ARNAVUTLUK TOMOR DAĞI ALİ ABBAS ETKİNLİĞİ

MAKEDONYA – ARNAVUTLUK GEZİSİ (13-24 AĞUSTOS 2018) (2. Bölüm)

Ali Abbas’ın Ruhu Arnavutluk’ta Tomor Dağı’nda Tüm Canlılığıyla Yaşıyor

 Ayhan Aydın

Benzersiz doğasıyla beni her zaman büyüleyen ve kadim bir uygarlığın ve tarihin coğrafyası olan Balkanlar’a gitmek her zaman bende heyecan uyandırır. Bendeki bu sevdayı tam anlamlandırmak, tanımlamak da mümkün değil. Tam anlamıyla çocuklar gibi şen – şakrak bir ruh halinde yollara düşerim, her türlü engel bende muzipçe aşılmasından mutluluk duyulan bir oyuna dönüşür… Mesele Balkanlar olunca tüm ağrılarım geçer. Yunanistan’daki Seçek Yaylası Etkinliğinde gerçi biraz halsiz düşmüş, rahatsızlaşmıştım ama ne gam, her sene bende bir görev aşkı olarak beliren Harabati Baba Tekkesi’ne gitmeden bu seneyi tamamlamam mümkün olmayacaktı. Bir de üstelik birkaç kez niyetlensem de, tam da Hacı Bektaş Etkinlikleri zamanına denk geldiği için Arnavutluk’taki Tomor Dağı’ndaki Tomor Baba daha doğrusu Ali Abbas (Celal Abbas) Anma Etkinliklerine bugüne kadar hiç katılamamıştım. Bu sene her ikisini birleştirmek pek de akıllıca bir hareket olacaktı.

Yine düştük yollara… Bu sefer ise uçakla gitmek bana gerçekten çok iyi geldi. Yoldan ziyade; hem Yunan gümrüğünde, sonrasın da ise yine Yunan hududunu aşıp bu sefer Makedon hududunda bin bir türlü cefayı çekmemek bu sefer iyi olacaktı.

ARNAVUTLUK

TOMOR DAĞI’NA DOĞRU

 

TOMOR DAĞI’NDA ALİ ABBAS

 

Sizler bunu çok iyi bilirsiniz canım, Kerbela’da Yezit ordusuna karşı savaşan Ali Abbas varmış, Hz. Ali’nin oğlu, o işte orada şehit olmuş, türlü çileler içindeymiş, yanında iki masum da varmış, işte savaş içinde gaiple ilgili manevi dünyayla ilgili olmak üzere onlar oradan sırlar olmuşlar,  onlara bir başka kapı açılmış, bir başka âlim içine girmişler. İşte onlar dünyada öyle bir yer seçmişler ki burası da kutsal bir dağdır. Onlar işte bu dağı mekân seçmişler, darda kalan gönüllerin çağırdıkları büyük evliyalar olmuşlar. İlk önce atıyla ve iki mazlumla bir yere konmuşlar. Orada onların ayak izleri vardır, herkes orayı da ziyaret ederler. Sonra da şimdi mekânı olan Tomor Dağı’nın tepesine gelmiştir. Orada biz onun ruhunun var olduğuna inanıyoruz. Oraya bir türbe yapılmıştır. Aşağıya ise bir tekke yapılmıştır.

Bunları Harabati Baba Tekkesi Dervişi Abdülmüttalip Bekiri, Tomor Dağı ve Ali Abbas için söylüyor.

Yıllardır bu etkinliklerin yapıldığını hep duyardım. Burayı ziyaret bu seneyeymiş.

 

 

21 Ağustos 2018

Önceki sene Bosna Hersek’e doğru bir yolculuk ta yaptığımız elli yıllık şoför olan Derviş Hayrullahi Tomor Dağı için bir “kombi” ayarladı, yani bir küçük minibüs. Bizler bu yolun sevdalıları olarak Toprak ailesi yani Mustafa Toprak, onun oğlu Hüseyin Toprak ve de onun oğlu Murat Toprak canlarım, Hüsniye Çınar bir olduk. Sonrasında ise Selam Bekiri ve onun hısımlarını da alarak bu can insanlarla yola koyulduk. Ohrid Gölü’nü geçip Arnavutluk’a varmak bizim muradımız. Tomor Dağı’na en yakın önemli kent ise Berat. Berat’ı da hayli geçip Tomor’a varacağız…

Yolculuk olağanüstü güzeldi. Çünkü Türkçe ve Arnavutça nefesler söylenen, sohbet edilen, bir ortam vardı. Gerek şoförümüz Derviş Hayrullahi Abi, gerek Hüsniye Çınar, gerekse Selam Bekiri gerçekten de güzel sesleriyle nefesler söylediler. Yola doyum olmuyor… İnsan anlatsa ne anlatır; buralar için Makedonya ve Arnavutluk tümden Balkanlar dünyanın en güzel coğrafyalarından birisi olsa gerektir. Göller var, dağlarlar var, ovalar var, vadiler var, dereler var… Bütün bunları tüm Balkan coğrafyasında görmeniz mümkün. Benim en çok şaşırdığım ise, nedense her seferinde ilk kez görüyorum gibi şaşırıp çok mu çok sevinirim, her tarafın yemyeşil olmasına. Gerçi bu sefer ben haklıyım çünkü ağustos ayındayız, Türkiye’de ise hemen her yer kuruyor, sararıyor. Burası ise yemyeşil, birçok yerden sular çağlıyor… Çok ilginç diyorum. Ben doğa aşığı birisi olarak benzersiz ağaçlar görmek, tarlalar görmek, vadi diplerini görmek beni doyurmaya yetiyor. İnsanların iş güç içinde olması her şey ama her şey çok benzersiz.

Yani bir gezide insan aynı zamanda yaşamı da görüyor, hayat denen mücadeleyi, doğanın büyüsünü, benzersizliğini, biteviye insanı kendine çeken gizemini, bu anlar hiç bitmese dediğiniz anları yaşıyorsunuz bir gezide. Gezileri biraz da bu yüzden çok seviyorum; yaşam, doğa, zaman konusunda kendinizle ve doğal yapıyla baş başa kalabildiğiniz anları yakalama şansına ulaşıyorsunuz.

Berat’ı geçsek de duramıyoruz. Bir an önce hedefimize ulaşmalıyız. Dönerken de uğrayamadığımız Berat gerçek anlamıyla bir tarihi kentmiş. Zaten içinden geçerken bunu nasıl hissetmezsiniz? Kent size kendisini nasıl sevdirmez? Binlerce yıllık bu şehirde birçok tarihi yapının olduğunu gördük. Bir gün kısmetse seni yaşamak, hissetmek için birkaç gün burada kalırım diye içimden geçiriyorum. Tüm dostlar da burayı çok seviyorlar ama bizim bir an önce Tomor’a varmamız gerekir.

Can dostlar Berat’tan sonra daha önce gidilen bir yoldan Tomor’a doğru ilerletiyoruz.

Gün içinde yoğun yağmur yağmıştı. Dedik ki, bu dağlara da bu yağmur yağmıştır şimdi. Öyle de olmuş. Bizler bilinen o dağ yoluna saptık. Yüzlerce araç yol alıyor… Ama ters giden şey, aynı yoğunlukta araçların o dağ yolundan tekrar gerisin geri dönmeleri. Yol bozukmuş, gidişe elverişli değilmiş. Ama yine de bizler yol almak istiyoruz. Birkaç saatimiz böyle geçiyor.

O dağlara çıkarken aşağılara bakınca, bazen su için mola verince manzaranın benzersizliği tümümüzü ürpertiyor. Sıra sıra dağlar; yeşillik, derinlik, patika yollarda giden köylü-çiftçi insanlar. Koyun- keçi sürüleri, yabani meyvelerden başka fazla bir şeyin yetişmediği fakirliğin boy gösterdiği dağ köyleri. Ve yaşamla iç içe olan dağ köylüleleri… Yapacak bir şey yok; 4#4’leri ciplerin geçemediği ki zaten maşallah herkesin altında lüks arabalar, selin etkisiyle geçit vermez yoldan biz nasıl geçeceğiz bu zavallı kombiyle? İstemeye istemeye geri döndük. O güzel manzarayı bir kere daha görme şansına ulaşarak indik aşağıya. Bir başka yol daha varmış Tomor’a ulaşmak için. Bizler de artık karayolundan bir vadi içinde yol almaya başladık. Tabii zaman ilerleyince akşam saatleri olunca, yol da uzayınca yorgunluklar arttı. Tam da yolumuza devam ederken, çok sevgili Hüseyin Toprak Dedemizin 85 yaşındaki Mustafa amcamız için endişelenmesi yerindeydi. Ama bu hepimiz için geçerliydi. İşte Çorovoda denilen kasaba büyüklüğündeki bir yerden geçerken, inelim dinlenelim, dedik.

Sonrasında ise bu geç saatte yukarı dağa tırmanmanın imkansız olduğunu görerek, burada konaklamaya karar verdik… Hüseyin Toprak Dede bir otel arayarak buldu, çok da iyi etti. Epey bir dertten kurtulmuş olduk. Hizmetleri Hakk katında kabul olsun, diyorum.

 

 

21 Ağustos 2018

Arnavutluk Çorovoda

 

İyi ki de bu küçük kentte konaklamışız. Ne de güzel bir yermiş burası. Bir yanı yüce dağlara doğru yol alıyor, bir yandan da kendine geniş bir düzlük açan bir geniş derenin sağından solundan yaşama imkân veren mahalleler var… Ama hemen söyleyeyim ki her tarafta dağlar kazılıyor. Biz Türkiye’de yine de iyi kötü ses çıkarıyoruz ya ben de diyorum ki demek ki burada çok mu çok doğal dağları delik deşik etmek. Arnavutluk’un tüm dağları maden için özellikle buralar mermer ocakları için tümden oyulmuş durumda.

Ben her daim olduğu gibi sabah çok erken kalkan birisi olarak, düştüm yollara… Küçük kendi bir saatte baştan başa kat ettim. Bir yol gidiyordu, çınarların altından. Ben de o yolu takip ettim. Gide gide gittim ki, bir güzel çeşme sakin, uslu akıp duruyor… Çekmesem olur muydu yani?

Bir de öğreniyorum ki, aslında bu kent Tomar Dağı için de anlamlı bir ilk uğrak yeriymiş. Sonrasında Mekedonya’da Gostivar yakınlarındaki Vrutok Köyü’nde duymuştum. Burada Arnavutlar Sırplarla savaşırken Celal Abbas onların imdadına yetişmiş. Halk anlatılarının içine girmiş yani bu. Bir de o dağa gitmek için bir adımmış. Yani tesadüfen geldik bu şehre ama zaten kaldığımız otelin hemen bahçesinde de bir Bektaşi Babası’nın makamı da var. Ona nazarlama olarak bu makam mezarı yapılmış. Araştır araştır bitmez bu konular…

 

22 Ağustos 2018

Tekrar Tomor’a Doğru…

 

Can dostlar, zaten eğer o gece konaklamamış olsaydık, halimiz yaman olurmuş. Çünkü gerçekten oldukça uzak bir yer Tomor Dağı. Bazen de tırmanın aksine aşağı doğru inerek de yol aldık, tekrar tepelere, dağlara doğru tırmanışımız devam etti.  Sıra dağlar, ormanlıklar, daha çok çalı tipi ağaçlar, hele hele de yabani meyveler… Yol boyu gördüğüm o olağanüstü manzaralar içindeki küçük köyler, hala bu tip dağ köyleri var mı? Dedirten cinstendi. Tümüyle doğayla içi içe yaşayan çileli dağ köylülerini görüyoruz. Zaman zaman da dağdan topladıklarını satan köylüleri, gençleri, çocukları da görmek ayrı bir renklilik. Tüm doğallıklarıyla, samimiyetleriyle, bozulmamışlıklarıyla kar etmeyi bilmeyen bu masumluk timsali insanları görmek bizleri duygulandırıyor da.

Daha önceki gezilerimde de gördüğüm gibi Arnavutluk bir doğal cennet ülkesi. Yani hiç bozulmamış, her şeyiyle numune bir kırsallıklar ülkesi. Türkiye bile çok bozuldu bu konuda, hormonal bozukluklar her yeri sardı ama Arnavutluk her şeyiyle doğal bir numune bu konularda. Umarım onlar da Türkiye gibi hormonlaşmazlar; gıdasıyla, hayvanlarıyla, insanlarıyla…

Git git bitmiyor mübarek… Yollar da hiç de geniş değil, zar zor ilerlenen dağ yolları işte. Hele hele de yalçın dağlar… Yol kenarlarında kazalarda ölenler için yapılmış küçük anıt şeklinde makamlar var… Dağların oyum oyum oyulduğunu büyük bir merak, hüzün ile izledim. Gerçekten özel taş ve mermer için neredeyse oyulmamış dağ kalmamış. Şimdi diyeceksiniz ki, Türkiye’nin hastalığı burayı da sarmış. Doğru her tarafı oymuşlar gerçekten… Ama inanılmaz bir yaban güzelliği var hala bu dağlarda. Ben bu dağlara hasta oldum gerçekten… Sıra sıra yüce dağlar… Başında suların çağladığı engin dağlar… Bulutları eksik olmayan gizemli dağlar…

Nihayetinde tepelerde çok büyük ağaçların da olduğu Tomor Dağı ve çevresi göründü.

Bir insan ve araç seli adete ortalık. Hele hele kurbanlar daha ilk başta görülüyor… Binlerce araç, binlerce insan… Yol almak ne mümkün…Bizler de bir an önce öğlenleyin başlayacak etkinliğe, Tomor Dağı Ali Abbas Etkinliği’nin resmi açılışına ulaşmak gayretindeyiz….

 

Tomor Dağı ve Tekke

 

Can Dostlar; en son okuduğum Sayın Avni Lala tarafından hazırlanmış, Arnavutluk’ta Bektaşi İnanç ve Ritüellerinin Sosyolojik Analizi isimli Doktora çalışmasında hem genel anlamda Arnavutluk’taki Bektaşilik aynı zamanda Ali Abbas etkinliğinin kökenlerine ilişkin de çok değerli bilgiler var. Aşağıdaki onun araştırmalarına yer vereceğim. Konuyla ilgili aynı zamanda Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’nde çalışan Nuri Çuni’nin de Arnavutça bir kitabı var… Elbette dahi birçok eser vardır.  

 

(Bu konuda yapılması gereken en önemli işlerden birisi de Arnavutça’dan Türkçe’ye bu konuda yazılmış bazı ciddi eserlerin basılması gerektiği aynı şekilde Türkiye’den ve Türkiye gerçeğinden çok kopuk yaşayan Balkanlar’daki Arnavut Bektaşiler için Türkçe yayınlanmış bazı eserlerin Arnavutça’ya çevrilip yayınlanmasıdır.)

 

Etkinlikler

 

Bu sene Arnavutluk cumhurbaşkanın da katıldığı etkinlikte Cumhurbaşkanı, Tiran merkezli Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’nin ve Arnavutluk’taki Bektaşilerin inanç önderi Baba Mondi yani Edmond Brahimaj, resmi davetli konuklar da konuşmalar yaptılar.

Onların ve bazı dede, derviş ve diğer konukların da hazır bulundukları ortamda, Tomor Dağı’nın isminin geçtiği türkü veya bazı nefesleri dinledik, Arnavut danslarını izledik.

Sonrasında ise 2400 metre yüksekliğindeki Tomor Dağı’na yani Ali Abbas’ın türbesinin bulunduğu (muhtemelen makam mezarı) doğru bu sefer arazi araçlarıyla yola koyulduk. Yol bu sefer çok kötü değildi. Ama benim gözümde Türkiye’de Doğu Anadolu’ya doğru yol alırken uzanan sıra dağ silsileleri gibi arka arkaya büyüyüp giden muhteşem dağların görüntüleri vardı… Çoğunlukla jiplerle çıkan veya inen insanların yüzlerinde hep tebessüm, mutluluk güzellik gördüm. Aynı araçta bazen on kişinin olduğu bu araçlarla yukarı canlı aşağı ise tığlanmış kurbanlar getirilip götürülüyordu. Nihayetinde bir yerde arabayı durdurup karşıdan fotoğrafını çektiğim sivri bir dağ yamacının bu sefer göğe yükselir gibi oklandığı bir yeşil türbe görünüyordu. Dağın tam zirvesinde olan bu türbenin çevresi o kadar geniş bir boşluktaydı ki, bu ancak insan aklının, ruhunun, inancının ve kadim uygarlıklardan beri devam ede gelen en yücede, dağ doruğu, dağ kültüne inancın bir yansıması olabilirdi.

Türbe veya makam diyeceğimiz bina, içinde bir mezarın bulunduğu daracık çok mu çok küçük bir alan. Onun yakın çevresi dümdüz, halka şeklinde bir yuvarlak çember şeklinde. Bu duvarın arkası ise artık dağın bir yamacı, bir yanı tepeleri gören yüz, bir yanı ise insanların gelip kurbanlarını kestikleri, mumlarını yaktıkları meyilli tepelik bir alan.

Aşağıda inanılmaz bir görüntü var; hiç durmadan tığlanan onlarca kurban, en az yüz kurban yan yana… Artık eriyip akmış bir şekilde mumların yani çerağların yakıldığı bir başka alan… Bu bana Dersim (Tunceli)’de Düzgün Baba Ziyareti’ni hatırlattı… Orada da 2002 yılında yaptığım gezide gördüğüm gibi, kesilen kurbanların kanları cam gibi saydam bir tabaka yaratmıştı. Yakılan çerağlarla tavanı simsiyah olmuş bir kutlu mekân vardı… Dersim coğrafyasını daha çok Bulgaristan’daki Deliorman Bölgesi’ne benzetmiştim. Benzerlikler o kadar çok ki, demek ki, ortak kültür, bellek, inanç davranış kalıpları şeklinde birbiriyle örtüşen, özdeşleşen bir çok yapıyı ortaya çıkarıyor. Ben daha çok insanlardaki derinlik bakımından bir benzeşme yapmıştım. Ama görüyorum ki, Arnavutluk’ta, Makedonya’da, Kosova’da yaşayan ve yaşatılan Bektaşilik ile Anadolu Aleviliğinin kesiştiği o kadar alan var ki, araştır araştır/ karşılaştır karşılaştır bitmez bu umman-ı derya… Nice nice kitaplar yazılır, akademik çalışmalar yapılır bu alanda… Gençlere çok mu çok iş düşüyor, malzemede bol hani…

Gelen insanlar türbede mezar başında döngülerini, dualarını, ziyaretlerini yaparlerken kesinlikle türbenin üstüne az – çok bir para bırakıyorlar. Aynı zamanda, çocuk kıyafeti, havlu, giyecek, yiyecek bırakanlar da var…

Bizim canlarımız da Derviş Abdülmüttalip Bekeri, Toprak ailesi, Hüsniye Çınar, Selam Bekiri ve yakınları da ayrı ayrı teker teker ziyaretlerini, dualarını yaptılar…

 

Tekke

Aşağıda ise Tomor Baba Tekkesi var… Burası hem bir ziyaret yeri ama aynı zamanda etkinliklerin yapıldığı, insanların bir araya geldikleri alan. Aynen yukarıda olduğu gibi burada da kurbanlıklar var, kurban kesim yeri var… Ama öyle böyle değil, abartısız yüzlerce kurban kesiliyor, dağıtılıyor, hatta pişiriliyor, yeniliyor… Burada kurban üzerinden yürüyen bir kültür var. Tekke bölümünde aynı zamanda konukların da ağırlandığı, babaların bulunduğu, her daim ibadetin de yapılabileceği bir merkezi bina var. Onun dışında kesimhane, yemeklerin yenildiği geniş bir bina, tuvaletler ve diğer bölümler var…

Burada da yine mumların yakıldığı geniş bir alan, onun önünde bazı baba ve derviş türbeleri mevcut. Burada benim dikkatimi çeken çok kalın, çok büyük ağaçların varlığı. Tümüyle kendine özgü bitki örtüsüyle çevrili bir alan. Kaz Dağları’na çıkmadım ama duyduklarımla buradakiler örtüşüyor… Kutsal bir dağ, kutsal bir ziyaret, aynı zamanda bir hafta kadar dağda kalıp o inancı-kültürü-havayı yaşayan insan toplulukları… Burada da, üç dört gün kalan insanlar var… Bir nevi Hacı Bektaş, Abdal Musa, Hamzababa Etkinliği gibi buradaki etkinlik… Mekanlar farklı, sistem farklı ama benzeyen birçok unsur var.. (Daha geniş bir yazı yazmak gerekir.)

Sağda solda yemek yiyen, uyuyan, dinlenen, çimlere uzanmış insanlar…

Buradaki etkinlik bence bir inanç etkinliğinin ötesinde kültürel bir etkinlik… Biz kalamadığımız için göremedik ama resmi açılış seromonisinde gördüğüm gibi dans, türküler gece de devam etmiş… Yani burada sadece Bektaşilerin gelip dini bir etkinlik yaptığını söyleyemeyiz. Her kesimden insan yani Sünniler, Hıristiyanlar da gelip bu etkinliği izleyebiliyorlar, katılabiliyorlar. Ama genelde gelenler Bektaşiler.

Çok kalabalık, çok büyük bir kargaşa, düzensizlik, yüce dağ başında olanaksızlıklar var. Ama bence burada samimi olmak gerekirse çok büyük sevgi, samimiyet, güzellik var. İnsanlarda bunu görmek mümkün. Muhtemelen nasipli olan daha yaşlı Bektaşiler yanında, konuyu hiç bilmeyen Tomor Dağı olarak buraya gelen, gezmek – görmek için buralara gelen özellikle genç yığınların yoğunluğu dikkat çekiyor. Ama tümünde de saygı, sevgi, güzellik var…

Daha sonra bir gün önce yağmur dolayısıyla bozulan yollardan gerisin geriye gittiğimiz da yoluna tekrar sapıyoruz. Burada ise yine bir türbe gibi üstü kapanmış ve çevresi çevrelenmiş bir alanda Ali Abbas, Atı ve Masumların Ayak İzlerinin Bulunduğu yere varıyoruz… Aynı şekilde insanlar burayı da ziyaret ediyorlar. Gerek mekanda, gerekse de dışarıda mum yakanlar var.. Yaban çayı, bazı meyveler satan satıcılar yanında gelip dinlenen, burada bir müddet kalmak için uğrayanlar da var…

Bizler yine abartısız her yeri delik deşik edilmiş, dağlardan aşağıya doğru iniyoruz. Gün batıyor. Benim gibi gerçekten doğa aşığı ve meraklısı Hüsniye Çınar’la dağlar arasında kaybolan güneşin görüntüsünü çekmeye çalışıyoruz….

Yine sohbetler, muhabbetler devam ediyor…

Hiç durmadan yol alıyoruz.

 

Elbasan

23 Ağustos 2018

 

Elbasan’a Türk Cemali Baba Türbesine varıyoruz… Bir lokmaya denk geliyoruz… Baba Faik Salmanay bizleri bırakmıyor, lokma etmeden sizi bırakmam diyor… Burada da yine nefesler söyleniyor. Hüsniye Çınar da söz alarak Türkiye’deki canlardan selamlar getirdim diyor… Çok güzel bir ilgiden sonra oradan ayrılmak zorunda kalıyoruz..

 

2016’daki gezim de değinmiştim gerçi ama yine aktarayım yeri gelmişken burayı… Oldukça yaşlanmış ve bir piri fani olan Faik Salmanay Baba’nın varlığı yetiyor. Oğlu mücerret derviş olan Ardit ise çok mu çok mütevazı dünyalar tatlısı bir derviş. Aynı zamanda diğer işlere de bakan muhiplerden birisiyle bizler tekkenin bitişiğindeki türbeleri ziyaret ediyoruz. Yeşil renkli bir kubbenin içinde üç Baba erenler yan yana yatıyorlar; Baba Ali Horasani, Baba Cemal Turku (Baba Xhemal Turku), Baba Şerif Canı (Baba Sherif Cani). Tekkenin önündeki ağaçlık avlunun dışında, hemen yanında bir de yeşil bir bahçesi olan bu inanç merkezi her yerden misafirlerini bekliyor. Işıl ışıl mutfağı, misafir odaları, salonları olan tekkenin bir dönem babası olan ve Abdülmüttalip Bekiri’nin de ifade ettiği şekliyle alim bir insan olan Cemali (Cemal) Baba Türk asıllı bir baba. Burada önceden ciddi bir Türk varlığını duyuyorduk. Ama şimdilerde bir araştırma konusu olacak şekilde, Türk kalmamış. Ya göçmüşler, ya da Türkçe konuşmayarak, asimile olmuş bir şekilde varlıklarını şu veya bu şekilde sürdürüyorlar, bir bilgimiz yok.

Çok enteresan bir şekilde, böyle şeyler oluyor, bu sene ikinci kez ziyaret edeceğimi bilemediğim bu tekkeye 5 nisanda tekrar geliyoruz. Reşat Bardi Dedebaba’nın “Mevlüt”ü için tekrar Arnavutluğa geldiğimde burayı bu sefer Abdülmüttalip Bekiri Derviş ve Türkiye’den çok sevgili Mahmut Aydın Derviş ve Bosna Hersek’ten iki can simayla ziyaret ediyoruz. Burada bize kendi elleriyle yaptıkları lokmaları ikram eden bu can insanlara muhabbetimiz daha da artıyor.

Ayrıca ikinci gelişimizde kentin biraz çıkışında iki boğaz arasında bir tepeye yakın alanda “Büyük Tekke”yi de ziyaret ediyoruz. Burada birçok babanın mezarları var. Burası aynı zamanda “Tekke”. Baba Faik Selmanay akşamları gelip burada kalıyormuş. Kaşsısında çam ağaçlarıyla kaplı bir tepe olan bu yer Mahmut Aydın’ın dediği gibi tekke olmak için daha ideal bir yer, kentin içindeki basık hava burada yok.

Elbasan’daki bu türbelerde yatanların en azından bir kısmının Horasan illerinden gelen Türk erenler olduğu söyleniyor.  Elbasan’la daha çok ilgilenmek gerekir.

 

Tiran

Nihayet muhteşem bir yolculuktan sonra yorgun argın Tiran’a varıyoruz. Her zaman söylediğim gibi Tiran çok mu çok güzel bir şehir… Burayı gezmek için en az bir hafta burada kalmak gerekir, yeşili de bol, suyu da bol, dağlarla çevrilmiş bir güzel kent Tiran.

Toprak ailesi, Hüsniye Çınar’la ben bir otele geçiyoruz. Diğer canlarımız Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’ne gidip konaklıyorlar.

Sabah ise ilk işimiz Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’ni ziyaret etmek oluyor. Türbe ziyaretlerimizi yapıyoruz. Aynı zamanda ben her zaman ki gibi durmuyorum. Dervişle Merkez içindeki Müze’de bir kısa çekim yapıyorum. Bunu da hemen Youtobe’da yayınlıyorum. Yaşam ilkem olarak her zaman aldığımdan daha fazlasını dünyaya verme düsturundan hareketle, zaman kaybetmeden, arşiv denilerek tozlu raflarda ya da nemli dolaplarda yok olmaya bırakmayarak, görüntüleri, fotoğrafları, yazıları paylaşıp halkın, insanlığın yararlanmasını sağlama gayretine giriyorum…

Yalnız burada yine ağzım durmayacak… Daha önceki senelerde de söylediğimiz, elimizden geldiğince yardımcı olalım dediğimiz ve ciddi kaynak ayrılan, önemli emekler de verilen bu merkezde Türkçe esere rastlamak pek mümkün değil. Kütüphane’nin Türkçe bölümündeki kitap sayısı yok denecek kadar az. O da Aleviliği Bektaşiliği tarafsız olarak ne kadar anlatacağından tam emin olamamacığımız yayınlar. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Türkiye’de de tartışılan Alevilik Bektaşilik Klasikleri serisinden Arnavutça olarak hazırlanmış yüzlerce kitap burada bulunuyor. İlgili kişilere veriliyor.

Bektaşilik kimsenin tekelinde değil. Burada daha önce birçok kez yazdığım, serzenişlerimi dile getirdiğim, bir başka ciddi yazının konusu olan alana germek istemiyorum. Her seferinde yazılarım çok uzuyor ama Türkiye’deki Bektaşilerle Arnavutluk başta olmak üzere Makedonya, Kosova, Bosna Hersek’te yaşayan Bektaşi toplumu arasında ciddi kopukluklar mevcut. Bunların giderilmesi gerekir. Bunun çok ciddi nedenleri olabilir ama Bektaşilik diyorsak, ayni inançtan bahsediyorsak, en azında yol hakkı için bir araya gelip bu konuları daha ciddi konuşmamız gerekir… Bu kadar kopukluk  kabul edilemez…

 

Vrutok Köyü’nde Muhabbet…

Sonrasında ise tüm hızıyla yine muhteşem bir doğa içinde Makedonya’ya doğru yol alıyoruz… Bu sefer Tekke’ye uğrmadan Zydna Köyü yani Derviş Abdülmüttaliplerin köyünün de bulunduğu Gostivar’a yakın Vrutok Köyü’ne varıyoruz. Burada Selam Bekiri’nin canlar canı hısımlarıyla bir araya geliyoruz. Hem lokmalarımız yiyoruz, hem de benzersiz bir muhabbete dahil oluyoruz. Hele hele iki anamız öyle içten güzel nefesler söylediler ki, bunları da dinlemenizi arzu ederdim.

Sonrasında Tetova’ya, Tekkemize varıyoruz.

 

24 Ağustos 2018

Ben artık bu sefer aslında biraz da rahatsızlandığım için yeteri kadar yardımcı olamadığım Derviş’e, Tekke’ye hüzünle veda ederek İstanbul’un yolunu tutuyorum. Afrim Nesimi beni sağ olsun, var olsun Havalimanına kavuşturuyor…

Tomor’un aşkı beni çok etkiledi. Derviş’in yalnızlığı çaresizliği her zaman ki gibi yürekteki yaramız oldu. Dallarında elmalar kalan Harabati Baba Tekkesi’ne ilgisizlik, bakımsızlık, sorunların artması hepimizin derdi aslında…

Toprak ailesini, Hüsniye Çınar’ı da ve tüm dostları anmak gerekir… Her yazı tam bitmemiş yazıdır… Yazımda türlü eksiklikler var… Uzun da yazınca uzuyor…

Tüm canlara aşkı niyazlarım vardır…

 

 

 

TOMOR DAĞI’NA VE ABAZ ALİ ETKİNLİĞİNE BİLİMSEL BİR BAKIŞ…

 

Sayın Avni Lala’nın Doktora çalışmasından edindiğimiz bilgiye göre, aslında Tomor Dağı antik kültür çağından beri önemini her daim korumuş, Arnavutluk’ta çok bilinen tabiri çaizse bir kutsal dağdır ve iyi insanların dağıdır…

 

Avni Lala’nın Çalışması…

 

Sayın Avni Lala’dan bizzat izin alarak doktora çalışmasındaki ilgili bölümden bir kısım aktarıyorum… Kendisine bu ilgisinden dolayı çok teşekkür ederim…  

 

 

T.C. Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe ve Dinbilimleri Anabilim Dalı Din Sosyolojisi Bilim Dalı

Arnavutluk’taki Bektaşi İnanç Ritüellerinin Sosyolojik Analizi

Bursa 2015

 

 

(218-226 Sayfalar Özet)

 

 

Anlaşıldığı kadarıyla İslam öncesi Tomor’a atfedilen bu kutsallık ve söylenceler, özellikle

Bektâşilerle birlikte yeni bir biçime dönüşmüştür. Burada artık eski tanrılar ve rahibeler değil,

Hz. Ali’nin oğlu Abaz Ali yaşayacaktır. Böylelikle Bektâşiler nezdinde de Tomor dünyanın en

eski ve en güzel dağıdır. Bektâşilerdeki inanca göre artık Allah’ın bundan daha güzel bir dağ

yaratması mümkün değildir. Zira bir defa yapmayı denemiş ama çamur elinde bozulmuştur.

Bektâşilerin kabul ettiği rivayetlere göre, Kerbela Olayı’ndan sonra Hz. Ali’nin iki oğlu

Abaz Ali (Hz. Ali’nin Fatıma dışındaki bir hanımından dünyaya gelen Abbas b. Ali) ve kardeşi

uzun bir yolculuktan sonra ilham yoluyla Tomor Dağı’na gelmişlerdir. Abaz Ali Tomor’un

zirvesine yerleşmiş, kardeşi ise Berat’ı korumak için oradan ayrılmıştır.  Bektâşî kaynakları

aynı zamanda Abaz Ali’nin Kerbela’da şehit edildiğini de söylemektedir. Burada bir çelişki söz

konusudur. Kerbela’da nasıl hayatta kaldığı konusu gizemini korumakla birlikte Tomor’a gelişi

konusunda bilgiler vardır. Buna göre, “Abaz Ali uçan bir atla bir adımda önce Kaysa

Dırasası’na (Dërrasën e Kajcës) ikinci adımda Novay Dırasası’na (Dërrasën e Novajt), üçüncü

adımda Çuka’ya basarak Premet’e ve dördüncü adımda Tomor’a gelmiş, bu bölgeye yerleşip

koruma altına almıştır.”268 Abaz Ali’nin vefatından sonra hakkında pek bir şey söylenmemiştir.

Bektâşî inanışına göre, her sene Abaz Ali’nin ruhu 25 Ağustos’ta Olimpi’den gelir, kötülükleri

def edip geri döner.

Arnavutların büyük şairlerinden Naim Frasheri’nin dizeleri Abaz Ali inancına bakışı

ifade etmesi açısından önemlidir. Arnavut edebiyatında buna benzer pek çok şiir bulmak

mümkündür: “Abaz Ali Tomor’a yerleşti/ Bizim komşumuz oldu/ Artık Arnavutluk zavallı

olmayacak/ Çünkü Tanrı onu sevdi”.

Kadim Tomor mabedindeki ritüellerin Bektâşiliğe dönüşümü XVI. yüzyılda Hacı Bektâşı

Velî’nin Tekkesi’nden gelen Hacı Baba’nın Abaz Ali adına sembolik bir mezar yaptırmasıyla

başlamıştır.

 

Hacı Baba Tomor’a geldiği zaman insanların ayinler yaptığını, bereket için

burada yattığını, ancak bu yaptıklarının kaynağı konusunda bilgi sahibi olmadıklarını görür.

Bunun üzerine Hacı Baba insanları eğitir ve yapılan ayinleri Bektâşî erkânına bağlar. Böylece

Tomor’daki ayinler bir Kerbela şehidi olan Abaz Ali adına yapılmaya başlar.272 Zamanla

Bektâşiler arasında bir de “Tomor Baba” çıkar. Acaba müstakil bir Tomor Baba yaşamış mıdır,

yoksa Hacı Baba vefat ettikten sonra Tomor Baba adıyla mı anılır olmuştur, belli değildir.

 

Ancak Bektâşi literatüründe müstakil bir Tomor Baba yer almaz. Günümüzde bazı babalar ise

burada kast edilenin “Ali Tomor Baba” olduğunu söylemektedir. Ali Tyrabi Baba ismiyle de

bilinen bu zat 1893-1948 yılları arasında yaşamıştır ve Tomor’daki İlyaz Derviş’in mezarının

yanındadır. Abaz Ali veya Tomor Baba kim olursa olsun, artık Arnavut Bektâşi kültüründe yer

edinmiştir. Bektâşîler “Tomor Baba’ya”, “Abaz Ali’ye”, “Şu Dağ’a” şeklinde yemin ederler.

Birisinin iyiliği istenecekse, “Tomor Dağı kadar yaşa” veya “Tomor Baba yardımcın olsun,”

şeklinde dua edilir, kötülüğü istenecekse “Abaz Ali veya Tomor Baba kahretsin” şeklinde

beddua edilir.

Görüldüğü üzere Tomor mabedinin uzun bir geçmişi olmasına rağmen, bir yüzyıl

öncesine kadar bu kadar popüler bir ziyaret mekânı değildi. 1916 yılında İlyaz Derviş’in

Kulmak Tekkesi’ni kurmasından sonra bir canlanma yaşanmıştır.273 Komünist dönemde sadece

yakın civardaki insanların ziyaret ettiği Tomor, demokrasiye geçildikten sonra –ulaşımı çok

meşakkatli olmasına rağmen- hem Arnavutluk içinden hem de dışından yüzbinlerce ziyaretçi

almaya başlamıştır.

Ziyaretgâh 20-25 Ağustos tarihler arasında ziyaretçilere açılır.

2000 yılına kadar Dedebaba sürekli olarak ziyarette bulunmazken, bu tarihten sonra her sene gelip ev

sahipliği yapmaya başlamıştır. Günümüzde Mondi Dedebaba 21 Ağustos’ta Tomor’a gelmekte,

genellikle 22 Ağustos günü öğleye doğru ziyaretçilere yönelik bir konuşma yapmaktadır. Bizim

katıldığımız törende dedebaba Tomor’un Bektâşilerden önce de kutsal olduğunu, Pelazglardan

günümüze değin bu özelliğini yitirmediğini, çünkü Tanrı’nın dağı olduğunu söylemiş, Abaz

Ali’nin gelişi, Tomor Baba ve İlyaz Derviş’ten bahsederek konuşmasını tamamlamıştı.

Tomor ziyareti Abaz Ali’nin makamıyla başlar. Aşağıdaki resimlerde görüleceği üzere

makam güneydoğu istikametine doğru daire şeklinde yontma taştan yapılmıştır. İçerisinde de

taştan oyulmuş ve güneye çevrilmiş büyük deliğe para atılır. Taşın ortasındaki oyukların Abaz

Ali’nin ayak izleri olduğuna inanılır. Genellikle ziyaretçiler zorlu bir yürüyüşten sonra buraya

geldikleri için hem dinlenmek amacıyla hem de feyiz-bereket almak için burada 20-30 dakika

dururlar.

Abaz Ali Makamı’ndan sonra Kulmak Tekkesi’ne gidilir. Kendi çadırları olanlar

istedikleri yere kurarlar, olmayanlar da kişi başına 2.500 Lekë (25 $) karşılığında kiralık çadırda

kalırlar. Ziyaretçiler gece kalacak yerlerini hallettikten sonra Kulmak Tekkesi’ne girerler.

Tekkedeki resimler bereket amacılıyla öpülür, boş yer varsa oturulur, baba konuşacak olursa

kulak verilir ve yardım kutusuna para atılır. Bundan sonra tekkenin yukarısında bulunan İlyaz

Derviş Türbesi’ne gidilir. Diğer kutsal mekânlar gibi türbeye baş eğilerek girilir. Önce mezara

dokunulur veya etrafında bir ya da birkaç kere dönülür.

 

Türbede çeşitli sıkıntıların giderilmesi veya dileklerin gerçekleşmesi için yapılan dualar

Arnavutçadır. Duadan sonra ekonomik imkânlar dâhilinde niyaz amacıyla türbeye para bırakılır.

Tekkede oturulduğu kadar burada kalınmaz ve duadan sonra terk edilir. Ziyaretçiler girmeden

önce ve/veya sonra istedikleri kadar mum yakarlar. Mum yakmak bu ziyaretin temel

şartlarındandır ve ne kadar çok mum yakılırsa o kadar sevap olacağına inanılır. Türbeden

çıktıktan sonra kurban kesilir. Nadiren de olsa kendi yanlarında kurbanlarını getirenler olmakla

birlikte, esas olarak türbenin yanında bir hayvan pazarı vardır ve kurbanlar buradan alınır.

Kurban fiyatı koyunun ağırlığına göre hesaplanmakla birlikte genel olarak hayvan başı 15.000-

20.000 Lekë (150-200 $) civarındadır. Bektâşî inancına göre kurban alınırken pazarlık

yapılmaz.

 

Kurban mezbahanede Bektâşî erkânına göre bir derviş veya onun vekili olan kasap

tarafından kesilir. Kesme işlemi için kasaplar 1.500-2.000 Lekë almaktadırlar. Kurbanlar Tomor

Baba, Abaz Ali ve diğer evliyanın adına kesilirse de bıçak boğaza sürülürken hafif bir sesle

besmele çekilir. Ziyaretçilerin azımsanmayacak bir kısmı kurban kanını parmaklarıyla

alınlarının ortasına sürmektedirler.275 Bu işaret hem kişinin kurban kestiğini göstermektedir hem

de günahların affı ve dileklerin kabulü için yapılmaktadır. Biz bu işlemi daha çok çocukların ve

genç kızların yaptıklarını gözlemledik. Kesim işlemi bittikten sonra kurban, pişirme mekânına

götürülür.276 Bu işlem için de 2.000 Lekë (20 $) ücret alınmaktadır. Tekke’nin bulunduğu

Çuka’da kısa bir süre içinde on binlerce kurban kesildiği için ciddi bir hijyen probleminin de

olduğunu belirtmek gerekecektir.

 

Kurban eti pişirildikten sonra geleneğe göre üç kısma ayrılır. Bir kısım tekkeye

bağışlanır, bir kısım çevredekilere ve akrabalara dağıtılır, son kısım da ziyaretçi tarafından

yenir. Kurban’ın tamamını tekkeye hediye edenler olduğu gibi tam tersine kendisine ayıranlar

da vardır.

 

2012-2013 yıllarındaki gözlemlerimizde ziyaretçilerin büyük kısmının kestikleri

kurbanları kendilerinin yediğini tespit ettik. Kurban etlerini ne yapacaklarını sorduğumuzda

genellikle üçe ayırdıklarını söylemelerine rağmen aksini yapmaktaydılar. Burada aynı zamanda

alkollü içecekler de içilmekteydi. Arnavutluk genelinde olduğu gibi Bektâşi özelinde de içki

içilmesi normal karşılandığı için kurban etiyle birlikte alkol almak garip bir durum olarak

değerlendirilmez.

Bektâşilerin büyük bir kısmı bu türbe ziyareti ve kurbanla ziyaretlerini bitirmektedirler.

Ancak Arnavut Bektâşî erkânına göre ziyaretin son noktası Tomor Dağı’nın zirvesindeki Abaz

Ali Heykeli ve Türbesi’dir. Bu yol, ziyaretin en meşakkatli kısmını oluşturur. 2401 rakamlı

zirveye ancak arazi araçları, taksiler veya çok nadir olarak atlarla gidilmektedir. Taksi ya da atla

kişi başına tek gidiş 1.000 Lekë (10$) tutar. Kulmak Tekkesi’ne göre buraya daha az insan gelir

ve bunlar inançları yüksek Bektâşîlerdir. Zira bu kişiler hem fizikî yorgunluğu göze almakta

hem de türbeye çok fazla para atmaktadırlar. Burada toplanan para, daha az ziyaretçi gelmesine

rağmen Kulmak Tekkesi’nden çok daha fazladır. Katıldığımız bir ziyarette sadece iki dakika

içinde mezara yaklaşık 20.000 Lekë (200 $) bırakıldığını gözlemledik. Burada bir türbedar,

ayrıca mezarın üstüne atılan paraları bağış kutusuna koymak için bir görevli bulunmaktadır.

Türbeye gelen ziyaretçiler girişte ayakkabılarını çıkarırlar, içeriye girer girmez mezara dokunup

elleri yüzlerine sürerler, daha sonra medet, dilek ve bereket için para atarlar. Resimde görüldüğü

gibi türbe küçük olduğundan ziyaretçiler fazla sıkışmadan, birbirlerine yer vererek kısa zaman

içinde oradan ayrılırlar.

Abaz Ali Türbesi’nin altında bulunan, yukarıdaki resimde görülen heykel Abaz Ali’yi

sembolize etmektedir. Bu heykelin altında “La havle vela kuvvete illa Billah” ayeti Arapça

olarak yazılmıştır. Ziyaretimiz esnasında heykelin altına metal paralar atılmıştı. Türbe girişinin

sağında mum ve kurbanlık satılıyordu, solunda ise mumların yakıldığı yer bulunuyordu. Hem

burada hem de Kulmak Türbesi’nde ayrı ayrı kurban kesenler olmakla birlikte, çoğunluk tek

kurbanla yetinilmektedir. Ancak Bektâşi adabı her bir ziyaret yerine ayrı ayrı hediye, bağış veya

kurban takdimini gerektirir.

 

Abaz Ali Türbesi’nin içi

Arkadaki mermer levhada Frasheri’nin dizeleri yer almaktadır.

Bu sembolik türbenin girişinde her ne kadar Abaz Ali yazılmışsa da halk tarafından

Tomor Baba Türbesi olarak bilinmektedir. Resimde görüldüğü gibi kabrin üzerinde ise herhangi

bir isim yazmamaktadır. Duvardaki mermer levhanın üzerinde Naim Frasheri’ye ait olan ve

daha önce yer verdiğimiz [Bkz. s. 222] dörtlük yer almaktadır. Bazıları bu türbenin Kerbela’da

bulunan Abaz Ali Türbesi’nden alınan toprakla yapıldığını söylemektedir.

Abaz Ali Türbesi’nin çevresi açık havada yatmaya elverişli olmadığından ziyareçiler

Kulmak Tekkesi’ne geri dönerler. Burada sadece türbeyi koruyan birkaç kişi ve hayvan

satıcıları kalır. Aşağıya dönen ziyaretçiler geceyi tekkenin etrafında müzik, dans ve içki

eşliğinde eğlenerek geçirirler. Bu eğlence esnasında folklorik şarkılar, Abaz Ali ve Ehlibeyte

gönderme yapan nefesler de okunmaktadır. Bu eğlence gece yarısına kadar yoğunluklu, gece

yarısından sonra daha az katılımlı olmakla birlikte sabaha kadar devam etmektedir. Tekke’nin

olduğu mevkide en azından bir gece kalmak gerekli görülmekteyse de, birkaç gece kalanların

sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur. Genellikle Bektâşî Dünya Merkezi’nin himayesinde

226

düzenlenen bu ritüelin düzeni ve bir problem yaşanmaması için din adamları ve muhibler

arasında görev paylaşımı yapılır.

 

Gözlemlerimize dayanarak buraya gelen ziyaretçilerin dört kategoride

değerlendirilebileceği kanaatindeyiz:

 

Birinci kategoride Bektâşî din adamları ve sadece ibadet amacıyla Tomor’a gelen

Bektâşiler yer alır. Bunlar da kendi içinde birçok gruba ayrılırlar. Birinci grup dini kisvesini

giymiş dervişler, babalar ve Dedebaba’dan oluşur.

 

İkinci grup baba ve dervişi olmayan tekkelerden gelen hizmetçilerden oluşur.

 

Üçüncü grup rehberlerden meydana gelir. Bunlar Bektâşî ritüellerinin nasıl yapıldığını halka anlatan, baba ve dervişler tarafından seçilen özel

görevlilerdir. Özellikle ilk kez Tomor’a gidenler için faydaları büyüktür.

 

Dördüncü grup ise türbeyi koruyan ve orasının adabını öğreten türbedarlardır. Bir türbedar Abaz Ali makamından, iki türbedar ise Kulmak Tekkesi’nin yükarısında bulunan iki türbeden sorumludur. Bunlar genel olarak ziyaretçilerin çeşitli yerlerde bağışladığı paraları toplarlar. Bunlar derviş ve babalar tarafından son derece güvenilir kişiler içinden seçilir. Beşinci grup ise dervişlerin vekilleri olan kasaplardır. Bunlar genellikle muhiblerden seçilir, muhib değil ise âşık olmalarına özen

gösterilir. Altıncı grup ise din adamı veya dinî bir görevi olmamakla birlikte sırf ibadet amaçlı

Tomor’a gelen Bektâşilerden oluşur. Bunların içinde şifa arayan veya feyiz-bereket bekleyen

kişiler de vadır.

 

İkinci kategoride görev gereği ziyaret yapan baba ve dervişlerin şoförleri, basın

mensupları, yazarlar, fotoğrafçılar, siyasetçiler ve diğer ülkelerin diplomatları yer almaktadır.

Özellikle ülkenin ileri gelenlerinin dini ritüellere katılmaları siyasi bir göreve dönüşmüştür.

Önceden Sali Berisha, 2014 yılında ise Cumhurbaşkanı Bujar Nishani Tomor’a gelmiştir.

Özellikle ABD ve Avrupa büyükelçilerinin ziyaretleri dikkat çekicidir.

 

Üçüncü kategoride esnaf yer almaktadır. Bunlar bir taraftan ziyaretleri de

gerçekleştirmekle birlikte esas olarak ticari amaçla burada bulunurlar. Kurban satanlar, çadırları

kiraya verenler, taksiciler, lokantacılar, yiyecek-içecek satanlar, oduncular, kuzu çevirenler,

mum satıcıları vs. bu grupta değerlendirilebilir. Esnaf gruplarının tekkeye bağlı olup olmadığı

belli değildir. Görünüş itibariyle tekkeden bağımsız hareket ediyorlarsa da anlaşma dâhilinde

kazançlarının bir kısmını bağışlamaları da ihtimal dâhilindedir.

 

Dördüncü kategori turistlerden meydana gelir. Bunlar herhangi bir dinî amaç olmaksızın

sadece merak veya eğlence amacıyla şenliklere katılmaktadırlar. Buradaki içki, müzik ve dans

bu tür insanları cezbetmektedir.

 

2012 yılında Mondi Dedebaba, yabancı bir ürün olan bira yerine Arnavut geleneğinde yer alan rakı içilmesini söylemesine rağmen bu kutsal mekânda da

genellikle bira içilir.