inanç yatağı, kültür yatağı Anadolu özellikle Doğu Anadolu... Tanrı yaratan toprak, evliyaların, yatırların, kutsal ruhların üzerine kurulmuş gibi. Yer, gök, toprak, su canlı; erenlerin nefesi, soluğu her vadide sizin arkanızda bundan hiç şüpheniz olmanız, siz yeter ki Erenlerin İzi’nde olun, zararlı çıkmazsınız. Yeter ki, insana küsmeyin, insana yabancılaşmayın, Anadolu’dan Rumeli’nden uzaklaşmayın!...

Akşam çok geç saatlerde Abbas Dede kilometrelerce yolu katederek beni Erzincan merkez Beşsaray Köyü’ne yani Ahmet Dede’nin evine ulaştırıyor.

 

14 Temmuz 2002, Tandırlı Köyü

Bugün Ali Rıza Dede’nin isteğine uyarak yine merkeze bağlı Tandırlı Köyü’ne özel bir ziyaret için gidiyoruz. Yolda bazı köyleri geçerken çok ilginç bir şeye tanık oluyoruz. Öyle bir fırtına esmiş veya öyle kasırgaya benzer bir şey olmuş ki kışın buralarda ağaçlar köklerinden sökülmüş, kırılmış, yıkılmış.

Olağanüstü bir güzelliğe sahip bu köyde yine canlarla buluşuyoruz, onlara misafir oluyoruz. Bu kez yöre insanıyla sohbet ediyoruz. Gerçi modern evlerle, artık tüm Anadolu’da gördüğümüz olayla burada da karşılaşıyoruz, nerdeyse tatil beldesi olan yöre, şehire göçen hemşehrilerini yazları ağırlıyor. Yine büyükşehirlerden gelmiş gençlerle sohbetlerimiz oluyor. Bu günü de böyle geçiriyoruz.

 

15 Temmuz, Kemah, Sürek Köyü

Murtaza Dinçer Dede (Ağucan)

Kendisini daha çok cemevi açılışına veren ve dinlenmeyi ve gezmeyi tercih eden, açıkcası da İstanbul’da genel müdürle ortaklaşa hazırladığımız çalışma programına da fazlaca uymaya gönüllü olmayan Ali Rıza Uğurlu; ısrarım üzerine beni Ahmet Uğurlu dedeyle birlikte daha önceden çok iyi tanıdığım ve çok sevip değer verdiğim kıymetli insan Murtaza Dinçer Dede’nin köyü olmasının yanında, ünlü Tacim Dede Türbesi’nin bulunduğu Sürek Köyü’ne yine tarihi Kemah Boğazı’nı aşarak ulaşıyoruz.

Yaşamını Hakk Muhammed Ali Yoluna adayan bir büyük pirin daha huzurundayız. Dağlar, tepeler, vadiler boş değil bu kutsal ve bereketli topraklarda... Karşımızda Murzur Dağları’nın Erzincan’a bakan yamaçları, hala karlı tepeler... Yeşillikler içinde şirin bir Anadolu köyü, Sürek... Çok derin ve çetin kayalıkların olduğu yüce tepelerin, dağların eteğindeki bu köy duygularımı coşturuyor. Dağlarında dağ keçilerinin eğleştiği bu muazzam güzellikteki köyü bir o kadar da güzelleştiren buranın bir inanç ve kültür merkezi olması.

Murtaza Dinçer, Ahmet, Ali Rıza Uğurlu Dedelerle Türbeyi ziyaret ediyoruz... Dualar, hayırlar, bu kutlu eren için. Hemen yanında ünlü ozan Deli Boran (Murtaza) Dede ve diğer birçok dedenin bu arada Murtaza Dinçer Dede’nin babasının, yakınlarının bulunduğu mezarlık alanını ziyaret ediyoruz.

Gönlü hizmet aşkıyla dolu olan gül yüzlü dedemiz kendi köyüne çok önemli ve güzel bir hizmet daha yapıyor. Daha önce de türbenin onarımını yapan dedemiz şimdi de bir kültür ve cemevi yaparak insanların hem ibadetlerini daha rahat yapmaları, hem de gelen kurbanların daha geniş ve temiz bir ortamda kesilmesi için çok güzel bir bina yaptırıyor. Bu alanı geziyoruz. Bu ziyaretimden etkilenen dede bize teşekkür ediyor.

Daha sonra Tacim Dinçer (75) Dede’yi ziyaret ediyoruz. Yine sohbet ve söyleşilerle köy, buradaki inanç ve tarihi kökler hakkında bilgi alıyorum.

1966 doğumlu Gazi Dinçer ise çok aydın bir genç olarak karşıma çıkıyor. Olaylara yaklaşımı, görüş ve düşünceleriyle kendisini çok iyi yetiştirmiş, bilinçli bir genç olan Gazi Dinçer, günümüz Aleviliğinin çıkmazlarını çok algılayan ve çözüm önerilerinde bulunan birisi olarak eğitimin, bilinçlenmenin, çağa göre çalışmamın önemine değiniyor.

Şah İsmail döneminde kurulduğunu düşündükleri köy şu anda 29 hane. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde ise 350 hane Sürekli varmış.

Edindiğimiz bilgilere göre Ağuçan Ocağı’ndan Elazığ Sün Köyü’ndeki Koca Seyit’e bağlı Tacim Dede’nin soy kütüğü şöyleymiş; İbrahim, Tacim Ali, Murtaza, Zülfükar Dede, Tacim Dede (Doğum 1844/ölüm 1917)

Aynı akşam sevgili Dedemiz Murtaza Dinçer bizi bırakmıyor ve Çağlayan’da bir yemekte sohbetimiz devam ediyor. Murtaza Dinçer maddi ve manevi olarak Alevi inancına önemli hizmetleri olan bir büyüğümüz. Hep yapıcı, akılcı, görüşleriyle insanları birliğe davet eden bir aydın.

 

SEYRANIN NERDE

 

Deli gönül yükseklerden çok uçma

Tur vurup gezmeye seyranın nerde

Sözden bilmezlere derdini açma

Sızlayan yaranın saranın nerde

 

Seyyar oldum gezer idim cihanı

Görmedin mi hiç ahdında duranı

Düş ederiz her anında yaranı

Eş kader olacak yaranın nerde

 

Hazinlik duyarsın sen de kendine

Ne hasretlik gelir garip gönlüne

Amacını söyle iyi bilene

Bir seni arayıp soranın nerde

 

Çok gamlı gibisin acaba neden

Hiç hayır gelir mi faydasız elden

Efkârlı söylersin o nazik dilden

Gelip de yanına varanın nerde

 

Doğru konuşur söylersin derdini

Bildin mi ki sana yardım edeni

İşte böyle diyor Müslim Seyrani

Üç günlük dünyada devranın nerde

 

Müslim Seyrani

 

ŞAH HÜSEYNE HASRETİMİ YAZSINLAR

 

Kerbela’nın faciasın söylerken

Şah Hüseyne hasretimi yazsınlar

Şimdi sağım herhangi gün ölürken

Şah Hüseyne hasretimi yazsınlar

 

Varamadım o kervana vah bana

Cüda etme sen yarabbi bir yana

Öğütlerim sadık bir dost olana

Şah Hüseyne hasretimi yazsınlar

 

Kederlenir dertli dertli yazarım

Bir divane oldum yanar gezerim

Efkârlanır hasretlenir özlerim

Şah Hüseyne hasretimi yazsınlar

 

Bağrım yara akar gözlerim yaşı

Ah ile geçirdim baharı kışı

Dost canlara vasiyetim bu işi

Şah Hüseyne hasretimi yazsınlar

 

Düş ediben bir hüzünlük çekerim

Kederlenir kanlı yaşım dökerim

Sadık olan cananlara söylerim

Şah Hüseyne hasretimi yazsınlar

 

Müslim Seyrani geldim bu yaşıma

Neler geldi geçti garip başıma

Ben ölünce böyle mezar taşıma

Şah Hüseyne hasretimi yazsınlar

 

Müslim Seyrani

 

KARLI DAĞLAR (Uzun Hava)

 

Karlı dağlar karın almış karınan cananım benim

Kaç gündür de küsülüyüm nazlı yarılan

Dağlar yaz gelsin söylen tez gelsin

Hiç mi merhametli komşum yoğumuş cananım benim

Bizi kavuştura da nazlı yarınan

Dağlar yaz gelsin söylen tez gelsin

 

Dedim yare gidem tutmaz dizlerim cananım

Benim

Ayrıldım da yar yolunu gözlerim

Dağlar yaz gelsin söylen tez gelsin

Ağlasana ey muhannet gözlerim cananım

Benim

Sağ olup yarimi görecek miyim

Dağlar yaz gelsin söylen tez gelsin

 

Celal Abbas Şahin

On İki İmamların soyundan İmam Musa-i Kâzım’ın büyük oğlu Seyit Şeyh El Hac Fazıl-ı Kamil Yunus oğlu İbrahim Mükerrem, İbrahim Mükerremin oğlu Seyit Mesut, Seyit Mesut’un oğlu Seyit Mahmud-i Hayrani, Seyit Mahmud-i Hayrani İran’ın Horasan şehrinden Anadolu’ya gelmeden önce Mısır dergahında birkaç sene hizmet yaparak 1200 yılında Anadolu’ya yedi er olarak geliyorlar. Gelişinin nedeni Anadolu’da Rum ve Ermeni toplulukların ahlaki düzen bozukluğunu düzeltmek için o halkı irşat etmeye geliyorlar. Ve gelen erler şunlardır: Başta Seyit Mahmudi Hayrani, kardeşi Seyit Necmettin ve amcasının oğlu Abdal Musa, Sarı Saltuk, Edebali, Mevlana Celaleddin Rumi ve Rumi’nin musahibi Şemsi Tebriz bu yedi er Rum diyarını irşat etmek için çok seneler keramet ile bu insanları insanlık alemine kazandırmışlar. Abdal Musa’nın kızını oğlu Hacı Kureyş ile evlendirip yedi er ile beraber Konya Akşehir’e geliyor. Burada bir dergah kurarak 309 tane derviş yetişiyor. Anadolu’ya Türkistan Horasan’dan gelen büyük er Hünkar Hacı Bektaş Veli’ye 309 dervişini alarak Pir Hünkarın ziyaretine gidiyor.

Giderken Akşehir ormanlarının, orman yoluna girerler ve o giriş esnasında karşılarına çok heybetli bir aslan çıkar. Bu aslanın kükremesiyle gelen 309 eri kaçırırlar. Koşarlarken Seyit Mahmudi şu kelimeyi söyler: “Ey benim değerli dervişlerim bu fani dünyada dört ayaklı canlılardan hiçbir zaman menzili düzgün olan insanlara ilişmezler. Ancak şunu bilin ki çift ayaklı canlılardan korkun” ve o esnada sözü bittikten sonra heybetli aslan gelir, Seyit Mahmudi Hayrani’nin ayaklarına niyaz olur. Ve okutsa erin ağzından çıkan bu değerli sözleri aslan işitir ve duygulanarak gözlerinden yaş gelir. Aslana der ki; “Ey benim aslanım! Senin de tabi ki bu dünyada her insanın yapmış olduğu hatayı sende işlemişsin. Benim düldülüm ol o büyük Seyit Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin ziyaretine gidelim” der, ve Seyit Mahmud hayrani aslanın sırtına oturur ve yola devam ederler. Epey yol gittikten sonra yine ormanın daracık yollarından geçerken kara bir yılan Seyit Mahmut Hayrani’nin yolunu keser ve yol vermez. O anda Seyit Mahmut Hayrani şu der; “Ey mahlukat sen neden benim yolumu kesersin, sana benden ve dervişlerimden ne zarar geldi. Ben bu altımdaki canlı bir mahlukat onu da almış, Pir Hünkar’a götürüyorum” o anda kara yılan dedemizin eline gelir. Dedemiz kara yılanı bir kamçı simgesi şeklinde elinde tutar ve yoluna devam ederler. Yola devam ederken durur ve aslan da yere iner ve derviş sahabelerine şöyle der: “Ey dervişlerim biz Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin dergahına gideriz ama bir eksikliğimiz vardır. Dervişler bunun üzerine nedir eksikliğimiz diye sorarlar. Erenler şu cevabı verirler. Dergahta bir kazan kaynatıp lokma yapmamız lazım, onun için meşe ağacı toplayın. Aslanın iki tarafına heybe yapın” ve heybe yapınca tekrar aslanın üzerine çıkar ve o yüce Hünkar Hacı Bektaşi Veli’nin dergahına varırlar. Hacı Bektaşi Veli’nin makamında Ali’ler geldiklerinde yer yerinden sarsılır. Ve bir Hacı Bektaşi Veli’de o vakit Karacaköy dergahına taş getirir. Taş getirirken yer yerinden oynar. Onun üzerine büyük bir kayanın üstüne çıkar ve yanındaki mansura şunu söyler: Ya mansur çok kalabalık bir şekilde er gelir gelen kim ola ki? Ve seslenir, ey er kişi! Himmet eyle sana karşı geleyim, ve Seyit Mahmut Hayrani şu cevabı verir: Himmet ceddiniz şah-ı veleyatindir, hü hü diyerek Hacı Bektaşi Veli’nin çıkmış olduğu kaya ar olur. Kükreye kükreye Seyit Mahmut Hayrani’nin yanına varır, ve Hacı Bektaşi Veli ar olan kayadan aşağı iner ve Seyit Mahmut Hayrani’de aslanın üstünden iner. Hacı Bektaş şunu söyler: Ya Hünkarı Veli ver eline niyaz olayım, Hacı Bektaşi Veli der ki; Ya Mahmudi Hayrani sen benden daha yaşlı bir ersin ver ben senin elini öpeyim ve Mahmudi Hayrani er ola ki canlıyla gelen değil, cansızla gelene er denir. Şu anda sen benim hem pirim hem rehberim olacaksın. Hacı Bektaşi Veli’yi kendine pir ve rehber ediyor. Pir Hünkar Hacı Bektaşi Veli derki neden aslana heybe yapıp yük çektirmiştir, ya erenler bu canlının bir sitemi vardır. Bu canlının da bir sitemi var. Mümin kardeşlerimizin canına, malına zarar vermiştir. Getirdim ki, buna sen bir sitem veresin. Hacı Bektaşi Veli’de der ki; Ya erenler madem sen getirdin sen sitem ver, o anda Seyit Mahmut Hayrani ellerini ve kalbini Cenab-ı Hak Telaya teslim eder. Söyle yolunu yarabbi şu getirdiğim canlı mahlukatını ne olur taş eyle. Hakkın emriyle o aslan taş olur, ve Pir Hacı Bektaş Veli’de tüm ezalarını Hakk’a bağlayarak şunu der: “Yarabbi ne olur o aslanın ağzından ab-ı kevseri zemzem suyunu akıt” der. Cenab-ı Hak Telaya niyazda bulunur. Aslanın ağzında zemzem suyu gelmez. Üç sefer nara atarak akpınar der, o anda aslanın ağzından su akar ve suya der ki; “Ya ab-ı kevseri zemzem suyu neden zor geldin beni bu ere karşı mahcup eyledin” su dile gelir; “Ya evliyalar evliyası, ya kutupların piri Erciyes dağı bana yol vermedi, üç sefer döndüm dolaştım ve senin en son nara atışında Cenab-ı Hak Telanın ufak bir çatırtısından yol açıldı ve o anda geldim.” O anda Pir Hünkar Hacı Bektaşi Veli ellerini semaya kaldırarak “Yarabbi bu Erciyes dağı beni böyle bir ere karşı mahcup etti, ne olur bu Erciyes’in ne dumanı eksik olsun ne de karı” diyerek beddua eder ve çekilirler. Seyit Mahmut Hayrani ile oturur muhabbet ederler. Bunlar bir ailenin çocuğu olduğu için o zamanın devrinde birbirlerini görmez olmuşlar çünkü Pir Hacı Bektaşi Veli, Seyit Mahmud Hayrani’nin dedesinin kardeşi İbrahim Sani’nin soyundan geliyor. İbrahim Sani ile İbrahim Mükerrem kardeştirler ve Hacı Bektaşi Veli’nin gerçek ismi Seyit Pir Mehmet’tir. Seyit Mahmut’un ismi Seyit Mahmut’tur. Seyit Mahmut Hacı Bektaşi Veli’ye şu ismi der: “Ya Seyit Hünkar Hacı Bektaşi Veli” der. Hacı Bektaş da şunu der: “Ya Seyit Mahmud-i Hayrani” dir. Onun için ona hayranlığı dile getirir. Halk arasında Hacı Bektaş’a, Hünkar Hacı Bektaşi Veli, Seyit Mahmud’a, Seyit Mahmud-i Hayrani denilir.

Sevgili canlar! Hacı Bektaşi Veli hiç evlilik yapmamıştır. Mükerremdir. Ama Seyit Mahmud-i Hayrani evlidir. İki çocuğu vardır. Büyük oğlu Hacı Kureyş, Hacı Kureyşi Abdal Musa’nın kızı ile evlendirir. Abdal Musa’nın kızından iki oğlu olur. Büyük oğlu Derviş Mahmut’tur, 6’ncı Mahmut’tur, sonra Düzgün Baba olur. Düzgün Baba’nın ve diğer gerçek ismi Şah Haydar’dır. Şah Haydar devamlı evin davarlarını (keçilerini) otlatmaya götürürmüş. Yani çobanlık vazifesini yaparmış. Diğeri yani 6’ncı Derviş Mahmut ev işlerine bakarmış. Bir gün babası Hacı Kureyş kışın çok sert geçtiği ayda der ki: “Bu oğlum bu hayvanları nerede nasıl doyurur getirir” merak edermiş. Bir gün oğlunu takip eder, oğlu Şah Haydar Düzgün Baba elindeki çoban değneğini “Bismillahi ya ceddim” der kuru meşe ağaçlarına vururmuş ve cenab-ı Hak tarafından o meşeler yeşerip yere dökülür, hayvanlar  o meşenin yapraklarını yermiş. O esnada keçi pıskırarak ses çıkarır. O hayvan ne zaman pıskırsa birisinin geldiğini haber verirmiş. O esnada Düzgün Baba şunu der: “Sen babam Hacı Kureyş’i gördün mü ondan mı gırlanıyorsun” der ve döner bir bakar ki babası Hacı Kureyş gelmiştir. O anda Şah Haydar Düzgün Baba ben nasıl ettim ki babama işiterek hitap ettim ve kaçar. Üç taraftan dağdan dağa Allah tarafından gökte şu anda Tunceli’nin Nazimiye ilçesinin yüksek dağına onun ismini yani Düzgün Baba dağı diye adlandırılır. Düzgün Babasına vakıf olunca halk arasında ve o evladı Resul Seyid-i Saadet evladının makamı gelen insanların derdine Cenab-ı Hak derman vermiştir. Her aşk ile gelen canlar o dağı ziyaret ettiklerinde candan hak tarafından derman olmuş. Çocuğu olmayanların çocukları olmuş. Deli olanlar onun suyundan banyo yapanlar o psikoloji bozukluğundan kurtulmuştur. Ne murat ve dilek dilerlerse Cenab-ı Hak onların haklarını yerine getirmiştir, ve yıllar gelince talipler toplanır der ki: “Hacı Kureyş doğa çocuğu olmuşsa (Düzgün Babadan sonra) hiçbir çocuğu görmemiş. Öldüklerinde yıkayıp teneşire koyduklarında Hacı Kureyş’in iki kılavuz beyaz kurdu gelip tefenin bir ucundan tutup ölü cesedi gider sır olurlar. Bu böyle hep oluyor. Talipler der ki: biz pirimiz Hacı Kureyş ve Derviş Mahmut’da ölünce pirsiz kalırız deyip kendi aralarındaki aşiretleri toplayıp derler ki: “Ey canlar! Biz pirsiz kalacağız” deyip şöyle karar alırlar. “Biz bu değerli Ehlibeyt evladını içine bir ham katalım ki bu soy yürüsün ve gidip Lolan’lı bir aşiretin kızını getirip Hacı Kureyş’e eş ederler ki, ve Hacı Kureyş’in Lolan’lı kızdan dört evladı olur. Dört oğlunun ismi Bostanlı, Hüseyin’in köyü Yerekle yeni ismi Dallı Bahçe, Gali Köyü Hadik yeni ismi Yaz geldi, dördüncü oğlu Gulin köyü Seyrik yeni ismi Çevrecik Düzgün Babanın iki kardeşi olan 6’ncı Derviş Mahmut ve Seyit Mevali Köyü, yeni ismi Gülleç.

Düzgün Babanın iki evlatlığı biri Seyit Gazi diğeri Kudanlı adında iki evlatlığı vardır. Seyit Gazi’nin oğlu Derviş İlyas Erzincan diyarına yaklaşır. Derebuk köyü, Tercan, Kızılbel, Kuzuören köyü, Tozulca, Kureyşan Sarıkaya, Gergan, Kulukamu, Çaykum, Doğanpınar köyünün Büklü mezrası buralarda. Derviş İlyas’ın çocukları yerleşir. Kudunlu Erzincan’ın, Tercan’ın çayırlı köylerinden, Büklü Baba Seyit Gazi’nin oğlu Derviş İlyas’ın torunu Seyit Hasan’dır, gerçek ismi Doğanpınar. Köyüne Mevali’nin Derviş Divane oğlu Seyit Mustafa Galo’nun torunu Seyit Halil alıp köye getirir. Seyit Hasan’ı köyün en eskisi olan Hacoğlunun erkek çocuğu yaşamamış ve Hacoğlu gelip der ki: “Ya Seyit Hasan benim hiç erkek çocuğum olmaz sizin ceddinize sığındım sen ve Seyit Halil ceddime yalvarırım bana bir erkek çocuk nasip etsin” o anda Seyit Hasan’ın içine bir ilham gelir ve der ki: “Ağa şu elindeki sopayı ver bana ve o sopayı tutar yere saplar” der ki: Ağa Cenab-ı Hak bu ağaca can verir yeşertirse ceddim Hacı Kureyş bu ağaca bir yeşillik verirse Cenab-ı Hak sana bir erkek çocuğu nasip eder. Sabah kalkınca ağaç yeşermiş ve ağanın hanımı çocuğa hamile kalmış ve ağanın erkek çocuğu olur. Ağanın köyün bitişiğinde bulunan Brastik ile sınır olan (yeni ismi salkımözü) bu sınırda kendine ait olan Bük denilen (yani davar komu) bu yeri Seyit Hasan’a hediye eder, ve buradan Seyit Hasan dedikodudan uzak bir yerde hep Cenab-ı Hak ile ibadet ve çalışmakla meşgul olur. Bir gün köylüler gidip bakarlar ki Hz. Hızır Seyit Hasan’ın ziyaretine gelmiş ve Hz. Hızır’ı Seyit Hasan’la görünce o günden bu güne dek Seyit Hasan’a daha bağlı olurlar. Dertlerine derman bulmak için gelir. Seyit Hasan da o değerli ağzında, nefesinden şifa alıp giderler ve itikatlı can derdine derman bulmuştur. Bunun haricinde yine Doğanpınar köyünde eski ismi Pindike olan Mevali Derviş’in torunu olan Seyit Mustafa Galunun oturumuna anlatacağım.

Sevgili canlar! Seyit Mustafa Galo Tunceli’nin Nazmiye’nin Kalmanpas köyünden yeni ismi Gülleç olan bir köyden Ovacık’ın Yelgazi köyüne yerleşir. Orada akrabaları Seyit Derviş Mustafa Galoya rahat vermezler, ve gelir Erzincan’ın Tunceli’ye sınır olan mutu köprüsüne gelir ve mutu köprüsünde handa pindike köyünde Hacoğlu ile tanışırlar. Bu Hacoğlu alır köyüne getirir köyünde yer verir. O gece dede Seyit Mustafa Galo yatar ve rüya görür ve der ki: “Hacoğluna sizde bizde husumet gördüm bu nedir? Onlar da der ki: buyurun su yok, komşu köyden su getirdik zor ile onlar suyu kesti Allah’ın verdiği suyu kesme biz de onlardan can aldık. Onların yakınları giderler Erzurum şehrin de kadıya şikâyette bulunurlar. Hacoğlunu içeriye atarlar. Hacoğlunun sağlığı hakkında bilgi almak için Hacoğlunun hanımı Seyit Mustafa Galo’yu Erzurum’a gönderirler ve Seyit Mustafa Galo Erzurum’a gider, Erzurum kadısı ve müftüsünü görür. Hacoğlu Seyit Mustafa Galo’nun eteğine niyaz olur. “Ya Erenler seni Cenab-ı Hakk bana Hızır gibi yetiştirdi” der. “Pirim beni asacaklar ne olur ceddine yalvarıyorum benim yerime kefil olursan ben dışarı çıkıp önemli kişileri (devlet adamlarını) görüp kanuni işlerimi savunmam için bu adamları görürsem kendimi kurtarmış olurum. Sen benim yerime kefil olur. Piri Seyit Mustafa Galo onun yerine kefil olur ve zindana girer ve o olaydan bir gün sonra köyün ağası olan Hacoğlunun idam fermanı çıkar. Gelir zindanda kefil olan Seyit Mustafa Galo’ya şunu derler? Sevgili Şıh! Şeriatın hükmünce sen müridin olan Hacoğlunun kefili olduğun için o kişinin de burada olmadığına göre seni onun yerine asacağız. Seyit Mustafa Galo der ki; o kişinin yeri yurdu bellidir, gidin Erzincan diyarına getirin der ve kadı da der ki: “Şıh kusura bakma şeriatın hükmünde suçu sen kendi üstüne almışsın seni asacağız” der. Seyit Mustafa Galo “benim bu canımı Cenab-ı Hakk verdi benim izinim olmadan bu canı veremem” der, ve Seyit Mustafa Galo’nun itirazını kabul etmezler. Erzurum’un Taş mağazalarının yerindeki meydana idam sehpasını kurarlar ve Seyit Mustafa Galo’yu asarlar. İp Allah’ın emriyle kopar. Tekrar ip bağlanır bu ipte kopar. Üçüncü ipi yağlı bir ip olarak getirir boynuna takarlar. Sehpaya ayak vurduklarında ip koptuğunda Erzurum’un üstünde büyük gürültü koparak Seyit Mustafa Galo’nun iki omzunda iki yeşil kandil nuru yanar ve elindeki iplerde kopar ve çöker, zaptiye der ki: “Yavrum bana bir su ver” hemen suyu alır eline yüzüne serper ve ağzını çalkalar. Cenab-ı Hakk’ı o güzel mübarek ağzında zikreder. Ne ibadeti bittikten sonra yere uzanıp o güzel ruhunu teslim etmeden önce şunu der kadıya: “Ey kadı! Senin ceddin benim ceddim İmam Hüseyin’e yapmış olduğunuz zulmü şimdi bana yaptınız. O canı şu anda ben kendim Allah’ın izniyle veriyorum. Uzandığı zaman gökyüzünde ikinci bir gürültü kopar. Kopma esnasında yökyüzünde yeşil bir örtü şeklinde kefil gelir ve Seyit Mustafa Galo’nun bedenini örter. Erzurum hiç görmediği çok iri taş şeklinde dolu yağar ve çok zayiata uğranılır. Müftünün dili tutulur. Kadı fena olur ve ağzı yamulur. Şu der kadı (pişman olarak) “ben gerçekten peygamber soyunda olan böyle bir zatı nasıl böyle bir suç işledim” ve Cenab-ı Hakk beni affetsin der. Ama iş işten geçmişti emir verir Hacoğlunu yakalatır. Huzuruna çeker. Der ki “Ya Hacoğlu sizin ölünüz öyle büyük bir keramet göstererek ölmüştür acaba dirimiz ne şekilde olabilir” ve ağlar olan olayları ferman yazdırıp Konstantin’deki padişaha iletir o durumda padişahta bu Pindike denilen köye arazi suyu olan harh suyunu vermesi için ferman yazar. O günden bugüne kadar köyün suyu o şekilde kesilmemek suretiyle köye gelir. 1830 yılında tasdik olmuştur bu ferman (II. Mahmut zamanı) yıllar sonra o su sahipleri tekrar yine suyu keserler ve köylüler o ağanın soyunda olan Ali Yılmaz adındaki şahıs bu fermanı Kaymakam Bey’e (Pülümür) fermanı gösterir. Ferman Osmanlıca yazıldığı için tercüme ettirilir. Noterden tasdik edilerek mahkemeye aksettirirler. Der ki bu ferman öyle bir kişi tasdik etmiş ki buna hiç birinizin gücü yetmez ve yine o arazi suyu olan harh suyunu yine köye verirler.

Sevgili canlar bizim ceddimizin büyük mucizeleri olmuştur. Ben acizane Celal Abbas olarak şunu derim: Bu soya layık olmak gerekir. Topluma karşı kendini saygın göstermemiz gerekir. İnsanlara örnek olmamız gerekir. Yani ecdatlarımız her ne şeyi yapmışlarsa yerli yerinde yapmışlar haksızlığa hiçbir zaman boyun eğmemişlerdir. Daima adaleti savunmuşlardır. İşte bizlerde toplumumuza daima dürüstlüğü benimsetmeye çalışmalıyız.

Sevgili canlar! Gelin senlik benliği bırakalım rant için çıkar davaları için uğramayalım. Aleviliğin çıkarları için bir çatı altında toplanalım, bölünmeyelim...

Not: Seyit Mustafa Galo’nun köye üç emanet getirmiştir. Biri Tarık-ı Evliya Pindike evliyası diye herkes tarafından anılır. Biri de Zülfikar İmam-ı Musa-i Kazım’ın Zülfikarı vardır. o zülfikar şu anda elimizde değildir. Adnan Menderes’in idamından sonra köylerde kesici aletleri toplarlar ve Zülfikar’ı da alırlar. Şu anda o Zülfikar Elazığ’da müzede bulunmaktadır. Şimdi elimizde olan bir Tarık evliya bir de şifa tası var. Bu taş Pir Hacı Bektaşi Veli’nin şifa tasının aynısıdır. Bu yörede Kiştim evliyası Salı günleri cemde çıkar cem edilir. Çarşamba günü de Pindike evliyası çıkarılır Musahip görgüsü için ve görgü yapılır. Perşembe günü de Bük evliyası çıkarılır ve orada da Musahip görgüsü yapılır. Sayın okuyucularımız özür dilerim. Bu yazımın orta kısmında anlatmam gerekirken sonda anlattım, kusuruma bakmayın.

AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma

Gezi Notları), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008 (SAYFA: 299-334)