2006’da Geziler (3.)
AYHAN AYDIN
Malatya, Ankara, Sivas, Samsun, Amasya, Tokat, Hacı Bektaş Gezileri
26 Ağustos/Eylül 2006
Sevgili Dostlar Merhaba,
Yıllık iznimi kullanmak üzere bir ay boyunca yollardaydım, Anadolu’daydım.
Ziyaret ettiğim yerlerdeki dostların da katkılarıyla gerçekleştirdiğim bu gezinin önemli olduğuna inanıyorum.
Oralardan Anadolu’dan, köylerden, türbelerden, dedelerden, ozanlardan bol selamlar getirdim sizlere. Umarım bunları ayrıntılı sizlere iletebilirim.
Geçtiğimiz ay sonundan itibaren süren ve Malatya Arapkir Onar Köyü’nde anma etkinlikleriyle başlayan ve yöredeki Hastek, Saldek köyleriyle, Erzincan Kemaliye Ocak Köyü (Hıdır Abdal Sultan) Ziyaretiyle ilk bölümü gerçekleşen gezi çok verimliydi.
Karacaahmet Sultan Derneği’nden Abbas Genç başkanlığındaki semah gurubuyla başlayan gezimizde günümüzün önemli inanç önderlerinden Garipdede Türbesi Dedesi Fethi Erdoğan Dede de vardı. Sevgili Celal Arslan Dede’nin davetiyle gittiğimiz Onar Köyü’nü kısaca anlatmak yetmez. Elbette bir büyük inanç ve kültür merkezi olan Kemaliye Ocak Köyü ve Mehmet Yaman Dede ve anlattıklarının ayrıntıları önemli.
Ankara’da hem aile hasreti, hem de sağından solundan binalar yükselen kendisi aynı kalmış ilkokulumun bahçesinde nostaljik hatıralar da var. Ama Hüseyin Gazi Etkinliği’nin bir partinin, DSP.’nin gölgesinde geçmesi düşündürücüydü de, artık geçmiş ozanlara karışmaya başlayan Hasan Gören (Kul Hasan), Muharrem Yazıcıoğlu ve uzun yıllar öncesinden önemli bir ses Müslüm Sümbül ve Musa Karakaş söyleşileri de bir başka güzeldi. Rıza Yıldırım dostla, saygıdeğer Alemdar Yalçın hocayla söyleşmek çok yararlıydı.
Sonrasında Prof. Dr. Alemdar Yalçın ve Seyyid Garip Musa Ocağı Dedesi ve aynı isimli Dernek başkanı Musa Karakaş ile birlikte Sivas Şarkışla’da Ağahi Baba’nın yeniden yapılan mezarının açılmasıyla ilgili bir tören ardından Kırıkkale Hasan Dede Belediyesi ziyareti (Haşim Dağıstan Dede’yle söyleşi ve türbenin çekimlerinin yapılması, ama ralli ve satranç turnuvasının düzenlendiği ve kültürünün kökleriyle ilgisi kalmadığı anlaşılan etkinliğe katılmak bile istemememdeki haklılık.), tekrar Ankara’ya geçiş. Biraz yorucu ama umut verici ziyaretlerdi.
Daha sonra konuksever Muharrem Ateş Dede’nin rehberliğinde Samsun Havsa, Amasya Merkez (Hamdullah Efendi Türbesi), Tokat Turhal (Eraslan Doğanay Dede’yle söyleşi), Amasya Merzifon (Piri Baba Dergahı, ilçenin tarihi dokusuna yolculuk), çevre köyler ve ziyaretler sonrasında Hacı Bektaş’ı ziyaret. Burada Belediye başkanı ve Veliyettin Ulusoy’u ziyaret ve söyleşiler.
Neyse umarım bunları uzun uzun yazarım.
Bunlar elbette çok güzel, çok güzel de burada daha önce sizlere yazdığım bir yazıdaki bazı sitemlere bile “üzülen, gocunan” bazı dostlarımıza tekrar sormak isterim; acaba bunları yapmak, yaptırmak, bu etkinliklere yardımcı olmak Alevilik/Bektaşilik adına yola çıkan kurumların bir görevi değil mi?
Anadolu insanı merak etmeyin konukseverdir, sizleri, sizlerin gönderdiği adamları yedirir içirir, arabasında varsa benzini sizleri gezdirir, sizinle birlikte yorulur da.
Şu gün bile halen Alevilerin sayısını 15/30 milyon arasında söylemekten utanmıyoruz. Sanki bunları tespit etmek çok çok çok zor şeyler. Tüm Alevi köylerini, türbelerini tespit etmek. İnsanların sorunlarını, beklentilerini, sıkıntılarını tespit etmek çok çok çok zor bir şey. Bunlarla ilgili çalışmalara yapmaya çok çok çok paralar gerekiyor!!!
Eminim ki gözle görülür şekilde fuzuli olan şeylere yapılan harcamalar buralara yapılsa çok önemli ve kalıcı çalışmalar çıkar. Ama nerde?
Ha bir de ben birilerinden para istemek, “dilenmek” vs. için bunları yazmıyorum. Çalışan, okuyan, üreten insanları desteklesinler, ben beni destelemişler gibi sevinirim. Ama nerde???
Ancak gösteri peşindeyiz, reklam peşindeyiz, egomuzu yenemeden benlik peşindeyiz. Birilerini kırıp dökerek, engelleyerek, olacak, olması gereken işleri yapmayıp, baltalayarak hep kendimiz için çalışıyoruz.
Ne diyeyim yazıklar olsun.
Alevilik adına yapılan yanlışlıklara, Aleviliğin sömürülmesine yardım edenlere, sömürücülere, çıkarcılara yazıklar olsun.
Bu tavır ve tutumlarla bence Sünniler ve devletle birlikte yapılan yüzlerce yanlışla Aleviler Aleviliği yozlaştırıp, Aleviliğin, Alevilerin Sünnileşmesini sağlıyorlar.
Bunları daha derli toplu, artık zürfiyare de dokunan yazılarla gerçeklerin yanında olmaya gayret edeceğiz.
Aşk olsun,
İçten muhabbetlerimle.
Ayhan Aydın
Aleviyol İnternet sitesi
Anadolu Yollarında…
25 Temmuz 2006
Büyük romancımız ve öykücümüz Reşat Nuri Güntekin’in ifadesiyle Anadolu Yollarındayım.
Başlangıç noktamız yüzyılların inanç mekanlarından Karacaahmet Sultan Dergahı. Tatlı bir koşuşturma, heyecan var dergahta. Uzun yola hiç de elverişli olmasa da, dizlerimizi uyuşturup bizleri hasta etse de dostlara bizi ulaştıracak minübüsün yanında yerimizi almadan önce bir güzel karnımızı doyuruyor hizmetin sultanları. Bir de tabii gençlerini koruyan Abbas Genç gibi bir hoca ve önder olursa iş başta, aç, açık kalmak ne kelime!
Günümüzün en önemli inanç önderi dedelerinden Garipdede Türbesi’nde şu anda hizmet yürüten Fethi Erdoğan’la birlikte yapacağız bu uzun yolculuğu. Dile kolay Malatya’ya Arapkir’e gideceğiz. Nice dağlar, tepeler aşacağız, hele hayırlısı bakalım diyerek arabaya biniyoruz. Dur durak bilmeden yolları kat’ediyoruz.
26 Temmuz 2006
Hakikaten epey yorulmamıza rağmen Malatya’ya ne zaman, ne vakit ulaştığımızı anlayamadan yoğun sıcağa rağmen bir sevinçtir içimi kaplıyor. İlk önce Arguvan’a uğruyoruz. Bir genç öğrenci kardeşimizin alacağı kıymetli emanetleri almak bana da yarıyor doğrusu, böylece uzun yıllar müziğiyle ve üzümüyle ismini duyuran bu ilçenin küçük merkezini de görmüş oluyorum.
Tekrar yola koyulup bizleri büyük bir sabırsızlıkla bekleyen ve yürekleri çok mu çok zengin dostların yanına bize tandır ikramını çoktan hazırlayan Arapkir merkezde Hacı Bektaş Derneği’ni kurarak öncü bir çalışma yapan başkının yanına ulaşıyoruz. Karacaahmet Sultan Dergahında başkan olan Muharrem Ercan da bizleri bekleyenler arasında.
Güzel bir çay bahçesinde açlığımızı giderdikten sonra, yeşillikler arasında hem de görülmeye gerçekten değer tarihin bize yadigarı Onar Köyü’ne giriyoruz. Fıstık ağaçları altında, bol binalarıyla bizi çok iyi karşılıyor hem Onar köyü, hem de Onarlılar.
Sarmaş dolaş hasret gideriyoruz can dost Celal Arslan Dede’yle. Daha sonra bakıyoruz ki, daha başka birçok dost var burada: Mehmet Yaman dede, Prof. Dr. Alemdar Yalçın, Doç. Dr. Gıyasettin Aktaş, Tunceli Cemevi Dedesi Mahmut Doğanoğlu, Musa Karakaş Dede gibi birçokları.
Gün içinde yorgunluk gidersek de, zaten sürekli yaşadığım stersten dolayı da olsa gerektir dudağım kötü bir şekilde uçukluyor. Sonrasın Celal Arslan Dede’nin müsahibinin kapısında demli çaylar ve yenen lokmalarla dostlarla hem hal olmamız devam ediyor.
27 Ağustos 2006
Malatya, Arapkir
Onar Baba Anma Etkinlikleri
Malatya Arapgir Onar Köyü’ne çevre il, ilçe ve köylerden yüzlerce can gelmeye başlamıştı sabah erken saatlerden itibaren. Onar Baba Etkinlikleri; Vali, Kaymakam, Belediye Bşk., Onar Köyü Dernek Başkanlarının konuşmaları, Karacaahmet Dergahı Semah Ekibi’nin sergilediği semahların ardından Karacaahmet’ten Ayşe Hanım’ın çaldığı sazlar, sahne alan genç sanatçı Tuncelili Ender; yerel ve genel halk oyunlarının sergilenmesi çok güzeldi de ne acı ki, bu biraz de devlet törenine dönüşen etkinliğin Onar Baba’nın adına yakışmaması düşündürücüydü.
Her şeyden önce halkı azarlarcasına ve bir de ders verircesine hiddetli bir konuşma yapan kaymakam yüzyıllardır Alevilere “adam olmayı, hizaya gelmeleri” yönünde bir hastalık halini almış ders verme geleneğinin bir uzantısı şeklindeydi. Vali ise daha makul bir konuşma yapmıştı. Devlet erkanı zevat, kesilen kurbanlardan lokma yemek için tören alanını terk edince alan halka kaldı, her zaman olduğu gibi. Halk ise hem yöresel oyunları hem de genel geleneksel halk oyunlarını sergilediler.
Beni çok üzen ise etkinliğin isminin “Onar Baba Anma Etkinliği” olmasına rağmen ne Alevilik’ten, ne Onar Baba’dan, ne erenlerden bahsedilmemesi, şimdi atıl duran okul binasının köy yararına kullanılması için yalakalık derecesinde kaymakama ağız eğen sözde birkaç Onarlı’nın yakarışları asabımı bozdu.
Törenden sonra konuk olarak gelenlerin önemli bir kısmı köyden ayrıldı. Biz daha önce planladığımız gibi Fethi Erdoğan Dede’yle köyde kaldık.
Daha sonra Celal Arslan Dede’nin ve ailesinin bostanına gittik. Burada hayat bulduk. Hemen her türden sebze ve meyvenin yetiştirildiği bu bostanda Celal Dede’nin abisi Mehmet Arslan büyük bir iş başarmıştı. Törenlere yetişemeyen ve Alevilik konusunda araştırmalar yapan Tokyo Sophia Üniversitesi’nden Hiroki Wakamatsu ile bu bostanda söyleşi yapmak ise herhalde tahmin edersiniz çok ilginç ve zevkli oldu. Wakamatsu’dan Alevilik konusuna nereden ilgi duyduğunu, Türkiye’deki yaşamını vs. sorarken aynı zamanda çok merak ettiğim Japonya hakkında da detaylı bilgi alıyorum. Bu arada onda Çin’e karşı bir sevgisizlik görüyorum. Herhalde ezeli rekabet ve zıtlıklardan birisi de Japonya, Çin karşıtlığıdır. Bu umarım hiçbir zaman tarihte yaşandığı kadar büyük boyutlara bir daha ulaşmaz. Üstelik bin bir renge bürünen yapraklarıyla Japonya’nın bir sonbaharını bir gün olur, ölmezsem ben görür, yaşarım.
28 Temmuz 2006, Hastek, Sarı Mecnun Ocağı
Aslında bu gezinin Malatya ayağına Hüseyin Özcan Dede’nin de katılmasını çok isterdim. Ama sağlık sorunları ve sıcakların fazlalığını dile getirerek benimle birlikte gelemeyen Hüseyin Özcan Dede telefonla yakınlarına haber vermiş, benim Onar’a gideceğimi. Nihayetinde törene katılan Hastek (Alıçlı) köyü muhtarı Sayın Hasan Bilici ertesi gün bizleri kendi köylerine götürmek için erkenden geleceğini söylüyor. Bu beni ziyadesiyle sevindiriyor. Gelmişken biraz gezilim, görelim, hem de çekim yapalım bakalım çevre köyleri neler var, neler yok?
Epeydir duyduğum gibi Hastek (Alıçlı) Köyü’nde Sarı Mecnun Ocağı, türbesi vardı. Ayrıca çok güzel olan köyde bir cemevi de yapılmıştı. Hep birlikte köyün alt kısmında bulunan ve bir mezarlık içinde yeni yapılmış Sarı Mecnun ziyaretini içine alan türbeyi ziyaret ediyoruz. Burada toplu dualar ediliyor. Sarı Mecnun hakkında bilgi veriliyor. Daha sonra yine oldukça güzel yapılmış cemevinde köylülerle söyleşi yapıyoruz. Bilici (71), Bilal Garipkuş (66), Hasan Bilici (Köy Muhtarı), bize bilgi aktaran canlardan bazıları. Ben söyleşileri, sohbeti kayıt altına alıyorum, köyden çekimler yapıyorum. Bir önemli inanç önderiyle seyahat etmenin büyük avantajlarını da yaşıyorum. Canların bazı sorularını Fethi Erdoğan Dede yanıtlıyor. Oldukça yararlı bir işte yapmış oluyoruz böylece. Bilgi paylaşımına vesile olmuş oluyorum. Sonraysa güzel hazırlanan bir sofrada tüm canlar doyuyorlar. Bu yemekler hemen nasıl hazırlandı, nasıl oldu bu iş anlayamıyorum.
Daha sonra hep birlikte aynı isimli tepenin üstendeki, Saldek (Yazılı) Köyüne bağlı ve yakınlarındaki, Ağbaba Türbesi’ni ziyaret ediyoruz. Dört bir yanı açık, rüzgarların estiği tepelik alandaki türbe bir duvarla çevrelenmiş. Çok büyük, eski, köklü, tarihi bir çınar ağacının dalları dört bir tarafa yayılmış. Fethi Erdoğan Dededen Dua dinliyoruz. Türbe hakkında fazla bilgi yok. Ben yine çekimlere devam ediyorum. Bu arada orada buluna, Türbeyi onaran kişi Hacı Akpınar’a da çok teşekkür ediyoruz.
29 Ağustos 2006
Erzincan, Kemaliye
Ocak Köyü, Hıdır Abdal Sultan
Uzun yıllardan beri gitmek istediğim halde, türlü engeller nedeniyle, gidemediğim Erzincan Kemaliye Ocak Köyü’ne nihayet kavuşmak üzereyim. Ne büyük bahtiyarlık. Kısmet bu seneyeymiş. Hem Onar köyü, hem de Ocak köyüne varmak aynı seneye denk geldi, ne güzel!
Hakkında kitaplar yazılan, belki de Türkiye’deki en ünlü Alevi köylerinden birisi olan Ocak köyü, Hıdır Abdal Sultan’ı bağrında yaşatan çok önemli bir ziyaret merkezi aynı zamanda. Uzun yıllar dedelerinin büyük fedekarlıklarla hizmetler yürüttükleri köyde bu gelenek halen yaşıyor. Ne de olsa köyün şu andaki en ünlü dedesi Mehmet Yaman Dede.
Celal Arslan Dede’nin müsahibi bizleri çok keskin virajlardan, dağ ve tepelerden aşırarak kazasız belasız köye ulaştırıyor. Köy meydanında canlara selam veriyoruz, ikram edilen çayları yudumlamak için köy kahvesine yöneliyoruz. Mehmet Yaman Dede hemen beliriyor. Bizi kucaklıyor. Hep birlikte Mehmet Dede’nin evine yöneliyoruz. Dedelerin bu arada muşhur Güllü Ana’nın (Erturan)’ın mezarının da olduğu bahçeye uğruyoruz. Burası hem serin, hem de manzarası çok güzel. Bu senenin kavurucu sıcağı peşimi bırakmıyor. Her taraf, tüm Türkiye yanıyor. Başında erimedik karı kalmayan dağ hemen hemen yok gibi. Mehmet Yaman (66) Dede’yle Ocak Köyü, Yaşamı, Eski Önderlerle İlgili Sohbete, Fethi Erdoğan Dede (72) de katılıyor. Daha sonra Yola büyük hizmetleri olan Abbas ve Güllü Erturan’ın sevgili kızları İnsaf Güler (Erturan 70) ile sohbet ediyoruz. Mehmet Yaman’ın eşi sevgili ananın hazırladığı sofradan nasibimizi alıyoruz. Kendisi de çileli bir yaşam sürmüş olan Mehmet Yaman hayatın içinde pişen bir inanç önderimiz aynı zamanda. Hiçbir birikim kolay elde edilemiyor. Bu arada Mehmet Yaman Dede’nin evinin yakınında çok az bulunur bir Mamik Ağacı da görüyoruz. Bu ağacın meyvesi ham eriğe benzese de, bu bir farklı tür. Meyvesinin kokusu ve aroması olağanüstü. O meyvenin kokusu evin içine dağılıyormuş, bu koku çok uzun süre varlığını koruyormuş.
Aynı akşam tesadüfen köyde bulunan bir dönemin ünlü simalarından Av. İbrahim Kamil Karaman (1933)’ın evine misafir olup bir söyleşi gerçekleştiriyorum. Söyleşiye Mehmet Yaman, Fethi Erdoğan, Medine Hanım (İ.K. Kar Eşi) katılıyorlar. İlk kurulan Alevi derneklerinin birisinin başında yer almış, 1967’li yıllardan sonra çok uzun süre bu yola hizmet etmiş ve yaşadığı dönemi iyi bilen İbrahim Kamil ile Alevi Örgütlülüğü Tarihi, H.B.V. Kültür Tanıtma ve Turizm Derneği, Birlik Partisi, Çelebiler, Yayınlar, Sol Hareket ve Aleviler gibi konulara girdiğimiz “Geçmişe Bir Yolculuk” yapıyoruz. Ayrıca Muhtar Ali Gürer’le (1941), Ocak Köyü Hakkında Söyleşiyle, Ocak Köyü Derneği, Karacaahmet Derneği ve Sorunlar, Günümüzde Ocak Köyü hakkında detaylı bilgiler alıyorum.
30 Ağustos 2006
Ben geceyi Hıdır Abdal Sultan’ın türbesinin yanındaki odada geçiriyorum.
Bu büyük erenin himmetini diliyorum. Aynen Evliya Çelebi’nin Varna’da Akyazılı Sultan’ın türbesi yanında gecelemesi gibi ben de Hakk erenlerden Hıdır Abdal Sultan’a niyaz ediyorum, dertlerimin gitmesi için dua ediyorum. Uzun zamandan beri uykusuzluk, strese bağlı deprasyonla zor mücadele eden birisi olarak bu büyük velilerin, erenlerin himmetine inanıyorum.
Sabah her zaman olduğu gibi çok erkenden kalkıyorum. Türbe önünde akan çeşmenin unutulmaz sesi, çınar ağaçlarının hışırtısı, buradaki huzur tüm içimi kaplıyor. Kendi kendime bazı nefesler mırıldanıyorum. Önceki gün İnsaf Ana’ya verdiğimiz sözü tutabilmek için elimi çabuk tutuyorum. Çünkü kahvaltıyı onun evinde yapacağız. Hemen köyü yalnız başına gezip çekimler yapmaya başlıyorum. Müthiş bakımlı ve temiz bir köy olmasının yanında mezarlarının bakımsızlığı dikkatimi çeken köyde her şey yeni yeni uyanıyor. Şehitlerimiz için bir park, çocuklar için bir oyun parkı bile yapılmışken, geçmişi çok eskiye giden bir hamamın bulunması ise kayda değer. Eski yazı mezar taşlarının oldukça bol olduğu mezarlığı gezdikten sonra Mehmet Dede’nin evine hareket ediyorum. Daha sonra hep birlite Mustafa–İnsaf Gürer’in evine yöneliyoruz. Ev, köye büyük hizmetleri olan rahmetli Mustafa Gürer ve maalesef çok genç yaşta vefat eden Ali Gürer’in anılarıyla dolu. Kendisini resme de vermiş olan Mustafa Gürer hayatı boyunca güzellikler peşinde olmuş bir değerimizmiş. Köye de, Aleviliğe de çok katkıları olan Mustafa Gürer’i saygı ve sevgiyle anıyoruz.
Daha sonra hep birlikte belki de Türkiye’de bir eşi olmayan Ocak Köyü T.C. Kültür Bakanlığı Özel Ali Gürer Müzesi’ni geziyoruz. Beni kendine hayran bırakan müzeyi iki kez geziyorum, ayrıntılı çekimler yapıyorum. Buradaki eşyalar, fermanlar, kitaplar, belgeler, eşine çok az rastlanır cinsten.
Değil bir köyde şehirde bile önemli sayılacak bu müze ününü hak ettiği gibi, bence kendinden söz ettirmekte yetersiz bile kalıyor. Bu ise sanırım devletimizin bir görevi.
Hıdır Abdal Türbesi’nin ayrıntılı çekimlerini yapıp, avluyu gezerken bir sıraya dizilmiş köyün analarıyla sohbet ediyorum. Yanık sesiyle Mehmet Yaman dede bize enfes bir nefes söylüyor. Daha sonra ise Fethi Erdoğan’ın da katılımıyla Hıdır Abdal Türbesi’nin içinde bu sefer Hıdır Abdal Sultan’la ilgili Mehmet Yaman Dede’yle bir söyleşi yapıyorum.
Fethi Dede, İbrahim Kamil Karaman'ın da katılımıyla cemevine yöneliyoruz. Tam bu sırada başka bir köyden kurban kesmek için insanlar geliyorlar. Fırsat kaçar mı? Ben de köyün çok ünlü dedesi İbrahim Akdağ’ın oğlu Veli Akdağ ve Mehmet Yaman Dedelerin okudukları kurban dualarını görüntülüyorum. Sonra tekrar hep birlikte cemevine dönüyoruz.
Mehmet Yaman Dede, Veli Akdağ (76), (Ünlü İbrahim Şıh'ın Oğlu) bir önemli arşiv belgesi niteliğinde olan saz ve curalarla yörenin rengini taşıyan nefeslerini, duvazlarını kayıt altına alıyorum.
Yüreğimde bir sızıyla, Ocak Köyü’ne doyamadan Mehmet Yaman Dede’nin ayarladığı bir minübüsle Fethi Dede’yle birlikte oradan ayrılıyoruz.
Arapkir merkezde bizleri bekleyen dostlarla buluşup yine Onar’a varıyoruz. Celal Arslan Dede’yle ben köye gelmeden iniyoruz.
30 Ağustos 2006
Onar Köyü, Cem, Nefesler
Onar Baba’nın okunu attığı yer olan ünlü “Nişangah”a geliyoruz. Burası da köyde ziyaret edilen yerlerden birisi. Daha doğrusu böylesi kutsal köylerde her yer ziyaret mekanı. Anadolu’da hemen her Alevi köyünde mutlaka bir ziyaret makamı vardır ama bazı inanç merkezi olmuş köylerde, yörelerde ise onlarca mum yakılan, dua edilen, kurban kesilen alana rastlamak mümkün. Celal Arslan Dede’nin ifadesine göre de köyde en çok ziyaret edilen yerlerden birisi de burasıymış. Dev ardıç ağaçları altında duvarla çevrilmiş bir geniş alan var. Mum yakılan yerler belirgin. Bu sefer köye daha farklı bir yerden bakma şansı elde etmiş oluyorum. Derin platoların yardığı köyün aslında en verimli alanlarından birisinin bir derin vadi ve üzerinde binlerce tut ve ceviz ağacının bulunduğu Keban Barajı’na doğru uzanan yer olduğu anlaşılıyor. Ben Mehmet Arslan’ın kavunlarına doyamadığım için biraz da bizim gibi kilolu ve antramansız kişilere için riskli de olsa tepelerden aşağıya derin vadiye inerek ünlü bostana tekrar gidiyoruz. Burada ise yine Celal Dede’nin bir başka kardeşinin bağına iniyoruz. Bize ayran, taze salatalık ikram eden bu dost çok hoş sohbet olmasının yanında İstanbul’un ve kentin kavurucu sıcağından kaçmanın ve kendisini eğlendirecek çok güzel bir iş bulmuş: bağcılık a trouvé. Burada gerçekten çok zor ve zahmetli de olsa su getirildikten sonra hemen her şey yetişiyormuş. Geceleri de burada kalan üç dört bostan sahibi varmış. İndiğimiz gibi çıktığımız vadinin kayalıklarında “ham incir”leri tadıyoruz. Çok lezzetli olan bu küçücük ham incirlere kuşlar da çok rağbet ediyormuş. Arıcılığın da kısmen devam ettiği Onar Köyü’nün toprağı çok mu çok verimli. Üzümün yanında bademciliğin de yaygın olduğu köyden çok büyük bir göç dalgası yaşansa da, halen canlılığı sürdüren, tümüyle sönmemiş, sönmemesi gereken bir köy yaşantısı da var.
Biz biraz da bize sitem edeceğini hissetmemize rağmen Fethi Dede’yi bekleterek, köyün muhtarına uğruyoruz. Celal Arslan törende yaşanan bazı olumsuzlukları muhtara anlatıyor. Saç üzerinde sıcacık yufkaları yememek mümkün mü? Hele de ben? Dünyada kızarmış ekmek ve et, meyve olmasaydı acaba ben ne yapacaktım? Köyün içinden, dar sokaklardan bir gün sonra detaylı çekimler yapacağımız köyün ünlü kaya mezarlarının karşı yamaçtan nefis görüntülerini elde ediyorum.
Daha fazla oyalanmadan bizleri bekleyen dostlarımızın yanına ilerliyoruz. Hakikaten de bizi merak eden Fethi Dede biraz da sitem ediyor.
Gün içinde anlaştığımız gibi köyün en yaşlı dedesi ve sazı ve sözüyle geleneksel kültürü yaşatan 80 yaşındaki Halil Kaygusuz Dede ile yine bilgi bakımından geçmişi bugüne taşıyan köydeki en bilgili insanlardan 70 yaşındaki Ali Esver Kaygusuz’la bir söyleşi yapıyorum. Söyleşiye Celal Arslan da katılıyor.
Yörenin otantik saz çalma geleneğinin en yetkin temsilcisi olan Halil Kaygusuz Dede’yle aynı gün ve yine iki kez yaptığım görüntülü çekimlerin araştırmacılara bir kaynak olduğunu söyleyebilirim. Çünkü dedelerinden aldığı şekliyle hiçbir şey ilave etmeden geleneksel yapıyı sözüyle ama en önemlisi deyişleri sazıyla canlandıran Halil Dede bu manada çok önemli bir isim. Söyleşide Onar’da cemlerin nasıl yapıldığını, geçmişte hangi dedelerin olduğu, kurban kesme, yöredeki pir, mürşit, rehber anlayışı, dede-talip ilişkileri, günümüzdeki durum, şehirleşmenin getirdiği sorunlar, Hz. Ali’nin kişiliği, Alevilerdeki toparlanmanın nasıl olacağı konularını saatler boyunca süren sohbet ve söyleşiyle masaya yatırıyoruz.
Gördüğüm kadarıyla Doğan Ailesi’nin köyde büyük bir etkisi var. Onlara karşı derin bir sevgi beslendiğini, bunun bugün halen çok canlı bir şekilde yaşadığını söylemeliyim. Köyde her ailenin, her dede ailesinin değil belli ailelerden, belli kişilerin dedelik yaptıklarını, Onar Ocağı’nın taliplerinin geniş bir alana yayıldığını, cem, müsahiplik, nefes, deyiş, semah gibi konularda oluşmuş çok köklü geleneksel yapıların olduğunu, bunun çok canlı olmasa bile halen yaşatıldığını, köyün çok köklü bir inançsal anlatı geleneğine ev sahipliği yaptığını, Anadolu’daki en önemli Alevi merkezlerinden birisi olmasına rağmen yeteri kadar araştırma yapılmadığını, günümüzdeki durumla da yeteri kadar ilgilenilmediğini gördüm.
Halil ve Ali Esver Dedeler belki de yörede geçmişle gelecek arasında köprü olabilecek son inanç önderlerinden ikisi olarak önem arz etmektedirler.
31 Ağustos 2006
Onar’ı anlatmak kolay değil. Konuyla ilgili yine aynı köyden sevgili araştırmacılar Dr. İsmail Kaygusuz ve İsmail Onarlı yazıp anlatmaya çalışmışlardı daha önce.
Yedi yüz yıllık bu Türkmen beldesinin Anadolu’daki tarih öncesi dönemlerden günümüze çok ayrıcalıklı bir yere sahip son derece önemli bir yerleşim yeri olduğunu söylemeliyiz. Nihayet kaldığımız süre içinde gezip gördüklerimizden edindiğimiz izlenimlere ve bilgilere göre burası sadece Türklerin yerleşmesinden sonra değil, daha önce de çok önemli bir yaşam alanıymış.
Fethi Erdoğan Dede ve Celal Arslan Dede’yle birlikte yoğun sıcağa rağmen köyü birlikte geziye çıkıyoruz. Her şeyden önce Onar Baba’nın türbesinin bulunduğu köyün ana merkezine yöneliyoruz. Asırlık ağaçlar altında, mezar taşlarıyla bir ören yerine dönüşen türbe alanının yanında köyün mezarlığı uzanıyor.
Bu arada bir araştırmacı kimliği de bulunan Celal Arslan Dede Onar Köyü, Onar Baba hakkında çeşitli kaynaklardan da elde ettiği bilgileri bize şu şekilde aktarıyor:
Malatya ilinin, Arapkir ilçesine bağlı olan Onar Köyümüz ilçenin 20 km. doğusunda; Malatya’ya ise, yaklaşık 110 km. uzaklıkta bulunmaktadır.
Köyün girişindeki yolun, sol tarafında etrafı taş duvarlarla çevrilerek koruma altına alınmış, Tarihi mezarlılıkta, Atamız Şeyh Hasan On Er in türbesi, bulunmaktadır.
Yine köyümüzün; başka bir yerinde, tarihi çok eskilere dayanan iki tane de, Cem evi bulunmaktadır. Onarlılar tarafından, Büyük Ocak ve Şeyh Bahşiş, Tekkeleri olarak adlandırılan bu iki tarihi bina, Şeyh Hasan tarafından, (1224) yıllarında inşa edildiği tahmin edilmektedir.
On iki direkli bir çadır görünümü veren ve Gök Türk tapınaklarını andıran bu iki tarihi Cem Evi, sekiz yüz yıla yakın bir zamandan beri ayakta kalan sayılı yerlerdendir.
Bakımsızlıktan yıkılma tehlikesine rağmen bugün hala içerisinde, Cem yapılmakta kurbanlar, kesilip, lokmalar dağıtılmaktadır.
Onarlılar olarak sizlerin aracılığıyla, konuyla ilgilenen yerlere sesimizi duyurur, gerekli maddi desteği sağlaya bilirsek, bu Tarihi değerler yıkılıp yok olmadan, bir an önce, koruma altına alıp, restorasyon çalışmalarını başlatmayı düşünüyoruz.
Onar Köyü ve çevresi, milattan yüzlerce yıl öncelere uzanan, eski bir yerleşim yeri olduğu, yıkılmış, harap olmuş, ören yerlerinden çıkan antik kalıntılardan anlaşılmaktadır.
Köyün alt kısmında bulunan vadiye bakan kayalıklarda yirminin üzerinde kaya mezarı, mağaralar bulunmaktadır. Bu kaya mezarlarında, oldukça eski ve arkeolojik tarihi değerlere sahip, muhtelif yazı ve duvar işleme resimleri, buraları gezenlerin, dikkatini çekmektedir.
Ayrıca köyün çevresi dahil olmak üzere (Pek Tarla, Kalecik, Koyun Yatağı, Gügeyik, Kemer ve Göl Pınarı) adlarıyla anılan yerler, eski yerleşim alanlarıdır.
Söylencelere göre soy zinciri; Türkistan’ın Yesi Şehrinin, Üç Kurgan yöresinde doğan, Şeyh Hasan, Oğuzların Boz Ok kolundan, Bayat boyunun, Un Ar, Oymağından gelmektedir.
Prof. Faruk Sümer Oğuzların On- Oklar mensubu olduğunu belirmektedir.
Ayrıca Selçuklu emirlerinden ve İsfahan’da sultanlığını ilan eden, Bilge Bey unvanlı, Un- Ar adlı zattan bahsetmektedir. On- Er teriminin köken olarak Un-Ar veya On Ok mensuplarından gelmesi olasıdır diyor. Zaten Şeyh Hasan’ın en son yerleşip zaviyesini kurduğu köyün adı da, Onar’dır. Şeyh Hasan dünyaya geldiğinde, Dedesi Bahşi Han oymak beyidir. Abbasi zulmünden kaçan Hz. Muhammet Ali soylu Musa-ı Kazım neslinden olanlar Bahşi Hana sığınırlar. Bahşi Han oğlu Ahmet’i sığınmacı Musa-ı Kazım’ın kız torunlarından Vedduha ile evlendirir ve bu evlilikten, Şeyh Hasan doğar. Bahşi Han oğlu Ahmet bir Seyyide ile olan evliliğinden sonra kendini Hoca Ahmet Yesevi Dergahında, Tasavvuf ve İslam’ı İlim öğretisine verir. Dergahta, İlim ve İrfan sahibi olan Ahmet, Şeyh ve Hoca unvanlarıyla anılmaya başlar.
Şeyh Ahmet’in, Şeyh Hasan’dan sonra bir oğlu daha olur ve kendi adını ona verir. On, on iki yaşlarına gelen iki oğlunu da, amca zadesi Hoca Ahmet Yesevi’nin Tasavvuf okuluna eğitim ve öğretim için verir. Şeyh Hasan ve Şeyh Ahmet Yesi’deki, Dergahta Türkçe Tarikat Erkanını İslami İlimleri, Türk Sufiliğini, Ahlaki ve Tasavvufi, Kaide ve kurallarını kısa zamanda öğrenerek Hoca Ahmet Yesevi nin halifeleri arasına girerler.
Şeyh Hasan bozkır göçebe Türk oymağından olduğu için; küçük yaşta iyi ok atar iyi kılıç kullanır ve iyi at sürer at yarışlarında ve ok atmada birinci olurmuş. Hocası Ahmet Yesevi bir gün ona “sen bir er değil On Er gücündesin” böyle biline böyle çağrıla der. Efsaneye göre Şeyh Hasan’ın yaşam başlangıcı böyledir. Asya’da ki, bazı etkenler nedeniyle oymak (1185 / 86) yıllarında göçe başlar. Göçün yol haritası, İsfahan üzerinden hareketle, El cezire bugünkü Irak, Kerbela, ziyaretinden sonra, Halep ve Şama gelirler. Anadolu’ya girişleri, Maraş Elbistan üzerinden olur. Varmak istedikleri yer, Dede Garkın Ocağıdır. Dede Garkın dergahında bir müddet kaldıktan sonra, Muşar ve Baskil üzerinden Arapkir Onarı mekan tutar.
Oymağıyla Anadolu’ya, gelip zaviyesini kuran, Şeyh Hasan On er; Ana tarafından Ali soylu, olduğu için boyunun, İnançsal başkanı (Şeyhi) ve aynı zamanda, yönetici önderi (beyi) konumundadır.
Onar Dede Mezarlığında bulunan mezar taşlarının üzerinde bulunan damgalar ve işaretler, Şeyh Hasan Onar’ın ve orada yatan diğer erlerin, Bayat Boyu Türkmenlerinden olduğu kesin olarak araştırmacılar tarafından kanıtlanmaktadır.
Sekiz yüz yıla yakın bir zamandan beri, biz ve bizden öncekiler soyundan geldiğimiz, Onar Dede’ye olan saygımızı ve onun izlediği Tarikat süreğini, nesilden, nesile sürdürüp onu evliyalaştırarak bugüne getirdik.
O bizim sığınağımızdı, ziyaretgahımızdı, mutlu günlerimizde, üzerinde kurban keser lokma dağıtır, acılı günlerimizde, yardım diler ve onun kutsallığına sığınırdık.
Evet, Şeyh Hasan Onar bizim Atamızdı ve kerametleriyle tanıdığımız evliyamızdı; bugüne kadar, dilden dile anlatılan efsane buydu buda bize yetiyordu.
Kuru asasını, toprağa sokunca yeşerip “Sakız Baba” oluşmuş, bir tekme vurunca su çıkmış adı “Cennet Pınarı” olmuş.
Elindeki kutsal tasdaki çorbası, torbadaki, arpasıyla, padişahın üç bin atlı ve üç bin yaya, askerini atlarıyla birlikte doyurmuş.
Şeyh Hasan Onar Anadolu’nun, Türkleşmesinde Sultan Alaeddin Keykubat İle omuz omuza savaşarak büyük yaralıklar göstermiş ulu bir Türkmen Dervişidir: Şeyh Hasan Onar’ın kimliği, masalsı anlatımlar biçiminde geldiği gibi, halk ozanlarının şiir diliyle de günümüze ulaşmıştır. Üç yüz yıl sonra Pir Sultan Abdal onun için, “yetiş Onar Dede sen imdat eyle” diye yalvarıyorsa bu oldukça önemli bir şahsiyet olduğunu gösterir.
Şeyh Hasan On Er ile ilgili elimizde bulunan, Selçuklu Vakıf senedinin dışında, Başbakanlık Osmanlı arşivinde Mühümme Defteri ve Defteri Hakani kayıtlarında, 1000 yakın belgeye ulaşmış bulunuyoruz. Vakıf senedi, 1224 yılında, (hicri 621) Sultan Alaaddin Keykubat, (1220- 1237) adına, “Miri Azam beledisi” yani bölgenin yüce Emiri tarafından, Şeyh Hasan On ere sınırları belirtilen ve içinde bugün Onar Köyü bulunan arazi, kendisine vakıf olarak verilmiştir.
Böylece sınır boyu yerleşim yeri olarak burası, kendisine bağlı Türkmen aşiretlerinin inançsal ve yönetim merkezi durumuna gelmiştir. İşte tanıtmaya çalıştığım, Şeyh Hasan On-Er‘in adını taşıyan, Onar Köyü, sahip çıkılması gereken, önemli bir Türkmen köyü. Onar Köyü, yedi yüz yılı aşkın uzun bir zamandan beri, İnancıyla, İkrarıyla, Örfüyle, Adetiyle, Geleneğiyle, yaşayarak ve yaşatarak, yozlaşmadan bu günlere gelmeyi başaran ender, Türkmen köylerimizden biri olmasıdır.
Celal Arslan bilgilerini böyle bize aktarıyor.
Büyük bir tarih, kültür ve inanç merkezinde gezimizi sürdürüyoruz. Gerçekten oldukça iyi planlanarak yapılan Onar Köyü Kültür Merkezi hemen tüm ihtiyaçlara cevap veriyor. İçinde galeri bölümü, cemevi, misafirhanesi, mutfağı, kütüphanesiyle bir kompleks olan yapının biraz bakıma ve bayağı ilgiye ihtiyacı var. Galeride köyde elde edilen tarihi eserler ve daha önce kullanılmış çeşitli eşyalar var. Cemevi yanında köye gelecekleri ağırlayacak tertemiz yataklarıyla misafirhane dikkati çekiyor. Kütüphanesinde ise yetersiz de olsa yüzlerce kitap okurunu bekliyor. Daha sonra tarihe el dokunmak gibi bir his veren ve resmi tören akşamı yüzlerce insanın katıldığı ve Mehmet Yaman Dede’nin yürüttüğü cem gibi binlerce ceme ve cemaate ev sahipliği yapmış Büyük Ocak’ı ziyaret ediyoruz. Yanan çerağlarla simsiyah olmuş bir insanın kucaklayamayacağı kadar kalın büyük ağaçların destek verdiği “karlanguç” denen üst üste binen yine ağaç dövde ve dallarıyla oluşturulmuş eski Türk tavan sistemine göre yapılmış tavanın örttüğü bu muazzam tarihi yapının serinliğinde soluklanıyoruz. Uzun bir labirenti andıran girişinden sonra eşine niyaz ederek girdiğimiz bu “Büyük Ocak” Aleviliğin de, Türklüğün de Anadolu’daki en eski, en köklü temel mühürlerinden birisi.
Benzer şekilde yapılmış Şıh Bahşiş Cemevi’ni de gezdikten sonra ve bir canın bize sunduğu lokmaları, yine tarihi bir çekim yaparak, evlerinin bir bölümünü otantik Onar Köyü evi olarak koruyan dostlarla yedikten sonra tekrar Büyük Dama yöneliyoruz. Çünkü bu tarihi mekanda çok tarihi bir iş yapacağız. Yaklaşık kırk dakikalık çekimlerle atalarının cem yaptığı bu mekanda Halil Dede yine bize eşi bulunmaz nefesler söyleyecek.
Kendisi evine yönelirken, “gezip yine sana geleceğiz, çayını içeceğiz” deyince çocuklar gibi sevinen dedeyi hayal kırıklığına uğratmak mümkün mü?
Üzerlerindeki orijinal çizimlerin halen korunduğu kaya mezarları ise abartısız başlı başına buraya gelmek için tarihi eserleri görme meraklıları için yeterli bir neden. Çok derin ve binlerce dut ve çeviz ağacının yetiştiği alanın başlangıcında olan bu mezarların kısmen de olsa tahrip olması bizi üzüyor.
Kaya mezarlarının dibinde bulunan su kaynaklarını ve yıllara meydan okuyan dut ağaçlarını gezdikten sonra, köyün tarihi çeşmelerini geziyoruz. Daha sonra ise Halil Dede’ye sözümüzü tutmak için onun evine doğru yola koyuluyoruz.
Bu sefer ise yine Halil Dede’den çok ilginç ve tarihi bir görüntü kaseti daha elde ediyorum. Halil Dede nefes ve deyişler dışında, sazıyla bize Hz. Ali’nin faziletlerini anlatan destan parçaları da söylüyor. Zernepaş-Terpuş Dev, Hayber Kalesi nefesleriyle Hz. Ali’nin meziyetleri sıralandıktan sonra Derviş Muhammed’den ve Veli’den de nefesler dinliyoruz.
Bu çekimler gerçekten de tarihi kayıtlar oluyor.
Aynı günün Perşembe olması nedeniyle benim de biraz üstelemem ile hazır Fethi Dede gibi bir inanç önderimiz de buradayken bir cem, en azından bir sohbet/muhabbet yapılmasını arzusu beliriyor. Hemen genel kabul gören bu etkinlikle ilgili muhtarlık anons yapıyor. Köylülerin ilgisi de uyanıyor.
Tam bir cem diyemezsek de belli hizmetlerin uygulandığı sohbetlerin yapıldığı bu hizmet gerçekten de çok makbule geçiyor. Fethi Dede çeşitli konularda detaylı bilgiler vererek halkın ilgi odağı oluyor. Hizmetleri ise Celal Arslan Dede yerine getiriyor. Zakirliği ise Halil Kaygusuz Dede yapıyor. Buradaki en önemli yanlardan birisi de, artık devlet erkanında yerini alan folklor ekipleri gibi bir pozisyona sürüklenen ve bir gösteri ve gösteriş malzemesi haline bizzat bazı Alevi/Bektaşi kuruluşları ve bazı dedeler tarafından getirilen semahlarımızın, burada yöreye özgü normal şekliyle sergilenmesiydi.
Büyük bir esenlikle ceme katılan canlar evlerine doğru giderken ben yine durur muyum? Bu sefer son kez Halil Dede’yi yorarak, salon boşaldıktan sonra, Onar Baba’ya ilişkin iki nefes ve Kerbela’ya dair bir mersiye çalıp söylemesini sağlıyorum kayıtlarıma.
Bu köyden, bu canlardan ayrılmak gerçekten çok zor oluyor.
Aynı otobüsle Arapkir’den hareket ederken Celal Arslan Dede ile Fethi Erdoğan Dede’yi İstanbul’a uğurluyor, ben Ankara’da kalıyorum.
Yak daha iyi yak beni, cehennemin tüm ateşlerini, acılarını bana getir. Kim korkar senden ey güneş? Ejderhanın ateşleri zaten gecelerimi kavuruyor diyerek kah öfkelenip, kah dalga geçerek sıcağa direnirken her zaman ki gibi ozanların sazları sızılarımı azaltıyor, uzun yolları kısaltıyor. Dünyalar kuruluyor içinde, ne hayaller, ne hayaller… alıp beni uzaklara götürüyor. Dolup boşalıyorum. İçimde ne fırtınalar esiyor, kim bile? Hepsini bulutlara, sonsuz gökyüzünde uçup giden kuşların kanadına yazıyorum; kıtalar ötesine taşısınlar, hatta bu dünyadan alıp gitsinler, diye.
Sevgili anacığıma, on yedi yıldır biraz da gurbette olan birisi olarak, sılada bıraktığım aileme kavuşmak her zaman ki gibi beni hem sevindiriyor, hem hüzünlendiriyor.
Uzun bir soluklanmayla birlikte genç yaşına rağmen kalbi yorulmuş sevgili anamla hasret gidermek, türlü sıkıntıları aktarmanın yanında, gezilerimden, Anadolu’dan, erenlerden getirdiklerimle hem gönüllerini alıyorum, izledikten sonra hem de zaman zaman göz yaşı dökseler de, yaptığım işin önemini çoktandır kavramış olan ailemi mutlu ediyorum.
Doğanşehir, Dedeyazı Köyü
Şubat 2007’de görüştüğüm İbrahim Erdem’den (57) de yöreyle ilgili bazı bilgiler derliyorum.
Buna göre Malatya Doğanşehir Dedeyazı Köyü’nden ve bu köyün de muhtarı olan Erdem aynı zamanda Onar (Oner) Ocağı’ndan. İbrahim Erdem, 200/300 yıl önce atalarımız Onar’dan Dedeyazı’ya gelmişler, kömüzüde inancımızı yaşatıyoruz, köyümüz 200 hane, cemevimiz yok, bizim köye Eşref Doğan (İzzettin Doğan’ın kardeşi) bir çok kez gelmiştir, köyümüzde ilköğretim okulu var, geçimimiz kayısı ve hayvancılıktandır diyor.
Erdem’in verdiği bilgilere göre Dedeyazı Köyü’nden 70/80 hane Almanya’da, 10 hane İstanbul’da, 50/60 hane de Adana/Mersin’de ikamet ediyorlarmış. Dedenin talileri ise; Dedeyazı, Maraş Alibeyuşağıköyü, Narlı’daymış.
Çevredeki Alevi köyleri ise şunlarmış: Karaterzi, Yuvalı, Suçatı, Polatdere, Kelhalil, Çığlık, Topraktep, Oba Köyeri ise, Çömlekoba, Şatıroba, Ören Beldesi (Akçadağ’a bağlı) imiş.
Arapkir’deki Alevi Köyleri
Onar köyü
Hastek
Saldek
Mutmur
Dingider (Dibekli-Elazığ)
Bayındır (Keban’a bağlı)
Denizli (Keban’a bağlı)
Nimri (Şeyh Hasan talibi)
Daregen
Gebeli
Çimen (Şeyh Hasan talibi)
Ballıca (Şeyh Hasan talibi)
Peksi (Çambaşı, Şeyh Hasan Talibi)
Sinikli
Mişelli
Eynir
Çiynir
Günyüzü
Semegi
Dönük Köyler
Şıhlar
Gamuhu
Ağdunut
Eski Arapkir
Göcü (Aktaş)
Paşikli
Hörenek
3 Eylül 2006
Ankara
9. Hüseyin Gazi Anma Etkinliği
Durmak bize yakışmıyor, en azından şimdilik.
Bir çekim sevdasına da tutulmuşum ki, anlatılamaz.
Her zaman olduğu gibi içine çok şeyler sığdırma planlarıyla sırtladığım çantamla Tuzluçayır’ın yokuşunu adımlarken, kasetlerin ve kamere ve diğer malzemelerin ağırlığını yine hafifsiyorum.
Tuzluçayır’dan iki otobüs kalkacakmış, Hüseyin Gazi tepesine gitmek üzere. Ne güzel, fazla yorulmadan ulaşabileceğim herhalde 9. Hüseyin Gazi Anma Etkinlikleri’ne, diyorum.
Neyse otobüslerin kalkacağı söylenen yere gelince bir kalabalıkla karşılaşıyorum. Demek ki doğru gelmişim, diyorum. Ama normalde kalabalığa bakılınca doğru yerde olmadığım düşüncesine kapılmam gerekirdi. Çünkü çuvallar, büyük el çantaları, mangallarla bir pikniğe giden bir kalabalık vardı aslında karşımda. Ama söylenen yere gelmiştim, her halleriyle bunlar Kızılbaş Aleviler’di. Biraz sonraki hareketleriyle zaten “şu andaki Aleviler” olduklarını ispatlamışlardı.
Ufukta iki otobüs belirince kalabalıkta çok büyük bir hareketlenme başladı. Bu sadece çantaların çarçabuk kavranması, çevik hareketlerle ileri doğru atılmakla kalmayan, seslerin homurtulardan çıkıp bağırtılara dönüşmesiyle de kendini gösteren bir hareketlilikti. Haydi çabuk, çabuk ilerle gız, bağrışları hızlandı. Halbuki daha otobüsler kalabalığın ayağına kadar gelmemişti bile. Otobüsler durur durmaz yüz kişilik kalabalık hücum edince ben kendimi geri atmak zorunda kaldım. Ama aynı hamleyi yapamayan bir zavallı yaşlı amca vardı. Ne yazık ki fötr şapkası yolun bir tarafına düşerken, gözlüğü gözünden fırlamıştı bu canın. Haykırışlar, huykuruşlar içinde göz açıp kapayıncaya kadar bu büyük kalabalık gurup amacına ve hedefine ulaşmıştı: otobüslerdeki yerlerine oturmuşlardı! Yarı utanç, yarı şaşkınlık içinde otobüsteki insanlara bakıyordum. Kimisi pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. Vay be, işte bu dedim, işte bu! Uzun süredir söyleyip durduğum bir gerçeğin ifadesi bu gerçek: bir insanlık yolu, bir barış ve kardeşlik, hoşgörü yolu ve inancı olan Alevilik kendisini bu çağda da yaşatma mücadele verirken aslında bu mücadelelerini büyük oranda Alevilere karşı veriyordu, vermesi gerekiyordu. Çünkü Aleviler Aleviliklerini yaşamıyor, Alevi değerleriyle yaşamlarını sürdürmüyorlardı. Bunun nedenleri, sorumluları elbette aranıp bulunmalıydı, ama bir önemli gerçekte gözler önündeydi.
Neyse bizim için oturmak vs. önemli olmadığı için zaten de çok uzak olmayan alana gitmek yeterliydi, sevinmem için.
Bir kalabalık bir kalabalık tören alanı ki sormayın. Binlerce kişi doldurmuş dağı taşı. Allı yeşilli bir kalabalık var. Ankara gibi bürokrat ve memur şehri denilen yerde de işte binlerce “köylü”, binlerce “can” vardı.
Daha törenler başlamadan bir tepenin başında bir ateş dumanı yükselmeye başlamıştı. Meğerse gerçekten de ben yanılmıştım. Yani sabah otobüse binerken düşündüğüm şeyler hakkında yanılmıştım. Görüntü çok netti: burası bir piknik alanıydı, buraya gelen insanlar da pikniğe gelmişlerdi. Ama sadece bir piknik alanı değildi burası bunu da ilerleyen saatlerde görecekmişim.
Ankara Hüseyin Gazi Vakfı-Derneği’nin düzenlediği etkinlikte kurulan platformda ilk önce Hüseyin Gazi Semah Ekibi semahlarını sergilediler. Daha sonra genç sanatçılar sahne aldılar. Bu arada Özlem Baytemur, Ozan-Dede Ozan Şeyhoğlu güzel parçalar seslendirdiler. Vakıf Başkanı Gülağ Öz’ün yaptığı açılış konuşmasından sonra ise maalesef buranın bir piknik alanına çevrilmesinin yanında bir de miting alanına çevrilmesine de tanık olduk. Her tarafı afişleriyle, pankartlarıyla süsleyen DSP. Buraya bir çıkarma yapmıştı. Yaklaşık kırk dakika, hiçbir miting alanında olmadığı kadar siyasi bir platformdan kalabalığa seslenen Zeki Sezer bugüne kadar siyasilerin Alevilere vaadlerini sıralayıp duruyordu. Bir başka gün sevgili Gülağ Öz’e bu olanları eleştireceğimi söylediğim buluşmada, sayın Öz; “ne yapalım bu işler başka türlü yürümüyor, yürüyemiyor” dedi. Meğer etkinlik için bu parti önemli bir maddi yardımda bulunmuş. Bu nasıl bir işti? Alevi etkinliğini bir siyasi parti maddi yönden destekliyor ve gelip o alanı miting alanına çeviriyor. Bu benim aklımın almadığı bir şeydi. Daha ağır şeyler söylemek istemiyorum, daha geniş yorumlar yapmak istiyorum ama… neyse bunlar ayrı yazı konuları.
Daha sonra ise bazı kişilere verilen ödüller dolayısıyla bu kez sazı diğer siyasiler aldılar. Başladılar çalmaya. Ülkemize has bir özelliktir tahmin ediyorum ki bu kadarı dünyanın kesinlikle bir başka yerinde olamaz herhalde, birisine bir plaket verilecek sanırım; plaket vermesi veya verilmesi istenen kişi bunu bir fırsat bilerek başlar konuşmaya. Hem de ne konuşmalar plaketin de, verilenin de önemi bir anda ortadan kalkar. Bu sefer de böyle oldu, bilmem kimler kimler konuştu, kimlere plaketler verildi. Benim hatırladığım ise Alevilerin Sesi Dergisi Genel Yayın Sorumlusu Sayın Necdet Saraç’a bir plaket verilmesiydi.
Daha sonra Hüseyin Gazi Semah Ekibi, Aşık Gülabi ve Edip Akbayram sahneye geldiler.
Aşık Gülabi’ye gösterilen ilgiyi biraz irdemek gerekir. Biraz da taşkınlık boyutunda bu ozan ve sanatçıya gösterilen ilgi mercek altına alınması gerektiren cinstendi. Elbette anlıyoruz belli ölçüde insanlar çok sevdikleri, sesini, parçalarını, görüşlerini vs. çok beğendikleri sanatçılar ve/veya diğer “meşhur” insanlar için biraz da sıra dışı davranışlar sergileyebilirler ama buradaki başka bir şeydi. Kalkıp bundan böyle Müslüm Gürses ve onu dinleyenleri asla eleştirmeyeceğim. Çünkü bu kutsal alanda birbirlerini çiğneyen, bazen de jiletle bir yerlerini kesenlere benzer manzaralar görmek beni çok şaşırttı. Yarabbi! Ben mi çok abartıyor, büyütüyorum bazı şeyleri, yoksa gerçekten bir hayal aleminde yaşarken her an uyanmam gerektiğini mi, görüyorum her seferinde, her yeni gün? Bu insanlar mı, bu gençler mi büyük tasavvuf yorumu olan bir inancın temsilcileri? Bu davranışlar, bu kılıktan çıkmalar neyin nesi?
İçimde kah öfke bulutları kabararak, kah kendi kendimi yine telkin edip ya sabır diyerek o alandan ayrılırken, bu sefer gerçekten de hüzünlüydüm. Nasıl olduysa olmuş Alevi/Bektaşi Anma Etkinlikleri normal seyrinden çoktan çıkmış, bambaşka şeylere hizmet eder hale gelmiş/getirilmişti. Bunu gerçek manada gören, duyan kaç aydın, kurum kuruluş başkanı vardı?
05.09.2006
Muharrem Yazıcıoğlu
Yüreğimin derinliklerinden geçeni dile getiren, toplumcu kimliği yanında ezilmiş insanların dili olmasının yanında, ağlayan kitapların dili olmasının yanında, kimsesizleşen, büyük kalabalıklar içinde yalnızlaşan insanın da dramını yazan, çalan, söyleyen büyük halk ozanı Muharrem Yazıcıoğlu benim başımın tacı, gözümün nuru olan, beni bana anlatan büyük bir insan.
Daha önce birçok defalar söyleşi yaptığım, yıllardır sürekli temasta bulunduğum bu tertemiz insanın daha da keşfedilecek nice güzellikleri, sırları, gizemleri vardır diyerek tekrar buluşmak için evinin yolunu tuttum. Ama ilk önce Kızılay’da kendisiyle buluşacak birlikte eve, ananın yanına gidecektik. Kızılay’da insanların dikkatini çekecek şekilde kısa da olsa yolda yürürken, ayakta kısa bir görüşmeden sonra hareket ettik.
Yazıcıoğlu kendisini kısmadan, söyleyeceklerini sansürlemeden samimi bir dille ozanların, ozanların sorunlarının dünyalarına beni alıp götürürken, gerçekten de ozanlara içerden ciddi eleştireler de yöneltmesiyle dikkat çekti. Çektiği çileler yanında, hayatın olumsuzlukları ve adaletsizliler karşısında biraz da umutsuz bir yapıya bürünen Yazıcıoğlu’nun sağlık sorunları da hayli artmış. Dedelik kurumunun Alevilik’teki yerinin önemini bildiğini söyleyen Yazıcıoğlu, Türkiye’nin adaletsiz insan emeğini sömüren bozuk düzenin çarkının acımasızca döndüğünü söylerken, gurbet anılarını benimle paylaşıyor. Aynı zamanda Arguvan kültürü ve müziği hakkında da hayli ilginç şeyler söyleyen ozan kendisini de eleştirmekten yani öz eleştiri yapmaktan da geri durmuyor.
Hayatı bir belgesellik çalışma olan Yazıcıoğlu’yla Yrd. Doç. Dr. Atilla Erden’in de söyleşiler yaptığını öğreniyorum.
07.09.2006
Muharrem Yazıcıoğlu, Hasan Gören
Bugün de Yazıcıoğlu’yla randevulaşıyoruz. Kızılay’da Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği Genel Merkezi’nde yaptığımız söyleşiyle bir önceki söyleşide yarım kalan konulara eğiliyoruz. Bugünkü çekimlerde Yazıcıoğlu’nun; Almanya İşçiliği (1965), İnsana, İnsanımıza, Ülkemize İlişkin Düşünceleri, Geri Kalmışlığımız, Sorunlarımız, Öğretmenler, Polisler, Yöneticiler, Ülkenin ve Kendisinin Sorun ve Derin Sıkıntıları, Acıları aldıktan sonra; Bağlamasıyla, curasıyla hem kendi eserlerinden, hem de usta malı eserlerden örnekler sergileyen Yazıcıoğlu kendi sesinden şiirler de okuyor kamerama. Ayrıca Ekberi'den, Yüzbaşıoğlu'ndan, Hasret Gültekin'den Eserler, Curayla Bir Eser, Arguvan Türküsü’nü, Aşık Veysel’den, Pir Sultan Abdal, Muharrem Yazıcıoğlu, Aşık Veysel'den bir şiirini bizimle paylaşıyor.
Daha sonra ise Yazıcıoğlu’yla birlikte yine ozanlık geleneği içindeki diğer renkli simalardan birisiyle görüşmek üzere Batıkent’e doğru hareket ediyoruz.
Hasan Gören (Kul Hasan) yazdığı şiirlerle, eylemleriyle, eserleriyle, sazıyla bir dönem isminden çokça söz ettirmiş bir büyük usta. Emekten yana sazını uzun yıllar sahnelerde çalan Kul Hasan bir döneme tanıklık eden önemli bir isim. Evinde eşi, kızı, torunlarıyla bizi karşılayan ozanla sohbetimize Yazıcıoğlu’nun da katılması bir şans
Uzun çekimler de yaptığım Kul Hasan söyleşisinde başlıca şu konular üzerinde durduk: Yaşamına Yolculuk, Çocukluğu, Ozanlığa Geçiş, Saza Söze Giriş, Köyden Kente Geliş, Emeklilik, Yaşam Mücadelesi (Özellikle Çocukluk Döneminde Dedelere, Aşıklara İlgisi), Gezdiği Köyler, İzlenimler, Ozanlık Geleneği Hakkındaki Görüşleri, Sol Harekete Bakışı
Sazlı Sözlü Sohbet, Muharrem Yazıcıoğlu, Ruhi Su ve Deniz Gezmiş Arkadaşları Hakkındaki Fikirleri, Halk Ozanlığı ile İlgili Fikirleri, Sorunlar, Konserler, Sıkıntılar vs.
08.09.2006
Musa Karakaş, Müslüm Sümbül
Seyit Garip Musa Ocağı’ndan aynı zamanda Seyit Garip Musa Dernek Başkanı Musa Karakaş Dede’yle dernek merkezinin bulunduğu ve benim de tam altı yıl ortaokul ve liseyi okuduğum Tuzluçayır doyurucu bir söyleşi yapıyorum. Gerçekten önemli kaynaklar olabilecek bu söyleşi ve çekimlerde Musa Karakaş’la ilgili şu hususlar üzerinde durduk; Yaşamı, Çocukluğu, Dedeler, Cem, Kendi Yöresindeki Uygulamalar, Seyit Garip Musa Ocağı, Seyit Garip Musa Derneği, Çalışmalar, Yöredeki Cemler, Ozanlar, Ozanlarla ilgili Kuruluşlar, Ozanlar Derneği Kuruluş ve Çalışmaları (1976), Ozanlara Eleştiriler, Alevi Örgütleri, Halk Ozanlığının Özellikleri, Ehlibeyt Vakfı, Tuzluçayır'da Aleviler, Gençler, Örgütler.
Bu arada zaman kaybetmeden Kızılay’da bazı görüşmeler yaptıktan sonra bir dönemlerin çok ünlü isimlerinden 1940 Sivas Kangal Kavak Köyü doğumlu sevgili Müslüm Sümbül’le görüşmek üzere tekrar Abidinpaşa’ya hareket ediyorum. Gerçekten sesini benim de çok sevdiğim, Ali Ekber Çiçek’lerle, Turan Engin’lerle ismi anılan, konserlerle, radyolarda sesini özlemle beklediğimiz Müslüm Sümbül söyleşisi de tarihi bir kayıt oldu. Sümbül Söyleşisinde şu konulara değindik: Çocukluğu, Aşıklığa Başlayışı, Anılar, Ozanlar, Ozanlık, Yurtiçi ve Yurtdışı Gezileri, Eserlerinden Örnekler (20 Dk.), TRT'den Nilgün Parlak'ın Sunduğu Bir Programın Ses Kaydının Çekimi, Duygu ve Düşünceleri.
09.09.2006
Agahi Baba Etkinliği
Dağıtır
Gam kasavet keder başa derildi
Ancak bu yarayı yazan dağıtır
Bu dert bize ta ezelden verildi
Sinemdeki olan yürek dağıtır
Gönül tutulmazdı her tuzak ile
Ahir tutup bent ettiler bağ ile
Dağ vurdular dağladılar dağ ile
Dediler ki bizim yozun dağıtır
Görmez misin şu Ferhat’ın işini
Kerem sevda ile çekti dişini
Ben de mesken edim bir dağbaşını
Desinler ki bu dağ Mecnun dağıdır
Dertli Kerem ile Behlül-i Dana
Onlar aşk elinden oldu divane
Agahi şuara olmuştur amma
Saçma sapan söyler sözü dağıtır
Yaptığı çalışmalarla günümüz Alevi/Bektaşi araştırma geleneği içinde ismi en çok anılan ve saygı gören isimlerden birisi olan Sayın Prof. Dr. Alemdar Yalçın’la yaptığım görüşmeler sonucunda kendilerinin bir dönemin çok ünlü Baktaşi Babalarında Agahi Baba adına yapılacak bir merasime benim de katılıp katılamayacağımı sorması üzerine elbette! Yanıtını alınca, Musa Karakaş Dede’nin de katılacağı etkin için sabah çok erken saatlerde beni Mamak Beledi Başkanlığı binası önünden aldılar. Bilgi birikimi, tecrübesi hoşgörüsü ile bir güzel insan olan Alemdar Hoca aynı zamanda muazzam da bir kaptan! O ne güzel araba kullanış, o ne hız, ne çeviklik, pratiklik! Yollar kat ederek Nevşehir, Kayseri üzerinden çarçabuk ulaşıverdik Sivas Şarkışla’ya. Hemi de Aşık Veysel’in memleketine. Şarkışla merkez öğlen olmadan varmıştık, tören başlamadan hazırlıklarımızı yapmıştık bile.
Özellikle Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nden dostlarla karşılaştık. Meğer dünya ne kadar küçük. Canlarla, dostlarla buluşturuyor bizi yollar.
Şarkışla Şarkışla Merkez Garipler Mezarlığı’nda meftun, 1800 ‘lü yılların sonunda doğmuş ve yazdığı şiirlerle önemli bir isim olan Bektaşi Şairi Agahi Baba’nın yeniden yapılan mezarının açılış töreninde; Av. Cahit Tuncer, Mustafa Özbek, Hacı Ömer Coşar, İsmail Çolak, Prof. Alemdar Yalçın, Şakir Keçeli Baba çok güzel konuşmalar yaptılar.
Şakir Keçeli Baba Erenlerin sunumunu yaptığı etkinlikte özellikle Prof. Dr. Alemdar Yalçın’ın konuşması dikkat çekiciydi.
Sonra hep birlikte kent merkezinde büyük ham kavak ağaçları altındaki bakımsız bile olsa, bu haliyle, doğallıyla çok güzel Şehitler Parkı’na gidip hep beraber yemeklerimizi yedik. Burada güzel bir kaynaşma yaşandı. Şehir dışından gelen misafirlerle burada bulunanlar bir güzel sohbet ettiler. Biz ise Av. Şakir Keçeli Baba’yı da alarak Ankara’ya doğru erken hareket ettik. Ama Şakir Keçeli Baba yöreyi çok iyi bilen birisi olarak Sivas/Yozgat arasında Sızır’da bizlere dupduru sular içinde oynaşan taptaze balıklardan tutulanlarla bir ziyafet hediye etti. Sağ’olsun, var olsun Baba erenler, halden anlayanın değerine diyecek yok yahu! Hani vardır ya, yok ya, zahmet olmasın, vs. gibilerinden sözler. Bırakın kardeşim kim kime ne ısmarlıyorsa ısmarlasın kime ne?
Bu rüzgarı yanımıza aldık, bu uzun yollar nasıl aşıldı, sabah Ankara’dan Sivas giden araba tekrar nasıl oldu da Kırıkkale’ye kadar teklemeden var di valla benim aklım almadı, erenlerin himmetinden ve hikmetinden sual olunmaz diye buna denir sanırım. (Beni derinden sarsan ölümlerden birisi de Musa Karakaş’ın 25 Ocak 2008’deki kaybıydı. İnsanlık, Alevilik yolunda büyük emekleri olan, sırdaş insanlarımızdan, fedekar, vefakar, kadirşinas, canım dedem Musa Karakaş’ın anısı önünde saygıyla eğiliyorum.)
10.09.2006
Kırıkkale, Hasan Dede Türbesi, Haşim Demirhan Dede
Çok sıcak bir günün sonunda böylesine güzel bir yerde serinlemeyi ve batan günü izlemeyi ne de çok istemiştim.
Dostlar meclisi, peynirli/domatesli akşam çayı hemi de bir kayısı ağacının altında. Gün batmasın, sohbetler bitmesin, diyorum için için.
İçin için bir coşku kabarıyor içinde, bitmez tükenmez bir tutkuyla kıyılan yüreğimin derinliklerinde ölümsüz çığlıklar yükseliyor, aşk mıdır, sevda mıdır, ateş midir, tuz mudur, bal mıdır, çiğdem midir, körpe memelerden süzülen süt müdür, nergis midir, ana mıdır, yar mıdır, destan mıdır, türkü müdür, bayrak mıdır, dervişlerin hırkası mıdır?
Dostluk nedir, muhabbet nedir, her türlü kötülükten arınıp, pamuk mudur, un mudur, yağ mıdır bu insanlık, bu Kızılbaşlık, Bektaşilik, ozanlık, dedelik, ahilik, bilim adamlığı?
Yaşar Baki Altıok’u da Hasan Dede’nin yanında buluyoruz. Onlar bizden destur isteyip giderken, beni dostlar içinde bırakırken Hasan Dede’min makamında, diyarında olmanın hazzı da bir iyice beni sarıyor. Yüzyıllar ötesinden, bir derin bağ beni sarıyor. Keremine ne
Burada hatırladım belliğimde kalan en önemli şeylerden birisi de Hasan Dede’nin bahçesindeki çok güzel çiçekler. Hasan Dede Türbesi diyince hep Hasan Dede üzümü, Hasan Dede anıtı, Hasan Dede türbesi önündeki çiçekler aklıma gelir.
Karpuzu Büyük Hasan Dede, Kızılırmak’ın boyunda dergahında canları uyarırken, çerağlar yakarken, gönüllerdeki Hakk/Muhammed/Ali aşkını da sevgiyle yakmış bu ışık bugünlere kadar ulaşmış. Kalın taş duvarlarla yapılmış türbesinde huzur içinde yatan Hasan Dede’nin aynı zamanda çok hünerli tarımcı olduğu dergahında bin bir türlü şey yetiştirdiği de söyleniyor.
Osmanlı’nın en ihtişamlı döneminde XV. Yüzyıl sonu ile XVI. Yüzyıl başları arasında yaşadığı söylenen Hasan Dede’nin sağlığında Mimar Sinan’a bir camii yaptırdığı da söylenir. Kerametleriyle ve hikmetleriyle tüm İç Anadolu’da ismi duyulup zamanla en önemli ziyaret yerlerinden birisi olan Hasan Dede türbesinin çevresi bir köy iken, bir beldeye dönüşmüştür. Yazdığı şiirlerle de anılan Hasan Dede en çok güllerle birlikte yad edilir olmuştur.
Hasan Dede’nin türbesinin yanında ise bir başka türbe daha vardır. Burada da onun evlatları Mustafa, Halil İbrahim ve Ümmühan yatmaktadır. Ayrıca kalın ve yüksek bir duvarla bir başka mezarlıktan ayıran bu alana baktığımızda geniş bahçede bir de şadırvan görülmektedir. Duvarın karşısında ise çeşitli işlerin yapıldığı ki katlı eski bir gecekondu yapı görülmektedir.
Akşam ve ertesi gün Hasan Dede evlatlarından Haşim Demirhan Dede’yle (1950) doyurucu sohbet ve söyleşilerde bulunuyorum. Demirhan Dede söyleşide şu konular üzerinde duruyor: Çocukluğu, Anılar, Dedesi, Babası, Eski Dönemler, Cemler, Hasan Dede Köyü’nün Belde ve Belediyeye Dönüşme Öyküsü, Üretim-Tüketim-İnsan İlişkileri, Göçler, Sülaleler, Şimdiki Yaşam, Hayata Bakışı, İnanç Yapısına Giriş, Dedenin Yöredeki İnanç Yapısını Açıklaması, Sultan Sücaattin Veli Dergahına Bağlılık, Cemlerin Başlaması, Sürmesi, Musahiplik, Talipler, Kurban, Muharrem, Ocak, Dede Kavramları, İnanç Dünyası Sorunları.
Söyleşi esnasında Çorum Merkez Savran Köyü'nden Dedenin talipleri dedeyi ziyaret ederek niyazlaşıyorlar. Bir kamyona dolarak buraya gelen Savran köylülerin çok inançlı insanlar oldukları anlaşılıyor. Çevrenin en büyük köyü olan Savran’ın cemleri aksatmadan sürdüren ve inanca çok önem veren bir köy olduğunu söylüyor köylüler ve dede. Dede ile Hasan Dede Türbesini gezerken dede Hasan Dede ve türbe hakkında da bilgiler veriyor. Taliplerin dedeye ilgisi görülmeye değer doğrusu. Dede kesilecek kurbanlara dua veriyor. Aynı zamanda tesadüfen evlenen bir genç çifte nikah duası da yapan dedenin bu gezilerini de görüntülüyorum.
Dedeyle özel sohbet ve dertleşmelerimizde aslında suyun altında olup pek görülmeyen, görülmek istenmeyen sorunlara da değiniyoruz. Dedeye göre gençlerin Alevilik konusuna, ceme ilgileri geçmişe göre oldukça azalmış. Elbette halen müsahip olan gençlere rastlamak mümkün ama değişen değer yargıları nedeniyle maddiyata önem verilmesi, yaşam, iş, kentleşme olgularının getirdiği yeni sorunlar nedeniyle geçmişteki inançsal canlılığı ve samimiyeti bulmak çok zor. Burada bile artık insanlar tarlalarını, evlerini, bahçelerini satıyorlar, Ankara başta olmak üzere merkezi yerlerde yaşamlarını sürdürmek istiyorlar. Buraya ise zaman zaman gelen gençlerin eskiye rağbetleri artık yok gibi. Tarım da burada bitmek üzereymiş, insanlar artık “Hasan Dede Üzümü” yetiştirmiyormuş. Sulama sorun, ilaçlama, satış… hepsi birer soruna dönüşmüş. Kızılırmak kıyılarındaki araziler lüks konutlar için pazarlanıyormuş, belde de beklenen hizmetler verilemiyormuş.
Bizler de sorunları yerinde gözlemliyoruz. Aslında yarım kalmış bazı yatırımlar, ilerleyeceği yerde dağılmaya başlayan beldenin hali bizi üzüyor. En azından iki tane çok güzel ve masrafta yapıldığı görülen parkın içler acısı durumuna üzülmemek elde değil.
Bir de çok acı bir olaya tanıklık ediyoruz. Burada her sene geleneksel olarak yapılan Hasan Dede Festivali’ne katılmak bile canım istemiyor. Burada bir kabadayı edasıyla birilerini suçlamak istemiyorum ama çağdaş olduğuna, sporun, sanatın her türüne açık, kafası da, gönlü de gerçekten açık bir insan olarak; “ kültür festivali” adına sığınarak çok ilgisiz konuları bu etkinliğe sokmak çok mu “cazip”, çok mu “gösterişli” oluyordu da, bu inanç ve kültürün temel değerleri buraya taşınmıyordu? Bu hangi mantığın ürünüydü, “ralli” yanında, artık bıkıp usandığımız “sanatçı borazanlığı” yanında Alevi/Bektaşi inanç ve kültürün ana merkezlerinden birisinde bu inanç ve kültür adına bu festivalde acaba ne yapılmıştı? Yapılmıştı da ben mi kaçırmıştım? Dedeler, babalar, ozanlar neredeydi bu etkinlikle? İnanç ve kültür yapıları, yazarlar neredeydi?
Açıkçası bir protesto mudur nedir benimkisi bilemiyorum ama aynı gün orada olduğum halde bu eğlenceye katılmadım. Yani “carcanaya, curcanaya”
Dede’yle görüşmelerimizde yeğenlerinin de Romanya’da iş yaptıklarını ve Sarı Saltuk Türbesi’ni onarmak için girişimde bulundukları bilgisine de ulaşıyorum.
Pek şanslı bir insan olmasam da, Ankara’ya hem de ailemin uzun süredir yaşadıkları Mamak’a doğru hareket eden dedenin taliplerinden bir canın arabasıyla eve kadar zorlanmadan bir yolculuk yapıyorum.
Bir iki gün Ankara’da kalıp bazı eksiklerimi giderdikten sonra ise Samsun’a doğru yola koyuluyorum.
Eşrefoğlu al haberi
Bahçe biziz gül bizdedir
Biz de Mevla’nın kuluyuz
Yetmiş iki dil bizdedir
Erlik midir eri yormak
Irak yoldan haber sormak
Cennetdeki ol dört ırmak
Coşkun akan sel bizdedir
Adem vardır cismi semiz
Aptest alır olmaz temiz
Halkı dahl eylemek nemiz
Bilcümle vebal bizdedir
Arı vardır uçup gezer
Teni tenden secip gezer
Canan bizden kaçıp gezer
Arı biziz bal bizdedir
Kimi sofu kimi hacı
Cümlemiz Hakk’a duacı
Resulu Ekrem’in tacı
Aba hırka, şal bizdedir
Biz erenler gerçeğiyiz
Has bahçenin çiçeğiyiz
Hacı Bektaş köçeğiyiz
Edep erkan, yol bizdedir
Kuldur Hasan Dedem kuldur
Manayı söyliyen dildir
Elif Hakk’a doğru yoldur
Cim ararsan dal bizdedir
AYHAN AYDIN, Trakya ve Anadolu’da Erenler Bahçesi (Alevilik/Bektaşilik Araştırma Gezi Notları, 2002/2006), 2. BASKI, CAN YAYINLARI, İSTANBUL, 2008, SAYFA: 553-587