BULGARİSTAN’DAN
GELEN DOSTLAR
VE BAZI İNANÇ MERKEZLERİNİ ZİYARETLER
(13/16 Ekim 2005)
Bulgaristan’ın Silistre Sancağı’ndan, Dulovo (Akkadınlar) Beldesi’nden gelen canlarımız, soydaşlarımız, babalarımız, analarımız bir büyük hasreti gidermek için bizlere konuk oldular geçtiğimiz günlerde. Onlarla İstanbul’da, Eskişehir’de, Konya’da, Nevşehir’de telli turnalar gibi erenlerin izini sürdük.
AYHAN AYDIN
Candan bağlı olduğum/olduğumuz Balkanlarda yaşayan soydaşlarımızı gördükçe, onlarla buluşup konuştukça türlü yaralarım iyi olur; uzaklarda kalmış bir akrabamı, dostumu, arkadaşımı görmüş gibi sevinirim. Aynı ocaktan, aynı kökten ayrıldığımız bu insanlar bizim bir parçamızdır.
Şimdi Balkanlar’da yaşasalar da onların tüm ruhları Anadolu’dadır, Türkiye’dedir.
Birçoğu ikinci vatan bildikleri doğup/büyüdükleri topraklardan çoğu zaman zorla koparılarak “ana vatan” dedikleri Türkiye’ye gelmiş olsalar da, hala oralarda yaşayan yüz binlerce soydaşımız olduğu bir gerçektir.
Bir çoğu da Anadolu ve Rumeli (Balkanlar) hasretini aynı anda yaşarlar. Bazen Balkanlar’dan Anadolu’yu; bazen de Anadolu’dan Balkanlar’a ulaştıracakları türküleri, manileri, mektupları, sitemleri, hüzünleri saklarlar yüreklerinde.
Gün buluşup, konuşma günü. Zaman değişti; artık insanlar birbirine kolayca ulaşabiliyorlar. Geçmişin kırgınlıkları, eziklikleri kalpte yaşasa da, yürek yerinde durmuyor, insan yerinde duramıyor. Sürekli gitmek istiyor insanoğlu bir yerlere.
Ama şimdi Bulgaristan başta olmak üzere diğer Balkan ülkelerinden Türkiye’ye seyahat daha kolay, her ne kadar Türkiye’den oralara gidiş o kadar rahat olmasa da, bu da devam ediyor.
Seyahatler arttı. İnsanların kavuşmaları arttı, sıklaştı. Türkiye’ye göç edenler arasında Bulgaristan’da tanıdığı, akrabası, yakını, komşusu olmayan biri var mıdır? Hiç sanmıyorum.
Bulgaristan’ın Dulovo (Akkadınlar) Beldesi’nden CEM Vakfı’nın misafiri olarak gelen canlarımız, soydaşlarımız, babalarımız, analarımız da bir büyük hasreti gidermek için bizlere konuk oldular geçtiğimiz günlerde.
Bu ziyaretle ilgili notları sizlerle paylaşmak istedim.
Temel hedefleri İstanbul’daki temel bazı inanç merkezlerini ziyaret etmek ve mümkün olursa Eskişehir Sultan Süceattin Veli Dergahı, Konya Mevlana Müzesi, Hacı Bektaş Türbesi’ni gezmek olan ve önemli bir bölümü Bektaşi babası ve anası olan kırk beş kişilik kafileyi büyük coşkuyla CEM Vakfı Genel Merkezi’nde karşıladık.
13 Ekim 2005 Perşembe günü Vakıf merkezinde gerçekleştirdiğimiz Ahilik Haftası Etkinleri sonrasında bizlerin arasına katılan dostlarımızı kucaklayıp onlara da konuşma hakkı verdik. Prof. Dr. Gazi Aydın, Cem Radyo Yönetim Kurulu Başkanı Yaşar Tükek, Ahi Vakfı Başkanı Galip Demir ve bu fakir’in konuşmacı olarak katıldıkları Ahilik Kurumu hakkındaki panelden ve hep beraber yenen lokmalardan sonra düzenlenen ceme katıldık. Belki de çoğu ilk kez Anadolu’da sürdürülen bir ceme katılıyorlardı. Dede ve babaların yürüttükleri cemde Hakk Muhammed Ali isimleri nidalandıkça, İmam Hüseyin ismi zikredildikçe insanlar bir ibadetin büyüsünde hem hal oluyorlardı. Soydaşlarımız ise aynı yürek enginliğinde deyişlerin, duvazların, mersiyelerin eşsiz avazlarında kökleriyle buluşuyor, “uzak düştükleri” hısımlarıyla cemde kaynaşıyorlardı.
Şu işe bakın ki bugün cemde başka konuklarımız da vardı: Çekoslovakya Televizyonundan bir belgesel çekim ekibi ve bir yabancı araştırmacı arkadaşımız da bizlerle birlikte olmuştu. Ali Rıza Uğurlu Dede ve benimle de söyleşiler yapan ekiple birlikte Yenibosna Kültür ve Cemevi’nde soydaşlarımız da bulunuyordu.
14 Ekim 2005 Cuma
Bugün hava olağanüstü güzel. Sıcak bir sonbahar günü. Sararan yapraklar, sıcak esintili bahar rüzgarı, açık hava insanı doyuruyor.
Hüzün insana yakışan büyük duygu yoğunluğu olarak gelir bulur zaman zaman beni de.
Zaten birkaç gündür hüzünlenmemek elde mi? Ülkenin en büyük şairlerinden birisini, hem de çok sevdiğim, her haliyle bir aydın, bir büyük ozan olarak imrendiğim büyük isim Attila İlhan kavuşmuş sonbaharın büyülü atmosferine sonsuza değin. Nasıl hüzünlenmez, dertlenmez, içi bir hoş olmaz insanın? Her nere gitsem, her neye baksam Attila İlhan var karşımda. İstanbul tümden Attila İlhan, insanlar, deniz, ağaçlar, yapraklar her ne yöne baksam Attila İlhan.
an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şataraban ölür
şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür
Bugün bu duygular içindeyim. İçim bir hoş yani.
Bu duygularla başlıyor günüm. Bulgaristan’dan gelen konuklarımızı İstanbul’da bulunan bazı önemli inanç merkezlerinde ağırlamak istiyoruz.
Erikli Baba
Sabah erkenden Erikli Baba (Eryak Baba) Cem ve Kültür Evi’ne hareket ediyoruz. Burada yönetim kurulu üyeleri bu arada değerli insan Mustafa Yurtalan, başkan Av. Metin Tarhan, Karacaahmet Sultan Derneği Başkanı Muharrem Ercan, çalışanlar ve ilgili dostlar bizleri karşılıyorlar. Birlik ve beraberlik konuşmalarının yapıldığı bir kahvaltıda biraraya gelen insanlar gerçekten çok tarihi anlar yaşatıyorlar bize. İçlerindeki merakı gidererek Türkiye’deki kurumları, yöneticilerini, çalışanlarını, dede ve babaları, yapılan çalışmaları ve hepsinden önemlisi inanç merkezlerinin durumunu merak eden konuklara en büyük ikramda bulunulmuş oluyor; sevgi, saygı, hürmetle.
Zeytinburnu Kazlıçeşme’deki Erikli Baba Dergahı bir Bektaşi dergahı aslında. Uzun yıllar Babagan Bektaşi kolunun hizmet yürüttüğü bu kutsal inanç mekanında şimdi yeniden onarılan cem evinde dedelerin huzurunda Aleviler cemlerini yapıyorlar. Ama gerek yönetimde, gerekse burayı yalnız bırakmayan muhibban kitle içinde Bektaşiler de yok değil.
Her zaman olduğu gibi gerek türbe, mezarlık, gerek cem evi, gerek yemekhanesi, gerek bahçesi ışıl ışıl, tertemiz. İnsanlar hizmette kusur etmemek için, gelen misafirleri en iyi şekilde ağırlamak için canla başla çalışıyorlar.
Hafta içi olsun, hafta sonları olsun dolup taşan bu inanç ve ibadet merkezi gerçekten İstanbul’daki önemli Alevi/Bektaşi mekanlarından birisi.
Buradaki ziyaretimizi tamamladıktan sonra hep birlikte Karacaahmet Sultan Dergahı’na doğru hareket ediyoruz.
Erikli Baba Dergahı ve burada hizmet yürüten babalarla ilgili önemli bir çalışmayı değerli dostum rahmetli Şevki Koca Erenlerimiz kaleme almıştı.
Onun ilgili çalışmasında Eryak Baba hakkında şunlar anlatılıyordu:
Erikli Baba Kimdir?
Bu aziz hakkında değişik rivayetler bulunmaktadır. Ancak fakıyr kulunuz, tarikat-ı Bektaşiy'ye edep ve kültürü içinde, Ata'dan veraset bilgilerimize göre, açıklamalarda bulunmak arzusundayız.
Bektaşi kültür argümanlarına göre, Erikli Baba İki rivayet ile zikredilir.
Bu rivayetlerden ilkine göre Orhan Gazi döneminde Bursa'nın fethinin hemen akabinde Kandıra, Aydos (Yakacık) ve Şamandıra ele geçirilerek İznik kontrol altına alınmak istenmişti. Dönemin Bizans İmparatoru III. Androkinos Pobolokos (1338-1341 ) İznik'i denetimi altına alabilmek için 1329 yılı mayıs ayında, Anadolu yakasına geçti ve Palekanon'da (İstanbul - Maltepe) Orhan Gazi kuvvetleri ile savaşa tutuştu. Bizans kuvvetleri bu savaşta yenildiler. Barış görüşmeleri İmparatorun av köşkü olan bugünkü Merdivenköy'de yapılmıştı. Görüşme sonucunda, bugün Şahkulu Dergahı olarak anılan bölge ve hemen karşısındaki tepeye birer dergah kurma hakkı alındı.
Bu dergahlardan birinin adı Gözcü Tepesi (bugünkü Göztepe) idi ve diğeri Şahkulu Sultan Dergahı, Merdivenköy'e inşa edilmişti.
Sultan Orhan Gazi ile gelen Gazi'ler şöyle rivayet edilirler:
- 1. Gözcü Baba: Göztepe'de medfundur. Yıldırım Beyazit'ın Timur'a yenilmesi üzerine, Bizanslılarca şehit edilmiştir.
2. Mah Baba: Göztepe, Ayazma'da medfundur. Ayni dönem şehit semti, Osmanlı Döneminde devşirme kasapların bulunduğu bir yer olarak bilinmekteydi. Özellikle günlük et tüketen Yeniçeri ortalan, et iaşelerini bu kasaplardan temin etmekte idi.
- 3. Eren Baba: Bugünkü Erenköy’de şehit edilmiş ve türbesi orada olduğu için, o bölgeye Erenköy denilmiştir.
- 4. Kartal Baba: Bugünkü Kartal denilen yerde şehit edilip, türbesine binaen o semte Kartal denilmiştir.
- 5. Şahkulu Sultan: Bugünkü Kazlıçeşme'de medfundur.
6. Erikli Baba: Bugünkü Kazlıçeşme'de medfundur.
İkinci bir rivayete göre ise Erikli Baba İstanbul'un fethine katılan Esseyyid Munammed Saineddin Eryek Baba (Erdik) adı altında maruf bir azizdir.
Fatih dönemi ricalindendir. Topkapı Sarayı'nda bulunan yazmalarda, o döneme ait Eryek Baba adında türbe ve kabirlerden bahsedilir.
Bugün dergahın cümle kapısının sol tarafında kabri olup, iki adet silindirik kabir taşının, Bizans kralının mermer kapısını parmaklan ile kırdıktan sonra kopan kapının sütunları olduğu rivayet edilmektedir.
Yine Erikli Baba'.nn, karakışta Yedikule karşısında Erik yetiştirmesine binaen, kerametleri Tasavvufta Erik yetiştirmek, Ehl-i Beyt'e eren insan yetiştirme anlamındadır.
Karacaahmet Sultan Dergahı
İstanbul’da ve tüm Türkiye’de Alevi/Bektaşi inanç merkezi denilince ilk akla gelen mekanlardan birisi olan Karacaahmet Sultan Türbesi ve onunla birlikte şimdi artık çok büyük bir inanç ve ibadet merkezi haline dönüşen kültür ve cemevine büyük bir ruhaniyetle giren konuklarımız hemen Karacaahmet Türbesi içinde kutsal ziyaretlerini yapıyorlar. Kendi gelenekleri doğrultusunda dualarını eden, Kuran ve nefesler okuyan konukların aşkı ve sevgisi, içtenlikleri gerçekten görülmeye değerdi.
Daha sonra cem salonu ve diğer birimleri gezen konuklar yemekhanede Karacaahmet Sultan Dergahı başkanı Muharrem Ercan ve yönetim kurulu üyeleri tarafından ağırlanıyorlar. Kendilerine ikram edilen cay ve pastalarla birlikte en büyük gıda addettikleri sohbetler ve sonra da okunan nefesler, çalınan sazlarla daha bir kaynaşarak, buradaki canlarla Karacaahmet gibi erenlerin büyük yağlıboya tabloları altında hasret gideriyorlar.
Saatler ilerlese de kalkılıp gidilmek istenmiyor.
Nasıl gidilsin ki! Çoğu ilk kez bu kutsal mekanı görüyor. Kendilerine yoğun ilgi ve alaka gösterilmesine sevinin ve uzun yılların özlemiyle ve yanıklıklarıyla buraya gelen babalar, analar çok duygulanıyorlar.
Muharrem Ercan burada yapılan çalışmaları kendilerine anlattıkça, tazelenen çaylar yudumlandıkça soydaşlarla, Bulgaristan’da yaşayan Alevi/Bektaşilerle Türkiye’deki kurumların yakınlaşmaları daha da artıp, anlamlı oluyor.
Gerçekten burası yüz binlerce insana hizmetin verildiği, hiç kimsenin renginden, cinsinden, inancından dolayı ayrıma uğramadan kendilerini kucaklayan hizmet erenlerine kavuştukları bir kültür ve inanç merkezi.
Karacaahmet Sultan Türbesi Kültür ve Cemevi binlerce insanın kaynayan kazanlardan lokma yedikleri, cemlerini yaptıkları, inanç ve kültürlerinin zenginliklerini semahları, sazları öğrendikleri, Alevilik/Bektaşilik’le ilgili kitapları bulabildikleri geniş, ferah, kucaklayıcı bir büyük külliye görevini yerine getiren bir mekan.
Üsküdar’daki Karacaahmet Sultan Türbesi, cem kültür evi ve mezarlığı her gün, her an ziyaretcisi olan İstanbul’un ve Türkiye’nin en önemli inanç ve ibadet mekanlarından, kaynayan kazanından en fazla lokma sunulan aşevlerinden birisine sahip mekanı. Kapısı herkese açık.
İnsanlar değişir, kurumlar kalır misali, her gelen yolcu, Alevi/Bektaşi yolunun bekçileri ise hep hancı olarak herkesi bekliyor, bu kutsal ocakta.
an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür
Şahkulu Sultan Dergahı
Şahsen benim yeryüzünde huzur bulduğum ender mekanlardan birisi olan bu yüzyılların inanç ve ibadet, kültür merkezi belki de İstanbul’un da en güzel, en otantik Alevi/Bektaşi ziyaret yeridir.
Eskiden dergahın arazisi içindeyken zamanla elden çıkmalar nedeniyle şimdi üzerlerinden apartmanların daireleri yükselen bir alanda, büyük yollarla çevrilmiş olsa, arazisi çok küçülse de, ruhaniyetinden hiçbir şey kaybetmemiş olan Şahkulu Sultan Dergahı’na da her gün, özellikle hafta sonları on binlerce insan gelmektedir.
Anadolu’da, Trakya’da, Balkanlar’da yaşadığı/yaşattığı Aleviliğini/Bektaşiliğini şimdi burada solumak isteyen binlerce insan, bu insan sayısı arttıkça sanki büyüyen, görece küçük ama gerçekte çok büyük dergaha ve bahçeye sığınmakta, saatlerini burada geçirmektedir.
Şahkulu Sultan ziyaretinin yanında eskiden Bektaşi Meydanevi iken şimdi Alevilerin cem ibadetlerini yaptıkları cemevine dönüştürülen ibadet mekanı, aşevi, dershaneleri, kütüphanesiyle mütevazı yapısında büyük hizmetlerin verildiği Şahkulu Sultan Dergahı, konukları karşılayan başkan Mehmet Çamur’un da çok yerinde söylediği gibi, Anadolu’dan Balkanlar’a da açılan en önemli Alevi/Bektaşi ziyaret mekanıdır.
Bir dönem harabe haline gelen ve yola gönül vermiş çok değerli insanların katkılarıyla onarılıp cemlerin yapıldığı, lokmaların dağıtıldığı yeniden yaşayan bir dergah görünümüne kavuşan Şahkulu Sultan Dergahı’nın çok zengin bir kütüphanesinin olduğunu hemen hatırlatalım. Bu dergahtan çok önemli babalar yetişmiştir.
Aynı zamanda erenler yatağı İstanbul’un da en eski, en önemli ziyaret mekanlarından birisi olan Şahkulu Sultan Dergahı’nın bahçesinde onlarca ağacın bakımı yapılmakta, yaz/kış bahçe canlı bir şekilde gelenlerin canına can katmaktadır.
Bulgaristan’dan gelen misafirlerimizi buradaki yönetim de çok iyi karşılayıp, büyük bir ilgi ve ihtiramda bulunarak gönüllerini almışlardır.
İnanç önderi olarak Veli Akkol Dede ve başkan olarak Mehmet Çamur konuklarla çok yakından ilgilenip onlara kucak açmışlardır. Ayrıca Makbule Hanım da yılların tecrübesiyle konukların ihtiyaçlarının giderilmesini sağlamıştır. Kendilerine aynen Karacaahmet’te olduğu gibi broşürler, kitapçıklar hediye edilmiştir.
son umut kırılmıştır
kaf dağı’nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar baki
çeşmelerden akar Sinan
an gelir
-la ilahe illahlah-
kanuni Süleyman ölür
Kartal Cemevi Vakfı
İstanbul’daki en büyük cem kültür evlerinden birisi olan Kartal Cemevi’nde bizleri bekleyen dostlara ulaşmamız kolay olmuyor. Öğleden sonra varmayı planladığımız bu günümüzün en modern inanç ve ibadet mekanlarındın birisi olan cemevinde bizleri başkan Mehmet Boy ve yönetim kurulu üyeleriyle hizmet erleri olan çalışanlar karşılıyorlar.
Her şeyden önce başkanla sohbet ediliyor, tanışılıyor. Mehmet Boy yapılan çalışmalardan ve bu hizmet binasının meydana gelme öyküsünden bahsediyor. Daha sonra hep birlikte tüm bina birimleriyle birlikte geziliyor.
Özenle hazırlanmış yemekler yenildikten sonra akşam CEM Vakfı Bakırköy Kültür ve Cemevi’nde yine misafirlerimizin sergileyecekleri ve dedelerin de katılacakları ceme iştirak için bizler acele ediyoruz.
Kartal Cemevi tüm yöreye hizmet verecek kapasitede gerçekten de oldukça modern çok yönlü bir bina. Ortasındaki havuzun huzur veren su sesi çevresinde hizmet birimleri, bu birimlerden ayrı olarak planlanıp yapılan çok yüksek kubbesiyle müstakil cem salonu, aşevi, kurs ve dershane odalarıyla binlerce insanın yararlanabileceği bir inanç ve kültür merkezi olan Kartal Cemevi’nde bir de kitap satış reyonu var.
Maalesef yeterli arazi olmadığı için bahçesi ve yeşil alana yeteri kadar olmayan cemevinin bu sıkıntısını ve eksikliğini tüm İstanbul’daki ve belki de tüm Türkiye’deki cemevlerinde görmek olası.
Erenlerin yolunda, kendisini ziyarete gelmiş tüm insanlara ayrım yapmadan hizmet veren Kartal Cemevi personeli ve gönüldaşlarıyla vedalaştıktan sonra hızla yola koyuluyoruz, akşamki ceme ulaşmak için.
CEM Vakfı Bakırköy Kültür ve Cemevi’nde Cem
Sıkışan trafikte oldukça geç saatte cemevine ulaştığımızda tüm konuklarımızı bizleri bekler bulduk. Hemen hazırlıklar yapıldı ve Rumeli Yöresi Cemini görmek isteyen onlarca dede ve canın aşkla bekledikleri an geldi. Bulgaristan’dan gelen canlar hemen hazırlandılar. Analar yanlarında getirdikleri ve atalarından kendilerine yadigar kalan otantik giysilerini giydiler. Posta oturan Abdullah Baba ve ona yardımcı olan diğer canlarla ceme girildi.
Yapılan dualar, okunan nefesler, dönülen semahlar Hakk içindi.
Rumeli’nden, Bulgaristan bir barış misali gelen dede ve babalar, analar, canlar burada; yüzyıllar boyunca farklı bir coğrafyada da olsa yaşatmayı başardıkları ve Hakk Muhammed Ali adının anıldığı cemleri sergilemiş oldular.
Tarihi bir anı yaşamanın ve belgelemenin mutluluğuyla, kıvancıyla dolup taştım. Uzun yıllardır beraber çalıştığım ve çok sevdiğim Mehmet Kaygusuz bu sefer çekimlerde bana yardımcı olurken kendisi de bu kültürü daha yakından tanıma fırsatını yakaladığı için sevinçliydi. Aynı şekilde önemli bir tecrübe yaşayan Anadolu’dan İstanbul’a bu yolu sürmeye çalışan dedeler de, cemi izlemeye gelen dostlar da, aynı mutluluğu paylaşıyorlardı.
Bizler geç saatlere kadar hizmetlerimizi yaptıktan sonra Hakkı Saygı’yla beraber onun evinde misafir olmak için Mehmet Kaygusuz’la yola koyulduk.
Küçükçekmece yakınlarındaki ve Garipdede Türbesi’nin karşısındaki Bakırköy Kültür ve Cemevi başta Hakkı Saygı Baba ve Abidin Harman Baba olmak üzere birçok kişinin de kişisel gayretleri sonucunda gelişmiş, yöre insanına hizmet veren mütevazı olduğu kadar bir inanç yuvası olarak da ayakta duran bir önemli mekan olma özelliğini gösteriyor.
Buraya daha çok Rumeli yöresinden insanlar gelip ibadetlerini yapıyorlar.
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiirler söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
attila ilhan ölür
15 Ekim 2005, Garipdede Türbesi
İstanbul’un en önemli Alevi/Bektaşi ziyaret yerlerinden ve cem kültür evi olarak her binlerce ziyaretçisi olan Garipdede Türbesi’ni sabah erken saatlerde ziyaret ediyoruz.
Yine aynı şekilde soydaşlarımız türbede Kuran okuyorlar, deyişleri söylüyorlar. Hep birlikte cemevine geçiliyor. Buradaki temizlikten, duvarlardaki resimlerden çok etkilendikleri belli olan soydaşlara Fethi Erdoğan açıklamalarda bulunuyor.
Öğlen üzeri hazırlanan lokmalar yenildikten sonra izin destur isteniyor.
Yemekhanede Fethi Erdoğan, Alevi İslam anlayışı hakkında konuklara detaylı, içerikli bilgiler aktarıyor.
Heyetin ve Dulovo’daki derneğin başkanı Erol Salih de aynı şekilde Bulgaristan’da kendilerinin yaptıkları çalışmaları anlatıyor.
Akkadınlar Türk-Alevi Kültür ve Hayır Cemiyeti
Soydaşlarımız özellikle CEM Vakfı’nın düzenlediği Anadolu İnanç Önderleri Toplantılarından bilhassa ikincisinden çok etkilenip, CEM Vakfı’nın yaptığı çalışmaları gördükten sonra Dulovo’da böyle bir dernek kurmak için çalışmaya başlamışlar.
Önemli bir Alevi/Bektaşi yerleşim birimi olan Dulovo yani Akkadınlar ve buraya çok yakın bir mesafede bulunan Çernik (Karalar) köylerinin inanç önderleri babaları da yanlarına alarak çalışmalara başlayan dostlar 2002 yılında, Akkadınlar 2002 Türk-Alevi Kültür ve Hayır Cemiyeti Dulovo’yı kurmuşlar.
Belediyeden kiraladıkları bir eski binada hizmet vermeye çalışan soydaşların en büyük özlemi Türkiye’deki kurumların da yardımla Dulovo’da bir kültür ve cemevi yapabilmek, hizmetlerini orada rahat bir şekilde yürütmek.
Bizzat benim de ziyaret ederek gördüğüm gibi yöredeki tüm babaların fotoğraflarının da asılı olduğu dernek binası kent merkezinde halka hizmet veriyor.
Dostlarımızla Eskişehir’e doğru yol alıyoruz. Yolda zaman zaman kendilerine dilim döndüğünce bilgi vermeye çalışıyorum.
Eskişehir, Seyitgazi, Sultan Süceattin Veli Dergahı
Kendilerini, yaptıkları çalışmaları maneviyatlarını ne kadar met etsek az olan Nevzat Demirtaş ve eşi Nadire Ana bizleri her zaman olduğu gibi büyük bir ilgi ve sevecenlikle karşılıyorlar. Yalnız bu sefer her ikisinin de sağlık sorunlarının yoğunlaştığını görünce bayağı üzülüyorum.
Abidin Harman ve eşi Fatma Anasultan’ın adak olarak aldıkları kurbanlar kesiliyor. Yemekler hazırlanıyor. Eskişehir’de öyle bir soğuk var ki, hiç üşümediğini söyleyen bizim genç kardeşimiz Mehmet Kaygusuz bile üşümekten söz ediyor. Herkes sığınacak bir yer arıyor. Türbe ziyaret edildikten sonra meydanevi’nde, şimdi cemevi olan Külliyenin büyük kubbeli yapısında toplanılıyor. Herkes battaniyelere sarılıyor. İçerisi ısıtılmaya çalışılsa da hava gerçekten çok mu çok soğuk.
Bulgaristan Dulovo Bölgesi’nde babalar arasında bazı problemler yaşanmış, bunların halli için sene içinde Nevzat/Nadire Demirtaş ile Hakkı/Fahriye Saygı’lar bu bölgeye gitmişlerdi. Babalar arasındaki halledilmesi gereken problemler kısmen halledilmişti. İşte bu ziyaretin de yarattığı fırsatla Baş baba pozisyonunda bulunan Abdullah Baba’nın tarikten geçmesi, başının okunması yani muhibban canlar karşısında sorgusunun yapılması ve kendisinin Sultan Süceattin Veli Dergahı’na ve Nevzat Demirtaş Dede’ye bağlılık yeminini tekrarladığına hep birlikte tanık olduk. Kameralarımız bu tarihi anları kayıt altına aldı.
Nevzat Demirtaş ise yaptığı konuşmada yüzyıllardır halka hizmet vermeye çalışan bir büyük dergahın/ocağın postnişini olarak aynen dedelerinin yaptığı gibi Türkiye’de ve Bulgaristan’da kendisine bağlı babaların ve taliplerin hizmetlerini ölene kadar görmeye devam edeceğini, aşkı ve ilhamı bu hizmetlerde bulduğunu söyledi.
Şu anda Babai Bektaşi Kolu’na bağlı onlarca babanın yıllık görgü hizmetlerini (baş okutma, talipleri karşısında sorgudan geçirme) yerine getiren ve onlarla birlikte binlerce insanın da manevi önderi olan Nevzat Demirtaş ve eşi Nadire Anasultan tüm ömürlerini bu hizmetlerde geçirmiş çok büyük bir sevgiye mahzar olmuş, çok değerli insanlar olarak haklı bir üne sahipler. (Çok derin bir üzüntüyle beriltmek gerekir ki, Nadire Anamızı, Analar Sultanı’nı 3 Mart 2007’de kaybettik. Kendisini son yolculuğunda uğurlamak için Seyitgazi Arslanbeyli köyüne gelen onlarca dede, baba, ananın yanında yüzlerce insanın hayır dualarını alan Nadire Ana’nın yola, Sultan Süceattin Veli Dergahı’na hizmetleri çok büyüktür. Misafirperver, kemalet sahibi, analar anası, gönlü yüce, gönüller sultanı bu büyük değerimizin kaybı ben de derin bir üzüntü yaratmıştır. Sonsuza kadar ışıklar içinde olan ruhu her daim kainatta bizleri aydınlatan bir nur olsun, bizden ayrılmasın diyorum.)
Aylar boyunca tüm Marmara Bölgesi’nde geleneksel dedelik hizmetlerini yerine getiren Nevzat Demirtaş, tüm Batı Anadolu Bölgesi’nde de bilinen ağırlığı olan günümüzün çok önemli bir inanç önderidir.
Pençe altından geçen, görgüsü/sorgusu yapılan (usulen) Abdullah Baba ve misafirler secde edip sözlerinde ikrar bent olduklarını, varsa kusurlarının affedilmesini diledikleri Nevzat Demirtaş Dede’nin önünde niyaz bent oluyorlar. Gerekli sulh sağlandıktan sonra Hakk aşkına kesilen kurbanlar lokma ediliyor.
Ben, gece yatılmaya müsait olan burada kalınmasını istesem de başkan ve çoğunluğun sözüne kulak vererek ki bir ata geleneği olarak misafirin sözüne uyarak, gecenin ayazında, bozuk arabayla, biraz da şaşkın olan şoförle Konya yoluna koyuluyoruz.
Ana yolu bile şaşıran üstelik bunun suçunu da bize bulan şoförün oyunlarına yeni yeni alışacağız. Sabah dörtte ben üşüdüm, yorumdum, diyerek bir benzin istasyonuna arabayı çekiyor ve soydaşlarımız biraz üşüyerek zor bir gece geçiriyorlar.
Sabahın ilk ışıklarıyla Akşehir’e varıyoruz.
16 Ekim 2005, Akşehir, Nasrettin Hoca, Seyyid Mahmut Hayrani
Gerçekten şirin mi şirin, gezilmeye, görülmeye gerçekten değer olan Akşehir’e vardığımızda gün yeni doğuyordu. Çiselti bir yağmur altında Nasrettin Hoca Türbesi’ni geziyoruz. Konuklarımız bundan çok etkileniyorlar; Nasrettin Hoca ismini duymayan yok ve hepsi de onun bazı fıkralarını biliyorlar.
Dünyanın tüm çirkinliklerine, acılarına, tasalarına, zorbalıklarına karşı vurdumduymazlığın en güzel örneklerini hicivleriyle dile getiren Nasrettin Hoca bir Türk bilgesi olarak tüm Türk dünyasını, hatta dünyayı etkilemiş bir büyük değerimiz. Şimdi onu gönüllerinde yaşatan Bulgaristan’daki soydaşlarımızla onu ziyaret etmek ayrı bir duygu.
Daha sonra hem Nasrettin Hoca’nın hocası olduğu söylenen, en azından aynı coğrafyanın insanı olan, aynı zamanda Alevi İslam inancı içinde Mevlana’yla ismi en çok anılanlardan bir büyük ocak temsilcisi ve önderi olan Seyyid Mahmut Hayrani’nin Türbesi’ni ziyarete geliyor sıra.
Yürüyerek, daha kimsenin kalkmadığı ve şenlendirmediği Akşehir’in dar sokaklarında ilerliyoruz.
Tarihi ahşap Akşehir evlerinin cumbaları altından geçerken yüzlerce yıllık camileriyle ve tarihi eserleriyle çok önemli bir kültür ve turizm merkezi olan Akşehir’i hayranlıkla seyre dalıyoruz.
Yine kısa bilgilerle soydaşlarımıza Seyyid Mahmut Hayrani hakkında bilgiler vermeye çalışıyorum. Kendilerini Nasrettin Hoca’da olduğu gibi buradaki türbeden de etkilendikleri anlaşılıyor.
Yine yoğun bir soğuk ve yoldaki bardaktan boşanırcasına yağan yağmurdan sonra Konya merkeze varıyoruz.
Tam merkeze varmışken, arabada bir arıza oluyor, Pazar günü olduğu için oto tamircisi bulmak çok zor oluyor. Üç/dört saat soğukta insanlar perişan oluyor.
Ee gülü seven dikenine katlanır. Erenlerin izinden gitmek zahmetli olacak, belki de bu daha anlamlı.
Mevlana, Mevlana Müzesi
Tüm dünyada İslam denilince, tasavvuf denilince, aşk ve sevgi denilince ilk akla gelen isimlerden birisi olan ve yüzyıllardır en çok okunan, sevilen, esinlenilen mutasavvıf olan Mevlana’nın huzurunda tekrar olmak, bu atmosferi solumak benim için de gönül titreten anlar. Soydaşlarımızın ise ürperircesine ziyaret edip, gezdikleri Mevlana Müzesi’nde senenin her günü gibi binlerce konuk aynı hayranlık seyre dalıyorlar, bu büyük veliyi. Paha biçilmez hazineleriyle bizleri büyüleyen Mevlana Müzesi’nden ayrılmak zor oluyor.
Şoför yine bir azizlik yapıp iyi kötü bildiğimiz yol güzergahına uymayıp Nevşehir yerine Kırşehir üzerinden iki/üç saatlik uzatmayla bizi Hacı Bektaş’a götürmek isteyince tüm planlarımız tekrar değişiyor.
Hacı Bektaş ve Dergah
Birçok kez ziyaret ettiğim Hacı Bektaş’a bu sefer Bulgaristan’dan soydaşlarımıza rehber olarak varmak; aynı gönül sıcaklığını çok uzak diyarlarda yaşatan birçoğu burayı ilk kez ziyaret edecek olan babaları ve anaları buraya getirmekten biraz da kıvanç duyuyorum açıkçası.
Bizi saatler boyunca beklese de, bizden kaynaklanan nedenlerle başka bir programa katılan Belediye Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu’nun görevlendirdiği dostların sayesinde geç saatte, şimdi müze olarak gezmek zorunda olduğumuz Hacı Bektaş Dergahı’nı, kapanış saati geçse de ziyaret ediyoruz.
Soydaşlarımız büyük huşu içinde ismini her an andıkları ve kalplerinde yaşattıkları Hünkar’ın huzurunda olmaktan son derece mutluluk duyuyorlar. Yine burada da dualar, Kuranlar, deyişler okunuyor.
Her ne kadar aynı gece yola devam etmek isteyenler olsa da, bu sefer ben buna engel oluyorum. İki gün üst üste zaten bir tek şoförün araba kullanması çok tehlikeli olacaktı. Zaten şoför de bunu reddediyor. Bir otel bularak insanları buraya yerleştirmeye çalışıyoruz. Habersiz geldiğimiz otelde insanları yerleştirmeye çalışıyoruz. Ama onların da haklı ki yaklaşık elli kişiyi ağırlamaları çok zor. Dar maddi imkanlarla yola çıkan bu canlarımız doyurmak boynumuzun borcu oluyor. Üstelik ilçenin bir büyük sıkıntısını da onlarla beraber yaşamış oluyoruz. Ricamızı kırmayarak bir şeyler hazırlayan otel sahipleri ekmeksizlikten yakınıyorlar. Gerçekten de daha sonra belediye başkanının da söylediği gibi Hacı Bektaş’ta belli saatten sonra ekmek bulmak bir müşkül halmiş. İnşallah duyarlı ve yardımsever insanların yardımıyla yeni bir fırın daha yapılır da, bu sorunu başka insanlar çekmez diyerek, çorbalarımız, ekmek yerine koyduğumuz makarnalarımızla lokma ederek soğuk odalarımızda sabahlamaya çalışıyoruz.
Neyse ki kahvaltımız iyi oluyor.
Yine belediye başkanıyla görüşüp misafirlerin onunla buluşmasını sağlıyorum. Başkan çok içten ve yapıcı davranışlarıyla, konuşmalarıyla soydaşlarımızı çok iyi ağırlıyor. Bölge hakkında bilgi alırken, belediyenin yaptığı çalışmalar ve hedeflerini onlara aktarıyor.
İnsanlar çarşıda son bir alış/veriş yaparak yola revan oluyorlar.
Ben ise üzücü bir gelişme nedeniyle onları yalnız bırakmak zorunda kalıyorum. Yolun bundan sonraki bölümünde Mehmet Kaygusuz ve Yaşar Bey, onlara refaket ediyorlar. Ben burada kalıyorum.
17 Ekim 2005, Hacı Bektaş, Yusuf Ulusoy Cenazesi
Eski milletvekillerinden ve Aleviler/Bektaşiler içindeki Çelebiler Kolu’nun son önemli temsilcilerinden Yusuf Ulusoy’un Ankara’da vefatını öğreniyorum.
Cenazesi Hacı Bektaş’a getirileceği için ben de burada kalıyorum. Bu arada değişik yerlerden gelen dede ve yola gönül vermiş canları görüyorum. Bu arada Ali Rıza Selmanpakoğlu’yla tekrar görüşüyoruz.
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Araştırma Merkezi’nin buradaki temsilcisi pozisyonundaki yola emek vermiş Ali Sümer Halifebaba’yı ziyaret ediyorum. Kendisiyle sohbet edip, dertleşiyoruz. Kendisi de sadece dernek ve vakıflar arasındaki kopukluktan değil, Alevi/Bektaşi yapılar arasındaki kopukluklardan ve birbirlerini anlamamalarından da mustarip olduğunu görüyorum. Ona göre Bektaşilik inanç kurumu olarak hala anlaşılabilmiş değil. Bektaşi babalarının önemi hala inkar ediliyor.
Cenaze evini ziyaret ediyorum. Burada Tokat’tan, Adıyaman’dan, Gaziantep’den, Ordu’dan, İstanbul’dan gelen yüzlerce insanı görüyorum. Cenaze evinin bahçesi oldukça kalabalık. Siyasi isimlerden Saffet Arıkan Bedük, Şahin Ulusoy’u fark ediyorum. Beni tanıyanlar Yusuf Ulusoy’un yakınlarına beni götürüyorlar. Hepsine CEM Vakfı adına başsağlığı diliyorum. Bu arada Veliyettin Ulusoy da taziyeleri kabul ediyor.
Cemalettin Çelebi’nin torunu, Ali Hadi Ulusoy’un oğlu ve 1954/57 dönemi Demokrat Parti Tokat Milletvekili, 1969/73 Dönemi Birlik Partisi Tokat Milletvekili olan, 1921 doğumlu Yusuf İzzettin Ulusoy 15 Ekim’de Hakk’a yürümüştü.
Derken cenaze eve getiriliyor. Tabuttan tutmak isteyen yüzlerce insan oraya yöneliyor. Daha sonra Çilehane’deki büyük mezarlığa götürülen Yusuf Ulusoy’un naşı başında yüzlerce insan cenaze namazına duruyor. Dedelerin duaları ve okunan Kuran’la birlikte cenaze defnediliyor.
Bu cenazede gözlemlediğim, birçok kez dile getirdiğim gibi, her ne yorum yapılırsa yapılsın, ne denirse denilsin, İç Anadolu Bölgesi’nden, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden, Karadeniz Bölgesinde gelen büyük kitlenin ve dedelerin varlığının da gösterdiği gibi, Hacı Bektaş Çelebilerine halkın çok yoğun bir sevgi gösterdikleri, etkilerinin halen canlı bir şekilde sürdüğüdür.
Bu arada CEM Vakfı Maltepe Kültür ve Cemevi Başkanı Hüseyin Koca’yı da cenazede görüyorum. Kendisi de aslen Ordu’dan olan ve Çelebilere çok büyük bir saygıyla bağlı olduğunu anladığım Koca bir minibüsle yakınlarıyla birlikte cenazeye katılmak üzere İstanbul’dan buraya gelmiş. Ben de onlarla birlikte, çok ustaca kullanılan, uzağı yakın eden arabayla gece yarısı İstanbul’a ulaşıyorum.
Notlar:
- Gezi boyunca ve gezi sonucunda yakınları ve CEM Vakfı Yöneticilerine ilettiklerine göre bu ziyaretlerden çok memnun ayrılan soydaşlarımız, hayatlarının en anlamlı ziyaretini yaptıklarını söylemişler.
- Gerçekten de hayatlarında ilk kez, belki Türkiye’deki bazı insanların bile ziyaret etme gayretinde olmadıkları, belki imkan bulamadıkları bu kutsal ve önemli inanç merkezlerini ziyaret eden soydaşlarımız inanç, kültür, tarih, mekan bakımından büyük bir yakınlaşma yaşadılar.
- Aynı şekilde onların konuşmaları, tavır ve davranışları, cemleri, sazları, semahları, deyişleriyle nasıl canlı bir inanç ve kültür dünyasını yaşattıklarını da Türkiye’deki birçok insan ve bu arada dede/baba, kurum ve kuruluş yetkilisi görmüş oldu.
- Her gittikleri yerde ilgi ve alakayla karşılanan misafirlerimize gerçekten tüm Alevi/Bektaşi/Mevlevi kurum ve kuruluş temsilcisi, dede ve babalar en üst düzeyde ilgi ve alaka gösterdiler. Onlara çok içten ve samimi davranıp gönüllerini fethettiler. Misafirler de buna mukabil kalplerini, Türkiye’ye tam açtılar.
- Her türlü zorluğa, yolculuktaki olumsuzluklara rağmen bu insanların kanaatkar tutumları, yeni bir yer görme istekleri, büyük bir sevgi ve aşkla insanlara, ziyaret mekanlarına yönelmeleri içlerinde insanlık ve Alevi/Bektaşi bilincini gösteriyordu.
- Tüm bu geziyi, kişisel gayretlerim ve olanaklarımla kamera kayıtları ve fotoğraf çekimleriyle ölümsüzleştirmeye gayret ettim. Gezi sonucunda maalesef aşırı soğuk ve yorgunluk nedeniyle böbreklerimdeki üşütme sonucunda hastalanıyorum.
AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma Gezi Notları, 2002/2006), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008, Sayfa: 245-264