Ayhan La, Köye Ev Yapmıyon mu La?

Ayhan La, Köye Ev Yapmıyon mu La?

Doğduyum yöreyi, kendi köyümü çok mu çok severim. İmkânlar ölçüsünde gidip o kırsal alanda bulunmak, yaşlı insanlarla sohbetler etmek benim için çok mu çok güzel hayat deneyimleri. Yöremiz; Gümüşhane Şiran Yeniköy ve bu köyün bir zamanlar bağlı olduğu Kırıntı Köyü ve köylüleri.

Kültürel değerlerini, geleneklerini tümüyle bırakmamış, atalarından aldıkları bazı ananeleri yaşatan, bazı geleneklerine sıkı sıkı bağlı insanlarımızın yöresi. Gerçi dünya insanlara neler neler öğretiyor, son virüs salgınlarında değişim gösterse de cenazelere katılma, zaman zaman ağıt yakma, düğünlerde keşkek yapma, halaya durma. Yöre insanının hiç unutmadığı, çok sevdiği bazı gelenekler.

Bu yöre insanı İstanbul, Ankara, Almanya derken tüm dünyaya her Anadolu insanı gibi yayılmış, aş için, ekmek için. Okul yüzü görmek, daha iyi şartlarda yaşamak için gidenler elbette çok daha az. Öncelik aş, iş meselesi var.

Yöremin ilk kuşak insanları büyük fedakârlıklarla gittikleri yerlerde tutunmuşlar, yer yurt sahibi olmuşlar. İlk kuşak çileyi çeken kuşaktır her zaman. Sonraki kuşaklar onlarla kıyas edilmeyecek şekilde daha rahat ortamlarda yaşama tecrübesini etmişlerdir. Belki böylece en fazla üç kuşakla bugünlere gelmişler.

Ben de 1990’da, okul için İstanbul’un yolunu tutarken, bir zamanlar Ankara Mamak Ege Mahallesi’nin çamurlu tarlalık alanlarında mücadele veren insanları derneklerle, bir araya gelerek dayanışma ruhunu canlı tutuyorlardı. Geldiğim İstanbul’da da hummalı bir çalışma vardı. Gerçekten emektar insanlar kadınlı erkekli çalışıyorlar, gecekondulardan dört beş katlı gece kondu apartmanlar yapmaya gayret ediyorlardı. Üniversite bitti, ben de köylülerimin olduğu Rumelihisarüstü’nde yaşamaya karar verdim. Hısım – akraba canlısı birisi olarak ve de belki yalnızlık duygusunu yenmek isteğiyle bu mahallede yaşamaya başladım, 25 yıldır da burada oturuyorum.

Ankara’dakilerın şansı döndü o çamurlu tarlalar altın madeni gibi değerlendi. Bir zamanlar büyük zahmetler çekenler muratlarına erken erdiler. Ellerindeki arsalar çok güzel lüks binalara dönüştü. Çoğu hakkını aldı. İstanbul’dakiler yine dayanışma ve sabırla binalarına, iki, üç, dört kiracı olan gecekondu apartmanlarına kondular. Boğaziçi Üniversitesi’nden dolayı yerlerin değeri tahmin ettiklerinden daha fazla oldu, kira gelirleri arttı. Zaman zaman da her sene öğrencilerin gitmesiyle kiralarını iki katına çıkaran can insanlarımız, “sadece öğrenciye kiraya verilir” levhası asmaya başladılar. Para çok tatlı çünkü.

İnsanlar belki de köyde de çok aptal olmadıkları için kafalarını çalıştırdılar. Kimseye bir şey söyleyecek halimiz yok, inşaatçılar, kadınları gündelik işlere gittiler yıllar yılı elbette rahatlık, refah onların da hakkı. Kim ne diyebilir? İstanbul’un başka semtlerinden buradaki kira ve diğer gelirleriyle başka bina alanlar, yazlık alanlar, araba alanlar, köye balkonu mermer ev yaptıranlar, hatta iki üç katlı apartman dikenler… Hele hele Almancıysa, zamanında giden ilk büyükler yemeyip içmeyip arttırmışlarsa parayı onların çocukları, torunları elbette rahat edecekler.

Bunların hepsi gayet doğal, güzel şeyler.

Bizim insanlarımızdan bazıları yolda, köye gidince, şurada burada bana zaman zaman soruyorlar;

“Ayhan la, köye ev yapmıyor mu la, sizin de dedenizin yerleri var ya…”

Ben ne diyebilirim elbette onlara, benim babam fazla çalışmayan, ileriyi görmeyen “nevseniyetsiz” birisi, bunu hepiniz biliyorsunuz. Ben 30 yıldır İstanbul’da hayatın hangi girdaplarına girip çıkıyorum, çoğunuzun haberi bile yok. En büyük zorlukları yenerken, okulda yol parası bulamazken hiçbir köylüm, akrabam bana yardımcı olmazken, siz okumanın değerini yeterince ne anlarsınız? Annem olmasaydı, gündelik işlere gitmeseydi elbette ben de okuyamazdım. Onlara ardı sıra bir sürü şeyi anlat dur.

Okulu nasıl bitirdim, iş bulabildim mi, işsiz kaldığım da neler yaşadım, yalnız başıma bir hayatı nasıl geçirdim, benim akrabalarımın, köylülerimin, hemşerilerimin çoğunun haberi de yok.  Çünkü arayıp, sormazlar, ilgilenmezler aynı mahallede olduğum halde. Almanya’da giderim hiçbiri ilgilenmez, telefonlara bakmazlar.

Onca candanlığa, her cenaze, hastaya gitmeme rağmen; yolda selam, kelam o kadar.

Keşkek yemenin tadını unutmayan Kırıntı, Yeniköy’lü canlarımız Kayacık, Şinik, Çal Alevi köyleri kendi inançsal ve kültürel değerlerini adım adım unuttular, zamanla başka yollara saptılar. 

Binalar, yazlıklar, arabalar… Elbette hepsi olsun, daha da çok olsun…

Ayhan köye ev yapmayacak mı?

Ayhan otuz yıldır sürekli geçim derdi çekiyor, çilelerle uğraşıyor, geçinemiyor, köye ev yapacak?

Alevi aklı işte, kendilerini ne güzel ele veriyorlar. Hepsi istisnasız benden çok ağlıyor bu Alevilerin, dedelerin, ozanların, yazarların, halkın tümü benden çok ağlıyor.

Yüz yüz elli bin lirayı sağlayabiliyor, hem de köye ev yapmak için. Demek ki, kendisini garantiye almış ki, bir de köye ev yapıyor.

Ah sevgili toplumum ah, sizleri yine yine çok severim ama mızrak çuvala sığmıyor, her zaman söylediğim gibi şu ağlama işi ne güzel meziyet yahu, ağladıkça meme veriyorlar demek ki insanlara…

Alevi toplumunun sosyo – ekonomik durumu bence Türkiye ortalamasının altında değildir. 30 yıldır onca gezdim, gördüm. Bu topluluğun bazı hakları verilmiyor ama kendi ekonomisini önemli oranda düzelmiş durumdalar. Ama o hep ağlar, dilencilik yapmayı meslek edinmiş bir şekilde başkasına bakmaz, yanındakini, yokluk içindekini hiç görmez, hep daha fazlasını ister.

Şükrü Genç başkanımız ne yapsın, ne etsin, Hisarüstünde hiçbir eğitimi olmadığı halde, sokaklar gezen yüzlerce insanı elbette işe alacak, okumuş yazmışı ne yapacak, gerçek ihtiyaç sahibini, işine yarayacak insanı ne yapsın, o da işi biliyor, çünkü sistemin bir parçası olacak.

Mesele Ayhan Aydın meselesi değildir. İçlendim kendim için yazdım. Ama mesele benimle ilgili değil, toplumsal bir mesele var ortada.

Kendi değerlerini kaybeden, sürekli çıkar için daha yukarılarda olma gayretiyle ağlayan sızlayan bir toplumun bir menzil alması söz konusu olamaz.

Bizim yöre insanını çok severim, sayarım. Keşkeği de çok sevmeme rağmen, para, ev, arsa her şey demek değildir. Köyde de üç beş kişilik guruplarla, guruplaşan, bir bütünde buluşamayan, birbirini arsa için mahkemeye verme sırasına girmiş, eğitime- kültüre – kendi inancına artık fazla önem vermeyen zavallı hemşerilerim, “Gö’ten gooor goya”, küfürünü Etiler’e doğru da duyabiliyoruz ya on katlı apartmanın olsa ne fayda?

Özüyle yaşayan, bu toplumun değerlerini ve duyarsızlıklarını dile getiren yöremizin can siması Âşık Durmuş Günel Dede’ye de selam olsun…

Onun deyimiyle; Beni sağlığımda aramayan dostlar, ben öldükten sonra mezarıma gelseler ne fayda…

Muhabbet ehline saygılarımla.

Ayhan Aydın

19 Temmuz 2020

Rumehihisarüstü