KENDİMLE İLGİLİ KISA BİR DEĞERLENDİRME

KENDİMLE İLGİLİ KISA BİR DEĞERLENDİRME

AYHAN AYDIN

BUGÜNE KADAR

NELER YAPMAYA ÇALIŞTIM?

 

Sevgili okurlarım, canlarım;

 

İlkokuldan beri okumayı çok seven bir insanım. Edebiyata özellikle şiire çok büyük bir  ilgim var. Hiç durmadan okudun, okudum, okuyorum. En az altı bin kitap okuduğumu söylemeliyim. Bu kitaplar içinde edebiyat eserleri, özellikle şiir başta gelir. Bu tutku, edebiyat ve tarih sevgisi bende her zaman sürüp gitti. Ben daha çok kültürel içerikli araştırmalar yapan birisi hatta bu alanda çalışan bir gazeteci olmak istiyordum. Türkiye’nin özellikle toplumsal sorunları, dünya meseleleri de ilgimi her zaman çekiyordu.

Hukuk Fakültesi’ni bırakıp Gazetecilik okumak istememin arkasında; araştırmaya, edebiyata, Türkiye’nin sorunlarına ilgim, bu alanda gazeteci olma istiğim yatmaktadır.

Gerçekten de her zaman iyi bir gazeteci olmak istemişimdir. Ama hiçbir zaman profesyonel olarak bir gazetecilik yaşamım olmadı.

Serde gazeteciliğin tekniklerini çok yoğun olarak kullanıp yazarların dünyasında yer almak varmış.

Ama içimden halen direniyorum, araştır, araştırmacı bir gazeteci ol!, diyen bir his hep içinde var.

 

Ben neye büründüm?

Tatlı tatlı konuşan, sadece bildiklerini konuşan, abartmayan, ama halkın anlayacığı şekilde iyi konuşan, bazen de eleştiren sıradan bir hatip mi oldum? Başta Cem Radyo’da, sonra Cem Televizyonu’nda geniş halk kesimlerine hitap etmezden evvel de, konuşmaları dinlenen birisi olmuştum. Alevilerin Bektaşilerin, demokrat insanların duygularını, düşüncelerini çok iyi bildiğim için aynı yapı içinden gelip, olayı özünden kavradığım için epey bir sevenim olmuştu.

 

İyi güzel.

 

Var olan sorunlara eğilmek, yaşanan sorunları dile getirmek,  halkla konuşmak, toparlayıcı olmak, kurumlaşma konusunda yetkin olmak çok güzel. Bunlarda da başarılı olmaya çalıştım. Her gittiğim yerde bu kimliğim öndeydi. O yüzden CEM Vakfı’nın kurumsallaşmasında daha da aktif rollar alabilirdim.

Ama benim asıl hedefim, amacım, mutluluğum bununla ilgili değildi.

Ben büyük bir derleme hastasıydım. Kültür, sanat, inançla ilgili tüm ürünleri derleyip toplayalım, Alevilik Bektaşilik’le ilgili bir arşivler oluşturalım, kütüphaneler oluşturalım düşüncesi hep aklımdaydı, fikrimdeydi. Benim büyük hastalığım buydu. Bunu görev olarak bana kimse vermedi.

 

Benimkisi; sayısız insanın anlamadığı, inanmadığı, önemsemediği gibi bir aşk haliyle bu konularda bir zoru başarmak, bir şeyleri var etmekti.

Var etmekti diyorun, çünkü öncesinde de böyle ciddi çalışmalar pek yoktu. Haksızlık etmeyelim, nice derlemeler yapılmıştı, özellikle de müzik alanında vs.

 

Ama benim yapmak istediğim çok daha başka bir şeydi: Aleviliğin Bektaşiliğin yaşandığı tüm coğrafyalarda bu inançla, bu kültürle ilgili yaşayan, var olan tüm verileri derlemek, cemlere girmek, onları baştan sona kayıt altına almak, yaşayan tüm dedelerle, babalarla, ozanlarla, aşıklarla, bilim adamı, gazeteci ve yazarlarla, bilgili insanlarla, yaşayan kültür değerlerimizle söyleşmek ama mutlaka bunları kayıt altına almak.

 

Tüm Alevi Bektaşi mabetlerini, dergahları, tekkeleri, ocak merkezlerini, mezarlarını, dedeevlerini belgelemek, fotoğraflarını çekmek, kayıt altına almak, tanıtımlarını yapmak.

Tüm Alevi Bektaşi anma etkinlerine gitmek, izlemek ama mutlaka bunları kayıt altına almak.

 

Alevilikle Bektaşilikle ilgili paneller, sempozyumlar yapmak; tüm toplantıları, panelleri, sempozyumları izlemek, gözlemlemek ama mutlaka bunları kayıt altına almak daha doğrusu almaktı.

 

Darmadağın olan Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarının en azından belli konularda özellikle de yukardaki sorunlar karşısında bir araya gelmelerini sağlamak; dedelerin, babaların belli bir eğitimden geçmelerini sağlamak...

 

Peki niye?

 

Bunlar kayıt altına alınsın, kaybolup gitmesin, geleceğe miras kalsın, araştırmacılar, bilim insanları, gençler, daha sonraki kuşaklar bunları izlesinler, dinlesinler, bunlardan yararlansınlar, Aleviliğin Bektaşiliğin yazılı kaynaklarının bir arşivi olması gerektiği gibi bir de görsel kaynaklarının arşivi olsun, diye.

 

Vallahi de, tillahi de başka hiç ama hiç bir nedenim, amacım yok bunları yapmamın arkasında.

 

Ama bunlara bazı insan inanmadı; “kimin için çekiyor, çalışıyor”, “ne çıkarı var bundan”, “sırtını Vakfa dayamış, CEM Vakfı’nın kaynaklarıyla gönlünce geziyor, çekiyor”...

 

Yirmi yıldır duyduğum ve beni çok üzen laflardı bunlar.

 

Bir kısım aydından başka benim yaptığım bu çalışmaların hiçbirini takdir eden pek kimse görmedim.

 

Hiç kusura bakılmasın beni anlayıp bana destek veren hiç bir Alevi Bektaşi kurum, kuruluş, pek dede filan da görmedim, bu konuda pek destek te görmedim. Yediğim köstekleri buraya yazmıyorum.

 

Yirmi yıl boyunca gecemi gündüzüme katıp yüzlercesiyle yüzlerce kez söyleşi yapıp, unutulup gitmeye doğru giden “dedelik, babalık, ozanlık, aşıklık” kurumunun yeniden ayağa kalkması için mücadeleler versem, halkın kafasındaki ön yargıları yıkmak için çaba harcasam, bu konuda yapılan büyük toplantıların başarılı olması için dağ taş aşıp, parasız, pulsuz, aç, sefil, normalde olmaması gereken türlü  eziyetleri, kahırları çekmeme rağmen yine de umutlarım kırılmadı. 

Yalnız yaşayan “mücerret” bir can...

Tüm zenginliği kendi kültür ve inancına hizmet etmek isteyen bir sönmez yürek...

Tek başına yaşam mücadelesinde kendi yoluna hizmet aşkından başka aşk tanımayan bir asi ses...

Evet bu toplum beni ne kadar değerlendirebildi?..

Türk radyolarında ilk kez Cem Radyo’da beş yıl arka arkaya (1999-2003) “Muharrem Sohbetleri” kavramını yaratsam, aynı dedeyle birçok söyleşi yapıp, bilgileri derinlemesine almanın önünü açsam da, ilk kez Balkanlar’daki dedelerin, babaların görüşlerini derlemeye çalışıp onları yayınlatma gayretinde olsam da, Cem Dergisi’nde, 365 sayfalık takvimlerin bilgiyle donanıp yayınlanmasını sağlamak istesem de, ilk kez “Dedeler Babalar Meclisi”, “Dedeler - Babalar Konuşuyor” başlıklarıyla ısrarla, tüm itarazlara karşın söyleşilerle, derlemelerle, kayıt altına aldığım etkinliklerle insan üstü bir gayret göstersem de; tüm bunların ödülü türlü çileler çekmem oldu.

 

Eeee...

 

Niye yazısorsun bunları bay Ayhan Aydın?

 

Şunun için yazıyorum sevgili okurlar;

 

Yaptığım işin önemli olmadığını yeryüzünde hiçbir kul bana anlatamaz, inandıramaz.

Beni bu çalışmalardan hiçbir Allah’ın tek bir kulu vazgeçiremez.

 

Tekrar ve tekrar söylüyorum ben kesinlikle yaptığım işleri bir beklenti için yapmıyorum. Hiç bir ödül almak için de yapmıyorum. Alevi Bektaşi tarihinde yer etmek için de yapmıyorum. Kimseden takdir görmek için de yapmıyorum.

 

Ben sadece Aleviliğin Bektaşiliğin tarihsel olarak değerleriyle yaşaması, bunlardan ödün verilmemesi ve otantikliğinin var olması, bunların da gelecek neslimize aktarılması için çaba harcıyorum, daha doğrusu harcamak istiyorum.

 

Ve de ben sedece bunların bilinmesini istiyorum.

 

Sevgili okurlarım;

 

Ben birilerinin söylediği veya tahmin ettiği gibi “sırtını CEM Vakfı’na dayamış” birisi değilim. CEM Vakfı benim varlığımın ayrılmaz bir parçası; Kendimi geliştirdiğim, yetiştirdiğim, ekmeğimi kazandığım, nihayetinde her şeye rağmen bu çalışmaları yapmaya zemin bulduğum yuvam.

 

Ama gerçeği söylemek gerekirse konuyla ilgili birçok yurt içi ve yurt dışı gezilerimi, araştırma ve söyleşilerimi, bana destek olan dostlarımın da katkılarıyla, kendi imkanlarım ve/veya zorlamalarımla yaptım. Gerçek budur.

 

Daha geniş imkanlara sahip olsaydım, Alevi kurumları beni desteklemiş olsalardı, önüme çeşitli duvarlar örülmeseydi, bugünkünden çok daha fazla iş yapar, daha fazla yeri gezip, Aleviliğin - Bektaşiliğin yaşandığı coğrafyalarda çeşitli araştırmalar yapabilirdim, bunları da getirip Alevi kurumlarına, araştırmacılarına, yazarlarına, gençlerine ulaştırabilirdim.

 

Bu imkanlara sahip olmadım, olamadım.

 

Benim yaptıklarım mı? Bu zorun, zor olanın  başarılmasının bir öyküsüdür.

 

Yapamadıklarım mı? Onları anlatmakla bitiremem. Bir de üstelik hayatta büyük hatalar da ettim.

  • Bende bir gazeteci havası vardı. Bunu geliştirip iyi bir gazeteci olarabilirdim. Olamadım.
  • Analatik gözlem yeteneğim vardı. Doktora yapıp iyi bir akademisyen olup, üniversitede çok sevdiğim ve istediğim gibi öğrencilerime ders verebilirdim. Olmadı.

 

  • Bir kaç yabancı dil öğrenebilirdim. Daha iyi bir araştırmacı olup, metinler üzerinde de incelemelerim olabilirdi. Yurtdışana gidip bir dili vatanında öğrenmek  istedim. Buna  imkan bulamadım. Bunu başaramadım, yapamadım.

 

  • Alevilik Bektaşilik kadar diğer inançları, kültürleri derinlemesine araştırabilirdim. Neyse ki bu konuda geç kalmış değilim. Zaten bundan sonra bu alana yöneleceğim herhalde.

 

  • Edebiyata, sanata daha fazla eğilmeliydim. Bu konuda da çok geç kalmış sayılmam. Bundan böyle bu alana da daha fazla zaman ayıracağım.

 

 

BÜYÜK SORUNLAR

 

  • Ben şunun için hayıflanıyorum, gocunuyorum, üzülüyorum, içim bazen hiç de olmaması gereken şekilde öfkeyle doluyor; neden ben ve benim gibi nice aydın bu toplum adına bir şeyler üretmek isterken, sürekli aşağılanıyoruz, engelleniyoruz birilerince?

 

      Buna tahammül edemiyorum.

 

  • Neden bugün canım, kanım kadar sevdiğim ve  toplumumuz adına, (Bulgarları, Bulgaristan’ı hiçbir şekilde hedef almadığım halde) Bulgaristan’da yapmaya çalıştığım araştırmaları, gezileri engelleyerek, beynimi yiyip bitirten, benim Bulgaristan’a girmemi engelleyen, beni Bulgarlar’a şikayet eden içimizden hangi şerefsizdir?

Bunu öğrenmek istiyorum.

  • Mesele sadece benimle ilgili olan, benim meselem değildir; bir şeyler üretmek isteyenlerin yanında yer almaz, yüksek lisans, doktora çalışmalarını Alevilik Bektaşilik’le ilgili yapmak isteyenlere destek olmaz bu Alevilik Bektaşilik adına kepenk açan kurum ve kuruluşlar? (Tek neden sadece parasızlıklık mı?)

 

Neden bu tip çalışmaları desteklemiyorlar, bu konuda ciddi çalışmalar yapmıyorlar, bunların önemini kavramıyorlar, neden bu güzide kurumların başında buralara layık olmayan kendini ön plana çıkarma hastalığından kurtulamayan insanlar oturur?

 

Örneğin bir Alevi Bektaşi dergahının, derneğinin, vakfının, cemevinin başına geçenler illa ki kartvizit bastırıp bu kurumların ismini kullanırlar; bu ünvanlarından yararlanmak isterler, cahiller cahili oldukları halde, hiçbir yetenekleri olmadığı halde, zerre kadar ilgileri olmadığı halde; televizyon programcısı, cem yürüten cemevi başkanı “dede”, gazeteci, yazar, büyük yöneteci, bütün dedelerden üstün ve en büyük dede, Alevileri yönlendiren, onlara akıl veren birer bilim adımı kisvesine bürünürler. Kendilerini toplumun tek temsilcisi görürler?

 

Bir Bektaşi ulusunun adına taşıdığı halde neden Bektaşiler’e cem yaptırtmaz bir kurumun dedesi, yöneticisi?

 

Niye bu kurumları, Aleviliği, Bektaşiliği kişisel menfatleri için kullanırlar bu onursuzlar?

 

Bunlar nasıl insanlar, nasıl Alevilerdir Allah aşkına?

 

Bunu öğrenmek istiyorum.

 

  • Başkanım, sanatçıyım, şuyum buyum deyip kendini pazarlayanlar kadar niçin gerçek bilim adamlarının, araştırmacıların, gazetecilerin değeri olmaz, hatta ve hatta bunların bu kuramlara girmesi engellenmek istenir dernek başkanları tarafından, en azından onlardan rahatsızlık duyulur?

 

Başka yörelerin, ocakların, kurumların dedelerini yanlarında görmek istemez kimi “dedecikler”; gerçek ve özverili bilgili dedeler, babalar, ozanlar, aşıklar, zakirler safdışı edilir, görmezlikten gelinir, yok sayılırlar...

 

Anadolu ve Rumeli dedeleri, babaları İstanbul’daki dükalıklarında onları dışlar yok sayar  kimi “dede taslakları”...

 

Hiçbir para zengini iş adamı gerçek “amatör” ruhunu kaybetmeyen gerçek sanatçıları, yazarları, ozanları desteklemez, onları görmezlikten gelir?

 

Bunu anlamak istiyorum.

 

  • Niye bir Balkanlar’daki, İran’daki, Irak’taki, Suriye’deki Aleviler’in – Bektaşiler’in ve yakın inanç gurupları tatminkar ölçülerde araştırılmaz, bunu yapacaklara kaynak ayrılmaz; ne devlet tarafından, ne üniversiteler, ne de Alevi Bektaşi kurumları tarafından, her şeyi çok bilip ahkam kesen iş adamları tarafından, bu imkanlar niçin sağlanmaz?

 

Buna inanamıyorum.

 

Tüm bunlar beni çıldırtıyor, öfkelendiriyor.

 

Tüm bunların ötesinde bazı Alevilerin bir türlü yenemedikleri bir hastalığı da var üstelik: iyi işleri kendileri yapmazlar veya yapamazlar, yapanları da engellemek için en bayağı oyunları çevirirler.

 

Bu mudur Alevilik?

 

Bu benim yazdığım bir kitap ve ben de kendi kitabımda okurumla, halkımla dilediğim gibi söyleşebilirim, dertlerimi onlarla paylaşabilirim, onları haberdar edebilirim, bu benim en doğal hakkımdır.

 

Evet evet okumaya, araştırmaya, gezmeye devam edeceğim, ömrüm oldukça. Yazılar da yazacağım, söyleşiler de yapacağım elbet...

 

Ama bugüne kadar hiç bir zaman yeterince yapamadığım gibi; bundan böyle de bu şartlarda geniş manada alan araştırması yapmam, bir arşiv oluşturulmasını sağlamam mümkün değil artık.

 

Buna maddi imkanlarım yok, kaynaklarım yok, buna destek verenler yok.

 

Bunları da yine birilerine avuç açmak için vesile yapmayorum. Kimseden bir beklentim, mihnetim yok benim.

 

Ben bunu haykırıyorum, belki sesimi duyan, yazımı okuyanlar olur diye...

 

 

ARŞİV

 

 

Tüm olumsuz şartlara rağmen önemli bir arşiv oluşturdum. Zamanımızdaki ulaşabildiğim bazı bilge dedelerle, babalarla, ozanlarla, bilim adamlarıyla, yazarlarla nice söyleşiler yaptım. Alevi Bektaşi Anma Etkinliklerini izleyip çekimler yapmaya çalıştım. Türlü panelleri, sempozyumları, farklı ocakların dedelerinin yürüttükleri cemleri izleyip çektim. Balkanlar’da yaşayan Aleviliği Bektaşiliği, Anadolu’da ve Baklanlar’daki ziyaret yerlerini, türbeleri, dergahları, dedeevlerini çekmeye çalıştım.

Yukardaki çalışmaları içeren sesli, görüntülü, fotoğraflardan oluşan bir arşiv çalışması yaptım.

 

Kamuoyuyla daha önce paylaştığım gibi bu arşivimi;

 

Şahkulu Sultan Dergahı Vakfı ve CEM Vakfı’na devrettim.

 

  • Yaklaşık bin kasetten (yaklaşık bin beş yüz saat) oluşan, amatör kameramla çektiğim görüntüleri,
  • Yaklaşık beş yüz ses kasetinden oluşan kaset arşivimi,
  • Yaklaşık on bin kare fotoğraftan oluşan fotoğraflamı,

 

Şahkulu Sultan Dergahı Vakfı’nın arşiv ve dökümantasyon merkezinin oluşması için bu kuruma devrettim.

 

Bu devir öncesi, çalıştığım kurum olan CEM Vakfı’nın bunları değerlendirmesini istememe rağmen bu gerçekleşmedi. Vakfın başkanı Prof. Dr. İzzettin DOĞAN’ın oluruyla bu deviri gerçekleştirdim.

 

Bu devir karşılığı olarak Şahkulu Sultan Vakfı yöneticileri bana  konuyla ilgili masraflarımı karşılamaya dönük bir bedel ödediler. Hakk onlardan razı olsun. Bu arşivin dağılıp gitmesini engellediler ama bu arşivin halkın ve araştırmacıların yararına sunulması da bir zorunluluktur. Beş sene boyunca Şahkulu yönetimine  defalarca bunu söylediğim  ve aramızda yaptığımız yazılı akitte de olduğu gibi, bugün de yine aynı şeyi tekrar ediyorum, bir karşılık beklemeden bu arşivin düzenlemesi, halkın, araştırmacıların hizmetine açılması için ben onlara her şart altında her zaman yardım etmeye hazırım.

 

Bunun yanında;

 

Beş büyük CEM Vakfı Alevi İnanç Önderleri Toplantısı’nın, kurum ve kuruluş temsilcileriyle yapılan “birlik toplantılarının” tüm çekimlerinin ve kasetlerinin oluşması, günümüzde Alevilik’le ilgili gerçek bir değer olan Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın konuşmaları ve görüntüleri, yine Alevilikle ilgili televizyon programlarının yer aldığı binden fazla kaset, CD.’den oluşan görsel; on bin fotoğraftan oluşan fotoğraf arişivi, yüzlerce ses kayıdından oluşan ses kasetinden oluşan;

 

CEM Vakfı Arşivi’nin;

 

Binlerce dede, baba, ozan, yazar, cemevi bilgisinin olduğu ve sadece CEM Vakfı bünyesinde saklı olan isim, adres, telefon bilgilerinden oluşan bir büyük İnanç Önderleri ve Cemevleri Fihristi’nin ve;

 

Binlerce kitaplık CEM Vakfı Ahi Evran Kütüphanesi’nin oluşmasına yardımcı olmamın yanında;

 

2012 yılı sonu itibariyle, hiç bir karşılık beklemeksizin;

 

  • 250’si Cem Televizyonu’nda yaptığım  ve yine çok değerli dede, baba, ozan, dernek başkanı ve bilim adamlarının katıldıkları önemli bilgiler içeren programların söyleşilerinin de bulunduğu yaklaşık bin CD’lik görsel arşivimi,
  • Şahkulu Sultan Dergahı’na aktardığım Arşiv’den (2007) sonra oluşan beş bin karelik fotoğraf arşivimi,
  • İki bin beş adetten oluşan kültür sanat dergileri koleksiyonunu,
  • Yirmi klasörden oluşan Alevilikle ilgili bilgilerin, bilgilerin, haritaların, gazete kupürlerinin olduğu dökümanı,
  • On beş bin kareden oluşan (kara film) arşivimi,

 

 

Bedelsiz olarak Aralık 2012’de CEM Vakfı (Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi) Vakfı’na devrettim.

 

 

Bir da elbette CEM Vakfı bünyesinde üzerinde çalıştığım bilgi-belge arşivi var. Dedelerden, babalardan gelen yazılar, görüşler, kimi secereler ve buna benzer yüzlerce belgeyi derledim.

Cem Dergisi’ne gelen tüm yazıları muhafaza ettim. Hatta ve hatta dergi artık yayınlanmasa da on yıl önceki yazıları da ben saklıyorum, CEM Vakfı arşivinde.

 

Bir de uzman araştırmacı Ahmet Hezarfen’in binbir zahmetle Başbakanlık Arşivi’den yaptığı Alevilik Bektaşilik’le ilgili eski yazı (Osmanlıca) çevirileri, getirdiği belgeleri arşivledim.

Tüm bu belgeleri yazılı hale getirdim.

Uzun yıllar direndim, didindim, çalıştım ama onun eserleri yayınlanamadı.

Ama bu belgelerin yayınlanmadığını gören Ahmet Hezarfen CEM Vakfı yönetimden izin alarak bunları başka başka yerlerde yayınlatmak zorunda kaldı cialis super active 20mg.

Maalesef onun çok önemli çalışmaları; tek kelime Osmanlıca bilmediği halde daha çok bir yayıncı olan, bu arada birçok yazarı üzmüş yazar olarak bilinse de işine gelince ırkçılarla, işine gelince bölücülerle kol kola girmekten utanmayan bir tüccar tarafından elde edildi, hatta kendi adıyla bu kitaplar yayınlandı, kendisine söz verilen hiçbir telif kendisine verilmedi. (Ahmet Hezarfen’in eşi, kızı halen hayattadır onlara danışılabilir).

 

Tüm bu haksızlar ise beni derinden üzdü.

 

(Ahmet Hezarfen nihayetinde yaklaşık on yıl çalıştığı Cem Vakfı adına arşiv çalışmalarını yapmıştı. Benim de ikna etmem gayreti sonucu kendisi tüm çeviri belge arşivinin yayın haklarını Noter tastikiyle CEM Vakfı’na devretti. Yani onun belgelerinin yayın hakkı aslında sadece CEM Vakfı’na aittir.)

 

 

UMARIM TOPLUMUMUZ BU ÇALIŞMALARDAN YARARLANIR, BEN DE HUZUR BULMUŞ OLURUM.

 

 

Sizlerin anlayacağı değerli okurlarım, dostlarım, sevenlerim;

 

Gerek Şahkulu Sultan Dergahı Vakfı’na, gerek CEM Vakfı’na aktardığım arşiv malzemesi herhaldeki tüm Türkiye’deki, belki de dünyadaki önemli Alevi Bektaşi görsel arşiv unsurlardan birisini kapsamaktadır.

 

Çok sözde yalan vardır, derler. Yukardaki yazıların tümü gerçektir. Yalanı, riyası yoktur. Bu iki kurumda şimdi önemli bir görüntü, fotoğraf, ses kayıt arşivi mevcuttur.

 

Bilmiyorum Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşları, Alevi televizyon kanalları, radyoları ne kadar arşive önem veriyorlar ve ellerinde şu anda neler var?

 

Ben yapmak istediğim, ulaşmak istediğim hedeflerin çok gerisinde olsam da her şeye rağmen bu topluma bir şeyler verdiğime, bıraktığıma inanıyorum.

 

Takdir eden eder, etmeyen de etmez.

 

Bu artık beni zerre kadar ilgilendirmiyor.

 

Ben tüm zamanımı, maddi olanaklarımı, tüm bu mal ve hizmeti oluşturmak için seferber ettim.

 

Fakir, bir işçi anne ve bir işçi babanın çocuğuyum.

 

Şu anda CEM Vakfı’ndan aldığım aylık geçimime zar zor yetiyor.

 

Bundan sonra bu tip çalışmaları bu kapsamda yapabilmem söz konusu olamaz.

 

Ne zaman devlet, üniversiteler bu alana el atarlarsa, bu tip yeni ve daha iyi çalışmalar yapılabilir.

 

Ne zaman ki, bu toplum bu çalışmaları önemserse, Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarının başında olanlar bu işin önemini kavrayıp bunları desteklerseler, bunların devamı gelir.

 

Ben elimden geleni büyük bir öz veriyle yaptığıma inanıyorum.

 

Sağda solda avur zuvur edenler de artık beni ilgilendirmiyor.

 

Ve de üstelik bu sadece benim sorunum değildir: Tüm Türkiye’nin, tüm Alevilerin Bektaşilerin sorunudur.

 

Bu konuda aynen benim gibi alanda veya başka konularda Alevilik’le Bektaşilik’le ilgili çalışmak istediği halde, bir de Osmanlı Arşivleri’nde, secereler üzerinde, tarihi yazılı belgeler üzerinde araştırma yapamayan daha nice araştırmacı, gazeteci, öğrenci bulunmaktadır.

 

Daha doğrusu bu alanda çalışacak kaç öğrenci yetiştirdi bu Alevi Bektaşi kurumları son otuz yılda? Bu sorunun yanıtının utancı bu kurumları yönetenlere yeter.

 

Bir de üstelik artık kesinlikle; hem canımı, malımı, zamanımı, benliğimi, ruhumu ortaya koyup; hem bazılarınca sürekli örselenmek, bir de hakaret işitmek, nankörlüklerle karşılaşmak istemiyorum.

 

Çünkü bu benim psikolojimi bozdu, bozuyor, beni deprasyona sürükledi, sürüklüyor.

 

Ben Aleviliğimi, Bektaşiliğimi dürüstüğü en büyük sermayeleri olan ve tüm ömrünce bir Alevi-Bektaşi bilgesi olarak yaşayan, anılan  büyük dedem Badıloğullarından Şükrü Aydın’ın ve onun oğlu gülyüzlü dedem Ahmet Zemci Aydın’ın torunu olarak bundan böyle de atalarımdan aldığım aşkla yine yaşarım ve de yaşayacağım ölünceye kadar da...

 

İşte sorunların bir kısmı, işte toplum, işte yapılacakların bir bölüğü...

 

Bana yönelik engeller olurkan, imkansızlıklar içindeyken ben nasıl üretirim,  nasıl araştırırım, yeni şeyler keşfedebilirim, nasıl ortaya koyabilirim, nasıl bu tür verileri toplum ve insanlık yararına bulup getirebilim?

 

Takdir; yüce Türk milletinin, gül yüzlü Alevi Bektaşi toplumunun ve hiç yalan söylemeyen tarihindir.

 

 

KİTAPLAR

 

Basın yayın kökenli birisi olarak elbette Alevilik’le Bektaşilik’le ilgili yapacağım en iyi şey, kendi kulvarımda koşmak, bu alanda üretimlerde bulunmaktı. Çünkü bir tarihçi değilsem, bir edebiyatçı değilsem, yabancı dil bilmiyorsam benim yapabileceklerim belli bir alanla sınırlıdır. Ben bir sosyoloğun alanına giremem ya.

 

Bu nedenle 1990’ların başında Niyazi Öktem Hocam’ın da teşvikiyle Cem Dergisi’ne adım attım. Camiyaya giriş o adım atışla başladı. Bugünlere gelişin arkasında Cem Dergisi ve bu dergiye olan büyük sevgim, ilgim, aşkım vardır. Yayınına ara vereli on yıl olmuş olsa da ben o dergiyi halen çok önemsiyorum, içimde büyük bir yadigar olarak yaşatıyorum, çok mu çok özlüyorum.

 

Haber yapmak, söyleşi yapmak, fotoğraf çekmek benim için bir aşk haliydi.

Hem okulunda okuyor hem de Cem Dergisi’nde, Nefes’te, Pir Sultan Abdal’da pratiğini uyguluyordum. Bunlar mutlu anlarımdı.

 

Daha öğrencilik dönemimde Alevi ileri gelenleriyle söyleşiler yapıp bunu kitaplaştırma hayalim, aşkım vardı.

 

İlk kitabımı 1997’de çıkardım. Devamı geldi bunun. Ben hem bir arşiv oluşturmak hem de bununla koşut bir şekilde, sözlü kültür unsurlarını yaşatan, bu konuda kamuoyunca bilinen önemli isimlerle söyleşiler yapmayı bunu bir seri halinde yayınlamayı düşünüyordum. Bunları 1995’ten itibaren hedefim haline getirmiştim. Çok uzun hikayeleri olan süreçlerden sonra, zoru başarıp on kadar “derlemeye” yani kitaba imza attım.

 

Yani ben yayınlananıyla ve yayınını düşündüğüm on kadarıyla, yirmi kitapta Aleviliği Bektaşiliği günümüzde temsil eden, bu konuda emek veren, kafa yoran ve de ayrıca bu geleneği yaşatan, yaşayan, taşıyan değerlerle yani; bilim adamı, yazar, gazeteci, araştırmacı, dede, baba, ozan, aşık gibi insanlarla söyleşilerin kalıcı olması, geniş halk kesimlerine ulaşması için, bir seri halinde bunları yayınlamayı düşünmüştüm.

 

Tüm bunlar tesadüfen olan şeyler değildi.

 

Yani benim hedeflerimde hem akademisyeler vardı, hem sanatçılar vardı, hem yazarlar vardı. Ayrıca toplum içinde ünlenmiş kimi insanların söyleşilerle kitaplarını da yapmak istiyordum. Ama tüm bunlardan belki de daha önemlisi dedeler, babalar, ozanlar, aşıklar, bilge insanlar, hocalar vs. İle ilgili yapılan çalışmalardı.

 

Niçin bu ikinciler önemliydi?

 

Çünkü diğerlerinin belki zaten kitapları vardı, veya çeşitli yollarla görüşlerini yayabiliyorlardı. Ama bu ikincilerin, dedelerin, babaların, aşıkların, ozanların kitapları vs. Yoktu. Asıl onlardan bilgileri alıp derlemeliyiz, dergilerde, kitaplarda onların görüşlerini yansıtmalıyız, diyordum ve de demeye devam ediyorum.

Çünkü onların bilgileri, fikirleri çok önemli, onlar yaşayan Aleviliği Bektaşiliği anlatıyorlar, onlar ve onların bilgileri fikirleri orijinal yani. Onlar az biliniyorlar. Onlar büyük bir geleğin son temsilcileri. Onlarda tarihimizle, inancımızla ilgili orijinal, naif, bazen temel bilgiler çok. Onları bulup, kayıt altına alırsak, onları yazılı hale getirirsek, halka taşırsak onların bilgileri ölmez, kalıcı olur, gençlerimiz, halkımız, Alevisiyle Sünnisiyle vatandaşlarımız, diğer uluslardan insanlar ve özellikle araştırmacılar, bilim insanları onlardan yararlanırlar, belki en önemlisi, sözlü kültür kaybolup gitmez yazılı olur, kalıcı olur.

 

Benim tüm düşüncem buydu ve budur.

 

İşte Alevilik’le Bektaşilik’le ilgili yaptığım söyleşilerin arkasındaki nedenlerin en önemlisi buydu.

 

Bir de halkın farklı görüşleri, fikirleri, değişik insanların bilgilerini merak etmeleri ve bunları bir arada vermek isteğim de kitapları hazırlamamdaki bir başka nedendir.

 

Bir de tabii geziler var tabii. Anadolu’da, Balkanlar’da bu inançla ilgili yaptığım geziler. Bu gezilerden de çok şeyler öğrenmiştim ve öğrenecektim elbette. Bu gezilerden elde edilen notların da halkımızla, araştırmacılarımızla paylaşılması gerekiyordu. Çünkü hangi yörelerde kimler var, hangi türbeler var, hangi gelenekler var, değerler var... Bunların tespiti açısından bu gezi notları da önemliydi.

 

 

CEM Vakfı Çalışmalarım

 

Değerli Okurlarım, dostlarım,

 

İletişim Fakültesi Gazetecilik Okulu’ndan aynı zamanda Hocam olan, çok sevdiğim, her ortamda, her fırsatta,  Aleviliği Bektaşiliği değerleriyle anlatan, Alevi kökenli olmamasına rağmen, bunu bir görev gibi yapıp bu topluma hizmet eden Prof. Dr. Niyazi Öktem’in Vakıf yönetiminde idareci, danışman olmasından sonra, onunla birlikte, Eylül 1997’de vakıfta çalışmaya başladım.

 

Yüreğimde büyük bir coşku, sevgi, saygı, koşturma hissi, yaratma hissi, öğrenme hissi, bir şeyleri başarma, ilerleme hissi, kendimi geliştirme hissi vardı, ben bunlarla doluydum.

21 Martlarda Hz. Ali’yi anma etkinlikleri, 10 Kasımlarda Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve Silah Arkadaşlarını anma etkinlikleri, Mevlevilerle, Bektaşilerle ortak büyük etkinlikler, cemler, Aleviliğin değerlerinin anlatıldığı paneller, sempozyumlar, kitaplar ve de hepsinden önemlisi Cem Dergisi ilk göz ağrım, aşkım, varlığım...

 

Anadolu İnanç Önderleri dedeler, babalar, ozanlarla ilgili büyük hareketin ilk başlangıcı ve bu konudaki çabalarım...

 

Ve de Cem Radyo halka ulaşılan büyülü bir ses, bir nefes, yüzyılların özlemi... Ankara’da Radyo Mozaik’ten sonra büyük deneyim ve deneyimimim...

 

En büyük aşklarım; gerçek bilim adamları, araştırmacılar, yazarlar, bu yolu bin dört yüzyıldır bugünlere getiren dedeler, babalar, aşıklar, ozanlar, sadıklar, hocalar, bilge insanlar, dernek ve vakıf başkanları, cemevi yöneticileri, büyük bir aşkla hizmet eden insanlar...

 

Ve de Anadolu ve de Balkanlar...

 

Bir Şevki Koca, bir Ahmet Hezafren, bir Baki Öz, bir Abidin Özgünay, bir Sadık Göksu, bir Mehmet Yaman, bir Adil Ali Atalay... Aleviliği Bektaşiliği değerleriyle yaşayanlar... Ve bitip tükenmez söyleşiler, yazılar, koşuşturmalar... Her türlü zorluğa, engele rağmen öyle büyük bir aşk harmanındaydım ki... Tüm bu duygularladır ki, yukarıdaki çalışmaları yapabildim, o  arşivi oluşturabildim.

 

Dünya çapında bir büyük bilim insanı, uluslararası ilişkiler konusunda saygın bir otorite, bir büyük Alevi Bektaşi temsilcisi, yol önderi ve bilge insan Prof. Dr. İzzettin Doğan bu kurumun başındaydı, her şeyin başı oydu... Ona büyük saygım, hürmetim, bir büyük değer olarak görmem, Türkiye’nin bir şansı, Alevi Sünni sorununu giterebilecek Türkiye’deki en ender kişi ve Devleti yönetenlere demokrasi dersi verebelin bir hoca... Beni Vakfa bağlayan ana unsurlardandı...

 

Vakfı’ma sadakatle bağlandım, çalıştım, ürettim.

 

Vakfımın tek bir kuruşu kursağıma geçmedi. Burası buraya gönül verenlerin gözünde ulu bir ocak, ulu bir dergahtı, ve ocaktır ve dergahtır da...

 

CEM Vakfı’nı bir iş yeri gibi görmedim, kendi evim, dergahım gibi gördüm. O aşkla çalıştım, tüm ilişkilerimde o samimiyetleri yansıttım.

 

Vakfın işleri için de olsa tek kuruş harcırah almadan işlerimi yaptım.

 

Vakfın aracını hemen hiçbir iş için kullanmadım, tümüyle genel seyahat araçlarıyla işlerimi hallettim. Vakfın bir kuruşunu kendi kuruşumdan üstün gördüm.  Bundan da şimdi çok huzurluyum, mutluyum, kıvançlıyım. Dolayısıyla nankörlük yapmadan işlerimi tamamladım.

Beşi uluslararası olmak üzere sayısız toplantıyla binlerce inanç önderimiz; dedelerin, babaların, ozanların, aşıkların, zakirlerin bir araya gelmeleri için gayret sarf ettim,

Cem Dergisi, Cem Radyo ve Cem Televizyonu’nda vakfımıza ve halkımıza yararlı işler yapmak için büyük fedekarlıklarda bulundum. Hiçbir zaman mesai gözetmedim. Vakfımıza gelen yüzlerce öğrenciye lisans, yüksek lisans, doktora çalışmalarında her türlü desteği verdim. Zaman zaman kendi cebimden ödediğim taksi paralarıyla programlar yaptım,

Vakfın yayınlanan tüm kitapları için koşuşturdum, onların halka ulaşmasını sağladım,

Ulusal ve uluslararası etkinliklerde, panellerde, sempozyumlarda, konferanslarda Cem Vakfı’nı temsil etmeye çalıştım,

 

Her nereye gitsem oradaki yörelerin, dedelerin, babaların, ozanların, yazarların bilgilerini alıp Vakfa getirdim. Vakfa gelen tüm insanların bilgilerini toparladım ve böylece büyük bir İnanç Önderleri Fihristi oluşmasına büyük katkım oldu.

 

Yapıcı, birleştirici, Alevilerin Bektaşilerin sorunlarını çok iyi aktaran konuşmalar yapmaya çalıştım,

 

Olanaksızlıklar içinde alan araştırmaları yapmaya çalıştım,

 

Tüm imkanlarımı zorlayarak Alevi Bektaşi anma etkinliklerine katıldım, izledim, gözlemledim. Ama oralarda aylak aylak dolaşmadım, başta dede, baba, aşık, ozan, dernek başkanı, bilgili insanlar vs. insanlarla ilişkiler kurdum, Vakfın çalışmalarını onlara anlattım, onların bilgilerini alıp CEM Vakfı’na getirdim.

 

Sorunları eleştiren, eleştiri olmayan yerde gelişme olmaz, diyen birisi olarak hep daha iyi, daha iyi işler yapmak için çırpındım, kurumları ve kişileri eleştirdim.

 

Ve de tüm bunlardan çok büyük mutluluklar duydum ve duyuyorum.

 

Aynen on altı yıldır çalıştığım gibi bu inanç ve felsefeyle,  aşkla bir on altı yıl daha CEM Vakfı’nda çalışmak istiyorum.

 

İmkanları yine zorlayarak Vakfımız ve Alevi Bektaşi toplumu ve güzel yurdumuz için ve bu yurt üzerindeki devleti yönetenlerin Alevilerin Bektaşilerin haklarını vermeleri konusunda aynı gayretle çalışma kararında  ve kararlılığında olduğumu söylemek isterim.

 

Gönül çok daha fazla şeyler yapmak isterdi – ister ama evet gerçekten de ben ne kadar zorlasam da, yakınsam da, yırtınsam da, her şey oluruna varıyor, bu devlet böyleyken, bu kurumlar böyleyken, bu toplum böyleyken, elden de fazla bir şey gelmiyor...

 

Ben elimden geleni yaptığıma inanıyorum.

 

Bu olanaklarla ancak bunları başarabildim.

 

Keşke çok daha fazla şeyler yapabilseydim - yapabilsem.

 

 

Sevgili Okurlarım;

 

Yirmi yıldır Alevilik Bektaşilik’le ilgilenen birisi olarak her zaman ekonomik sıkıntılar içinde oldum. Hiçbir gezim, araştırmam, kitap yayınım sorunsuz olmadı.

 

Lafı uzatmayacağım ve özüm gibi net bir şey söyleyeceğim: ben Alevilik’le ilgili çalışmaları yaparken bir dilenciden daha çok dilenci oldum. Suratına bakılmayacak insanlara el açtım, nice insanın minnetini çektim. Kitaplarımın basımı için, geziler için destek olacağını söyleyenlerin çoğu bu sözlerini yerine getirmediler.

 

Elinizdeki bu kitapla bu işlerin tümü bitecek.

 

Gerçek anlamda çok mu çok yoruldum. İlla bir yere yığılıp kalmam gerekmiyor. Bunu hiç abartmıyorum. Bedenen ve ruhen çok yoruldum artık.

 

Yaptığım işlere birileri sahip çıkar, iyi şeyler yaptığımı bildiğim halde birçok insan bunları çok küçümser, beni dışlar, beni görmek istemezler, hatta “yok hükmünde” sayarlar...

Bunlar, bu sıkıntılar bu kitapla birlikte bitiyor.

 

Eğer çalışmalarımı değerlendirenler olursa değerlendirsin, basacaklarsa kitaplarımı bassınlar... Yoksa artık bu saatten sonra başka yapacak hiçbir şeyim yok artık.

 

Kimsenin elini, ayağını öpmek, ne tür yalancı insanlar olduklarını tekrar tekrar deneyim etmek istemiyorum.

 

Her yerden bir sömürü öyküsü yükseliyor.

 

Bunu sadece ben görsem benim “obsesifliğim” yani takıntım, abartım diyebilirdim. Ama görüyorum ki, bu konuyu benim gözlemleyen insanlar da var çok şükür.

 

Daha yukarıdaki bir yazımdaki konuyu herhalde genişletip bir rapor veya bir kitap haline getirmek gerekiyor. Yani Sömürülen Alevilik’le Bektaşilik’le ilgili ciddi bir çalışma yapmak gerekiyor.

 

Ben de bile nice nice örnekler birikmeye başladı. Kitaplarda, toplantılarda bu sömürü ciddileşti.  Bektaşiliğe saldıran kendini tarihçi yazar sayan birisi, Sivas’ta bir sempozyumda Yezid’i haklı çıkarmak isteyen konuşmalar yapabilen akademisyenler (ki ben bunları eleştirince bana küfretmeleri), radikal dinci bir gazetenin veya gazetelerin sistemli bir şekilde Alevileri düşman gösterme gayretleri, toplumumuzu Sünnileştirmek, Şiileştirmek için yoğun emek verenler...

 

Dört koldan bu güzelim inanç sömürülüyor.

 

Gerçi Rahmetli İsmet Zeki Eyüboğlu’nun “Sömürülen Alevilik” diye bir kitabı var ama yeniden bir kitap yapmakta fayda var...

 

Sorunlar, sıkıntılar çok büyük gül yüzlü okurlarım, sevgili canlar, bu konuda çok ama çok duyarlı olmalıyız, elimizden geleni yapmalıyız...

 

Ola ki yaşam beni; 72 bin alemi yaratan Yüce Hakk’ın takdiriyle, dünyadaki trilyonlarca canlının ki gibi pamuk ipliği kadar ince olan bir nefeslik bağımı, kısmetimi buralardan keser, hedeflerimi yerine getiremeden beni buralardan alıp uzayda bir yerlerdeki  “küçük prensimin” yanına götürürse, hepiniz hakkınızı helal edin.

 

Anadolu’mdan, Rumeli’mden, Avrupa’dan daha nice gençlerim çıkacak benim de içinde bulunuduğum bu toplum için çalışanların çalışmalarının devamını getireceklerdir, ben buna inanıyorum, o huzurdayım, o alemdeyim...

Hoşçakalın...

DOSTLAR BAĞINDA GÖNÜL SEYYAHI (Alevilik - Bektaşilik / Denemeler, Yurtdışı Gezi Notları), ÜRÜN YAYINLARI, 2013, ANKARA (ÖNSÖZ), SAYFA: 297-310